Sayın Lokman Ayva'nın görüşlerine istinaden yazdığım mesaj:
********
1- İş gücü kaybı oranlarının, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın hazırladığı ve TBMM’ye gönderdiği –bizim kampanyamıza da temel oluşturan- tasarıyla, %40’dan %45’e çıkarılmasının öngörüldüğü malum. Fakat daha sonra öğrendik ki, tasarı 20.06.2005 tarihinde Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda görüşülürken, tasarıdaki bu düzenleme ortadan kaldırılmış ve %45’lik alt sınır, yeniden, %40’a çekilmiş.
Bizler bunu öğrendiğimizde, 5 maddeden oluşan kampanyanın ilk iki maddesini –diğer komisyonlarda ya da Meclis genel Kurul’unda yeniden aleyhte bir düzenleme
yapılabilir çekincesinin de altını çizerek-, kampanyadan çıkardık ve kampanyaya 3 madde ile devam ettik/ediyoruz.
Yani iddia ettiğiniz gibi,
Bakanlık sitesine bakarak öyle bir karara varmadık ve bunun böyle kanunlaşacağına dair bir iddiada bulunmadık; ve dahası,
Bakanlığın düşüncesi o şekilde ve onların düşüncesi yasalaşır diye bir kural var da demedik (vurgulamalar bana aittir). Yaptığımız şey, tasarıyı kamuoyuna aktarmak ve ilgili bakanlığın böylesi bir düzenlemeyi tasarlamaya “cüret edebildiğinin” ve bundan sonra da bu ve benzeri düzenlemelerin gündeme gelebileceğinin altını –bastıra bastıra- çizmektir.
Nitekim maddelerin, gerek diğer komisyonlarda gerekse Genel Kurul’da değiştirilebileceğini siz de teyit ediyorsunuz: “
Önceki çalışma uzun sureli bir çalışma olduğu için kolay kolay çıkarılan hükümler geri koyulmaz. Üzerinde değişiklik yapılmamış hükümler hakkında değişiklik yapılabilir. Maluliyet konusu da böyle bir durum. Önceki mail'imde de söylediğim gibi son karar Genel Kurul'un yani Plan Bütçe’deki değişiklikler de değiştirilebilir. Mesela, 2003 yılında benim önergem Bakan Murat Basesgioglu'nun istememesine rağmen iktidar ve muhalefet milletvekilleri ortaklasa kabul etmişlerdi. Böyle bir durum kolay kolay yaşanmaz Meclis'te. ”
Sonuç olarak, elbette biliyoruz ki, büyük bir çoğunlukla tasarılar hazırlandığı gibi aynen yasalaşmaz!
Bunu iddia ettiğimizi nasıl düşündünüz anlamadım doğrusu (?).
2- “
Ayrıca, ortalıkta dolaşan maillerde ‘gecen hafta TBMM'ye sevk edilen’ ifadesi yer alıyordu.” demişsiniz.
Öncelikle metinde böyle bir ifade yok!
Metinde konuyla ilgili iki satır var. Birincisi, forumdaki tartışmada geçen ifadedir: “
Görüşülmesi için TBMM'ye gönderilen [...]”; ikincisi ise ilgililere gönderilen metinde yer alan ifadedir: “
Geçtiğimiz günlerde TBMM'ye sevk edilen [...]”.
Yani iddia ettiğiniz gibi “geçen hafta” ibaresi metinde yer almamaktadır. Bununla birlikte, daha iyi anlaşılması ve en azından yanlış anlaşılmaması için metni “geçtiğimiz aylarda...” şeklinde değiştirdim. Tali bir konu olsa da, elbette en doğru şekilde ifade etmekte yarar var.
3- “
İster düzeltme diyelim, ister yalanlama ama ortada insanların yanlış bilgilendirilmesi söz konusu. Yanlış bilgiler üzerine fikir inşa etmek, mücadele inşa etmek ise mümkün değildir.” demişsiniz.
Öncelikle yalanlama ile düzeltme arasında ciddi bir fark vardır. Yalanlama derseniz, Bakanlığın tasarısında böylesi bir maddenin olmamasına karşın, bizlerin, yalan beyanda bulunarak, kamuoyunu kandırdığımızı iddia etmiş, yani bizleri yalancılıkla suçlamış olursunuz; ki bu saçma olur. O yüzden, size düşen, “içerden biri olarak”, kampanyaya konu olan tasarının ilgili komisyonda görüşülürken düzeltildiğini bizlere beyan etmek ve kamuoyunu bilgilendirmektir.
