Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Nazım Hikmet Ran

Ölümünün 46.yılında saygıyla,Nazım ustam...

NASILSIN


İyi günlerimde çok eller uzanır ellerime,
Resmimi, suratımı baş köşeye asarlar...
Fakat demir kapıların her kapanışında üzerime,
Ardında taş duvarların her kaldığım zaman,
Ne arayan beni, ne soran...

Eeeehh, daha iyi be, bunun böyle olduğu...
Minnetim ve borçluluğum yalnız sana kalsın.
İyi günlerimde benim unuttuğum insan eli
Nasılsın?...

Nazım Hikmet
 
Kazıdık onbeşlerin ismini
kanlı kızıl bir mermere
bir çelik aynadır gözlerimiz
onbeşlerin resmini
görmek isteyenlere

Nazım Hikmet

ta ata aa ta ta ha ta tta ta
tarih

sınıf-ların
mücadelesidir
1921

kânunusani 28
karadeniz
burjuvazi
biz

on beş kassap çengelinde sallanan
on beş kesik baş
yoldaş

bunların sen

isimlerini aklında tutma
fakat

28 kânunusaniyi unutma!
"siyah gece
"beyaz kar
"rüzgar
"rüzgar".

trabzondan bir motor açılıyor
sa-hil-de-ka-la-ba-lık!
motoru taşlıyorlar
son perdeye başlıyorlar!
burjuva kemal'in omuzuna binmiş
kemal kumandanın kordonuna
kumandan kahyanın cebine inmiş
kahya adamlarının donuna
uluyorlar

hav... hav... hak... tü
yoldaş unutma bunu burjuvazi

ne zaman aldatsa bizi
böyle haykırır:

- hav...hav...hak...tü

- gördün mü ikinci motörü?

- içinde kim var?

- arkalarından gidiyorlar.

- ikinci motör birinciye yetişti

- bordoları bitişti

- motörler sarsılıyor

- dalgalar sallıyor sallıyor dalgalar.

- hayır

iki motörde iki sınıf çarpışıyor

- biz onlar!

- biz silahsız onlar kamalı

- tırnaklarımız

- kavga son nefese kadar

- kavga

- dişlerimiz ellerini kemiriyor
kamanın ucu giriyor

- girdi...

- yoldaşlar, ey!

artık lüzum yok fazla söze:

bakın göz göze

- karadeniz

on beş kere açtı göğsünü,
on beş kere örtüldü.
onbeşlerin hepsi
bir komünist gibi öldü

Nazım Hikmet

KOMSOMOL
Kızıl bayrak dikildi kürenin mihverine
Mihverin kutuplarından çıkan en sivri yerine!
Uzun ağır balyozları bellerine takarak,
Keskin orakları güneşte şimşek gibi çakarak,
Bekliyor pusu
Proletarya ordusu!
Sen de atla kızıl taya
Hazır ol.
Komsomol!
Kavgaya!..
Kavgada kuvvetli, dinç
Bir ağrıdan gelen deli bir sevinç
Sıçrar, atlar, köpüklenir, çatlar
Kafan-da!!!..
Hay-da.
Beyaz orduları dumanlı ufuklar gibi önüne katan
Dörtnal giden atının uzanan boynuna yatan,
Yalın kılıç
Bir kızıl süvarisin!..
Gamın, kederin tüylerini bir kara tavuk gibi yol!
Kuvvetli ol,
Neşeli ol,
Haydi komsomol!..

Nazım Hikmet
 
Ruhun

Ruhun bir ırmaktır, gülüm,
akar yukarda dağların arasında,
dağların arasından ovaya doğru,
ovaya doğru, ovaya kavuşamadan bir türlü,
bir türlü kavuşamadan uykusuna söğütlerin,
geniş köprü gözlerinin rahatlığına,
sazlıklara, yeşil başlı ördeklere,
düzlüklerin yumuşak kederine kavuşamadan,
kavuşamadan ayışığındaki buğday tarlalarına,
ovaya doğru akar,

akar yukarıda dağların arasından,
bir yığılan bir dağılan bulutları sürükleyip,
geceleri iri iri yıldızları taşıyarak,
dağbaşı yıldızlarını,

mavi güneşlerini de dağbaşı karlarının,
akar köpüklene köpüklene,
dibinde ak taşları kara taşlara karıştırıp,
akar akıntıya karşı yüzen balıklarıyla,
dönemeçlerde kuşkulu,
uçurumlara düşüp şahlanarak,
kendi uğultusuyla deli divane
akar yukarda dağların arasından,
dağların arasından ovaya doğru,
ovaya doğru, ovayı kovalayıp
ovaya kavuşamadan bir türlü.

