Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Kadınlar ve ekonomik özgürlükleri [Tartışma]

Ekonomik bağımsızlığın olması görüşüne katılmakla beraber;
Kadının ekonomik bağımsızlığını kazanması tam anlamıyla özgürlüğünün sahibi olduğu anlamına gelmez diye düşünüyorum.Etrafınızda çalışan bayanların büyük bir bölümünün bankamatik kartı ya da kredi kartı eşinin elindedir.Yani aileden verilen erkek evin temelidir görüşünü aşamayan kadınların çalışmayan kadınlardan farkı yok gibi .ekonomik özgürlüğünü kazanan kadın kavramı tek başına yetersiz kalıyor.Kadın başta kadın kimliğini oluşturmalı edilgenlikten kurtulmalıdır...Ne kadar maaş aldığını bilmeyen kadınların kazandığı ekonomik özgürlük ne kadar özgürlüktür ....

Kadın özgürleşirken yaşamına eş kabul etiği kişiyi de özgürleştirmeyi unutmamalı.Hatta yetiştirdiği çocukları arasında cinsiyet ayrımı yapmamlıdır ki sorun temelinden çözülsün.Sonuçta erkekleri de kız çocukları gibi büyüten kadınlardır.

Çalışmayan bazı kadınların çalışan bazı kadınlardan daha rahat hareket ettiğide olur.Tam terside mevcuttur....Kadın ekonomik bağımsızlığını kazanırken özgürleşirken kendini de köle olarak görmeyi bırakmalıdır ki mücadele tam anlamıyla sonuç bulsun...Yetiştirme tarzından kaynaklanan yanlış öğretileri ya da dikte edilmiş öğretileri de aşabilmelidir...
 
ekonomik özgürlüğü olup ezilen,
çalışıp ezilen,
ev hanımı olup saltanat süren,
ev hanımı olup horlanan
bunların yanında bu olguları olumlu olumsuz benimseyenlere gerek kendimizden gerekse çevremizden yüzlerce örnek gösterebiliriz.

ben 27 yaşına kadar okudum.okurken çocuğum oldu ev hanımlığı da yaptım ayrıca çalıştımda
27 yaşımdan sonra çalıştım ev hanımlığı yaptım çocuk baktım çalışırken ıkıcı çocuğum oldu
37 yaşından sonra ev hanımlığı yaptım raporlu olduğumdan maaşım vardı
3 ay ne maaş aldım ne çalıştım ama ev hanımlığı yaptım...

ev hanımlığı işinde çalışan tüm bay bayanlara allah kolaylık versin diyorum...
maaş al alma toplumda bayan olarak ev hanımı misyonunuz var.Maaş alınca tabi biraz daha höt deme hakkınız oluyor olmasınada bu yıpranmamanızı
kendinizi paralamamanıza engel değil

ben çalışırken hafta sonu eşimle kahvaltı keyfimiz vardı ...şimdilerde brunch mı deniyor hanı sofra başında saatlerce süren keyfe işteondan....
beraber kurar beraber toplardık eğer o hafta yoğun geçtiyse dışarda yerdik...

benım haftam yoğunda geçse eşim oh be diyor bir hafta sonum var...bende ona bakıp yazıktır ya adam hersabah 6 da işe gidiyor otursunda hazıra konsun diyorum derken bir bakıyorum benımhiç bir hafta sonum yok!
eee vicdanda taşıyorsunuz üstelik eşimde kadın yapar erkek oturur zihniyetinden yoksun biri herşeyi beraber yapalım der genede ...
eziliyorsun senı eşin ezmese kendin eziyorsun...başkası baskı yapmasa sen yapıyorsun!
bu ezilmişliğin bir boyutu.....diğer boyutlarınıda kendi açımdan yazacağım...


işte alsana sorun bunu yazacağım ,ne yazacağım derken pişlavı yaktım!bunu bile yaparken ev hanımı misyonum var ya !!!!valla bıkmışım ev işlerinden ev hanımlığından ....al istifada edemiyorsun
yandı pilav...maskara olduğunda cabası
 
Çalışan ve üreten kadınların dayanışması sayesinde gerçekleştirebildiğim bir tatilden döndüm henüz. Bu tatili koca parası ve imkanlarıyla gerçekleştirmeyi tercih eder miydim bilemiyorum. Neden olmasın? Bana bu imkanı sağlayan erkeğe müthiş bir saygı ve hayranlık duyardım herhalde. :rolleyes:
Ben yokken bu başlık hayli hareketlenmiş.
Sosyal güvence kavramı iyi hoş da, şu kadının ekonomik özgürlüğünün ne menem bir şey olduğunu ben de Rekursion gibi tam olarak çözebilmiş değilim. Eğer kadın evli ve çocuklu değilse, çalışıyor ve iyi kazanıyorsa, kazandığı parayla aile bireylerinden herhangi birisine bakmakla yükümlü değilse, evet ekonomik özgürlükten söz edilebilir çünkü kazancını istediği şekilde harcama ya da tasarruf etme lüksüne sahiptir. Giderlerini istediği şekilde belirleyebilir. Ödeyeceği faturalar sadece kendisine ait olacaktır. Canı isterse pişirir, istemezse pişirmez. Para harcamak istemezse peynir ekmek yer, canı istediği zaman dışarıda kendisine mükellef bir yemek ısmarlar. Bütçesine uygun istediği tatili seçip seçmemekte özgürdür. (Zaten bütün kadınlar aptal değildir, bazıları bekardır:D)
Evli ve çocuklu bir kadın eğer çalışıyorsa, çalışmak zorunda olduğu için, ekonomik özgürlüğü olmadığı için çalışıyordur. Hangi kadın günde en az sekiz saat mesai yaptıktan sonra eve gelip yemek hazırlamak, ortalığı toparlamak, çocuklarıyla ilgilenmek, temizlik, ütü vs gibi ev işleriyle ilgilenmek ister ki? Üstelik kazancının hadi tamamını demeyelim ama büyük bir bölümünü evine, çocuklarına, işe gidip gelirken eskittiği pabuçlarını yenilemeye, faturalara falan harcarken, ekonomik anlamda nasıl özgür olabilir? Bugün canım yemek pişirmek istemiyor, dışarıda yiyelim deme lüksüne ayda kaç gün sahip olabilir? “Benim ekonomik özgürlüğüm var” diyerek, parasını dilediği gibi harcamak ya da tasarruf etmek ayrıcalığına sahip midir? Çalışan kadınlar bu ayrıcalıkları yaşayamazken, kocası asgari ücretle çalışan bir ev hanımının mutfak masraflarından kısıntı yaparak bankada yüklü miktarlarda para biriktirdiğini de bilirim ben. Hatta altın günleri için ne yapıp edip para alırlar kocalarından. Çalışan kadın her akşam üç- dört kişilik sofrayı nasıl kuracağının hesabını yaparken, ev hanımları kabul günlerinde 20- 30 kişiyi alınlarının akıyla sofraları donatarak ağırlayabilirler. Aklım ermiyor bunun sırrı hikmetine. :mad:

Şehriciğim, senin sözünü ettiğin, o akıl almaz çıkmazlarda olan kadınların tek dertleri para kazanamamaksa eğer, kim alıkoyuyor onları çalışmaktan? Hadi eğitim alamamak onların suçu değil ama, herkesin yapabileceği ve para kazanabileceği bir iş olduğu konusunda ısrar ediyorum ben. İş beğenmiyorsa, elinden hiç bir halt gelmiyorsa, kendisine verilen, hiç bir vasıf gerektirmeyen basit işleri bile beceremiyorsa kimse kusura bakmasın ama bu kendi kabahati. Ben insanların tırım tırım vasıfsız kadın işçi arayıp da bulamadıklarını bilirim. Demek ki bütün kadınlar çok vasıflı ki bulunamıyor vasıfsız işçi.
Vasıfsız işçi olarak bir devlet kuruluşunda işe başlayan bir hanımın, ilk maaşının tamamından da fazla tutarda ultra modern bir cep telefonu aldığına şahit oldum geçenlerde. Çok zor durumda bu hanım. Kocası da işsiz. Tam “ayranı yok içmeye tahtırevanla gider .ıçmaya manzarası.”

