Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Kendinden Kaçış ve Sakatlık [Tartışma]

kuyucak

Üye
Üyelik
15 Mar 2007
Konular
50
Mesajlar
860
Reaksiyonlar
0
KENDİNDEN KAÇIŞ VE SAKATLIK

- Bir doktor arkadaşım anlatmıştı; Bağırsaklarından ameliyat olan bir hasta anestezinin etkisinden kurtulup ameliyatın ortasında aniden uyanıyor ve gördüğü manzara karşısında aklın alamayacağı bir paniğe kapılıp, ameliyat masasından fırlıyor.. Bağırsakları dışarıda koşmaya çalışıyor.. Kaçmaya çalışıyor.. Ama insan kendi bedeninden nasıl kaçar?
- Bir aile dostum anlatmıştı; Alzaymır hastası olan annesi bir gün aniden ortadan kaybolmuş ve sokak ortasında çırılçıplak ‘’ölen kocasını ararken’’ bulmuşlar onu.. Üstelik doktoru da sık sık dostuma da sende belirtiler var ve bu hastalık genetik, erken önlem almak lazım telkinlerine rastlamış bu olay.. Kaçmak geliyor içinden o sokaktan ve annesinden.. Ancak insan kendi bedenini, içinde taşıdığı kendisinden nasıl kaçar, nereye kaçar bulamıyor? O an kendisiyle baş başa kalıyor ve yığılıyor..
- Geçen gün gözümüm önünde gelişen bir olay; Epeyce yürüme ve konuşma zorluğu çeken bir sakat arkadaşımız sahilde adres sormak için insanlara yönelince insanların yüzündeki panik ve ondan uzaklaşma gayretleri karşısında epey üzülmüş ve düşünmüştüm..
- Ortalama insanın yaşlılardan, hastalardan ve sakatlardan kaçma olayının temelinde yatan duygu, kendi var oluşu içinde taşıdığı gerçeklerden kaçma olayı ile açıklanabilir.. Her zaman kendisi kaçamayacağına göre, onları göz önünden uzak tutar, dışlar..

Bir düşünün, taş gibi dış görünüş ve makine gibi işleyen bir bedene sahipsiniz.. Güçlü ve güzelsiniz.. Beğeni topluyorsunuz gittiğiniz her yerde.. İnsan olmanın zirvesindesiniz, et ve kemikten yapılmanın ötesindesiniz .. İçinizde hiçbir güçsüzlük ve zavallılık işareti taşımanın ötesinde, o kötü sayılanların size ulaşmasını bırakın, ulaşsa bile size ne yapabilir ki diye düşünüyorsunuz.. Sanırım dev aynası dedikleri bu.. Hele maddi gücünüz de yerindeyse düşünmeye bile değmez bunları.. Ortalama insanın düşüncesi budur ve sağlam bedenin keyfini çıkarmak en büyük mutluluğudur..

Ancakkkkk tanıdığı kötü örnekler o kadar yaklaşır ki ortalama insana dayanamaz, kaçmaktan başka çaresi yoktur.. Ya o örneklerden kaçarak kurtulur, yada onları sokaklardan, göz önünden temizler.. Kaçarak ve düşünmeyerek insan var oluşunun gerçeklerinden uzak durur.. O dev aynasında gördüğü her şeyin yalan olduğunu aslında bilir.. Ölümü içinde taşıdığını bilir insan.. Sakatlığı içinde taşıdığını bilir.. Hastalığı ve deliliği içinde taşıdığını bilir.. Yaşlılığı, çaresizliği, zavallılığı içinde taşıdığını bilir.. Ancak yaşamın bir parçası olarak onları kabul edip, onlarla yaşamayı öğrenip, kendi var oluşunu kabul edeceğine o inkarı seçer.. Öteden beriden medet umar.. İnançlarını, sanatını, hukukunu vs vs bu korku ve inkar belirler işte insanın.. Kendisini kabul etme zamanı gelmiştir insanın.. İnsanın kendi var oluşu ile barışma zamanı gelmiştir.. İnsanın bedeni ile barışma zamanı çoktan geçmiştir..
İnsan içinde barındırdığı her şeyle insandır ve bu insan kabul edilmelidir..
Bu yalnızlık ve sahipsizlik duygusu içindeki ortalama insanın tek yapabildiği şey, var oluşundaki kabullenemediği her şeyi inkar etmek, yok saymak, kaçmak, aşağılamak ve hatta kendi elleriyle imha etmektir.. Oysa her insan var oluşuyla birlikte saçlarında ölümü, gözlerinde yaşlılığı, ayaklarında olabilecek sakatlıkları, güçsüzlüğü, acizliği ve ruhsal çöküntüleri de içinde taşır ve bunları aynen var oluş gibi doğal karşılamalıdır..
Oysa yarattığı kültür (kapitalizm de tavan yaptı) onun varlığını inkar üzerine kuruludur..
İşte budur insanlığın çıkmazı.. Salt sakatlardan kaçmakla açıklanacak bir şey değil anlayacağınız.. İnsanın kendinden kaçış hikayesi diyebiliriz..
 
kuyucak bu anlattigin ameliyat manzarasi biraz garip bence yada doktorun fantezisi

ameliyat olurken insani nasil siki sikiya bagliyorlar kacmak ne kelime donemiyorsunuz bile koleastotam ameliyati oldugum zaman doktorum epey zorlanmis acaba yuz felci oldumu diye bir ara hafiften ayilttilar beni
agsim yuzum her tarafim cesitli kablolar baglarla bagliydi aciyorki aciyor uyku uyaniklik arasi sadece doktorumun sordugu soruya cevap verebildim tekrar bayilttilar hemen demem o ki ameliyat masasindan ayik bile olsaniz imkani yok kacamazsiniz
sakatliktan sakatlardan kacmak gibi bir dusunceyi hic aklima getirmedim dogrucasi
o kacanlar kendine bir is cikmasin diyedir bence
 
Nietzsche’nin “Bu da dahil bütün genellemeler yanlıştır.” Sözü geldi aklıma.
Ardından da; her genellemenin hem yanlışı hem de doğruyu barındırdığı paradoksu :)
 
Pablo Picasso malum kubizmin kurucusu ve oncusudur sanat alaninda.Kubizm'i bilmeyenler icin kisa bir aciklama getirmek isterim ki kafalarinda soylemek istediklerim canlansin ve daha iyi anlayabilsinler.Resim de geometrik olculerin kullanilmasi ve resmedilen nesnelerin gerometrik sekiller olusturacak sekilde tabloya ve yorumcuya yansitilmasi.Bir diger ozelligi de uc boyutlu bir cismi iki boyutlu bir cisme aktarmaktir.Diyeceksiniz ki bunun konuyla ne alakasi var:)

Alakasi su ustad Kuyucak yine onemli bir konuya temas etmekle beraber, ben deniz de bir kac anektodla suslemek istedim.Kuyucakin yazisini okudugumda aklima direkt bir zamanlar kendisini ve eserlerini inceleme firsati buldugum Picasso'nun bir anisi geldi aklima."Guernica" resim ikinci dunya savasi donemlerinde Almanlarin Guernica kasabasini bombalamasini anlatmaktadir.O donemlerde Picasso sergi sergi gezmektedir.Sergilerin birinde bir alman generali kendisinin tablolarini cok begenir ve Guernica Tablosu icin "bu resmi siz mi yaptiniz" sorusunu yoneltir.Picasso'da "hayir siz yaptiniz" cevabini verir.(Tablo bes kadinin savas sirasindaki dramlarini da anlatmakta ve yansitmaktadir)Picasso'nun cevabi o donemde hafizalara kazinsa da bu gunlerde de halaaa gecerliligini korumaktadir.Ayrica bizler icin de uzerinde uzun uzun dusunmemizi gerektiren bir durum cevabidir.

Sozun ozu, insan etten kemikten ibaret olmasina ragmen bu ete ve kemige hukmu veren akildir.Degerli ustadim unutulmamali ki bu soyledikleriniz engelli veya engelsiz farketmez bir sekilde insan beyninin urunudur, dogru ya da yanlis olduguna karar vermek, kisinin bu tarz durumlari suzgecinden gecirdikten sonra elinde kalan tortulari ne olcude dogru yorumladigiyla alakalidir.

Insan olmak deyimi dogru dusunuldugunde, engelli, engelsiz gibi kavramlari icermemelidir.Cunku insan bunlarin ustunde bir varliktir...
 
Hiçbir yazımı sadece engellilere diye yazmadım ve düşünmedim.. Fakat bazen onları öne çıkarma gayretim oldu.. Hep şunu dedim; Toplumu anlamak için engelli olanlardan yola çıkmak lazım.. Toplumun yaşadığı sorunları onlar katlanmış şekilde yaşıyor.. Ayrıca görünmez olan bir çok şey onların gözünden bakılırsa mercek altında gibi rahat gözükür hale gelmektedir.. Şöyle sıralarsam olayları;

-Herkes engelli adayıdır.. Demek ki herkes her an sakatlanabilir ve bir gün sistem tarafından engellenebilir.. Dikkatli olmadıysanız bize ne diyebilirmiyiz?
-Her kes hasta adayıdır.. Demek ki herkes kalıcı hastalıklara yakalanabilir ve iyileşemeyebilir.. Genetiğinizde bozukluk var yada zararlı şeyleri tıkınmışsınız bize ne diyebilirmiyiz?
-Herkes yaşlanma adayıdır.. Demek ki her insan istisnasız yaşlanacak ve bedensel ve ruhsal zayıflıklar yaşayacaktır.. Ben ilerde yaşlanmayacağım ve asla ruhsal ve fiziksel zayıflığım olmayacak, bu sorun acze düşeceklerin sorudur diyebilirmiyiz?