Bununla birlikte tekrarlamak pahasına vurgulamak isterim ki: Tasarıyı hazırlayan ve TBMM'ye sunan kişi ve kurumların, böylesi bir düzenlemeyi sunmaya cesaret etmeleri bile bizler için ciddi bir uyarı olmalıdır. Bu bilinçle bakarsak, konuya karşı girişilen her tepki -hem bugün hem de yarınlar için ve hem bu yasa hem de gelecekte düzenlenecek yasalar için- engellilerin yararınadır. Bugün tepki vermezsek, yarın kötü bir sürprizle karşılaşabiliriz.
4- “
Eskiden ve halen, malulen emeklilik için 5 yıl-1800 gün pirim yeterliyken, bu oranlar %100 arttırılarak, 10 yıl-3600 gün pirime çıkarılıyor! (Tasarı Madde 33)” ile ilgili görüşlerinizi tam olarak anlayamadım. Onun için yanlış bir şey yapmamak için sizin görüşlerinizi aktaracağım, sonra kendi görüşlerimi yazacağım:
Sizin görüşleriniz:
- * Malul olan kişi sahip olduğu isi yapabilir mi yapamaz mı ya da hangi mesleğe geçmeli öncelikle bunu tespit etmeli.
* Onun için gerekli eğitimleri almalı ve bunun masrafları sigorta tarafından karşılanmalı.
* Mevcut veya değiştirdiği mesleğinde is buluncaya kadar maaşı ödenmeli
* Hiç bir şekilde çalışma durumu yoksa emekli edilmeli.
Bu görüşlerinize kısmet katılmakla birlikte, kısmen de katılmıyorum.
Şu konuda aynı görüşteyiz: Elbette çalışmak isteyen kişi/çalışabilecek gücü olan kişi, çalışmalıdır. Ve elbette çalışmasının önünde hiçbir engel olmamalıdır. Ve evet, bugün malulen emekli olan kişi istese de çalışamamaktadır. Ve evet, bu haksızlıktır.
Peki, bu haksızlığı nasıl düzeltiriz? Çok basit! 506 sayılı yasada maluliyet aylığının kesilmesi ve yeniden başlaması konusunu düzenleyen 58. maddesindeki şu ibareyi değiştirerek:”Malullük aylığı almakta iken sigortalı olarak çalışmaya başlayanların malullük aylıkları, çalışmaya başladıkları tarihten başlayarak kesilir.”.
Bu madde, tıpkı yaşlılık aylığı alanların yeniden çalışmasında olduğu gibi, şu şekilde düzenlenirse, malulen emekli olanların çalışmasının önündeki engeli kaldırmış oluruz: “Bu Kanuna göre malullük aylığı almakta iken sigortalı olarak bir işte çalışmaya başlayanların, yazılı talepte bulunmaları halinde, malullük aylıklarının ödenmesine devam olunur. Ancak bunlardan 78 inci maddeye göre tespit edilen prime esas kazançları üzerinden % 30 oranında Sosyal Güvenlik Destek Primi kesilir.[...]”.
Böylesi bir düzenlemeyle hem çalışma gücü kaybı oranları yüksek olan ve bundan dolayı piyasa koşullarında çalışmakta güçlük çekebilecek olan kişilerin maluliyet maaşıyla desteklenmesine devam olunur, hem bu kişilerin yeniden çalışmasının önündeki engeller kaldırılır ve bu kişilerin iş yaşamına –ve sosyal yaşama- katılması sağlanmış olur, ve hem de bu kişilerin Destek Pirimi ödeyerek sosyal güvenlik sistemine katkıda bulunması sağlanmış olur.
Zaten yürürlükte olan düzenlemelerde (Sağlık Bakanlığı Genelge: SAYI: B100THG0100000 / 162 04-01-2001) der ki: “Çalışabilir”, “Çalışamaz” satırlarında özürlünün Çalışma Gücü Kaybı Derecesine göre çalışıp, çalışamayacağı tespit edilecektir. Çalışma Gücü Kaybı derecesine göre “Çalışamaz” denen bir özürlünün özür grubunun gerektirdiği işlerde çalışamayacağı anlaşılacaktır. Örnek, % 65 Çalışma Gücü Kaybı derecesi ile değerlendirilmiş olan ortopedik özürlüye çalışamaz denmiş ise bu, özürlünün bedenen yapabileceği işleri kapsar. Yine her iki gözü görmeyen veya bir gözü görmeyen özürlü için verilen % 100 çalışma gücü kaybı oranı bu özürlünün hiçbir işte hiçbir şekilde çalışamayacağı anlamına gelse de; esasen buradan özürlünün görmeye dayalı işleri yapamayacağı anlaşılacaktır.