Nâzım Hikmet
 
İbrahim Balaban’ın “Mapusane Kapısı Tablosu” Üstüne Söylenmiştir

Altı kadın vardı demir kapının önünde,
Beşi toprağa oturmuş , ayakta biri;

Sekiz çocuk vardı demir kapının önünde,
Besbelli henüz öğrenmemişler gülmeyi;

Altı kadın vardı demir kapının önünde,
Ayakları sabırlı , ellerinde keder;

Sekiz çocuk vardı demir kapının önünde,
Cin gibi bakıyor kundaktakiler;

Altı kadın vardı demir kapının önünde,
Sımsıkı gizlemişler saçlarını;

Sekiz çocuk vardı demir kapının önünde,
Biri kavuşturmuş avuçlarını;

Bir jandarma vardı demir kapının önünde,
Ne dost ne düşman , nöbet uzun, hava sıcak;

Bir beygir vardı demir kapının önünde,
Nerdeyse ağlayacak;

Bir köpek vardı demir kapının önünde,
Burnu kara , tüyü sarı;

Kamış sepetlerde yeşil biber vardı,
Torbalarda kömür , heybelerde soğan sarımsak;

Altı kadın vardı demir kapının önünde
Ve demir kapının ardında beş yüz erkek
Vardı efendim;

Altı kadından biri sen değildin ama
Beş yüz erkekten biri bendim.

Nâzım Hikmet
 
YİNE MEMLEKETİMİN ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR

Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanım da sırtımda paralandı çoktan,
şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
enfarktinda yüreğimin,
alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim...

NAZIM HİKMET

----------

SON OTOBÜS

Gece yarısı.Son otobüs.
Biletçi kesti bileti.
beni ne bir kara haber bekliyor evde,
ne rakı ziyafeti.
Beni ayrılık bekliyor.
Yürüyorum ayrılığa korkusuz ve kedersiz.

İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Dünyayı telaşsız, rahat seyredebiliyorum artık
Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği,
elimi sıkarken sapladığı bıçak.
Nafile, artık kışkırtamıyor beni düşman.
Geçtim putların ormanından baltalayarak
nede kolay yıkılıyorlardı.
Yeniden vurdum mihenge inandığım şeyleri,
çoğu katkısız çıktı çok şükür.
Ne böylesine pırıl pırıl olmuşluğum vardı,
ne böylesine hür.

İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Dünyayı telaşsız, rahat seyredebiliyorum artık.
Bakınıyorum başımı kaldırıp işten,
karşıma çıkıveriyor geçmişten
bir söz
bir konu
bir el işareti.

Söz dostça
koku güzel,
el eden sevgilim.
Kederlendirmiyor artık beni hatıraların daveti
hatıralardan şikayetçi değilim.
Hiçbir şeyden şikayetim yok zaten,
yüreğimin durup dinlenmeden
kocaman bir diş gibi ağrımasından bile.

İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Artık ne kibri nazırın, ne katibin şakşağı.
Tas tas ışık döküyorum başımdan aşağı,
güneşe bakabiliyorum gözüm kamaşmadan.
Ve belki, ne yazık,
hatta en güzel yalan
beni kandıramıyor artık.
Artık söz sarhoş edemiyor beni,
ne başkasının ki, nede kendiminki.

İşte böyle gülüm,
iyice yaklaştı bana ölüm.
Dünya, her zamankinden güzel, dünya.
Dünya, iç çamaşırlarım, elbisemdi,
başladım soyunmağa.
Bir tren penceresiydim,
bir istasyonum şimdi.
Evin içerisiydim,
şimdi kapısıyım kilitsiz.
Bir kat daha seviyorum konukları.
Ve sıcak her zamankisinden sarı,
kar her zamankinden temiz.

