Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Engelliler Güzellik Yarışması / Sakatlar için yol ayrımı: taklit mi, eleştiri mi?

Dün dersten dönüyorum, ve deniz otöbüsünü bir dakika arayla kaçırdım. :cry:
Hemen yanındaki kafeye giderek soğuk ve yağmurlu bir İstanbul akşamında diğer deniz otöbüsünü beklemeye başladım sıcacık tavşan kanı bir çayın eşliğinde.
Hemen yanı başımdaki masaya bir kadın oturdu.Buraya kadar benim için hiç bir dikkat edilecek konu yok.Ama daha sonra kadını son derece dikkate alacak ve hiç tanımadığım bu kadını çok sevecektim.
Kadıncağız bir kumpir almış onu yiyiyor büyük bir iştahla ve garsondan bir kola istedi.Garson doğal olarak artık alışılmış sorusunu sordu;
Diyet mi, normal mi?
Ve kadın normal dedi.
Doğal olarak garsonumuz siparişi hemen yanındaki diğer garsona iletti.
Bir normal kola...
Diğeri itiraz etti.. :D
Çok ciddiyim, aynen şu cümlelerle;
OLur mu diyet olsun!!!!!!
Ve kadına bir kez daha sordular; diyet mi normal mi?
İşte kadını sevmeye başladığım an o an.
Sen ne terbiyesiz bir insansın.Normal diyorum ve sen diyet diye tutturuyorsun,Yapmaya çalıştığın şeyi anlıyorum.Yaptığın şeyin tek izahı var, hakaret ediyorsun.
Sesler yükselmeye başladı. Ortalık bir anda kaynadı. Garson cidden çok büyük bir terbiyesizlik ediyordu. Çünkü kadınımız oldukça şişman. Ve ona göre diyet kola alması son derece uygun. :twisted:
Nasıl herşey kulağımıza fısıldandığı gibi yer etmiş.Şişmansan zayıflamak zorundasın.Ve diyet yapmalısın. Bu halinle mutlu olmak gibi bir hakkın yok.
Öylesine kuşatılmışız ki, bu kuşatma altında kendi benliklerimiz ve kabullerimizle yaşayabilmemiz hemen hemen olanaksız hale gelmiş durumda.
Benim için işin trajik ve düşünülmesi gereken ve ivedilikle sonuçlanması gereken kısmı bu.
Bu kafedeki kadın gibi üstüne üstüne gitmekle başlayacak ilk adımlar.
 
mdz çok güzel yazmış: "KENDİMİZİ TANIMAYA ÇALIŞIRKEN DAHİ NORMAL SAYILAN KRİTERLERE GÖRE DEĞERLENDİRİYORUZ. 'BEN HER ŞEYİ YAPABİLİYORUM, HATTA ENGELSİZLERE GÖRE DAHA İYİ YAPARIM' GİBİ BİR ÇEMBERİN İÇİNE GİRİYORUZ. NEDEN Mİ? ÇÜNKÜ ENGELSİZ OLMANIN GEREKLİLİĞİ BEYİNLERE KAZINMIŞ.
KARDEŞİM, EVET ENGELLİYİM VE O DEDİĞİNİ SENİN GİBİ YAPMAK ZORUNLULUĞUM YOK, HATTA YAPAMAM"

Ve ben ekliiim: N'oooolmuş?!
 
Burada bir gerçek atlanıyor. Bu yarışmayla kimsenin bir yere eklemleneceği yok. Çünkü bu sistemin doğasına aykırı. Ama yapılan şey buna rağmen bir isyan. Surların dışına itilenler kapıları yumrukluyor sesleri duymuyor musunuz?

Bakın içerdeki dünya bir yalan ve bir sömürü dünyası olsa bile alternatifsiz insanlara içeri girmeye cüret ettikleri için kızamazsınız.

Çünkü siz sömürüden bahsederken neden bunların o sömürü sistemine dahil olamadıklarını açıklayamıyorsunuz.

Güzellik sömürülüyor diyorsunuz ama işte bu insanların güzelliği sömürülme değerinde bile görülmüyor. Sonuçta görülse ne mi olacak hiçbir şey. Ama en azından onlar da sömürülmeye değer görülecekler. Ya bunun aslında ne kadar önemli olduğunu görmenizi isterdim.

Baben abi mezenin baskaldırısı mı olur diyorsun. ABi bu ne peki?
Nasıl açıklayacağız bu si,steme dahil olmak için insanları dehşet içinde bırakacak bu meydan okumayı.

Diyorsunuz ki sistem güzelliği sömürüyor. Tamam anladık bunu biz de biliyoruz.

Peki devamla anladık ki bu engelliler de güzellik yarısması yaparsa aynı sistemin köleleştirme, ikileştirme, ötekileştirme mekaanizmasının çarkı olacaklar. Eyvallah.

İyi de kardeşim onlar bunu yaparken milleti aynı zamanda dehsete de düşürecekler. Çünkü sistemin bu ikilikleri yapmak için kurguladığı kalıpları da darmadagın edecekler.

Onları izleyen insanlar korkacak, iğrenecek, nefret edecek belki.

Butun bu olumsuz duygulara karsı oraya cıkmak bir isyan degil de nedir?

Sonucu o iğrenen insanların sistemine dahil olmak olsa bile yapılan bir isyan degil mi?

Mezeliği mi kaldı bu işin?

Tama biz de biliyoruz nihayetinde yapılanın kapitalizmin kalıplarından kendimize don biçmek oldugunu. Ama kapitalizm bu konuda çaresiz görmüyor musunuz?

Kapitalizmin biçtiği kalıplar kullanılıyor belki ama kalıplar kullanılırken yine o kalıplar dagıtılıyor. Anlamsızlaşıyor.

İşte bakın tam burada gelin olayın özünü ifşa edelim.

Engelli güzeller aslında sisteme eklemlenmek istiyorlar ama mevcut halleriyle sistemin kalıplarını kesinlikle istemeden ve farkında olmadan da parçalıyorlar.

Yani onaların yaptıklarında kendi niyet ve emellerinden bagımsız bir şeyler var.

Evet organizasyonu yapan kadın tam bir kompleks abidesi ve onun niyeti tam da eleştirdiğimiz şeyi yapmak. Yani sisteme eklemlenmek. Arzulanmak için sistemin bizden istedigini yapmak yani güzelliğe tapınmak, mümkünse güzel olmak vb.

Ama onlar bunu bir sistem onaları istemediği halde yapıyorlar ki bu bir başkaldırıdır. İkincisi hiç mi hiç farkında olmadan da sistemin altını oyuyorlar. Bakın birincisi onların bilinci dahilinde gerçekleşirken ikincisinden hiç haberler yok. Çünkü onalar sistem eklemlenmek için isyandalar sistemi yıkmak için değil.

Bu arada dilimizi agır bulan arkadaşlar da haklılar. Velakin biz burda bakkal ökkeş emmiye derdimizi anlatmıyoruz. Burada kuramsal bazda belli konsensüsler olustuktan sonra o elde edilen bilgiler halkın anlayacagı şekle nasıl olsa dönüşür. Lütfen bizim düşünsel olarak ilerlememizi "köydeki hatçe teyze annamıyor emme" geyigiyle eleştirmeyi bir kenara bırakın. doğrular derinlerdedir dostlar, onları bulmak için herkesin kullanmadıgı malzemeler yani kavramlar kullanabiliriz. Ama doğrular bir kez su yüzüne cıkarıldı mı artık herkesin malı olurlar. Herkesin anlayacagı şekilde ifade edilebilirler. Bu yüzden allah askına bırakın da istediğimiz gibi istedigimiz kavramlarla konusalım.
 
Baben abi mezenin baskaldırısı mı olur diyorsun. ABi bu ne peki?
Nasıl açıklayacağız bu si,steme dahil olmak için insanları dehşet içinde bırakacak bu meydan okumayı.
Her toplumsal hareketin bir usulü-adabı, yolu yordamı vardır Pegacım ;)

TEPKİ köşe yazılarımda bir parça anlatmaya çalışmıştım.. Çağdaş toplumda ses getiren ve kalıcı tepkilerin ancak ve ancak bilinçli + örgütlü hareketlerle yapılabileceğini vurgulamıştım. Burada ikisi de yok! :( Ya da olması gerektiği gibi yok!
Sevgili Bülent’in bir yazısında yerden yere vurduğu "Lay Lay Lom Derneği", “Kermes, Konser ve Plaket Derneği",
de demiştim orada.. İşte buradaki organizasyon böyle bir şey. Sözün kısası; Yemişim böyle başkaldırıyı, böyle meydan okumayı! :evil: Üzme beni! :)
 
Şair ''yüzleştir hayatla bildiklerini demiş'' ya .. Bizler yıllarca köylülere işçi sorunlarını, sendikal örgütlenmeyi ve
proleterya devrimini anlattık..Gecekonduları oluşturmayı denedik, oralar da kayıplar verdik..Hayatla yüzleştirilemeyen
bir düşünceydi onlar..Bakmayı öyle öğrenmiştik..Merkezlerimizi öyle oluşturmuştuk ve o merkezden bakıyorduk..Peki çok mu
kötüydü, yanlıştı o düşünceler? Hayır, kesinlikle hayır..Ama şunu da görebilirdik; Bu köylüler işçi olmak, iş bulmak için
çırpınıyorlar..İşe yerleştirdiğin adam önce sana kuşkuyla bakmaya başlıyor..Gecekondusunu yaptığın adam da önce sana karşı
korumayı öğreniyor, dört duvarını..

Sevgili o.boğa haklısın, haklısın da...Her şeyi kafada çözmüş olmak yetmiyor..Eğrisiyle doğrusuyla koca bir nehir akıp
gidiyor önünden..Ya atlayacaksın içine, yada ''nereye gidiyorsunuz'' diye bağıracaksın..Sen bu ikileme getirdin olayı..
Seninle aynı şeyleri canı gönülden söylerim ben..Fakat, sen de o nehire girmek, yıkanmak/kirlenmek yada doymak/teslim
olmak isteyenleri anlasan biraz..Merak etme her şey aslına rücu eder..Senin söylediklerin de ancak o zaman, o eylemi
yaşayan/gören insanların kafasına ''dank'' eder..

Yoksa kapitalizm şöyle der, modernizm de, postmodernizm de şunlar olur demek, düz bakmaktır bu olaya..

Kapitalizm denen olay, sürekli bir denge hali değil ki..Sürekli yıkılıp-bozulan denge halidir..Modasızlık bile moda
olabilir..
Modernizm de belirli, aynı olan ideolojik bir yapılanma değildir..Benim bildiğim bu çağda sayısız sistematik düşünce
akımı oldu..Hangisini temel alacağız bunlardan..Postmodernizm denen olay ise ''kafana göre takıl'' değişkenliğidir.

Bu düşüncelerle bakarsak bu olaylara yanılırız..Burada ki olay, ''normal'' olmanın dayanılmaz hafifliğidir..Yanıp
tutuşan yürekler senin karşı çıktığın her şey için atmaktadır..Onlar yaşanmadan senin söylediklerin, iyi söylem olarak
kalır, kalacaktır..Sen gel en iyisi, misafirim ol, bizde bir basın bildirisi okuyalım orada..Ama yarışmadan sonra..
 
