Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Bahattin Karakoç

Fırtına

Aktif Üye
Üyelik
12 Haz 2007
Konular
52
Mesajlar
1,117
Reaksiyonlar
0
Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman

Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü
Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden
Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden
Bebekler hayta hayta yürümeden
Geleceğim diyorum, geleceğim sana
Ne olur kesin bir takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Beklesen de olur, beklemesen de
Ben bir gök kuruşum sırmalı kesende
Gecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesinde
Hangi ses yürekten çağırır beni sana
Geleceğim diyorum, takvim sorma bana
Ihlamur çiçek açtığı zaman

Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi
Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi
Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi
Başka bir gezegende de olsan dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben
Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden
Gemileri yaksalar da geleceğim sana
On iki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana
Ihlamur çiçek açtığı zaman

Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalif
Hava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız
Ey benim alfabemdeki kadîm Elif
Ne güzellik, ne de tat var baharsız
Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana
Geleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan
Kimseye uğramam ben sana uğramadan
Kavlime sâdıkım, sâdıkım sana
Takvim sorup hudut çizdirme bana
Ben sana çiçeklerle geleceğim
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Bahattin Karakoç

 
Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman

Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
Gelir benim yüreğimde toplanır
Dağların üstünden sıyrılan duman
Bir yanım mosmordur, bir yanım beyaz
Bir yanım karakış, bir yanım ilk yaz
Can evime bakışların saplanır
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
Ne sen gurbetçisin, ne ben sılacı
Senden gayrısına bakmam mümkün mü
Gözlerimi esir alan dağlardan
Kapımı üç defa çalan postacı
“Adresinde yok” diye notlar düşer
Eski adresimde bir hüzün eser
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Eski adresimse kurumuş bir gül
Gizemli bir ıtır, domur domur kan
Yaba yaba yelde savrulur gönül
Firkatli turnalar geçer uzaktan
Dalgınlığım debimetre tanımaz
Başım çarpar bir gemi bordasına
Düşerim bir girdabın ortasına
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Birden bezeklenir sevda haritam
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
Lâleler toplarım ben tutam tutam
Bizim için çalar kıvrak bir keman
Gök papatya, yer ise lâle bahçesi
Aşka ışık dokur kuşların sesi
Seninle hep aynı yerde oluruz
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Kumaşı eprimiş üç mevsim geçer
İlkyazla uyanır derin uyuyan
Tan sesine cıvıldaşır serçeler
Sevdadır anlıma namlu dayayan
Havuzuma ay ışığı dökülür
Bilirsin ki burda değilim artık
Ruhum yağmur yağmur göğe çekilir
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Gülde çiy damlası... buzum sırçayım
Güneşe çarpınca param parçayım
Bir gün emirgân’dayım, bir kanlıca’da
Üsküdar’da, beykoz’da, çamlıca’da
Şehir bir hançerken kan burgacında
Mekâna sığar mı bu deli yürek
Bir sevda çeşmesi, bu deli yürek
Baylanır, beklerken baygın düşerim
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Bahattin Karakoç


 
Acelem Var!

Yarına hükmüm geçmez, heybemde azığım yok
Ecel pusuda bekler ve benim acelem var.
Karanlığın çiğ sesi kalkansız karşılanmaz
Çırpınır tutunacak dalı olmayan kuşlar
Benim de acelem var! ...

Yırtık bir paraşütle gökten atlamak olmaz
Toprak kucak açsa da düşmeden donar kanın.
Mum eriyip bitiyor, zaman deli bir rüzgâr
Son nefes ki takvimde hasatı ölü bir yaz
Ve benim acelem var! ...

Bir bineğim olsun ki rüzgârdan hızlı uçsun
Yeri göğe bağlasın som tevhid urganıyla.
Üstüme kar yağarken içimden tepsin bahar
Dost gönlümü ısıtsın yıldızlı yorganıyla
Benim ki acelem var! ...

Aynayı ayna yapan ışık ile gören göz
Tara kâküllerini çökmeden karanlıklar.
Kuş kafesten uçanda dövünmek neye yarar
Bir kez orman yanmasın neye yarar kül ve köz
Bundan ki acelem var! ...

Şeytanı karıştırma, hep sağlam pusat kuşan
“Biraz daha! ” diyenin avını uyku taşlar.
Yörük atlar aksamaz besmele göynüğünde
Son dergâhta yavaşlar
Ve benim acelem var! ...

Yarın için tapum yok, Hakk’tan gayri kapım yok!
Hamurum mayalandı ve benim acelem var! ...
Her şiirde ruhumu ateşlere veririm
Bir yandan balım akar, bir yandan torçum akar
Yüzü ak gitmek için bu günden acelem var! ...
 
Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman

Saçlarına pütür pütür yapışmış
Gözlerinin rengi ile sıvanmış
Bir avuç kuru çiçek topladım
Kırılıp dökülmesinler diye
Sevgiyle, özenle tek tek topladım
Yürek fideledim zamana ve mekâna
Hasat vakti geldi yürek topladım
Belli ki bu yıl da vuslat gecikecek
Aşıdır, serumdur, besindir her umut
Ey sevgili umudunu diri tut
Bedenim hür değil, mühlet ver bana
Er veya geç çıkıp geleceğim sana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Mevsimi geçiyormuş, geçsin varsın
Hep böyle dönüyor zaman tekeri
Biri gider, biri gelir mevsimlerin
Sonsuzluğu, diri aşklarla kucaklarsın
Acılardan damıtırsın şekeri
Sabrı da güzel olur çeyizi hazır kızların
En ışıltılı çağında yıldızların
Kaç bıldır öteden göz kırpar bana
Her umut bir yoldaş, her dert âşina
Sorma ıhlamurlar ne zaman çiçek açar
Beni güneşin ortasına atsalar da
Yanarım, pişerim, gelirim sana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Bahattin Karakoç
 
Ağır Geliyor
Yaralı kuşumun kanadı
Dallara ağır geliyor.
Yere bassa ayağını
Yollara ağır geliyor.

Uzaktan gider bulutlar,
Çiçekken kurur umutlar,
Suna beklemek her bahar
Göllere ağır geliyor.

Nâçar, vurgun gönlüm nâçar,
Kurt kovalar, ceylan kaçar,
Ufuklar bir konar göçer
Çöllere ağır geliyor.

Yolcu yeler yeler yetmez,
Derdi olmayan kuş ötmez,
Hayattan şikâyet bitmez
Kullara ağır geliyor.

Vakti tırnakla kaşımak,
Kızıl alevde üşümek,
Yorgunlukları taşımak
Sallara ağır geliyor.

Sevda bana vurdu geçti,
Kıran geldi, kırdı geçti,
Desem ki ısırdı geçti
Yıllara ağır geliyor…


Bahattin Karakoç
 
Ay ışığında
Köşeyi dönerken gölgeni gördüm
Yüreğim çarpmaya başladı güm güm
Ey göçmen şiirim, masalım, öyküm
Hep peşinden koşturup duruyorum

Yettim-yeteceğim derken çağ kuşluk
Bir türlü dolmuyor bu ara boşluk
Başıma vuruyor aşktaki hoşluk
Feleğin çarkını durduruyorum

Bir kaşık aş ne ki kırk yıllık aca
İnsansız evlerde tüter mi baca
Zalim bir oyundur köşe kapmaca
Her zaman cezayı ben görüyorum

Şu bağlı bahtımı çözmeyi dene
Yüreğimle çiftleş, gezmeyi dene
Vuslat hangi güne, yazmayı dene
Hep meçhul semtlerde ben yürüyorum

Gölgen ak zambağa dönüştü birden
Bir daha geçmedin geçtiğin yerden
Sen ünlersin diye şu tepelerden
Saatimi kurup ayarlıyorum

Bahattin Karakoç
 
Gün Batarken Uyanan Mavi Balık

toprağa kapanmışsın pençelerinle
yolduğun damarlardan kan fışkırıyor
akşam tâdadının ötesi buzul
yitiğini arıyorsun körelen gözlerinle
ne görünürde bir yayla var ne de avul
acı bir hava çalıyor yüreğindeki davul
rüzgâr tutunduğun her dalı kırıyor
toprak dazdır,toprak kepir,toprak bor
çipil gözlü bir balıkçıl yüzüne haykırıyor
ihaneti yaşamak öylesine zor

adâlet de,asâlet de seninle kaim
ayağında kırık yoksa ödünç ata binme
rol gereği ne sert görün ne de mülayim
özgül ağırlıksız alkışlara hiç sevinme
sözü nerden aldın ise götür o adrese bırak
kurtul kurtlu kabuklardan sen sen ol artık
beline sardığın emanet kuşağa
diline yüklediğin ağır yüke bak
hiç yama tutar mı böyle bir yırtık
emaneti taşımak öylesine zor

sûr-ı israfil’e kadar ay da,güneş de civan
her ömür bir kitaptır okunur ve biter
büyük yangınları işâret eder her duman
aşk olmasa bülbül ne diye öter
yerler gökler hercümerç olduğu zaman
güneşin gölgelerin kaybolduğu zaman
ister üryan dolaş,ister hil’at kuşan
magmaların pür hiddet akıştığı an
dilsiz ve binitsiz kalacak kitab-ı kader
kıyameti yaşamak öylesine zor

ibretler aynasıdır rüyâ dediğin
bir döner kuledir dünya dediğin
kapısı her zaman mezarlığa bakar
azrail sık sık görmeye gelir
hep ufuk ötelerinde gezinir hızır
ben eşyanın albenisine kapattım hislerimi
kızılçam kozalaklarını yakar gibi
uçurumun kıyısında yaktım kendimi
kül oldum,rüzgârlara bıraktım kendimi
muhabbeti ateşlemek öylesine zor

Bahattin Karakoç
 
Aşkın Âvaresi Oldum

Akılgından bir dal kestim
Sopa yapmak değil kastım
Ben anadan doğma mestim
Sen gitsen gizin kalıyor

Yol oldum yoluna ulak
Ne aşım, ne işim dölek
Ne yapar yanmışsa bulak
İçimde sızın kalıyor

Avârelik işim oldu
Gülümsedim hışım oldu
Hüzün kan-kardeşim oldu
Her şeyde izin kalıyor

Sevdiğini ah bir bilsem
Umursamam yüzyıl yelsem
Oturup resmini silsem
Ortada ağzın kalıyor

İstihâreye yatarken
Çok derin kulaç atarken
Her yıldız bir bir batarken
Senin yıldızın kalıyor

Döküldüm yârim döküldüm
Çok kırıldım, çok büküldüm
Sapa dağlara çekildim
Ayrık denizin kalıyor

Doruklara duman çöker
Gökyüzü gözyaşı döker
Kolumu ayrılık büker
Elde hep hüzün kalıyor


Bahattin KARAKOÇ
 
Yürek Yordamıyla Aradığımız

En vefalı gönüllerde en nazlı güzeller
En süslü sandıklarda çeyizler örselendi
«Anneler günü”, «Dünya Çocuk Yılı» diye
Günler, haftalar ve yıllar kurtlarca parsellendi
Söyler misiniz bize ey pergelli çokbilmişler,
Gün görmeden giden canlar nerede?

