Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

En Güzel Diyarbakır Şiirleri

geyikhane

Yeni Üye
Üyelik
8 May 2014
Konular
14
Mesajlar
5
Reaksiyonlar
0
Diyarbakırlı şairlerden diyarbakır ile ilgili seçme şiirler.
____________


Diyarbekir

Seni bağrımda kök salan
Sinemi delik deşik...
Soframın tuzu bereketisin.
Taşında gül açmış, kız gülüşlü
Leee... canım
Aç avazın bağır
Çeyizim de, baharıım de
Beşiğinde süt yumaklı bebelerin
Daha gözleri açıktır
Gecenin mühürlü karanlığına...

Ozan Deniz Sarıtop



************



DİYARBEKİR KALESİNDEN NOTLAR

1.

Varamaz elim
Ayvasına, narına can dayanamazken,
Kırar boynumu yürürüm.
Kurdun, kuşun bileceği hal değil,
Sormayın hiç
Laaaaal...
Kara ferman çıkadursun yollara,
Yarin bahçesi tarumar,
Kan eder perçem

Olancası bir tutam can,
Kadasına, belasına sunduğum,
Ben öleydim loooy...
Elim boş,
Ayağım pusu.
Bir ben bileceğim oysa
Ne afat sevdim.
Bir de ağzı var dili yok
Diyarbekir Kalesi...

2.

Açar,
Kan kırmızı yediverenler
Ve kar yağar bir yandan,
Savrulur Karacadağ,
Savrulur zozan...
Bak, bıyığım buz tuttu,
Üşüyorum da
Zemheri de uzadıkça uzadı,
Seni, baharmışın gibi düşünüyorum,
Seni, Diyarbekir gibi,
Nelere, nelere baskın gelmez ki
Seni düşünmenin tadı...

3.

Hamravat suyu dondu,
Diclede dört parmak buz,
Biz kuyudan işliyoruz kaba - kacağa,
Çayı kardan demliyoruz.
Anam sır gibi saklar siyatiğini,
"Yel" der, "Baharın geçer".
Bacım, ikicanlı, ağır,
Güzel kızdır, bilirsin.
İlki bu, bir yandan saklı utanır
Ve bir yandan korkar
Ölürüm deyi.
Bir can daha çoğalacağız bu kış.
Bebeğim, neremde saklayım seni?
Hoş gelir,
Safa gelir,
Ahmed ARİF'in yeğeni...

Ahmed Arif



************


Diyarbakır Hasreti

"Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen
Oysa ne çok sevdim ikinizi de bilsen.

Sevince ölesiye sevilir kalınırdı
Gidince kırılmış bir dal gibi gidilirdi
Sonra
Şehirler uyur kalbim örselenirdi.

Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen
Oysa ne çok sevdim ikinizi de bilsen.

" Ne aılar anladı beni yar ne de sen
Oysa ne çok sevdim ikinizi de bilsen.

Gidince upuzun kırılmış dallar gibi
Üşürdü ömrümüz saçakta kuşlar gibi
Kederden
Geberten hasret ezberlenirdi.

Ne anılar anladı beni yar ne de sen
Oysa ne çok sevdim ikinizi de bilsen.

Geliyorum köpekler gibi acı çekerek
Geliyorum hasretinin gözlerinden öperek.

Yılmaz Odabaşı


************


Diyarbakır Oduncuları

Oduncular odun taşıyor
Renkli Çepekcura setlerinden
Oduncular dağı yürütüyorlar.
Dicle ince uzundur
Çeviktir on dördündeki delikanlı gibi
Dağda sakinleşmek ona düşmez
Kayalar, önünde devriliyor, yuvarlanıyor.

Bu tarafa,
O tarafa
Engindir,
Çılgındır,
Deli ve sersemdir

Dicle,
Hücumdadır
Her zaman.
Diyarbakır kalesi, yüksek bir kale
Ve parlıyor, cemalî... cemalî
Kalenin altında,
Dicle

Oduncular, geliyor binerek
Oduncular, hoş soğuk su ördekleri
Yaşam şarkısı söylüyorlar
Yaşam şarkısını, fedakârlıkla.

Odun getiriyorlar Çepekcur dolaylarından
Fakat
Kış çetindir
Burada, ne çalı, ne ot ve ağaç
Yürütüyorlar kışı ve yaşamı.

Kayıklarla odun getiriyorlar
Kayıklarla, deli çılgın Dicle'nin sırtında
- Hırçın bir tay gibi,
İpsiz sapsız
Bazen dört nala,
Huylanıyor aniden ve
Bazen şaha kalkıyor
Ve gem'i
Binicisinden
Alıyor -

Kayıklarla odun getiriyorlar
Kayıklarla odun getiriyorlar, Dicle'nin sırtında
Tespih taneleri gibi sıralı
Sayısız kayık ard arda
Ve hepsi,
Bu kaç gün ve gece
Ya da kaç gece ve gündüz
Yolda
Dicle'nin sırtında,
Kudurmuş bir tayın sırtında,
Deli ve çılgın
Gemsiz
Geliyorlar.

Hepsi
Birkaç kilo tuz,
Şeker,
Yağ için

Ya da
Birkaç metre dokuma...
O da
Şayet patron
Para ve yevmiyelerini verirse
Oduncular odun taşıyor
Soğuktan, baştan ayağa titriyorlar
Isıtıyorlar Diyarbakır'ın kışlarını
Ve
Patronun cebini
Garipler daha ne yapsın?

Rojen Barnas
 
Diyarbakır Şiirleri

k%C3%BCrt_yazarlar_ozan_d.png


Diyarbakır Şiirleri

k%C3%BCrt_yazarlar_ozan_deniz.png
 
Beklenen Şiiri

k%C3%BCrt-ozanlar-ozan-deniz-sar%C4%B1tp.png


Beklenen

sevginin kalplere ekildiği gün
insanlar bütün kötü alışkanlıklardan sıyrılıp
düşünmeyi öğrenecekler.

sevginin kalplerde filiz verip çiçek açtığı gün
insanlar yeryüzünün bütün renkleriyle kucaklaşıp
sınırları ortadan kaldıracaklar.

sevginin kalplerde bir bahar mevsimine dönüştüğü gün
insanlar dünyaya yeniden gelmiş gibi
huzur, barış ve sağlık içinde yaşayacaklar.

sevginin kalplerde taht kurduğu gün
o gün, adalet mülküdür.
kral ve köleler aynı kaptan yemek yiyecekler.

Ozan Deniz Sarıtop
 
Son düzenleme:
Diyarbakır

Diyarbakır sahipsiz
Diyarbakır kimsesiz
Diller sus pus içinde
Herkes duruyor sessiz

Yıkıldı yıkılacak
O surlar dağılacak
O muhteşem abide
Yerlere dökülecek

Kar yağdı gördüm orda
O muhteşem surlarda
Yok mudur hiç sevenin
Garip kaldın ortada

Dünyanın harikası
Tarihlerin aynası
Seni garip koymuşlar
Vardır elbet çaresi

Yorgun bitap ve üzgün
Tarih edilmiş sürgün
Bırakın çekişmeyi
Olmayın şehre kırgın

Sinan Karakaş

Diyarbakırlı Esmer

Her hüzünlü şarkı anlatır seni bana
Sahilde dalgalar adını fısıldar her gün
Çam kokulu geyik bakışlı ceylanım
Adını anarım her an bu yaban elde

Diyarbakırlısın gözleri kara ceylan
Beni sana çeken efendi olman
Bilmiyorum nasip eder mi yaradan
Geceleri uykular zindan esmer tenlim inan

Osman Kurtoğlu
 
Babamın Ölüsü

başımız sağolsun Kani Amca
ömrümüzden bir gün daha eksildi.

dün'ün yüzgörümlülük sevinci
bügün'ün ağır aksak hüzün karası.
yürüyoruz, sesimizin soluğumuzla birleştiği yerde
dünyaya açan her sözcük, anlamı teğet geçiyor
kızıl bir şaşkınlık mağlubiyetidir yitirdiklerimiz
yürüyoruz yitirdiklerimizin peşinden
bir kez daha başımız sağolsun Kani Amca.

acının tufaf bir serzenişi var Kani Amca
acının tuhaf bir yarası var.
acı çeken iki dünya arasında bir salıncakta
kendi kaderiyle baş başa,
sallanır durur.

acının tufaf bir iklimi var Kani Amca.

Ozan Deniz Sarıtop
 
5.jpg


Diyarbakır Şairi Bilal Yavuz
Diyarbakır Şiirleri

AŞKIN ŞEHRENGİZİ

ne canlar yakmış İç Kale
sararmış resimlerce
mahzun Viran Tepe
bereli havuşlarda tükendi nesli dinçliğin
bir küf tutmuş muskalar
bir keder karası bazaltlar bilir
nerden nereye solmuş
yetim Diyarbekir’im
nerde kimi ölmüş Yedi Kardeş burcu sesin
birden düşersin akla
başım gözüm ısınır
Eski Cezaevinde yel ıslıkları küsülü
Aslanlı Çeşme şimdi kıraçlıkla kınalı
kenti çoktan terk etti
Hamravat Selsebili
bir kuyu kendine düşer canımın tenhasında
eyvanlar serden geçip durur ciğer saatinde
bir sensizliktir gider
bin sessizliktir gelir
açılır çakı gibi Fetih Kapısı
yeni baştan çevik Fatihine
tel örgüler kuş olup uçuşanda
belki değeriz yine
On Gözlü köprüsünde bakır düşlerin
yangınlar gömülü
Süleyman mertliğinde
bir zaman abdestsiz çarıklarla
doluşmaya utanılan Sur
şimdi hangi hakirliğin mahzeni
abdal damlarımızdan mağrur çatılara
taşların boşluğunda zemheri
cehennem lokması kursağında
avlularda tükenmiş
dut çiğdeleri bağrın
boynu bükük nergizlerin saksılarda
vurulmuş haremlik
dökülmüş selamlık
kalmış Deliller Hanı
cinnete bir soluk
kırılmış mezarlarda buruk kuş lokları
hanayda kumruların
su kadehi burulmuş
kararmış bahtı fildişi kalkerin
namusun narin beli bükülmüş
durgundur Mesudiye
argındır Ulu Cami
yorgundur Dicle Kapı
fıtratına dönme günü Kırklar dağımın
bir şehir ki töresidir
nice kıtaların hey
selsellerin uğultusu serdaplarda
tulumbalar hasretinle taşmaktadır
Şeyhandede şelalesi
hazan olup yağanda
ahşab nar çiçekleri
sülüs hatları mevsim
nakşetsin sevdamızı Gelincik dağı
yüreğin beynine hadisler mıhlı Nebi cami
Asur kalesinde kral mezarı bağrın
gözlerin gözlerimde dilsiz Malabadi
ve paygamber kabrinde
öksüz yara salardık
gırtlaktan revakların karanfil sokağında
umudun umudusun
çeyizlen Diyarbekir








AMEDYA

ranzalarda Anzele serinliği
Arbedaş Kapısı
yüreğin dolar
Nasuh Camisinde Ömeroğlu
Nasıriye Kalenin Halidoğlu
bize Amedyalı
derler hey cano
mazluma safdil
namerde sarraf

şimdi ne Küpeli
ne Dıngılava
Diyarbekir bir ceset aramızda
akar akar Hamravat
çehremizin kederinde
taşar yüzlerin
emekçi coğrafyasından
masum, maralsı
Kürdistan gülleri