Keşke bu tartışmayı bu güzellik yarışması hiç ortada yokken yapsaymışız. Çünkü bu haliyle öyle algılanıyor ki, sanki ben bu yarışmayı düzenleyenlere, yarışmaya katılanlara ya da yarışmayı destekleyenlere, "yapmayın, katılmayın, desteklemeyin" diyorum. Oysa benim için bu tartışma bu güncellikten tamamen bağımsız. Hatta sırf bu yakınlık kurulmasın, varolan organizasyon temelinde tartışmayalım diye senin açtığın başlığı (bkz) ayırmıştım. Yani hem kimin ne yapacağına dair yorum yapmaktan kaçınmaya çalışmıştım, hem de bana -haklı olarak- "sanane yahu, sen kimsin" denmesini istemiyorum :) Sahiden de bana ne, isteyen istediği şeyi yapar...
Benim amacım bu yazıyı/tartışmayı okuyan kişilerin zihilerini karıştırmak, onların soru sormalarını sağlamak. Birilerini yönlendirmek ya da -an itibarıyla- doğru olduğunu düşündüğüm şeyleri birilerine empoze etmek benim işim değil... Yazdıklarımdan "şunu yapın-bunu yapmayın" gibi bişey algılanıyorsa, o da sanırım bu sitede yönetici olmamdan dolayı. E ne yapayım o da benim dezavantajım işte. :)

Tekrar edeyim: Burada anılan organizayonu düzenleyenler/katılanlar/destekleyenler kendilerini kişisel anlamda bu tartışmanın dışında tutsunlar lütfen. Ben hiç bir sözümle onları doğrudan kastetmiyorum. Herkes keyfine baksın... :) Benim için önemli olan şey bir fikir tartışması yapmak ve onun insanlarda bırakacağı izler.
 
entegrasyon projesidir saygı duyarım ama şöyle de bir realite var ki neyi neye entegre ediyorsun, efendim tekerlekli sandalyeli tango dans gurubu kurmuşsun, ne alaka şimdi diye sorasım geliyor bir sakat her şeyi yapmak zorunda mıdır. işte bu bir dayatılan şablondur, bana da yapıldı okulda hoca beni odasında sözlü yapacak adam daha ilk sözde vucut bazı eksiklerini gidermek için başka yönlerini kuvvetlendiriyor senin de hafızan gelişmiştir şimdi dedi, güldüm durdum halbuki dün ne yediğimi bile hatırlamam mesela öyle bir insanım.
 
Geçtiğimiz uma günü okulun içinde bulunan Fazıl Say Salonundan çok güzel müzik sesleri geliyordu.

İçeri girdiğimde inaılmaz güzel dans eden bir hoca eşliğinde öğrenci arkadaşlarımın dans dersi aldığını gördüm.

Eskiden bedenimle ilişkilerim çok iyiydi. Çok güzel dans ederdim. Gerek yıllarca uzakdoğu sporlarıyla uğraşmam gerekse dans ederken çok mutlu olmam nedeniyle vucudumu kullanmayı her zaman çok sevmişimdir.

Tapınılan bir mabed gibi içinde kendimi iyi hissettiğim bedenimle mutluydum. Onu kullanmak, sınırlarını keşfetmek harika bir duyguydu. Uzakdoğu sporlarını yaparken bedenimin içinde hissettiğim kudret duygusu, ve yine bedenimle dans derken hissettiğim fiziksel estetik beni kendimden alır götürürdü.

Bedenimi hayatım boyunca hep çok etkin kullanmışımdır. Bu yüzden daha beş yasındayken yüzmeyi öğrenmiş, kimsenin çıkamadığı ağaçlara çıkmış, daha on yaşındayken büyüklerimi şok edecek denli binici olmuştum. Uzun yıllar sonra yaptığım sporda ülke çapında başarıları da hep bedenimle olan güzel ilişkim sayesinde elde etmiştim.

Kaza geçirdikten sonra daha önceleri kilometrelerce mesafeyi rahatlıkla yüzebildiğim denizle olan ilişkimi yeniden sorguladım. Başarısız bazı denemelerden sonra yeniden yüzmeyi öğrendim. Şimdi eskisi kaddar olmasa da yine yüzebiliyor ve kendimi çok iyi hissediyorum.

Uzakdoğu sporları bedenin kullanılabileceği en son formları içerdiğinden artık ona geri dönmem imkansız. Ama ya dans bu kadar sevdiğim, yaparken kendimi öylesine iyi hissettiğim dansa geri dönebilirmiydim acaba?

Bunu dans hocasına sordum. ABD de aldığı eğitim esnasında bir sürü engelli dansçıyla tanışmış. Tekerlekli sandalyesinde kimin ne düşüneceğini umursamadan sırf istediği ve müzikle bedenin senkronize hareketlerle sevişmesine aşık olduğu için dans eden insanlar...

Hocayla anlaştık. Ruhu gibi kendi de dünyalar güzeli bu kız bana yeniden dans etmeyi öğretecek. Bu arada dans hip hop :) Gerçi ben tango tercih ederdim ama...:)

Neyse lafı uzatmadan diyeceğim o ki; şimdi ben bunu yaptım diye acaba sağlamların dünyasına mı eklemlenmeye çalışıyorum? Beni bu başlıkta bana muhalefet eden arkadaşların bir çoğu bilir. Hayatın ne kadar içindeyim, psikolojik olarak nasıl bir yapım var çok iyi bilirler. Şimdi sormak istiyorum. Ben dans etmeyi ne için istiyorum acaba? Bu mevcut sisteme eklemlenme çabası mıdır yoksa içimden geleni yapma adına kurulu kalıpları iplememe halimi?

Bunun cevabı verilirse konu açıklığa kavuşmayacak belki ama en azından eleştirilerimiz daha bir anlaşılır olacak. Bunu derken bir ayrımın da altını çizelim. Güzellik yarışmasıyla bir engellinin dans etmek istemesi tabiki aynı şey değil. Peki ya engelliler için düenlenmiş bir dans yarışması olsaydı? Bilemiyorum ben bu güzellik yarışmasına kıvırdığım burnu ona da kıvırır mıydım. Hele bir de üç beş senedir dans dersi almışsam ve gerçekten de dans etmeyi istiyorsam. Ne derdim/derdik acaba?

Güzellik yarışmasıyla alakasız mı olurdu? Benim dans etme isteğimle kadınların beğnilme, arzulanma isteği arasında bir paralellik kurulabilir mi?

Sakın şam şeytanlığı yağtığım düşünülmesin. Gerçekten bu tartışma aslında biraz da kendi içimde çıktığım bir yolculuk. Nereye varacağımı ben de çok merak ediyorum.

Tartışma sona erdiğinde baştaki düşüncelerimi reddedersem beni döneklikle suçlamak için bazılarımız istediği fırsatı bulmuş olacak. Ya da belki söylediklerim konusunda daha da bir katı olacağım. Her halükarda samimi şekilde yürüyoruz, bu biline...
 
"Güzellik sömürülüyor diyorsunuz ama işte bu insanların güzelliği sömürülme değerinde bile görülmüyor":))))

bir kolu olmayan kız arkadaşım şöyle diyor du "istisnasız görüştüğüm her kadın bana kızım ne kadar güzelsin diyor ama iş evlenmeye gelince hiç biri oğlunu vermiyor nefret ediyorum bu iki yüzlülükten madem güzelim ver oğlunu o zaman, ya da güzelsin demeyin bana yeter artık"

valla pegasusun mesajından kendime pay çıkarayım heyyy kızlar beni her türlü kötü emellerinizde kullanıp sonra isterseniz bir buruşuk mendil gibi fırlatıp atabilirsiniz

söz valla vay niye etimden yararlandınız da sonra terk ettiniz diye çirkeflik etmiyeceğim:))
 
şu tango olayını şöyle açayım isterseniz...

ben kazadan sonra 70.yıl fizik tdv. de yatarken oraya bir derneğin t.sandalyeli halk oyuncuları geldi kafkas oynuyorlar... bilenler bilir kafkas oyunu bedenin transa geçtiği bir oyundur ve muazzam bir beden bütünlüğü ister. neyse ben 1 baktım annem ağlıyor, şimdi benim itirazım bakın biz olmayacağımız bir şey için taklit ediyoruzun o acınası, o mahveden ümitsizliğin çıplaklığının hüznüdür...

yoksa benim gibi tarkan çıktığında 300 500 DİSCO HOBA HAYDİ ELLER HAVAYA MODUNDA edilecekse dans buna ne itirazım olur ki:)
 
Gerçekten olaya sadece güzellik yarışması olarak baktığımızda farkında olmadan yanlışlar yaparız.

Özetle, güzellik yarışmalarının kadının fiziksel özelliklerinin kullanılması olarak ele aldığımızı söylemeye çalıştık. Ve işin başında kadının fiziksel özelliklerinin kullanılmasının yanlışlığını savunduk.

Ama aynı zamanda dikkatili okuyucular farkındadırlar mutlaka, bu karşı çıkışımızın bir işe yaramayacağını söylemeye çalıştık. Çünkü sistem bu anlamda ağını kurmuş durumda ve kadınlar bir şekilde fiziksel özellikleriyle sömürülecekler.

Söz konusu engelli olduğunda, engellilerin sömürüldüğü bir durum sistem içinde olmasına rağmen durum çok daha vahimdir. Sömürülmek için her şeyden önce bir kabul gerekir. Ama biliyoruz ki engelliler her alanda bir hiç yerine konulduğundan sömürülmenin ötesinde bir durumla karşı karşıyalar.

Engelliler bir çok anlamda yoklar. Eğitimde, sağlıkta her alanda sanki engelli insan yokmuş gibi bir yaşam sürdürülmüyor mu?

Evet sürdürülüyor ve bir yerden birileri ister başkaldırı deyin ister demeyin ne derseniz deyin engellilerle ilgili bir güzellik yarışması düzenliyor.Engelli kadınlarımız farkında olarak yada olmayarak, bana soracak olursanız farkında olmayarak sistemde var olan bir sistemin içinde bulacaklar kendilerini. Bu yanlış bile olsa şimdiye kadar hiç yapılmamış bir “ aa sende varsın “ ın bir mesajı olarak ele alıyorum .

Yanlış içinde doğru aranır mı?

Evet aranır, ve şu anda benim anlatmaya çalıştığım şey bu. Bizler ne yaparsak yapalım, ne kadar sistemli bir şekilde örgütlenirsek örgütlenelim kapitalist sistemin yoğun çarkları altında ezilmeye mahkumuz.Bu yoğun çarkın içinde ezilirken belki biraz daha az acı çekerek ezilmek doğrumudur yanlışmıdır bilmiyorum ama yapmaya çalıştığımız şey bu olmalıdır.

Düşmanı yok edebilmemiz mümkün mü? Keşke mümkün olsa, ben olmadığına inanalardanım. O halde düşmanla mücadele etmenin en iyi yolu onun yöntemlerini kullanmaktır.

Bu arada bu yarışmaya katılacak engelli kadınlarımızın burada tartıştığımız şeyleri düşündüğünü falan hiç sanmıyorum.Hiç umurlarında bile değil aslına bakacak olursanız. Olamazda zaten.Bu anlamda onları suçlamak gibi bir yaklaşım da değilim .

Var olan güzellik anlayışıyla daima kendini bu güzellerin dışında gören kadınlarımız kendilerine sunulan fırsatı hangi anlamda olursa olsun kullanma yolunda ilerliyorlar.Hiç kimse bu anlamda yaptıklarına yorum getirebilme hakkına sahip değildir açıkcası.

Sadece bizler kadınlarımızın bu ilerleyen yollarında olasılıkları düşünüyoruz. Niye düşünüyoruz?

Çünkü ciddi anlamda engellilerle ilgili bir sürü sorun var.Ve bu konu engellilerin bir çok anlamda hiç yerine konulmasından ayrı bir konu değil.Bu sebeple kalkıp, onca yoksulluk varken bunu mu tartışıyoruz vari bir yaklaşım ciddi anlamda engelli sorunlarına uzak olduğumuzun işaretidir.

Bunları yazarken müzik dinliyordummmmmmm.

İşte şu anda hissettiklerimi ve anlatmaya çalıştıklarımı yansıtan bir müzik, Hiç böyle algılamamıştım.

