Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

[Haftanın Konusu] Kendimiz olabilmek...

yaklaşık üç gündür yarı koma halinde hasta olduğum için yazılanları ancak okuyabiliyorum.

hala iyileşemediğimden fazla uzatmayacagım.

Sadece şu "konu alakasız yerlere sapmış" şeklindeki çıkışlarınızın artık çok şık durmadıgını söylemeliyim. Komik olmayın lütfen konunun özüne inilmeye çalışılıyor. Ayrıca madem alakasız yere kaçmış bunu bir açıklayında biz de geri dönelim. Böylece donanımınızdan faydalanma bahtiyarlıgına erişelim.

"Felsefenin dipsiz kuyuları" gibi saçma sapan bir ifadeyi kullanmayı bu sitenin hiçbir üyesine yakıştıramam. Site yöneticisine hiç...Felsefe siz onunla ilgilenmediğinizi sandıgınız her yerde, attıgınız her adımda, kısaca insana dair her yerde vardır. Ben felsefede fazla donanımlı değilim keşke olsam. Bahsettiğim şeylerin sadece bir kısmı felsefedir. Ben genelde eklektik yaklaşımı benimserim, yani her bilim dalından bir açıklama mekanizması kullanmaya çalışırım. Bugün siyaset, hukuk, sosyal bilimler, aklınıza ne gelirse belli bir felsefenin üzerinde yükselirken siz felsefenin dipsiz kuyularına! dalmadan gerçeği arıyorsuınuz. Felsefe kuyusunun dipsiz olduğu doğrudur ve zaten bunun için dibi olanlardan üstündür. Felsefe ye sırt dönmek güneşli bir günde gözlerinizi kapatınca güneşin yokoldugunu sanmak gbidir.

Burda değinilen konunun özüne felsefeden yararlanmadan inebileceksieniz buyrunuz ben çekiliyorum. Çıkacak sonucu merakla bekliyorum. Varacagınız nokta "zırıl zırıl bir ağlaşma " dan ibaret kalmaz sa faydalanmak isterim.

Son olarak nedense söylediklerim düşünsel bağlamıyla eleştirilip cevap verilmiyor ve her defasında karikaturize ediliyor.

Buyrunuz konu üzerinde açıklamalarınızdan kendi adıma birşeyler öğreneceğimi umuyorum.
 
Geçmiş olsun kardeşim.

Felsefe dipsiz bir kuyu, derken, felsefeyi kötülemek aklımın ucundan bile geçmedi tabii ki; o kadar (da) oküz değilim :) Sadece, felsefe çok zor ve anlamak için gerçekten çaba sarf edilmesi gereken bir bakıştır, oysa bu başlık açıldığında ben olabildiğince somut olmaya çalıştım; ki herkes kendini sorgulayabilsin ve görüş yazabilsin.
İkincisi, "konu farklı yöne gitti" derken, konunun özgürlüklerle ya da toplumdan soyutlanmakla alakasını çok da derinleştirmeden (ilk mesajımda belirttiğim gibi,)kendi olamama sancısı yaşayan, bunun farkında olan ya da olduğu hali sorgulayan kişilerin üzerlerinde hissettiği baskıyı deşmek istedim.

Genel Not: Buradaki atışmalara bakıp sakın yanılmayın! :) Konu sapsa da düz de gitse zigzag da çizse... yazılan her satır bu siteyi varediyor. Her kelime birbirinden değerli. Yani kimse yazmaktan geri durmasın ve kendi düşüncelerini başkalarınınkilerden değersiz/küçük görmesin. Buraya yazarken yazmadan önce düşündüğünüzü ve yazılanları okuduğunuzu hissettirin, yeter. :)
 
Pegasus' Alıntı:
Burda değinilen konunun özüne felsefeden yararlanmadan inebileceksieniz buyrunuz ben çekiliyorum. Çıkacak sonucu merakla bekliyorum.

Hım, - hastayken de şaka kaldırdığını düşünerek ( :) )- senin bakış açından yola çıkıp hastalığını irdeleyelim;

İstersen Hipokrat tıbbından başlayalım, bu şekilde doğa ile sağlık arasındaki ilişkilerden yola çıkarak klinik tıbbi sonuçlara varacağız. Aslında tabii bunun temeli Empedokles'in doğa felsefesi üzerine oturuyor. Onun dört madde kuramı, Hipokrat ile insan bedenindeki dört sıvı kuramına dönüşüyor. Bu Hipokratik tıbbi felsefeye göre senin fizyolojini açıklayacak. Bu felsefik kurama göre kan, balgam, siyah safra ve sarı safra senin ruhunda ve bedeninde bir denge halinde bulunuyordu. O zaman fizyolojin normal çalışmaktaydı. Ancak üç gün önce Platon'a göre evrenin yani makrokozmosun harmonik düzeni senin vücudun ve ruhunun özel mikrokozmik düzeni ile uyumlu çalışmamaya başladı. Bu senin dört sıvının arasında dengesizlik yarattı. Böylelikle fizyopatolojik bir oynama meydana geldi. Pitogorian kavrama göre bu dört sıvının vücuttaki karşılığı olan organlarında yani kalp, beyin karaciğer ve dalağında uyumsuzluk ortaya çıktı.