Nazım Hikmet

----------

O MAVİ GÖZLÜ BİR DEVDİ

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan bir ev.
Bir dev gibi seviyordu dev.
Ve elleri öyle büyük işler için
hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan evin.

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan eve.

Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliiiii
hanımeli
açan ev..

NAZIM HİKMET
 
Çok yorgunum beni bekleme kaptan
Seyir defterini başkası yazsın
Kubbeli, çınarlı mavi bir liman
Beni o limana çıkaramazsın..


N.Hikmet RAN
 
akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
demeğe de dilim varmıyor ama
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!


N. Hikmet
 
VERA UYANDI

İskemleler ayakta uyuyor
masa da öyle
serilmiş yatıyor sırtüstü kilim
yummuş nakışlarını
ayna uyuyor
pencerelerin sımsıkı kapalı gözleri
uyuyor sarkıtmış boşluğa bacaklarını balkon
karşı damda bacalar uyuyor
kaldırımda akasyalar da öyle
bulut uyuyor
göğsünde yıldızıyla
evin içinde dışında uykuda aydınlık
uyandın gülüm
iskemleler uyandı
köşeden köşeye koşuştular
masa da öyle
doğrulup oturdu kilim
nakışları açıldı katmer katmer
ayna seher vakti gölü gibi uyandı
açtı kocaman mavi gözlerini pencereler
uyandı balkon
toparladı bacaklarını boşluktan
tüttü karşı damda bacalar
kaldırımlar akasyalar ötüştü
bulut uyandı
attı göğsündeki yıldızı odamıza
evin içinde dışında uyandı aydınlık
doldu saçlarına senin
dolandı çıplak beline ak ayaklarına senin

NAZIM HİKMET
 
KUVAY-I MİLLİYE DESTANI

dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu
ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında
birdenbire beş adım sağında onu gördü
paşalar onun arkasındaydılar
o, saatı sordu
paşalar «üç» dediler
sarışın bir kurda benziyordu
ve mavi gözleri çakmak çakmaktı
yürüdü uçurumun başına kadar
eğildi, durdu
bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
kocatepe'den afyon ovası'na atlıyacaktı

sonra, 30 ağustosta düşman kuvâyı külliyesi imha ve esir olundu
esirler arasında general trikopis
alaturka sopa yemiş bir temiz
ve sırmaları kopuk frenk uşağı

yaralı bir düşman ölüsüne takıldı nurettin eşfak'ın ayağı
nurettin dedi ki «teselyalı çoban mihail»
nurettin dedi ki «seni biz değil
buraya gönderenler öldürdü seni»

sonra.
sonra, 31 ağustos günü
ordularımız izmir'e doğru yürürken
serseri bir kurşunla vurulan
deli erzurumluydu
devrildi
kürek kemikleri altında toprağı duydu
baktı yukarı
baktı karşıya
gözler hayretle yandılar
önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları
her seferkinden kocamandılar
ve bu postallar daha bir hayli zaman
üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından
seyredip güneşli gökyüzünü
ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler
sonra
sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden
ve deli erzurumlu ölürken kederinden
yüzlerini toprağa döndüler

solda, ilerdeydi ali onbaşı
kan içindeydi yüzü gözü
bir süvari takımı geçti yanından dörtnala
kaçanı kovalamıyordu yalnız
ulaşmak da istiyordu bir yerlere
ve sadece kahretmiyor
yaratıyordu da
ve kılıçların
nalların
ellerin
ve gözlerin pırıltısı
ardarda çakan aydınlık bir bütündü
ali onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü
ve şu türküyü duydu

dörtnala gelip uzak asya'dan
akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim

bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak
bu cehennem, bu cennet bizim

kapansın el kapıları, bir daha açılmasın
yok edin insanın insana kulluğunu
bu dâvet bizim

yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine
bu hasret bizim

sonra
sonra, 9 eylülde izmir'e girdik
ve kayserili bir nefer
yanan şehrin kızıltısı içinden gelip
öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya
güneyden kuzeye
doğudan batıya
türk halkıyla beraber
seyretti izmir rıhtımından akdeniz'i

ve biz de burda bitirdik destanımızı
biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap
türk halkı bağışlasın bizi
onlar ki toprakta karınca
suda balık
havada kuş kadar
çokturlar
korkak
cesur
câhil
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır
kitabımızda yalnız onların mâcereları vardır


NAZIM HİKMET
 
SON ŞİİR

(Nazım´ın son şiiri....)