Türkiyenin güzel rock guruplarından Pilli Bebek söylüyor;

Olsun
Demek te zor artık
Çocuk düşlerimiz
Yok artık…..


İster güzellik yarışması, ister dans, ister başka bir şey, insan olduğumuz için içinde yapmayı arzuladığımız ama sistem içersinde yapılamayacağı tarafımıza duyurulmuş ve kabullenerek düşlerimizi yitirdiğimiz dünyada, bende varım demenin yolları…

Denenmeli, ve yapılmalı….. Yapmayı istediğimiz süre içersinde.
 
Everest o bahsettiğin derneği de halk oyunları ekibini de biliyorum. Gerçekten onları izleyince ben de derin bir hüznün pençesinde buluyorum kendimi.

Hatta yıllar önce bana neden basket oynamıyorsun dediklernde de benzer şeyleri hissetmiştim.

Yani evet, engellilerin bazı şeyleri yapmaya çalışması beni sinir ediyor.

Ama farkettim ki bunlar benim yapmaktan hoşlanmadığım şeyler. Yani mesela gidip tekerlekli sandalye de okçuluk yaptım ve bunu yapanlar bana hiç de hüzün vermiyor. Benim hoşuma gittiği için olabilir mi acaba?

Galiba biraz kendimizden kaynaklanıyor. Bizim hoşlandığımız şeyi yapmaya çalışıyorsa engelli arkadaşlar destekliyor aksi durumda da red mi ediyoruz?
Hı?
:)
 
Kişi (her ne sebeple olursa olsun) istediği her şeyi yapsmalıdır; yapsın da zaten. Dans etmekten hoşlanıyorsa etsin, şarkı söylemek istiyorsa söylesin, makyaj yapsın, mini etek giysin, dağcılık yapsın, bisiklete binsin, paraşütle atlasın, her türlü riski alsın, çapkınlık yapsın, fahişelik yapsın, sarhoş olsun, ayyaş olsun, sokakta yaşasın, hırslı olsun, okulu birincilikle bitirsin, müdür olmak için yırtınsın, okula gitmesin... her ne yapmak istiyorsa yapsın yani, her ne olmak istiyorsa olsun...
"Güzel/yetenekli/başarılı" desinler diye güzellik/dans/bilgi/spor yarışmasına katılmakla, "bu halinle ne işin var o işlerde" derler diye "o işler"den geri durmak, benim açımdan neredeyse aynı eleştiriyi alır. Her ikisi de toplumsal baskıyla hareket etme(me)yi öngörür. Keza yarışma mantığına karşı çıkmamın temel nedenlerinden biri de bu. İşin içine "başkaları"nı kattığınızda sorun oluyor diyorum ben. "Güzelliğinizi" sergilemek mi istiyorsunuz, sokaklar sizin. Bol makyajdan, mini etek giymekten, çapkınlık yapmaktan, dans etmekten mi hoşlanıyorsunuz; hep beraber Taksim'e gidelim :) Ama bunu biz istiyoruz diye yapalım. Başkalarına birşey ıspat etmek ya da başkalarının ne diyeceğini umursadığımız için değil.
"Güzellik yarışması düzenleyerek engellilerin de güzel olduğunu herkese göstermek, engelliler konusunda toplumdaki önyargıları yıkmak istiyoruz" derseniz, yani kendinizi başkalarıyla mukayese eder, bedeninizi kompleks yumağı haline getirir, bedeninizi halden-hale sokarak "sempatikleşmeye" çalışırsanız, bu o sakat bedenlerinizde sırıtır. Başkalarının ne dediğine bakarak yaşamaya çalışan kişiler -hele bir de o değer yargılarını "normal" sayıyorsalar- bence aradıkları huzur bulamazlar. Bizlerin kendimizle çatışmaya değil, bize biçilen rollerle, çizilen sınırlarla çatışmaya ihtiyacımız var. "Dans etme" dediklerinde -eğer istiyorsak- dans etmemiz, "makyaj yapma" dediklerinde makyaj yapmamız, "denize girme" dediklerinde denize girmemiz, "sarhoş olma" dediklerinde sarhoş olmamız... gerek. Ancak bu itirazları yaparsak varolan kurguları yıkabilir, kendimize nefes alacak alan açabiliriz. Ve inanın bu alan sadece sakatlara değil, herkese derin bir "ohh!" dedirtecektir.
 
Şunu öğrenmek istiyorum:
1-) Bu engelliler güzelik yarışmasına bütün engel guruplarımı katılacak?
2-) Yoksa bu yarışmaya sadece aynı engel gurubundan olan mesela tekerlek sandelyeli güzeller mi katılacak?

1. seçenek doğruysa jürilerin işi çok zor olacak. Çok çeşitlilik içerecek fiziki yapılar içerisinden hangi kritere göre seçim yapılacak? Düşünebiliyormusunuz podyumda onlarca farklı çeşitli, enteresan şekilli yaratıklar. Bunların arasından en güzeli seçmeyi nasıl başaracaklar? Bu iş Lahanayla-Turşuyu kıyaslamaya benziyor.

2. seçenek doğruysa, yani herhangi bir engel gurubu için bu yarışma düzenleniyorsa bir kere bu yarışma kesinlikle adil değil derim ben. Ne yani mesela körler yarışmaya katılacakta, sağırlar katılamayacakmı? Diyelim ki bu yarışma körler arasında geçecek olsun. İyide körler bütün engel guruplarını temsil etmiyorlarki. Madem öyle bu yarışmaya engelliler güzellik yarışması deil, körler güzellik yarışması ismini versinler. Hiç değilse bu yarışmaya katılmayı düşünen diğer engelliler boş yere heveslenmemiş olurlar.

Anlayacağınız bu yarışma çok absürt mantık üzerine kurulu.
Güzellik yarışması değilde Çirkinlik yarışması diye bir yarışma olsa bu yarışmaya engellilerin katılması daha mantıklı olurdu belkide.
Kabul görmüş standartlara göre istenilmeyen biçimde, şekilde, tipte (yani çirkin) olan insanlar arasında en güzeli bulmayı hedefleyen bu yarışmayla, Çirkinler arasından en az çirkini bulma yada başka deyişle En güzel olan çirkini bulma amaçlanıyor gibi.

Bu yarışmadan 1. çıkan güzel, en güzel ünvanına değil, en az çirkin ünvanına sahip olacaktır. Oturanboğa nın da değindiği gibi normal insana en yakın, onun en iyi taklidi olan anormal insan seçilmiş olacaktır.
Bu yarışmada dereceye giremeyen engelliler ise çirkinin çirkini olacaklarından hilkat garibesi ünvanını elde etmiş olacaklardır. :D
Hele birde bu yarışmaya girmeyen, girmeye cesaret edemeyek derecedeki engellileri düşünün. Bunlara tayin edilecek ünvanı düşünemiyorum bile.
 
Eskiden güzellik yarışmalarını şaşkınlıkla izlerdim. Düşünsenize... Biri çıkacak kadın ya da erkekte model çizecek. İnsan güzelliğini bu modele göre değerlendirecek… Kabul eder misiniz? Aşık olduğunuz bir kadın ya da erkek bu modele uymadı diye terk mi edersiniz?

Tek… değişmez… mutlak bir güzel nasıl olabilirdi? Aklım almazdı.

Bu anlamda, güzellik yarışmaları çok absürd gelirdi. Şimdi ise, engelliler güzellik yarışmasına kimi tanıdıklarımın da katıldığını öğrendim. Şaşırdım mı? Hayır. Çünkü, bu insanların ne politikayla, ne felsefeyle, ne bilimle, ne de sanatla hiçbir ilgilerinin olmadığını biliyorum. İnsanın kendisiyle ilgisi yoksa, sistemin uydusu olur. O yörüngede gezer, durur. Bunlarda öyle işte!

Her birey tektir. Yani biriciktir. Biricik olan biricik olanla yarıştırılamayacağına göre, bu yaşananlar burjuva dünyasının bir sultasıdır. Kimdi bilmiyorum. İki türlü insan vardır diyordu. Biri öğrenme ödevini üstüne almış insan. Öteki ise, inanmak için yaratılmış insan. İnsan olmanın bilincini algılamayan insan, burjuva dünyasının yarattığı kültürde, güzellik yarışmalarına katılarak sistemin bekçiliğini yapıyor.

Sevgili Baben!

Evet, daha önce Pegasus’un ironi yaptığıyla ilgili iletisini okumuştum. Ama yine de, uyarın için teşekkür ederim.

Ve... Pegasus!

Ben yaptığın ironinin anatomisini de aklım erdiğince anlamaya çalıştım. Görmek istemediğimden değil, bizzat gördüğümden bu değerlendirmene katılmadım.

Neden mi? Çünkü, burjuva uygarlığı, demokrasi dedi. Demokrasiyi yasalarla sınırladı. Burjuva uygarlığı, sivil toplum örgütleri dedi. Sivil toplum örgütlerinin ellerini ayaklarını bağlayarak kımıltısız bıraktı. Şimdi sen, güzellik yarışmaları için, bir başkaldırıdır diyorsun. Evet, sözüm ona burada ironi yapıyorsun ama böyle yaparak “başkaldırı” sözcüğünün içini boşaltmıyor musun? Tıpkı burjuva uygarlığının yaptığı gibi, demokrasi demokrasi deyip biçimsel bir demokrasi bizlere öğretilirken, sen de, sözcükleri yerli yerinde kullanmadığından hem o sözcüğü insanların yanlış algılamasına yol açıyor, hem de, yaşamda karşılığı olan bir sözcüğü böyle kullanarak o kavramı işlevsiz bırakmıyor musun? Böylece, sistemi dışlayan bir sözcük, sistemin işlevini artıran bir sözcük olup çıkıveriyor. Benim itirazım buna...

Zaten, burjuva uygarlığının istediği de bu… İnsanlar böyle bir sistemde, herhangi bir şeye tepki verebilirler. Ne yaparlar? Örneğin, bir çevre örgütünün bireyleri, çevremizi koruyalım diye eylemler yapar. Afişler asar. O insanlar, sokaklarda tepinip akşam olunca evlerine tıpış tıpış gelirler. Sonra ne olur? Hiççç… Koskocaman bir hiççç… Burjuva uygarlığı, bu eylemlerin hiçbir yaptırım gücü olmadığını bildiğinden sesini çıkarmaz. Çünkü, insanlar tepkilerini sokaklarda bağırarak boşaltırlar. Böylece, çok farklı yerlere gidebilecek tepkiler, bir şekilde denetim altına alınmış olur. İşte bu yüzden oyuna geliyoruz demiştim.

Bir de , modern eşitlik değerlendirmene “ temelde eşitsizliğe dayalı bir sistemde eşit olunamaz” gerekçesiyle katılamayacağım.

Evet, evet, bu konuda bir çözümleme amacı güttüğünün farkındayım. Ama, “ gerçek” sözcüğünün de, bizzat insanları bir konuda yaptığımız çözümlemelere inandırmak için kullandığımızın da farkındayım. Gerçek bu deriz… Gerçek aşk deriz. Gerçek sevgi deriz. Oysa, gerçeğin bizim dışımızda olduğunu bilmeyiz.

Demişsin ki;

Ve engelli dışarda kalmaya isyan ediyor başkaldırıyor. Engellinin bu başkaldırısı kendisini sömürecek olan avrupa ülkelerine gitmek isteyen mültecilerin tavrına benziyor. Bir yanıyla sömürüleceğini bildiğimiz bu insana vize vermeyen Avrupa ülkelerine kızmıyor muyuz? İşte aynı mantık burada da devreye giriyor.

Buradaki temellendirmeni anlayamadım.

Sen de bilirsin! Bir olgu, başka bir olguya geçiş yapılarak tanıtlanamaz.