Geri zekalı bir kültür yaratıp, insan şimdiden kendisine ve soyuna ilerisi için hatta yarını için tuzak kurar mı? Evet kurar.. Çünkü o kendisini inkar üzerine kuruyor tüm kültürünü ve yaşam tarzını.. Hem birey olarak hem de toplum olarak.. Çünkü içinde olanı, kendinde taşıdığını inkar edecek kadar geri zekalıdır kendisi.. Her anlamda savunması vardır, kendisini rahat hisseder.. Her şey parası olunca, sağlık güvencesi olunca, çoluk çocuğu olunca çözeceğini sanır.. Oysa bunlara sahip olmaktan çok asıl olanın, tüm yaşamın her tür insana göre düzenlenmesi olduğunu hiç düşünmez.. Çünkü o kendisinin asla o durumlarda olmayacağını ‘’bilir’’, kendisine kondurmaz, yakıştırmaz.. Çünkü o, o durumları içinde taşıdığına inanmaz.. Bu kadar mutlak olan şeyleri inkar eder.. Bulaşıcı sanır, onlardan kaçınca kurtulduğunu sanır.. Onları göz önünde istemez, hapseder.. Ama bunu kim yapar, asıl sorun o işte?
Yarın o durumlara düşmesi mutlak olan, ama yarını inkar eden, kendisine tuzaklar kurmaya devam eden, kendi hapishanelerini ören geri zekalı bilinci yaptırır bunu ona.. Çünkü maddi var oluşunu asla kabul etmez insan ve inkar eder..
 
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Hiçbir yazımı sadece engellilere diye yazmadım ve düşünmedim.. Fakat bazen onları öne çıkarma gayretim oldu.. Hep şunu dedim; Toplumu anlamak için engelli olanlardan yola çıkmak lazım.. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]-[/SIZE][/FONT]
Yazilariniza genel hatlari itibariyle katilmakla beraber,yukaridaki dusuncenizi irdeledigimde ortaya bir paradoks cikiyor ve buna katilmiyorum.Oncelikle yukarida belirttiginiz mantikla hareket ettiginiz takdirde zaten ortaya bir engel yatatmis ve cikartmis oluyorsunuz.Bu su dusunce boyutunu dogurur"ben dunyaya iki kutuplu bakmaliyim"Bu dusunce kalibi ister istemez beraberinde sorunlar yaratir.Dile getirmis oldugunuz "ben sag goruse mensubum, ama dunyaya oncelikle sol gorus acisindan bakmaliyim" mantigindan iyi dusunuldugunde hic bir farki yoktur.

Bana gore isin icerisinde tarihsel bir yanilgi da mevcuttur.Bize gecmisten gunumuze ogretilen bilgilerin arasinda "oncelikle hatalarimiza bakicaz ve ona gore yolumuzu cizmemiz gerektigi dusturudur"Bir nevi hatalarimizdan ders almamiz gerektigidir.Fakat burda ince bir cizgi vardir ve hatadan hata yaratma noktasinda, dislariz kendimizi,unuturuz cunku bize surekli hatalar uzerinden dogrulari bulma yontemi ogretilmis dikte edilmistir.Nedense dogru ve yanlisi ayni duzlemde degerlendirmeyiz,sorgulamayiz:)
 
öncelikle kuyucak abi yazılarınızı yorumlarınızı beğenerek takip edip okuduğumu belirtmek istiyorum .

bizler beyne bir resim çiziyoruz o resimden bir pürüz olsun silmek saklamak için çalışıyoruz.
canlı canlı kendimden örnek vereyim. aynaya bakmayı çocuklukta sevmezdim.belkide zihnimdeki anatomik bedene aykırı olduğumdan.(ben bunu artık,evimde şimdiki kadar çok ayna olayışından dolayı algılamak istiyorum) şimdi ise aynaları çok seviyorum artık sürekli de bakıyorum.evet farklılık bende,ben bu farkılığımı kabul etmiş ve onunla barışık yaşıyorum
 
[FONT=Verdana]Güzel bir konu… Çoğu kez, birçok şeyden kaçarız. Sorunlardan kaçarız. Kendimizle yüzleşmekten kaçarız. Acı çekmekten kaçarız. Bilmediğimiz, tanımadığımız şeyden kaçarız. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Bu konuya geldikte… Kuyucak kimi örnekler vermiş. Kendi bedeninden kaçmak… Hastalıktan kaçmak… “Çirkin” olandan kaçmak gibi… [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]İnsan toplumsal bir varlıktır. Dolayısıyla, o toplumun kalıplarına, kurallarına göre yetiştirilir. İnsanın insan olmasının temelinde bilinç vardır. İnsanın bilinci çevrenin ve toplumun içinde biçimlenir. Başkalarıyla ve de kendisiyle bu bilinç aracılığıyla iletişim kurar. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Kuyucak arkadaşım yine sonuçlara bakarak değerlendirmeler yapıyor. Asıl nedene inmiyor. Bunun dışında, bana göre, sorun olan bir şey, size göre olmayabilir. Burada önemli olan bireyin, o sorunla, olguyla kurduğu ilişkidir. O ilişkiye bakmak gerekiyor. Yani, bir tekilden yola çıkarak, insan hastalıktan kaçmak ister gibi bir genellemeye gidilemez. Ya da insanın çıkmazı kendinden kaçmaktır gibi bir kötümserliğe de kapılmıyorum. İnsan, hep kendini bağlayan zincirlerden kurtulmuştur. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Sakatlık boyutuna gelince… Sakatların tarihi gelişime baktığımızda, sakatlığın hep olumsuz karşılandığını görüyoruz. Sakat olmak, hep faydasız olmakla ilişkinlendirilmiş. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Antik Yunan’dan beri, biçimden yoksun olanın güzel olamayacağı nitelendirilmiş. Biçimden yoksun olan estetik değildir anlayışı egemen olmuş. Ya da bütünlüklü bir beden anlayışının sağlıklı olmak olacağı dillendirilmiş. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Böyle bir ortamda yaşayan engelli/engelli olmayan bireyler, tüm bu anlayış çerçevesinde kendine ve topluma bu gözle bakmaya başlıyorlar. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Sonra da, sakatlar, sağlamların tedirgin vicdanları olmaya başlıyor. Artık, şunu tüm insanlara anlatmamız gerekiyor. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Çirkin olan sizin güzellik ve sağlam beden anlayışınızdır. Çirkin olan sizin bizlere yüklediğiniz olumsuz anlamlardır. Çirkin olan, insana insana yabancılaştıran bu düzendir. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Ben tüm bana öğretilen kalıplara ve düşünce sistemini red ediyorum. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Niye bedenimden utanayım? Niye toplumdan kaçayım? Niye aynaya bakmaktan çekineyim? Kendimi seviyorum. İnsanları seviyorum. Herşey, ben de başlar, ben de iter. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Evet. Halen sakatların görüntüsünden dolayı rahatsız olanlar var. Halen sakatları içlerine almak istemeyenler var. Kuşkusuz, bu gerçeği görmezden gelemeyiz. Öyleyse, bu gerçekle mücadele etmeliyiz. Bilgi güçtür. Önce kendi düşüncelerimde devrim yapacağım. Sonra da çevremdeki insanları geçmişin kokuşmuş düşüncelerinden arındıracağım. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Ne hastalıktan ürküyorum. Ne de farklı olandan… Kimseye görünüşünden, cinsiyetinden, düşüncesinden, renginden dolayı ayrımcılık yapmamayı ilke edindim. Ha! Senin dediğin biçimde davranan insanlar yok mu? Var. Öyleyse, bu enkazdan kurtulmanın yollarını aramak gerek diye düşünüyorum. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]İnsan denilen varlığın kimileyin, korkuları, çaresizlikleri, zavallılıkları olabilir. Ama tüm bunlar, durup dururken olmuyor. Öyleyse, bizleri kuşatan sistemle birlikte tüm bu olgular arasındaki ilişkileri düşünmeliyiz. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]İnsanı senin kadar, yok sayan, inkar eden, aşağılayan bir “mahluk” olarak mutlaklaştırmıyorum. İnsanı insan yapan bilincidir. Bak! Feuerbach şöyle diyor: [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]“ Tam bir insan, düşüncenin, iradenin ve kalbin gücüne bağlıdır. Düşünce gücü, bilginin ışığıdır. İrade gücü, kişiliğin enerji kaynağıdır. Kalbin gücü ise sevgidir. Mantık, irade gücü ve sevgi insanın mükemmellikleridir. “ [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Bayıldım söylediklerine. Ne güzel söylemiş değil mi? Şiir gibi… İnsan, sevmek, düşünmek ve istemek için vardır diyor. İnsan bir diğerini aşağılamak, yok saymak için yok. Eğer, böyle yapıyorsa, bil ki, insan insan olma aşamasına gelemediğindendir. [/FONT]
 
Brawo sevgili monalisa,çok güzel ve anlamlı bir yazı yazmışsınız.Bu yazdıgınız yazının kurdelenmesi lazım bençe...
 
Sevgili Monalisa ..

Ben insanı iyi yada kötü olarak mutlaklaştırmam .. Dünya görüşüm buna izin vermez.. İnsan değişim içinde olan bir varlıktır.. Ancak senin örnek verdiğin yazar, yaşayan insanı değil, olması gereken insanı mutlaklaştırıyor.. İdeal insanın nasıl düşünmesi, hareket etmesi, ve gücünü nerelerden alması gerektiğini anlatıyor.. Yüz düşün adamı araştısak, doksan dokuzu aynı şeyleri söyler.. Çünkü onların amacı ideal insanı kurgulamaktır.. Ayrıca o düşün adamları ile otursak aynı masalara, yüz konudan doksan dokuzunda hemfikir olacağımızı biliyorum ben.. Onlar olması gereken insanın nasıl olması gerektiğinin şablonunu koyuyorlar ortaya, ben ise yaşayan insanın, acı çeken insanın, yalnız insanın, nasıl bu hale geldiğini araştırıyorum, düşünüyorum.. Çok ayrı şeyler değil ancak benim onlardan farklı olduğum ve doğru olduğuma emin olduğum bir çıkış yerim var; İnsan şu an içinde bulunduğu her tür düşüncesinin temelinde yatan ruhsal dürtüler ile yüzleşmezse, asla o yazdıkları ideal insana ulaşamayacaktır.. Çünkü sıraladığınız bilim, mantık, yürek ışık ve sevgi gibi olgular onu kendisine dönmesine izin vermiyor… Daha çok onu kendisinden uzaklaştırıyor… Çünkü yarattığı düşüncenin, kurduğu uygarlıkların temelinde kendi varlığını inkar etmek var.. Kendi varlığı, yani bedensel varlığı içinde taşıdıklarından nefret ediyor.. Bu bedende ölüm var, bu bedende sakatlık var, hastalık var, yaşlılık var.. Bunu kabul etmiyor..,Kendisini 15-45 yaş aralığında, güçlü, güzel, ölümsüz ve sağlıklı kalacağını düşünerek (gerçeği inkar ederek) uygarlığını buna göre yaratıyor.. Düşünsel yapısını buna göre şekillendiriyor.. Kendisinde taşıdıklarını mutlak olarak yaşamaya mahkum olduğu halde, (mutlak olan değişim çünkü) o yaşamın her durumuna hazırlık yapmıyor..