ürkek avlu mırnavları
ceylansı hafız kızlar
kadim Zinciriye
kokar çocukluğum
Benusen burcunda sesin
girer düşlerimin rüyasına

hatıralar deşer
hatır yarasını
Hançepek türküsü yakar
babasının ciğeri filintalar
öksüz içerin
Zembilfroş dumanı

sürgüler çekilir
durur hücremde
tütsüler doğurur
yetim Bircuşah
kaynatsın ahımızı
dadaş Haburman
sağsın zor hüznümüzü
aygın Malabadi

kurşunlanmış can Kurşunlu
Dört Ayaklı minarem
dört ayağından vurulmuş
öyle bir zelzele
ki çetin gidişin
Mesudiye sütunları oy
gayrı yerinde durmaz

Parlı Safa Minaresi gibi dimdik
ömür kavgasını
verir hep kalanlar
dam loğu, et taşı
bulgur değirmeni
bir destandır burada yaşamak saati

Fiskaya Şelalesi
hazan olup yananda
gör nasıl
yeniden yağarım
dişimle tırnağımla loy loy
bir daha bulunmaz böylesi
gazel ölen
bizi, bizim gibisi



ROZERYA

yüreğin Hilar
mağarası gibi serin
yüreğin dağlarcası
gariban, ıssız
söyle sen hangi
boranın meltemisin
yanar dudağında karanfil tütün
yanar da verir
sırtını Kırklar suruna

ellerin kelepçe
ellerin zozan
gözlerin zor kafesler
gözlerin zilan
içerin Kralkızı içerin mahzun
alıngan, kuğumsu
hançerem hançerli
suskum sahipkıran
bir masum pusuda tahtırevan

söyle ben nereye gideyim Rozerya
gel de gör içim dışım Amedya

yaşmaklara yaşamaklar doladın
Rabbinden razı
sesin papatya devrimi
sesin ardınsıra zılgıtlar
körpe nazenin

daha kaç mendil
sarsın yangın kederini daha kaç
ahraza bürünecek
cıvıltısı sabilerin

gel de izle Rozerya
aşklar şimdi bir mumya omuzlarda
tepişirken fevkinde
şımarık firavunlar
aziz bir şehir yıkılıyor altında

hal böyleyken
hasmına kılınç
olsan da duramazsın içinde dimdik
çökersin soylu
sevdiklerin aşkına
biz şimdi sensiz
boyuna çöküş
biz şimdi gözlerinsiz
antik tohumduk

bak da yeşert Rozerya
Diyarbekir hayat ister bağında
yeniden nefes almak
biz ki yorgunluklar halkı
gürleşirdi alnımızın teriyle
ceddimizi saklayan
aziz toprak.
çocuklar eker
filintalar yeşertirdik yılmadan
usturalar kayarken ensemizden
bükülmezdik usulca

ata yadigarıydı mesleğimiz
yüreğimiz haykırır gözlerimizde
canımız o parola
yakıl ama yıkılma
söyle susma söyle Rozerya
diyesin
yitik insanlık
hangi eğreti dağın ardında


RÜMEYSAH

sen, çocukluğumdun, masumiyetim
sen bereket, han duvarları mazim
toz çuvallar üstünde dinginliğim
rüyam, göğüm, çölüm, denizimdin

dans eder, göllerin ıssız akışı
her nakışı, hüsrana yar bakışı
özlem tüten demden gönül kayışı
hem canım hem cananım, cevherimdin

ayrılık da aşka dahil, Rümeysa
bir hayatlık canı var ölümlerin
bülbüle uzaklar yakın Rümeysa
bir nefeste yayılır gül dediğin

Rümeysa, zarftan kuşlar fezamda
gurbetimin teli kopmuş sazımda
deli taylar uçar durur bağrımda
seven ruhta fren tutmaz Rümeysa

konmaz öyle her dala sev devrimi
sütü zift, balı zehir semahında
uzar, uzar, uzar, şeyhin gözleri
can kınına sığamıyor Rümeysa

mürşid gamzelerin Fındık burcudur
aşığı, mürid kılar tek bakışta
dergahında cerenler kuruludur
aşka dizgin vurulmuyor Rümeysa

GÜVERCİNLER ÇARŞISI

şükran toylarımızın
sesi gelir aşiret çadırlarından
obamız hayran
otağımız kurban
kıl çadırda yer sofrası kalbin
serilmiş razı
serilmiş padişahına kadar
Nur burcunda ciğerim ağarır
külahına dek kufi, ebebulguru
saçlarında nesih yazıtlar
döşlerin kesme bazalt döşeli
mukarnas bezemeli
yazmalarca beklenen yankılarda
kurşunlu kubbelerin

Halilviran köprüsünde hey canım
düşlerin hıçkırır
sazlar kavrulur
yanar sazlıklar
Nevruz neşesi saran köşelerinden
bir firak hüznü
tüttürür dağlar
kavun rayihasına karışır
karpuz burcuları
çörtenlerden bin rahmet damlar
demirciler çarşısı orkestra
sadrı tonozla örtülü
ceylanlar salınır
filintalar ormanında

Kazancılar Hanı mürd
suskun kaya mezarlar
Sultan Şuca çeşmesinde bağrın
bağlanıp budaklansın
yeter ki kapılma
çeper çağın ağına
can akar yolunu bulur
yeter ki solmaya
yaşamak sevincin
iki gözümün goncesi
 
En Özel Diyarbakır Şiirleri

AŞKIN ŞEHRENGİZİ

ne canlar yakmış İç Kale
sararmış resimlerce
mahzun Viran Tepe
bereli havuşlarda tükendi nesli dinçliğin
bir küf tutmuş muskalar
bir keder karası bazaltlar bilir
nerden nereye solmuş
yetim Diyarbekir’im
nerde kimi ölmüş Yedi Kardeş burcu sesin
birden düşersin akla
başım gözüm ısınır
Eski Cezaevinde yel ıslıkları küsülü
Aslanlı Çeşme şimdi kıraçlıkla kınalı
kenti çoktan terk etti
Hamravat Selsebili
bir kuyu kendine düşer canımın tenhasında
eyvanlar serden geçip durur ciğer saatinde
bir sensizliktir gider
bin sessizliktir gelir
açılır çakı gibi Fetih Kapısı
yeni baştan çevik Fatihine
tel örgüler kuş olup uçuşanda
belki değeriz yine
On Gözlü köprüsünde bakır düşlerin
yangınlar gömülü
Süleyman mertliğinde
bir zaman abdestsiz çarıklarla
doluşmaya utanılan Sur
şimdi hangi hakirliğin mahzeni
abdal damlarımızdan mağrur çatılara
taşların boşluğunda zemheri
cehennem lokması kursağında
avlularda tükenmiş
dut çiğdeleri bağrın
boynu bükük nergizlerin saksılarda
vurulmuş haremlik
dökülmüş selamlık
kalmış Deliller Hanı
cinnete bir soluk
kırılmış mezarlarda buruk kuş lokları
hanayda kumruların
su kadehi burulmuş
kararmış bahtı fildişi kalkerin
namusun narin beli bükülmüş
durgundur Mesudiye
argındır Ulu Cami
yorgundur Dicle Kapı
fıtratına dönme günü Kırklar dağımın
bir şehir ki töresidir
nice kıtaların hey
selsellerin uğultusu serdaplarda
tulumbalar hasretinle taşmaktadır
Şeyhandede şelalesi
hazan olup yağanda
ahşab nar çiçekleri
sülüs hatları mevsim
nakşetsin sevdamızı Gelincik dağı
yüreğin beynine hadisler mıhlı Nebi cami
Asur kalesinde kral mezarı bağrın
gözlerin gözlerimde dilsiz Malabadi
ve paygamber kabrinde
öksüz yara salardık
gırtlaktan revakların karanfil sokağında
umudun umudusun
çeyizlen Diyarbekir

Diyarbakır Şairi Bilal Yavuz Şiirleri



AMEDYA

ranzalarda Anzele serinliği
Arbedaş Kapısı
yüreğin dolar
Nasuh Camisinde Ömeroğlu
Nasıriye Kalenin Halidoğlu
bize Amedyalı
derler hey cano
mazluma safdil
namerde sarraf

şimdi ne Küpeli
ne Dıngılava
Diyarbekir bir ceset aramızda
akar akar Hamravat
çehremizin kederinde
taşar yüzlerin
emekçi coğrafyasından
masum, maralsı
Kürdistan gülleri

ürkek avlu mırnavları
ceylansı hafız kızlar
kadim Zinciriye
kokar çocukluğum
Benusen burcunda sesin
girer düşlerimin rüyasına

hatıralar deşer
hatır yarasını
Hançepek türküsü yakar
babasının ciğeri filintalar
öksüz içerin
Zembilfroş dumanı

sürgüler çekilir
durur hücremde
tütsüler doğurur
yetim Bircuşah
kaynatsın ahımızı
dadaş Haburman
sağsın zor hüznümüzü
aygın Malabadi

kurşunlanmış can Kurşunlu
Dört Ayaklı minarem
dört ayağından vurulmuş
öyle bir zelzele
ki çetin gidişin
Mesudiye sütunları oy
gayrı yerinde durmaz

Parlı Safa Minaresi gibi dimdik
ömür kavgasını
verir hep kalanlar
dam loğu, et taşı
bulgur değirmeni
bir destandır burada yaşamak saati

Fiskaya Şelalesi
hazan olup yananda
gör nasıl
yeniden yağarım
dişimle tırnağımla loy loy
bir daha bulunmaz böylesi
gazel ölen
bizi, bizim gibisi


Diyarbakır Şairi Bilal Yavuz Şiirleri



ROZERYA

yüreğin Hilar
mağarası gibi serin
yüreğin dağlarcası
gariban, ıssız
söyle sen hangi
boranın meltemisin
yanar dudağında karanfil tütün
yanar da verir
sırtını Kırklar suruna

ellerin kelepçe
ellerin zozan
gözlerin zor kafesler
gözlerin zilan
içerin Kralkızı içerin mahzun
alıngan, kuğumsu
hançerem hançerli
suskum sahipkıran
bir masum pusuda tahtırevan

söyle ben nereye gideyim Rozerya
gel de gör içim dışım Amedya

yaşmaklara yaşamaklar doladın
Rabbinden razı
sesin papatya devrimi
sesin ardınsıra zılgıtlar
körpe nazenin

daha kaç mendil
sarsın yangın kederini daha kaç
ahraza bürünecek
cıvıltısı sabilerin

gel de izle Rozerya
aşklar şimdi bir mumya omuzlarda
tepişirken fevkinde
şımarık firavunlar
aziz bir şehir yıkılıyor altında

hal böyleyken
hasmına kılınç
olsan da duramazsın içinde dimdik
çökersin soylu
sevdiklerin aşkına
biz şimdi sensiz
boyuna çöküş
biz şimdi gözlerinsiz
antik tohumduk

bak da yeşert Rozerya
Diyarbekir hayat ister bağında
yeniden nefes almak
biz ki yorgunluklar halkı
gürleşirdi alnımızın teriyle
ceddimizi saklayan
aziz toprak.
çocuklar eker
filintalar yeşertirdik yılmadan
usturalar kayarken ensemizden
bükülmezdik usulca

ata yadigarıydı mesleğimiz
yüreğimiz haykırır gözlerimizde
canımız o parola
yakıl ama yıkılma
söyle susma söyle Rozerya
diyesin
yitik insanlık
hangi eğreti dağın ardında


Diyarbakır Şairi Bilal Yavuz Şiirleri



RÜMEYSAH

sen, çocukluğumdun, masumiyetim
sen bereket, han duvarları mazim
toz çuvallar üstünde dinginliğim
rüyam, göğüm, çölüm, denizimdin

dans eder, göllerin ıssız akışı
her nakışı, hüsrana yar bakışı
özlem tüten demden gönül kayışı
hem canım hem cananım, cevherimdin

ayrılık da aşka dahil, Rümeysa
bir hayatlık canı var ölümlerin
bülbüle uzaklar yakın Rümeysa
bir nefeste yayılır gül dediğin