Analar panik içinde, çocuklar zayıf ve tutsak
Şahin avını gökte avlar, yerde parçalar
Tohumu besleyemiyor artık bu yorgun toprak
Ve güldürürken ağlatıyor bütün palyaçolar
Söyler misiniz bize ey ekilmeden gövermişler,
Toprağı doyuran kanlar nerede?

En saf mermerin yüreğinde mavi bir (ben) dir hasret
Seğirir ışığın temposuna seher kuşları öterken
Cezrin bile yüksekliğine erişemiyor artık med
Bir beton mezarlıktır bütün kentler gün batarken
Söyler misiniz bize ey yel esmeden yerlere eğilmişler,
Yapılan bunca talanlar nerede?

Ayrık ayrık gözlerle baksanız da göremezsiniz
Gönül gözünüze mil çekilmişse ya da doğuştan kapanıksa
Yaz boyunca saz çalsanız da kozanıza öremezsiniz
Kaderinizde Hakk'ın rahmeti yoksa
Söyler misiniz bize ey kıraç topraklara düzensiz ekilmişler,
Leylekler nerede, yılanlar nerede?

Evler neden meyhane, mabetler niçin boş
Sızım sızım sızlayan telefon telleri değil ata kemikleri
Her meyveden şarap yaptık ve herkes sarhoş
Sevgiyi dumanlarla boğduk, kucakladık kemlikleri
Söyler misiniz bize ey sahneden çekilmişler,
Sevgiyi ışık yapıp çoğaltan insanlar nerede?

Bir el arıyoruz, kopan liflerimizi bağlayacak bir el
Saatleri yeniden iyi günlere ayarlasın
Helâl tatlılarla beslensin her soylu güzel
Şanımız ötelere doğru parıldasın
Söyler misiniz bize ey sürekli sorulara takılmışlar,
Tabanlar nerede, tavanlar nerede?

Hep yokuşlara mı tırmanacağız düzü görmeden
Hep buzullarda mı taşıyacağız baharı yazı görmeden?
Uzak dillidirler, çorak dillidirler çilesiz spikerler
Karınlarına basılınca öten oyuncak kuşlar gibidirler
Söyler misiniz bize ey göklere yıldızca çakılmışlar,
İhlasla dolan kovanlar nerede?
 
Aşk Mektubu VIII

Ben sevda bölüğünde kıdemli bir askerim
Hizmetim sanadır ey tacidarım
Canı bir emanet bilir taşırım
Bir ırmak delirir geceleri
Bir yıldız kayar ötelerden
Bir bulut geçer Ay’ın önüne
Birden üşürüm
Ve seni daha çok düşünürüm
----------Kokunu en sevdiğim güle veriyorsun

Hangi şekle dönüşürsen dönüş
Hangi kılığa girersen gir
Bilirim ne kadar gerçeksin, ne kadar düş
Gönlüm bir şahindir takarım peşine
Bulur seni saklandığın yerde
Tutar elinden – eteğinden
Bana getirir
----------Sen kendini kolay ele veriyorsun

Sarmal bir sevdayla yaşarken aynalar derbendinde
Bir Aslıhan oluyorsun, bir Leylâ
Beni de mahkûm ediyorsun değişim sürecine
Bir Kerem oluyorum, bir Mecnûn
Dağlara, çöllere vuruyor içimdeki vâveylâ
Firar ettiğimi bilmiyor bölüğüm
Kırık gönlümde kırk düğüm
----------Adımı dile veriyorsun

İçimde ebedî bir sürgünlüğü yaşarım
Hangi gezegende insem rastlarım izine
Dişlerim beyaz kirazlar gibi hep birden sızlar
Ve gülümserim dişçinin elindeki demir kerpetene
Biraz daha fazla bakabilmek için yüzüne
Bir kaya yuvarlanır boşluğa
Kimse bir anlam veremez bendeki hoşluğa
----------Sense yakıp külümü yele veriyorsun

Ben sevda bölüğünde kıdemli bir askerim
Terhis olsam gidecek bir yerim yok
Yüreğimden başka silah taşımam
Bütün adresleri iptal ettim
Benim senden özge gerçek yârim yok
Bir hakkuşu öter geceleri
Aşk, mektup yazmaya zorlar beni
----------Sense yeri – göğü sele veriyorsun