Evet, teşhisi koyduk; şimdi tedavisini bulalım;
Yine Hipokratik tıbba göre hastalığının tedavisi "Medicatrix Natura". Yani doğanın iyileştirici gücü. Makrokozmos harmonisinin senin mikrokosmosunla uyumlu hale gelmesini beklemeliyiz. Bu doğanın ne yapıp edip seni iyileştirmesi anlamına gelmektedir. Yapacağımız tek şey beklemektir. Tabii zaman zaman bazı hastalar beklerken hayatını kaybedebilir. Ancak felsefik anlayışa göre o zaman da kişinin mikrokozmosu evrenin doğum yaşam ve ölüm döngüsü üzerinden yola çıkan harmonisine uyumlu olmuş demektir. Yani tedavi tamamlanmıştır.

Gördüğün gibi felsefe her zaman hastalığını tedavi edecektir. :)


Not: Hipokrat'a kadar gelen süreç doğrultusunda Hipokratik tıbbın yukarıda söyledikleri Yunan felsefesi uyarınca o dönem için pek yeni şeyler değildi. Hipokrat da geçmiş felsefelerden etkilenmiş ve kendi ekolünü bunların üzerine kurmuştu. Peki sonra ne oldu da adı günümüze kadar geldi? Hipokrat diğer hekim/filozoflardan farklı olarak ne yaptı dersiniz?

Hipokrat hekimlik hayatı boyunca çok iyi bir gözlemci oldu. "klinik gözlem" kavramı Hipokrat ile başladı. Yavaş yavaş felsefenin spekülatif kısmından kendisini uzaklaştırdı ve sonunda şifayı felsefeden ayırdı. İşte bu yüzden bugün "tıbbın babası" ve "tıbbı felsefeden ayıran kişi" olarak tanınır. Gerçek başarısı bu olmuştur. Ondan sonra tıbbın günümüze kadar gelen bilimselleşme süreci spekülatif tartışmalar değil, klinik gözlemler sonucu gerçekleşmiştir.

Kaynak: http://www.medinfo.hacettepe.edu.tr/ders/TR/D1/4/3809.doc

Not2: Şaka bir yana, çok geçmiş olsun, çabuk iyileş.
 
Evet bende kendimce haklı sebeplerden dolayı epeydir konuların içine dalamadım. Şimdi sırası mı acaba?..... Dur bir başlayalım isterseniz.

Önce sorulara yanıt vermeyle işe başlasam iyi olacak galiba... :D

“İnsanın kendisi olmasına en büyük engel, çevresindeki öteki insanlardır. [... Çünkü] insanların en büyük zevki, öteki insanları kendilerine benzetmektir.”

Önce bu soruya karşıyım.... :D

İnsanın kendisi olabilmesine engel bir çok şey vardır. Bunlardan bir tanesi belki de burada yazılandır, buraya kadar evet diyebilirim, diyebilirim de, ondan sonra gelen cümlede biraz dur derim soran kişiye.

İnsanların en büyük zevki,öteki insanları kendilerine benzetmektir diye başlayan yine beni her zaman olduğu gibi, bir bütüne koyan bu düşünceye durrrrrrrrr derim.

Yada ben böyle bir şeyi asla yapmayan biri olarak, bu durumda, insan olamıyorum, o halde ben neyim???? :D

Şimdi daha iyi anlıyorum, dersine ilk girdiğim öğrencilere beni tanımadıkları için bir açıklama yaptığımda bana bön bön bakmalarına;

Size bir şey öğretmek için burda değilim.... diye başlayan bir cümledir bu.Bazı konlarda bilgilerim var, ama genişlemeye devam ediyor, ben sadece bu bildiklerimi sizinle paylaşmak için varım, çünkü kimse kimseye bir şey öğretemez. Öğrenmek bireyseldir. Görevim sizdeki öğrenme tutkusunu ateşleyebilmek ve uzattığım eli tutmanızı sağlamaktır.

Ve ısrarla herhangi bir konuda kendi doğrularını ortaya çıkartabilmeleri için, kendi düşüncemi ortaya koymam bile...

