Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Arkadaşıma ve tüm engellilere nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum!? [Tartışma]

angel'm

Yeni Üye
Üyelik
3 Kas 2005
Konular
2
Mesajlar
41
Reaksiyonlar
0
Bir arkadaşım var. Adı Gül. Çok şirin bir insan. Kendisi cüce. (Cüceliğin tıp literatüründe bir adı var mı? Adı varsa bile ben bilmiyorum. Siz topal olsanız bir arkadaşınız sizi başkalarına anlatırken topal bir arkadaşım var derse buna alınır mısınız? Belki topallığı veya körlüğü başka başka sözcükler ile anlatabilirsiniz. Ama cücelik nasıl anlatılır gerçekten bilmiyorum. Varsa öğrenmek isterim. )

Gül’le bir yıl önce tanıştık. Gül bana göre başarılı biri. Çok güzel bir işi var. Araba kullanıyor. Geçen gün evine davet etti beni. O zamana kadar cüce biri nasıl yaşar, neler yapar ? Bu konuda hiçbir düşüncem yoktu. Belki bu yüzden evine gidince şaşırdım. Kendimi ayrı bir zamanda, ayrı bir uzamda duyumsadım. İçimden gelenleri bir türlü paylaşamadım Gül’le. Mutfak tezgahından tutunda banyodaki lavaboya, tuvalete kadar her şey ona uygundu. Mutfakta yemek pişirdik birlikte. O tencereler, o kepçeler, o sandalyeler…

Her şey kendisi gibi mini miniydi. Bu şaşkınlığımı dile getiremedim bir türlü. Yoksa ben bir masal dünyasının içinde miydim? Ben Sindirella’ydım. O da yedi cücelerden biri… Ne garip bir duyguydu! İçimdeki ses sürekli “aaaa” diyor, öteki iç sesim “sakın bu şaşkınlığını açığa vurma “diyordu. Evet, korkuyordum. Gülü incitecek, onun farklı olduğunu duyumsatacak herhangi bir şey söylemek istemiyordum. Çünkü Gül’ün çok ince duygulu, biraz içine kapanık, biraz sinirli olduğunu biliyordum.

Geçen gün kitap fuarına gittiğimizde de öyle yapmamış mıydı? Yolda yürürken nasıl olduysa olmuş yine onu arkada bırakmıştım. Aslında birlikte yürümek için çok çaba harcıyorum. Ama kimileyin Gül o kadar yavaş yürüyor ki buna uyum sağlamakta zorlanıyorum. Bazen onu arkada unutuyor, yürüyüp gidiyorum. Alışkanlıkları bırakmak çok güç sanırım.

İşte o gün arkamı döndüğümde Gül’ün dokuz- on yaşlarında bir çocuğa bağırdığını gördüm. “ Terbiyesiz! “ diyordu. Gözlerinden ateş fışkırıyordu. “ Ne var! Gülecek! Hiç mi cüce insan görmediniz “ diyerek avaz avaz bağırıyordu. Hemen ters geri döndüm. “ Boşver! Aldırma! “ diyerek kolundan tuttum. Onu yatıştırmaya çalıştım. Yolda yürürken böyle davranmasının yanlış olduğunu söyledim. O ise diretiyordu. “ Hayır! “ diyordu. “ Ben özellikle bağırıyorum. Bir daha başkalarına yapmasın. Yanında annesi de var. Çocuğuna yanlış yaptığını söylesin istiyorum.”

Kendimce Gül’ün tutumunu çok abartılı buldum. Demek ki içindeki kompleksi atamamıştı henüz. Yoksa bu kadar aşırı tepki vermezdi. Sonra onun yerine kendimi koydum. Ben onun yerinde olsa ne yapardım? Bunun yanıtını bulamadım henüz.

Peki sizler böyle durumlarla, olaylarla karşılaştığınızda ne yapıyorsunuz? Ya da yapılması gereken nedir? Bu toplumdaki insanları nasıl bilinçlendirmeliyiz ki, bu ve benzeri olayları yaşamayalım?

Sonra kitap fuarını gezdik birlikte. Her yayınevinin önüne gittiğimizde yüreğimin içine bir şeyler saplandı sanki. Aklım hep Gül’deydi. Çünkü kitaplara dokunamıyordu bile. Yalnızca uzaktan seyrediyordu. İnsan kalabalığının arasında onu kaybediyordum kimi kez. Bir sürü gövde… Bir sürü bacak… Gül yer yarılıp yerin dibine giriyordu sanki… Onu bulduğumda içimde bir sevinç… İçimde bir ışıltı… Ama yüreğimde büyüyen bir öfke… Herşeyi yakıp yıkmak istiyordum. Al! Sizin dünyanız bu işte! Sizin fırsat eşitliğiniz bu! Kasiyerlere, satış elemanlarına bağırmak istiyordum. Ya da önümden gelip geçen herkese! Neler oluyordu bana? Aklımı mı yitiriyordum?

Peki ya Gül? Kimbilir! Neler yaşamıştı? Ne acıları biriktirmişti yüreğinde… Keşke bunları sorabilseydim ona… Keşke içinde esen kasırgaları durdurabilseydim? Hiç bir şey yapamadım. Ama bir şeyler yapılması gerektiğinin farkındayım. O ne?

Hey ! Jan Jak Russo! Senin söylediklerin kulaklarımda bir ezgi… Evet, ruh da beden gibidir. Bedenin de ihtiyaçları vardır. Tıpkı ruh gibi… Kitaplardan öğrendim ruhumu genişletmeyi… Ama kitaplara dokunamadığım bir dünya hiç aklıma gelmemişti. O gün anladım nasıl bir şey olduğunu… Gül’le birlikte…

İnsanlar özgür doğarlar. Peki! Bizi köle yapan ne? Bunun yanıtını biliyorum kuşkusuz! Nerden nereye geldim? Aslında bunları yazmayacaktım.

Aslında sorun şu… Gül’e nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum. Onu incitmekten, onu kırmaktan korkuyorum. Ona soru sorarak yaralarını deşmek istemiyorum. Ailesinin tek çocuğuymuş. Neden böyle olduğunu soramadım ona. Neden ailesinin başka çocuk yapmadığını soramadığım gibi.

Yoksa ben bu konuyu kafamda çok mu büyütüyorum? Neden aklımda hep bir önyargı var? Sakat olmak acı çekmek midir? Bugünlerde televizyonlarda şu tartışılıyor. “Engelli bir çocuğunuz olacağını öğrenseydiniz aldırır mıydınız? “ Bu soruyu eskiden sorsalar “evet” derdim. Şimdi değişen ne?

Gül’le geçirdiğim saatler… Onunla zaman geçirmekten müthiş keyif alıyorum. Ayaklı kütüphane gibi. Onunla resim sergisi gezerken resim değerlendirmenin bile bilgiyle ilgisi olduğunu öğrendim. Gül düşüncelerimi biçimlendiriyor. Ben ruhuma bir şeyler katan insanlarla mutlu oluyorum.