Eğitimli kadın, işe giderken küçük bebeğini bırakacak bir kreş bulamamış, bakıcı bulmuş bir şekilde. Bakıcı oturmuş, neden daha fazla kazanamadığının- en azından bebeğine baktığı kadın kadar kazanamadığının hesabını yapıyor. Aldığı paraya mırın kırın ediyor, sabahları erken kalkmak zor geliyor. Yahu bu kadın maaşının yarısını sana veriyor zaten bebeğine bakasın diye. Küçücük bebeğini sana bırakıp sabahın kör karanlığında yollara düşüyor senin de maaşını ödeyebilmek için. Sen sıcak yatağında uyurken o uykusuz geceler geçirmiş bir diploma sahibi olacağım diye. Okulun yolunu tutmuş her sabah. Maaşının tamamını sana vermesi mi adalet olacak?
Pek çok ilde, pek çok belediyenin ücretsiz meslek edindirme kursları açtığını biliriz hepimiz. Bütün kadınlar meslek sahiymiş gibi, fazla talep olmaz bu kurslara. Ya da bir iki gün gelip bıkarlar. Hadi kursu bir şekilde tamamladılar diyelim, artık meslek sahibi oldular ya! İş beğenmezler falan filan.

Açmışım yine şom ağzımı. Ne yapayım; çaresizlik, fakirlik, engellilik, acizlik edebiyatını sevmiyorum ben. Tuzu kuru olduğumdan değil, gerektiğinde yırtıcı olabildiğimden kaynaklanıyor galiba bu insanoğlunun kuyruğunu daima dik tutması gerektiği saplantısı. Ağzımla kuş da tutsam, erkek egemen zihniyetlere meydan okumanın zorluğundan kaynaklanıyor. Cehalete ve tembelliğe tahammülsüzlüğümden kaynaklanıyor. Hak verilmiyor, alınıyor. Dişiyle, tırnağıyla söke söke alıyor hakkını alan bu dünyadan.

Lafın ucu kaçmış gitmiş. Eğer bağlayacak olursak, dönüp dolaşıp aynı şeyi söyleyeceğim. Ne mutlu çalışmak zorunda olmayan evli kadınlara- ev kadınlarına. Ekonomik özgürlük diye onlarınkine derim ben.
(Kızma bana monalisa. :eek: Yoruldum galiba artık çalışmaktan)
 
Empatizancığım sen aslında bunları benden daha iyi biliyorsun,beni yorma yaf;)
Seçimler bizim elimizde diyoruz,biz kadınlara olanaklar veriyoruz ama kullanmıyorlar diyorsun hangi kadına böyle bir olanak verilmiş de kullanmamış, zaman o kadının kafasında iki gram beyin yok demektir:):)
Bize hiç birşey altın tepsi içinde sunulmadı,çaba göstermesem ben de o kadınlardan biri olacaktım,ama benim şartlarım farklıydı,elimden tutan biri vardı,bir kızın ve özellikle engelli bir kızın okuyup meslek sahibi olarak yaşamına sahip çıkması gerekir diyen...Herkes desteğe sahip olmayabiliyor...şu konuda haklısın,öğrenilmiş çaresizliği öğrenmek konusunda uzmanız,toplum olarak..Böyle gelmiş böyle gidecek,ne değişir ki bundan sonra diye..Herşeyi sineye çekmeyi öğrenip,gerçekliğini bal gibi bilsek de, üç maymunu oynamak konusunda uzmanız,sana bu konuda sonuna kadar katılıyorum;):)
 
Tüm insanların ortalama olarak aynı ağırlıkta beyine sahip oldukları kesin Şehriciğim. (1400 gr civarı olduğu söyleniyor).

İnsanları ve toplumları birbirinden ayıran fark ve acziyeti, mağduriyeti, çaresizliği doğuran sebepler de bu beyinleri nasıl ve ne kadar kullandığımızla ilintili olsa gerek. ;)
 
Önemli olan ağırlık değil,işlevselliği:)
İşlevselliği de yetmiyor, bu durumu etkileyen o kadar etmen var ki...;)
Atalarımız ne demiş. "Eşekten düşmeyen eşekten düşenlerin halini bilmez.." Sonsuz olanakları olan bir kadın,Anadolu'nun köyündeki çaresiz bir kadını anlaması hele de empati kurup anlaması çok çok zor,empatizancığım:);)
Bir gün bir araya gelip görüşmek mümkün olursa,uzun uzun konuşuruz bunları...;)
 
ne kadar uzuuuuuuuuuuuunnnnnn uznnnnnnnnn yazmıssınız..okuyamıcam valla hepsını...:D
 
Ah be Şehricim, ben başka bir gezegende ya da camdan kalemde yaşamıyorum. Biliyorum nice çaresizlik, sefalet öykülerini. Gözümle görüyor, iliklerime kadar hissediyorum. Ama o çaresizliğin içinde başarı öykülerini yazanları, imkansızı başaranları da yabana atmayalım diyorum.
Sen benden çok daha iyi biliyorsun insanoğlunun inandıktan, kendine güvendikten ve bir yola baş koyduktan sonra elinden hiçbir şeyin kurtulamayacağını, kadere teslim olmanın şart olmadığını, kader dediğimiz yolu aslında kendi seçimlerimizle süsleyip güzelleştirebileceğimizi…
Gerçekten yüz yüze konuşmak gerek bunları. Afaki kalıyor bazı fikirler forumlarda. Beklerim:) Davetim her zaman geçerli.
 
[FONT=Verdana]Ne güzel Empatizancığım! Çalışan bir kadın olarak bir tatil yapmışsın. Gel seni çocukluğumun geçtiği mahalleye götüreyim. Orada İstanbul’un neresi olduğunu bilmeyen kadınlar var. Orada henüz kendi mahallesinden dışarı adım atmayan kadınlar var. Orada kocasından yediği dayağı sineye çeken kadınlar var. Daha bir sürü şey… [/FONT]

[FONT=Verdana]Lütfen kendi öznelimizi nesnel gerçeklik sanmayalım. Evet, sorun burada. Tabii, bir de sorgulanması gereken bir evlilik kurumu var. Bu ülkede bir çok kadın, evliliği geleceğin sigortası olarak görüyor. İşte yanlış burada. Kocaya sırtını dayayarak, geleceğini bir insanın keyfiyetine bırakarak bir kadın değil, bir insan, nasıl bireyselliğini kazanabilir? Sizin deyiminizle, nasıl özgür olabilir? [/FONT]

[FONT=Verdana]Gerçekten inanamıyorum yazdıklarınıza… Ben boşu boşuna mı yazıyorum? Eğer, ekonomik bağımsızlığın” ne olduğunu anlatamıyorsam, yazık bana! [/FONT]

[FONT=Verdana]Biz nasıl oluyor da, ev hanımlığıyla, çalışmayı aynı kefeye koyuyoruz? Sonra da birbiriyle kıyaslıyoruz? Zira, her ikisi de, birbirine karşıttır. Karşıtlık, zaten farklılık demektir. Her ikisi de, ayrı ayrı incelenmesi gerekir. Ev hanımlığı başkadır. Çalışmak başkadır. Ev hanımı olmayı kendi içinde sınıflara ayırarak, çalışmayı da kendi içinde sınıflara ayırarak, teker teker sorunları gözler önüne sermek gerekir. Tabii, bir de evlilik kurumu var. Onu da, ayrıca sorgulamak gerekir. [/FONT]

[FONT=Verdana]İşte çelişki buradan kaynaklanıyor. Çelişkinin içinde çelişkiyi arıyoruz. [/FONT]