Eşitliğe inanmadığım için, birbirinin aynısı öğrencilere tahammül bile edemem.Onlar kendi dünyalarında kendi doğrularıyla bir insandır.Ve ne kadar farklı düşünceler varsa en mutlu olduğum sınıf ortamıdır farklı kişilikler ve farklı düşünceler.

Sonuç olarak insanların bu en büyük zevklerinden mahrum bir insan olduğumu açıkca görmüş olmaktayım. :D

* Başkaları “böyle” olmamızı istiyor diye mi “böyleyiz”? Başka bir deyişle, hayatımıza başkalarının idealleri mi yön veriyor?

Birileri birşeyler olmamızı tabikii istiyor.Bakın ben bile hepsinin farklı olmasını ve kendileri olmasını istiyorum. Birileri hep ister ve buna kendimizde dahilizdir. :D

Zaman zaman hayatımıza başkalarının idealleri tabikii yön veriyor. İnsan ne kadar bağımsızdır? Burada yine pegasus, en doğru olarak davranışlarımızın kökenine inmemiz gerektiği ortaya koyarken son derece bilimsel yaklaşımlarla yola çıkarken, bunlara değinmemek hata olur.

* Sizi tanımlayan temel özelliklerin (dindar, dinsiz, milliyetçi, islamcı, sosyalist, çalışkan, akıllı, şirin, güçlü, “namuslu” vb.) neler olduğunu düşündünüz mü?

Hiç düşünmedim. Gerçekten... :D Ne olduğumu yada ne olmadığımı genellikle bildim. Oldum sandığım şeyler bazen olmazlarım da oldu. Ben bir insanım ve kesin taraflarım olduğu gibi bu kesinlerim bile zaman zaman değişkendir.

Kendimi akıllı kabul ettiğim zamanlar olduğu gibi tam bir salak olduğum anlar da vardır ve bu hallerimide severim.

Özellikle bir iş müracaatında bulunduysanız ve sizinle görüşmeyi kabul ettiklerinde size sordukları ilk soru;

Kendinizi nasıl tanımlarsınız şeklinde ucube bir sorudur. :D

Neden tanımlayayım ki kendimiiiiii. Neden kalıpların ve sınırların içersine sokup hapsedeyim?????

Anlatılamaz, diye ukalaca cevap verdiğim çok olmuştur.Onlara göre ukalaca bana göre de gerçek ama...

Bu temel özellikler tıpkı en yakınınızdaki diğer insanlarınki gibiyse eğer, bu aynılığı, bu “kesin doğruluğu” hiç sorguladınız mı

Hiç bir karşılaştırma yapmadım açıkcası kendimi bir başkasıyla. Ben sadece bir Sanem im ve Sanem olarak ta öleceğim. Tıpkı sizlerin Bülent, Babür olduğu gibi. Hepimiz tekiz bu dünyada. Benden başka bir ben daha yok, olamazda.

Bu sebeple bu soru da anlamsız ve yanlış oluyor bana göre..

“Uzun bir günün, hatta akşamın ardından insanın yalnız başına kalıp, kendi koltuğuna oturup kendisi olabilmesi, yıllar süren uzun ve maceralı bir yolculuktan sonra yolcunun kendi evine dönmesine benziyor.”

Hep kendi evimdeydim sanırım bu cümleye göre. Hiç misafirliğe gitmedim anlamını çıkartabilirsiniz. :D

Olmak/yapmak isteyip de olamadığınız/yapamadığınız şeyler var mı?

İşte bu çok daha farklı bir konu..... :D Çünkü tüm insanların yapmak isteyipte yapamadığı bir sürü şey vardır. Ancak bunun kendisi olmak yada olmamakla bir ilgisi olduğuna inanmıyorum.

* Kendiniz olmakta güçlük çekiyor musunuz?

Yooo, çok kolayımdır bu anlamda :D Bana göre ben olmak son derece basit ve kolay bir iş....

* Seçme şansınız olsa nasıl bir toplumda yaşamak isterdiniz?