Kimbilir! Gül gibi daha nice insan vardır. Onları tanımak, onları keşfetmek isterdim. İkiyüzlülüğün, yapmacılığın olmadığı bir dünya düşlüyorum. Peki! Bunun sınırını nasıl belirleyeceğim?

İşte bu aşamada şu soruyu sormak istiyorum.

Alıngan bir insan nasıl kazanılır?
Ona hangi doğru sözcükleri bulup kullanacağım?
“Cüce” dersem kızar mı?
Cüceliğin insan ruhunda yaptığı tahribatı sorsam gücenir mi?
Toplumda insanlar cüceliğe olumsuz bakıyorlar. Bu toplumu aydınlatmak için birlikte neler yapabiliriz?
Yoksa bende mi sakatlığa çok olumsuz yaklaşıyorum? Sakatlık olumsuzluk değil mi? Peki! Bu yaşadıklarımız ne?

Sorular… sorular…

Bu konularda düşüncelerinizi merak ediyorum. Paylaşır mısınız?
 
Çok güzel bir paylaşım, teşekkürler.

Bu soruların cevapları kişilere göre değişir. Bazısı mesela alınmaz biçok şeyden, bazısı alınır. Yani "sakatlar böyledir" diye bi şablon yok, olamaz da zaten. Ama sürekli dışlanmanın yarattığı psikoz vardır mutlaka birçoğumuzda. Bu da bizleri bazen alıngan ve agresif yapabiliyor. Ama bu genellikle tanımadığımız kişilere karşı ortaya çıkar.
Bence bu yazının bir çıktısını alıp arkadaşına versen seni kucaklar, güler ve o andan itibaren aranızdaki son perde de kalkar, çok daha iyi arkadaş olursunuz.

Cüce ya da sakat deme ihtiyacı nerede hissederim ben. Mmmm, bir defa onun yanında ona cüce demem, sakat da demem. Bu ondan alınacağı için değil, bu lafı etmeme gerek olmadığı için böyle. Herkes görüyor, herkesin olduğu ortamda 'kadın angel'm" ya da "erkek Bülent" dememek gibi...
O ortamda bulunmayan üçüncü bir kişiye O'nu anlatmam gerekirse, o zaman, " Esra, hani kısa boylu olan" derim, yine anlaşılmadıysa kimden bahsettiğim,"cüce Esra" derim hiç çekinmeden. Çünkü üçüncü kişilere birini anlatırken, o kişinin en belirgin özelliğini söyleriz... Tekerlekli sandalye kullanan Bülent, cüce Bülent, bir kolu/ayağı olmayan Bülent, gibi gibi. Yanımda O varken telefnda başkasına O'Nu anlatmam gerekirse, "cüce" derim, gerekiyorsa tabii; çeknmem... Yeter ki lafın yeri gelsin...

Şunu bilsin insanlar: Ben sakatım, ama bundan fazlasıyım da! Beni sadece sakatlığıma indirgemeyin yeter.
 
"Şunu bilsin insanlar: Ben sakatım, ama bundan fazlasıyım da! Beni sadece sakatlığıma indirgemeyin yeter."

Bu söz hoşuma gitti.

Belki bu yazdığım yazıyı Gül'e göstermem için biraz zamana ihtiyacım var. Çünkü onu yeterince tanımıyorum. Zaten tanısaydım bu kadar tedirgin olmazdım.

Hayır, insanları asla görünüşlerine göre değerlendirmiyorum. Zaten anlatmak istediğim o değildi. Hani o sözcük ağzımdan kaçarsa... Ya da ne bileyim bir konuşma sırasında alışkanlarımız gereği söz edersem v.s. v.s. Yoksa insanlara tabii ki isimleri ile hitap edilir. Sanırım bunu bilecek yaştayım. :D :D :D
 
"Cüceliğin tıp literatüründe bir adı" var.. Dwarfizm deniliyor. Söylenmesi bile zor.. :) O yüzden pek yerleşememiş günlük yaşama..
Konu ilginç.. Ama daha sonra devam etmeyi düşünüyorum.. :oops: Şimdilik Bülent ve Selda'ya katıldığımı belirteyim. :wink:
 
diger arkadaşlarına nasıl davranıyorsan ve nasıl anlaşıyorsan öle davran
 
Angel'm, yazıdaki gözlemlerin ve sorgulamaların harika. Duyarlılık ve sorumluluk insana özgü. Yeter ki ortaya koyalım.

Yaşamda kendiliğinden görmemiz gerekenleri eğer gözardı ediyorsak, alınacak dersler, sıradışı örneklerle önümüze çıkıyor. Bu, aslında toplumsal evrilimin bir yolu. Gül kardeşimiz orada bir yerde sıradışı bir yaşam dersi veriyor. Bu anlamda insan toplumunda "sakatlık" bir sıradışılık oluyor bence.
Sıradan insanlar, sıradışı yaşamları farkedebildikçe kendilerini de sıradanlıktan kurtarmış oluyorlar.
Bu durum da sosyal evrilimin bir mekanizması. Belki de sevgili Bülent için yeni bir başlık konusu.
:lol:
Sevgilerimle
 
Bence gül hanıma diğer arkadaşlarınıza davrandığınızdan farklı davranmayın. Ben kendi adıma böyle davranılmasını isterim. Ama bu herkese göre de değişebilir. Bazı arkadaşlarımızda daha özenli, daha ilgili davranılmasını isteyebilir (Böyle tanıdığım bir arkadaşım var, örneğin çayı geldiğinde şekeri atılsın ve karıştırılsın ister. Sakın yanlış anlaşılmasından yapamadığından değil biraz şimarıklık işte.). Gül hanım zaten yeri geldiğinde size nasıl davranmanızı isterse söyleyebilir. Yapamadığı işlerde yardım isteyebilir. Bir binaya geldiklerinde kapı zilini çalamadıkları zaman, bankamatikleri kullanamadıkları zaman, ankisörlü telefonları kullanamadıkları zaman, asansörlerde tuşlara basamadıkları zaman gül hanım gibi arkadaşlarımızın zor durumda kaldıklarını çok iyi biliyorum.
 
Sevgili angel'm,
Düşünceleriniz o kadar ince ve zarif ki,insanların tamamı sizin kadar güzel düşünse sanırım hayat başka bir güzel olurdu.
 
Değerlendirmeleriniz için herkese teşekkür ederim. Aslında çok ince ve zarif birisi değilimdir: :D :D Kimileyin en son söylenmesi gerekeni en başta söyler, bir incir çuvalı berbat ederim.