Gelsene dedi bana
Kalsana dedi bana
Gülsene dedi bana
Ölsene dedi bana

Geldim
Kaldım
Güldüm
Öldüm...

Nazım Hikmet
 
Türkiye işçi sınıfına selâm!
Selâm yaratana!
Tohumların tohumuna, serpilip gelişene selâm!
Bütün yemişler dallarınızdadır.
Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir,
haklı günler, büyük günler,
gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan,
ekmek, gül ve hürriyet günleri.

Türkiye işçi sınıfına selâm!
Meydanlarda hasretimizi haykıranlara,
toprağa, kitaba, işe hasretimizi,
hasretimizi, ayyıldızı esir bayrağımıza.

Düşmanı yenecek işçi sınıfımıza selâm!
Paranın padişahlığını,
karanlığını yobazın
ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfına selâm!

Türkiye işçi sınıfına selâm!
Selâm yaratana!
 
yaralı olsa da düşmez dalından;
bu yürek
bu yürek benzemez serçe kuşuna serçe kuşuna!
 
öykü hanım bu güzel şiirleri paylaştığınız için teşekkürler bende nazımın en sevdiğim iki şiirini paylaşacağım

Seni düşünmek güzel şey
ümitli şey
dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil
şarkı söylemek istiyorum...

Tahirle Zühre Meselesi

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
 
NE GÜZEL ŞEY HATIRLAMAK SENİ


Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
Parmakların ucunda kalan kokusu sarduya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti:
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak koyu bir karanlık...

Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazamak sana dair,
hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek:
filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya...

Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine:
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinde,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...
 
Gözlerin gözlerin gözlerin,
ister hapisaneme, ister hastaneme gel,
gözlerin gözlerin gözlerin hep güneşte,
şu Mayıs ayı sonlarında öyledir işte
...Antalya tarafında ekinler seher vakti.

Gözlerin gözlerin gözlerin,
kaç defa karşımda ağladılar
çırılçıplak kaldı gözlerin
altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak,
fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar.

Gözlerin gözlerin gözlerin,
gözlerin bir mahmurlaşmayagörsün
sevinçli bahtiyar
alabildiğine akıllı ve mükemmel
dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın.

Gözlerin gözlerin gözlerin,
sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa'nın
ve yaz yağmurundan sonra yapraklar
ve her mevsim ve her saat İstanbul.

Gözlerin gözlerin gözlerin,
gün gelecek gülüm, gün gelecek,
kardeş insanlar birbirine
senin gözlerinle bakacaklar gülüm,
senin gözlerinle bakacaklar.

Nazım Hikmet
 
Hani derler ya ben sensiz yaşayamam diye
İşte ben onlardan değilim
Ben sensiz de yaşarım;
Ama seninle bir başka yaşarım...

Nazım Hikmet
 
[FONT=Verdana]28 Kanunisani

[/FONT]