Hem madem ki gerçeklerden söz ediyoruz!!!

İşçiler, eğer patronlar olmazsa biz aç kalırız demiyorlar mı?

Her önüne gelen Avrupa ülkelerindeki refah seviyesinden söz etmiyor mu?

İstatiklerde, Avrupa ülkelerindeki kişi başına düşen milli gelir seviyesi yüksek çıkmıyor mu?

Ne sömürüsü! Öyle bir şey mi varmış!!! Yok canım... Daha neler...

Ayrıca, niye umursanmamak köle olmaktan daha beter olsun? Hah! İşte! Yine başkalarına göre değer biçiyoruz kendimize.

Cesaretmiş! Yine sözcüklerin içi boşaltılıyor. Biliyorum… biliyorum… çözümleme yapıyorsun: :D :D

Andante demiş ki;

Yanlış içinde doğru aranır mı?

Evet aranır, ve şu anda benim anlatmaya çalıştığım şey bu. Bizler ne yaparsak yapalım, ne kadar sistemli bir şekilde örgütlenirsek örgütlenelim kapitalist sistemin yoğun çarkları altında ezilmeye mahkumuz.Bu yoğun çarkın içinde ezilirken belki biraz daha az acı çekerek ezilmek doğrumudur yanlışmıdır bilmiyorum ama yapmaya çalıştığımız şey bu olmalıdır.


Offf! Offff! Nesnel gerçekliği görmeyip “yanlışın içinde doğruları aramak” yanılgı içinde yaşamak değil de nedir? Hem de, yanlışı bilmeden yanlış yapmaktan da kötü değil midir?

Niye ne kadar örgütlensek örgütlenelim, kapitalist sistemin çarkları altında ezilmeye mahkumuz? Eğer, öyle olsaydı, insanlık bu aşamaya gelmezdi. Böyle bir söylem, insanlığın tarihsel sürecini red etmektir bana göre… İnsanlığı, karanlığa haps etmektir.

Yine demiş ki;

Düşmanı yok edebilmemiz mümkün mü? Keşke mümkün olsa, ben olmadığına inanalardanım. O halde düşmanla mücadele etmenin en iyi yolu onun yöntemlerini kullanmaktır.

Evet, düşmanı yok etmek için o düşmanın yöntemlerini kullanmak gerekir! O da, akıldır kanımca. Bak! Ne güzel bilinçlerimizi dumura uğratıyorlar!

Haaa… Bir dediğine katılıyorum. O yarışmaya katılan bayanların hiç de, bu tartıştıklarımız umurlarında olmadığının görüşüne... Nerden mi biliyorum? Çünkü, birkaçını tanıyorum.

Fuzulim… Belki senin sorularının tam karşılığı değil ama adaylardaki katılma şartları şöyle…

Önce aklımda kalanlardan başlayayım…

Pırıltılı gözler…

Sempatiklik…

Çekiciliğini bir beceri olarak kullanabilmesi…

Engelli olmasına karşın, yaşama sıkı sıkı sarılması

Sosyal ve kültürel yaşamın içinde olması

Kendisini ve karşısındaki engelinden sorumlu tutmaması… v.s. v.s.

Katıla katıla gülüyorsunuz değil mi? Ben de…
 
Kardelen harikasın. Ne güzel ifade ediyorsun düşüncelerini. Üstelik sıkı da eleştiriyorsun.

Peki, ben de sana cevap vermeye çalışayım. Ama senin gibi araya ince alaylar serpiştirmeden.

Ama ondan önce bu konuda tümden bir karara varmadığımı söyleyeyim. Yani senin gibi nihai durağa varmış değilim ben henüz. Sen tümden teşhisi koymuşsun, ben bazı belirtilerin ne olduğunu kesin olarak anlasam da bu belirtilerin bambaşka nedenlerden kaynaklanabileceğini düşünen dikkatli bir hekim gibi davranmak istiyorum izninle.

Ve evet olayın karmaşıklığını kendimce çözümlemeye çalışıyorum. Yanılabilir miyim? Tabiki. Yeter ki bana bunu açıkça göster.

Bir kere şu ön kabulune cepheden bir kılıç sallamak istiyorum izninle.

“İnsanın kendisiyle ilgisi yoksa, sistemin uydusu olur”

Aslında bu önerme insanlara bakınca pek öyle olmuyor. Evet ben modernizmi savundum bülente karsı. Ama biliyor musun seninle insana da cok farklı bakıyoruz. Sen romantik bir şekilde insan kendine donunce bunlarla ilgilenmez, sanatla, siyasetle, felsefeyle ilgilenir sanıyorsun. Oysa günümüzde kendisine dönen insan bunlarla değil aksine arzularıyla ugrasıyor. Senin zihnindeki utopist insan Marksın kafasında da vardı. O da burjuvanın zincirlerinden kurtulunca insanlar hep yüce seylerle ilgilenir diyordu. Dogrusu bu ya ben de oyle olmasını cok isterdim. Ama maalesef kendine dönen insan kendi hazlarının, arzularının kapısını da aralamış oluyor. Bunları aşması için ne ömrü nede sıradan insan bilinci yeterli olmuyor. Bu yüzden mesela “bu güzellik yarısmasına katılanlar kendilerine donmuyor” sözü tartışmalı. Kimbilir kardelen belki de kendilerine dönen ve bu şekilde davranmayı tercih eden onlar. Hem bu şekilde davrananlar sadece onlar mı kardelen. Eskinin senin tabirinle kendiliğinin farkında olan bireyleri bugun hep reklamcı olmuşken onları nasıl suclayabiliriz?


Bireyin biricik olduğu konusunda çok haklısın. Sadece o biricik bireyin diğerleriyle yarısmak gibi biricik özellikleri de oldugunu atlamıssın. Bunu burjuvaya baglamak biraz kolaycılık. Belki insan boyle olmasa burjuva yasayamazdı. Doğrusu bir üst anlatı sanatı olarak insanı yücelten söylemlerine büyük saygı duyuyorum ben. Ama saygı duymanın ötesine geçip inanamıyorum….Sorun sanırım burada.

Evet eleştirin haklı olabilir. Engellilerin sisteme dahil olmak için kapıyı tırmalamalarını “baskaldırı, isyan” gibi kelimelerle ifade etmek bu kelimelerin içini boşaltmak olabilir belki. Ama sen de bu yapılanı isyan olmamakla ifade ederek aynı seyi yapıyor ve yapılana basitlik atfediyorsun. Oysa bir düşün bunca kalıplara rağmen çıkıp bunları giymeye cesaret etmek sonunda her neye hizmet ederse etsin kolay mı acaba? Sana iğrenerek bakan insanların karşısına çıkıp “ben de güzelim ulan” diyebilmek isyan değilse nedir? Bende biliyorum sonuçta bu tavrın neye hizmet ettiğini. Ama bu hiç istenmediğin Alana grime isteiğini nasıl açıklarız. Başkaldırı demeyelim. Peki ne diyelim….

Aslında buradaki sorun sistemin biçimsel kalıpları arasında sıkısmamız değil. Farkında mısınız bilmem ama meselenin ucu gidip bizzat insan dediğimiz canlıya dayanıyor. Burada insanı konuşuyoruz. Bir yanıyla sistemin kölesi olan ama bir yanıyla da evet bu kölelik sistemi dışında alternatif yaratacak bilinci oluşturamadığının da farkında…bu farkındalık olmasın bu tavırların nedeni.

Modern eşitlik değerlendirmesi uzun hikaye. Kaldıki insan eşit değildir asla. Bu boş bir laf salatasından ibarettir. Eşitlik eşit olmayan insanlara düzen için sağlanmış bir konsensüstür sadece. Yoksa eşitlik diye bir şey yoktur. Eşitliği var kılan bir şekilde ona ihtiyaç duymamızdır. Yaşam bunlarla ilgilenmez.
 
Bir konu da fikrini söylemenin bir çok yolu vardır.Ya sesini yükseltirsin, bağırır çağırırsın ve karşındaki senin gibi düşünmüyor diye kızgınlık kat sayını artırarak konuşmaya devam edersin, yada bunların hiç birini yapmadan ama ortak payda senin gibi düşünmüyor diye ince bir alayla işini yaparsın.

İki tarzdan da nefret ederim. İnsanı biricik olarak kabul edip, onun düşüncelerini kendine benzetmek istemek için verilen çabayı da asla anlayamam.

Bana göre en doğru yaklaşım. “Ben böyle düşünüyorum” şeklinde gelişen bir tavırdır.Hem kendini özel kılarsın bu tavırla hemde karşındakini insan yerine koyarak onun biricikliğini kabul edersin.

Yazış biçimindeki tarza onay vermediğim halde sevgili kardelen yanıt vermek babamdan kalma eski bir alışkanlık.

Olaylara sadece kendi pencerenden baktığın için yazdığım şeyi anlamakta zorlanıyorsun gibi geldi bana. Ya da ben daha doğru yazabilirdim. Yazamamışım demek.

Evet ne yaparsak yapalım bizler bu kapitalist sistemin çarkları altında ezilmek zorundayız. Ezildik, eziliyoruz, ezileceğiz….Şu anda bu sistemi yıkabilmek adına bir oluş biliyorsan söyle bizde katılalım. Ben bilmiyorum açıkcası….Dünyada kapitalist sistemin dışında yaşayanların olduğu bir yer var mı? Vallahi gençliğimizde mücadele verdik ve bu uğurda öldükte ama son noktada yine kapitalizmle kucak kucağa yaşamaya devam diyoruz.

Bu sistemi yok edebilmek adına bir oluş şu anda mevcut değilse ne yapacağız? Ben bugünü görüyorum, ütopik gelecekleri değil...Ve konuşmalarım bugünle ilgilidir.

Bunlar çok ama çok ayrı olarak tartışılacak konular. Ben bunu tartışmıyorum ki….

Ben bugünden söz ediyorum. Bugünün koşullarında var olan nesnellikten söz ediyorum.

Ve bugün var olan nesnel koşullarda engelliler diyorum bir hiç yerine koyuluyorlar. İtiraz edebilirmisin buna.Etmezsin sanırım. Hangi alanlarda hiç yerine konuluyorlar.? Aklımıza gelen insanca yaşamaya dair her alanda.

Güzellik kavramı da, benim için tartışılacak bir şey değil. Bunları önceki yazılarımda belirttim. Ben ne düşündüğümü ve bu konudaki açılımlarımı biliyorum. Burada benim düşüncemin bir önemi yok.

Aynı şekilde senin düşüncelerinin de bir önemi yok.

Engelli var olan güzellik anlayışıyla kendini çirkin buluyor. İşte şu andaki tek gerçeğimiz bu..Kimi bunu itiraf edebiliyor kimi edemiyor. Ama büyük bir çoğunluk var olan güzellik anlayışında kendini koyduğu yer belli.

Ve birden bire karşısına bir güzellik yarışması olgusu çıkıyor. Yarışmanın şartlarında aranan kriterlere bakmadığımı mı düşünüyorsun. Sen katıla katıla gülmüş olabilirsin ama ben çok büyük bir acı duydum o şartları okurken.

O şartlarda dahi var olan güzellik kavramıyla baş edilemeyeceğini bilmenin ve kabulün yansımış şekli var. Fuzulimin anlatmaya çalıştıklarını inanın bana bunları düzenleyenlerde düşünüyor. Düşünmek zorunda. Çünkü onlarda bu var olan güzellik kavramıyla yoğrulmuş insanlar.

Ve birden bire engelli kadınlarımız bir şekilde kendilerini gösterebilmenin bir yolu olarak bu yarışmayı kabul edip kendilerini ortaya koyuyorlar. Ben keşke engelli kadınlarımız bunu bir başkaldırı olarak ele alıp, sizlerin güzellik anlayışı sizin olsun ben kendi bedenimle varım diyebilse yi çok daha önceki yazılarımda belirttim.