Bahattin KARAKOÇ
 
Karşıtlar Bileşkesi

Havaya attı havada parıldadı
suya attı suda
birisinin elindeki çirtikli kuruş


Birisi acı çeke çeke öldü
götürüp bir çukura attılar
mezarının boyu üç-beş karış


Kasalara koydu kasalar almadı
paralar, senetler, tapular
banker gibiydi bâde-nûş


Altın sağrakla içerken tıkanıp öldü
şanlı bir törenle gömüldü
mezarı tenis kortu kadar geniş


Sonunda o da unutuldu bu da
ne sefineler battı aynı suda
deve aynı deve, geviş aynı geviş
 
Aşk Mektubu XX

Dön
Arkanı dönme yüzünü dön bana
Aştan, ekmekten, sudan ziyade
Muhtacım sana
Beni bu dünyaya
Niçin saldığının farkındayım

Önce
Bezm-i elest'te yüzleştin ruhumla
Sonrası mühürlü bir damla
Toprak, su, ritim ve nur
Baştan sona evrensel bir mâcera
Hâlime güldüğünün farkındayım

İrinli
Bir çıban gibi sürdürürken varlığımı
İçimde senin aşk tohumun yeşerdi
Çimdikleyip deştin çıbanımı
Anladım noksan yanımı
Yüreğimin sağaldığının farkındayım

Yakam
Her zaman senin elinde
Çimdikle, çimdikle, daha çimdikle
Sana mezmurlarımı okuyayım içtenlikle
Bırakma yakamı ey sevgili
Karanlık sislerin, bulutların
Dağıldığının farkındayım

Temiz
Tertemiz bir kaynaktan içiyorum şimdi
Has güzelliklere adadım gözlerimi
Gönlüm helâl çiçeklerden balözü toplar
Kanatlarım olmuş sevgi
Kefenim sırtımdaymış
Yanımda taşıyormuşum tabutumu
Kırmışım nefs denen putumu
Bu bir kusur mu
Ölümün peşimden geldiğinin farkındayım

Olsun
Takdirî ilâhî neyse o olsun
Alıştık ateşe, yağmura, kara
Büyük depremlere, acılara
Düşlerin parça parça
Öldüğünün farkındayım

Ey sevgili
Gücümle orantılı olmayan yükü
Yüklersen omuzlarıma, taşıyamam
Kalbi dirilten aşkı ise
Hiç eksik etme benden
Hürriyetsiz yaşarım da
Aşksız yaşayamam
Aklımdan geçenleri teşhirden çok korkarım
Kendim için saklarım
Ama senin ey sevgili
Her şeyi bildiğinin farkındayım

Bahaddin KARAKOÇ
 
Kiraz Devşirmeye Gitmiştin Hani

Nerden gelirsen gel, yolu uzatma;
Kavli erteleme, gönlüm kan ağlar.
Her gamzeni sapan yapıp taş atma
Camlar şangır-şungur, canda can ağlar.
Hortuma dönüşür her toz bulutu,
Gölgemin sırtında aşkın tabutu
Vadiyi kucaklar görkemli dağlar,
İntizarım yoktur, inkisarım var.

Nasıl girersen gir, yüreğim senin;
Deri geçir davul, tel takarsan tar.
Çiy düşse üstüne ürperir tenin,
Ay doğarken göle iner kuğular.
Islığıma uladığım ezgiler,
Yüreğime belediğim ezgiler,
Hicranla tanıştım ah u zarım var
İntizarım yoktur, inkisarım var.

Ne dersen de, dinlemeye hazırım
Yüreğim mekiktir, sesini sarar
Bakışında parlar beyaz huzurum
Bir karınca yuvasına yol arar
Bekletme, nazlanma, konuş ne olur,
Sensizlik bir çöldür ölümü solur,
Geç kalan gelişler ne işe yarar
İntizarım yoktur, inkisarım var.

Adınla yaklaşsa bana birisi
Havalar değişir, yer-gök gül kokar.
Bir aşk mağduruyum umut dirisi,
Dilekçem cebimde elimi yakar.
Kiraz devşirmeye gitmiştin hani
Çilek kokuyorsun vakte yabani
Unutma sana bergüzarım var
İntizarım yoktur, inkisarım var.
 
Aşk Mektubu XXIV

'Az bekle' demeye utanırım
'Biraz daha…' sözü beni öldürür
'Hele kalsın…' demek ipe un sermek
Olacak anında olsun derim
Yüzümü yapacağım iş değil
Yaptığım iş güldürür

'Şu olursa..' diye bir şartım olmaz
Görücü beklemek temelden sakat
Aşktan başka elimde kartım olmaz
Her 'acaba? ' girişime barikat
Yalanlar, yanlışlar harmanlandıkça
Felç olur hakikat

'Şunu da isterim..' bir dayatmadır
Ve süresiz bir erteleme
Boşlukta kalan zamanı, zamandan saymam
'Çam sakızı çoban armağanı'
Süte incir sütü damıtırsın, olur teleme
Aşkla taçlanmayan imanı
İmandan saymam

'Kim demiş, ne demiş, niçin demiş
Nerede, ne zaman ve nasıl? '
Sen cevap beklerken kervan göçüp gider
Kaybeden sen olursun her fasıl
Askıya aldığın süreç
Geriye doğru sayan bir süre olur
Ve çağın geçip gider

Ey çağı hiç geçmeyen sevgili
Her mola biraz daha geciktirir vuslatı
Benim acelem var, imtihandayım
Sevdalıyım, tez canlıyım
Ayaklarımın altından yer kayıyor
Başımın üstünden gök-çatı