[FONT=Verdana]Çalışan kadının bir çok sorunu var. Kesinlikle bunu yadsımıyorum. İyi de, bu sorunlar, yine kadınların kendisinden kaynaklanıyor. Neden hem çalışıp hem de evin ve çocukların yükümlülüğünü üstüne alıyorlar? Ataerkil düzenle, kapitalizm birbirini besliyor demedim mi ben? İşte sorunun nedeni… [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Çalışmak tek başına bağımsızlığın kapılarını açmak için yeterli değildir, demedim mi? Önce, bilinçlerin aydınlanması gerekiyor. Bizlere öğretilen rollerinden kurtulmak için, bilinçlerimizi gelenek ve göreneklerin kalıplarından kurtulamazsak tabii ki, her alanda eziliriz. [/FONT]

[FONT=Verdana]Evet, seni anlıyorum Empatizan. Çalışmak… Kapitalizm de, insan ilişkileri öyle metalaşmış ki… Öylesine, insanlar, birbirine yabancılaşmış ki… Ben de nefret ederdim sabahın köründe kalkıp servise koşarken yaşamın tadına varamamaktan… Sonra da, iş yerinde sürekli bir rekabet… Sürekli bir işe koşulma… İşte, bir zamanlar erdem olarak bilinen, “çalışmaya” düşman olup çıktık şimdi? Neden dersiniz? [/FONT]

[FONT=Verdana]İnsan ne kadar üretirse o kadar sefaleti artar. Ne kadar meta üretirse o kadar ucuz meta olur. Sonra da, kendine, ürettiğine, doğaya, topluma yabancılaşır. Bu aşamada insan, nesnenin kölesi olur. İşte bu yüzden sevmiyoruz çalışmayı… [/FONT]

[FONT=Verdana]Her neyse! Ben düşüncelerimi yazayım da… İsteyen inanır. İsteyen araştırır. İsteyen inanmaz. Çünkü, ne kadar yazsam da, (sözüm meclisten dışarı) söylenenler, karşınızdakinin anlayacağı kadardır. Nerden mi biliyorum? Yine kendimden… Bir de, teoriyle, pratik her zaman uyuşmuyor. Valla! Yine kendimden biliyorum. Kendime bakıp ,insanı anlamaya çalışıyorum da ondan. [/FONT]
 
Davetin çin teşekkür ederim,umarım bir gün gerçekleştirme şansımız olur...;)

Kadınlar töre cinayetleriyle öldürülürken,bedenine,kadınlığına,çocuğuna,eşine sahip çıkamazken, bizim camdan köşklerimizde hayat ne kadar da kolay görünüyor,empatizancığım:rolleyes:
Hayatta bazı şeyler var ki anlatılsa da anlaşılması mümkün olmuyor,gerçekdışı görünüyor,forumlarda kendi afakileri savunmak gibi görünüyor,ama öyle değil!!!!
 
Güneydoğu’dan göç etmiş 3 çocuklu bir ailenin kızı. Annesi hiç Türkçe bilmiyor, Baba derdini anlatacak kadar konuşuyor Türkçeyi. İnşaatlarda, bulduğu gündelik işlerde çalışıyor. Kızın 5 yıl İlkokula gitme şansı olmuş. Okula devam etmek istediyse de okutmayıp, 16 yaşında evlendirmişler.

Hemen 2 oğlu olmuş bir sene arayla. Kocası da işsiz sayılır. Bulabildiği götürü işlerde çalışıyor. Derken koca epilepsi hastası oluyor ve daha sonra da beyin ameliyatı geçirerek bakıma muhtaç bir hale geliyor.
Kadın eğitimsiz ama akıllı, çalışkan. Ne yedirip içirecek iki çocuğuna, sağlık güvencesi bile olmayan kocasına?

Belediyeye, valiliğe sağa sola gidip iş ve yardım aramaya çalışıyor. Yakacak, giyecek kira yardımı almaya ve ev işlerinde gündelikçi olarak çalışmaya başlıyor. Dürüstlüğü ve çalışkanlığı ile, tanıştığı herkese sevdiriyor kendisini. Gel zaman git zaman ona sigortalı ve kadrolu işler de bulunuyor ama yaptığı işten memnun. Haftada 6 gün çalışıp, oldukça iyi para kazanıyor. Tek dileği oğullarını okutup iyi bir meslek sahibi yapmak.

Oğullarının önüne elinden gelen tüm imkanları sunuyor okumaları için. Yaşadığı evin koşulları ve evde hasta bir babanın varlığı çocukların ders çalışmaları için elverişli olmayabilir diye çocukları konforlu bir yurdu olan liseye gönderiyor tanıdıklarının vasıtasıyla. Çocuklar hafta içi okulun yurdunda kalıp, hafta sonları eve geliyorlar. Bir dershane, çocukların ücretsiz olarak üniversite sınavına hazırlanmaları için yardımcı oluyor. Hatta, gerekirse çocuklarıma özel ders de aldırırım diye, bazı öğretmenlerin evine ücret almadan temizliğe gitmeye bile razı kadın. Çocukları dışında kimse onun emeğini istismar etmiyor ayrı mesele.


Bu arada kocası vefat etti. Küçük oğlu, iki yıllık bir yüksekokula yaptırdı kayıdını. Ama devam etmedi. Şimdi çıraklık yapıyor bir tamir atölyesinde. Annelerinin bütün çabalarına rağmen ders çalışmayı sevmedi hiç bu oğlanlar.

Büyük oğlu iki denemesinde de kazanamadı üniversite sınavını. Açıköğretim Fakültesine kayıt oldu, onu da sürdürmedi. Sonra bir şekilde devlet memuru oldu. Daha ilk maaşını aldığında, “ben evleneceğim” diye tutturdu. Sevdiği bir kız varmış. İyi hoş, sevgiye saygımız sonsuz ama, kızın babası 25 tane Reşat altınını başlık parası olarak almadan veremezmiş kızını (yaklaşık 10.000 TL yapıyor galiba). Düğün de istermiş. Tabii bir de yeni ev kurmak için yapılacak masraflar var.

- Şart mı oğlum o kızla evlenmen?
- Şart.
- Hemen evlenmen şart mı? Para biriktir öyle evlen.
- Yok bekleyemem, kızın isteyenleri varmış.
- Kızını parayla satan bir babaya 25 altın vereceğine ve yok canınla düğün yapacağına, o parayı eviniz için harcarsınız!
- Kız ailemin sözünden çıkmam diyor.
- Yahu bu kız 18 yaşını geçmiş. Aklı başında, hatta okumuş bir kız. Kendisini parayla satan babanın sözünden çıksa ne olur çıkmasa ne olur. Evlenin, olsun bitsin.
- Yok, olmaz diyor kız.


Annesinin hatırına araya girip kızın babasıyla konuşmaya gidenler oluyor. “Yapma, etme, o parayı sana verse borcunu nasıl öder bu çocuk. Bırak bir yuva kursunlar, kendi yağlarıyla kavrulup gitsinler. Kızın satılık mal mı senin? “
Adam anlamıyor laftan. Ben diğer kızlarımı da başlıksız vermedim diyor.


Eh, oğlumuz artık devlet memuru oldu ya, istediği bankadan istediği kadar kredi çekebilir. 25 Reşat altını, düğün parası, kızın istediği ev eşyaları…. Boğazına kadar borç. Annesi “seni evlatlıktan reddederim diye yırtınsa da” etraftan nasihat verenler olsa da evleniyor sevdiği kızla.


Karısıyla birlikte, İstanbul’un neresi olduğunu bilmeyen kadınların yaşadığı bir mahalleye yerleşiyorlar. Maaş daha eline bile geçmeden banka kredilerine kesildiği için, elde yok, avuçta yok. Oğlumuz, sevdiği kızın babasına verdiği 25 Reşat altının ve yaptığı düğün masraflarının hırsını, çoook severek evlendiği karısını hırpalayarak çıkarmaya çalışıyor. Üstelik karısı hamile. O bebek ne şartlarda doğacak? Karısı da çocuğu da İstanbul’un neresi olduğunu görebilecekler mi bir gün?

Bu bir hikaye değil. Çok yakından bildiğim bir kaç hayatın minik bir profili. Aptallıktan, cehaletten, tembellikten, yoksulluktan nasıl kurtulamayıp, kendimizden sonra gelen nesilleri de aynı kadere nasıl sürüklediğimize dair küçük bir örnek.
 