Kısaca bir örnek verirsem: Alt geçitleri, üst geçitleri yapanlar, şehirleri planlayanlar, mimari yapıları düzenleyenler, ulaşımı gerçekleştiren ona karar veren, planlayan, uygulayan, o hizmetten yararlanan her kes ama herkes, hastalandığında, sakatlandığında, yaşlandığında, kendi yaptığı eserlerine bakıp küfrediyor.. İşte insanın durumu budur.. Çünkü onun kültürünün temelinde kendi varlığını inkar etmek yatar.. O oluşturduğu eserleri kendisinin her an her şeye karşı hazırlık olsun diye yaratmaz.. Kafasında tasarladığı güçlü insana göre yaratır.. Bak bunlar fiziki eserler.. Birde olayın düşünsel, inançsal ve sanatsal taraflarını katarsak olaya, sanırım yaşayan insanı daha kolay anlarız .. Gerçek insanın üstünde, ideal insan inşa edilmez.. Gerçek insan kendisiyle yüzleşmeyi öğrenmelidir.. Hele sakatlarda ve yaşlılarda durum daha vahim; Onlar kendilerinde eksik arıyorlar, bu dağları niye deviremiyoruz diye .
 
[FONT=Verdana]Konu başlığı çok geniş. İnsanı mı irdeleyeceğiz? Yoksa sakatların yok sayılmasının nedenleri ve sonuçlarını mı? [/FONT]

[FONT=Verdana]Her ne kadar insanı iyi ya da kötü olarak mutlaklaştırmadığını söylesen de, en başta yazdıkların bunun tersinin olduğunu söylüyor. Öyle genellemeler yapıyorsun ki, kendi kendinle çelişiyorsun gibi geliyor bana. [/FONT]

[FONT=Verdana]Örneğin, şöyle demişsin. [/FONT]
[FONT=Verdana]"Bu yalnızlık ve sahipsizlik duygusu içindeki ortalama insanın tek yapabildiği şey, var oluşundaki kabullenemediği her şeyi inkar etmek, yok saymak, kaçmak, aşağılamak ve hatta kendi elleriyle imha etmektir.."[/FONT]

[FONT=Verdana]"Ancakkkkk tanıdığı kötü örnekler o kadar yaklaşır ki ortalama insana dayanamaz, kaçmaktan başka çaresi yoktur.. Ya o örneklerden kaçarak kurtulur, yada onları sokaklardan, göz önünden temizler.."[/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Bence, insan diyerek genelleme yapmak yerine, kimi insanlar demeliydin. Böylece bizlerde yanlış algılamamış olurduk. Her neyse. Madem ki, insanın sürekli değişen bir varlık olduğunu söylemişsin. Bu konuda seninle hemfikirim. [/FONT]

[FONT=Verdana]Benim söylediğim düşünür, kendi tezini temellendirmek için insanın bu özelliklerinden söz etmiş. Tabii ki, ben burada oralara girmedim. Yalnızca, sözleri çok hoşuma gittiği için alıntı yaptım. Ancak, şunu söyleyebilirim. Sözkonusu düşünür, var olmayan bir şeyden söz etmiyor. İnsanı diğer canlılardan ayıran düşünme gücüdür diyor. Bunu yadsıya bilir misin? Yine, irade gücünün enerji verdiğini söylüyor. Bunu yadsıyabilir misin? Ya da kalbin gücü sevgidir diyor. Çok haklı. Yoksa, bir annenin çocuğu için kendi canından vazgeçmesini nasıl açıklayabilirdik? Bunlarla ilgili birçok örnek verilebilir. İnsanı kurgulamıyor. Yalnızca, insanın kimi yönlerini açımlamaya çalışıyor. Kaldı ki, biz bir şeyin ne olduğunu tanımlamadan bilemeyeceğimiz gibi insanın da ne olduğunu bilmezsek, kendimizin ne olduğunu anlayamayız. [/FONT]

[FONT=Verdana]Birçok filozof, bu dünyanın yaşanılabilir bir dünya olması için insanı araştırmışlar. Onun için de insana yol göstermişler. Kötü mü etmişler yani? Baksana! Dünyanın durumuna… Yıllarca eğitim ve öğretim alıyoruz. Ama yine dünyada kötülükler var. Her neyse… [/FONT]

[FONT=Verdana]Yanlış anlama sakın::):)[/FONT][FONT=Verdana] Tabii ki, senin de insani açıdan insanı açımlama bir gayreti içinde olduğunu biliyorum ben. [/FONT]

[FONT=Verdana]İnsana geldikte… Bana göre insan, hep iyiyi ister, iyiyi arzular. Ama kimi kez, tutkularımız, öfkelerimiz, arzularımız bizi iyiye doğru götürmez. İnsan, bilerek ya da bilmeyerek kendilerini bu duyguların içinde bulabilir. Ya da koşullar gereği kimi çıkmazlara sürükleniriz. [/FONT]

[FONT=Verdana]İnsan hep iyiyi istediğinden dolayı, hasta olmaktan korkar. Çünkü, sağlıklı olmak iyidir. Çünkü, bedeninin bir yerindeki hastalık bizlere acı verir. Öyleyse, demek ki, sağlıklı olmak için spor yapmalı, iyi beslenmeliyiz. Burada söz ettiğim, sakatlık olgusu değil. Yaşlılık da da benzer durumlar geçerlidir. İnsan, hazza dayalı bir varlıktır. Hazzın da türlü dereceleri olabilir. O nedenle de acı çekmekten kaçarız. Ancak, gözümüzden kaçan bir şey var. Acı çekmeyen insan olgunlaşamaz. Acı insanı değiştirir, dönüştürür. Acıyla yaşamayı da öğrenmek gerek. [/FONT]

[FONT=Verdana]Ölüme gelince… Yüzyıllar boyunca, sevdiklerinin yok olmasını kabullenemeyen insan ya da öldükten sonra ne olacağını düşünen insan cenneti ve cehennemi yarattı. [/FONT]

[FONT=Verdana]Sakatlık boyutuna geldikte… Yukarıda bizlere öğretilen kalıplardan söz etmiştim. Bu toplumun içinde bu kalıplara göre büyütülüyoruz. Ancak, bunun dışında, kişiler, biçimden yoksun olduklarını birini görünce, önce ürküyorlar. Evet, ben bu toplumda engelli olmanın tüm dezavantajlarını yaşadım. Ben bile, yüzünün büyük bir bölümü yanan bir insanı gördüğümde, yüzüne bakamadım. İçimde öyle bir dalgalanma oldu ki, bu dalgalanmanın ne olduğunu anlayamadım. Öyle olmaktan korktuğum için mi ürkmüştüm? Yoksa, o insana karşı içimde acıma duygusu mu uyanmıştı? Yoksa, o yüze bakacak cesaretim mi yoktu? Bozuk olan bir şey neden beni korkutuyordu? İçim alev alev yanıyordu. Bir yandan da, tüm bunları düşündüğüm için suçluluk duyuyordum. [/FONT]

[FONT=Verdana]Bence, farklılığa duyarlılık her insanda vardır. Farklı olan hemen dikkatimizi çekiveriyor. Sağlam olanlar da, sakat birini gördüklerinde benim gibi benzer duygular yaşayabilirler. Ürkerler, kaçarlar, öyle olmayı istemezler. Neden?[/FONT]

[FONT=Verdana]Çünkü, belleğimizde, çoğunluğa göre oluşan bir güzellik anlayışı var. [/FONT]

[FONT=Verdana]Çünkü, belleğimizde, sağlam bedenin bütünselliği var. [/FONT]

[FONT=Verdana]Çünkü, her şeyi görünüme göre değerlendiriyoruz. [/FONT]

[FONT=Verdana]Eğer, ben yüzü yanan adamla konuşsaydım, onu tanısaydım, düşüncelerini sevseydim, artık yüzünün yanık olmasını görmeyecektim. Ondan ürkmeyecektim. Nerden mi biliyorum? Yaşadıklarımdan… [/FONT]

[FONT=Verdana]Ben yirmili yaşlarımda herhangi bir sakatla yan yana gelip oturamazdım. Yolda yürüyemezdim. Sonradan onları tanıdım. Hiçbirini bedenine göre değerlendirmiyorum. Yalnızca düşünce dünyaları ilgilendiriyor beni. [/FONT]
[FONT=Verdana]Demek ki, burada bilinç ön plana çıkıyor. İnsan, bilmediğinden, tanımadığından korkar. Onu kendi belleğindeki gibi algılar. Öyleyse, artık biz engelliler, sağlamların belleğindeki algıları değiştirmemiz gerekiyor. [/FONT]
 
Tartışmaya katkı sağlayacak bir şeyler yazmadan, görüşlerinize katıldığımı bildirmek çok banal olacak ama inanın öyle monalisa. (Banal birisi olmaktan yüksünmeyecek kadar aştığımı belirteyim de yiğitliğe bok sürdürmeyim arkadaşım:D)
Ekleyeceğim bir şey var: Sağlamın belleğindeki algı ve onun algı katsayısı, eğitimi, duyarlılığı, kişiliği vs. gibi faktörler her ne kadar önemli olsa da; belleğindeki ezberleri alt üst etmesi ancak çok yakınlarındaki birisinin ya da kendisinin başına mükemmel ve sağlıklı beden görüntüsünün bir anda kaybolabileceğini idrak etmesini sağlayan bir musibet geldiğinde mümkün oluyor. Ayrıca, insanların görüntüsünden ziyade düşünce dünyalarıyla ilgilenecek olgunluğa erişme potansiyeli ve yetisi kolay kolay kazanılmıyor. Biraz yaş, biraz kişilik, biraz eğitim biraz tecrübe vs karışımı uzun bir süreç bu.