Yeryüzü, gökyüzü hareket eder
Sular, bulutlar ve yıldızlar
Rüzgârın kendisi harekettir
Yatarım-kalkarım bir yanım sızlar
Kuş yanım uçar gider
Bende kalanın hepsi sensin
Her sevgi bir berekettir

Bahaddin KARAKOÇ
 
Ak Ellerim

Beş vakte yeşeren kutsal orman
Yaprak yaprak ellerim
Yapışmış aşk atının gök yelesine
Pamuk sularında ak-pâk ellerim…

Öylesine insan ve Müslüman ki
Öylesine dost, öylesine can ki
Ve öylesine yakın ki
Allah’a, adak ellerim…

Her sabah kaktığımda turfanda
İki esrik ak kuğudur abdest sularında
Kelle sökmeye başlar iman tarlamda
Başak başak ellerim…

Yalan yok, korku yok, kin yok
Döküldü dünyanın ham cümbüşüne
Sonsuza kol atmanın düşleri
Bayrak bayrak ellerim…

Anaç keklik gibi kızgın yatanda
Yüreğimin üstüne üstüne
Besmele göynüğüdür Kur’ân tutanda
Sanki tutmaz öper, dudak ellerim…

Beş vakte yeşeren kutsal orman
Dal budak yaprak ellerim
Vığıl vığıl ışıklarla konuşur
Cümle kötülükten uzak ellerim…
 
Ay Bu Gece Yarımdır


Ay bu gece yarımdır, bu şiir öyle değil
Bu şiir bildirimi taşıyan bir ebabil
Ne kadar yalnız insan varsa bu yeryüzünde
Her yerin tenhasında, bayırında, düzünde
Hepsine açıyorum gönlümün kapısını
Dostluk çok sesli müzik, unutulmaz bir tını

Ay bu gece yarımdır, bu şarkı öyle değil
Her yalnızın adına uçurdum bir ebabil
Ay yarım doğsa bile yarı aydınlık yeter
Karanlık bahçede de ishak kuşları öter
Bu gece dua edin, bu gece uyumayın
Gelin ey garip dostlar, erime vakti ay'ın

Ay bu gece yarımdır, bu özlem öyle değil
Vuslata ne kaldı ki, ne isterseniz sebil
Doğudan ve batıdan, kuzeyden ve güneyden
Gelin ki taşıversin yürek denen bu düden
İsteyen soframızdan bal, kaymak, börek alsın
İsteyen yüreğine bedel bir yürek alsın

Ay bu gece yarımdır, bu dua öyle değil
Her can biraz Kabil'dir, her can biraz da Hâbil
Öldürmenin sonu yok, yararlı erdemi de
Kader ortaklarıyız dünya denen gemide
Çiçekleri ezmeden, çocukları üzmeden
Bana taş yağdırana yüreğimi açtım ben

Bağışlar ve seversek ay da imrenir, büyür
Acıları bölüşmek yârin saçlarınca gür

Bahaddin KARAKOÇ
 
Farkında Mısınız?

Yazdan sonra güz de vedâlaşıyor;
Gün batarken dumanlıdır bacalar.
Gündüzleri, yuvalara taşıyor,
Kışa hazırlanan tüm karıncalar.

Hüzünlüdür ormanların âgûşu,
Parkların çehresi şimdi daha mor.
Sanki dünya zor mahkûmlar koğuşu
Takvimler süreğen, çile dolmuyor.

Esintinin kokusuyla üşüyor
Kulak memeleri, burun uçları,
Yapraklar dallardan top top düşüyor,
Çiyle sırlanıyor çiçek taçları.

Çiçekler ki artık koku vermiyor,
Durmuş kılcal damarların atışı.
Her anahtar her kilide girmiyor,
Bir yas ayinidir günün batışı.

Heybe delik, koyduğumuz dökülür,
Dağıtmakla geçer bütün ömrümüz.
Kar, dağlara gülümseyen türküdür,
Bir sazdır inleyen gönülde son güz.

Yaylaları terk edeli turnalar
Bereket eksildi nazda, niyazda.
Suya parmak batır parmağın donar
Tahta köprü zangırdarken ayazda.

Bahaddin KARAKOÇ
 
Alaca Karanlığında Aşk Yokuşunun

Bulutlar dağlarda örgütleniyor
Yırtılan göklerin gazabından korkuyorum
Zaman çentik çentik tükeniyor
Çaresizliğin azabından korkuyorum

Yârin adıyla ıslatıyorum dudaklarımı
Yüreğimde renk renk çiçekler açıyor
Bir yâr ki yüzünü saklar haramdan
Süzülür prizmamdan al, yeşil, mor

Cuma günleri gibi en uzun yağmur saçlı
Hasret kokar, sıla kokar, sevgi kokar
Kabımla kapçığımla ülfeti yoktur
Bakınca daima özüme bakar

Bir çakır doğandır aşkın sıtması
Geyikler koşuşur damarlarımda
Körelmiş tırnaklarını rüzgârla sivriltir dağlar
Biraz daha viranız her yitik baharda

Bulutlar dağlarda örgütleniyor
Dağlardan, çığlardan, sellerden korkuyorum
Ölü denizlere hicreti anlatmak zor
Aldığını vermeyen yıllardan korkuyorum

En arkalarda kalmış topal bir bulut
Vadimizin üzerinden seke seke geçip gitti
Çengelsiz bir türküyle seslendim arkasından
Filim oracıkta bitti

Bahaddin KARAKOÇ
 
Gül Yüzünü Diken Etme

Bu bulutta nerden ağdı havaya?
Duam o ki, sel kesmesin yolları.
Küskün kuşum dönsün artık yuvaya,
Çiçeklensin gök zeytinin dalları.