Çevremizde bunun gibi binlerce örnek var sevgili Empatizan. Binlerce dram… Bunun altında yatan nedenleri irdelemek gerekir.
İnsanlara bir yafta yapıştırarak işin içinden çıkamayız.
Feodalitenin izleri halen yaşamımızı belirliyorsa,
Kadınlar, “mal” gibi satılıp alınıp veriliyorsa,
Yeni kuşaklar, bilgi edinmeyi, sevmiyorsa,
Bu ülkede yoksulluk yüzünden insanlar sefalet içinde yaşıyorsa,
Bu ülkede çocuklar köprü altlarında yatıyorsa,
Bu ülkede çocukların geleceği çalınıyorsa,
Bu ülkede, kadın “namus” olarak görülüyorsa,
Bu ülkede, boşanan kadına bile erkeğin malı olarak bakıyorsa,
Bu ülkede töre cinayetleri işleniyorsa,
Bu ülkede kadın bedeni metalaşıyorsa,
Bu ülkede binlerce kadın, fahişeliğe zorlanıyorsa,
Bu ülkede, kadın bedeni cinsel sömürü için kullanıyorsa,
Bu ülkede, şiddetin her türlüsünü kadın görüyorsa,
Önce, kadınların, o kadınların yaşamına sahip çıkması gerektiğini düşünüyorum.
Biz kadınlar, çocukları yetiştirenleriz. Çocuklarımızı kız/erkek modeline göre yetiştirmeyelim.
Evliliği kadınların sigortası olarak görmeyelim.
Kadınlara yönelik ayrımcılık varsa, bu ayrımcılığın oluşmasında her birimizin sorumluluğu var diye düşünüyorum.
Kadınlar olarak kadınlara yönelik geliştirilen her türlü ayrımcılığın önlenmesinde birlikte mücadele edelim.
Yaşasın kadın dayanışması!
 
Monalisacığım, sadece verdiğim örnek üzerinden gidelim.

Bu sözünü ettiğim delikanlının annesi, yoksulluk yüzünden çocukları ve hatta gelinleri ve torunları sefalet içinde yaşamasın diye, zincirleri kırmak için elinden geleni yaptı.
Onun durumunda zincirleri kırmanın tek yolu çocuklarını okutmaktı. Mücadeleci, dürüst ve çalışkan bir insan olduğu için, çevresindeki herkes ona destek oldu. Karşısına çıkan tüm kadınlar onunla dayanışma içerisindeydiler.
Oğullarının geleceğini çalan olmadı hiç.
Ama çocuklar annelerinin tüm çabalarına, kendilerine sunulan tüm eğitim imkanlarına rağmen gelecekleri için kıllarını kıpırdatmadılar.

İyi tamam, herkes okumak zorunda değil. Neticede bu oğlumuz da ekmeğini aldı eline. En azından töreye karşı koyabilirlerdi. Sevdiği kızın babasına 25 altını sayıp, anlı şanlı düğün yapmak için aldığı kredileri nasıl ödeyeceğini düşünememek aptallık değil de nedir?

Kız kendisini bir mal gibi satan babasına karşı koyup da evlenseydi sevdiği delikanlıyla ne kaybederdi? Vurur muydu babası onu? 18 yaşını geçmiş reşit bir kızın evliliğini hangi töre bozabilirdi? Bunlar uzun uzun anlatıldı kıza. Şu anda yaşadığı sefaletin resmi koyuldu önüne. Onun ve doğmamış çocuğunun gelecekteki yaşamına sahip çıkıldı ama o kıramadıysa zinciri bu kimin kabahati?

Binlerce olmasa da yüzlerce dramın altında yatan pek çok sebebin, artık yapıştırmaktan çekinmeyeceğim yaftalar yüzünden olduğunu biliyorum monalisa. Zaman zaman kendi dramlarım da dahil buna.

Elbette yaşasın kadın dayanışması. Hatta kadın- erkek diye ayırmayalım, “Yaşasın insan dayanışması.”
Birileri hep omuz veren olmasın. Herkes destek versin bu dayanışmaya.

Sahi bu arada sen nerelerdesin neptun:confused:
Bak açtığın başlık bambaşka yerlere sürüklendi gidiyor. Gel de toparla şu konunu.:D
 
Evet yaa konu başka yerlere gitti ama iyide oldu sanki...
Empatizan dışında :)bütün kadınlar kadınların ekonomik özgürlüğünden yana sonuçta.


Ahh canım empatizancığım ,biraz maydanoz olmak geldi içimden.
Monalisa'ya bir soru sormuşsun da (cevabını bilmezmiş gibi).:)
Cevabını Türkiye'de yaşayan her insan bilir. Başlık parası isteyen babalar,
kızları sevdiğine kaçınca bellerine silahı koydukları gibi kızlarını aramaya başlarlar.
Yani babasına karşı gelecek ,kendisinin bir mal olmadığını anlatacak yada onu dinleyecek baba, o senin söylediğin yörelerde çok değil. Öyle "18 yaşına geldi töre işlemez artık" diyen baba varmı oralarda ben bilmiyorum; varsa da çok değildir.
Kısacası herkez kıramıyor işte zincirlerini. Bazı insanlar gelecekte başına nelerin
geleceğini görüyor temkinli gidiyor bazıları görmezden gelip anın tadını çıkartıyor.
 
Kadının ekonomik özgürlüğünü eline alması neyi sağlayacak ben gerçekten anlayabilmiş değilim.Kadının en büyük problemi erkek eğemen anlayışın ona bakış açısı değil mi?Ekonomik özgürlüğünü eline aldığı zaman bu bakış açısı değişecek mi? Kadınların ekonomik özgürlüğünü alması berdeli töre cinayetlerini bitirecekmi? Töre cinayetlerinin altındaki temel mantık kadını namus olarak gören anlayış değilmidir?Bu anlayışı kadınların ekonomik özgürlüğümü bitirecek.Anadolu metropoller gibi değil demek,gel olaylara burdan bak demek anadoluyu tanımayan birinin edeceği bir söylem tarzıdır.Tarlada bağda bahçede çalışan hep kadındır.Fındık tarlasında,pancar tarlasında çalışanlarda kadındır.Evin ekonomisi bir anlamda kadının sayesinde döner.kadının ekonomik bağımsızlığı,kadının kurtuluşu olacak söylemi, bizzat sistemin devamını isteyenlerin duymak ve tartışmak istediği bir tartışmadır.Ben bu tartişmanın hiç bir fayda vermeyip geçmişteki yapılan tartışmaların tekrarı olacağı kanısındayım.Olaya felsefik açıdan yaklaşırsak kadının ekonomik özgürlüğünü sağlaması sadece nicel bir değişimdir.Bunun gibi yüzlece nicel değişim sayesinde kadın ve erkeği eşit değerlendiren ortak bir ahlak anlayışı olan nitel değişime ulaşacağız.Zaten buraya yazan bir kaç istisna dışında tamamı kadının ekonomik özgürlüğünü sağlamasının kadının kurtuluşu için yeterli olamayacağı yönünde.Büyük bir filozof der ki, Hedefin bir yıllıksa pirinç ek.Hedefin on yıllıksa ağaç ek.Ama hedefin yüzyıllıksa insan yetiştir.Burada çocuğun yetiştirilmesinde temel faktör olan annelere büyük görevler düşüyor.Çocuğunu(Erkek yapınca hovardalık,kadın yapınca namussuzluk) gibi iki yüzlü bir ahlakla değil.(Kadında erkekte yaparsa namussuzluk yada kadınında erkekte yaparsa hovardalık olur) gibi cins ayrımı gütmeyen ahlak anlayışıyla donatmalıdır.Bu anlayışın yerleşmeside zaten kadının ekonomik anlamda özgür kalıp kalmaması sorununu kökten halleder.
 