Halihazırdaki duygu ve düşüncelerimle eğer sakat olsaydım, sağlamın belleğine oluşan benimle ilgili algılar inanın zerre kadar umurumda olmazdı. Eminim ki ne sizin ne de Kuyucağın derdi başkalarının algıları ama, bu olgunluğa erişinceye kadar ne zor süreçlerden geçtiğinizi tahmin edebiliyorum. Katkı sağlayacak bir şey yazamayacağım çünkü insanların algılarını, genellemelerini, bakış açılarını değiştirmenin ne kadar zor olduğunu biliyorum.

Tek tesellim, bedenini, kılıfını aşan insanların var olduğunu bilmek. ;)
 
[FONT=Verdana]Empatizancığım,[/FONT]
[FONT=Verdana]Bence, sıradan olmak da bir şey::):)[/FONT][FONT=Verdana] Bırak da, içinden geldiği gibi yaz düşüncelerini… Bu konuda sana hak veriyorum. Her ne kadar, ateş düştüğü yeri yaksa da, merdivenleri teker teker çıkarken, sağlam olan, yeni tanıştığım arkadaşlarımın bana uyum sağlamasının engelliliği anlatarak onlarda bir farkındalık yarattığım farkındayım::):)[/FONT]
[FONT=Verdana]Onun için nerde olursam olayım, hep bu konuları gündeme getiriyorum. [/FONT]
[FONT=Verdana]Örneğin, Solon’dan mı söz ediyoruz? Solun’un fahişeliği kurumsallaştırdığından söz ederken, sakatları öldürmeyi yasalaştırdığını da araya sokuşturuveriyorum::):)[/FONT][FONT=Verdana] Tragedyaları mı konuşuyoruz? Filoktetesten mi söz ediyoruz? İnsanlar başka açılardan değerlendirirken, ben başka bir açıya dikkati çekiyorum. O günlerden bu güne kadar değişmeyen sakat ayağını sürüye sürüye giden, bir adaya terk edilen, cezalandırılan Filoktetes’in yazgısını bugün sakatların da yaşadığı gerçeğine… [/FONT]
[FONT=Verdana]Evet, önyargılar, algılar değişiyor ama yavaş yavaş. Ve… Senin gibi insanları aramızda görmekten dolayı mutluyuz. [/FONT]
 
Monalisa;
Amacım burada hazır bilgilerimi yaymaya uğraşmak değil.. Tartışıyoruz adı üstünde..
-Evet insan yer yüzünde yalnız ve sahipsizdir.. Zayıf ve kırılgan bir bedene sahiptir.. Evet o bunları inkar eder ve uygarlığını zayıf ve kırılgan bedenine uygun şekilde oluşturmak yerine hep güçlü kalacağı zannı (yanılsama/yalan kültür) ile şekillendirir.. Bu yaptığı eserler düşünce yada fiziki engeller olarak mutlaka karşısına çıkıp onu cezalandıracaktır.. Kurt kocayınca çakalların maskarası olur sözündeki GÜÇ fışkırır uygarlığından (!).. Oysa her kurtun sonudur onun başına gelenler.. Buna rağmen GÜÇ mutlaklaştırılır..
-Bu uygarlığın keyfini çıkaran 15-45 arası sağlıklı insanların burnunun dibinde elbet kötü örnekler(?) doludur.. Ancak o sağlıklı insanların yaptığı, bu kötü örneklere(?) uzak durmak, onlardan kaçmak, hatta onların sokağa çıkmasını zorlaştırarak onları göz önünden uzak tutmaktır.. Çünkü sağlıklı insanın kendisinin de insan(!) olduğunu hatırlatmaktadır bu zavallı(?) insanlar ona.. O insandır, ancak sağlıklı insan, insan sayılır onun uygarlığına göre.. Ötekilerde insandır ancak onlar sıfatlarla anılır.. Sakat insan, hasta insan, yaşlı insan.. İşte bu yüzden onlar uzak tutulmalıdır..
-İyilik kavramı o kadar saçma bir kavramdır ki; Öteki insanların önüne bir sadaka atmakla tüm ruhu huşu ile dolar uygarlığın mimarlarının.. İyilik yapılacak insan kalmamalıdır yeryüzünde..
Empatizan;
Haklısın insan öyle doğru düşünmeyi öğrenince doğruları bulup hidayete ulaşmaz.. Ancak günlük yaşamında burnunun dibinde ve ona acı veren bir olay olması lazım etkilenmesi için..
Çağımızı iyi gözlemlemek lazım diyerek başlıyorum ben.. Hastalıkların aklın alamayacağı kadar çoğalması, hızlanması, sakatların sayısının olağanüstü artması (sanayi üretimi ve tüketimi sakat üretim fabrikası gibi çalışıyor) ve yaşlı insanların ömürlerinin artması.. Yani güçsüz insanların çoğalması ve uygarlığın onlara göre düzenlenmesi, düzenin sırtından alınacak bir yük aslında.. Tek engel düşünsel devrim bu dediklerime.. Tüm sistemin yaşamı bu insanlara göre düzenlemesi şart ve gerekli.. Son söz; İşimiz zor haklısın.. Ancak başlamak işin yarısını halletmek demektir bana göre..
Hani bir film vardı; Köyün delisi, köyün ağasına yada kötü insanlarına bağırıyordu;
-‘’Ölümde var’’ diye.. Bende sitenin delisi olarak, sistemden sorumlu olanlara bağırıyorum;
-Sakatlıkta var!
-Hastalıkta var!
-Yaşlılıkta var!
-Sende insansın!
 
Her yazımızda düzen, sistem, toplum der, bizleri yok saydığını söyleriz.. Bizleri ötekileştirdiğini anlatır dururuz.. Kim bu saydıklarımız? Bizleri yaptıkları işlemler ile ve görmezden gelerek nasıl ötekileştiriyorlar? Sorumluları kim? Bence doğru soru, sorumlu olmayan var mı? Orta halli bir şehri anlatarak kurgulayalım olayı.. Kahramanımızda o şehirde yaşayan yeterli eğitim alamamış ve meslek sahibi olamamış işsiz bir genç olsun; Bu yazıdaki şehri ve kahramanı her satırda bulamasanız da mutlaka bir yerlerden tanıyacaksınız..
-Eğitim için orta eğitim seviyesinden sonra aile gerekli desteği vermek yerine ona engel olmuşlardır.. Hatta okumayı yazmayı öğrensin diye okula gönderilmiştir.. Aile bilinci onun sokaklarda çok fazla olmasına katlanamaz..Meslek edinmek için bir işyerine gidip gelinebilmesi için apartmanın 4. katından inmekte zorlanmanın ilk sorumlusu ailedir.. O katın sakat bir insanı engelleyeceği bilinir.. Ancak sakat nasılsa dışarı çıkmaz bilinciyle hiç tereddütsüz o katta oturulur.. Aile onu eve bağımlı hale getirir..Güya sevgi adına yapar..
-Meskenler asla sakatlara uygun değildir.. Kapılarının, merdivenlerinin, sokağa çıkışta düzgün olmayan konumunun, asansör olmayışı, var olanların sakatlara uygun olmayışı, hatta yarı katta başlamasının sorumlusu kimdir acaba? Müteahhit masraftan kaçınmak için ilk sorumludur.. Mimar sorumludur.. Mimarın projesine onay veren belediye memurları sorumludur.. O memuru oraya koyan belediye başkanı sorumludur.. O memurun önüne o projeleri koyan belediye meclisi sorumludur.. O belediye başkanına o yetkileri veren yasalar sorumludur.. Yasaları yapan meclis, yasaları uygulayan hükümet, hükümeti onaylayan cumhurbaşkanı sorumludur.. Kararları denetleyen adalet, kararlara bekçilik eden asker ve emniyet güçleri sorumludur..
-Başa gelelim yeniden, o müteahhitten o evi talep eden halk sorumludur.. Belediye başkanını seçen halk sorumludur.. Hükümeti seçen halk sorumludur.. Hükümetin atadığı vali, kaymakam, devletin her kurumunun müdürleri sorumludur..
-Sadece ev örneğinde kalmayalım isterseniz.. Okulların uygun olmayışını, ulaşımın uygun olmayışını, sosyal hayatın uygun olmayışını, eğlence ve kültür hayatının uygun olmayışını kısaca şehirlerin toplam olarak uygun olmayışını ele alalım deseniz de durum tamamen aynıdır.. Değişmez bir şey.. Toplum hiç istisnasız sorumludur.. Tek bir yerden itiraz gelse kurulan sisteme, olay orada tıkanacak ve geri dönmeye başlayacak.. Ancak tek bir yerden itiraz gelmez.. Hiçbir birey ve kurum yapılana itiraz etmez.. Bu güçsüzleri kıyım sistemine dur demez.. Siz bu işi yapıyorsunuz ama, bu yaptığınız iş sakatları, yaşlıları ve hastaları engeller demez hiçbir kurum ve kişi.. Bizleri de mutlaka bir gün engelleyecek bu yaptıklarımız demez..
Tepeden tırnağa kadar herkes sorumlu ve tek itiraz gelmiyor..
Çünkü yapılan işleri talep edenlerin, o işlemi uygulayanların, o işlemi denetleyenlerin, o işlemi planlayanların, o işlemi koruyanların, o işlemle ilgili davalara bakanların beyinleri
insan gerçeğinden çok, insanı inkar eden düşüncelerle doludur.. İnsan gerçeği, beden olarak kırılgandır ve mutlaka bir gün güçsüzleşecektir.. Buna rağmen insanın düşünsel yapısını, (kendini inkar ederek, kendinden kaçarak) insanın mutlak güçlü olduğu önyargısı oluşturur.. Yükseklikler, uzunluklar ve büyüklükler önemlidir onun için.. Oysa bunlar onun güçsüz kaldığı an (bu mutlaktır, mutlaka güçsüz kalacaktır bir gün) karşısına devasa sorunlar olarak çıkacaktır.. Çoğunlukla da güçsüz kaldığı an ölümü düşünmeye, istemeye başlar.. Çünkü yarattığı düşünsel yapı onu ezer.. Acz içinde yaşamak en büyük düşkünlüktür ona göre.. Çünkü yarattığı her fiziksel yapı onu acz içinde bırakır.. Şöyle bir örnek vereyim insanları acıtmak için; Bu sitede sonradan sakat kalan her meslek gurubundan binler var..Hangisi ilerde sakat kalabilirim diye, sağlıklı yaşamındaki kararlarında, o yaşamı kolaylaştıracak şeylere yer verdi? Hiçbir an olsun aklına geldi mi acaba? Hiç kimsenin aklına geliyor mu acaba yaşlılıkta nasıl bir evde yaşamalıyız diye? Bu gün evlerinden çıkamayan yüz binler var yüksek katlardan yüzünden.. Acaba kimse düşünüyor mu yaşlılığımızda nasıl bir şehirde yaşamalıyız diye? Düşünse bile arayışı güzel yerlere taşınmak özleminden ileri gidemez.. Oysa insan taşı taşın üstüne koyarken, bu anı, geleceği düşünmeli.. Taşı taşın üstüne koyarken kendisinin başına neler gelebileceğini düşünmeli.. Sevdiği insanların hatta ulusunun nasıl bir yaşamı hak ettiğini düşünmelidir.. Ve buna göre o taşlar yerleştirilmelidir..