Ve bunu asla yapamayacaklarını söyledim.

Pegasus ise, var olan güzellik anlayışıyla engelli kadınlarımızın o bedenleriyle sahneye çıkışlarının bile çok önemli olduğunun altını çizmeye çalışıyor.Çok iyi bildiğimiz gibi engelinden dolayı duyduğu utançla sokağa çıkamayanlar var benim ülkemde. Başka nedenlerle değil, engelinden utandığı ve kendisini çirkin bulduğu için sokağa çıkamayanlar var diyorum. Ve bu bazıları için herşeye rağmen kensini sorgulamanın bir başlangıcı olabilir. Olmayabilir de. Ama ya olursa....Kapitalist sistemin sağladığı bir fayda olarak artı hanesine yazılır. Olmazsa eksilerimiz zaten yeterince fazla diyorum, anlatabiliyormuyum?

Evet farkında olmadan büyük bir cesaretle bir işe başladılar. Bizler gibi düşünmüyorlar, ben hiçbirini tanımıyorum yarışmaya katılanların ama çok daha farklı bir yaklaşımla oradalar.

Ve diyorum ki, ne adına olursa olsun, orada olmak mı istiyorlar, olsunlar o zaman(.Zaten bu anlamda onlara engel olmak gibi bir niyet taşıyamayız. O halde var olan gerçeği olumluya dönüştürebilme yöntemlerini bulmamız lazım).Bu hakları ve özgürlükleri var.Tıpkı pegasus un dans etmek istemesi gibi.Pega arada fark olabilir mi diye sormuş

Nüans farkları olabilir belki ama inan bana bazı sakat kafalar engellinin dans etmesini de anlamsız ve çirkin bulabilecektir.Çünkü canımcım kalıplaşmış şablonların dışına çıkabilmeyi başaranlar çok fazla değil.

Ben bu olayları kişinin yapmak istediği şeyi yapması gerektiği şeklinde algılıyorum .

Yerleşik , daha doğrusu bizlere yerleştirilmiş düşüncelerde engellilerin nefes almaya bile hakları yok aslına bakarsanız.Ve nefes almamaları için de hemen her şey yapılmaya devam ediyor.

Ve pegaya katıldığım bir konu daha var. Eşitlik meselesinde.. Ve en büyük eşitsizlik, eşitliktir dersem yine şimşekleri üstüme çekeceğimi biliyorum ama varsın çekeyim. Dedim bile…. :D
 
Sanemcim, o sizin dediğiniz MUTLAK EŞİTLİK! Öyle bir şeyin olması mümkün değil zaten.. Eğer öyle bir şey olsa hiiiç çekilmezdi dünya bea. :p Yarışma diye hiç bir şey olmazdı.. Futbol maçları, olimpiyatlar vb.. hiç bir şey olmazdı.. Kalsın o.. :(

Bizim uğrunda mücadele verdiğimiz şey: Haklar ve fırsatlardaki eşitlik.. Ya da uçurumun azaltılması.. Ayrımcılığın yarattığı eşitsizliğin giderilmesi için mücadele etmek.. Hani burası "Ayrımcılıkla Mücadele, İnsan, Toplum bıy bıy" forumu ya :p bi hatırlatayım dedim.. Buna da itirazınız olmaz heralde.. :wink:

Bu saatte anca bu kadar.. Daha sonra dönecem yine.. :D
 
Babencim,

Mutlak eşitlik diye bir şey söz konusu bile edilemez zaten.Bu konu da kesinlikle sana katılıyorum.

Ama yine de eşitlik diye bir şey söz konusu değildir diyorum ben her şeye rağmen. Ama bu cümle eşitlik kavramına yüklediğimiz anlamlar sayesinde çok yanlış anlaşılabilecek bir şey de zaten.

Bak etrafına, doğa da her şey birbirinin aynısı mı? Eşit mi? Hayır kesinlikle değil, öylesine farklılıklar var ki ama en önemlisi bu farklılıkların ortaklaşa yaşamıyla bir kabulü de var ve bu yüzden dengeleri biz insanoğlu bozmasak son derece güzel bir ahenk var.

Çok ama çok basit bir örnekle açıklamaya çalışayım söylemek istediğimi.

Biliyorsun ben müzik öğretmeniyim. Müzik dersinin nasıl bir algılanışı vardır bilirsin. Güzel sesi olan ve bir çalgıyı güzel çalan öğrencilerle harika geçebilecek bir ders. Peki bülbül sesine sahip olmayan ve kargayı aratmayan bir kişiyle bu dersi nasıl yapacaksın. Onu eşitleyerek bülbül seslilerle en büyük eşitsizliği yapacaksın demektir.

Peki onu eşitleyemezsen yok mu sayacaksın. Ki eşitleyemeyeceğimiz de bir gerçektir Ee o halde. sen sus söyleme mi diyeceksin.?Bu yüzden bu konunun tartışılacak yeri tam burası.

Eşitsizliği bildiğinden ve insanoğlunun doğasının eşitsizlik üzerine kurulu olduğunu kabul edip, bülbül seslilerle karga seslileri hiç kıyaslamadan eşitlemeye çalışmadan var olan potansiyeline saygı göstereceksin.

İşte bunu yaptığın zaman başarabildiğinde yani ,öylesine güzel bir atmosferi yakalarsın ki tıpkı doğadaki gibi her şey denge içinde olur. İşte bunu yapamadığımız için herkesi eşitlik felsefesiyle aynı kefeye koymaya çalıştığımızdan çatışmalar ve insanı yaralamalarla yüzyüzeyiz.
 
E sen "sana katılıyorum" demişsin ama verdiğin örnek yine mutlak eşitlik üzerine..

Elbette doğadaki hiçbir şey birbiriyle eşit değildir bu anlamda.. (İyi ki de değil.. Yoksa hiç çekilmezdi dünya ;) Düşünsene aynı fabrikadan çıkmış, aynı marka otomobiller gibi herkes.. İyyyyk.. :( ) Hele insanların yetenekleri başı çeker. ;) Bu yüzden; sosyalizmin bilindik bir ilkesi vardır hani: "Herkes çalışır; herkesten yeteneğine göre alınır, herkese hakettiği (bir sonraki aşamada herkese ihtiyacı kadar) verilir..

Tekrarlayım: Kastedilen eşitlik: "Haklar ve fırsatlardaki eşitlik." Yeteneklerdeki eşitsizlik değil!! Yani aynı dünya üzerinde; biri çöplükten ekmek toplamak durumunda iken, diğeri bir aylık asgari ücreti bir akşam yemeğinde masada bırakıyorsa orada bir problem vardır, demektir. :evil: Bu da hiçbir şekilde olumlulanamaz..

Müzik konusundaki örneğin canlısı karşında. :p Lisede seçmeli ders zamanı resimi seçene kadar müzik öğretmenlerim benden neler çekti.. Bi onlar, bi de Allah bilir.. :twisted:
 
Tabikii canımcım verdiğim örnek mutlak eşitlik. Diğer anlamdaki konuya hiç girmek istemiyorum çok farklı bir alana kayabiliriz.

Canımcım, işte bu yüzden çoklu zeka anlayışını kabul edip sana o işkenceyi çektiren müzik öğretmenlerine lanet okuyorum :D Oysa kabulle neler yapılıyor keşke bir anlığına dersime girebilsen.

Düşünsene edebiyat dersinde kompozisyon yazmak zorundasın.Yazamıyorum kardeş ne olacak????Her yazılı da 30 puanın gidecek demektir bu.

Bu arada çok farklı bir alana kaydık farkındamısın? Sen işin içine girince hep böyle oluyor zaten. :D :D :D
 
Sevgili Pegasus!

Bir kere şunu öncelikle söylemem gerekiyor. Senin bir şeyleri çözümleme amacına saygıyla bakıyorum. “Ne güzel diyorum “ içimden. Gencecik beyinler, insanı ve toplumu çözümlemeye çalışıyor… Oysa, ben üniversiteli yıllarımda, kendi öznel dünyamın çıkmazı içinde debelenip duruyordum. Sen benden çok ilerdesin Pegasus. Bunu yadsıyamam. Keşke her üniversite öğrencisi senin gibi olsa…

Evet, haklısın. Ben kendimce bu konuda noktayı koymuş bulunuyorum. Ama, illa ki, benim dediklerim doğru diye bir kaygı taşımıyorum. Bilim bile yanlışlanabilir olduğuna göre, böyle bir kaygıyı taşımam çok absürd olurdu.

Haa! Sen burada bir çözümleme yaptığını iddia ediyorsun. Ben de, o çözümlemede aklıma yatmayanları kimileyin sorular sorarak anlamaya çalışıyorum. Çünkü, eğer temellendirmen sağlam olsaydı, benim soru sormama gerek kalmazdı. Zaten sen de yanılabileceğini söylemişsin. Bunu sevdim işte… Evet, insan yanılabilir. Her yanılma, bir deneyimdir.

Şimdi gelelim insanın kendine dönmesi sorununa…

Bir kere, şunu unutmamak gerekiyor. Öğretileri, kuramları bilgi anlamında bilmek yetmez. Öğrendiklerimizi yaşama geçirmezsek, o bilgileri kafamızın içinde bir yük olarak taşırız ya da taşımayız. İnsanı dönüştürmeyen bilgi bilgi değildir. Demek ki, sorun yine dönüp dolaşıyor bildiklerimizi içselleştirebiliyor muyuz, içselleştiremiyor muyuz sorunsalına dayanıyor. Bir de, bunun başka bir boyutu var. Çoğu kez, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oluyoruz. Savunduğumuz görüşü, ne kadar biliyoruz? Senin bir zamanlar, mücadele edenler dediğin kişiler, evet, yalnızca bugün reklamcı değil aynı zamanda, en büyük gazetelerin köşe yazarları… Günümüzün modası liberal olmak… Sen de okumuşsundur belki… Bugün köşelerinde eskiden yaptıklarını açıklarken, Kapital’i okuyup bir şey anlamadıklarını söylüyorlar. Ha! Demek ki, sorun burada. Hangi kanatta yer alırsa alsın, savunduğu görüşü, bilmeyen bir nesil yetişti. “Bilmem neyim “ dedi. Ama savunduğu görüşün gerçek anlamda ne kuramını anlayabildi ne de içselleştirebildi.

Sen insanın kendine dönmesinden, kendinin farkında olmasından ne anlıyorsun? Bana göre, ilk önce, insan “ben kimim, niye yaşıyorum, yaşamın anlamı ne, ben ne işe yarıyorum ” diye sormalı kendi kendine… Bu bir başlangıçtır. Ve bu uzun yollu bir süreçtir. Peki ben neyi sorguluyorum? Kendimi… insanı… Sonra bir bir başlar zorluklar… Çünkü, yanıtlar gerçekten de dağ gibi aşılacak merdivenler gibidir. Zorluk, gerçeklerin acımazlığıdır. Bu acımazlıkları kabul etmek ve kendini dönüştürmek cesaret işidir. Cesaret, karakterini eyleme dönüştürmektir. Eylem, kararlılık ve sorgu ister. Nasıl… neden… niçin… ?

Bana göre, niçin yaşıyorum sorusunun yanıtı, insan içindir. Neden peki? Çünkü, insana borcum var benim. Öyleyse, bu borcu ödemem gerek. Demek ki, sorun burada düğümleniyor. Peki insan, kendini/insanı sorgulama aşamasına nasıl gelecek? Felsefe ile… sanat ile… Çünkü, felsefe ile düşünmenin doğru yolu açılır. Doğru düşünmek, yolları temizlemektir. Bilincini arındırmaktır.