Gül’le arkadaşlığım bu yazıyı yazdıktan sonraki süreç içinde daha ilerledi. Eminim ki, zaman içinde birbirimizi tanıdıktan sonra birbirimizi daha iyi anlayacağız. Sanırım dostluğa giden yol, yavaş yavaş, özümsene özümsene olmalıdır. Ama benim bu konuda bir aceleciliğim var. Tanıdığım insanı, tanıdığım andan sonraki kısa bir süreç içinde tüm yönleriyle bilmek istiyorum. Acaba beni bu yazıyı yazmaya iten neden bu muydu? Belki de…

Gül kardeşimiz orada bir yerde sıradışı bir yaşam dersi veriyor. Bu anlamda insan toplumunda "sakatlık" bir sıradışılık oluyor bence.
Hem de nasıl? Bu sıradışı yaşamda kimi şeyler görünce benim de yaşama bakış açım değişiyor. Acaba ben kendi sıradanlığın içinde sıradışı bir yaşamla karşılaştığımdan mı ( onun evine gitmem, duyumsadıklarım v.s. vs.) çelişik duygular yaşıyorum? Bu da belki engelli insanların yeterince tanımadığımdan kaynaklanıyor.

O kadar genel ifadeler kullanılmış ki, bu ifadelerden herhangi bir sonuç çıkaramadım ben.

Diyelim ki, insanların nabzına göre şerbet vermeyen biriyim ben. Doğruyu dosdoğru söylüyorum yüzüne. Sen sakatlığı kompleks edinmişsin kendine diyorum. Çık bu dünyadan. Böyle içine kapanık olma. v.s. v.s. Alıngan bir insan böyle bir tutumla karşılarsa ne yapar? Benden uzaklaşır mı? Yoksa bir insanı olumlu yönde değiştirmek için önce onu yüceltmek mi gerekir?

Sanırım çok ince ayrıntılara takılıp kalıyorum. Belki de bu siteden çok daha beni doyuracak yanıtlar bekliyorum.

Sevgiyle...
 
Sevgili angel'm,

Aradığın cevapları burada bulabileceğini sanmıyorum. Çünkü engelli ya da sağlam insanlara nasıl davranılır? diye bir kılavuz kitap yok. Bunların hepsi insana nasıl davranılacağı ile ilgili konular. Bilindiği üzere henüz öyle bir kitap da yazılmadı.

Görünen engellilerin dışında bir de dışarıdan bakıldığında engeli görülemeyen insanlar da mevcuttur. Bu durumda onlara nasıl davranacağız?

Bence bunu öğrenmek kişisel gelişim sorunudur ve bir anlamda sanattır. Yaşadıkça öğrenilen bir bilgidir. Kategorize edilmesi çok da mümkün değildir. Bu nedenlerden dolayı buradan alacağın cevaplar genel ifadeler olacaktır.

Sonuçta Gül kardeşimiz ile senin arandaki ikili Insan ilişkisi özelliğinde olur. Sen ve o, bugüne dek deneyimlediğiniz yaşamdan elde ettiğiniz bilgileri benliğinizde işlemleyip bir davranış biçimi geliştireceksiniz.

Yeni insanlarla tanışmanın dayanılmaz hafifliği cazibesi de buradan geliyor olsa gerek :wink:
 
İşte bu canımcım!! :D

En doğru yanıtı vermişsin sevgili dostum.

Gerçekten de hangi konu da olursa olsun her insanın ayrı bir dünyası olduğundan, olayları ele alış biçimleri, algıları, yorumları ve hassasiyetleri kendine özgü olacaktır.

Bunu görmezden gelip bir tavır yada duruş oluşturmaya çalıştığımızda sanırım en büyük yanlışı orada yaparız. Bana iyi gelen bir başkası için kötüdür, yada tam tersi, denk gelme durumu belki olabilir ama kesin bir sonucu yoktur.

Niye herbirimiz birbirimizi olduğu gibi kabul etme yollarını benimsemiyoruz diye düşünmeden edemiyorum.Yanlış yapmaktan bu denli çok mu korkuyoruz acaba? Yada kırılmaktan veya kırmaktan....

Ama yol bu şekilde alınıyor, doğrusuyla eğrisiyle asla dümdüz gitmeyen bir yolun yolcularıyız sadece.

Sağol alper, çok güzeldi....
 
SLM

özel bir şekilde davranman gerekmiyor inan onunla biraz daha zaman geirince ve tanıdıkca ona ayak uydura bilirsin zamanla gelişir bu ve bişey bence de oturan boğa nın dediği ğibi bura dile getirdiğin duyğularını yani bu sayfanın çıktısını mutlaka okutmalısın o zaman işin dahada kolaylaşır çünkü ancak bu kadar anlatılabilir.
 
Sevgili Angel'm...

Sıradışı olmak, sıradışı olanı aramak, sıradan olandan kaçmak benim mesleğim gibi bir şey...Burnum iyi koku alır bu konuda...Ama yanlış yerde arıyorsun sıradışılığı...Gizemli olan, sıradışı olan, senin arkadaşın...Kaynağı da engellilik değil, onun kişiliği...Yoksa engellilik matah bi şey değil...Sıradışı yapmaz insanı...
Neysen biraz parlatır o kadar...Sevgiler....
 
angel'm' Alıntı:
bir incir çuvalı berbat ederim.

BİR İNCİRE NE KADAR ÇUVAL SIĞAR ÇOK MERAK ETTİM :D :D
SAKIN DALGA GEÇTİĞİMİ FALAN SANMA ARKADAŞIM,BANA TEBESSÜM ETTİRDİN,PAYLAŞAYIM DEDİM.

YAZIN ÇOK GÜZEL AMA YORUMUMU DAHA SONRA YAPACAM,ŞİMDİ ÇOK UYKUM VAR :wink:
 
Alperstein! Ne biliyorsunuz belki de öyle bir kitabı ben yazacağım? :D :D

Elbette var. Eğer kişiliklerimizi çözümlersek davranışlarımızın nedeni de çözebiliriz. Böylece neden-sonuç ilişkisi kurabiliriz.

Her tekilin içinde bir genel olabilir. Örneğin, cimrilik.

Eğer yaşamda herşeyi pratik olarak öğreneceksek, vay halimize! Keşke yaşam sizin dediğiniz gibi olsaydı! Sar başa! Bir daha yapma! Ya da yap! Ne güzel olurdu! Oysa yaşamda başka yollarda var. Tıpkı kitapların gösterdiği yol gibi.

Kategorize etmek, toplumsal durumlara anlam vermenin bir yoludur. Böylece çok karmaşık bilgileri kategorize ederek çok basit şekilde algılayabiliriz. Ben de sizin dediğiniz sanatı öğrenmek istiyorum zaten. :D :D

Evet, yeni insanlarla tanışmanın dayanılmaz cazibesini değil hafifliğini :D :D biliyorum ve düşüncelerinize katılıyorum.

Peki! Kuyucak! Kişiliğimizi, yaşadıklarımız, çevremiz içinde yaşadığımız toplum oluşturmaz mı?