Birde yaşamını sakat, hasta ve yaşlı olarak sürdürenleri düşünün.. İşte bu düşünsel yapıya rağmen yaşama tutunmaya çalışıyor bu insanlar.. Bu düşünsel yapının kırılması lazım
 
[FONT=Verdana]İnsan canlı varlıklar içinde en zayıf olanıdır. Ancak, o bu zayıflığını belleğini kullanarak, elini kullanarak alet yapmayı başarmış, sonra da doğaya egemen olmuştur. Doğayı katletmesini ve insanlığının yitirilmesine girmeyeceğim. İnsanın tarihsel gelişimine baktığımızda bir sınıf savaşımı gerçeğiyle yüz yüze geliyoruz. Bu da sonuçta, bir çıkar/güç/iktidar kavgasıdır. Doğrusu, senin bu tarihsel gelişime gözlerini kapayıp bu gerçeği yalnızca güç kavramı içine sıkıştırmanı çok öznel bulduğumu söylemeliyim. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Şimdi güç kavramına nasıl bir anlam yüklediğini bilemiyorum. Güç isteği, insanlara egemen olmak mıdır? Bireycilik midir? Baskı mıdır? Benim dediğim doğrudur demek midir? İşine yaramayan mıdır? Erk midir? Nedir güç kavramı? Hepimizin içinde yetkin olmaya doğru bir güdü var mıdır? Varsa, bile insan yaşadığı sistemle birlikte ele alınıp bütünlüklü bir biçimde değerlendirilmelidir. Kaldı ki, yasaların, hukukun, adaletin, eğitimin çıkış nedeni de budur. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]İnsan toplumsal koşulların ürünüdür. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Doğada bile güçlü olan ayakta kalır, güçsüz olan ölmeye mahkumdur deyip dururuz. Bunu söylemek, güçsüzün ayakta kalamayacağını meşrulaştırmaktır. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Bugün eğer, engelliler, işe giremiyorsa, sokağa çıkamıyorsa, evlerinde kapalı kapılar ardında yaşıyorsa, asıl sorgulanması gereken, devletin üstüne düşen sorumlulukları yapmamasıdır. Kaldı ki, engelliler için yapılan her hizmetin burjuvazinin ekonomistlerince, devlete bir yük oluşturduğu da kamuoyuna pompalanmaktadır. Sosyal devlet ilkesinden uzaklaşılmakta, neo-liberal politikalar benimsetilmeye çalışılmaktadır. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Kaldı ki, bugün ki, koşullarda engelliler eğitim alıp istihdam edilemiyorsa, bunda hep kârlarını düşünen, kendi çıkarlarını düşünen, engellilerin işgücünde yararlı olamayacağını düşünen özel sermayenin de payı vardır. Sen yalnızca insanı psikolojik yönleriyle ele alıyor, toplumsal, kültürel, ekonomik, politik nedenleri bir kenara itiveriyorsun. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Yine insanı toplumdan soyutlayarak ele aldığını görüyorum. Kaldı ki, yalnızca insanı tek boyutlu olarak ele almak bizleri yanılgıya götürür. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]İnsanı insan yapan en önemli özelliği dayanışmacı yanıdır. İnsanın başka türlü özellikleri de vardır. O da nedir? İnsanı bir başkasının yerine koyabilme ve düşünebilme yetisidir. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Sınıflı toplumlarda, insanı insanlıktan çıkaran koşullarda bile, insan, bir başkası için canından vazgeçmiştir. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Ben insanın senin kadar “kötü” olduğunu düşünmüyorum. Yalnızca senin bakış açınla ele aldığımda bile… Acıma duygusunun iki yönünün olduğunu düşünüyorum. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Birincisinde, senin dediğin gibi bir üstünlük vardır. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]İkincisinde ise, acıyı paylaşma, acıya ortak olma vardır. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Eğer, birinciye göre, davranılıyorsa, bu duygu, yalnızca o üstünlüğün dışa vurumudur. İkincisini ise, daha insani buluyorum. İnsan da, acıma duygusu olmalıdır diye düşünüyorum. Bunun adı ise, karşımızdaki kişiyi anlayabilmek ve gereksinimlerine yardım etmektir. Eğer, engelli kişilere sistematik olarak insanlarda bu güdüyü canlandırılarak yardım ediliyorsa, o duyguyla yaklaşılıyorsa, bu devletin yapması gerekenleri yapmaması meşrulaştırılmaktadır, diyorum. Buna da şiddetle karşı çıkıyorum. [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Hiç kimsenin bana acıyarak yaklaşmasını istemiyorum. Ben eşit koşullar altında diğer insanlar gibi yaşamak istiyorum. [/FONT]
 
Kuyucak ustad o kadar da yuklenmeyiniz yahu milletimize:)Su son donemde yapilan icraatlar o kadar da goz korkutucu degil esasinda.Yeterli mi degil,dengeli mi degil ama bir ivme var isin dogrusu.
Ben diyorum ki hani bu yargi reformu gundemde suan tartisiliyor kulislerde.Esasinda millet yoklaniyor hazir mi degil mi seklinde de neyse konuyu dagitmayayim, esasinda bilinc reformu yapilsa,soyle milletce tepeden tirnaga bir check-up'a sokulsak iyi olmazmiydi:)

Demem odur ki dun Eskisehir belediye baskani Yilmaz Buyukersen'in konuk oldugu bir programi izledim ve bir bireyin olsuturdugu duzen ve ekiple bir sehir icin neleri basarabildigine ve basarabilecegine sahit oldum ve agzim acik icraatlarini dinledim dort kose.Dedim ki evet insan iyidir,insan topluma yon verendir,toplumu toplum yapan en kucuk ogedir,insan attigi adimlarla ardinda iz birakandir.Bunun yaninda insan tukakadir,insan firsatcidir, bencildir, kendini dusunur.Evet bunlarin hepsini yapan insandir.
Bakin Descartes ne diyor yuzyillar oncesinden, bugun herkesin bildigi fakat dikkat etmedigi bir klise:

"[FONT=Arial]Descartes , insandışı hayvanların özgür iradesinin olmadığını ve istemli , bilinçli davranamadığını düşünmekteydi.Özgür irade ve istemli davranışları sadece insana has davranışlar olarak değerlendirmekteydi[/FONT]."

Burada altini cizmek istedigim husus "ozgur irade ve istemli davranis"
Kisi bunlara haiz olmadigi muddetce ve dogru olcude kullanmadigi takdirde hem kendini ve cevresini bozucak hem de bu orneklerin artmasi sonucunda da sistemi bozucaktir.Suna kesinlikle inaniyorum ki her bireye birebir ulasamayiz, anlatamayiz meramizi fakat bazi kitleler vasitasi ve gonulluler araciligiyla en azindan cevreler uyarilabilir dikkatleri cezbedilebilir kanisindayim ve bunun sonucunda toplumda dalga etkisi yaratilinabilir diye dusunuyorum.

Sevgili Monalisa,samimiyetle konuyu ele alisinizi ince ince isleyisinizi giptayla izlemekte ve seyretmekteyim.Yazilarinizi okudukca derinlere acilmaktayim fakat, konunun bir yerini okudukca mantigim gidiklandi ve resmin sola dogru biraz egik durdugunu farkettim(kendimce)
Diyorsunuz ki:
[FONT=Verdana]İnsan toplumsal koşulların ürünüdür.[/FONT]
Cok dogru bir tespit katiliyorum.Fakat:
[FONT=Verdana]Bugün eğer, engelliler, işe giremiyorsa, sokağa çıkamıyorsa, evlerinde kapalı kapılar ardında yaşıyorsa, asıl sorgulanması gereken, devletin üstüne düşen sorumlulukları yapmamasıdır. Kaldı ki, engelliler için yapılan her hizmetin burjuvazinin ekonomistlerince, devlete bir yük oluşturduğu da kamuoyuna pompalanmaktadır. Sosyal devlet ilkesinden uzaklaşılmakta, neo-liberal politikalar benimsetilmeye çalışılmaktadır. [/FONT]
Oncelikle bu sistemi yaratan kimdir, nedir?Peki soylemis oldugunuz devletin icindeki insan faktoru nerededir?Umarim yanlis algiliyorumdur:)sanki biraz sistemle ve bu sisteme yon veren insani iki ayri olcekte ele aldiginizi ve biribirinden kopardiginiz izlemine kapiliyorum.Bir de ben hakkaten siyasetten anlamam o yuzden elle tutulur, gozle gorulur, lafa dayanmayan isin icinde madiyatin olmadigi bir dunya hayal ettigim icin yillardir apolitik cizgisinde dolasmaktayim.Hani "sosyal devlet ilkesinden uzaklasilmakta,neo liberal politikalar benimsetilmeye calisilmakta" diyorsunuz ya ustu kapali bence bunun ustunu mumkunse biraz acin sizdem ricam.