Ölümün yosunu sarmış gölleri,
Kuğular hıçkırır kara düşlerde.
Solarken umudun beyaz gülleri.
Eski şamata yok mor gülüşlerde.

Sözlümdün sevdalım, caymak da niye,
Doğan ay'a perde germek iş midir?
Gözlerini dizdim gümüş siniye,
Bilesin ki yandığımın resmidir.

Sana doğru uçan bir kuştur saat;
Her tik-tak adınla bir düğüm atar.
Dokunan kumaşta yansır kâinat,
Mekikler koşarken baharat katar.

Kavle sadık yürek kapına düştü,
Bir gölge ışıkla oynarken dama.
Gönlüm gönül nimetini bölüştü,
Sıva sıcağını soğuk odama.

Dön bana yüzünü, dön de barışak,
Çözülsün buzullar muhabbetinden.
Dağılsın saçların hep başak başak;
İzin çıkar, tel tel devşireyim ben!
 
Vedalaşarak

Bu gece buradan ayrılacağız
Ona göre ayarladık saatlerimizi
Ay karşı tepeden ovaya doğru
Kaydırırken billurdan kızağını
Giyinip kuşanacağız pusatlarımızı
Son defa el-ele tutuşacağız
Son defa el-ele dışarı çıkacağız
İkimiz aynı anda bırakacağız avazımızı
Kendine iyi bak
Sesimiz çok titrek
Gözlerimizse ıslak
Sen kuzeye yönlendireceksin binitini
Bense güneye
Ayrılık türküleriyle kamçılayacağız
Ay ışığında koşan atlarımızı

Avcı kuşlar yanlarında azık taşımaz
Her yerde rızkları karşılar onları
Bizim azığımız da öyleydi
Topu-topu bir yüreği uçuracak kadar
Cevheri ateş olan bir sevda
Ne memleket, ne yıldızlar
Ne de gençliğin daha uzak
Bu gök kubbenin altında
Dön, bir kez daha yüzüme bak
Sevgili en yakınındayken başlar
En uzak
Bu gece buradan ayrılacağız
Senin yüreğindeki keklik
Senin için ötecek
Benim yüreğimdeki laçin
Benim için yüreğime pençe vuracak
Sen kendi güneşine uçacaksın
Ben kendi güneşime
Vedalaşarak


Bahattin Karakoç​
 
Şimşek Parıltısında Çektim Bu Fotoğrafı Ve Sana İmzaladım

Ortalık tenhalaştı, meydan yağmura kaldı
Bulutlar alçaldıkça dağları efkâr aldı
Suları boşaltıyor sanki yüzlerce savak
Sanki olup bitenler bir anlık bir masaldı
Serinliği emiyor akkavak, ince kavak

Postacı tez buluyor adresi özelleri
Silip süpürmüş rüzgâr yoldaki gazelleri
Bir ücret beklemeden doldurmuş çukurlara
Her kaside öpmeden geçmiyor güzelleri
Perhizi bırakmaya yanaşmıyor fukara

Bir yorgun süvaridir yaşadığımız zaman
Işığa bakamıyor gözlerini ovmadan
Felsefe sözlüğümde yorgunluğun adı yok
Öteki teper gelir berikini savmadan
Kendinle cenkleşmenin kokusu yok, tadı yok

Ey gönlümün akışı, şiddetlenme, orda dur
Bir çalımın Kıpçak’tır, bir çalımınsa Uygur
Hız kesmeye gerek yok suları bulatmakla
Sevgi ne hendek dinler, ne zindan ne de bir sur
Gönül hep posta koyar ipliği çürük akla

Ey yârim, yağmur kuşum, derinlikli destanım
Yüreğimin gürlüğü bağım, bahçem, bostanım
Kanım kanını tutar hemen hemhâl olurum
Dünyayı umursamam, yalnız senin hastanım
Sana köprü olurum, sana sandal olurum

Ey cinim, çık dağlara, kayaları yuvarla
Çağı yeniden yoğur dağlara yağan karla
Islığıyla bileğler dişlerini her yılan
Seller altında kaldı çeltikler tarla tarla
Yalanan bir çakaldır sicili bozuk yalan

Tüylerini kabartmış suskun bakar serçeler
Şimşek parıltıları sanki camları deler
Dörtnala koşar atlar kılcal damarlarımda
Son kez bir horoz öter, son kez bir oğlak meler
Her ses içimi oyar düştükçe damla damla

Şakır şakır su döker değirmenin oluğu
Burcu burcu gül kokar sevenlerin soluğu
Duygu yoğunluğunun, düşünce aklığının
Nerede görülmüştür yaralısı, uluğu
Elbette farkındadır çorak çoraklığının