kadının ekonomik özgürlüğünü alması en azından belli kesimde kı bazı erkeklerin o bayanlara karşı tutumunu değiştirecektir.
konu ile nekadar alakalı olu bılemıyorum ama sırf çalıştığından sebeb kayınvalidesinin gözünde çok değerli olan gelinler biliyorum.

diğer açıdan çalışan bayanın kendine olan guvenı ...maaş almayan bayana göre,daha fazladır.

bu ekonomık özgürlüğü erkek dişi falan anlamında ayrımın yapılmasıda bana aslında taciz kısmının dışında incelediğimizde anlamsız geliyor.
engellı olup erkek ol bayan ol paran varsa nıspeten daha iyisin ,
 
Kadınların ekonomik özgürlüğünü kazanması,kadının kendi düşüncesini söylemesine,kararlarda ortak olmasında,toplumun kadına dair bakışaçını değiştirmesine yarayacak,Vilanjik...Bu süreç devam ettiği sürece de kültürel değişmede kaçınılmaz olarak,kadına nefes aldıracaktır..
Ayrıca,Anadoluyu tanıyan biri olarak,boş bir şöylem içinde değilim, vilanjik;):)
Töreleri bir anda değiştirmenin mümkün olmadığını biliyorum,yavaş yavaş olacak,kadın bu bilince vardığında daha da çok hızlanacaktır...
Kadın çocuk yetiştirir ama kadına çocuk yetiştirme biçimini kültür öğretir..Neden yapar bunu,baba korkusu,koca korkusuyla yapar..Öyle yapmasa ne olacağını sen de çok iyi biliyorsun...Bu kızı o... mu edeceksin,ne biçim davranıyor,nasıl konuşuyor gibi söylemleri de duymuş olmalısın Anadoluyu tanıyan biri olarak;):) Kadın bu durumda yapacağı tek şey,kocasının ve kültürünün istediği gibi çocuk yetiştirmektir..
Ayrıca,çevrene bakarsan okuyup bir mesleği olan kadınlar,çocuklarını yetiştirirken daha çok söz sahibi ve şu anda çocuklarını hayata daha güzel hazırlamakta olduğunu göreceksin...
 
Çiğdemciğim, yazdıklarımın neresinden kadınların ekonomik özgürlüğüne karşı olduğuma dair bir anlam çıkardın bilemedim. Ekonomik özgürlük palavrası kadının eline para geçmesi olayıysa eğer, bunun bütün gün dışarılarda çalışıp bir de evde kocaya ve çocuklara hizmet ederek kazanılması yerine, kocanın kazandığı para ile özgür olmanın daha anlamlı olacağını savunuyorum o kadar.
Kadınlar eğitim olanaklarından sonuna kadar faydalanmalı, kız çocukları okutulmalı. Gerektiğinde icra edebilecekleri bir meslekleri olmalı ama evli bir kadın yüzyıllardan beri hem dışarıda hem de evinde çalışmak zorunda kalmaktan kurtulamadıysa, bunlardan birisini tercih etmeli diye düşünüyorum.

Sen bana akşam işten geldikten sonra eline birasını alıp televizyon izleyerek kocasının yemeği hazırlamasını bekleyen, yemeğini yedikten sonra yine televizyon karşısında dalga geçerken kocası çocuklarla ilgilenen kaç kadın gösterebilirsin? Hangi koca bir sonraki akşam ne yeneceğinin planını yapar, yatmadan önce banyoyu, tuvaleti temizleyim der:confused: Hangi erkek çalışan karısı hafta sonu arkadaşlarıyla buluşmaya giderken evde kalıp haftalık temizlik, ütü vs gibi işlerle ilgilenir:confused:
Bütün bunları yine çalışan kadın yapmak zorunda kalıyorsa, bari zamanını ve emeğini para karşılığı satmasın da eviyle çocuklarıyla, yapmak istediği işlerle vakit geçirsin diyorum. “Ben karımın ekonomik özgürlüğünü sağlarım” diyen bir erkek varsa, bunu bulan kadınlar hiç kaçırmasın diyorum. Fena mı diyorum? :)

Sahi Monalisa’ya sorduğum sorunun cevabını da biliyorum tabii ki. Kızın babasından izinsiz de olsa resmi nikahla evlenmesi namussuzluk olmayacağı için, töre cinayeti gerektiren bir durum değilmiş. Kız sadece kendisini parayla satmakta kararlı olan babasına karşı gelmek, rızasını almadan evlenmek istemedi. Şimdi nasılsın? Ne yer ne içersin? Bir ihtiyacın var mı? diye sormayan, yaptığı kârlı alış verişin keyfini süren cibilliyetsiz babasının kendisini öldürmesinden korktuğu için değil yani. ;)
 
Canım benim ,sen evkadınlığını bir anlattın ki her genç kızın rüyası haline gelmesinden endişelendim.:)
Kadının ekonomik özgürlüğünün olması, toplumun bakış açısını yada evdeki adamı
değiştirmediğini adım kadar iyi biliyorum.
Senin tarifindeki evkadınlarının azınlıkta olduğunu da biliyorum.
Sana katıldığım da bir çok da konu var oysa. Bunlarıda daha sonra yazarım.
Şimdi oğlumu okuldan almaya gitmem gerek.
 
yazdıklarımla aslında en fazla kendimle çelişkili olacağım ama genede yazıyım,
yaşamın kendisi çelişkilerle dolu değilmi zaten!

yurt dışında kadın eşinden ayrılırsa ona belediye maaş bağlar sorgusuz...çocuğu 7 yaşına gelene kadar da çalış demez.Kişi isterse çalışır ozaman maaşı kesılır kendi kazandığı ile kalır.Ayrıca belediyenın maaşı ile geçinirken belediye ona extra harcamaları karşılığında fatura ile ödeme yapar.Makul ödemelr(örn:çocuğunu yüzmeye gönderiyorsa onun ödemesi kendisi aerobiğe gidiyorsa onun ödemesi vs)
buna rağmen arkadaşlarımın kaçtanesi gerek türkle evli gerekse yabancı ile evli olanlar ekonomık özgürlük ve bilinçe rağmen eşleri ile ayrılmazlar dayak yer,aldatılır yakınır söylenır ama kocalarınıda bırakmazlar .bırakanlarda bi şekilde döner(hepsi diyemem tabi)
dolayısı ile bu noktada vilanjıke katılmamakta mumkun değil.

ayrıca unı mezunu olup çalışırken patronlarının tacizine katlananlarda var sırf işleri iyi diye,
kocaları kötüyken çocukları için işleri varken kocalarına katlananlarda....
bu noktada ekonomık özgürlüğü kişinin kişiliğinden,yaşadığı toplum düşüncelerinden ,sevgidiğini sandığı için hislerinden bağımsız düşünmemek gerekir<

ama konu ev hanımlılığı ise:bıkmışım o işten ya... istifa da edemiyroum..patronlarımı ve çalışma arkadaşlarımı çok seviyorum.
bir arkadaşımın lafı geliyor aklıma;
doktor sigarayı bırakacaksın demşiş.doktora bir döndüm diyor...bunu benden istemeyin,evde eşim ve çocuklarım için yaşıyorum yapıyorum
akşam olupta tv karşına geçince çaymı onu ailemede çıkarıyorum yemişmi onuda elma soyuyorum ona uzat öbürüne uzat
ama sigara öyle anasını satayım yakıyorum kendim kendim için yaptığım paylaşmaka zorunda hisetmediğim tek şey''dedim diyordu:)
 
Varolan sistemde ekonomik bağımsızlık sahiden çok önemli. Yaşamak, en temel ihtiyaçlarımızı karşılamak için bir gelir şart. Bu gelirden yoksunluk ise sadece kadınlar için değil, herkes ama herkes için sorun. Yani kadını kocasına, çocuğu anne-babasına, sakatı herkese, sivil toplumu devlete bağımlı yapan şeylerden biri bu ekonomik bağımlılıktır.
Yalnız, her ne kadar bu konu önemli olsa da, kadını erkeğe bağımlı kılan ya da daha doğru bir ifadeyle erkeklerin kadınları ezmesine neden olan şey tek başına bu değil, olamaz da zaten. Her türlü şiddetten tutun, aile kavramıyla üstlerine yüklenen o korkunç yüklere kadar tüm ilişkilerde ekonomiden çok daha derin sosyolojik ve psikolojik etkiler var. Bu dünyanın her yerinde ve her refah/eğitim düzeyinde böyledir... Toplumun iliklerine işlenen eril dilde çok net olarak ortaya çıkar bu.
Kadının/sakatın/eşcinselin/başörtülünün/... cebine yüklü bir para koyun, atın sokağa, bakın bakalım cebinde parası var diye toplumsal baskının ne kadarından yırtabiliyor!? Onda birinden kurtulursa, öpüp başa koymak gerek!