Saygilarimla...
 
[FONT=Verdana]21 yy dünyasının en önemli sorunlarından olan, açlık, savaşlar, adaletsizlik ve ahlaksızlık içinde yaşadığımız sistemden ayrı düşünülebilir mi? [/FONT]

[FONT=Verdana]Tüm bunlar, bizlere öğretilen, insanlara aşılanan düşünce ve anlayışlardan bağımsız olarak ele alınabilir mi?[/FONT]

[FONT=Verdana]Tabii ki, hayır. [/FONT]

[FONT=Verdana]Büyük balık küçüğünü yutar. [/FONT]

[FONT=Verdana]Fırsatları değerlendir, sen de zengin ol. [/FONT]

[FONT=Verdana]Her koyun kendi bacağından asılır. [/FONT]

[FONT=Verdana]Rekabet olmazsa gelişme de olmaz. [/FONT]

[FONT=Verdana]Tüm yukarıdaki cümleler ne kadar da bizden. Tüm bu düşünceler aynı kökten gelmektedir. Dayanışma yerine bencilliğin, insanın doğuştan kötü ve çıkarcı olduğu düşüncesi evrensel doğrular gibi sunulmaktadır. [/FONT]

[FONT=Verdana]İnsanın düşüncesi, yönelimleri yaşama bakış açısını belirleyen içinde yaşadığı toplumsal koşullardır. [/FONT]

[FONT=Verdana]İdeolojiler, temsil ettiği sınıfın yaşama bakış açısıdır. O sınıfla doğar, o sınıfla güçlenir. [/FONT]

[FONT=Verdana]Egemen ideolojinin dayanağı doğruluk değildir. Elinde bulundurduğu ideolojik aygıtlardır. [/FONT]

[FONT=Verdana]Tüm aygıtlar, kapitalistlerin elindedir. Onların ideolojisi tek doğru gibi sunulmaktadır. [/FONT]

[FONT=Verdana]Aslında [/FONT][FONT=Verdana]kapitalizmin biçimlendirdiği insandan söz ediyorum. Ama umudumu da koruyorum. [/FONT]

[FONT=Verdana]Her ne kadar, engelliler adına son yıllarda gelişmeler varsa da, tüm bunlar yeterli değildir. Bizim de konuştuğumuz bu yetersizliklerdir. Çünkü, engelliler, her anlamda toplumun en alt kümesinde yer almaktadırlar. [/FONT]

[FONT=Verdana]Bugün, ekonomistler, engellilerin hem kullandıkları materyaller, hem de o engellilerin bilgi, beceri ve eğitilmeleri açısından gerekli koşulların sağlanması, hem de çevre düzenlemelerinin engellilere göre yapılması açısından devlete bir yük getirdiğinden söz etmektedirler. [/FONT]

[FONT=Verdana]Ama aynı ekonomistler, artı değerden söz etmemekte, rekabeti göklere çıkartmakta, ticareti insancıl olarak nitelendirmektedir. Yani, egemen anlayışın teorisyenleridir onlar… [/FONT]

[FONT=Verdana]Yine, devletin ekonomik alandan çekilmesi, piyasayı özel sermayenin yönetmesi de neo liberallerin baş tacı ettikleri anlayıştır. Böylece, Türkiye’de özelleştirilmelere gidilmiş, Türkiye’nin en çok kâr getiren kurumları değerinin altında fiyatlarla uluslararası sermayeye peşkeş çekilmiştir. Sağlık ticaretleştirilmeye başlanmış, tıp uzmanları ilaç tekellerinin güdümüne sokularak insan sağlığı tehlikeye sokulmuştur. [/FONT]

[FONT=Verdana]Tüm bu anlayışlardan engelliler de aslan payını almıştır. Örneğin, Türkiye’de yaşam standartları Avrupa ülkelerindeki gibi olmamasına karşın rapor yönetmeliği değiştirilmiştir. Buna göre, raporlar Dünya Sağlık Örgütü’nün kurallarına göre belirlendiği söylenmektedir. Bunun adı ICF’tir. Yani, sağlığın uluslararası sınıflandırması. Artık %50 sakatlık raporu alan birisinin raporu % 20’e düşürülmektedir. Böylece, engellilerin hakları kılıfına uydurularak ellerinden alınmaktadır. Gün geliyor engellilerin beyaz kartlarına göz dikilmektedir. Neymiş. Devlet kurumları zarar ediyormuş. Gerçekten Türkiye ekonomisini batıran bu gibi durumlar mıdır? Yoksa, batık bankaların kurtarılması mı? Yoksa, en çok kâr getiren kurumların üç kuruşa satılması mı? Yoksa, gelirin büyük bir bölümünün faizlere gitmesi mi? Ya da devletin malı deniz, yemeyen keriz anlayışı mı? Yolsuzluk, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma, haksız kazanç sağlama, her gelen iktidarın kendi yandaşlarına arka çıkması da ayrı bir dert tabii. Tüm bunlar çoğaltılabilir. [/FONT]

[FONT=Verdana]Kısaca, demek istediğim, burjuvazinin teorisyenleri, temsil ettiği sınıfın yararına göre çıkarılan her yasayı çağdaşlaşma yolunda bir adım olarak nitelendirmektedirler. Yoksa, bir avuç varsıl, açlık sınırında gezinen milyonları onları inandırmadan nasıl yönetebilirdi. :(:(Sürekli kırbaçlanan biri buna nasıl dayanabilirdi. :confused::confused:[/FONT]
 
Sanırım bazı şeyleri daha iyi açıklamak zorundayım.. Dedim ya tartıştıkça çıkıyor bunlar ortaya, buda tartışmanın güzelliği galiba..
-Bir olayı, aynı olayı yüzlerce bakış açısı ile değerlendirebiliz..Onlarca bilim dalıyla inceler ve istediğimiz ideolojik sistemle değerlendirebiliriz..
-Bu olayı siyasi yönden incelemek elbet mümkün.. Belki de karıştığımız yer burası.. Olayın içine toplum giriyor, toplumsal bilinç giriyor, kapitalizm giriyor, devlet ve sosyal devlet giriyor, sosyalist bilinç, olması gereken yüce duygular giriyor.. Toplu ve toplumsal kurtuluş için gerekli bunlar.. Hiç itirazım olmaz..
Ancak ben bunların doğru olmasına rağmen, olaylara bu pencereden bakmayı ısrarla reddediyorum.. O bakış açıları yanlış demiyorum.. Ancak ısrarla en doğrusu olaya birey psikolojisi, sosyal psikoloji açısından bakmaya çalışıyorum..
-Nedenine gelince; Diğer açılardan bakınca sorun Ay üstünde, sorumluları Merih’te, Çözümü ise Güneş’te gibi geliyor bana.. Oysa benim iddiam bu çemberin (yaşanan sorunların) içine girmeyecek yok.. Herkes girecek bu çembere.. Ve herkes sorumlu bu kısır döngüden.. sorumsuz olan tek kişi yok.. Ve de tek bir kurum itiraz etse yada kurumun başındaki tek bir kişi itiraz etse, sistem duracak diyorum.. Tarihi eserleri koruyan kurum, hayır dediği anda yapılacak her tür yanlış iş duruyor.. Yapılan her işi insanlığa zararları da var, şunlar eksik diyecek kurum aramıyorum ben.. Zaten her bir kurum yetkili ve sorumlu.. Bu işler içinde sistemlerin değişmesi gerektiğine inanmıyorum.. Bu olay insan sorunudur diyorum.. Bilinç sorunudur diyorum.. Bireylerin kendisiyle yüzleşmesi, toplumsal bilincin değişmesi gerekir diyorum.. Burada tartışılanların dalga dalga yayılmasını diliyorum.. Ben sakatlar kadar o bireylerinde, mutlak olarak düşecekleri duruma hazırlık yapmaları gerektiğini tartışıyorum çünkü.. İnsan olmanın temeli değilmi düşünebilmesi? Her şeyi düşünmek zorundasın ve uygarlığını ona göre şekillendirmek zorundasın ey insan diyorum..
-Alp Kardeşin verdiği harika bir örnek işte.. Umarım yeterlidir o şehre yapılanlar.. Tek bir kurum ve kişi (sistem filan demeden) bile toplumsal bilincin değişmesine yetebiliyor..
 
cennet cinnet arasında,ARAF'ta...