Offffffffff, bu konuda destan yazarımda, bir ütopya olacağından vaz geçiyorum. :D
 
Sevgili kardeşim, çağımız insanının içinde bulunduğu ve Marks ın adına ‘yabancılaşma’ dediği durumu tartışıyoruz. Toplumu oluşturan bireylerin geçmişin insanlarının sahip olduklarından çok ama çok daha fazla imkânlara sahip olmasına rağmen kalabalıklar içinde yalnızlaştığı, mutsuzlaştığı varsayılmakta. Ben geçmişin insanlarının daha mutlu oldukları tezini ne kabul ne de reddedebilirim. Bu da faklıklılar arz edebilir. Ama burada tartışılan mesele felsefe de varoluş problemi olarak en geniş şekilde ele alınıyor. Kendi başına hiçbir bilim dalı insanın içine düştüğü bu keşmekeşi açıklayamadığından. Sorunu bir bütün içinde görmemizi sağlayan felsefeye başvurmak artık hemen her bilim adamının yaptığı şeydir. Çağımızda özellikle burada tartışılan konuyuda içine alan sosyal bilimlerl ilgili üretilen her bilimsel, akademik çalışma belli bir felsefi temele dayandırılır. bu kaçınılmaz bir şeydir. . Burda felsefeyi anlaşılması çok zor bir düşünme şekli olarak göstermek eğer alternatifi varsa kabul nedilebilirdir. Ama felsefi bakışın sağladığı düşünme ve anlama başka hiçbir düşünce biçiminde yoktur. Ha din derseniz o başka. Orda doğrular yazılıdır. Tek yapacağınız olduğu gibi inanmak ve kabul etmektir. Kısaca o kadar da zor değil anlamak. Burda insanları derin düşünceye teşfik etmeliyiz. Sığ düşünceler. ya da " ya ben kendim olamıyomkiii" den öteye gitmeyen serzenişler eğer "neden peki?" sorusuyla taçlanmıyorsa hiçbir yere varamaz...

Burada felsefeyi söyle tanımlayabiliriz. Felsefe, çevresini, kendisini, gittiği yönü anlamak isteyen insanın yükselmesidir. (Kuyu değil.) yükseldikçe etrafı daha iyi görebilirsin. Ne kadar yükselirsen o kadar geniş bir alanı görürsün. Oysa olduğun yerde gördüklerin gerçeğin küçük bir kısmıdır. İyice yükselince aşağıdaki dağları, ovaları, şehirleri görürsün. En sonunda aşağıda mavi bir küre kalıncaya kadar yükseldiğinde anlarsın ki tüm o gördüğün dağlar denizler bu kürenin bir parçasıymış. Bu yükselme hiç bitmez. Uzayın sonsuz derinliklerine nasıl ulaşılamazsa felsefi bilginin de sonu yoktur. Ama felsefe bize olayları bir bütün içinde değerlendirebilme mekanizmasını verir.

Gelelim ajitatör neptune. Dost senin, yaşasaydı Hitler in propaganda bakanı Gobbels in bile saygısını kazanacağını düşünüyorum. Olayları böylesine alt üst edebilme yeteneğini eminim değerlendirirdi.

Felsefenin günümüzden 2500–3000 bin yıl önceki fetüs döneminden alıntıladığın metinlerle yaptığın kolaj sayesinde insan aklının bunca yıllık birikimini bir anda çöpe attın. Kaldıki o alay ederek yazdıkların o dönem insanlarının bilgileri göz önüne alındığında içinde bulundukları dünyayı anlamak için insanoğlunun belkide milyonlarca yılda ulaştığı en son safhaydı.

Eskiden ‘Doğa felsefesi’ denen antik yunan felsefesiyle bizim kastettiğimiz felsefeyi özdeşleştirdiğine göre sen yazdıklarımı İslam felsefesine göre de yorumlayabilirsin. Aradaki alakasızlığın ilgini çekmediği ortada…

İnsan aklı gelişip, bilgisi çoğalınca bazı bilim dalları oluşmuştur. Bunlar felsefeye rakip değiller ki… Aksine felsefenin zaman zaman dayanakları bile olabilirler. İlk çağda geometri ve fizik felsefeden ayrılmışlardı. Rönesans da astronomi, metot, 19.yy aydınlanmasıyla patlayan insan bilgisi biyoloji, psikoloji, sosyoloji gibi bilimleri ortaya çıkarmıştı. Daha sonra felsefeden kopup baslıbasına bilim dalı olan binlerce alan cıktı ortaya. Fakat bunların hiçbiri felsefenin önemini azaltmadı/azaltamaz. Çünkü felsefe bilimsel olgularla ilgilenmez zaten. Evet, onlardan yararlanabilir ama onun asıl alanı bilimin anlayamadığı alanlardır. Mesela senin abuk sabuk şekilde örnek verdiğin tıp bilimine gelelim. Felsefe tabiî ki hastalıkla uğraşmaz. Ama bir doktorun ettiği Hipokrat yemini ne derece önemlidir bilirsin. Bir doktorun bu yemine sadık kalıp kalmaması bir etik meseledir. Etik bir meseleyi bilimsel olarak inceleyebilir misin??? Felsefe inceler. Örneğin ahlak felsefesi neden sözümüzü tutmamız gerektiği konusunda bize çok şeyler söyler. Bunların bilimsel temeli yoktur. Ama bence bütün bilimlerden daha önemlidir. Çünkü tüm bilimler belli bir ahlaki temel üzerinde yükselir. Hani postmodernizmi de ortaya çıkartan bilimin tıkanmışlık haliydi ya. Malum bilimin geldiği son nokta atom bombasıydı ve felsefesiz bilimin insanlığı getireceği yer buradan görülebiliyordu. Hatırla bu tartışmaları. Okumuşsundur bir yerlerden...