Ey sevgili böyle kal, değiştirme pozunu
Silkele yüreğime yüreğinin tozunu
Bu fotoğraf başkadır, nereden bakarsan bak
Dengede tutan sensin kantarın topuzunu
Ey ebrûlî karanfil, beyaz gül, kızıl zambak
 
Bir Şiire Sığmayan

Haramın azı dişi gereksiz konan her zam
Hiç âşık olmamışsa tam olur mu boş adam

Kara tüylü kırlangıç, her gün hamama gitse
Kırlangıcın tüyünü ağartır mı bir hamam

Geometrik şekiller çiziyor kanatlarım
Üzerinde uçtuğum ırmaklara tastamam

Yüreğim yıldızlara dokunur arada bir
Başımı döndürür hep göklerdeki ihtişam

Şair kepenk indirip bir geziye çıkarsa
Şiir kendini asar ve bozulur intizam

Ey dağlara gidenler, çiçeklere basmayın
Bir çiçek ezilirse artık kalır mı nizam

Akşam sefası gibi bir garip çiçek gönlüm
Uzaklardan bir yıldız göz kırparken her akşam

Aydınlatır eşyanın görünmeyen yüzünü
Ve susar gizemli kuş, anlat de, anlatamam

Bahattin KARAKOÇ
 
Senden Sonra Başlıyor Uçurumlar

Sen gittin; olanlar oldu, sevdiceğim,
Sen gittin; (sen giderken hava açıktı.)
Sen gittin; sadece kokun kaldı çiçeğim,
Sen gittin; aniden firtına çıktı,
Uzarsa bu ayrılık, neler olur bir düşün.

Sen gittin; aynalar pörsüdü, tozlandı,
Sen gittin; nevrimiz birdenbire değişiverdi.
Sen gittin; hüznümüz alazlandı,
Sen, gittin; içimize bir acı düşüverdi.
Uzarsa bu ayrılık, neler olur bir düşün.

Sen gittin; çeşmemizin suyu kurudu,
Sen gittin boz-dumanlar çöktü dağlarımıza.
Sen gittin; etrafı örümcekler bürüdü,
Sen gittin; erken gazel düştü bağlarımıza,
Uzarsa bu ayrılık, neler olur bir düşün.

Sen gittin; bu şehrin eski tadı kalmadı,
Sen gittin; öldürücü kılıcını çekti yaz.
Sen gittin; çığrıştık avaz avaz
Uzarsa bu ayrılık, neler olur bir düşün.

Sen gittin; dil bîzar, gönül vîran,
Sen gittin ağıtlar koşuldu türkülere.
Sen gittin; ne servet kaldı ne saman:
Sen gittin; bakınıp dururum gittiğin yere,
Uzarsa bu ayrılık, neler olur bir düşün.

Sen gittin; olanlar oldu, sevdiceğim;
Sen gittin içimiz dert doldu, sevdiceğim.
Sen gittin; güneşimiz soldu, sevdiceğim;
Sen gittin; neşvemiz kayboldu, sevdiceğim,
Uzarsa bu ayrılık, neler olur bir düşün.
 
Gülümse

Doğarken gülümse
Acıyı tatmamış yüreğinle
Bir siyah bir beyaz
Gök ırgalansın

Büyürken gülümse
Çağlayanlar gibi
Bir erguvan renginde bir yeşil
Ufuklar çalkalansın

Severken gülümse
Rıza diye, tiryak diye
Bir pembe bir sarı
Sevgin yarınlara dal-budak salsın

Daha çok gülümse pîrliğinde
Süzülmüş oğul balı renginde
Bengi-su tadında
Taşlar topraklar sevdalansın

Hep ileriye bak gülümse
Her zaman sevgiliyle birlikte ol
Vuslat renginde
Taş-toprak hülyalara dalsın

Ölürken gülümse
Tazele aşkını son nefesinde
Birazcık gözyaşı bulunsun sesinde
Gökyüzü hep ıslak mavi kalsın

Bahaddin KARAKOÇ
 
Anlarım / Anlatamam

Eprimiş giysiler gibi hüzünlü, yorgun
Ve dopdolu bir hâlin var ki anlarım anlatamam! ...

Seslensem dökülecek gülleri gözlerinin
Bu bir deli bahar ki anlarım anlatamam! ...

Has kokunu bir rüzgâr yaralamış süt çağı
Bu öyle bir rüzgâr ki anlarım anlatamam! ...

Yüreğinin parkına ışık ekerken kuşlar
Bu sevdada ne var ki anlarım anlatamam! ...

Ey canımın toprağı, sevincimin kumaşı!
Bu çokluk o kadar ki anlarım anlatamam! ...

Gökleri kucaklarım senin esenliğine
Bu sevgi bir pınar ki anlarım anlatamam! ...

Yüreği yaka yaka derinden akmak nedir?
Gülüm, KARAKOÇ der ki anlarım anlatamam! ...
 
Yetkinlik İçeride

Damda konuştukların elbette damda kalır,
Aşka mesâfe koyan “ah! ” eder, gamda kalır.

İğde vakti “ille de bir pençe hurma” diyen
Azgın nefsi uğrunda Bağdat’ta, Şam’da kalır.

Yetkinlik içeride, dışa fazla açılan
Ya kirli çökeltide ya da çok hamda kalır.