[FONT=Verdana]Kendimizden değil,konudan bile kaçmışız maşallah.Konunun adı bile kaçırmış.Felsefik,sosyolojik ,edebi amma çok tümce sarfedilmiş.Ne kadar çok sanatsal,kültürlü kimseler varmış.Tebrik ederim.Cümle içre cümle.Ama hiç biri konuya gelememiş,yüzme bilmeyenlerin hep kenardan kenardan yüzmesi gibi.Fiilden çok faillere yüklenilmiş,mefuller bahara kalmış.Konu sakatlıktan kaçış değil ki sadece,o konunun ikinci ayağı.İnsan hakikatinden kaçıyor,kendinden,beninden,sorumluluğundan/larından…Gerçekler acıdır,acıtır,kanatır.Bu konu başlığı gerçekle ve gereçklerimizle yüzleşmemize medar olduğundan kimimize rahatsızlık veriyor kabullendiremiyor.[/FONT]
[FONT=Verdana]Sakat olan kimse, sağlam olan kimsenin zihninde nasıl bir profil çizdiğinin önemi olmadığını söyleriz ,umursamayız ama nereye kadar? [/FONT]
[FONT=Verdana]Picasso’nun tablosu olduğuna göre elbette onu yapan ressam olacak ama önemli olan tablo,bizim konumuz için tablo engelli/sakat/zedeli nin kendinden kaçışı,kendi varlığından,varoloşundan.Kendini olduğu gibi kabul edememekten.Evet bu durum bize öğretilmiş,biz de bu öğrenmişlikle hayatımızı devam ettiriyoruz.Bize bunu öğretenler ,belki de onlara da öğle öğretildi.Bu konunun sadece sakatlıkla ilgisi yok.Olumsuz olan , güzel olmayan,çirkin olan her şeyde böyle bu.[/FONT]
[FONT=Verdana]Ya kendimizden kaçarız ya da kendimize.Ya cennetimize(ütopya) ya da cinnetimize(yalnızlığımıza,kimsesizliğimize)kaçarız.Çünkü anne karnında cenin iken nasıl güvende ve konforda isek bu iki durulmada kendimizi emniyete almış oluyoruz.[/FONT]
[FONT=Verdana]Nietzche’nin sözü de kıyısından kenarından genelleme kokuyor ,bas bas bağırıyor.Genelleme yapmasak hiçbir konu üzerinde konuşamayız.[/FONT]
[FONT=Verdana]Bu konu ile daha çok alakalı olduğundan yazımı alıntılıyorum.[/FONT]
Benim sağlam kardeşim hiç olmadığından kardeşlerim utanır mı bilmem.Geçmiş yıllarımdan hatırladığım kadarıyla kardeşimle birlikte bir yere gitmekten çekinirdim,daha çok bakarlardı çünkü,sanki uzaydan yaratıklar dünyaya istilaya geldi gibi nazar ederlerdi.Babam hala(A'lar şapkalı) bizden utanır.Oturduğumuz yerde birçok kişi bizim onun çocukları olduğumuzu bilmez.Sanırım bizim sakat olmamız onun eksikliğinden kaynaklı,ne alakaysa.Kim kendi eksikliğini yanında taşımak ister ki,herkes mükemmel,çok iyi.Daha ilkokuldan hatta öncesinden yarış atları gibi zaaflarımızı kalın bir perdeyle örtüp daha cici şeyler gündeme getiririz.Ben kendimi engelli/sakat olarak görmüyorum ya da arkadaşlarım çevrem falan fistan bana engelliymişim gibi davranmadının deru(u şapkalı)nunda bu utanma var.Zaten seni kimse eksik olarak kabullenmedi(seni tüm sakatlar oluyor).Kendinde bu öğrenmişlikle hayatına devam ettin.Küçükken hiç kısa kollu t-shirt giyemedim.Kazağımın kolunu yukarı kıvırsa hemen düzeltirdi babam.Aman eksikliğin eğriliğin meydana çıkmasın.Ben burada yazıların hiç birine inanmıyorum.(bu konuda ve bu konuya benzeyenlere)Hepimiz sakatlığımızın yerini (sağlamlarda eksikliklerini)silikonvari bir madde ile dolduruyor,aman boş yerimiz kalmasın.Silikonlar eriyince,takke düştü kel göründü minvalinde vakıalar sahneye çıkıyor.Annem(merhume) pek utanmazdı ama ,bazen kendini tecrit ederdi.Akrabaların da takdis edilmesi gereken kişilermimşiz gibi bizi günahımızla başbaşa bırakmaları annemi buhrana sürüklerdi.Hala(a'lar şapkalı) da akrabalar aramaz sormaz ,ne de olsa sakatsın çok ta önemli değil.Hatta aynısını komuşularda da görüyororum.Hani çocuklara büyükler bazen “hadi ordan be,sen ne bileceksin” der gibi davranır,önemsemeyiz ya işte öyle. Konumuz dışı olsa da değinmeden geçemeyeceğim,ciltleri kırışmasın diye kremler vs. kullananlar,zayıflamak için çıldıranlar,güzellik için yüzlerine sıçan gaitası bile sürecek kadar tırlatanlar neden çırpınıyorlar?Eksiklik utncımızı ekarte etmek için ben kendimi engelli/sakat olarak görmüyorum teraneleri Hızır gibi imdadımıza yetişir.Kendimizi daha fazla kadırmayalım,tüopamıdan çıkıp şöyle gerçeklere bakalım.Saygılarımla…
Not:Şimdiden iyi kızmalar.:D

[FONT=Verdana]Kalın sağlıcakla.Gökyüzüne bakın,bir de kendinize.[/FONT]
[FONT=Verdana]Not:Bunlar benim düşüncelerim.Sonuna kadarda arkasındayım.Bir ömür verdim bunlara ve bu son-uç’a vardım.Bardım ve barıştım kendimle,kendime geldim dairemi tamamladım.Ben bu kollarla varım dedim,kendimi kabul ettim.Ben sakatım,kendimi sakat gibi hissediyorum kromatinlerime ve dna baz çiftlerime kadar.Sağlam/normal kişilerden en iyi yaptığım şey gerçeklere daha çok kucak açmam çünkü onların kucağında büyüdüm kerataların.Enstrüman çalarım,istesem daha iyi çalarım diyemem,ben sadece ıslık çalarım çünkü.:)[/FONT]
[FONT=Verdana]Ben deniz diye yazan zat-ı muhterem için;kelimenin doğrusu bendenizdir.Bende farsça köle demektir.Bendeniz köleniz anlamına gelip tevazu için kullanılır.Dam üstünde saksağan olmuş,umarım saksağanı anlamışsındır,neden dama çıkmış![/FONT]
 
insan toplumdaki değeri kadar engellidir ..toplumdaki değerinide aklı, zekası, kişiliği ve duruşu belirler.. yazdıklarınıza katılmamak ta mümkün değil TARELİF .. insan fıtrantında hep vardır ve var olacaktır engelli kişilere acınır gözlerle bakmak .. bu insanların duygusal ve içsel düşüncelerinin dışa yansımasıdır.. kimi acıyarak bakar kimi, ibret almak için bakar .. önemli olan bizlerin o bakışları nasıl anlamlandırdığımızdır..
 
Tesekkur ederim ben-i ve bendenizi duzelttiginiz ve yapilan yanlislari gosterdiginiz icin:)Dunya deniz yuzecek cok yer var,kimileri kiyida yuzer, kimileri de iyi yuzer, kimileri de cok iyi yuzme bilmesine ragmen yuzmez izler olup biteni;)Haaa bu arada ben sizin gibi maalesef daha unumu eleyip,elegimi asamadim cunku dunya dedigim gibi deniz ogrenecek cok sey var hayatta,ogrenmeye ders almaya devam ve samimiyetle ruhunuzdan yansimalar cok sey katti bana bundan dolayi kendi adima cok tesekkur ederim:)

Evet, farkettigim sey su ki konular dagilabilir farkli mecralara kayabilir,farkli dusunceler carpisabilir,sonuc hicbirsey bile olabilir.Onemli olan farkinda olmaktır,konustugun kelamin farkinda olmaktir,sizinde dediginiz uzere yazdiginiz seyin ardinda olmaktir.Dogrudur ben dam ustunde saksagan olabilirim hic de yuksunmem insaniz nihayetinde:)Size de yarin biri gelip de sizin hayat tecrubeniz,yasadiklariniz esittir hayat degildir dediginde damdan dusende siz olursunuz unutmayin.

Yapilan hatalardan biri de penceremizin sadece kendi cevremizi gormesi bu da haliyle yasami ve dunyayi algilayis bicimimizi daraltmakta.Oysa ki cevrede o kadar cok pencere var ki bakilacak.Insan tarih boyu birseylerden kacmistir,kacicaktirda.Hayvan tabiatinda da bu vardir.Bizdeki fark nedir herkesin bildigi, algi,algilamak,bunlarin neticesinde sonuc cikarmak dogru ya da yanlisa varmak.Bunu kustahlık olarak algilamayin lutfen yurtdisinda yasadiniz mi ordaki insanin gozuyle dunyaya baktiniz mi?Cunku verdiginiz ornekler cevrenizden, cevrenizdeki olup biten esittir hakkaten hayat bu mudur demekmi!!!Bakmadiysaniz bakmalisiniz aradaki ucurumun ne kadar aci ve farkli oldugunu goruceksiniz.(İstediginiz takdirde de bunlari size madde madde siralarim haklardan tutunda,yasam alanlarina kadar!)Ha derseniz ki beni, ben ve cevrem, memleketim ilgilendirir,o zaman da kiyas yapma firsatini ve subjektif bakisinizi kaybedersiniz.

Kiyafet giydirir gibi herkese laflarinizi giydirebilirsiniz amma velakin bir omur verdiginiz hayatta bazi seyleri de goremediginizi de lutfen kabul edin.Kimse iyi,kotu,cirkin, guzel,engelli,engelsiz dediginiz sıfatlari yadsimiyor tabi ki hayatta bu ve benzerleri olucak bundan dogal ne var onemli olan da bu dogalligi kavramak.Bizim derdimiz kafalardaki sakatliklari gidermek,onarmak.Siz, siz olun arafta kalmayin:rolleyes:
 
Kendinden kaçmak ve sakatlık birbiriyle bağdaştırılamaz bence... İnsanın kendinden kaçmasının bin bir tane nedeni olabilir. Ve sakatlık bu yüzdenin içinde belki de çok küçük bir orandır... İlla da sakatlıkla ilintileyelim diyorsanız diğer nedenleri "ötekileştirip" konunun üzerine gidelim...

Öncelikle sakat insanlara bunu sormak lazım... "Sakatlığından kaçıyor musun/Utanıyor musun?"