___
Başlıkta konu edilen şeyi şöyle özetlersek çok yanılır mıyız, bilmiyorum (?): kadının patronu her yerde... Böyleyken, sırf evdeki patronun öne çıkartılması, bu yanıyla diğer patronların gözden uzak tutulması sonucunu doğuruyor ve bu da kadının mağduriyetini arttırıyor. Evdeki patron dışardaki patronlardan evladır belki de. Belki de dışardaki patronlar evdeki patron hakkında manipülasyon yapıyor kendi çıkarları için...

Bence, bunun da haklılık payı vardır. Ama bu, bir sömürüyü diğer sömürüye tercih etmek için, ya da birini aklamak için gerekçe olamaz ki. İkisi de aynı derecede mağdur edici mekanizalar içeriyor. Burada önemli olan şey kadının seçme hakkının bulunması, sömürü mekanizmasının ayırdında olması ve bu sömürünün ortadan kaldırılması için kendi iradesini ortaya koyabilmesi...
 
Kadının ekonomik özgürlüğü ile toplumsal cinsiyet eşitsizliği kavramları oldukça karıştırılıyor gördüğüm kadarıyla. Kadının ekonomik özgürlüğü veya işgücüne katılımı, çalışma yaşamındaki yeri başka bir konu.
Kadınlarla ilgili konuları başlık halinde yazıp onların da alt başlıklarını yerine göre konumlandırırsak sanırım bu ekonomik özgürlük kavramı daha iyi anlaşılacak. Elbette kadın ekonomik özgürlüğünü eline aldığı zaman namus cinayetleri bitmeyecek. Onun için başka bir başlık üzerinde durmak gerekir.
1. Eğitim
2. Çalışma yaşamı
3. Siyaset
4. Şiddet
5. Medya
şeklinde devam eder. Dolayısıyla töre, namus cinayetlerinin kapsamı şiddete girer. Kadının insan hakları bildirgesini kadın erkek herkesin okumasını öneririm. O zaman kültürel, sosyal ve ekonomik özgürlük kavramlarının kadınlar açısından önemi bence çok daha iyi kavranabilir.
 
Bülent bu başlığı özetlemeye kalktıkça karışıyor..
Nedeni çok basit aslında.. Tek Türkiye gerçeği yok.. O kadar çok Türkiye varki.. Ortak noktaları hepsi birbirini mutsuzluk temelinde etkiliyor.. Birde kıyaslama yönünde..Bak şöyle diyeyim istersen, benim içinde yaşadığım Türkiye'de kadın erkek ilişkileri aşağıda yazdıklarım gibi.. Hani ben kendime göre yazıyorum ya geceleri.. Tartışmak için değil ama.. Kendimle sohbetlerim bunlar benim;
[SIZE=3][FONT=Times New Roman]4.DÜNYA SAVAŞI

Çağımızdaki gelişmeler sonucu insanlar değişti mi sizce?
[/FONT][/SIZE]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Mesela erkeklerimizin okuyanları diyelim, öğrendiklerinden, özellikle teknolojinin burunlarına dayadığı yaşam biçiminden etkilenip, ruhlarında değişimlere uğradılar mı?[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Hiç değişmedi demek elbet değişim yasalarının ruhuna ters.. Değişim kaçınılmaz.. Bazen bu değişim olayını dialektiğin üstatlarıyla şöyle günlerce tartışmak istiyorum ben.. Takıldığım yer değişim anı geldiğinde (devrim yada evrimin sıçrama anı) bazen geri dönüveriyor insanlar.. Gerisin geri korkuyla başlıyorlar korkunç bir hızla kaçmaya.. Tamam gene geliyorlar tekrar geriye.. İşte burada şüphelerim var benim.. Düz bir otoban değil galiba bu ilerleme.. Tekrar aynı yere gelip tekrar geri kaçmalar, tekrar geri gelmeler aynı düz yolda gelişmiyor bana göre.. Her seferinde geri kaçarken varabildikleri yerden şeyler götürüyorlar geriye.. Her ileriye çıkışlarında ise başladıkları yerden aldıkları yük artıyor sanki sırtlarında.. Gidip geldikleri yol ise sürekli değişiyor bence.. Devrimlerle yıkılan eski şeyler her defasında değişiyor ve karşı devrimlerle geri gelenler ise o yıkılan eski şeyler değil.. Neyse vardır muhakkak bu konuyla ilgilenmiş bir usta.. Gelişim/değişim düz bir çizgide değil helezonik bir şekilde ilerler deyiverirlerde ben rahatlarım.. Oysa ben başka şeylerden bahsediyorum.. Çizgi yok diyorum.. Patinaj çekince arabanın yönü değişiyor diyorum..[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Erkeklerimiz değişti mesela.. Artık kendilerine köle kadın istemiyorlar.. Onlar şimdi kendilerine eğitimli, akıllı ve dişi kadın istiyorlar.. Fakatttttt o akıllı kadının kendilerine hayran olmasını istiyorlar.. Hayranlığın yanı sıra kendilerine bağımlı olmasını istiyorlar..Üstelikte kendilerine karşı olabildiğince şefkatli ve hatalarına karşıda anlayışlı olmaları mutlaka gerekli diye düşünüyorlar.. Bakın erkeklerimiz ne kadar değişmiş![/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Birde kadınlara bakalım.. Kadınlarımız artık kendilerini kollayacak, koruyacak ve bakacak kendilerini emanet edecekleri erkek istemiyorlar.. Bu erkeğin üstünlüğünü kabul etmek anlamına geliyor çünkü.. Maço erkek tipini kafalarından silip attı kadınlarımız.. Eşitlik temelinde düşünüyorlar ilişkileri/evlilikleri.. Fakat ilişki/evlilik için erkek seçerken önce kendilerini kafalarının içinden esir alacak/sevişecek kişiyi bulmaları gerekiyor.. Kadınlar ekonomik gücü, sosyal statüsü, becerileri için, güzellikleri için kendilerine gelen erkeklerden hoşlanmıyorlar artık.. Onlara bağlanamıyorlar.. Kadınlar önce ruhlarını doyuracak/sevişecek erkekler arıyorlar.. Ruhlarını doyuracak/sevişecek erkek bulduktan sonra kendilerini geyşa gibi bırakıveriyorlar erkeğin kollarına.. Çağdaş maço arıyorlar diyorum şimdiki kadınlara.. Erkek ise çağdaş köle arıyor.. Değişim bu desem şimdi epey kızan olur bana sanırım.. [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Tespit doğrumu? Başta sona hatalı yukarıdaki tespitler.. Madem en temel değişmedi niye artık kadınlar ve erkekler çok bağlı/bağımlı değiller birbirlerine.. Sanırım en doğru tespit için soruyu parçalamak lazım.. Şöyle diyeceğim o zaman; Her insan (aslında köle yada efendi olsa da fark etmiyor) bu bağlı/bağımlı olmaktan bıktı galiba .. Kendini ancak egemen olunca özgür hissedeceği bir ilişkiden/evlilikten artık herkes bıktı galiba.. O yüzden çağdaş kölenin ve çağdaş maçonun standartları her gün daha artırılarak akılcılaştırılıp, aslında ‘’yaşasın bekarlık/özgürlük çağı’’ galiba bu çağ.. Arada da karşı cins tatilleri olursa hele değme keyfine iki tarafında.. Ancak kadın çocuğu olmadan kaldıramaz bu çağı.. Çocuk olayı ve miras olayını çözerse Leyla mecnun gerçek anlamda masallarda kalacak bu gidişle..[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]İşte insanlık tarihinin en büyük savaşı bu bence.. En kanlı, en çok gözyaşı dökülen, en şiddetli geçen savaşı bu savaş.. Ve şimdilerde en beter şekilde devam ediyor.. Girmediği yer kalmadı[/SIZE][/FONT]
 