Kaldı ki sen benim ne demek istediğimi biliyorsun maksat hırt peygamberliği olsun işte.

Felsefeyi savunur duruma düşeceğim hiç aklıma gelmezdi. Çünkü aslında felsefe benim çok da iyi bildiğim bir alan değil. Ama ne kadar önemli olduğunu biliyorum en azından. Yukarıdaki yazımda “ben olaylara sadece felsefeyle bakmam, eklektik yöntemle tüm bilimlerden elde ettiğim mekanizmaları bütünü görmek için kullanırım” dememe rağmen olayları sadece soyut bağlamıyla ele almışım gibi dediklerimi karikatürize etmişsin. Aynı yazımda tarih, psikoloji, sosyoloji, biyoloji, antropoloji gibi bilim dallarından bakış açıları sunmama rağmen ilk çağ felsefesinden alıntıladığın cümlelerle bana cevap vermişsin. Komiksin...

Fikir kalabalığında gerçeği ustaca gizliyorsun. İnsanların çoğu bu sayede söylediklerinin ardında nasıl bir kişiliğin yattığını fark etmiyor. Sen “entelektüel” bir kardeşimiz olarak arzı endam eyliyorsun. Eyvallah buyur gez toz lafımız yok. Ama senin o pozlarının arkasında nasıl bir kapitalistin yattığını çok iyi biliyorum. Bütün bu özgürlük cart curt lafları altında sen vahşi bir kapitalistsin. Bireyin özgürlüğünden kastettiğin de işte insanlara aynı amerikan filmlerinde empoze edilen düşüncedir; “Savaşırsan kazanırsın” Ya savaşamazsan? “Geber!” Peki, o zaman bana da savaştığım kişilerle aynı silahları verin? E insanlar eşit ya… Ona da yok. Sen busun neptune. Takındığın o süslü maskenin ardındaki düşünce bu işte… Bireyi öne alan ve ne gariptir ki felsefede ‘varoluşçuluk’ olarak bilinen (Sen felsefeyle ilgilenmiyorsun ya! ) kapitalizmin işine geldiği için çok da işlevsel bulunan yaklaşımına göre biz her şeyi nihayetinde kendimiz yaparız. G:Doğuda kadın nüfusunun % 36 sının okuma yazma bilmemesi “nihayetinde onların kişisel kararıdır” sana göre. Çok isterseler (yani ölmeyi göze almak kadar) ailelerinden izin almadan okuma yazma öğrenebilirler. Bütün bu saçmalıkları okuduğun amerikan yazarlarından öğrenmiş olabilirsin. Bunları ben de okuyorum. Ama çoğuna gülüp geçiyorum. Sana tavsiyem bireyi biraz da içinde bulunduğu sistem bağlamında sorgulamandır. Hani o çobanı, fırıncıyı, esnafı ya da kendimden örnek verdiğim gibi bir öğrenciyi…


Çağımız insanı niye mutsuz? Buna bilimsel bakışlar kendine göre cevaplar vermiş. Ama özünde tamamen felsefi bir niteliği olan bu sorunsala neptune kardeşimizden felsefi içeriği olmadan ve bana laf ebeliği yapmadan bir cevap vermesini umuyorum. Verdiği cevabın felsefi bir derinliği olmayacak! Çağımız bireyinin mutsuzluğunu, takmak zorunda kaldığı maskeleri, etkilenmeleri, gittiği yol tabelalarını kendinin dikmeyişini “bilimsel” olarak açıklayacak. Bende yeni bir bakış açısı edinmiş olacağım. Hadi neptune yaparsın sen. Sen ki gidi neo-liberal bir hırt peygamberi değil misin…:) Kızıldenizi de ikiye bölersin...