Rümeysa, zarftan kuşlar fezamda
gurbetimin teli kopmuş sazımda
deli taylar uçar durur bağrımda
seven ruhta fren tutmaz Rümeysa

konmaz öyle her dala sev devrimi
sütü zift, balı zehir semahında
uzar, uzar, uzar, şeyhin gözleri
can kınına sığamıyor Rümeysa

mürşid gamzelerin Fındık burcudur
aşığı, mürid kılar tek bakışta
dergahında cerenler kuruludur
aşka dizgin vurulmuyor Rümeysa


Diyarbakır Şairi Bilal Yavuz Şiirleri



GÜVERCİNLER ÇARŞISI

şükran toylarımızın
sesi gelir aşiret çadırlarından
obamız hayran
otağımız kurban
kıl çadırda yer sofrası kalbin
serilmiş razı
serilmiş padişahına kadar
Nur burcunda ciğerim ağarır
külahına dek kufi, ebebulguru
saçlarında nesih yazıtlar
döşlerin kesme bazalt döşeli
mukarnas bezemeli
yazmalarca beklenen yankılarda
kurşunlu kubbelerin

Halilviran köprüsünde hey canım
düşlerin hıçkırır
sazlar kavrulur
yanar sazlıklar
Nevruz neşesi saran köşelerinden
bir firak hüznü
tüttürür dağlar
kavun rayihasına karışır
karpuz burcuları
çörtenlerden bin rahmet damlar
demirciler çarşısı orkestra
sadrı tonozla örtülü
ceylanlar salınır
filintalar ormanında

Kazancılar Hanı mürd
suskun kaya mezarlar
Sultan Şuca çeşmesinde bağrın
bağlanıp budaklansın
yeter ki kapılma
çeper çağın ağına
can akar yolunu bulur
yeter ki solmaya
yaşamak sevincin
iki gözümün goncesi


Diyarbakır Şairi Bilal Yavuz Şiirleri



HIZIR KÖŞESİ

göğün göğüyüz biz, yerin yeri
niceye Süreyya, niceye bağır
testin kadarsan, günahımız ne
ya kıl taat, ya cezbemizden delir
ki yokluk, varlığımıza delil
ki yokluk, yokluğunuza tülbent
içimiz var, içimizden içeri
ve dışımız, dışımızdan dışarı
vur testini, ne dış kalsın, ne içi
lamekânda bulunur bu define
aşk, öyle bir uçurur ki kimini
aşk dahi bilmez uçanın yerini


Diyarbakır Şairi Bilal Yavuz Şiirleri



VEDA TEPESİ

Kudüs'ün ürkek gözyaşları
Diyarbekir'in gözlerinden akar
Tunus'un yanaklarından sızan
Kahire'nin koyu kanıdır
Şam'ın sonbahar saçları
Dökülür derisinden Yemen'in
Medine tüter Mekke'nin burnunda
Düğümlenir boğazı İstanbul'un
Vedâ tepesinden uyanış doğar


Diyarbakır Şairi Bilal Yavuz Şiirleri




DORU

poyraz yanar, kandiller üşür
Nupelda
suna boynun yaslar dağ eteğine
yıldızların kaydırağı var bu gece
dokunsan, ağlayacak ceylanlar
tavşan, yavrular aşkına cesur
arslan, yavrular aşkına ürkek
ve bakışlar, çığlık çığlığa kuşlar
yokluğun, boğazda kement
bakışın, nasıl da çatal
değdiği kalbin etini delen
acemi, rafine, boyunca usul

bağırda dalgalar kayalığa vuranda
diyar gözlü, bekir yürekli
filinta baharlar birikir Yeldama
gurbetin, hançeremde kelepçe
ranzamda, kahırdan darmaduman
ağarmış anlıklar, gurbetin
maral titrekliğinde, soluk soluğa
bir cezbeden yadigar
bahadır, külhani yakalardan
ve mahzun, namus burcu
niyetli, meçhul denen ferdalara
umutma Evîn
gevherin kışlatma
avlularda serpilen gonceler hatrına
kenar mahlesinde dar bulvarların
gül hevesler kurutmuş
başı hep ustura tıraşlı
oğullar etmez hayınlık
yokluğun ebubekir dostluğuna

çünkü yaşamak bu küllüklerde
dakik bir vaiz kuzulara
ve sıtmalar, ardın sıra kan ter
ardın sıra tutuklu, kısık
iner gibi sürgüler hücre odaya
görüş günleri ıssız
volta demleri öksüz, dımdızlak
cehennem kesiği gerdanlar namına
hiç değilse düşlerim, boran
savur çeltik yaylana, pamuk ovana
savur da kıyılsın inceldiği kuşeden
aşiret bozkırları çocukluğum
divane dağın doruğundan tütsün
vakarlı umular, yarınlarımız


Diyarbakır Şairi Bilal Yavuz Şiirleri



BEHRAMPAŞA

muhteşem Selimiye benzeri mimari
Mimar Sinan üstadın ustalık eseri

sekiz sütun gövdesine taşlardan
birer kördüğüm atılmıştır sanki

kimsesiz Suriçi’nin dilsiz sokaklarını
bir şölen yerine dönüştüren incelik

eksik olmaz rahmetli avlusundan
çocuklar, kediler, kuşlar, böcekler

gelin bir de buradan izleyin gelin
haşmetli İslam medeniyetimizi
karnaslarda Süleymaniye ihtişamı
kitabelerinden belli Sahabe şehri

minberinin külahı çiniyle kaplı
kapısında bir şaheser su mermeri

satranç kufiyle yazılmışdört koldan
semah eden Habib-i Kibriya isimleri

kuvarsı cezbede kendinden geçmiş
İznik çinileriyle kaplı kadim duvarlar

mihraplarında saflığın ülküleri
kara bazalt taşlarından bir şiir sanki

saçı örgülü yıldızlar iç mukarnaslarda
döşü geniş kubbesiyle muntazam estetik

metafizik gerilimler tozan ışıklarında
vakardan metaforlar dimdik sütunlarında

sekizgen yapısıyla; hazin yalnızlığıyla
âlî devletimizin bir türbesi gibi şimdi

diktörtgen boşluklara dolan yaşamak azmi
ecdadın ervahını hissettiren külliye

geçmişle geleceği buluşturan bir meclis
Mimar Sinan’ı Şeyh Galib kılan taş üstünde

kalbi Dicle diye çarpan bahtın rüzgarında
bir çizgiydi bulutlardan Behrampaşa Cami


Diyarbakır Şairi Bilal Yavuz Şiirleri



RÜZGARIN KALBİ

kışta açan çiçekler gibiydin Dilbâ
kasımpatılardan doğma entarinle
çalı kuşları konardı dallarına
anadolu buğdayı kokardın sevdayla
bağlamalar dar gelir gönül teline
saldın mı saçlarını poyraza Dilbâ
kuzgunlar dönüşür üveyiklere

yağmurun çocuğu Pokut yaylasında
bulutlardan bir deniz önündeyiz
uçurumda uçurtma rüzgar yüreklim
ruhunu sal eyleyip uçacak sanki
avcısını bekleyen hazine gibi
ezilir bakışıyla kursak çimleri
yeşerir kuru kütüklerde filizler

evrendin özündeki canlılara
kuşatır damarların dünyaları
günde yüzbinlerce kez atan kalbin
nasırlı ellerinden belli azmin
gönül ışımakta gönlünü Dilbâ
harab kentte bağrı dökük bina âşık
cerrahlarda bulunmaz reçetesi

kurnalar, kandiller, dağ yılanları
fırtına nehrinde kağıt gemiler
derin ormanlarda ay kuyuları
adamın gönlünü göğsünden söker
kurnalar, kandiller, gece suları
bu dermana bir dert yok mu Dilbâ
bakışların deliyor değdiği yeri

kuzgunlar dönüşür üveyiklere
saldın mı saçlarını poyraza Dilbâ
bağlamalar dar gelir gönül teline
anadolu buğdayı kokardın sevdayla
çalı kuşları konardı dallarına
kasımpatılardan doğma entarinle
kışta açan çiçekler gibiydin Dilbâ

Diyarbakır Şairi Bilal Yavuz Şiirleri


A%2B%25287%2529.jpg


7%2B%25281%2529.jpg


WP_20180829_18_18_16_Selfie%25281%2529.jpg
 
2.png


WP_20180829_17_49_09_Pro.jpg


BY%2B%25283%2529.png


BY%2B%252821%2529.png


7%2B%25281%2529.jpg


WP_20180829_18_18_16_Selfie%25281%2529.jpg


BEHRAMPAŞA

muhteşem Selimiye benzeri mimari
Mimar Sinan üstadın ustalık eseri

sekiz sütun gövdesine taşlardan
birer kördüğüm atılmıştır sanki

kimsesiz Suriçi’nin dilsiz sokaklarını
bir şölen yerine dönüştüren incelik

eksik olmaz rahmetli avlusundan
çocuklar, kediler, kuşlar, böcekler

gelin bir de buradan izleyin gelin
haşmetli İslam medeniyetimizi
karnaslarda Süleymaniye ihtişamı
kitabelerinden belli Sahabe şehri

minberinin külahı çiniyle kaplı
kapısında bir şaheser su mermeri

satranç kufiyle yazılmışdört koldan
semah eden Habib-i Kibriya isimleri

kuvarsı cezbede kendinden geçmiş
İznik çinileriyle kaplı kadim duvarlar

mihraplarında saflığın ülküleri
kara bazalt taşlarından bir şiir sanki

saçı örgülü yıldızlar iç mukarnaslarda
döşü geniş kubbesiyle muntazam estetik

metafizik gerilimler tozan ışıklarında
vakardan metaforlar dimdik sütunlarında

sekizgen yapısıyla; hazin yalnızlığıyla
âlî devletimizin bir türbesi gibi şimdi

diktörtgen boşluklara dolan yaşamak azmi
ecdadın ervahını hissettiren külliye

geçmişle geleceği buluşturan bir meclis
Mimar Sinan’ı Şeyh Galib kılan taş üstünde

kalbi Dicle diye çarpan bahtın rüzgarında
bir çizgiydi bulutlardan Behrampaşa Cami


Diyarbakır Şairi Bilal Yavuz Şiirleri
 
BERFİNELLA

ve nazenin ruhunuz
nasıl da kendine bakan bir ayna
suyun uzanışı gibi dere yatağına
en tenha lambalar bile
çattı mı kavuşmalar çakmağı
dayanamaz geceye, yakar bendini
işte seni öyle sevmemiştim

kalması bile gitmelere benzeyen
bir vefalıyı nasıl ikna ederdin ki
can kıyamıyor çıkmaya
çakılar yeşeriyor etinde
uzuyor, uzuyor, uzuyor gözlerin
gökleşiyor yağdıkça düşlerin
denizlerle göklerin kavuştuğu çizgiye
şimdi aşkın baktığı
her yöre Berfinella

dal en çok tutunduğu çınara kırılırdı
bazı şeyler konuşmayarak
dinlemeyerek öğrenilirdi
çağa iki vicdanlı, iki yürekli gerek
öyle dağ gibi durduğuma bakma
dal gibi kırılırdım doğru yerden sarınca
badem çiçekleri açan
ağaçlar gibiydi bazılarının kalbi
mevsiminde anlaşılır
şimdi nereye gitsek Berfinella
gözün gözü görmediği aydınlıkta
masum bir karanlık
yakmaktı vacip olan


gidersin, bir yarım çeyrek kalır
oysa hüzün mutluluk Berfinella
acılar bahçesinin
çilekeş güllerine
Çayönü, Körtiktepe neolotik mahzun
cehennem teninde
taşar can nehrinden körpe Hasuni
alnında mağara serinliği
yüreğin gönülden Hira kokar
kadim şehrim toprağa
sığmıyor Berfinella

surların gözyaşları
eritir sırların kalesini
hıçkırır aşkın burçları
Berfinella dolar ciğerleri kentin
mazgalların karasında
yankılanır geçmişin çığlıkları
Asur hüznü sarılır bağın bağrına
aniden bastıran
yağmurlu bazalt kokusu
tahtını sallar
kral çocukluğumun
aşk kağıda sığmıyor Berfinella
gönül sadra sığmıyor Berfinella

hepsi geçer, kancık kibirler
tamponu şişkin şımarıklar
binbir yüzlüler, alayı geçer
her zifir gömülür, üzülme
Diyarbekir kıyamete dek kalır
işte bunu bilmek
aşkımıza yeter Berfinella