Kendine dönen insan, özgürlüğün sorumluluk olduğunu öğrenir. Kendine dönen insan, duyusal hazlarının peşinde koşmaz. Kendine dönen insan, melankolik yaşamaz. Cesaret, kendine dürüst olabilmek… kendinde beğenmediklerini değiştirebilme gücü… kendinle konuşmak… kendini dinlemek… önce kendi yaşamını güzelleştirmek… isyanlarla… sancılarla… inildemelerle kendini anlamaya çalışmaktır.

Şimdi diyeceksin belki… Ben bunları biliyorum…

Peki öyleyse, sana göre yaşamın anlamı nedir? Bir de, seni dinleyelim.

Senin dediğin insan tipi, yaşamın her alanına karşı ilgisiz olduğundan, popüler kültürün, kitle kültürünün etkisiyle bir kısırdöngüde yaşıyor. Mutluluğu parada, ünde, anlık hazlar peşinde koşarak bulacağını sanıyor. İstek, herşeyi elde etme duygusudur. Ama, istek hiçbir zaman doymaz. Ahlaki değerler, nesnelere bağlanır. Ne kadar metaya sahipsen o kadar ahlaklı olursun. Metaya sahip olduğunda sevinirsin. Araba alırsın. Ev alırsın. İnsan makineleşir. Sanırım, bunları yadsımıyorsun. Aslında tüm bunlar, çok uzun konular… Ama, sen diyorsun ki, felsefeyle, sanatla ilgilense bile, yine de, arzularının, duyusal hazlarının tutsaklığından kurtulamıyor. Bence eğer çevrende böyle insanlar varsa, ya isteyerek bilgisiz kalıyorlar ya da, istemeyerek bilgili gözüküyorlar. Vehayut, yukarıda sıraladığım nedenler dolayısıyla, bir çıkmazın içindeler.

“O insanların diğerleriyle yarışmak gibi biricik özellikleri olması “ benim için bir şey ifade etmiyor. Neden mi? Bir kere, mantık açısından güzeli güzelle yarıştıramazsın. İyiyi iyiyle… Kötüyü kötüyle… Burjuva uygarlığı derken herhalde kapitalizmi kastettiğimi anlamışsındır.

Ben güzellik yarışmasını ne isyan ne de başkaldırı olarak niteliyorum. Başkaldırı demezsin de, tepki diyebilirsin örneğin. Delinin birisi, kuyuya taş atmış da hani bin akıllı çıkaramamış yaa… Bizimki de o hesap yani… Eğer, ben de varım demek istiyorsak, bunun başka türlü yolları olmalı… Daha önce de, söz ettiğim gibi, bu hareketi popüler kültür ile bağdaştırıyorum.

Ben güzellik yarışmalarına katılanların kölelik sistemi dışında alternatif yaratacak bilinçleri olduğuna falan inanmıyorum. Kendinin farkında olmayan insan, köle olduğunun farkına varır mı?

Dediğin gibi eşitlik uzun hikaye. Belki başka forumlarda karşılaşırsak, uzun uzun tartışırız umarım! Zira, şimdi bu konuya girmeyeyim. Çünkü, zamanım yok.

Sevgili Andante!

Her yiğidin bir yoğurt yemesi vardır. Başkalarının düşüncelerini nasıl savundukları benim de pek umurumda değil. Bir kişiyle fikir alışverişinde bulunurken, benim için önemli olan savunduğu görüşü, yeterince temellendirip temellendirmemesidir. Yoksa gerisi masal… Benim düşüncelerimi belirtme tarzımı ister beğenirsin. İster beğenmezsin. Bu sana kalmış bir şey… Haa… Bana gelince… Düşüncelerim, benim karakterim değildir. O düşüncelerin yanlış olduğuna inanırsam, değiştirebilirim. Kendime göre doğruyu da, istediğim şekilde savunabilirim. İşte bu da beni diğerlerinden ayıran özelliğim… O zaman da karakterimi yaşıyorum derim.

Ben şuna inanıyorum. Hiçbirimizin insana umutsuzluğa sürüklemeye hakkı yok. Hiçbirimizin insanı belli bir noktada mutlaklaştırmaya hakkı yok. Çünkü, evet, şu anda bir yozlaşma içinde olabiliriz. Ancak, toplumda kimileyin, ilişkiler çözülse de, yeniden o ilişkilerin bağlanma olasılığını gözden düşürmez. Sen ezileceğiz derken bir durumu mutlaklaştırıyorsun. Bütün olasılıkları göz ardı ediyorsun. Sen böyle yaparak kendi düşünceni tek doğruymuş gibi söylemiyor musun?

Aslında kişisel olarak polemiğe girmeyi sevmiyorum. Bence, düşünceleri tartışmak en doğrusu!

Evet, sosyalizm yıkıldı. Herkes öyle diyor. Ben mi ne düşünüyorum? Suların doğal mecrasına akmasını beklemek gerekir diyorum.

Ama şunu da unutmamak gerekir. Hayal dünyası olmayanın, geleceği de olmaz. Bugünü iyi değerlendirirsek, o düşlediğimiz yarınları da belki biz değil, gelecek kuşaklar görebilir diyorum.

Ve… Sevgili Andante! Her komik durumda bir trajik yan vardır. Üstelik aynı masada oturup, hoşbeş sohbet edip arkadaş demiyorum ama tanıdıklarının bu yarışmaya katıldığını duymak nasıl bir duygudur? Üstelik, erkekler üşüşmüşler internetin başına… Pazara çıkanları incelemek ister gibi… Herkeste bir merak… bir heyecan… Gerisi mi? Gerisini sen düşün artık…

Neyse… Şimdi çıkmam gerekiyor… Daha sonra devam ederiz umarım.

Dostça kalın…
 
andante' Alıntı:
...Bu arada çok farklı bir alana kaydık farkındamısın? Sen işin içine girince hep böyle oluyor zaten. :D :D :D
Yaa yemişim farklı alanını.. :twisted:

Bir yerde
Baben' Alıntı:
Buradaki bazı arkadaşların garibine gidiyor ama; tartışılan konularda çok kelalaka şeyler olmadıkça sınırlama olmamasından yanayım. Ortaokul münazarası yapmıyoruz di mi? :wink:

Bir de "laf lafı açar" diye bir deyime sahip Türkçemiz.. İzin verin "güneşin altında söylenebilecek her kelime söylensin" burada.. "Konu başlığına uymak" adına kendinizi ve başkalarını kasmayın. :wink: Hair müzikalindeki gibi: "'Let the sun shine in' -Bırak güneş içeri girsin!" Çok ters bir durum olursa admin ve moderatör müdahale eder zaten..
...
Başlık uzayınca hep aynı mealde mesajlar okumak da beni bayıyor.. Na'pıcaz şimdi? :twisted:

Sen yanlış biliyorsun.. Ben bu konuda Pega'nın eline su dökemem.. O kendi mesajını dahi (dikkatini çekerim ''kendi başlığını" demedim.. Mesajını :D ) sabote etmiş bir adem.. O bir fenomen.. :lol:
 
Sahi dostum!!!

O malum kişi pegaydı değil mi? :D

Cidden yine sana katıldığımı bildireyim eski toprak; Bizim için daima hareket gerek :D

Beni de bayıyor aynı içerikli mesajlar.
 
SELAM OLSUN..düşüncelerini engellilerin içinde bulunduğu koşulları göstermek için yazanlara
SELAM OLSUN..dün bugün ve yarın insanlık için(özelde de engelliler için) mücadele edenlere
SELAM OLSUN..TÜM DOSTLARA...
Yazıları okudum elbette hepsine katılmak mümkün değil..Fakat olayların nedenlerini sonuçlarını ortaya koymaya çalışmak hoşuma gitti.Çünkü engellilerde eğitim vb engelsizlere sağlanan olanaklardan daha az belkide hiç olmadığı için toplumu dünyayı düşünen hele hele emperyalizmin karşısında duran bir grubu görmek KAPİTALİZM için hiçte hayırlı olmadığını düşündürdü.

Bence Felsefe kendini insanı toplumu ve doğadaki ilişkileri anlamak için bir araçtır.Hiçbir zaman insanların kafasını karıştıracak bir araç değildir.Hele anlaşılmaz hiç değildir.Egemen güçler felsefeyi anlaşılmaz kılmak için insanların halkların karşısına anlayamayacakları kelimelerle gitmişler anlaşılmasının zor olduğunu göstermişlerdir.
...Bir toplantıda idim.Genç birisi sözü aldı anlatmaya başladı.konuşması bittiğinde salondaki kişilerin çoğu anlamamıştı..O türkçe konuşmasına rağmen onada bir tercüman gerekiyordu.
Sanırım kendimizi ifade edebildiğimiz ve karşımızdakinin bizi anlayabildiği kadarla değer bulur ve saygı görürüz.Bizim karşımızdakinin anladığı kadar değerimiz vardır.
Neden iyiden güzelden yana olmayanlar .insanlığın kötüye gitmesi için çaba sarfedenler belirli konumlara seçilebiliyor? sadece onların iyi bir yalancı olması mı? sadece iyi reklam yapmalarımı yoksa iyi bir ajitetör olmalarımı?...vs
Yazılardan fazla birşey çıkartamadım...Tamam yarışmanın ne için yapıldığı anlatıldı.karşı olanlar (bende dahil ) ortada .EEEee anlatınca ne oldu yada ne olacak sonuçta ne olmasını bekliyor yada umuyoruz bunu anlamadım
Eğer
1- bu tür tartışmlar ile engelliler için oluşturulaçak bir oluşumun ilk adımına yönelik ise kabul
2-Güzellik yarışmasına yönelik bir basın açıklaması ise kabul
3-Birbirimizi tanıma ve ilişkileri sürekli kılarakta diğer alanlarda birbirimizi desteklemekse kabul

arkadaşlar şu anda saat 00,26 düşüncelerimi tam toparlayamamış olabilirim bunun için özür dilerim.
sizleri tam tanımıyorum sizde beni tanımıyorsunuz fakat kimseyi yargılamak için yazmadım eleştirmek için de yazmadım
sadece düşüncelerinizi paylaştığımı göstermek ve suyu nereye akıtacağımızı sormak için yazdım...
teşekkürler
 
Sevgili kardelen,

Büyük bir olasılıkla sevgili oturanboğa bu iletimi silecektir. Umarım silmeden okuyabilirsin. Çünkü yazacaklarım kesinlikle konu başlığıyla ilgili olmayacak.Konu başlığıyla ilgili olmamasını sağlayan sensin. Sana vereceğim cevaplar yüzünden bu başlık çığrından çıkmış olabilir.

Beni bir konu da suçluyorsun.İnsanları umutsuzluğa sürüklemek adına.Yanlış…. Hiç böyle bir niyetim olmadığı gibi söylediklerim yaşadıklarımdan ibarettir ve kimseye de benim gibi düşün demiyorum.

Evet umutsuzum.. Bunu kabul ediyorum. Umutsuz olmamı sağlayan o kadar çok etken var ki…Bir çoğumuz henüz belki de doğmamışken ben 12 eylülü yaşayanlardan biriyim mesela.

Eğer gerçekten doğrularla bu kadar ilgiliysen 12 eylül öncesi kapitalizme karşı verilen savaşın izlerinin sonuçlarını bilmem gerekir.Üzerimizden bir balyoz gibi geçen 12 eylül sonrasındaki devlet tarafından verilen istatistiksel sonuçları hatırlamak bile istemesem de onlar gerçeklerimiz.

Gözaltına alınanlar; 650 bin
Fişlenenler; 1 milyon 683 bin
Sıkıyönetim mahkemesince yargılananlar; 230 bin
Yargılanan solcular; 98 bin 404
Hüküm giyen solcular, 21 bin 764
İşkencede ölenler, 171
Kuşkulu ölümler; 144
Açılan işkence davası, 9 bin 962
Gazetecilerin aldığı toplam ceza ; 3 bin 315 yıl 3 ay
Hakkında idamı istenenler; 7 bin
Ölüm cezası verilenler, 517
İnfaz edilen ölüm cezası; 50
Vatandaşlıktan çıkarılanlar; 14 bin….