Atom Karınca! :D :D Maşallah! Atom gibisin valla! Ne güzel de ayrıntıyı yakalamışsın! Valla! Ben de merak ettim şimdi! Sığdırmışım işte… Hani diyorum şöyle bir beyin yapsalar! Örneğin, midemiz zararlı yiyecekleri kabul etmez de hemen kusmak isteriz ya! Beyinde böyle olsa! Eksik ya da yanlış bilgi geldiğinde dışarı atsa!
:D :D
 
Akşam eve çok geç geldiğimden kimi düşüncelerimi yazamamıştım. Şimdi zaman bulmuşken şunları belirtmek istiyorum.

Bana gelen özel mesajların birinde şöyle diyor. Spastik engelliyim. Tüm ihtiyaçları kendim karşılıyorum. İnsanların çoğu değil ama kimileri sokağa çıktığımda gülüyor bana.

Buradan yola çıkarak şunu sormak istiyorum.

Yolda yürürken ya da toplumla iç içe olduğunuz anlarda diğer insanlardan sizin farklı olduğunuzu duyumsatacak tavır ve davranışlarla karşılaşıyor musunuz? Bu aşamada nasıl bir tutum sergiliyorsunuz? Neden? Bu durumda yapılması gereken en doğru davranış sizce nedir? Niçin?

Alıngan bir insan mısınız? Engelli olmak ile alıngan olmak arasında bir paralellik kurulabilir mi? Eğer alıngan iseniz, alınganlığı nasıl tanımlarsınız? Alınganlık toplumun sizlere yüklediği anlamların izdüşümü olabilir mi? Alınganlık abartılmış bir duygu mudur? Bu duygu kendi yeteneklerinizi tanımadığınızdan, bilmediğinizden mi kaynaklanmaktadır? Siz kendinizi değil, toplumun değer yargılarını çok önemsiyor olabilir misiniz? Neyi önemseyip, neyi önemsememek gerekir? Eğer içinde yaşadığınız toplumun değer yargılarını çok önemsiyorsunuz ne gibi çatışmalar yaşıyorsunuz? Bu çatışmalardan kurtulmak için hangi yolları deniyorsunuz? Ya da öyle bir isteğiniz oldu mu?

Şimdiden katkı yapan herkese teşekkür ediyorum.
 
Galiba seninle epey güzel şeyler tartışacağız biz burada Angel'm...

İnsanın kişiliğini oluşturan ögeleri asıl olarak ikiye ayırmak gerekir... Birincisi doğuştan olan, değiştirilemez olan, genetik tarafımızdır... Genetik faktörlerin uygun ortamlar bulduğunda epey bir belirleyici tarafının olduğu artık biliniyor... Uygun ortam bulunmazsa körelme, başka yöne (negatif-pozitif) yönelme başlar...

İkincisi ise kişinin içinde bulunduğu çevre ve toplumsal koşullardır...

İçinde bulunduğumuz toplumsal koşullar ve çevre, bir sakat için ayrı, sağlam için ayrı değildir... Toplumsal koşullar ve çevre bir sakatın gelişmesine engel yada yardımcı olur ancak... Yani o sakatın gelişmesi de diğer bireylerinkine benzer bir seyir izler.. Haaaa, şunu dersen ki, o çevrelenmişlik, zorlaştırılmışlık, dışlanmışlık o çevreye karşı bir düşmanlık yaratır, kişilikte bu düşmanlık üzerine temellenir... Bak bu olabilir, ama ben görmedim... Tam tersini çok gördüm. Sinmişlik, korkaklık yavşaklık... Ortadan kaybolmakla, vazgeçmekle, yalvarmakla sorunları aşmayı başaran(!) binler gördüm... Bunlar da insanı sıradışı yapmaz sanırım...

Demek istediğim, sakatların fiziksel kodlanmalarının (Genetik diyorlar) onların kişiliklerine nasıl yansıdığını bilmiyorum... Var buna benzer arkadaşlar... Fakat her şeyi bu yolla açıklarsam onlara ayıp ederim... İçinde yaşadığım çevre ve toplum kavramını salt sakatlığa bağlarsam, kendime ayıp ederim.... Bu çevre senin için neyse, benim içinde o... Bu toplum senin için neyse, benim için de o... Onun engelleyici olmasının şekli şemali değişik sadece... Biz engellilere başka türlü engel koyuyor, kadınlara, eşcinsele, farklı inançlara, farklı kültürlere, farklı kökenden
gelen insanlara başka türlü engel koyuyor... Kabul edersen, sorgulamazsan, sende kabul görür, sorgulanmazsın...

İşte bizim toplum ve çevremizin, sıradışı kişilik gelişimine katkısı budur... Gelişen her beyin, karşı duruş sergiler...İ çinde yetiştiği kültüre yabancı ve azda olsa düşman bir kişiliktir bu... Ben sadece fotoğrafçıyım, düşmanlık kalmadı bende...
 
Tartışalım tabii ki. Hepimizin birbirinden öğreneceği çok şey bence. Birincisi önce “sıra dışı” derken neyi açımlıyorum? Onu yazayım. Ben arkadaşımın yaşamından yola çıkarak duygularımı dile getirmiştim. Bana sıradışı gelen onun kişiliği değil, yaşamının sıradışı olmasıydı. Neydi onlar? Evinde kullandığı onun yaşamını kolaylaştıracak alet, edavat v.s. v.s. Böyle bir dünyayı görünce düşüncelerim allak bullak olmuştu. Yoksa onun kişiliğiyle ilgili bir uç noktadan söz etmiyorum. Tabii ki, hepimizin artıları ya da eksileri vardır. Hiç kimse mutlak anlamda ne iyidir ne de kötüdür bana göre. Bu anlamda kişiliklerle ilgili olarak söylediğinize katılıyorum.

Zaten ben de sakatlık kavramını tek başına ele almıyorum. Bu toplumdaki sakatlarla ilgili olumsuz paradigmalar insanın kişiliği üzerinde ne gibi etkiler yapar? Yalnızca bunu sorgulamak istiyorum. Örneğin, utanç duygusu genel anlamda da incelenebilir. Sonra da bir alt kategori olarak sakatlar açısından incelenebilir.

Farklı yaşam biçimleri, belki bizler tek tip yetiştirildiğimiz için insanı ilk başta şaşırtıyor. Burada bizim yapmamız gereken ise, önyargılarla davranmayıp hümanist bir yaklaşımla o insanın dünyasını girip o insanı anlamak ve tanımaktır. Hiçbir zaman, ne eşcinsellere ne de farklı inançtan olanlara karşı olumsuz bir tutum içerisine girmedim. Çünkü, onun ne yaşadığını ben bilmiyorum. Öyleyse, hiç kimseyi yargılamaya hakkım yok diye düşünüyorum. Kaldı ki, sıra dışı insan, toplumun değer yargılarına, gelenek ve göreneklerine, yaşam biçimine v.s. v.s. boyun eğmeyen insandır. Böyle bir direnç için mangal bir yürek gerekir. Burada önemli olan edilgin mi yoksa etken mi olduğudur.
 