Not: Sağlık dileklerin için sağol. İyileştim gördüğün gibi…
 
Sürekli gelişen ve kendisini yenileyen canlılarız kendi içimizde kendimizi keşfetmeye çıktığımızda belki kendimizi bulabiliriz

Kimse çevresinden ve yaşadığı alandan sınırdan etkilenmediğini de söyleyemez İnsan tek başına gelişemez etki mutlaka vardır İnsanın özünü bulması ise kendisini tanıma isteğinden doğar

İnsanların sindiğini korktuğunu ve hayal kurmadığını düşünmüyorum sinen bir toplum olabilir bu da çoğunluğu kapsamıyor engelli sindiriliyor denilirse katılırım
Engellinin sindirilmesinde ki en büyük faktör ise kendisidir
 
Ben daha geçen haftadayım :p Türktelekomun azizliğine uğrayıp 30 saat kadar siteyle bağlantı kuramayınca bazı cevaplarım bu haftaya kaldı. :( :oops:

OturanBoğa' Alıntı:
Konu gene farklı bir yöne gitti :)
"Hayat o kadar da özgür olamaz, bu ütopyadır" bakışı ve o bakışı desteklemek için verilen örnekler burada dile getirilen konuyla ilgili değil ki. Elbette kimsenin sınırı olmayan özgürlüğü olamaz, elbette camiye mayoyla ya da çıplaklar kampına çarşafla gidilmez, elbette istedi diye kimse birini öldüremez, tecavüz edemez vs.vs. Buna benzer uç "örnekler"den yola çıkılırsa tabii ki özgürlükleri ağza bile almamak ve hatta özgürlükleri yoketmek için birsürü yol kolayca bulunabilir! :)

Valla sen "saçmalama özgürlüğü"ndeki söyleminle örnekler verince ben de dayanamadım na'apiim.. :p Haklısın, örnekler çok "uç" oldu ama önceki üç mesajımda da üzerinde durduğum, "Kişisel ve Toplumsal Bilinç düzeyinin yüksekliği" konusuna kimse takılmayınca 'heralde işin alfabesinden başlamak gerek' diye düşündüm. Çünkü; 'düşünceler'i bırakıp 'olaylar'la uğraşmak, buzdağının denizin altındaki bölümü yerine üstündeki bölümü ile uğraşmak oluyor, bu esprili bir şekilde yapıldığında "geyik çevirme" diyorlar. :p Ben de bunda yokum.. :(

OturanBoğa' Alıntı:
Ama burada bahsedilenler hem yasa dışı olmayan, hem başkasının özgürlüğüne zarar vermeyen, hem de Avrupa ve Amerika gibi toplumsal gelişimleri bizim kat be kat ilerimizde olan ülkelerde zaten yaşamın içinde olan ve uygulanan özgürlükler; yani öyle ütopik şeyler değiller.

Ha. Anladım.. "Onlarda var, bizde niye yok?" demeye getiriyorsun. İkinci mesajımda bir alıntı yapmıştım:
bahadir4926' Alıntı:
...

bir Alman vatandaşının ortalama günlük okuma süresi 24 dakikaymış
bir Türkün ise 12 saniye.
.....
Ve sonra demiştim ki:
Bunlar sadece rakamdır.. Fazla takılmamak gerekir.. Ama yine de bir şeyler anlatır.. % 12.000 gibi bir rakam vardır. Ve bu rakam olduğu sürece biz daha çoook konuşuruz bu konuları. :(

Elbette salt kitap okuma istatistiklerini pek bir anlamı yoktur, bunlarla bir yere varmak biraz saflık (!)olur.. Ancak, bu rakamlar bir sonuçtur. Ve o ülkelerde uygulanan sağlıklı bir eğitim-öğretim organizasyonu sonucu elde edilmiştir. Yani o ülkelerde yaşayanlar, elde ettikleri özgürlüğün bedelini ödemişlerdir, ödemeye devam etmektedirler.. Ama biz, o bedeli ödemeden onlarla aşık atmaya uğraşıyoruz. Tabii ki yenilen taraf hep biz oluyoruz. (Bir G8 ülkesini savunacağım hiç aklıma gelmezdi :) )

sehribanu' Alıntı:
Ben gerçekten kendime bir yol açtım Baben abi, açılmış yola çakıl taşı dizmek çok basit kalır. Bir ara ben size hayat hikayemi anlatayım o zaman siz karar verirsiniz. Çakıltaşı mı yol mu olduğuna.