Bunca şeyler yaşanırken bu savaşı vermemize neden olan tek şey inançlarımızdı. Son derece basit bir inançtı bu da bildiğin gibi. Ülkemizi bağımsız yapabilmek ve herkesin eşit yaşayabileceği , insanca yaşayabileceği yeni bir düzen.

Ülkemiz bu kadar bağımlı değildi o yıllarda biz bu savaşı verirken. Biraz daha bağımsızdık. Cumhuriyet bayramlarımız en azından şimdiki gibi sembolik değildi. Her şeye rağmen Bağımsızlığımıza inanıyor Atatürk ün bizlere emanet ettiği Bağımsızlık ve ilkelerine sahip çıkabiliyorduk.

Gerçek bağımsızlık ekonomik bağımsızlıktır sözünden yola çıkarak alt yapısı bizlere ve kaynaklarımıza ait bir yurt özlemiyle yola çıktık.

Başarılı olamadık. Emperyalist güçler bildiğin gibi yukarıdaki istatistiksel sonuçların yaşanmasına sebep oldu sadece.Kısacası kapitalizm büyük bir başarı kazanmıştı. Güçlenmeye ve gücünü arttırmaya devam etti. Devam da ediyor. Şu anda var olan nesnel koşullarla umutlu olmayı ben beceremeyenlerdenim. Bu pes etmek anlamında bir umutsuzluk değil.

Sadece nesnel koşullarımızın vahimliğinden söz ediyorum.

Bu arada okuduysan bir daha okumadıysan mutlaka okumanı istediğim bir kitap var. Komünizmin Kara Kitabı.Suların doğal mecrasına akmasını beklerken okunacak en doğru kitap bu aslında. Sosyalizmin doğrularına hala inanmakla birlikte insan faktörünün unutulmuş olmasından dolayı oluşan gerçekleri en güzel anlatan kitap .

Felsefeyi çok sevdiğin her halinden belli oluyor. O zaman felsefenin temel ilkelerinden biri olan şu düşünceyi de gayet iyi bilirsin. Bir ülkede alt yapı üst yapıyı etkiler.

Şimdi canım kardeşim bana somut gerçekler diyorsun ya, sanki bu gerçekleri unutmuşum gibi davranmıyormusun, çok sinir oluyorum açıkcası. Aaaa bu da benim tarzım işte, sakın karşı çıkma olur mu? Uygarca bir eleştiri getirirken beğenirsen beğen beğenmezsen beğenme şeklinde külhanvari bir konuşmada benim de tavrım değişir.

Alt yapısı tamamiyle bozuk, hatta hiç olmayan bir ülkenin yani bizim, üst yapı kuruluşlarının doğru ve düzgün olmasını bekleyemezsin.Bu çok aptalca olur. Üst yapı kuruluşu mu kaldı ki bu ülkede sen sanattan söz ediyorsun?İnsanların kendilerine dönüp, kendilerini sorgulaması sanat ve felsefeyle olur, evet rüyalarda Bu ülkenin şu andaki nesnel koşullarında son derece gülünç geliyor bu düşünce.…Sanatı ve felsefesi olamayan bir ulusun bugünkü koşullarda yapacakları ancak şu anda yaptıklarıdır. Ve hiç şaşırtıcı gelmesin.

Engellilerin yüzde otuzaltısı okuma yazma bilmiyor

Bir üst yapı kuruluşu olan eğitimle ilgili böylesine çarpıcı bir gerçek varken, söyledikleri ummak bile ne kadar uzak farkındamısın?

Bunları ancak bireysel anlamda başarabiliriz. Sen başarıyorsun, kutlarım…Ama bunu genelden beklemek gerçekten son derece saçma hatta olanaksız bilimsel olarak.

Bu sebeple olaylara kendi pencerenden bakmayı bırakabilirsen orada yarışmaya katılan engellileri anlayabilirsin. Anlamak istiyorsan eğer.Onlar var olan nesnel koşulların yarattığı gerçekle, konuştuklarımızdan hiçbir şey anlamadan emin adımlarla yürüyorlar. İnan bana kendi dünyalarında mutlular. Çünkü senin düşündüklerini zaten bilmiyorlar ve bilmekte istemiyorlar.Bu yüzden internette onların kim olduklarıyla ilgilenen ve merakla araştıranlara saygı bile duyuyorlar.

Aslında sen dikkatli bir okuyucusun. Baştan beri tüm güzellik yarışmalarına ve özellikle engllilerin bu yarışmaya katılarak yaralanabilecekleri kaygısını taşıdığımı daha öncede belirttim.Bu sisteme karşı olsam bile sesimin duyulmayacağından da söz ettim.Benim kendime göre gördüğüm, senin ise kabullenmekte zorlandığın kapitalist sistemin ne yazık ki gücüdür bu sadece.

Elimizden şu anda bir şey gelmez diyorum. O halde birini bile olsa farklı düşünmeye sevk edebilecekmiyiz. İşte başarı burada saklı.Ben bunun derdindeyim…
:D
 
Şaşkınım...
İnsanların göreceli kavramları yarıştırmasına, İnsanoğlunun neden "en" in peşinde bu kadar sürüklenmesine...En güzel,en güçlü,en akıllı,en zeki,en çabuk...vs...aranmasına... "En nihayetinde insanız" sözü sadece kusurlarımızı kapatmak için mi kullanılır? Ben herhangi bir sitemin değil, insanın egolarından kaynaklandığını düşünüyorum bu yarışların...Yoksa kimse kimseyi ordan oraya koşturamaz.Gönül işidir bu..."En" bulma kaygısıyla kimsenin hiçbir etkinliğe zorla dahil edildiğine inanmıyorum.

Biz bizi biliriz.Biz kadınız.Beğenilmek,herkesin hoşuna gider ama kadınları ayrıca mutlu eder.Kadının engellisi engelsizi yoktur.Kadınlar kendilerine aşıktır herşeyden önce.Kadın aslında erkek için süslenmez.Kadın diğer kadınlar için yani aktif ya da pasif rakibeleri için süslenir.Doğuda bir düğüne gittim.Erkekler ortama alınmıyor.Biz de yabancıyız ya,yüzsüz yüzsüz şark kültürünü merak eden bir grup batılı olarak içeri kendimizi davet ettirdik. Dışarda çarşafa,türbana sarılmış hatunlar içerde tanınmıyor.Her biri kuyumcu dükkanı gibi...Elmaslar,pırlantalar,akıtmalar...Kendimi sihirli değneğin fayda etmediği kül kedisi gibi hissettim.Masalda adı geçen balkabağı gibi olan bitene bakıyoruz.Sonra makyajları...Birçoğunun kolundan tutup "yakışmamış be güzelimmm" demek geliyor içimden ama o havasına girmiş.Herkes baygın baygın birbirini süzüyor. Düğün boyunca içeri erkek alınmadı.Kadın kadına kıyasıya bir rekabet oldu içerde.O ortamda gelin bile sönüktü diğerlerinin yanında.

İlerleyen zamanlarda halkla kaynaştık ve herkesin gerçekten bu kadar zengin olup olmadığını sorduk.Bir çoğu sırf gösteriş için,"falancanın yok demesinler" diye kiralık alıyormuş takıları.

Sözün kısası,kadın dünyası kadının egolarından dolayı sömürülmeye açık.Son olarak bir eğitimci olarak diyorum ki herşeyin başı.............? yok yok.. sağlık değil....:) :arrow: Eğitim...Eğitimliysen maddi manevi bütün sağlıksız şeylerle uğraşabilirsin.Kadın cephesini kurtardıktan sonra gerisi kendiliğinden gelecektir diyorum ben...

Muhabbetle...
 
Kardelen ben de sıradan üniversitelilerin yaşında değilim. Eşek kadar adamım. :D

Şimdi girizgâhsız diyecek olursak, diyorsun ki; o reklâmcılar, köşe yazıcıları vb okuduklarını anlamadılar, içselleştiremediler de işte o yüzden döndüler. Sevgili dost, bırak bu insanları, sen marksizmin kaç çeşit varyasyonu var biliyor musun? Peyami Safa atmışlı yıllarda tam 260 çeşit sosyalizm türevi listelemişti. Ben o kadarını bilemem ama Gerek Marks öncesi Babauf gibi tüketim sosyalizmini savunanlar gerekse Marks sonrası Lukas, Gramschi, Troçki, Lenin, Stalin, Althusser, Mao, vb senin ideal doğrunu hep farklı anladılar. Marks bile kendisiyle çelişmiştir. Gençlik dönemi ile sonraki dönemi arasında devasa farklar vardır. Bazıları yalanlasa da "Ben Marksist değilim" şeklinde bir cümle sarf ettiği bile söylenir. En azından kendi biyografisi izlendiğinde kendi doğrusunu bile çok farklı şekillerde ele aldığı görülecektir.

Şimdi bu insanların hepsini sosyalizmi anlamamakla suçlamaktansa doğruyu yani sosyalizmin eksikliğini anladılar ve kendi yorumlarını getirdiler de diyebiliriz. Burada bir daha tekrarlayayım, ben modernizmin bağrında yetişen bu deal dünya arayışlarına büyük saygı duyuyorum. Çünkü onlar insan aklının meydan okumalarıydılar. Ama sorun şu ki onları son sözünü söylemiş anlatılar olarak gördüğümüz anda iş değişiyor. Zaten yukarda saydığım sosyalist düşünürlerin sosyalizme getirdikleri farklı açılımlar da bu ideolojinin son sözünü söyleyemeyeceğinin kanıtı.

Her neyse siz sosyalist söylemin "kültürleme kuramından" besleniyorsunuz. Medya nın bu tür sunumlarının bir sosyalizasyon mecrası olarak toplumu kodladığını ve kapitalizmin hizmetine amade haline getirdiğini söylüyorsunuz özünde. Bülent de ilkesel bir duruş sergilemeye çalışıyor ve güzel-çirkin ayrımının bizzat kendisinin sorgulanması gerektiğini söylüyor. Şüphesiz bunların hepsinin doğru yanları vardır. Ancak mesele bu tespitleri yapmakla bitmiyor. Hakikat ve Gerçek bu olayda da birbirini dirsekleriyle iterek öne çıkmaya çalışıyor.

Nasıl mı? Bugün üniversite de yaptığım bir sunum hoca tarafından ağır bir eleştiri aldı. Ben sunumumda bir etkinliğe medya ilgisinin yoğun şekilde gerçekleşmesi için o etkinliğin haber değeri olması gerektiğini savunuyordum sunumun bir yerinde. bunun için de sunum özelinde ele alınan yeni model aracın basın lansmanının ilgili aracın teknik özelliklerinin, ihracat gelirlerinin, yapılan yatırımlar vb gibi maddi yanlarını öne çıkartmak gerektiğini savunuyor ve medyanın ilgisinin bu yolla sağlanabileceğini iddia ediyordum. Hoca da "oğlum bunlar kitap lafları. Medyada bu konuyla alakalı editörleri oraya getirmek için mesela bir kahvaltı verecek misin Otelde? Ayrıca Basın Lansmanına ilgilerini çekecek daha yaratıcı çözümlerin var mı? Kim takar senin bu kitabi hakikatlerini evladım. Medya mensubu o bilgilere göndereceğin bir basın bülteniyle de ulaşır. Bu herifleri oraya çekecek ne düşündün?"deyince kalakaldım. Evet kitaplarda medya mensuplarının okuyucularını bilgilendirmek için haber peşinde koştukları yazılı. Kimse Cenevre otomobil fuarına gitmek için kendisine davetiye gönderen farklı otomotiv firmalarının davetine icabet etmek için ekstra hediyeler, paralar, kıyaklar isteyen gazetelerin otomobil editörlerinden bahsetmez. Ekonomi editörlerine hiçç girmiyorum zaten. Yani kafalarda oluşmuş bir takım ideal kalıplarının pençesinden guk guk diye ötüyoruz bazen. Ama hakikat medya mensubunun bilgiyi esas almasıyken gerçek bambaşka nedenlere dayanabiliyor. Yani ben kurumsal iletişim müdürü olarak yeni bir ürünün basın lansmanına medyadaki otomotiv editörlerinin ilgisini çekebilmek için bambaşka manevralar yapmam gerekiyor. Gerçek işte tam da bu. Hakikat ise kitapta yazan edya bilgisi.