ZOZAN

serin Anzele pınarı
karışır Arbedaş sularına
içerin Zerzevan kalesi
yüreğinse yorgun
Hevsel kuşlukları
baharda kengeri
yazın dutu, eriği
gözleyen katıksız halkı
kendi kalbinden başka
yenemez kimse
öğrenecekler Zozan
hey nava dılê mın
dört yanım hozan
yanık çarşıda türkün duyulur
cıvıl cıvıl öter buğday pazarı
dar sokaklarda yangın rüzgarın
alnıma yokluğunu savurur
üstüm başım kelepçe
aklım fikrim Zozan
viran bağ köşküyüz şimdi
esamemiz okunmaz
Fiskaya şelalesi yağanda
bir uçurtmalık canı kalır
filinta uçurumların
gözlerinle gözlerimi bırakma Zozan
donarak can vermesin bakışlarımız
susmasın erbaneler
susmasın çığlık
çığlığa sessizlikler
konuşsun Zozan
çığırsın dilsizler


GÖZLERİN DİYARBEKİR

yeşil pulat pencere
yeşil sis yeşil tütsü yeşil ziya
acılar denizinde yananları
hüzünler yangınında donanlar anlar
dinle atmosferin bekaretini
şehid sahabelerin
mahzun külliyesinde
her çeşme bir şelale vecdin feyzinde
kuşların ve taşların zikirleri
erir birbirinde kadim cezbeyle
el pençe divan gölgeler
dizilmiş kandillerde tutuşan esrar
yankılanır duvarların teninde
sanki yer göktür, göklerse zemin
bağrında ashabıyla
firdevs kokan camide

diyesin ey ulu belde
şimdi hutbe sırası sende
kelamsız, burgusuz
duyabilen canlara
kepenkleri indirilmiş özlerin
marşı eser etinde
damağında cevherin öbekleri
ervahın şöleni
çarpar durur göğsünde
asude şafakların nasıl da gür
sancağının fecrinde
suskulardan örülme mahşer sanki
kıyamet kıyamet yeşeren diriliş
şahdamardır
atar genzinde

ve lale nehridir
akar akar da taşar kaburgalardan
kadınlar kaynatır buğdayını
damlara, avlulara serilen
güneşte kurutulan
çığlıklara dönüşür dargın bergüzar
gülünce gözleri
kuşlara dönen haminneler
tırpanı her vuruşta
Allah diyen kadim rençberler
çeliğe çifte su veren
evliya demirciler
Rahman’ını ameliyle sevenler
can sevdanı haykırır

kızıl gökte sarı hilal gözlerin
kendini dağlara vurur
serilir öksüzlüğe keçe yolluklar
kırılır fanusları sevdamızın
yorgun Diyarbekir
lorîninde yeniden doğar
şimdi nereye gidersen git hicret
yanar köşklerin
yanar Hamravat
kavrulur Seman
şimdi her can biraz sensizliktir
her aşk biraz hicraniye
gitme diyor semaver
bitme diyor dağlar, taşlar, kavaklar
can kınına sığamıyor Dilaram
açar dokunduğun
bütün koğuşlarda
narin nûbihar


ROJARYA

ebaneler hasretini haykırır
hasretini, mahzun, hazalsı
serden geçer serdil avaşin
nazarın nazarıma
karışır durur delal
gözlerin sırılsıklam cehennem
gözlerin zelal
dilzarımda hivbanular yeşerir
dilaverlere dilvanlar yaraşır
rotindalar rolêdalara

bir rojdalık ömrü var
suçsuz kelebeklerin
bir jiyanlık nasibi ıssız sevenin
gönül hekimidir
gülüşün hep baharda kırağı
ve cehennemin dibi gamzelerin
hemdemiz, nefes nefese
bağdaşız şahına kadar bağdaş
ve haldaş, sevdiğim
yardaş, Allah’ın aşkına

gecekondu masumiyeti
yoksulluk berraklığıdır
mahcup yüzlerden okunan bozlak
tozlu tülbentlerinde nenelerin
cennet kokularından bir şelale
sorma nasıl, bilirim
fakirhanelerin evliya saflığına
yetişemez softa burjuva
yetişemez nazenin


başı ustura tıraşlı
hovarda peştamal çocukları
kenar mahlesinde zor ızdırabın
antik bir hevesi büyütür
acılar havuzunda boy verir
hüznü boylar havuşlar
caddelerde boy gösterir
yürüyen mezarlıklar
saçaklara ayrılıklar konar

oysa kalbin, tetik kadar dinç
namlu kadar filinta
mermilerin şarjörlere dönmeyişi
kadar yaşlıydı döşünde
döşün ki, nerdeyse çatlayacak
şehvetin vahşetinden
döşün ki alayına yetecek kısrak
emzirirken ruhları
hey ciğeri kınalı, güneş yanığı
baştan ayağa Diyar
tepeden tırnağa Bekir
yüreği bronz kentim

konuş ki, dilsiz şeytana
dönüşmesin susmaya alışanlar
konuş ki mertlik bulaşsın
korkudan geberen asalaklara
susma ki delikanlı şehrim
hayın başbuğların
mabadını yalayan
kıraç itlerin puşt devri
vaktidir, hitama ersin

Diyarbakır Şairi Bilal Yavuz Şiirleri

155.png


IMG-20170802-WA0070.jpg


139.jpg


A%2B%252833%2529.jpg


48082764_809959979352554_6294317504781090816_n.jpg
 
GİRÂN

Acıyı sırtlanmak gözlerinde
Küfeci sabiler gibi ıssız ayaz
Katran kösnüler çarşısında
Yüreğini kusan ciğersizler öldü
Bir idam gibi gece ağır sessizlik

Uzak bir ümit gibi doğdun
Mayınlar döşenmiş olasılıklara
Emperyal amerikan tenteneli
Obez korseleri kafatasında
Canavar patronlar da ölecek
Kepaze yardakçılar da

Kör kılınçlar gibi çaresizsen
Kimsesizsen aç, susuz bir rüya gibi
Kaldıysan devrimsiz, tütünsüz, üryan
Hınçla sürdüysen çorak tarlasını umudun
Saray vantriloklarını vurmak hakkındır

Çeteci yoldaşlar uğurlardın
Asit kuyularında erimemiş künyesi
Gerilla hüznü kaplar kalbindeki Küba’yı
Puroların bile bir anlamı vardır şimdi
Bir mesajı vardır o yosma burjuvaya

Şu dağlarda deşildi ceninler
Neneler, bacılar kurşuna dizildiler
Şu pervazda tecavüz edildi
Mazlumların, gariplerin cesedine
Dönüştü rütbeliler, iblislere

Nahiyeler tutulmuş dört koldan
Eşkaller adressiz, eşkıya tetikte
Bakışlar namlu, bronşlar cinnet
Minik elleri üşür aşiret kızlarının
Bir idam gibi gece ağır sessizlik

JİYÂNÂ

Bereket İşhanında ihtiyar çocukluk
Kadim anılar tutar elinden götürür
Kavganın gözlerinden öperek

Saçaklarda gök nehirleri, sur rengi
Kongre zabıtları, manifesto bildirileri
Kuşatma, şahına kadar pulat

Ve çiğdemin toprağı paramparça edişi
Hırçın telaş, örselenmiş üstelik

Yine hangi sevdaya kuyulandın
Yine gömleğinin düğmesi kabir kıyamet
Fişlenmiş, atom gülleri

Dinamit gamzesi yollar ökse çubuğu
Erinmemiş serüven
Henüz çiğnenmemiş tarih

Kollar ardında bağlı
Yiğitler kanar her yandan, yorgun süvari
Hoyrat yelelerde bir hışım heves
Asuri ve Keldani

Yine hangi sevdaya kuyulandın
Gömleğinin düğmesi kabir kıyamet
Kevoklar kanatlanır buklelerinden

Gün gelir, biter kara kahır
Romantik burjuva solcuları
Din tüccarı sağcılar ölür
Kuşatma, şahına kadar pulat

Boş kovanlarda heba gençlik
Yeniden bulacak saadeti
Kavganın gözlerinden öperek

ZUHUR

Şevlerde, zistan kasvetleri davudî
Maşrık ve mağrib
Çözülmüş sonsuz gözlerinde aşkın
Sürgünler yaşamınla sevişirken
Sokulmuş koynuna acı gülüşler
Vurulmuş düşlerin
Mojende ok bahçesi
Hançerende hançerler
Rûberû sevdamız

Asit çukurlarında yiten fidanlara
Yakılan köylerin hatırasına hasret
Bir matem gibi saran yorgun geceyi
Bu ağırbaşlı surlar
Kardeş çocuklardır
Yan yana, omuz omuza
Süngülemez yâreni
Dağlarımız delila
Künyelerimiz dilan

Uzun Mehmed’in yüreği kaplar Dicle’yi
Yılmaz’ın zulme sıkılmış yumruğu
Yeşerir kollarında emekçi zarokların
Umudun Hevsel’i filizlenir
Deniz kirlenmez lağım sularıyla
İşkenceyle, kahpelikle boğuşan
Elmaslar kirlenmez
Düşmekle çamura

Elbet çiçeklenir Mezopotamya bir gün
Adaletle, cesaretle, sevdayla
Dilsizler, dile gelir
Susulanlar kusulur
İşte intikam mevsimi
Puşt yüreklerden
Öc almak gerektir

ROHAT

Siyasi çengiler bırakmaz yakanı
Sırtın maziye sıla, tüter cıgaran
Raconların gül ırzına geçilmiş
Mahallesiz caddelere dönülmüş
Adı büyük aşk olmuş orospuluğun
Kahpeye şeref olmuş
Hayın namussuzluk

Şimdi çeyiz sandıkları kan pınarı
Ve irin nehridir oyalı yazmalar
İhanetin mavzerine isyan türküsü
Zırhına erlik çekiçidir saplanan
Cengâverler, destanlar günüdür
Seğmenler tayfundur taylarında
Hey Karacadağlım
İşte senin vaktindir

Şimdi, şimdi ey Rohat
Es esebildiğin kadar yüceltilere
As asabildiğin kadar karanlıkları
Vur vurabildiğin kadar alçakları
Baharda, filizde, yazda, düştesin
Teke tek dövüşte yenilmeyensin
Kır kırabildiğin kadar
Boğ boğabildiğincesi
Zulüm ellerinde sönmek içindir
Küfür, çerağında ölmek içindir