“Çalıştırılamayacağı iş alanları” satırında ise; özürlünün özürü nedeniyle yapmaması/yaptırılmaması gereken iş alanları mutlaka belirtilecektir. Örnek; özür grubuna göre “Ayakta Durmayı gerektiren İşlerde”, “Görmeyi Gerektiren işlerde” çalışamaz şeklinde ifade edilecektir. Bu satırda özürlünün özür durumuna göre çalışamaz denen bir işte çalışması önlenecek ve sağlık durumunun daha kötü olmaması sağlanacaktır. Ayrıca; özürlü işçilerin iş güvenliği ve işçi sağlığının korunması da amaçlanmaktadır. Böylece özürlünün bu konudaki mağduriyeti giderilmiş olacaktır.”
Sonuç olarak malulen emekliler için de çalışabilir-çalışamaz ibareleri aynı mantıkla değerlendirilmelidir.
Bununla birlikte, tasarıda 5 yıl ve 1800 gün pirimle emeklilik hakkının elden alınması ve %100 arttırılarak 10 yıl ve 3600 güne çıkarılması çok çok çok hayati bir kayıptır ve tasarıdan kesinlikle çıkarılmalıdır.
Sosyal Devlet’in bel kemiği, ihtiyaç sahiplerinin desteklenmesi ve zenginliklerin -en çok ihtiyaç duyandan başlamak koşuluyla- adilane paylaşımının sağlanmasıdır. Bu bağlamda çalışma gücünü ileri derecede kaybeden kişilerin, belli bir pirim yatırmış olmaları koşuluyla ve istekleri doğrultusunda desteklenmeleri işin tabiatı gereğidir.
Bunu yapmayıp, insanları iş yaşamının acımasız koşullarına terk ederseniz, o kişiler, muhtemeldir ki, daha çalışma yaşamının en başında dişliler arasında ezilirler. Bu durumda sorumlular, onların tüm yaşamları ve tüm gelecek tahayyüllerini umutsuzluğa kurban etmiş olurlalar.
Kimse malul sayılmayı gerektirecek derecede sakat olmayı istemez! Ve kimse, “malulen emekli olayım da yatayım” demez! Zira dese bile, malulen emeklilikten alınan maaşla “o derece sakat” olan birinin “yatması” pek muhtemel değildir.
Devletin yapması gereken, yukarıda da değindiğim gibi, bu kişilerin yeniden çalışabilmelerinin önündeki engelleri kaldırmak ve/fakat aynı zamanda varolan dezavantajlarını nispeten bertaraf edecek –pirim ödeyerek hak edilen!- maluliyet maaşını da vermektir.
Sizin önerileriniz, bence, kişilerin inisiyatif kullanmadaki beceriksizliği ve acımasız bürokrasiden dolayı, çok muallak bir uygulamaya sebep olabilir ve ileri derecede sakat olan kişilerin yaşamlarını daha da çekilmez hale getirebilir.
Bence önce bu kişilerin eline minimum yaşam koşullarlını vermeli ve bu güvenceyle korkuları ve gelecek kaygıları bir ölçüde giderilmeli; ancak ondan sonra onları çalışma yaşamına çekecek özendirici düzenlemelere gidilmelidir.
5- “
2- İşe girdiğinde sakat olanların sakatlık derecelerinde artış olunca malulen emekli olamamaları (Uzun olduğu için kısaca ifade ettim) Yukarıda yazdığım çözümle ayni paralelde düşünülmeli. Eğer arkadaşımız her halükarda özürlü olarak girse bile sahip olduğu veya değiştirdiği mesleği yapamıyorsa malulen emekli edilmeli.” demişsiniz.
Bu söyleminizden anladığım kadarıyla Tasarıdaki 31. maddeye karşısınız (?). Yani teorik olarak sakatlığın önce ya da sonra olmasının değil, sakatlığın varolmasının temel alınması gerektiğini düşünüyorsunuz (?).Tabii bununla birlikte diyorsunuz ki, kişinin emekliliğe değil, çalışmaya özendirilmesi gerek.