Görüşlerimi daha sonra belirtecem demiştim ama inan nereden başlayacam,nelerden söz edecem hiç bilmiyorum.

Öncelikle bu düşünceli yaklaşımın için kendi adıma teşekkür ederim sevgili angel'm,gerçekten üzerinde düşünülmesi gereken bi konuyu dile getirmişsin.

Sakatlık bir insanın iyi-kötü,cimri-cömert ya da ne bileyim güzel-çirkin bu tür özelliklerini,huylarını belirlemez;alınganlıkta böyle bişey.Tabiki sakatlık alınganlığı tetikleyecek bir faktör olabilir ama sebep değil.Ben ne sağlam insanlar tanıyorum alınganlığın kitabını yazmış :) :) aman o tür insanlara şaka bile yapılmaz. :D :D
Sıradışılığa gelince;bizler belki de gerçekten sıradışı varlıklarız,(özellikle Türkiye'de) :!: :!: Çünkü bir çok sağlam insanın yapamadığı şeyleri yapan,müzik,resim,spor vb. dallarda başarılı olan bir sürü engelli arkadaşım var.Bu başarı onların yüreklerinden geliyor.

Kendimden bahsedeyim biraz da;bu konu ile ilintili olarak.Ben doğuştan kas hastasıyım,sonradan da skolyoz(omurga eğriliği).Sağlıklı olmak nasıl bir duygu hiç tatmadım,bilmiyorum.Güzel olsa gerek :wink:
Skolyoza bağlı olarak şekil bozukluğu,boy kısalığı var;kas hastalığım yüzünden de yürümede zorlanma,güçsüzlük,kaldırım çıkamama gibi sorunlar yaşıyorum.
Bunları niye mi anlattım.Tırnak içinde söyleyeyim, "alay,hor görme,acıma,küçük görme" ye sebep olabilecek epey bi sorunum var. :D :D :D

-aaa!kıza bak!!
-cüce! cüce!-(bi kısa boylu demeyi öğrenemediler) :D :D
-aman yavrum kazamı geçirdin? (doğarken yanlış şeride girmişim,geçirdiğim kaza bu işte) :D :D
vs vs vs...... sorular,alaycı ya da acıyan bakışlar

Hepsini ve daha fazlası ben ve birçok arkadaşım yaşıyoruz.Önceleri çok takardım,üzülürdüm.Şimdi umrumda bile değil.Ne kadar üzülürsem üzüleyim,ne kadar bunları kafama takarsam takayım hayatımı bu şekilde devam ettirecem;niye kendime hayatı zindan edeyim ki,dimi ama :wink: :wink:
Ayrıca kendimizle bile dalga geçebilecek duruma geldik,arkadaşlar arasında."Allahtan sakatız,yoksa hiç yerimizde durmayacakmışız" gibi cümleler kurabiliyoruz. ya da bi arkadaşım beni karşılarken "ooo,selvi boylum,al yazmalım gelmiş" diyebiliyor,biliyor ki alınmam. :D :D :D

Sakatlığımız bizi motive etmeli,iteklemeli başarı için."Başarmalıyım" değil de "Başarmak zorundayım" diyerek sarılmalıyız hayata bence.Ben çok defa pes ettim,her defasında silkelenip yeniden başladım.Şimdi kendi ayaklarım üzerinde durmaya çalışıyorum.Sırf rahatlığı bırakmamak için yaşadığı şehirden başka bi şehre üniversite için bile gidemezken insanlar,ben şu anda başka bi şehirde çalışıyorum,yalnız yaşıyorum.senin bahsettiğin arkadaşın gibi evde işlerimi kolaylaştıracak ufak-tefek değişikler,pratik çözümler buluyorum zaman zaman.Bunları kendimi anlatmak için değil bir örnek vermek için yazdım.Ama söylemeden geçemeyecem iyi yemek,pasta yaparım. :D :D :D

Günlük hayattaki yapmak istediğim herşeyi yapmaya çalışırım,mümkün olduğunca kendimi kısıtlamam.Hatta bir defasında harap ve bitap düşme pahasına-ki hatta öyle oldu- :D :D iki koltuk değneği kullanan,kas hastası bir arkadaşımla üç katlı bir resim sergisini gezmiştik.
Arkadaşlarım çok gezenti olduğumu söylerler,haksız da değiller :D :D

Özetle;
Bana bi sakat olarak değil,bi insan olarak yaklaşılmasını isterim;insana yakışır şekilde.(yardım talepleri de her zaman kabul edilir,geri çevrilmez ama.Yani bana aynı davranacağız diye yardım etmemezlik etmeyin.) :D :D :D Alınmam ama gene de bana acımayın,acımaya alışmayın.

arkadaşım sana naçizane tavsiyem;
Arkadaşına sadece "Gül" olduğu için nasıl davranman gerekiyorsa öyle davran.Alıngan mı,üzülür mü....bunları zamanla görürsün.Anlattığın kadarıyla da arkadaşın çok da alıngan değil.O boyla :wink: :D kitap fuarına gidebilecek cesareti göstermesi bile bunun göstergesi bence.Arkadaşını zamanla tanırsın o kolay,içinden geldiği gibi davran,doğal ve samimi ol yeter.Diyelim ki onu bi konuda kırdın istemeden,en azında ne gibi şeylere kırılabileceğini anlarsın,sonrasında ona göre hareket edersin.

TÜM ARKADAŞ VE DOSTLUKLARIN SAMİMİ VE SIMSICAK OLMASI DİLEĞİYLE...
 
Atom Karınca! Yazdıklarını bir solukta okudum. Ne güzel bir dilin var :D :D Bayıldım yazdıklarına...

Paylaştıkların için teşekkür ederim. Önerilerin içinde... Söylediklerini aklımın bir köşesine yazdım.

Sevgiyle...
 
atom karınca' Alıntı:

Sakatlığımız bizi motive etmeli,iteklemeli başarı için."Başarmalıyım" değil de "Başarmak zorundayım" diyerek sarılmalıyız hayata bence…

"İşte bütün mesele!.. Olmak ya da olmamak!" :D

Paul Ehrlich'in sevdiğim bir sözü var: "Şans, hazırlıklı kafalara güler."

Zamane dilinde "donanımlı" diyolar bu "hazırlıklı kafalara". :p

'Şans' için de, 'başarmak' için de şart olan: Donanımlı olmaktır!

Sakat ya da sağlam olmak değil! Haa sakatlar –'den (eksiden/negatiften) başlıyorlarmış.. Hiiç önemli değil! Hatta daha iyi! Yarışın sonunda daha güçlü olacaklardır sakat olanlar! Yeter ki 'donanım'larını akıllıca kullanmayı bilsinler!

