Ben siteye uğramayalı beri bu başlık renklenmiş. Renklendikçe türlü düşünceler ileri sürülmüş. Konu dağıldıkça dağılmış. Kimileyin, toparlanmaya çalışılmış. Araya farklı konular girmiş. Biraz da ben dağıtayım dedim
Aldım sazı elime!
Ben, kadınların hem sosyo ekonomik sistemce hem de aile ve evlilikte erkek egemenliğinin baskısı altında çifte olarak bağımlı olduğunu ve sömürüldüğünü düşünüyorum.
Hem sosyal düzene karşı çıkıyorum.
Hem de erkek egemenliğine…
Ama tabii, tüm bunların kökeninde kadınların yüzyıllar boyunca taşımak zorunda kaldıkları cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan sorunlar olduğunu düşünüyorum. Namus cinayetleri işlenmesinin bir nedeni de, (belki de en önemli nedeni) Türkiye’de aydınlanma hareketi yaygınlaştırılmadığı içindir. Türkiye'nin en önemli sorunu, aydınlanma sorunudur.
Erkek egemenliğinin kadında oluşturduğu psikolojiden söz etmek istiyorum biraz.
Adı belki Fatma, belki Funda, belki Zeynep ; neyse işte! Milyonlarca kadın, yaşamının gidişini bir erkeğin varlığı üzerinden belirledi. Bilinçli mi? Hayır.Üstelik feminizmden ,kadın haklarından söz eden milyonlarca kadın da öyle!
Ya diğer kadınlar? Tarlada çalışan, ekmek pişiren, evde erkeğe hizmetçilik eden, bankada, devlet dairelerinde, fabrikalarda çalışan kadınlar...Ya genelevlerde, sokaklarda çalışan kadınlar... Onların yaşamlarını erkek egemen düzen belirlemiyor mu?
Kadınlar, bütünüyle toplumun kadında oluşturduğu psikolojik duruma bağlı olarak bilinçsizce bir yaşam kuruyorlar. Kurdukları yaşam ,gerçekte kendi istedikleri yaşam olmuyor. Erkeğin ,toplumun belirlediği yaşamı yaşıyorlar.
Öyleyse, toplumun kadında oluşturduğu psikolojik durum üzerinde durmak gerekir.Erkek egemen dünya, kadını şu özelliklerin içine hapsetmiştir:
“Kadının aklı noksandır, kadın bilmez,kadın erkeğin karşısında fazla konuşmaz(itiraz etmez),kadınlar duygusaldır(zayıftırlar),kadın becerikli olmalıdır, doğurgan kadın iyidir,kadınlar şeytandır(erkek kendi günahlarının nedeni olarak kadını ileri sürer),yuvayı kadın kurar, kadın ağırbaşlı olmalıdır, kadın erkeğin sözünü dinlemelidir(çalışma diyorsa çalışmamalı, örtün diyorsa örtünmelidir),kendini erkeğe beğendirmelidir(güzel olmalıdır, iyi yemekler yapıp kocasını hoşnut etmelidir),güleryüzlü olmalıdır, kadın sağa sola değil yere bakmalıdır , kızlar kocaya gitmek için hazırlanıp çeyiz yapmalıdır, kadın dediğin başıboş olmaz,onu yönlendirecek bir erkek her zaman olmalıdır, kadın erkeğin gerisinde yürümelidir...”
Kadına biçilmiş tüm bu roller, kadının erkek egemen düzene boyun eğmesini sağlamak içindir.Ancak yukarıdaki özelliklerdeki bir kadın, kolay yönlendirilebilir, yönetilebilir. Eğer bir kadın akıllı olursa erkeğin mantık dışı isteklerini sorgulayabilir.O zaman da kadını yönetmek zorlaşır.Bu nedenle akıllı kadın iyi değildir. Boşuna dememişler kadının saçı uzun aklı kısadır diye.
Erkekler, akıllı kadın, istemiyorlar.
Kadınlar akıllarından vazgeçmiştir sonuçta. Akıllıya yüz kere akılsız denmesinin ardından, kadınlar aklının kısa olduğuna inandırılmışlardır..’(Ben bilmem’ ifadesi bunu en iyi biçimde açıklar.)Aklının otoritesine sırt çevirip, geleneklerin ,törelerin ,dinsel dogmaların otoritesi altına girmişlerdir. Yaşamlarını bir yazgı olarak kabul edip suskunlaşmışlardır.
Küçüklükten başlayarak verilen cinsiyetçi yetişme tarzı kadını psikolojik alt yapısını belirler.Küçük kız çocuğu ileride kocasına hizmet edecek şekilde yetiştirilir.Küçük yaşta eline örgüler, işlemeler verilir, çeyiz hazırlıklarına başlasın diye.Kocasına iyi hizmet etmesi için her şey öğretilir. Yemek, ütü ,terbiye kuralları...