Bırak depreşsin asi depremin
Bırak sarsılsın dehşetle köpek yürek
Gökçe canlar yoldaşındır
Fedaî güller haldaşındır
Kündeye getirmek senin işindir
Hey şahid olsun ulu dağlar dumanı
Arslanlar sırtlanlara
Onurlu kıyamlar sarmaktadır

HOZAN

Kınalı külhanbeyleri
Yanık efeler bağrı bu dağlar
Zalime amansız
Mazluma anne kucağı
Bu dağlar bre
Sarmaz iti, çakalı
Dar gelir sığ heveslilere

Karanlık hücrelerinde
Kırgın arzın
Şerefli bedenlerin çürür
Sen ruhumuzsun
Eğilmez hürriyet
Sen koynumuzun
Sıcak yüreği

Firari, fişlenmiş
Buruk savaşçıların
Zulmün zindanlarında
Şimdi kan ağlıyor

Külhanî sazlarımız
Sevdana kuyulanmış
Yorgun şarjörlerimiz
Mermine hasret
Gel artık ey asil istiklal
Gel ve doğrult
Bizi aşkla yeniden

Coplanmış yiğitlerin
Hasretini çığırır bre
Yankılanır paslı parmaklıklarda
Tetikler ümitsizdir
Gel artık gün senindir
Filize su verir gibi
Aşka umut aşıla

LİLİYAR

Işığı yeşerttik
Geceyi çatlata çatlata
Şahid Yıldız Dağları
Şahid Amed Kalesi
Bomba atar mermiler öldü
Riyakâr gaz fişekleri
Protez yargı süreci
Kırıtan boşbakanlar hep öldü
Doğduk kırgın dağlara
Kuşatarak karanlığı
Köylerimiz şen şimdi

Cıvıldıyor gözleri
Pırıldıyor argın yüreği
Çağıldıyor nazenin
Koşuyor sessizliği
Uçuyor çocuksu
Uçuyor yararcası feleğini
Ceylansı zalım dilber
Deşiyor çatal cevheri
Nurlarla karaları
Yüceyle alçakları
Doğruyor fütursuz
Doğruluyor canımız

Devasa halaylarda
Karanfiller iklimi serin
Duldasız Liliyar
Hey hey ah eyler beni
Kalleşnikoflar önü ayaz
Mazi silinmez kırağıda
Nekrofili paşalar davul zurna
Yakar güzellikleri
Kavrulur bozkır
Kurur çeşmeler
Susar bahçemiz

DİLEDA

Cigom benim
Mahzun ciğerim
İki gözümün gülü
İki gönlümün
Közümün, özümün
Ve sözümün
Dağlarında bahar
Hücrende perperoklar
Hürriyet kadar

Turnam öksüz
Turnam gariban
Tutsak kanatlarından
Arda kalan
Senin yorgun yüreğin
Yüreğindir
Maral maral göveren
Ağlatan hançerleri

Havar, havar yiğitler
Cigom yitmiş ellere
Cigom solmuş, sararmış
Toprağın kor bağrında
Susmuş mu
Susamış mı
Cigolar ağlamasın
Dağlanmasın dayeler
Gülünce gülüşelim
Güllerle güle güle

Gönlü kırıklarına
Bir deva ver ey Hüda
Yeşerelim sevdanla
Yeşerelim kahırsız
Yeşerip yeşerttikçe
Kök salalım

RONAHİ

Eflâtun karanfiller verir Aras
Hıncahınç yaşamak
Gürbüz kızanlarına
Körpe tomurcuklar salınır ekinde
Cehennem göğüslerde asi boran
Ciğerde iştiyak, çıldırasıya
Çatlıyor kısrağın
Kanıyor heyben
Kanıyor dudakları dikenli demirin
Sevdaya set çekmiş saygın çıyanlar
Kurulmuş vadilerine haramî
Görmemiş tarih böyle hayınlık
Böyle maval aynazı
Çekirge utanır istilasından

Tendürek dağına sor yüceltileri
Kato’ya, Cudi’ye, Karacadağ’a
Harnupların irkinç hışırtısı
Götürür hülyanı gidebildiği cana
Çığlığın, akçakavaklar
Çığlığın seyelan, külhani
Bin yıllık asırlardan mahzun miras
Fütursuz, ajitatör, Terme ormanı
Umular figanında yeşerir
Ronahi, yuvasıdır leylimin
Barışın bağını, bahçesini büyütür

82 burç, 82 destan
Dayanmış içerden onca yıkıma
Şarkın bülbülü şavkır Dicle’yi
Şavkın, en karanlık yerimi okşar
Türküsü başlar söylenemezlerin
Kuyumuz yurt olanda
Gözlerinin, gözlerinin nağmesi gelir
Uzaktan, en uzaktan
Ben sana Diyarbekir
Sen bana masum Dersim

BOTAN

Namusun namlusunda göverdiler
Eşit paylaşmanın lezzetine vurgun
Onurlu partizanlar
Bir ceylansı düşe beraber inandılar
Kahpeliğe secde eden engereklerden
Zamazingo puştlardan
Kaşkaval kümelerin
Pazarından, mezarından ırakta
Kalemle, sahneyle, sazla, aşkla, silahla
Dik durmanın kitabını yazdılar
Bilekleri Yılmaz
Yürekleri Kaya
Vicdanları Arif
İdrakleri Sezai
Bir ceylansı düşe beraber aldandılar
Canlarında azmin ve sabrın fişengi
Kana kana içtiler sevgiliyi
Sevdayla, düşle, umutla
Yeşerdikçe yeşerttiler erliği
Susmadılar susarcasına
Tetikte şarjörün mahiri
Alanlarda kavgasının çakırpençesi
Mermisi mavzerinde
Çıldırasıya tenha
Yiğitler dökülür dağların sırtlarına
İşte Ömer, diğeri Che
Biri Ali, Castro öteki
Kapital imansızın çöktüler gırtlağına
Civanmert, cengaver
Sıkılmış yumruklarla
Özgürlüğün marşlarını dinlettiler
Tanklara, füzelere kurşunlarıyla
Cesaretin cesaretiydiler
İhtilalcilerin bir mezarı bile yok tarihte
Onlarsa tarihin haysiyeti
Haysiyetin tarihi oldular

ROZA

Yoldular, soydular, kırıştılar
İnsanı insanla yıktılar
Aşna fişne iskandiller ağında
Bıçkınları puluçlarla oydular

Adındır, dudağımda asırlık
Esrarına amade yalım
Adındır, terk etmez, sıddık
Vurur yumruğunu
Sadrıma sadrıma
Hücremin başkenti suskunluğun

Gözlerin, yalın kılınç
Gözlerin ıssız, kallavi
Bir benim şimdi
Firari sensizliğin belasında
Bir benim tütsülü
Voltalı ahrazlığa

Şimdi yürek yorgun
Virane, ıssız
Ansızın yaşlanmış bir gecede
Yaşlanmış canına kadar
Orostopolluk
Sırtlanca, sefil
Yığınların tenhasında savrulmuş
Yırtılmış bir hecede
Kursağıma avazın gelmiş

Sevmişem, şahidim dağlar
Sevmişem Allah’ına kadar
Ölünceye dek değil
Ölümden sonra da
Yeşerinceye değin
Tutuşan ellerimiz
Seni yangın bağrımın
Avlusuna gömmüşem

BEJNA

Gözlerin savruk bozkırlar
Gözlerin hoyrat
Ceylansı, afacan
Sevimli taraçalar koylarda
Kalyonlar kanyonlarda
Herkesten sakladığım
Künyeni sayıklar
Gözlerin, gözlerin jiyan

Perçemin pençeler canı
Perçemin perva
Vahim, amansız
Çitlembikler taç olmuş saçlarına
Cimcime sekseklerin
Otağıma volkandır

Fezan; behişt, benefşe
Fezan saflık, insaniyet
Sen bana gürül gürül memleket
Ben sana hep gurbet kalmışım

Biz bizde Diyarbekir
Biz bizken masumiyet
Biz bizsizsek esaret
Bir gün sen de anlarsın
O gün sen de ağlarsın

Rengin nasıl da ateş Bejna
Teninde nehirler ve başaklar
Gülüşün nasıl da mermi
Nasıl da hançer bakışın

Vefakâr boranlara
Harfsiz vasiyetimdir
Kurutunca yokluğun
Beni simana gömsünler

SEVDE

Çifte dikiş gider sabanlar
Fersiz toprağın koynu
Fersiz, yetim, analar
Kuş uçan, kervan geçen
Bostanlar ölgün şimdi
Ölgün Dicle denizi

Ve çakırkeyif buğdaylar
Kahyalar körkandil çeper
Mösyölerde bir kültür
Nankör çıyanlık
Kepenekler mahzun
Bağlamalar öksüz
Kalleşlik mazinin töresine
Şimdi âdet diye bellenen
Hicapsız ikirciklik

Heybesiz bulvarlarda
Cartalı haybeciler salınır
Dümenci dubaralar
Ertekeden nümayiş
İmam kayığındayız sürgit
Façalar çiğnedik muttasıl
Erce, âdil, hilesiz
Bundandır kavlimizden kaçışı
Geçmişi tam kınalı
Piyazcı sendikalar
Kaparoz puştlarının

Çifte dikiş gider sabanlar
Cana bir çınar gerek
Yüreğin, yüreğin gibi serin
Derin kuyular içim
Mars olmuş, dumanaltı
Kaybolmuşam, gel artık
Karışsın közlerimiz
Karışsın yeşil…

HİVDA

Kül yutmaz kevaşeler hanında
Hancıyı vurmuş gibi yürek
Şimdi unutulmuş bir marştadır
Mavzerlerde mermiler hazan
Bir umuttur alnımızın çatında

Sevdalanmış sedanda salıncaklar
Ay ışığı kokar derin kuyuların
Gül Hivda… Gülşen Hivda…
Sen bende hür, ben sende parya
Ve keşmekeş; yaralar yaralarda

Babaçkolar rıhtımında bir mavi rüzgar
Aparıyor gönlünü çılgın enginlere
Bozuk çalsa da bozum havamız leyley
Çarkına tükürmüşüz bir kere
Kayarto kopillerin, dalkavuk hırboların
Ne çiçektir biliriz
Kokoz kokorozlar da

Vardakostalar zamazingo
Voliyi vurmuş godoş hırtapozlar kanişi
Hey gidi erlik hey şimdi şinanay
Zartayı çekmiş yiğitler
Mıshıtçı gebeşlerin melun insicamında
Sigortası atmış janti yürekler
Bilenmiş zırzoplara
Puskun, kıvam bekler

Ranzam, zulam, soluk resmin
Saplanır soluğuma
Can Hivda… Canan Hivda…
İşte böyle yazıyorum canına
Hatıran mermidir damarımda
Dışarda çılgın bir bahar
İçerde hep kış mevsimi

LEYLAN

Ilgım ılgım açar yediverenler
Ambarlarda yeşerir hamal fidan
Görsen her biri bir filinta
Pahabiçilemezdir burada alınteri
Helal ekmeğin verdiği memnuniyet
Emeğin kitabı, işhanlarında yazılır
Komşuluk destandır antik katlarda
Seni namusluca sevmeyi
İlkin buralarda öğrendim
Şırfıntılar sokağında tütün emekçisi
Avuçlar bilirim, ihtiyar, nasırlı
Memleketim gibi ak alınları vardır

Sen hep o küçeden gelirdin canıma
Eserdi terütaze hivbanu nefesin
Arzuhalcim, kadife karanfilim
Daya endamını santimantal bağrıma
Daya da dinle, çaylardan su içer gibi
Can feryad, can figan, can yangın yeri
Bayramlar, matemlere sapmış
Namlu yürek, aşka, sevdaya kıvrılmış
Nasıl, nasıl sevmişem bir sevebilsen
Anlarsın zehir zıkkım geceleri
Anlarsın, netameli oyundur, heba
Vurulur denizin, ırmaklarınca