Anladığım gibiyse eğer düşünceniz, o zaman, yukarıdaki maddede dile getirmeye çalıştıklarımı hatırlatarak şunu sorabilir/söyleyebilirim: Tasarıdaki 31. madde sakatlığın işe girerken varolması halinde, malulen emekliliği imkânsız kılması babında, yanlış değil midir? Olması gereken, sakatlığın varolup olmadığının tespit edilmesi ve buna göre “gereğinin” yapılmasıdır. Yani bu madde tasarıdan çıkarılmalıdır.
Bu konudaki görüşünüzü öğrenebilir miyim?
6- İşe girişlerinde sakat olmayan ve/fakat daha sonra sakatlanan kamu çalışanlarının erken emeklilik haklarından yararlanamadıkları malum.
Konuyla ilgili olarak demişsiniz ki: “
Her ne kadar tasarıda böyle bir hüküm olsa bile Emekli Sandığı’nın bu konuda bir çalışması var. Onun neticesini beklememiz gerekiyor.”.
Yani Tasarıdaki Geçici Madde 5’e siz de muhalefet ediyorsunuz (?).
Bildiğiniz gibi varolan uygulamada 5434 sayılı yasanın 39 (J) maddesi der ki: “Göreve girişlerinde, Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmeliğe uygun olarak alınmış ve raporda sakatlık oranı en az % 40 olanlardan fiili hizmeti 15 yıl olanların istekleri üzerine...”
Madem ki siz de karşısınız bu düzenlemeye, o halde geçici 5. madde iptal edilmelidir. Bunun yerine 5434 sayılı yasanın 39. maddenin (J) bendinde yer alan “Göreve girişlerinde” ibaresinin maddeden çıkarılarak, şu hale dönüştürülmesi sağlanmalıdır:
“Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmeliğe uygun olarak alınmış ve raporda sakatlık oranı en az % 40 olanlardan fiili hizmeti 15 yıl olanların istekleri üzerine...”
Böylece sakatlığın ne zaman olduğu değil, varolup olmadığı temel alınmış olacaktır; ve bu sayede, işe girişlerinde sakat olmayan, ama daha sonra sakatlanan kamu çalışanlarının emekli olabilmelerinin önündeki engeller ve haksızlıklar ortadan kaldırılmış olacaktır. Ve yine altını çizmeliyim ki burada herkes emekli olacak diye bir şey söz konusu değildir. Sadece, dileyenlerin emekli olmasının önündeki engellerin kaldırılması mevzubahistir.
Bir de anekdot: Erken emekli olan biz engelliler, 25 yılda değil de 15 yılda emekli olduğumuz için/zaman, nispeten düşük emekli maaşı alıyoruz. Yani hiç kimse erken emekli olup, eşit para alındığını düşünmesin! Bu bir tercih meselesidir; kimi erken emekli olur düşük maaş alır, kimi de çalışır ve daha yüksek emekli maaşı alır...
7- Bence hükümetin bugüne değin yaptığı icraatlarda biz engellilere özel iki tane yaşamsal ve ayakta alkışladığım kazanç var:
a) Sakatlık bahanesiyle aleyhte uygulamaların yapılmasının, ayrımcılıkla mücadele temelli bir bakışla, Özürlüler Yasası’nın 41. maddesiyle cezalandırılması;
b) Kamuda işe giriş için öngörülen, “[...] görevini devamlı yapmasına engel olabilecek vücut veya akıl hastalığı veya vücut sakatlığı ile özürlü bulunmamak. [...]” ibaresinin değiştirilerek, “[...]görevini devamlı yapmasına engel olabilecek akıl hastalığı bulunmamak. [...]” şeklinde düzenlenmesidir. Bu çok çok yaşamsal bir yaşamsal ve evrensel bir düzenlemedir. Ve konuyla ilgili görüşlerinize aynen katılıyorum.
Bu konuda teamül oluştuğunda ve kurumlar sakatlığı değil, iş becerisini dikkate almaları gerektiği konusunu içselleştirdiğinde; ve dahası bazı engelliler “kolaycılıktan/beleşçilikten” sıyrılıp, eğitim alma ve çalışma haklarını savunmaya ve ön planda tutmaya başladığında, her şey çok daha güzel olacak.