Gül, yolun büyük bir bölümünü aşmış anladığım kadarıyla.. Donanımı arttıkça alınganlık vb. yanlışları da azalacaktır. Çünkü onlar, birbirleriyle ters orantılıdır, bildiğimce. ;)
 
Ona diğer arkadaşlarına nasıl davranıyorsan öyle davran..
Farklı davranıldığını hissetmek onu daha çok sıkıntıya düşürüp üzecektir ..
öyle düşün ki , karşında her şeyiyle normal biri var..o zaman bak her şey daha kolaylaşır..
Zaten bir engellinin tek isteği normal bir birey gibi kabul edilmek değil midir..öyledir...
Toplumuzun her konuda sınıflandırması ilk başta normal olan olmayan diye başlamaz mı ..
 
Alıngan bir insan nasıl kazanılır? Alıngan bir insan mısınız? Engelli olmak ile alıngan olmak arasında bir paralellik kurulabilir mi? Eğer alıngan iseniz, alınganlığı nasıl tanımlarsınız? Alınganlık toplumun sizlere yüklediği anlamların izdüşümü olabilir mi? Alınganlık abartılmış bir duygu mudur? Bu duygu kendi yeteneklerinizi tanımadığınızdan, bilmediğinizden mi kaynaklanmaktadır?

öncelikle alıngan bir insan iyi gözlemlenip onun adına empati yapılarak hangi konularda nelere alınıyor tespit edildikten sonra o kişiyle ilişkinizde bunlara dikkat ederek bu sorun aşılabilir diye düşünüyorum, tabiki istisnai durumlar söz konusu olabilir :!: alıngan bir insan değilim bu benim kişilik özelliğimdir engelli olmakla alıngan olmayı aynı potada eritebildiğimi pekde söyleyemem :? Engellilik-alınganlık bağlamında toplumun bizlere yüklediği anlamların izdüşümü olabilir mi :?: ye gelirsek etki-tepki bu herkeste tabiki farklı seyirde olabilir.Tepki olayının belirgin olması,engelli bireyin hakkını savunma durumunda karşı tarafın tahmin etmediği düzeyde bazen öfke, bazen üzüntü bazende karşı tarafın yanlışını yüzüne çarpar nitelikte ortaya koyması durumu acaba alınganlık olarak mı algılanmaktadır.Sağlıklı insanlar da bir takım olaylar karşısında tepkilerini aynı duyguları yaşayarak ortaya koymazlar mı :idea: Tamamen kişisel özelliklerdir kimi engelli ya da engelsizlerde olaylar karşısında son derece sakin, soğukkanlı tepkiler verebilir :!:


Siz kendinizi değil, toplumun değer yargılarını çok önemsiyor olabilir misiniz? Neyi önemseyip, neyi önemsememek gerekir? Eğer içinde yaşadığınız toplumun değer yargılarını çok önemsiyorsunuz ne gibi çatışmalar yaşıyorsunuz? Bu çatışmalardan kurtulmak için hangi yolları deniyorsunuz? Ya da öyle bir isteğiniz oldu mu?

Toplumun genel düzeni, birlik-beraberliğini sağlayıcı değer yargılarını önemserim ama kişilerin kendilerine farklı gelen kişi ve olaylara karşı kalıplaşmış,yanlış bakış açılarından kaynaklanan yargıları önemsem :!: B yüzden çatışma yaşıyormuyum yaşamıyorum neyi önemserseniz onu büyütürsünüz beyninizde ki büyütecek bir şey yok :roll:


Ona hangi doğru sözcükleri bulup kullanacağım?
“Cüce” dersem kızar mı?
Cüceliğin insan ruhunda yaptığı tahribatı sorsam gücenir mi?
Toplumda insanlar cüceliğe olumsuz bakıyorlar. Bu toplumu aydınlatmak için birlikte neler yapabiliriz?
Yoksa bende mi sakatlığa çok olumsuz yaklaşıyorum? Sakatlık olumsuzluk değil mi? Peki! Bu yaşadıklarımız ne?

O na sadece ismini kullanın o sizin x isimli arkadaşınız, kendi biyolojik kısıtlılıkları nedeniyle kendine özgü içinde rahat yaşadığı yaşam alanını gayet normal görün ki normal zaten neden farklı gelsin :roll: Empati bir an için aynı koşullarda kendinizi onun yerine koyun aynı düzenlemeyi sizde yapardınız :wink: Toplumu aydınlatmak için neler yapılabilir :?: konusu ayrı bir başlık olabilir ama en önemli şey engelli/engelsiz biri normal diğeri farklılıklardan dolayı normalin dışında diye bir ayrıma gidilmesi zaten ilk düşen domino taşı görevini görmüyor mu peşi sıra gittikçe devrilen,sanki aşılamaz gibi görünen diğer sorunlar gelmiyor mu :?:
 
Ben de yazılanlara katılıyorum. Engelli insana farklı davranılmamalı. Herhangi bir insana kişilik özelliklerinden dolayı nasıl davranılıyorsa engelliye de aynı olmalı. Herkes arkadaşlarının karakterini bilir ve öyle davranır. Bunun engelli ayırımı olmaz.Olmamalı da...Zaten engellilere farklı davranmak onları topluma kazandırmaz, tersine izole eder. Sadece ihtiyaçları olduğunda yardım etmek yeterli, herkese yardım etmiyor muyuz zaten? Bence engelli kişilerin eğitimi üzerinde durulmalı ki bu tür alınganlıklar ortadan kalksın. Öncelikle de engelli çocuğu olan aileler eğitilmeli. Engelli birey iyi bir eğitim almışsa, kendi başına hayatla başedebiliyorsa ortada sorun kalmaz. Örneğin, ben 24 yıl öğretmenlik yaptım ve iş yaşantımda hiç bir sorunla ya da farklı bakışla karşılaşmadım. Arkadaşlarım kesinlikle bana uzaylı muamelesi yapmadılar. Ama sanırım çevremize bu izlenimi biz vermeliyiz. Biz kendimize acıyorsak çevremizin bize acıması doğaldır. Öncelikle kişi, engelli ya da engelsiz, kendi ayakları üzerinde durabilmelidir. Kişiler kendilerini aşamamışsa, engelli de olsa engelsiz de olsa, toplumun acıma ya da hor görme gibi davranışlarına maruz kalacaktır.
 
Sorularıma teker teker yanıt verip emek harcayarak düşüncelerini belirten arkadaşlara teşekkür ediyorum. Benim de düşünce dünyama katkı yapıyor, beni besliyorsunuz. Bundan daha güzel bir sevinç düşünemiyorum.

Yazılanlardan sonra artık düşüncelerimi toparlamaya başladım. Herkesin ortak noktası, engellilere diğer insanlara nasıl davranıyorsak onlara da aynı davranış biçimiyle yaklaşılmalıdır.