Kaç dağdır aşılmaz olumuş içim
İçin için tüter kuyumda bir yara
Birden hüzünlenir bütün avlular
Cümle vadilerde zılgıtın kopar
Derin mutsuzluğun türküsüdür
Eser, eser korkunç albenin
Çekilir sürgüler demir koyaklara
Çekilir hayalimden asi bakışın
Gömülürüm kendime bir başına
Tek başına hırgür sensizliğim
Leylanım, nupelda pervinim

Diyarbakır Şairleri Bilal Yavuz Şiirleri
 



GİRÂN

Acıyı sırtlanmak gözlerinde
Küfeci sabiler gibi ıssız ayaz
Katran kösnüler çarşısında
Yüreğini kusan ciğersizler öldü
Bir idam gibi gece ağır sessizlik

Uzak bir ümit gibi doğdun
Mayınlar döşenmiş olasılıklara
Emperyal amerikan tenteneli
Obez korseleri kafatasında
Canavar patronlar da ölecek
Kepaze yardakçılar da

Kör kılınçlar gibi çaresizsen
Kimsesizsen aç, susuz bir rüya gibi
Kaldıysan devrimsiz, tütünsüz, üryan
Hınçla sürdüysen çorak tarlasını umudun
Saray vantriloklarını vurmak hakkındır

Çeteci yoldaşlar uğurlardın
Asit kuyularında erimemiş künyesi
Gerilla hüznü kaplar kalbindeki Küba’yı
Puroların bile bir anlamı vardır şimdi
Bir mesajı vardır o yosma burjuvaya

Şu dağlarda deşildi ceninler
Neneler, bacılar kurşuna dizildiler
Şu pervazda tecavüz edildi
Mazlumların, gariplerin cesedine
Dönüştü rütbeliler, iblislere

Nahiyeler tutulmuş dört koldan
Eşkaller adressiz, eşkıya tetikte
Bakışlar namlu, bronşlar cinnet
Minik elleri üşür aşiret kızlarının
Bir idam gibi gece ağır sessizlik

JİYÂNÂ

Bereket İşhanında ihtiyar çocukluk
Kadim anılar tutar elinden götürür
Kavganın gözlerinden öperek

Saçaklarda gök nehirleri, sur rengi
Kongre zabıtları, manifesto bildirileri
Kuşatma, şahına kadar pulat

Ve çiğdemin toprağı paramparça edişi
Hırçın telaş, örselenmiş üstelik

Yine hangi sevdaya kuyulandın
Yine gömleğinin düğmesi kabir kıyamet
Fişlenmiş, atom gülleri

Dinamit gamzesi yollar ökse çubuğu
Erinmemiş serüven
Henüz çiğnenmemiş tarih

Kollar ardında bağlı
Yiğitler kanar her yandan, yorgun süvari
Hoyrat yelelerde bir hışım heves
Asuri ve Keldani

Yine hangi sevdaya kuyulandın
Gömleğinin düğmesi kabir kıyamet
Kevoklar kanatlanır buklelerinden

Gün gelir, biter kara kahır
Romantik burjuva solcuları
Din tüccarı sağcılar ölür
Kuşatma, şahına kadar pulat

Boş kovanlarda heba gençlik
Yeniden bulacak saadeti
Kavganın gözlerinden öperek

ZUHUR

Şevlerde, zistan kasvetleri davudî
Maşrık ve mağrib
Çözülmüş sonsuz gözlerinde aşkın
Sürgünler yaşamınla sevişirken
Sokulmuş koynuna acı gülüşler
Vurulmuş düşlerin
Mojende ok bahçesi
Hançerende hançerler
Rûberû sevdamız

Asit çukurlarında yiten fidanlara
Yakılan köylerin hatırasına hasret
Bir matem gibi saran yorgun geceyi
Bu ağırbaşlı surlar
Kardeş çocuklardır
Yan yana, omuz omuza
Süngülemez yâreni
Dağlarımız delila
Künyelerimiz dilan

Uzun Mehmed’in yüreği kaplar Dicle’yi
Yılmaz’ın zulme sıkılmış yumruğu
Yeşerir kollarında emekçi zarokların
Umudun Hevsel’i filizlenir
Deniz kirlenmez lağım sularıyla
İşkenceyle, kahpelikle boğuşan
Elmaslar kirlenmez
Düşmekle çamura

Elbet çiçeklenir Mezopotamya bir gün
Adaletle, cesaretle, sevdayla
Dilsizler, dile gelir
Susulanlar kusulur
İşte intikam mevsimi
Puşt yüreklerden
Öc almak gerektir

ROHAT

Siyasi çengiler bırakmaz yakanı
Sırtın maziye sıla, tüter cıgaran
Raconların gül ırzına geçilmiş
Mahallesiz caddelere dönülmüş
Adı büyük aşk olmuş orospuluğun
Kahpeye şeref olmuş
Hayın namussuzluk

Şimdi çeyiz sandıkları kan pınarı
Ve irin nehridir oyalı yazmalar
İhanetin mavzerine isyan türküsü
Zırhına erlik çekiçidir saplanan
Cengâverler, destanlar günüdür
Seğmenler tayfundur taylarında
Hey Karacadağlım
İşte senin vaktindir

Şimdi, şimdi ey Rohat
Es esebildiğin kadar yüceltilere
As asabildiğin kadar karanlıkları
Vur vurabildiğin kadar alçakları
Baharda, filizde, yazda, düştesin
Teke tek dövüşte yenilmeyensin
Kır kırabildiğin kadar
Boğ boğabildiğincesi
Zulüm ellerinde sönmek içindir
Küfür, çerağında ölmek içindir

Bırak depreşsin asi depremin
Bırak sarsılsın dehşetle köpek yürek
Gökçe canlar yoldaşındır
Fedaî güller haldaşındır
Kündeye getirmek senin işindir
Hey şahid olsun ulu dağlar dumanı
Arslanlar sırtlanlara
Onurlu kıyamlar sarmaktadır

HOZAN

Kınalı külhanbeyleri
Yanık efeler bağrı bu dağlar
Zalime amansız
Mazluma anne kucağı
Bu dağlar bre
Sarmaz iti, çakalı
Dar gelir sığ heveslilere

Karanlık hücrelerinde
Kırgın arzın
Şerefli bedenlerin çürür
Sen ruhumuzsun
Eğilmez hürriyet
Sen koynumuzun
Sıcak yüreği

Firari, fişlenmiş
Buruk savaşçıların
Zulmün zindanlarında
Şimdi kan ağlıyor

Külhanî sazlarımız
Sevdana kuyulanmış
Yorgun şarjörlerimiz
Mermine hasret
Gel artık ey asil istiklal
Gel ve doğrult
Bizi aşkla yeniden

Coplanmış yiğitlerin
Hasretini çığırır bre
Yankılanır paslı parmaklıklarda
Tetikler ümitsizdir
Gel artık gün senindir
Filize su verir gibi
Aşka umut aşıla

LİLİYAR

Işığı yeşerttik
Geceyi çatlata çatlata
Şahid Yıldız Dağları
Şahid Amed Kalesi
Bomba atar mermiler öldü
Riyakâr gaz fişekleri
Protez yargı süreci
Kırıtan boşbakanlar hep öldü
Doğduk kırgın dağlara
Kuşatarak karanlığı
Köylerimiz şen şimdi

Cıvıldıyor gözleri
Pırıldıyor argın yüreği
Çağıldıyor nazenin
Koşuyor sessizliği
Uçuyor çocuksu
Uçuyor yararcası feleğini
Ceylansı zalım dilber
Deşiyor çatal cevheri
Nurlarla karaları
Yüceyle alçakları
Doğruyor fütursuz
Doğruluyor canımız

Devasa halaylarda
Karanfiller iklimi serin
Duldasız Liliyar
Hey hey ah eyler beni
Kalleşnikoflar önü ayaz
Mazi silinmez kırağıda
Nekrofili paşalar davul zurna
Yakar güzellikleri
Kavrulur bozkır
Kurur çeşmeler
Susar bahçemiz

DİLEDA

Cigom benim
Mahzun ciğerim
İki gözümün gülü
İki gönlümün
Közümün, özümün
Ve sözümün
Dağlarında bahar
Hücrende perperoklar
Hürriyet kadar

Turnam öksüz
Turnam gariban
Tutsak kanatlarından
Arda kalan
Senin yorgun yüreğin
Yüreğindir
Maral maral göveren
Ağlatan hançerleri

Havar, havar yiğitler
Cigom yitmiş ellere
Cigom solmuş, sararmış
Toprağın kor bağrında
Susmuş mu
Susamış mı
Cigolar ağlamasın
Dağlanmasın dayeler
Gülünce gülüşelim
Güllerle güle güle

Gönlü kırıklarına
Bir deva ver ey Hüda
Yeşerelim sevdanla
Yeşerelim kahırsız
Yeşerip yeşerttikçe
Kök salalım

RONAHİ

Eflâtun karanfiller verir Aras
Hıncahınç yaşamak
Gürbüz kızanlarına
Körpe tomurcuklar salınır ekinde
Cehennem göğüslerde asi boran
Ciğerde iştiyak, çıldırasıya
Çatlıyor kısrağın
Kanıyor heyben
Kanıyor dudakları dikenli demirin
Sevdaya set çekmiş saygın çıyanlar
Kurulmuş vadilerine haramî
Görmemiş tarih böyle hayınlık
Böyle maval aynazı
Çekirge utanır istilasından

Tendürek dağına sor yüceltileri
Kato’ya, Cudi’ye, Karacadağ’a
Harnupların irkinç hışırtısı
Götürür hülyanı gidebildiği cana
Çığlığın, akçakavaklar
Çığlığın seyelan, külhani
Bin yıllık asırlardan mahzun miras
Fütursuz, ajitatör, Terme ormanı
Umular figanında yeşerir
Ronahi, yuvasıdır leylimin
Barışın bağını, bahçesini büyütür

82 burç, 82 destan
Dayanmış içerden onca yıkıma
Şarkın bülbülü şavkır Dicle’yi
Şavkın, en karanlık yerimi okşar
Türküsü başlar söylenemezlerin
Kuyumuz yurt olanda
Gözlerinin, gözlerinin nağmesi gelir
Uzaktan, en uzaktan
Ben sana Diyarbekir
Sen bana masum Dersim

BOTAN

Namusun namlusunda göverdiler
Eşit paylaşmanın lezzetine vurgun
Onurlu partizanlar
Bir ceylansı düşe beraber inandılar
Kahpeliğe secde eden engereklerden
Zamazingo puştlardan
Kaşkaval kümelerin
Pazarından, mezarından ırakta
Kalemle, sahneyle, sazla, aşkla, silahla
Dik durmanın kitabını yazdılar
Bilekleri Yılmaz
Yürekleri Kaya
Vicdanları Arif
İdrakleri Sezai
Bir ceylansı düşe beraber aldandılar
Canlarında azmin ve sabrın fişengi
Kana kana içtiler sevgiliyi
Sevdayla, düşle, umutla
Yeşerdikçe yeşerttiler erliği
Susmadılar susarcasına
Tetikte şarjörün mahiri
Alanlarda kavgasının çakırpençesi
Mermisi mavzerinde
Çıldırasıya tenha
Yiğitler dökülür dağların sırtlarına
İşte Ömer, diğeri Che
Biri Ali, Castro öteki
Kapital imansızın çöktüler gırtlağına
Civanmert, cengaver
Sıkılmış yumruklarla
Özgürlüğün marşlarını dinlettiler
Tanklara, füzelere kurşunlarıyla
Cesaretin cesaretiydiler
İhtilalcilerin bir mezarı bile yok tarihte
Onlarsa tarihin haysiyeti
Haysiyetin tarihi oldular