Yaptığın şey takdire değer. Kolay değil çünkü.. Ama ben " çakıltaşı olabilmek"le sıradanlaşmayı kastetmiştim.. Bir yol açıp tek başına yürümektense diğer yolda sana inananlarla birlikte bir şeyleri paylaşarak yürümek daha evlâdır, bence. ;)

Rekursion' Alıntı:
..yani örnegin, popomu iki tane -birbirinin ayni olan- sandalyenin hangisine koyucami secebiliosam hürümdür

Rekursoncum, sandalyelerin yeri de önemli.. Biri kapıya, diğeri pencereye yakınsa hangisini "secebilmen" gerektiği konusunda yeterli bilincin yoksa "hürrietin" hiç bir işe yaramaz.. :p Günde 12 saniye kitap okuyarak da, bu bilinci kaç yılda edinebilirsin, hesabını sen yap.. ;)

Rekursion' Alıntı:
ama bilmez misin ki, biz site üyelerinin (hepimizin olmasa da bi cogumuzun) en büyük özelliklerinden biri de topic konusunu cok güzel bi shekilde saptirmaktir

sevgili nehir_oz1982, daha çok yeni.. ;) Bilemeyebilir.. Bu işi özellikle Pegasus ve Baben bir araya geldiklerinde çok iyi becerirler. :p Chris Spheeris'ten girip George Lucas'tan çıkmaları dün gibi aklımda. :p Seviyeyi düşürmedikçe keyifli de oluyor hani ;)
 
İnsanın kendisi olabilmesi ne demek?

Her canlının dünyaya gelmesinin bir ereği var. O erek içindedir. Bu anlamda insanın sonsuz bir zenginliği vardır. O zenginlik yaşamın kendisidir. Bu anlamda insanın kendisi olabilmeyi, insanın kendisiyle iyi bir iletişim kurmak olarak algılıyorum. Kendini tanıyan, bilen insan özgür insandır. Çünkü o yaşamın bilincindedir. Kendine ait bir değerler sistemi vardır. Bu sistem içinde düşünce, duygu ve davranışlarını aklını kullanarak yönlendirir kendini.

İnsanın kendisi olmasına en büyük engel, kişinin yine kendisidir. Çünkü o kendine ve dünyaya birtakım kalıplar içinde bakar.

"İnsanların en büyük zevki öteki insanları kendilerine benzetmektir. "

Bu söze şiddetle karşı çıkıyorum. Kim söylemiş bu sözü?

Burjuva ideologları mı? Bu söz bilincimi kirletiyor. Ama derseniz ki, bu söz günümüz insanının durumunu anlatıyor. “Eyvallah “ derim. Burada ki, yanlış şu. Genelleme yaparak bir önerme doğruymuş gibi anlatılıyor.

Ben bir insan kimliğini oluşturan olguların ne din, ne ırk, ne de milliyet olduğuna inanıyorum. Bu olgular insanı birbirine yabancılaştırır. Bunları üstünüzden sıyırıp atacaksınız. Evrensel değerlerde buluşacaksınız. İnsan insan yararına bir süreçte birleşmelidir.

Beni ben yapan ilkelerin yaşamımın anlamı nedir sorusuyla iç içe olduğunu düşünüyorum. İnsanlığa borcum var. Ödemem gerek… Bu ilkeden yola çıkarak kavramları irdelemek, araştırmak, analiz ederek kendi yaşamıma uygulayarak kendimle yüzleşerek yaşamı kurmaya çalışmak… En güzel yol…

Ben merkezci, aile merkezci, din merkezli, ırk merkezli, ulus merkezli bakış açısından kurtulmuş bir insan topluluğunda yaşamak isterdim.

Bir düşüm var. Bir gün öyle bir dünya kurulacak ki, yolda gördüğünüz hiç tanımadığınız biriyle bir çay bahçesinde oturup sohbet edebileceksiniz. Çayınızı yudumlayacaksınız. Sonra da kalkıp yolunuza devam edeceksiniz. O dünyada kimse kimseden korkmayacak… İçtenlik insanların silahı olmayacak… Kadın ve erkeğe cinsiyet ayrımının çok ötesinde yalnızca insan gözüyle bakılacak…

Öyle bir dünya hayal ediyorum ki… O dünyada herkes felsefe ve sanat konuşacak.

Çok mu ideal?

İdeal insanlığın elindeki bastondur ( Gorki)
 