Ancak yine de kafamda oturmayan şeyler var. Hadi alınganlığı yalnızca sakatlara yüklemeden tek başına ele alalım. Alıngan bir insan, kendini tanımadığından ya da kendine güveni olmadığından mı başkalarının sözlerini, tavırlarını çok önemseyip kendine bir sorun yapmaktadır? Empati kavramı günümüzde çok kullanılan bir sözcük. Ama bunun sınırını bilmek ve yaşama geçirmek kolay olmasa gerek. Örneğin, engellilerle ilgili bir aktiviteye katıldım. Orada birçok zeka engelli çocuğu olan anneyle karşılaştım. Onların yaşadığı zorluklar karşısında ne kadar mücadeleci olduklarını gördüğümde o annelerin ellerini öpesim geldi. Öte yandan bir dehşete kapıldım. Benim yemeğini yiyemeyen, her ihtiyacını bir başkasının yardımıyla yapan bir çocuğum olsa ne yapardım? O anneler kadar sabırlı olabilir miydim? Yanıtım, hayırdı. En iyisi bir çocuk sahibi olmamaktı. Orada gördüklerimden o kadar etkilendim ki, bu düşünceye kendi kendimi inandırdım. Demek ki, empati kurmak kimileyin insanı birtakım çıkmazlar içine sürükleyebiliyordu. Öyleyse, empati kurmanın sınırı neydi?

Alınganlığın altında yatan bir neden de, utanç duygusu olabilir mi? İnsan niye utanç duygusuna kapılır? Örneğin, başkalarıyla aynı düzeyde olduğumuzda, diyelim onlardan daha az eğitimli isek, böyle bir durum utanç vericidir. Niçin başkalarına öfke duyarız? Öfke, bir insana haksız yere yöneltilmiş bir davranıştan dolayı o insanın acı duyması ile birlikte öç almaya yönelten bir dürtüdür. Yine o insana karşı taraf bir şey yapmışsa ya da yapmaya niyetlenmişse hissedilmiş olabilir. Yine küçümseme, bir şeyin açıkça önemsiz olduğuna dair bir kanıdır. Küçümseme, bir anlamda hor görmedir. Buradan yola çıkarak şöyle diyebilir miyiz? Başkalarının tutumu karşısında o insanın tepki vermesi alınganlık mıdır? Öfke midir? Yoksa bir tür küçümsemeden dolayı etki-tepki mesele midir?

Şöyle bir topluma bakıyorum da, hep başkaları ne der diye yaşadığımızı görüyorum. Evet, içinde yaşadığımız toplum bizim için önemli. Hepimiz, sevilmek, onaylanmak istiyoruz. Hepimiz, bize değer verilsin istiyoruz. Bunun içinde Doğan Cüceloğlu’nun dediği gibi “mış” gibi yaşıyoruz. Sonra da, içimizle dışımız arasında öyle bir uçurum oluşuyor ki, kendimizi anlayamıyoruz.

Şimdiye kadar kısa boylu tanıdığım insan yoktu. Orhan Pamuk’un “Sessiz ev” adlı romanını okudum. Orada kısa boylu birisi vardır. Kahveye gider. Oradakiler onunla gülüp dalga geçerler. Bu yüzden insanlara öfke duyar. Toplumun içine girmek istemez. Beklediği gecelerdir. Geceleri sokağa çıkıp dolaşır. Çünkü geceleri sokaklarda hiç kimse yoktur. Onunla dalga geçip, eğlenecek insan da yoktur. Burada yazar, edilgin bir karakter çizer. Bizlerde böylece kısa boylu insanların iç dünyası hakkında bir izlenim ediniriz. Şimdi buradan yazdıklarınızdan edindiğim izlenim şu. Evet, yazarın yazdığı gibi karakterler olduğu gibi, yaşamın dayatmalarına karşı direnen, yaşamla dalga geçen, kendini olduğu gibi kabul eden insanlar da var. Ve… Artık gerek edebiyatta gerekse sinemada olsun böyle karakterlerin olduğu da bu topluma gösterilmelidir. Belki de, engelli insanların profili artık değişmektedir.

Türkiye’de engellilerin profili ile ilgili araştırmalar yapılmış mıdır? Örneğin, sokak çocuklarına ilişkin olarak birçok araştırma yapıldığını, kimi yaşadıkların sorunların sosyolojik boyutuyla incelendiğini biliyorum.

Sohbet odasına girip ben engelli değilim dediğimde nasıl tepki aldığımı görseydiniz şaşar kalırdınız. Ne işin var burada, niçin geldin, burası engelliler sitesi gibi v.s. v.s. birçok tepki aldım. Niçin böyle bir öfke dalgasıyla karşılaştığımı çözmeye çalıştım. Normal insanlara kızıyorlardı da, hepsinin öcünü benden mi alıyorlardı? Toplumda ayrımcılık yapıldığını söylüyorlar ama kendileri de başkalarına ayrımcılık yapıyorlardı. Kim kimi dışlıyordu öyleyse? Engelli, engelsiz diye bir ayrımcılık yapılıyorsa neden bu sitenin adında engelli sözcüğü var? Öyleyse, farklı olanı nasıl tanımlayacağız? Neye göre farklı? Kime göre normal ya da anormal? Gördünüz mü o kadar çok soru var ki, bu konuda kafam şimdiden karmakarışık oldu yine…

Bir de en başta kafamda belirli şeylerin oturduğunu yazmıştım. Ben bir şeyleri çözümlemeye çalışırken öte yandan çıkmaz sokaklara dalıyorum yine.

Hani bir düşünür demişti. Gerçeği arıyorum... Gerçek hangisi?
 
Engeli olmayan bireylerin engellilere olan ilk kötülüğü bakışlarla başlıyor..Hiç bir şey söylemelerine gerek yok sadece bakış ve yüzlerindeki şaşkın ifade anlatıyor ve size bir tokat gibi iniyor..
Engelli bir çok arkadaşımız şimdiye kadar kimbilir kaç defa sözsüz ,elsiz tokatlarla karşılaştı..Yaralandı bu yüzden..

Toplumda çoğunluğu işgal eden normal sayılır..Azınlık anormaldir kabul edilemez...İşte toplumun kriteri..Çoğunluk her zaman haklıdır doğruları onlar belirler..Engelli olayı da böyledir..
Sağlıklı insanların çoğunluk olduğu bir toplumda engelli birey anormaldir..Düzeni bozar ..
Birkere düşünün insanlarının % 95 i engelli olan bir dünyada yaşıyorsunuz , her kural, her düzen ,engellilerin yaşamına göre kurulmuş..böyle bir dünyada engelsiz biri nasıl karşılanırdı o yanlız kalmazmıydı peki ? tabiki kalırdı...o bu sefer anormal sayılırdı..
Engelliler ,biz sitesini bu hayal etiğim dünyaya benzetiyorum..Üyelerin % 99 una yakın kısmı engelli , forumlardaki bütün konular , reklamlar her şey ama her şey engellilere göre..Onlara uygun ,Görünüşte küçük ama aslında kocaman bir dünya burası ,hiç kimsenin göremeyeceği kadar engelli bir arada....