ROZA

Yoldular, soydular, kırıştılar
İnsanı insanla yıktılar
Aşna fişne iskandiller ağında
Bıçkınları puluçlarla oydular

Adındır, dudağımda asırlık
Esrarına amade yalım
Adındır, terk etmez, sıddık
Vurur yumruğunu
Sadrıma sadrıma
Hücremin başkenti suskunluğun

Gözlerin, yalın kılınç
Gözlerin ıssız, kallavi
Bir benim şimdi
Firari sensizliğin belasında
Bir benim tütsülü
Voltalı ahrazlığa

Şimdi yürek yorgun
Virane, ıssız
Ansızın yaşlanmış bir gecede
Yaşlanmış canına kadar
Orostopolluk
Sırtlanca, sefil
Yığınların tenhasında savrulmuş
Yırtılmış bir hecede
Kursağıma avazın gelmiş

Sevmişem, şahidim dağlar
Sevmişem Allah’ına kadar
Ölünceye dek değil
Ölümden sonra da
Yeşerinceye değin
Tutuşan ellerimiz
Seni yangın bağrımın
Avlusuna gömmüşem

BEJNA

Gözlerin savruk bozkırlar
Gözlerin hoyrat
Ceylansı, afacan
Sevimli taraçalar koylarda
Kalyonlar kanyonlarda
Herkesten sakladığım
Künyeni sayıklar
Gözlerin, gözlerin jiyan

Perçemin pençeler canı
Perçemin perva
Vahim, amansız
Çitlembikler taç olmuş saçlarına
Cimcime sekseklerin
Otağıma volkandır

Fezan; behişt, benefşe
Fezan saflık, insaniyet
Sen bana gürül gürül memleket
Ben sana hep gurbet kalmışım

Biz bizde Diyarbekir
Biz bizken masumiyet
Biz bizsizsek esaret
Bir gün sen de anlarsın
O gün sen de ağlarsın

Rengin nasıl da ateş Bejna
Teninde nehirler ve başaklar
Gülüşün nasıl da mermi
Nasıl da hançer bakışın

Vefakâr boranlara
Harfsiz vasiyetimdir
Kurutunca yokluğun
Beni simana gömsünler

SEVDE

Çifte dikiş gider sabanlar
Fersiz toprağın koynu
Fersiz, yetim, analar
Kuş uçan, kervan geçen
Bostanlar ölgün şimdi
Ölgün Dicle denizi

Ve çakırkeyif buğdaylar
Kahyalar körkandil çeper
Mösyölerde bir kültür
Nankör çıyanlık
Kepenekler mahzun
Bağlamalar öksüz
Kalleşlik mazinin töresine
Şimdi âdet diye bellenen
Hicapsız ikirciklik

Heybesiz bulvarlarda
Cartalı haybeciler salınır
Dümenci dubaralar
Ertekeden nümayiş
İmam kayığındayız sürgit
Façalar çiğnedik muttasıl
Erce, âdil, hilesiz
Bundandır kavlimizden kaçışı
Geçmişi tam kınalı
Piyazcı sendikalar
Kaparoz puştlarının

Çifte dikiş gider sabanlar
Cana bir çınar gerek
Yüreğin, yüreğin gibi serin
Derin kuyular içim
Mars olmuş, dumanaltı
Kaybolmuşam, gel artık
Karışsın közlerimiz
Karışsın yeşil…

HİVDA

Kül yutmaz kevaşeler hanında
Hancıyı vurmuş gibi yürek
Şimdi unutulmuş bir marştadır
Mavzerlerde mermiler hazan
Bir umuttur alnımızın çatında

Sevdalanmış sedanda salıncaklar
Ay ışığı kokar derin kuyuların
Gül Hivda… Gülşen Hivda…
Sen bende hür, ben sende parya
Ve keşmekeş; yaralar yaralarda

Babaçkolar rıhtımında bir mavi rüzgar
Aparıyor gönlünü çılgın enginlere
Bozuk çalsa da bozum havamız leyley
Çarkına tükürmüşüz bir kere
Kayarto kopillerin, dalkavuk hırboların
Ne çiçektir biliriz
Kokoz kokorozlar da

Vardakostalar zamazingo
Voliyi vurmuş godoş hırtapozlar kanişi
Hey gidi erlik hey şimdi şinanay
Zartayı çekmiş yiğitler
Mıshıtçı gebeşlerin melun insicamında
Sigortası atmış janti yürekler
Bilenmiş zırzoplara
Puskun, kıvam bekler

Ranzam, zulam, soluk resmin
Saplanır soluğuma
Can Hivda… Canan Hivda…
İşte böyle yazıyorum canına
Hatıran mermidir damarımda
Dışarda çılgın bir bahar
İçerde hep kış mevsimi

LEYLAN

Ilgım ılgım açar yediverenler
Ambarlarda yeşerir hamal fidan
Görsen her biri bir filinta
Pahabiçilemezdir burada alınteri
Helal ekmeğin verdiği memnuniyet
Emeğin kitabı, işhanlarında yazılır
Komşuluk destandır antik katlarda
Seni namusluca sevmeyi
İlkin buralarda öğrendim
Şırfıntılar sokağında tütün emekçisi
Avuçlar bilirim, ihtiyar, nasırlı
Memleketim gibi ak alınları vardır

Sen hep o küçeden gelirdin canıma
Eserdi terütaze hivbanu nefesin
Arzuhalcim, kadife karanfilim
Daya endamını santimantal bağrıma
Daya da dinle, çaylardan su içer gibi
Can feryad, can figan, can yangın yeri
Bayramlar, matemlere sapmış
Namlu yürek, aşka, sevdaya kıvrılmış
Nasıl, nasıl sevmişem bir sevebilsen
Anlarsın zehir zıkkım geceleri
Anlarsın, netameli oyundur, heba
Vurulur denizin, ırmaklarınca

Kaç dağdır aşılmaz olumuş içim
İçin için tüter kuyumda bir yara
Birden hüzünlenir bütün avlular
Cümle vadilerde zılgıtın kopar
Derin mutsuzluğun türküsüdür
Eser, eser korkunç albenin
Çekilir sürgüler demir koyaklara
Çekilir hayalimden asi bakışın
Gömülürüm kendime bir başına
Tek başına hırgür sensizliğim
Leylanım, nupelda pervinim


Diyarbakır Şairleri Bilal Yavuz Şiirleri
 
LİLİYAR
Işığı yeşerttik
Geceyi çatlata çatlata
Şahid Yıldız Dağları
Şahid Amed Kalesi
Bomba atar mermiler öldü
Riyakâr gaz fişekleri
Protez yargı süreci
Kırıtan boşbakanlar hep öldü
Doğduk kırgın dağlara
Kuşatarak karanlığı
Köylerimiz şen şimdi
Cıvıldıyor gözleri
Pırıldıyor argın yüreği
Çağıldıyor nazenin
Koşuyor sessizliği
Uçuyor çocuksu
Uçuyor yararcası feleğini
Ceylansı zalım dilber
Deşiyor çatal cevheri
Nurlarla karaları
Yüceyle alçakları
Doğruyor fütursuz
Doğruluyor canımız
Devasa halaylarda
Karanfiller iklimi serin
Duldasız Liliyar
Hey hey ah eyler beni
Kalleşnikoflar önü ayaz
Mazi silinmez kırağıda
Nekrofili paşalar davul zurna
Yakar güzellikleri
Kavrulur bozkır
Kurur çeşmeler
Susar bahçemiz

DİLEDA
Cigom benim
Mahzun ciğerim
İki gözümün gülü
İki gönlümün
Közümün, özümün
Ve sözümün
Dağlarında bahar
Hücrende perperoklar
Hürriyet kadar
Turnam öksüz
Turnam gariban
Tutsak kanatlarından
Arda kalan
Senin yorgun yüreğin
Yüreğindir
Maral maral göveren
Ağlatan hançerleri
Havar, havar yiğitler
Cigom yitmiş ellere
Cigom solmuş, sararmış
Toprağın kor bağrında
Susmuş mu
Susamış mı
Cigolar ağlamasın
Dağlanmasın dayeler
Gülünce gülüşelim
Güllerle güle güle
Gönlü kırıklarına
Bir deva ver ey Hüda
Yeşerelim sevdanla
Yeşerelim kahırsız
Yeşerip yeşerttikçe
Kök salalım

AŞKIN ŞEHRENGİZİ
ne canlar yakmış İç Kale
sararmış resimlerce
mahzun Viran Tepe

bereli havuşlarda tükendi nesli dinçliğin
bir küf tutmuş muskalar
bir keder karası bazaltlar bilir
nerden nereye solmuş
yetim Diyarbekir’im
nerede kimi ölmüş
Yedi Kardeş burcu sesin
birden düşersin akla
başım gözüm ısınır
Eski Cezaevinde yel ıslıkları küsülü
Aslanlı Çeşme şimdi kıraçlıkla kınalı
kenti çoktan terk etti
Hamravat Selsebili
bir kuyu kendine düşer
canımın tenhasında

eyvanlar serden geçip durur ciğer saatinde

bir sensizliktir gider
bin sessizliktir gelir
açılır çakı gibi Fetih Kapısı
yeni baştan çevik Fatihine
tel örgüler kuş olup uçuşanda
belki değeriz yine

On Gözlü köprüsünde bakır düşlerin

yangınlar gömülü
Süleyman mertliğinde
bir zaman abdestsiz çarıklarla
doluşmaya utanılan Sur
şimdi hangi hakirliğin mahzeni

abdal damlarımızdan mağrur çatılara
taşların boşluğunda zemheri
cehennem lokması kursağında
avlularda tükenmiş
dut çiğdeleri bağrın
boynu bükük nergizlerin saksılarda
vurulmuş haremlik
dökülmüş selamlık
kalmış Deliller Hanı
cinnete bir soluk

kırılmış mezarlarda buruk kuş lokları
hanayda kumruların
su kadehi burulmuş
kararmış bahtı fildişi kalkerin
namusun narin beli bükülmüş
durgundur Mesudiye
argındır Ulu Cami
yorgundur Dicle Kapı
fıtratına dönme günü Kırklar dağımın
bir şehir ki töresidir
nice kıtaların hey
selsellerin uğultusu serdaplarda
tulumbalar hasretinle taşmaktadır
Şeyhandede şelalesi
hazan olup yağanda
ahşab nar çiçekleri
sülüs hatları mevsim
nakşetsin sevdamızı Gelincik dağı
yüreğine hadisler mıhlı Nebi cami
Asur kalesinde kral mezarı bağrın
gözlerin gözlerimde dilsiz Malabadi
ve paygamber kabrinde
öksüz yara salardık

gırtlaktan revakların karanfil sokağında

umudun umudusun
çeyizlen Diyarbekir

DİLŞA

poyraz yanar, kandiller üşür

Nupelda

suna boynun yaslar dağ eteğine
yıldızların kaydırağı var bu gece

dokunsan
ağlayacak ceylanlar
tavşan, yavrular aşkına cesur
arslan, yavrular aşkına ürkek

ve bakışlar
çığlık çığlığa kuşlar
yokluğun, boğazda kement
bakışın, nasıl da çatal
değdiği kalbin etini delen
acemi, rafine
boyunca usul

bağırda dalgalar kayalığa vuranda

diyar gözlü
bekir yürekli
filinta baharlar birikir yeldama
gurbetin, hançeremde kelepçe
ranzamda, kahırdan darmaduman
ağarmış anlıklar, gurbetin
maral titrekliğinde, soluk soluğa
bir cezbeden yadigar
bahadır, külhani yakalardan
ve mahzun
namus burcu

niyetli, meçhul denen ferdalara
umutma Evîn
gevherin kışlatma
avlularda serpilen gonceler hatrına
kenar mahlesinde dar bulvarların

gül hevesler kurutmuş
başı hep ustura tıraşlı
oğullar etmez hayınlık
yokluğun ebubekir dostluğuna
çünkü yaşamak bu küllüklerde
dakik bir vaiz kuzulara
ve sıtmalar
ardın sıra kan ter
ardın sıra tutuklu, kısık
iner gibi sürgüler hücre odaya
görüş günleri ıssız
volta demleri öksüz, dımdızlak
cehennem kesiği gerdanlar namına
hiç değilse düşlerim, boran
savur çeltik yaylana
pamuk ovana

savur da kıyılsın inceldiği kuşeden
aşiret bozkırları çocukluğum
divane dağın doruğundan tütsün
vakarlı can umular
körpe yarınlarımız