*İnsanlar doğası gereği mükemmeliyetçidir kişi daima kendini dünyanın
merkezi gibi görür ve insanların kendi etrafında olmasını ister zaten en
iyi olduğunu düşündüğü için diğerlerini de kendine benzetmeye çalışır.
Bu durum herkes için aynıdır ve fikrimce yaratılıştan fıtrattan gelir...
*Başkaları önce ailemiz sonra arkadaşlarımız yakın çevremiz bizi etkiler.Tıpkı belki farkında olmadan bizimde birilerini yönlendirdiğimiz gibi.En basitinden kendi kararlarını verme yaşı henüz gelmemiş olan çocukları düşünelim;onları aileleri yönlendirir.Klişe bir soru vardır hep çocuklara sorulan'büyüdüğünde ne olacaksın?'bu soru hepimize sorulmuştur.Aile zaten çocuğun aşılamıştır ne olması gerektiğini çocuk ya doktor ya asker ya hemşire vs.olmak ister hep mesela kuzenim çöpçü olmak isterdi kendi tercihidir yorumsuz :) bunun sebebi nedir peki?cevap şöyle olabilir mi mesela anneler daha doğusu bayanlar öğretmen olmak ister genelde,eğer olamadıysa da bu ahdını çocuğunda gerçekleştirmek ister ve o mutlaka öğretmen olmalı der evet anne ve babalar böyle düşünür.Bahsettiğim genel durumdur çevremde böyle çünkü,bazı istisnai durumlar olabilir onları tenzih ediyorum :)
Başkaları bizim ne olacağımıza karar veremez ama mutlaka yönlendirmeler tavsiyeler olur olacaktır ancak bunları hayta geçirip geçirmemek kişinin kendi düşüncesidir.
*İnsanların ideolojileri vardır kendilerini tanımlamak için kullandıkları.Bazı düşünemeyen varlıkları saymıyorum tabi :) kimisi milliyetçi kimisi sosyalist kimi kemalist kimi kominist bazısı dinci bazısı dinsiz ama ne olursa olsun kendi ideolojisinden vazgeçmemeli önce kişiler sonra toplum unutulmamalı...
haliyle herkesin dünya görüşü vardır :) benim ki ise dindar ama tutucu deil.
*İnsanda hep arzu vardır daha iyi olabilme yetinmeme belkide ebediyet sonsuzluğu arzular insan belki de en imkansızı zorda olsa imkansızı ister insan dolayısıyla yapmak isteyipte yapamadığı o kadar çok şey vardır ki :(((
*İnsan genelde bir topluluğa ilk girdiğinde nasıl daranması gerektiğini bilemez insanları tanımak ister eğer onlarla aynı ortamı paylaşmak zorundaysa üstelik biraz bocalar nitekim kendi gibi olur ama bence duruma göre insan biraz idareci olmayı bilmeli ama asla kendinden de taviz vermemelidir.
*Öyle bir toplum düşünün ki öncelikle barışçı,insanların birbirini anladığı,sevdiği sevmeyi becerebildiği,adaletli yaklaşabildiği dürüst olabildiği bir toplum.Bebeklerin açlıktan ölmediği,çocukların tecavüze uğramadığı,kardeşlerin birbirini öldürmediği..
mümkün mü bu..?KEŞKE OLABİLSEYDİ...
 
Ne başımıza geliyorsa zaten kendimiz gibi olamadığımızdan değilmi ?
 
Hepimiz doğup büyüdüğümüz çevrenin şekillendirdiği yönlerdirdiği varlıklarız..Ne kadar da ben kendimim diye ısrar etsekte bu durum kabullenişten başka bir şey değildir aslında ..
Yanlız kaldığımızda , içimizden , sahip olduğumuz , kabullendiğimiz herşeyi, ortamı bırakıp kaçıp gitmek gelir ..
Ne olmak isterdik ne olduk..nasıl bir yerde yaşamak isterdik nerede yaşıyoruz..Kimlerle beraber olmak isterdik kimlerle beraberiz...
Acaba şu anki bizi mi olmak isterdik ..
Bu sorular hep vardır içimizde.Hep sorgularız...
Doğuştan itibaren bizim rolumuz bize biçilmiştir aslında..Yürümek zorunda olacağımız yola girmişizdir bir kere ...
İsmimiz bile başkaları tarafından verilir..Onu bile seçme hakkımız olmaz...
Şu anki hayatlarımız bence bir kabullenişten başka bir şey değil..Ve kabullendiğimiz ve bizim olan şeylerle mutlu olma çabası ..Bence elimizden gelen tek şey bu ..
Aslında her ortamda büründüğümüz kişilikler vardır..iş hayatında başkayızdır,toplum içinde başka,arkadaşlarla bambaşka..
Ama sanırım özümüzde ne olduğumuz önemli , davranış biçimlerimiz değil...
İçimizdeki duygularımız , hayallerimiz,sevgilerimiz , inançalrımız , inançsızlıklarımız ,nefretlerimiz ,merhametlerimiz ,özlemlerimiz işte bizi biz yapan iç dünyamız....
 
Ben ben olmaktan hiç bir zaman sıkılmadım
sıkıldıgım tek bir ortam var o ortamda benimle aynı ortapediközrü taşıyan birinin olması hele bu kişi birde karşı cinstense ordan hemen kaybolmak istiyorum.
sizden ricam bunun sebebi ne olabilir acaba bu bir çekememezlikmi neden böyle bir duyguya kapılıyom bunu benim gibi başka hisseden varmı ve bu konuyu araştıran
 
Üst Alt