Kadının yaşam amacı, erkeğin düzenini ,rahatını sağlamak üzerine kurgulanır.Gülüyorsa gülme denir, ağırbaşlı olmalıdır. Bekaretinin koruması gereken en önemli değeri olduğu, daha çocuk yaşta bilinçaltına kazınır, bekaretini yitirmekten, kız kurusu olup ileride kimse tarafından istenmemekten korkar.Öyle ya, bir erkekte kendisini istemezse kadın hangi zeminde yaşayacaktır.
Çevresinden aldığı mesajlar, kendisinin hep korunması gereken, bakılan ,zayıf bir varlık olduğunu anlatmaktadır.Kendine güvenmez, kendi başına olmaktan korkar.Varlığı hep bir erkekle birlikte anılmasından ileri gelir bunun nedeni.Tek başınalık ürkütücüdür.Kadın bu nedenle kendini bir erkeğin varlığında tamamlamaya çalışır.
Pek çok yazar, dergilerde ,gazetelerde ,kitaplarda kadınların ummak ve beklemekle cezalandırıldığını yazarlar.Ummak ve beklemek kadına verilmiş cezalardır.Bu ifadeler bir eleştiri taşısa da , kadının cezalandırılmasının bir yazgı olduğu sonucunu verir.Kadınların uman ve bekleyen olduğu yargısının altında yüzyılı aşan dogmaların katmanı vardır.
Kadın neleri umar ya da bekler?
Bir erkeği beğenip sevse de erkeğin kendisine gelip arkadaşlık teklifi etmesini bekler.Evlenme teklifi bekler.Erkeğin kendine çiçek almasını bekler.Doğum günlerinin ,evlenme yıldönümlerinin anımsanmasını bekler.Kadın,erkeğin özel günlerini anımsamaması durumunda kendini değersiz duyumsayarak üzülür.
Tüm kadınlara seslenmek isterim. Bir erkeğin size çiçek almasını beklemeyin. Canınız armağan almak istiyorsa, kendi kendinize armağan alarak önce siz kendi değerinizi belirleyin.
Bunları Anadolu kadını için söylemek zordur.Çünkü beklemeyi ,ummayı bile bilmez Anadolu kadını.O bir ırgattır, süt sağar, yoğurt yapar,çocuk büyütür.Kendisinden bekleneni yerine getirir, beklemek gibi bir olanağı yoktur.
Annemi hatırladım birden.
Kentli kadının erkekten beklemesi belki de bir değer arayışı olarak yorumlanabilir.Kadın ,”sakatlanmış kişilikten “ ( yüzyıllar boyunca Aristo’nun kuramı tüm insanlığı abluka altına aldı) kurtulup kendini aramaktadır aslında.Erkekten çiçek bekleyen kadın, değer arayışının adresi olarak erkeği görmektedir.Bu adresin yanlış olduğu gün gibi açıktır.
Buna karşılık insanlaşmanın gerisinde kalmış erkekler, kadınla kendisi arasındaki eşitsizliği sorgulamazlar.Kadını kendisinin hizmetkarı olduğunu sessizce kabullenirler.Çünkü eve gittiklerinde hazır sıcak çorba iyidir.Fazla akıllı kadın(eleştiren, sorgulayan ) erkeği rahatsız eder.Erkek, toplumdaki iktidarından hoşnuttur nede olsa. Kadın çalışıyorsa, ‘ikimizde çalışıyoruz, ben eve gelir gelmez mutfağa giriyorum, sen televizyonun karşısında geçiyorsun(kadın adaletsizliği görmektedir), bu durumdan bıktım. " der.
İktidarındaki rahatından hiçte vazgeçmeye niyeti olmayan erkekle kadın arasında çatışma başlar.Bu nedenle anket sonuçlarından ‘üniversiteli erkekler daha fazla eşlerine şiddet gösteriyor ‘sonucu çıkar. Eğitim alan kadının, yaşadığı sorunları sorgulaması daha fazla olanaklıdır. Ekonomik bağımsızlığı vardır genellikle.Kadın erkeği eleştirir.Çatışma en dayanılmaz noktada şiddete varır ya da boşanmaya.
Sonuçta, kadına yüklenen rollerinin pek de değişmediğini düşünüyorum günümüzde. Çünkü, erkekler, iktidarlarını kaybetmek istemiyorlar. Ama, kadınlar, söke söke alacaklar haklarını! İşte buna inanıyorum.
Tabii, kadın sorunu, çok girift bir konu!
Ne kadar yazsan da, bitmiyor.
Gerçekten kadınlar/erkekler, bağımlı/bağlı olmaktan bir ilişkiden/evlilikten bıktılar mı?
Tabii, kadın erkek ilişkisi ayrı bir konu! Ancak, ben birlikteliklerde şunu gözlemliyorum. Eğer, bir ilişki de, birbirini geliştirme yoksa, o ilişki kısırlaşıyor.
Evliliğin ise, insan doğasına aykırı olduğunu düşünüyorum. Evliliğin ayrı bir başlık altında incelenmesi gerektiğini düşünüyorum.