Kendi adıma sakatlığımla çok da gurur duyduğum söylenemez. Ben Polyanna mıyım ki mutluluk oyunu oynayıp etrafıma neşe saçayım? Herkesin acılara verdiği tepki başka başka... İnsanlar üzerinde sakatlığın istenmeyen bir durum olduğu çok belli... Miladı belli olmayan bir dönemde sakatlığın iyi birşey olmadığı fikri ortaya çıkmış ve yayılmış... Şimdi ağzıyla kuş tutsa sakat biri :" aaaa sakat ama ağzıyla kuş tutuyor" deniyor... Ne yaparsan yap bu sıfatı iliştiriyor bir yerlere... Sakat ama güzel,sakat ama akıllı,sakat ama zengin,sakat ama... Ama'lardan önce "haddini bil" uyarısı geçiyor sakat kelimesinin altında... Yanlış mı?

Kısacası biz bir yere kaçmıyoruz... Bizi kovalıyorlar... :) Kovalasınlar bakalım;çok da tındı... :p
 
Şimdi ağzıyla kuş tutsa sakat biri :" aaaa sakat ama ağzıyla kuş tutuyor" deniyor... Ne yaparsan yap bu sıfatı iliştiriyor bir yerlere... Sakat ama güzel,sakat ama akıllı,sakat ama zengin,sakat ama..
ile "ağzıyla kuş tutuyor ama sakat", "güzel ama sakat", "akıllı ama sakat"lar arasında bir fark var mı? Vurgunun bir önemi var mı, ööretmeniiiim?:p

Bence ikinciler daha tehlikeli.. Siz ne dersiniz?:confused:
 
Kısacası biz bir yere kaçmıyoruz... Bizi kovalıyorlar... :) Kovalasınlar bakalım;çok da tındı... :p

Haklısın mezocuğum,kaçan yok işte meydan buyursun gelsinler...;):)
Mesleğimizden önce,cinsiyetimizden önce,anneliğimizden önce,babalığımızdan önce sakatlık etiketimiz var...Nereye kaçabiliriz ki ister köşeye saklanın işterse mücadele edin....Sonunda bir ama ile biten cümle mevcut,nereye kaçabilirseniz kaçın...İnsan herşeyden,herkesten kaçabilir ama kendinden kaçamaz,etiketlerinden kaçamaz,onlarla birlikte yaşamayı öğrenmeden de mutluluğa ve huzura kavuşamaz...:)
İnsanların gözünde sakat birer kahramanız,gerisi hikaye:):)
 
"Biz dünyanın karşısına dogmatik bir biçimde, icat ettiğimiz yeni felsefi ilkelerle çıkmıyoruz: "İşte size reçete gibi hakikat, önünde eğilin" demiyoruz. Biz dünyaya bugüne dek hareketlerini o farkında olmaksızın yönlendiren, mahiyetlerinin ne olduğunun bilincinde olmaksızın uyguladığı ilkelerin ne olduğunu haykırıyoruz. Eger gelecek için kesin planla hazırlanmış ilkesel reçeteler sunmak bizim işimiz degilse, bu, bugün gerçekleştirmek zorunda olduğumuz şey, her zamankinden daha açık oldugu için böyle. Bugün gerçekleştirmek zorunda olduğumuz derken, varolan her şeyin acımasız bir eleştirisi demek istiyorum; kendi vardığı sonuçlardan da, yerleşik güçlerle çatışmalardan da korkmadıgı anlamda acımasız.
...
Mesele, itiraf etmektir, daha fazlası değil. İnsanlığın, kendi günahlarından ihya olabilmesi için yapması gereken, bu günahların ne olduğunu deklare etmektir."


Karl Marx, Arnold Ruge'a Mektup. Anlaşılmasını kolaylaştırmak için biraz değiştirdim.

Ben de alıntı yaptım (benim neyim eksik tarelif, böyle heves edemez miyim ben de :)) ) ve de alıntıyı ilk yazıya hayranlık hediyesi olarak kuyucak'a hediye ettim.
 
Çekirdek ..

Galiba bu hediyene senin bile düşünemeyeceğin kadar ihtiyacım varmış.. Duygulanmanın ötesi bir şey bu.. Kendimle hesaplaşmada bir artı değer de sen buna.. Senin hediyeni, kendimden yana koyduğun bir ağırlık olarak düşün ..
Düşünce ve duygularımı anlatmakta zorlandığımı bile düşündüğüm bu başlığa gelen bu hediyeni inan hiç unutmayacağım.. Hele bu hediyede koca koca ustalarımdan yana olduğum işaretler varsa, aldım başımın üstüne koydum be Çekirdek .. Benimki alt tarafı deneme…
 
İnsanın kendine ve yaşadığı dünyaya dair algıları/değerlendirmeleri toplumsal mekanizmalarla aklına sokulanlara dayanır (monalisa da yazdı). Yani neyi sevip neyi sevmeyeceğimiz, neyi değerli neyi değersiz olarak kodlayacağımız, neye güzel neye çirkin diyeceğimiz, aslında yüzlerce yıllık toplumsal ilişkilerle kafalarımıza tıkıştırıldı.
Bu tıkıştırılanların en inanılmazı ve başarılısı da bedenimize dairdir heralde. O kadar ki, kişi kendini/bedenini inkar edip kendinden nefret edecek kadar kendine yabancılaşabilmiştir! Akıl almaz bir paradoks. Bir yanıyla varolmak için çıldırırken diğer yanıyla kendini yok edip neredeyse sanal bir kurgu olarak yaşamaya yazgılıyor kendini. Sakatlıktan, hastalıktan, yüzünden, penisinden, memelerinden, bacaklarından, kaslarından, boyundan her şeyinden nefret ediyor... Çünkü onlar "jilet gibi" değil! Mümkünse kendimizi değiştirmek, değişmiyorsa bu ezikliği her daim yaşayarak "jilet gibi"lere öykünmek gerek!
İşte, Hasan abinin geri zekalılık dediğinin daniskası bu. Kendinden ve aslında yaşamdan korkmak ve kendini yok edip dışımızdaki kurgulara biat etmek!

Marcel Mauss'un Sosyoloji ve Antropoloji isimli kitabını okumaya başladım bugünlerde. O vesileyle, yazara dair araştırma yaparken, "büyücüyü yaratan cemaatin kanaatleridir" sözüne denk geldim. Eveti, büyücüyü yarattık, ve şimdi onun yarattığı yanılsamayı gerçek sanıyoruz...

Fringe diye bilimkurgu türünde bir dizi var. Bir bölümünde, bir kasabada esrarengiz olaylar fark ediliyor ve oranın gizemi araştırılıyor... Kasaba büyük bir askeri tesisin yanında kurulmuş. On yıllar önce bu tesiste işler ters gitmiş, yapılan bilimsel araştırmalar sarpa sarmış, yüzlerce insan radyasyona maruz kalmış ve bu esnada bu kişilerin dns'sı mutasyona uğramış. Oradaki tüm canlılar "sakatlanmış"; üç bacaklı, üç kollu, tek gözlü, iki burunlu vb. hale gelmişler. Bu değişime uğrayanlardan biri de deneyi yapan bilim adamının kızı...
Bu durum karşısında bilim adamı önce mutasyonu geri döndürmeye çalışmış, ama olmayınca, bu sefer onları değiştirmek yerine, onları gören kişilerin, o sakatlıkları görememelerini sağlamaya odaklanmış. Öyle bir cihaz geliştirmiş ki, cihazın etki alanı içinde bulunan herkes, o sınırlar içinde mutasyona uğrayan herkesi ve her şeyi "kusursuz" olarak görmeye başlamış. Yani o kasaba sınırları içinde kalındığı sürece herkes herkesi kusursuz olarak görüyor, ama mutasyona uğrayan kişi kasaba sınırlarından çıktığı anda gerçek haline dönüşüyor...
Hal böyleyken, mutasyona uğramış bir çocuk, kasabanın sınırlarını geçiyor, klasabanın dışındaki gerçekliğe karışmak istiyor... Ama o ucube halini gören polisler çocuğu karakola götürüyor. Derken çocuğun akrabaları karakolu basıp polisleri öldürüyor ve çocuğu alıp kasabalarına dönüyor...
Sonuç: Tüm kasaba halkı kendileri olarak topluma karışamayacaklarını düşünerek bir hayal kasabasında yaşamıyı "tercih ediyor". Bunu istemeyenler de var ama, toplumsal baskılar o derece korkutucu ki, cesaret edemiyorlar...

İnsanların yaşamları da böyle bir kurgu aslında. Normal diye kodlanan bedenler ve hayatlar var, bundan en küçük bir sapma halinde hem kendi kendimize kısadevre yapıyoruz, hem de maruz kalacağımız bakışları düşünüp derhal "kasabamıza" çekiliyor, aslında olmayan kendiliğimizle içinde yer aldığımız hayal ürünü hayatı yaşamayı tercih ediyoruz; bunu tercih etmek öğretilmiş bize! Kasaba dışında her adım atışta aslında varoluyoruz, ama bu adımı bir türlü atmıyoruz/atamıyoruz/attırmıyorlar. Sonra bunun adına yaşam diyoruz...


Not: Forum o kadar büyüdü ve yoğun hale geldi ki, böyle konulara yazmaya bir türlü zaman ayıramıyorum! Gıcık bir durum. Bunu aşmaya çalışacağım...
 
valla ilk zamanlar bende cok gel gitler yasadım ailemden cok destek yerine köstek gördüm bukonudada sansızdım ben hayata tutnmaya calısırken bilhassa annem hep tutundugum dalları kırıyor beni geri itiyordu.yapimda asilik var biraz hemen devreye onu soktum anneme inat yasamya devam ettim bütün engellemelerini yıktım tabi bu zor oldu zafer suan benim .kimsenin ne dedigi artık umrumda deyil hic bir laf beni yıkamas acılarda insanı yıkmas sadece güclendirir. yazan ünlü bir yazarın adını demek isterdim ama malesef ben yazdım idare edin :)
 
Üst Alt