[FONT=Verdana]ta ata aa ta ta ha ta tta ta
tarih
sınıfların
mücadelesidir
1921
kanunisani 28
karadeniz
burjuvazi
biz
on beş kasap çengelinde sallanan
on beş kesik baş
yoldaş
bunların sen
isimlerini aklında tutma
fakat
28 kanunisaniyi unutma!
"siyah gece
"beyaz kar
"rüzgar
"rüzgar".
trabzondan bir motor açılıyor
sa-hil-de-ka-la-ba-lık!
motoru taşlıyorlar
son perdeye başlıyorlar!
burjuva kemal'in omuzuna binmiş
kemal kumandanın kordonuna
kumandan kahyanın cebine inmiş
kahya adamlarının donuna
uluyorlar
hav... hav... hak... tü
yoldaş unutma bunu burjuvazi
ne zaman aldatsa bizi
böyle haykırır:
- hav...hav...hak...tü
- gördün mü ikinci motörü?
- içinde kim var?
- arkalarından gidiyorlar.
- ikinci motör birinciye yetişti
- bordoları bitişti
- motörler sarsılıyor
- dalgalar sallıyor sallıyor dalgalar.
- hayır
iki motörde iki sınıf çarpışıyor
- biz onlar!
- biz silahsız onlar kamalı
- tırnaklanmız
- kavga son nefese kadar
- kavga
- dişlerimiz ellerini kemiriyor
kamanın ucu giriyor
- girdi...
- yoldaşlar, ey!
artık lüzum yok fazla söze:
bakın göz göze
- karadeniz
on beş kere açtı göğsünü,
on beş kere örtüldü.
onbeşlerin hepsi
bir komünist gibi öldü

1923 - MOSKOVA[/FONT]
 
Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.

...Hasan beyin vurdurduğu
ırgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.

Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.

Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.

Ama bu türküleri söylemişim ben
daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.

Benim sessiz komşulara gelince,
şehit Ayşe'yle ırgat Osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan.

Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
- öyle gibi de görünüyor -
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...


1953, 27 Nisan
Barviha Sanatoryumu
( NAZIM HİKMET RAN )
 
Sen Benim Sarhoşluğumsun



Sen benim sarhoşluğumsun
ne ayıldım
ne ayılabilirim
ne ayılmak isterim
başım ağır
dizlerim parçalanmış
üstüm başım çamur içinde
yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim.

(10.7.1959)
.

Nazım Hikmet Ran
 
Seni Düşünmek


Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum...
 
Giderayak işlerim var bitirilecek,
giderayak.
Ceylanı kurtardım avcının elinden
ama daha baygın yatar ayılamadı.
Kopardım portakalı dalından
ama kabuğu soyulamadı.
Oldum yıldızlarla haşır neşir
ama sayısı bir tamam sayılamadı.
Kuyudan çektim suyu
ama bardaklara konulamadı.
Güller dizildi tepsiye
ama taştan fincan oyulamadı.
Sevdalara doyulamadı.
Giderayak işlerim var bitirilecek,
giderayak.

"NAZIM HİKMET"
 
YÜRÜMEK


Yürümek;
yürümeyenleri
arkanda boş sokaklar gibi bırakarak,
havaları boydan boya yarıp ikiye
bir mavzer gözü gibi
karanlığın gözüne bakarak
yürümek!..

Yürümek;
dost omuzbaşlarını
omuzlarının yanında duyup,
kelleni orta yere
yüreğini yumruklarının içine koyup
yürümek!..

Yürümek;
yolunda pusuya yattıklarını,
arkadan çelme attıklarını
bilerek
yürümek...

Yürümek;
yürekten
gülerekten
yürümek...





Nazım Hikmet Ran
 
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.

Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.

Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin,
şeker de yiyebilsinler.
 
KALBİM


Göğsümde 15 yara var!.
Saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak!..
Kalbim yine çarpıyor,
kalbim yine çarpacak!!!

Göğsümde 15 yara var!
Sarıldı 15 yarama
kara kaygan yılanlar gibi karanlık sular!
Karadeniz boğmak istiyor beni,
boğmak istiyor beni,
kanlı karanlık sular!!!

Saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak.
Kalbim yine çarpıyor,
kalbim yine çarpacak!...

Göğsümde 15 yara var!.
Deldiler göğsümü 15 yerinden,
sandılar ki vurmaz artık kalbim kederinden!
Kalbim yine çarpıyor,
kalbim yine çarpacak!!!

Yandı 15 yaramdam 15 alev,
kırıldı göğsümde 15 kara saplı bıçak..
Kalbim
kanlı bir bayrak gibi çarpıyor,
ÇAR-PA-CAK!!
 
mac72 ;

Seni Düşünmek

Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum ..