Tam kaldığım yerden devam edeyim diyordum ki.Kuyucak'ın yazısıyla dumura uğradım.:)
Oysa bir sürü doğru tespitte bulunmuşken, "yukarıdaki tespitler baştan sona hatalı" diyerek asıl hatayı yapmış gibi gözüküyor.
Tam erkek bakış açısıyla yazılmış olduğunu düşünüyorum bu yazının.
"Karşı cins tatilleri" kısmını hiç anlamadım doğrusu.
Anlayamadığım ikinci kısım ise evlenir evlenmez çocuk diye tutturan erkekler daha sonra "kadın çocuksuz olamaz" diyerek yine bizim adımıza karar vermiş gibi gözüküyor.
Çok çocuk isteyen olursa da bunu da çözdüler Kuyucak ,Sperm bankası bu işi hallediyor.
 
[FONT=Verdana]Kimse merak etmesin evde kavga çıkmadı..[/FONT]
[FONT=Verdana]-Ben elbet kadın değilim..[/FONT]
[FONT=Verdana]-İlişkilerde/evliliklerde hayatım boyunca eşitliği savundum.. Her tür ilişkimde eşitliği savundum ve yaşadım.. Hayatımda hiç astım ve üstüm olmadı.. Sokaklarda şarapcılar ile en üst ''önemlilere'' aynı değeri verdiğimi (hatta bana yakıştıramadığını) en iyi sen bilirsin Çiğdem Hanım..[/FONT]
[FONT=Verdana]-Bu tartışmadaki konunun dağılmasında etken olan, kadın/erkek eşitliği ile kadınla erkeğin sistem karşısındaki eşitliğini ayrı ayrı tartışmak gerektiğini vurguladım.. Erkek sistem karşısında diğer erkekler ile eşit değil ki, kadınlar ile tam eşit olsun.. Ancak en azından sistem karşısında erkek ve kadının eşitliğini düşünce olarak savunmak zorundayım ben.. Yani isterseniz şöyle devam edelim..[/FONT]
[FONT=Verdana]1- Sistem (ekonomi-kapitalizm-patron) karşısında erkek ve kadının eşitliği: Kadının çalışması (ekonomik özgürlük) sistem karşındaki erkek ve kadını eşitler.. Aslında bana kalsa erkeğin özgürlüğüdür bu .. Çünkü bu aile sorumluluğu palavrası erkeğin köleleşmesidir aynı zamanda..[/FONT]
[FONT=Verdana]2-Erkek ve kadın eşitliği: İşte benim yazımda üzerinde durduğum asıl konu buydu.. Egemenlik savaşı asıl burada kopuyor benim yaşadığım Türkiye’de.. Bu bölümde 1. bölümde sağlanan sistem karşısında eşitler arasında savaş var diyebilirim.. Bu egemenlik savaşı bir tarafın galibiyeti ile sonuçlanınca özgürlük sağlıyor galip tarafa.. Oysa günümüzdeki modern yaşam şeklinde erkek ve kadının mutlaka birlikte yaşamasını gerektiren unsurlar azaldı.. Cinsellik eski önemini yitirdi, çeşitlendi hatta.. Egemenlik savaşından herkes zararlı çıktığını anlamaya başladı, usandı, bıktı.. Gelişmiş ülkelerde aynı cinsler arasında birlikte yaşama oranları aile sistemini kökünden sarsacak hale geldi.. Hatta ülkemizde bile başarılı kadınların çoğunluğu bekar, yalnız ve özgürdür..[/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Ancak burada insanın doğallığına ters iki olay var aşılması gereken.. Kadının doğallığı doğurganlığıdır.. Erkeğin ise soyunun devam etmesi.. Birisi analık öteki ise miras şeklinde formüle edilebilir.. Dünyada tüm hukuk bu iki öge üstünde şekillenir.. İşte dediğim budur..[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Sperm bankaları ile analık belki yaşanabilir ancak miras sorunu çözülemez.. O yüzden aile sistemi özel mülkiyet olduğu sürece sürecek sanırım.. Yani 4.Dünya savaşı (aslında ilk) kan ve göz yaşı dökmeye devam edecek..[/SIZE][/FONT]
[SIZE=3][FONT=Times New Roman]3-Çalışan ve çalışmayan kadın eşitliği: İşte burada eşitlik kavramı saçmalık.. Bence birbirine bakış açısı demek lazım.. Bu açıklamada yetmez.. Kime karşı bakış açısı demek lazım.. Bu düşüncede yetmez.. Yine de erkeğe göre derseniz ve erkek gözünden derseniz; El insaf demek lazım.. Bu olayda binlerce değişken , yaşam şekli ve inanç var.. [/FONT][/SIZE]
 
Ben siteye uğramayalı beri bu başlık renklenmiş. Renklendikçe türlü düşünceler ileri sürülmüş. Konu dağıldıkça dağılmış. Kimileyin, toparlanmaya çalışılmış. Araya farklı konular girmiş. Biraz da ben dağıtayım dedim:):) Aldım sazı elime! :):)

Ben, kadınların hem sosyo ekonomik sistemce hem de aile ve evlilikte erkek egemenliğinin baskısı altında çifte olarak bağımlı olduğunu ve sömürüldüğünü düşünüyorum.

Hem sosyal düzene karşı çıkıyorum.

Hem de erkek egemenliğine…

Ama tabii, tüm bunların kökeninde kadınların yüzyıllar boyunca taşımak zorunda kaldıkları cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan sorunlar olduğunu düşünüyorum. Namus cinayetleri işlenmesinin bir nedeni de, (belki de en önemli nedeni) Türkiye’de aydınlanma hareketi yaygınlaştırılmadığı içindir. Türkiye'nin en önemli sorunu, aydınlanma sorunudur.

Erkek egemenliğinin kadında oluşturduğu psikolojiden söz etmek istiyorum biraz.

Adı belki Fatma, belki Funda, belki Zeynep ; neyse işte! Milyonlarca kadın, yaşamının gidişini bir erkeğin varlığı üzerinden belirledi. Bilinçli mi? Hayır.Üstelik feminizmden ,kadın haklarından söz eden milyonlarca kadın da öyle!

Ya diğer kadınlar? Tarlada çalışan, ekmek pişiren, evde erkeğe hizmetçilik eden, bankada, devlet dairelerinde, fabrikalarda çalışan kadınlar...Ya genelevlerde, sokaklarda çalışan kadınlar... Onların yaşamlarını erkek egemen düzen belirlemiyor mu?

Kadınlar, bütünüyle toplumun kadında oluşturduğu psikolojik duruma bağlı olarak bilinçsizce bir yaşam kuruyorlar. Kurdukları yaşam ,gerçekte kendi istedikleri yaşam olmuyor. Erkeğin ,toplumun belirlediği yaşamı yaşıyorlar.
Öyleyse, toplumun kadında oluşturduğu psikolojik durum üzerinde durmak gerekir.Erkek egemen dünya, kadını şu özelliklerin içine hapsetmiştir:

“Kadının aklı noksandır, kadın bilmez,kadın erkeğin karşısında fazla konuşmaz(itiraz etmez),kadınlar duygusaldır(zayıftırlar),kadın becerikli olmalıdır, doğurgan kadın iyidir,kadınlar şeytandır(erkek kendi günahlarının nedeni olarak kadını ileri sürer),yuvayı kadın kurar, kadın ağırbaşlı olmalıdır, kadın erkeğin sözünü dinlemelidir(çalışma diyorsa çalışmamalı, örtün diyorsa örtünmelidir),kendini erkeğe beğendirmelidir(güzel olmalıdır, iyi yemekler yapıp kocasını hoşnut etmelidir),güleryüzlü olmalıdır, kadın sağa sola değil yere bakmalıdır , kızlar kocaya gitmek için hazırlanıp çeyiz yapmalıdır, kadın dediğin başıboş olmaz,onu yönlendirecek bir erkek her zaman olmalıdır, kadın erkeğin gerisinde yürümelidir...”