Hah şimdi diyeceksin ki; "ben hakikatin savaşçısıyım, gerçekten bana ne. Zaten insan olmak, onurlu olmak benim için hakikati aramaktır" Ben buna da saygı duyarım da işte başta da dediğim gibi senin hakikatin de bin farklı inanışa bölünmüş. Kim hangisine inanacak. Ya da insan dediğimiz mevhum acaba senin hakikatini ne kadar benimsiyor. İşte yazmış arkadaşımız. Kadın dediğin erkeği de salla birbiriyle yarışmak için süsleniyor diyor. Antropologlar karbon testiyle günümüzden tam yetmiş bin yıl önceye tarihlenen bazı kalıtlar buldular. Bunların insanlık tarihinin bilinen ilk süsleri olduğu anlaşıldı. Şimdi bu bilgi gerçekten çok önemli. Öyle parayla da bulamazsınız bak. Değerinizi bilin yani. :D Bilim insanları insanoğlunun bu kadar eski bir çağda süs eşyası kullanmasına çok şaşırdılar. Çünkü biliyorsunuz süs bir ihtiyaçtan ziyade karşınızdakinin sizin hakkınızdaki algısını şekillendirmek için takılan bir nesnedir. Burası çok önemli dostlar. Çünkü o dönemde daha burjuva falan yoktu. Bilmem anlatabiliyor muyum???

Yaşamın anlamını sormuşsun bir de, valla bilmiyorum. Bildiğim yaşamın değilse bile benim yaşamımın belli bir anlamı olduğu ve onun da sadece beni ilgilendirdiğidir. Başkalarını ilgilendirmeyen ve benim hayatımı anlamlı kılacak şeyler ise çok çeşitli. İyi bir eğitim almak ve hayatın gerçekliklerine olabildiğince nufüs etmek benim için hayatı anlamlı kılan etmenlerden birisi. Güzel bir kadın mesela. İnan o da benim için hayatı anlamlı kılıyor. :D Senin sürekli "anlamsız" diye aşağıladığın ya da daha doğrusu umursamadığın güzel kadın bedenini ben çok önemsiyorum. Burjuva özentisi midir yoksa içimden mi geliyor bilmiyorum ama güzel bir kadın bedeni bir de zekayla süslenmişse benim hayatımı kesinlikle daha anlamlı kılacaktır. :D Sen bunun sebebini burjuva yönlendirmesi olarak görebilirsin. Valla ben öyle görmüyorum. Bildiğim kadarıyla kendimi bildim bileli güzel kadınlardan çok etkileniyorum. Devamla başarmak da benim hayatımı anlamlı kılıyor. Şimdi diyeceksin ki bu da burjuva hastalığı. Doğrusu bunu da bilmiyorum. Bildiğim başkalarını geçince bunun beni mutlu ettiğidir. Sen buna "kendine güveni olmayan bir zavallının kendini onaylama çaresizliği" gibi süslü bir psişik kulp da takabilirsin tabi. Doğru da olabilir, kimbilir belki elde ettiğim başarı kendime güvenimi tazeliyordur ya da ne bileyim kendimi onaylanmış hissediyorumdur. Ama garip olan ne biliyor musun? Süprizzz herkes benim gibi aslında. Sen bile...

Ve son soru; Kapitalizm neden hala hayatta? İnsan dediğimiz mevhumun psişik bünyesine en çok o uyum sağladığı için olmasın?

Gerçek hakikat kavgasında son durum. Hakikat yerde burnu kanıyor...
 
Ahhh! Sevgili Andante!

Ben de bu toplumun içindeyim. İnsanlarla konuşuyor, insanlarla görüşüyorum. Sanma ki, kendi fildişi kulemde yaşıyorum. Herşeyi görüyor, duyuyor, hissediyorum. Ama gördüğün gibi engellileri bu toplumdan soyut olarak inceleyemiyoruz. Dolayısıyla farklı alanlara kayıyor, başlıkla ilgili olmayan yerlere dalıp dalıp çıkıyoruz. Haa! Eğer, bunun yükünü ben taşıyacaksam, varsın, olsun. Boynum kıldan ince…

Demek ki, benim saptamam doğru… Umutsuz olduğunu söylüyorsun. Ben de, diyorum ki, hiç kimsenin insanı umutsuzluğa sürüklemeye hakkı yok diyorum. Bunun da, gerekçelerini söylüyorum.

Haa! Neden böyle düşündüğünü uzun uzun yazarak emek harcamışsın. Sağol. Biliyor musun, seni anlıyorum. Bu tipi çok iyi tanıyorum. Nerden mi? Kitaplardan… Nerden mi? Romanlardan… Küçük burjuva bilinci… Sanma ki, küçük burjuva bilincini ben kırabildim. Hala içimde bir Oblomov var.

Hayır, söylediğin kitabı okumadım. Ama Türkiye’deki sol hareketin ya da Sovyetlerin neden çöktüğü uzun uzun incelenmesi ve tartışılması gereken bir konu olduğunu biliyoruz. Bu başlığın amacını aştığı için müsadenle o konuya girmeyeceğim.

Ama haklısın. İnsan faktörü… Bu tespit bence de doğru…

Şimdi yani bizim ülkemizde alt yapı bozuk olduğundan üst yapının doğru ve düzgün çalışmaması, alt /üst yapının hiç değişmeyeceği anlamına gelmez. Politik ve ideolojik çarkları geleneksel biçimleri ile belirleyip onların değişmez, sonsuz ve kesin bir nitelik kazanmasını söyleyenler yönetici sınıflardır. Yine o sınıf, sınıf baskısının özünü gizlediği gibi yozlaşmış toplum biçimini korumaya çalışır. Bu yozlaşmış toplum biçimini korumak için büyük çaba harcar. Ne yapar? O alanı tüm insani değerlerini kapsayan bir şeyi korumak için girişilmiş bir savaş olarak gösterir. Bilmem anlatabildim mi?

Ben ne demişim!

"Offf! Offff! Nesnel gerçekliği görmeyip “yanlışın içinde doğruları aramak” yanılgı içinde yaşamak değil de nedir? Hem de, yanlışı bilmeden yanlış yapmaktan da kötü değil midir?"

Niye böyle dedim peki! Şunun için.

Güzellik yarışması hem doğru hem yanlış olamaz. Bir şey neyse odur. Bunun temellendirmesini önceki iletilerimde yaptığımı sanıyorum.

Sen bunu alıp getirmişsin Türkiye’deki somut koşullarla birleştirmişsin. Hadi senin dediğin noktadan yola çıkalım.

Ben senin dediklerini yadsıyan herhangi bir şey söylemiş miyim? Hayır. Kapitalizmin insan bilincini dumura uğrattığını söylemiş, bu insan tipinin genel özelliklerini çerçeve içine almışım! Sonra da demişim ki, insanın kendinin farkında olması felsefe ve sanatla başlar.

Sen de diyorsun ki, üst yapı kuruluşu mu kaldı? Bir de kalkmış sanattan söz ediyorsun? Burada genelleme yaparak herkesi aynı kefeye koymuyor musun? Öznel değerlendirmelerle önyargılı davranıyor, bir anlamda toplumun bireylerini tektipleştirmiyor musun?

Sanat ve felsefesi olmayan bir toplum değerlendirmesine de katılmıyorum. Az olması hiç olmaması anlamına gelmez.

Evet, bireysel olarak kimi şeyleri başarabiliriz. ( Benim başarılı olup olmadığıma ancak ben karar veririm. Bir başkası değil) Ama, Türkiye’de sanat ve felsefeyle ilgilenen binlerce insanın olduğunu eğer sen bilmiyorsan, bu da beni ilgilendirmez.

Ben önceki iletimde de söyledim. Aslında kişisel polemiklere girmeyi sevmiyorum diye… Senin de öyle bir tavrın var ki, hep beni o polemiğin içine çekmeye çalışıyorsun. Etki tepkiyi doğurur bilirsin. Ben eğer bir şey söylemişsen bunun bir nedeni vardır. İster beğen, ister beğenme demem o ki, yine senin tavrınla ilgili.

Bilakis, bir insanı/bir sistemi anlıyorum ki, eleştiriyorum. Bilmeyenin söyleyecek sözü olmaz.

Ben elimizden bir şey gelmez deyip kabullenmeyi değil, o ön kabulleri yerle bir etmeyi yeğliyorum. O senin tercihin… Bu da benim… Hepsi bu!

Sevgili Pegasus!

Marksizmin birçok çeşit olduğu ve Marks’ın kendi içinde çeliştiğini söylüyorsun. Ben buna tuğla üstüne tuğla koymak diyorum. Ama, burada önemli olan temel önermelerdir. Aradaki farkları, insan kendince özümser, ona inanır.

Benim bildiğim gerçek ve hakikat sözcükleri kavramsal olarak aynıdır! Gerçek Türkçe karşılığıdır. Hakikat ise, Arapça karşılığıdır.

Ama senin demek istediğini anladım. Sen teori ile pratiğin uyuşmamasından söz ediyorsun. Evet, bu konuda da haklısın. Ne yazık ki, aydınların en büyük sorunu da budur bana göre.

Biz inançlarımızdan önce gerçek kavramından ne anlıyoruz ? Önce oradan başlamalı kanımca. Dünyada mantıklı bir kimsenin şüphe duymayacağı kadar kesin bilgi var mıdır? Günlük yaşamda doğru olarak kabul ettiğimiz her şey bir çok çelişkilerle doludur. Kesinliği ararken gözlem ve deneyimlerimizden yola çıkarak işe başlayabileceğimizi düşünüyorum.

Tam da bu aşamada, süslenmeden söz edebiliriz işte… Günümüze bakmadan önce, eski çağlara bakarsak, parlak renkler, etkili kokular, göz alıcı tüyler, değerli taşlar kullanması cinsel çekiciliği artırmak için kullanıldığı söyleniyor. Doğa karşısında güçsüz kalan insan, ava çıkmadan önce çılgın danslar yaparmış. Bu arada parlak şeyler kullanıldığı gibi yüzlerini de boyarlarmış. Çünkü, doğadan ürktüğü için, bu tip danslar kendine olan güvenini artırırmış.

Tabii, bunlar varsayım. Günümüze gelecek olursak, bir kadının/erkeğin süslenmesi, bakımlı olması başka şey… Kapitalizmde meta olması başka şey… Tıpkı çalışma gibi… Tıpkı emeğin yabancılaşması gibi…

Ben yaşamın anlamını sorarken, eğer benim düşüncelerimin tersine bir şey söylemek istersen, bunu kavramlaştırarak söyleyebileceğini düşünmüştüm. Yoksa tabii ki, kimsenin özeli kimseyi ilgilendirmez.

Ya da sistem o insanları şekillendirdiği için olmasın? Hiçbirşey, değişmez kalıcı değildir ama… Burnu kanıyorsa, yara almış demektir. :D :D )) İşte gerçek bu… : :D :D ))
 
Üst Alt