AMEDYA
ranzalarda Anzele serinliği
Arbedaş Kapısı
yüreğin dolar
Nasuh Camisinde Ömeroğlu
Nasıriye Kalenin Halidoğlu
bize Amedyalı derler hey cano
mazluma safdil
namerde sarraf
şimdi ne Küpeli ne Dıngılava
Diyarbekir bir ceset aramızda
akar akar Hamravat
çehremizin kederinde
taşar yüzlerin
emekçi coğrafyasından
masum, maralsı
Kürdistan gülleri
ürkek avlu mırnavları
ceylansı hafız kızlar
kadim Zinciriye
kokar çocukluğum
Benusen burcunda sesin
girer düşlerimin rüyasına
hatıralar deşer
hatır yarasını
Hançepek türküsü yakar
babasının ciğeri filintalar
öksüz içerin
Zembilfroş dumanı

sürgüler çekilir
durur hücremde
tütsüler doğurur
yetim Bircuşah
kaynatsın ahımızı
dadaş Haburman
sağsın zor hüznümüzü
aygın Malabadi
kurşunlanmış can Kurşunlu
Dört Ayaklı minarem
dört ayağından vurulmuş
öyle bir zelzele
ki çetin gidişin
Mesudiye sütunları oy
gayrı yerinde durmaz
Parlı Safa Minaresi gibi dimdik
ömür kavgasını
verir hep kalanlar
dam loğu, et taşı
bulgur değirmeni
bir destandır burada yaşamak saati

Fiskaya Şelalesi
hazan olup yananda
gör nasıl
yeniden yağarım
dişimle tırnağımla loy loy
bir daha bulunmaz böylesi
gazel ölen
bizi
bizim gibisi

ROZERYA
yüreğin Hilar
mağarası gibi serin
yüreğin dağlarcası
gariban, ıssız
söyle sen hangi
boranın meltemisin
yanar dudağında karanfil tütün
yanar da verir
sırtını Kırklar suruna
ellerin kelepçe ellerin zozan
gözlerin zor kafesler
gözlerin zilan
içerin Kralkızı içerin mahzun
alıngan, kuğumsu
hançerem hançerli
suskum sahipkıran
bir masum pusuda tahtırevan
söyle ben nereye gideyim Rozerya
gel de gör içim dışım Amedya
yaşmaklara yaşamaklar doladın
Rabbinden razı
sesin papatya devrimi
sesin ardınsıra zılgıtlar
körpe nazenin
daha kaç mendil
sarsın yangın kederini daha kaç
ahraza bürünecek
cıvıltısı sabilerin

gel de izle Rozerya
aşklar şimdi bir mumya omuzlarda
tepişirken fevkinde
şımarık firavunlar
aziz bir şehir yıkılıyor altında
hal böyleyken hasmına kılınç
olsan da duramazsın içinde dimdik

çökersin soylu
sevdiklerin aşkına
biz şimdi sensiz
boyuna çöküş
biz şimdi gözlerinsiz
antik tohumduk
bak da yeşert Rozerya
Diyarbekir hayat ister bağında
yeniden nefes almak
biz ki yorgunluklar halkı
gürleşirdi alnımızın teriyle
ceddimizi saklayan aziz toprak
çocuklar eker
filintalar yeşertirdik yılmadan
usturalar kayarken ensemizden
bükülmezdik usulca
ata yadigarıydı mesleğimiz
yüreğimiz haykırır gözlerimizde
canımız o parola
yakıl ama yıkılma
söyle susma söyle Rozerya
yitik insanlık
hangi dağın ardında

RÜMEYSAH

sen, çocukluğumdun, masumiyetim
sen Bereket Han duvarları mazim
toz çuvallar üstünde dinginliğim
rüyam, göğüm, çölüm, denizimdin
raks eder, göllerin ıssız akışı
her nakışı, hüsrana yar bakışı
özlem tüten demden gönül kayışı
hem canım hem cananım, cevherimdin
ayrılık da aşka dahil, Rümeysa
bir hayatlık canı var ölümlerin
bülbüle uzaklar yakın Rümeysa
bir nefeste yayılır gül dediğin
Rümeysa, zarftan kuşlar fezamda
gurbetimin teli kopmuş sazımda
deli taylar uçar durur bağrımda
seven ruhta fren tutmaz Rümeysa
konmaz öyle her dala sev devrimi
sütü zift, balı zehir semahında
uzar, uzar, uzar, şeyhin gözleri
can kınına sığamıyor Rümeysa
bahar gamzelerin Fındık burcudur
müridi, mürşid kılar tek bakışta
dergahında cerenler kuruludur
aşka dizgin vurulmuyor Rümeysa

ŞİMDİ HERKES DİLOVAN
türkçülere karşı Kürd’üm
kürtçülere karşı Türk’üm
farsçılara karşı Arab
arapçıya karşı Fars’ım
zalim azgınlara karşı daima
ezilen halkların yanındayım
budur imanımın gereği
gözlerinde erimemin sebebi
budur onurluca yaşamak
bendimi çiğneyip taşarak
yezitlerin önünde hep Hüseyin
aşkımızın kadim bedeli
Diyarbekir denizinde tutuşmak
izinde göğüs germek boranlara
her ciğerin harcı değil
çekinmeyiz namlunun
ardına saklananlardan
yalnız senden korkarız Kahhar
paylaşmayı severiz denk
adaletin gölgesinde serinleriz
Amed sofra olur bağrımıza
diz çöker, omuz bağlar
kardeşlik türküleri tüttürürüz
gel ey can, sana da yer var
kurtul kibir tasmalarından
gel beraber sevinelim razı
aynı tastan yar içelim
Dicle aksın alnımızın üstünde
ensemizde masumiyet gülleri
sesimizde dilovanlar
delikanlı yeşersin

MAZİ İÇERDE ALBÜM
eser asi bakışlarında
hoyrat Fırtına Deresi
çakışır durur dikey yıldırımlarca
nehirlerde taş köprüler yüreğin
ormanlarda su ceylanları
şirin bir kıyımız vardı
bulutlar denizine sıfır
nehrin önü penceremiz
balıklar yarışırdı tutulmak için
nazenin oltamıza
yeşilin maviyle dansı gibi
yar sevmişem seni
saçlarında çay burcusu
ellerin yumuşacık, kınalı
nefesin bahar
gülüşün cehennem
ve anlatılmaz, yaşanır
hilesiz kucağın
Karester Yaylasında
bir ahu dilber loy loy
nasıl da söker adamın yüreğini
var mı böyle civan kırım
cinayetler içinde
oy sevmişem seni
dindiremez Palovit Şelalesi
bu güneyli hasreti
bir kere yakmıştIr kuzeyin kızı
aşkın kadim meşalesini
gidişin bile hayat sevgili
isimsiz mezarına yuva kuran
marandalardan belli

DEVRAN FEYEZAN
yaşamak, yaramıza alışmak
gidemeyiz kendimizden Neval
kaynaşmak zorundaydı
insanlar öz gerçekleriyle
bense gözlerinde hala saklambaç
yokluğunda körebe, feci
sessizliğin, yalnızlığımın başkenti
gidişin anadili ağır yorgunluğumun
yağmur yemiş paltolar birikmiş de
altında kalmış içerim sanki
serinliğin şimdi hangi gölgeyle
yürğim yüreğini bağırıyor Neval
can tenine gayrı sığmıyor
oy Kürdistan Dağları kokardı
tılsımlı, sıcacık nefesin
cönklerde antik harflerdi adın
şarkın, eski vadilerden miras
tüter yalçın geceler hücremde
ellerim ranzada, duvarda
masada, kafatasımda ellerim
hicran ki ne dar bir mezar
bilmem ne zaman uyanırdık
hasretinde uykular yaktığımız
kardeşliğin can bahçesine
yasların değil, düğünlerin
iktidara geldiği şenlik demleri
bilmem ne zaman yeniden
gelinliğinle yanımda sen
kurtulacaktın kefeninden

AŞK ŞİMDİ PARYA
ay ışığı çehren kokar
sırrın kırk kilitle kilitli
sadrımı yumruklayan sandukamda
şimdi sen bende tabut
bense sende kabristan
ve işte aşk kursağımızda parya
ne olur bitme Rotinda
şimdi karanlıktır yuvamız
çırılçıplak kaldırımlarda
sırtımda karakol kuşunları
kim vurduya çıkmış adım
öyle sensiz öyle öksüzüm ki yar
şimdi solmaklar yeşermek
acının rahmine gömülen cana
sor da anlatsın Turcel
söylesin Hıdır Tepesi
aşk bize hiç gülmedi Rotinda
aşka gül dererken yılmadan
varsın tütün saran çocuklar
gül kokusu nedir bilmesin
bilmişken zararsızlığı
değil mi ki iyilik onların hakkı
varsın bekletsin talih
sabretmek de güzel leylim
ay ışığı şelale olup yağınca
güzel yavruların düşlerine
seni hep bekleyeceğim Rotinda
çocukluğumuzun gariban
keresteden penceresinde

DİCLE HAZAN
bizim köyümüzde gonca
bahçeleri yoktu
yer sarı, gök kızıl
anızlar, başaklar, buğdaylar içre
kavruluş serinlikti
kara köy bebelerine
çeşme başları mutluluk nedeni
saflık, sadra nakışlı
hamaklar, divanlar
saman lifinden
sevdalar utangaç, namuslu
oysa bizim köyümüz
upuzun geceleriyle meşhurdu
eşkiyalar, haydutlar
çocukların hayaleti
pirlerin kabusuydu
ve kahraman değildi jandarma
derin devletliler
kahpe rütbeliler
esrar ticaretiyle meşguldü
büyü çocuk, büyü de kapat
şu haysiyetsiz cenaze çağı
büyü de büyüt narin
puştların kör ensesine
adil zülfikar
o demdir, ölse gam yemez
bîkes Diyarbekir
dargın tigrisim
argın haznedar

HAZAL
Taşköprü Köyünde adın
nakış nakış tütün kokar
Hazro türkünü çığırır
sanki arştan akar sular
seni ırmaklarca sevmişem
lo seni nazlı ceylanlarca
delilolar, govendler
ve fıkırdak şuşaneler
hey zalımın kızı, bir gülsen
göverse bağlar ile bahçalar
şemsin fırtınasıyla çöken devran
dolunayın kasırgasıyla filizlense
sevdamız ormanlara miras
biz bizsiz iz değiliz
biz bizde gürül gürül memleket
gürül gürül vatan
sen denizaltı şehrim
ben rüyalar alemin
 
Üst Alt