Kadına biçilmiş tüm bu roller, kadının erkek egemen düzene boyun eğmesini sağlamak içindir.Ancak yukarıdaki özelliklerdeki bir kadın, kolay yönlendirilebilir, yönetilebilir. Eğer bir kadın akıllı olursa erkeğin mantık dışı isteklerini sorgulayabilir.O zaman da kadını yönetmek zorlaşır.Bu nedenle akıllı kadın iyi değildir. Boşuna dememişler kadının saçı uzun aklı kısadır diye.

Erkekler, akıllı kadın, istemiyorlar.
Kadınlar akıllarından vazgeçmiştir sonuçta. Akıllıya yüz kere akılsız denmesinin ardından, kadınlar aklının kısa olduğuna inandırılmışlardır..’(Ben bilmem’ ifadesi bunu en iyi biçimde açıklar.)Aklının otoritesine sırt çevirip, geleneklerin ,törelerin ,dinsel dogmaların otoritesi altına girmişlerdir. Yaşamlarını bir yazgı olarak kabul edip suskunlaşmışlardır.


Küçüklükten başlayarak verilen cinsiyetçi yetişme tarzı kadını psikolojik alt yapısını belirler.Küçük kız çocuğu ileride kocasına hizmet edecek şekilde yetiştirilir.Küçük yaşta eline örgüler, işlemeler verilir, çeyiz hazırlıklarına başlasın diye.Kocasına iyi hizmet etmesi için her şey öğretilir. Yemek, ütü ,terbiye kuralları...

Kadının yaşam amacı, erkeğin düzenini ,rahatını sağlamak üzerine kurgulanır.Gülüyorsa gülme denir, ağırbaşlı olmalıdır. Bekaretinin koruması gereken en önemli değeri olduğu, daha çocuk yaşta bilinçaltına kazınır, bekaretini yitirmekten, kız kurusu olup ileride kimse tarafından istenmemekten korkar.Öyle ya, bir erkekte kendisini istemezse kadın hangi zeminde yaşayacaktır.

Çevresinden aldığı mesajlar, kendisinin hep korunması gereken, bakılan ,zayıf bir varlık olduğunu anlatmaktadır.Kendine güvenmez, kendi başına olmaktan korkar.Varlığı hep bir erkekle birlikte anılmasından ileri gelir bunun nedeni.Tek başınalık ürkütücüdür.Kadın bu nedenle kendini bir erkeğin varlığında tamamlamaya çalışır.

Pek çok yazar, dergilerde ,gazetelerde ,kitaplarda kadınların ummak ve beklemekle cezalandırıldığını yazarlar.Ummak ve beklemek kadına verilmiş cezalardır.Bu ifadeler bir eleştiri taşısa da , kadının cezalandırılmasının bir yazgı olduğu sonucunu verir.Kadınların uman ve bekleyen olduğu yargısının altında yüzyılı aşan dogmaların katmanı vardır.

Kadın neleri umar ya da bekler?

Bir erkeği beğenip sevse de erkeğin kendisine gelip arkadaşlık teklifi etmesini bekler.Evlenme teklifi bekler.Erkeğin kendine çiçek almasını bekler.Doğum günlerinin ,evlenme yıldönümlerinin anımsanmasını bekler.Kadın,erkeğin özel günlerini anımsamaması durumunda kendini değersiz duyumsayarak üzülür.

Tüm kadınlara seslenmek isterim. Bir erkeğin size çiçek almasını beklemeyin. Canınız armağan almak istiyorsa, kendi kendinize armağan alarak önce siz kendi değerinizi belirleyin.

Bunları Anadolu kadını için söylemek zordur.Çünkü beklemeyi ,ummayı bile bilmez Anadolu kadını.O bir ırgattır, süt sağar, yoğurt yapar,çocuk büyütür.Kendisinden bekleneni yerine getirir, beklemek gibi bir olanağı yoktur.

Annemi hatırladım birden.

Kentli kadının erkekten beklemesi belki de bir değer arayışı olarak yorumlanabilir.Kadın ,”sakatlanmış kişilikten “ ( yüzyıllar boyunca Aristo’nun kuramı tüm insanlığı abluka altına aldı) kurtulup kendini aramaktadır aslında.Erkekten çiçek bekleyen kadın, değer arayışının adresi olarak erkeği görmektedir.Bu adresin yanlış olduğu gün gibi açıktır.
Buna karşılık insanlaşmanın gerisinde kalmış erkekler, kadınla kendisi arasındaki eşitsizliği sorgulamazlar.Kadını kendisinin hizmetkarı olduğunu sessizce kabullenirler.Çünkü eve gittiklerinde hazır sıcak çorba iyidir.Fazla akıllı kadın(eleştiren, sorgulayan ) erkeği rahatsız eder.Erkek, toplumdaki iktidarından hoşnuttur nede olsa. Kadın çalışıyorsa, ‘ikimizde çalışıyoruz, ben eve gelir gelmez mutfağa giriyorum, sen televizyonun karşısında geçiyorsun(kadın adaletsizliği görmektedir), bu durumdan bıktım. " der.

İktidarındaki rahatından hiçte vazgeçmeye niyeti olmayan erkekle kadın arasında çatışma başlar.Bu nedenle anket sonuçlarından ‘üniversiteli erkekler daha fazla eşlerine şiddet gösteriyor ‘sonucu çıkar. Eğitim alan kadının, yaşadığı sorunları sorgulaması daha fazla olanaklıdır. Ekonomik bağımsızlığı vardır genellikle.Kadın erkeği eleştirir.Çatışma en dayanılmaz noktada şiddete varır ya da boşanmaya.

Sonuçta, kadına yüklenen rollerinin pek de değişmediğini düşünüyorum günümüzde. Çünkü, erkekler, iktidarlarını kaybetmek istemiyorlar. Ama, kadınlar, söke söke alacaklar haklarını! İşte buna inanıyorum.

Tabii, kadın sorunu, çok girift bir konu!

Ne kadar yazsan da, bitmiyor.

Gerçekten kadınlar/erkekler, bağımlı/bağlı olmaktan bir ilişkiden/evlilikten bıktılar mı?

Tabii, kadın erkek ilişkisi ayrı bir konu! Ancak, ben birlikteliklerde şunu gözlemliyorum. Eğer, bir ilişki de, birbirini geliştirme yoksa, o ilişki kısırlaşıyor.

Evliliğin ise, insan doğasına aykırı olduğunu düşünüyorum. Evliliğin ayrı bir başlık altında incelenmesi gerektiğini düşünüyorum.
 
neptun ben sana katılıyorum aslında güzel bir mizahi siyaset yapmışsın ve güzelde bir yazı olmuş
senin satır aralarında belirittiğin bazı şeyler yaşadığımız ataerkil toplumun aynası mahiyetinde önemlidir bence
bende sunu anlamam erkekler calışan kadınlara pek iyi bakmazlar buna hiç anlam veremiyorum sanki calışan kadın işyerindeki bütün erkeklerle yatıyomuş gibi bu ne ahmaklıktır bu ne düşüncesizliktir
 
Kadinlar ve Erkekler her alanda esit haklara sahip olmali, bir Kadin icin ekonomik ozgurluk cok onemli
bir erkege ekonomik olarak bagimli olmak kadinin onundeki engellerden biridir.
Yasal olarak kadinlara is guvencesi verilmeli elbette kadin hamile kaldiginda ve sonrasinda guvende
olmali diger yandan Ataerkil toplumun getirmis oldugu kafa yapisi degismeli ki bunun bugunden
yarina degismesi son derece guc bu noktada egitim onemli...
 
Üst Alt