Bu dizeleri çok seviyorum. Üstadın her şiirini seviyorum da bu bir başka güzel..
 
YAŞAMAYAN ANLAMAZ

Dün "Canım" olan yarın "Düşmanım" olmaz benim ..

Yaşananların hatırı hep saklı kalır;
Hatırları sorulur selamları hep alınır ..

..."Sildiklerim" vardır bir de ! Onlar yanlışlarım ve pişmanlıklarımdır.
Adları anılmaz hatırları sorulmaz sadece onlar beddualarımdır ..

Vicdanla birlikte "Şeref" ararım ben sevdiklerimde;

Her zaman doğru değildir elbet seçimlerim.
Zaman gelir "Şerefsizleri" de severim ..

Her yerde gözüm kulağım vardır benim.
"Eksik söylemek yalan söylemek değildir !"
Mantığındaki insanlar aslında beni değil kendini kandırır yalnızca.

Bilmezden gelişlerim aptala yatışlarım kaybetme korkumdan değil,
karşımdakilerin yalan söyleme potansiyellerine olan merakımdandır...

"İnkar" olmaz benim hayatımda ..
Yaşananı "Yaşanmamış" saymam ve yok Sayanları da Saymam.

Kelimelere sığmaz Sayfalar Sürer Beni Anlatmak ..

Ama ne kadar anlatılırsa anlatılsın; Yaşayan Bilir Beni ..
Yaşamayan Anlamaz ..

Ağırdır sevmelerim Her "Yürek" taşıyamaz ..
Büyüktür umutlarım Her "Omuz" kaldıramaz ..

Nazım Hikmet RAN
 
Ne ben Sezar'ım,
Ne de sen Brütüs'sün...
Ne ben sana kızarım,
ne de zatın zahmet edip bana küssün..
Artık seninle biz,
düşman bile değiliz..

Nazım Hikmet RAN
 
Prag'da Doktor Faust'un evinin önünde durup; "Kapıyı çalıyorum... /Bu evde ben de senet vereceğim şeytana/ Ben de kanımla imzaladım senedi.../ Ne altın istiyorum ondan/ Ne bilim, ne gençlik!/ Hasretlik canıma yetti! / PES! / Beni İstanbul'uma götürsün bir saatlik..."
 
GÖLGESİ

Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını;
Bir kere eğemedim ben bu kadının başını.
Kaç kere sürükledi gururumu ölüme
Fırtınalar yaratan benim coşkun gönlüme.
Cevapları öyle heyecansız ki onun,
Kaç kere iman ettim, hiçliğine ruhunun.
Kaç kere hissettim ki, yine bu gece gibi
Güzelliğin önünde dolup, çarpmalı kalbi
Ne mehtabın aksine yelken açan bir sandal
Ne de ayaklarında kırılan ince bir dal
Onun taştan kalbini sevdaya koşturmuyor.
Bir çiçeğin önünde bir dakika durmuyor...

Dönüyoruz yine biz uzun bir gezintiden
Gönlümün elemini döküyorken ona ben
O bana kendisini gülerek naklediyor diyor.

Ya bu kadın delidir, yahut ben çıldırmışım
Ben ki birçok kereler kırılmışım, kırmışım.
Ömrümde duymamıştım böyle derin bir acı
Birden onun yüzüne haykırma ihtiyacı
İçimde alev alev tutuştu yangın gibi
Bir dakika kendimin olamadım sahibi
Hiç olmazsa öcümü böyle alırım dedim
Yolda mağrur duran gölgesini çiğnedim.

Nazım Hikmet
 
YORULDUN AĞIRLIĞIMI TAŞIMAKTAN

Yoruldun ağırlığımı taşımaktan,
ellerimden yoruldun;
Gözlerimden, gölgemden,
sözlerim yangınlardı.
Kuyulardı sözlerim,
bir gün gelecek ansızın gelecek bir gün,
ayak izlerimin ağırlığını duyacaksın içinde
uzaklaşan ayak izlerimin.
Ve hepsinden dayanılmazı bu ağırlık olacak.

Nazım HİKMET
 
Üst Alt