Üyelerin arasında engellerinden , ağrılardan,gördüğü tedavilerden bahsetmek o kadar normal ki burada .Tanışmalarda ilk sorulan soru hiç şüphesiz ' Engelin ne ? ' sorusu.. Sonra rahatsızlıkların ve doktor isimlerinin paylaşılması , hayatı kolaylaştıran engelli cihazlarından bahsedilmesi..Bu konuşulan konuların hangisini normal hayatta başka insanlarla paylaşıyoruz.
Üye buluşmalarında mesela , buluşmaya gelen herkes meraklı bakışlardan, garip yüz ifadelerinden rahatsız olmaksınız buluşamaya gelir ve rahatlıkla kendini ifade eder çünkü herkes kendi gibidir..Herkes eşittir..
 
Ben karşımdakine kim ve ne olursa olsun bana nasıl davranmasını istiyorsam öyle davranırım.

Bu prensip yıllardır hiç bozulmadı ve ilişkilerimide olabildiğince kolaylaştırdı.
 
Cerenciğim,

Sanırım tüm bu anlattıkların farklılığa olan duyarlılıktan kaynaklanıyor. Farklı olan her zaman ilgi çeker. Öte yandan bu sorun insani bir sorun. Biz genellikle duyularımızla yaşıyoruz. Algılarımız doğrultusunda davranıyoruz. Yani burada aklımızı ön plana çıkarıp ona göre hareket etmiyoruz. Bir insanın, bacağının olup olmaması, kolunun ya da herhangi bir organının eksik olması o kişiyi insani açıdan değersizleştirmiyor. Öyleyse, neden bir insanın direkt olarak yüzüne değil de, bedenine bakışlarımızı çeviriyoruz? Bence, iletişim gözlerde başlar. Engelli bir insanla karşılaşınca onun eksik ya da çalışmayan organına değil de, önce yüzüne bakarak en insani olanı yapmış olabileceğimizi düşünüyorum. Hani hep derler ya! Farklılıklar bizim rengimizdir diye. Tabii ki, farklı düşüncelerimiz, farklı bir bedenimiz, farklı inançlarımız, farklı cinsel tercihimiz olabilir. Önemli olan, bilincimizi önyargılardan temizleyip o kişiye insanca yaklaşmaktır. Bak! Aklıma birşey geldi. Geçen gün televizyonda Sinekli Bakkal adlı diziyi izliyordum. Oradaki karakterlerden biri bir dostunu aramaktadır. Dostunu konu komşuya sorar. Bu diyaloglarda dostunu öyle yücelterek anlatırki, siz de bu kişiyi merak etmeye başlıyorsunuz. Ya da ben öyle hissettim. Dostunu bir sahil kenarında, derme çatma bir kulübede yaşarken bulur. Dostu kısa boylu biridir. İkisinin birbirlerine bir sarılışları vardı ki, içimden ancak iki insanın birbirini sevdiği böyle anlatılabilirdi demeden edemedim. Evet, içimden senoryayı yazanı kutladım. Yönetmeni de... Bu tüm topluma verilen bir mesajdır. Televizyon insanlar üzerinde çok etkili bir araç.

Önemli olan, bir kişinin bedeninden dolayı ona olumsuz anlamlar yüklemek değil, o insanın bize ne kattığıdır. Ben hep düşünürüm. Arkadaşlarımı da buna göre seçerim. Yani bir insanın başka bir insanı anlaması için, mutlaka onun da engelli olması gerekmiyor.
 
Yazdıklarında haklısın Angel'm hem de çok haklısın..

Sanırım bu sitede sana da ilk sorulan soru " engelin ne " dir değil mi :)

Toplumuzdaki bana dokunmayan yılan 1000 yaşasın mantığı vardırya hep..Onda olmayan sıkıntıyı , kusuru hep uzaktan seyreder , bazen de eleştirip kınar aklına gelmez kendni onun yerine koymak..

Ama bir de şu var bakalım çevremize engelli birini gören sağlam bir bireyin ilk düşüneceği şey çok şükür olacaktır ve yüreğine su serpileceği ve içinden mutlu olacağıdır..Çünkü böyle bir engeli ve derdi yoktur..
İşte toplulumuzda en kızdığım ve asla onaylamadığım bir davranış başkalarının mutsuzluğu ve eksikliklerşne bakıp mutlu olup şükretmek..
Belkide biz engellilerin bu topluma en büyük faydası insanların mutlu olup şükretmesini sağlıyoruz :)

Ben bu siteyle tanışıncaya kadar sadece 1 engelli arkadaşım vardı o da hastanede beraber tedavi gördüğümüz çok sevdiğim biri..
Hep sağlam insanlarla yaşadım , okudum , çalıştım kısacası onlarla yaşadım..
Hiç bir zaman ne engelimden konuştum ne sıkıntılarımdan..hep yokmuş gibi davrandım..
Hepimizin bildiği sağır kurbağa hikayesine benzer bu yüzden hayatım..(herkes bilir diye yeniden bu hikayeyi yazmıyorum ,bilenler bilmeyenlere anlatsın :) )
Ama bu siteye girince meğerse ben herşeyi ne kadar içimde yaşamışım , yanlız değilmişim dedim kendime..Buradaki bir çok arkadaşta benim gibi düşünmüştür...
Ama dediğin gibi burada da sırf engelli diye insanlar birbirleriyle arkadaş olmuyorlar , kişilik ,iyilik ve paylaşımların ortaklığı insanları yakınlaştıran..
 
Ama bu siteye girince meğerse ben herşeyi ne kadar içimde yaşamışım , yanlız değilmişim dedim kendime..Buradaki bir çok arkadaşta benim gibi düşünmüştür...
Ama dediğin gibi burada da sırf engelli diye insanlar birbirleriyle arkadaş olmuyorlar , kişilik ,iyilik ve paylaşımların ortaklığı insanları yakınlaştıran..

Bence insanın bir toplum içinde yaşayıp da düyumsadıklarını o toplumla paylaşamaması korkunç birşey... Ne kadar insanı başkalarına ve kendine yabancılaştırıyor.

Yalnız ortak yaşanan duygular, anlamlar, düşünceler engellilere özgü bir şey olmasa gerek. Örneğin, erkekler için askerlik de böyle birşeydir sanırım. Hapishaneler, hastaneler, huzurevleri v.s. v.s.

Eğer hastanede yatmışsanız bilirsiniz. Orada insanı ayakta tutan, insanlar arasındaki dayanışmadır.

Diğer söylediklerine gelince... Tabii ki, haklısın. Maalesef insanlar tüm konularda olduğu gibi bu konularda da pek duyarlı değiller. Bencilce bir yaklaşımları var. Ancak, bireyi şekillendiren toplumdur. Öyleyse, bu sistemi sorgulamalıyız önce.
 
Üst Alt