Derdi tavuk karası olanlar özürlüdür
Nice bakarsa baksın, bir kör akşamda kalır.

Kar yağar tane tane, kucaklarım, öperim;
Dudaklarımın izi buğulu camda kalır.

Nefsini kurtboğandan arı tutmaya özen
“Aman sen de…” diyenin gözü haramda kalır.

Helâl paslanmaz bir zırh, kötüye geçit vermez,
Hicreti bilmeyenin ömrü ârâmda kalır…
 

Andolsun bütün örtülere, andolsun bütün örtünenlere ki
Kar altında terleyerek uyanmaktır aşk
Yanmış iki cesedin kına gibi külleri arasından
Fışkın sürerce dirilip yeniden yanmaktır aşk
Cümle ağaç kapıları, cümle demir kapıları aşıp
Bir gönül kapısına dayanmaktır aşk
Sevgilinin otağını gökkuşağına boyayıp gece-gündüz
Hüznün safran sarısıyla boyanmaktır aşk
Yaratmaktır ya da sevgilinin toprağından yaratılmak
Her nefes alıp verişte yanmaktır aşk
İsmaili bir gönülle teslim olmaktır bıçağa
Birini kandırmak değil, bilerek kanmaktır aşk
Diline arılar konar, koynunda karıncalar gezer
Sevgilinin ölçeğiyle her zaman sınanmaktır aşk
İsrafil’in Sur’unu ruhunda duymaktır aşk
Suyu suyla yumak gibi aşka inanmaktır aşk

***
Bahattin Karakoç
 



Sokakların Kaderi


Ağzı ıslak yapan sokağa yürür,
Kimi papuç sürür kimi çul sürür.
Boynuzu boyunu aşan her meddah,
Satılmış itlere övgü döktürür.
 
Bildiri

Sen yoksun, kapım düşüncelere açık;
Sesimde ritm oldun, düşüme maya.
Sen, hüzün perçemim, beyaz karanlık;
Dolunaylar gibi doğuver artık,
Kutsal ışığınla parlat aşkımı,
Parlat ki düş atım aksamaya!

Yıllardır beklerim geleceksin diye
Umut tohumlarım güleç ve diri,
Bir tılsımlı kuş ol geliver gayri;
Geliver kapıma, gitme bir daha!
De ki: -'Ebedidir bu aşk, bu bahar.'
Çiçeklerin, türkülerin en güzeli yar;
Yaşama gücümsün, sensin hayatıma
Bir minyatür gibi renk veren rüya.
 
Kepez


Ansızın bir karasu iner
Deniz fenerinin gözlerine
Fener kör olur.
Ve ağır ağır uyanmaya başlar
Deniz dibinin devleri
Koç sürüsü dalgalar toslaşır gerine gerine
Ötede yıkkın bir balıkçı köyünün çiçeksiz evleri
Evler ki denizlerde olup bitenleri bilmez
Bense bu kaderi iyi bilirim
Benim adım Kepez…

Yıldızlar olmadı mı, dolunay olmadı mı
Gökyüzü de kördür.
Yüreğindeki kara bulutlar
Durmadan yıldırımlar kusar
Yorgun bir gemi oturur kayalara
Karışır birbirine dua ve küfür
Korkuysa şapkasını her zaman
Kapkara bir dala asar
Bir yosun tarlasında dinlenirken
Gördüm ölümü kaç kez
Selâm verip geçti gülümseyerek
Ben korkusuz Kepez…

Kaç sünger ve inci avcısının
Kanına girdi bu denizler
Kaç taze gelin ihtiyarladı
Bu ufuklara baka baka
Her sabah
Neşeli bir ıslık aydınlığına
Evden çıkıp gidenler
Ya döndüler ya da hiç dönmediler
Yaralı akşamlara
Yalnız kalmayınca aç kalmayınca
Oğlak, kuzu melemez
Ben ne dramlar yaşamışımdır bu kıyıda
Ben Kepez…

Mutlu insanlar da gördüm
Gelip kollarımın arasında sevişen
Ama uzun sürmedi
Şıngır mıngır kristal ömürleri
Ne çığlıklar işittim rüzgârlardan
Mevsim mevsim değişen
Hele de yitik ekmekler gibi ayrılık türküleri
Tedirgin martıların
Kanatları vururken gez
Ben dilsiz bir görgü tanığıyım
Benim adım Kepez…

Gün kısalır,
Bir gece de değişir renk renk haritam
Gün uzar,
Sızlayan süslü bir göğüstür Tarih-i Kadim
Sırdır, ayıptır
Gördüklerimin hepsini anlatamam
Gemiler gelip geçerken
Kaç dilden hüzünlü şarkılar dinledim
Gül yanaklı, lâle dudaklı
Ne güzeller gördüm gitti gelmez
Ben hep aynı yerde beklerim
Benim adım Kepez…

Bazen denize küser de
Gökteki yıldızlarla konuşurum
Bazen gidemediğim yerleri okşamak isterim
Bulamam ellerimi
Ay doğarken başlar
En uzun süren sarhoşluğum
Asırlar kemirse de
Koparamazlar zincirlerimi
Kimse kirli ayaklarıyla
Üzerimi tepeleyemez
Ben beş vakit
Sabrın gül suyuyla yıkanırım
Benim adım Kepez…
 
Üst Alt