Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Öğrenilmiş çaresizlik: Sakatlık [Tartışma]

Evet Hasan abi "O uğraşı verirken kendini oluşturur insan" benim de sıkıntım bu zaten:) O uğraşı verirken oluşan Havva ile başım belada:) Yani ben bugün melankoliksem, ben bugün karamsarsam, ben bugün yeni çaresizlikler ile karşı karşıya kaldığım da "Ne yapsam ne etsem boş herşey olacağına varacak" diyorsam o uğraşı verirken toplum sayesin de oluşturulan engeller ve çaresiz bırakılmalar yüzünden diyorum işte.. "öğretilen çaresizlik" yüzünden. Hadi toplumu yok sayalım kendimiz için yaşayalım.. Toplumun yada hayat şartlarının bizi ittiği çaresizlikleri kendi içimizde çözmeye hayata inadına ama illede inadına ne pahasına olursa olsun amaa..:) Tutunmaya çalışalım...

Baben abi diyor ya; "depo tamtakır" olunca "potansiyel" de olmuyor! Önce depoyu doldurmak gereklidir.."

Mask da diyor ya; Gaz vermeye devam:)

Bende diyorum ki; Bu taktikler ötenazi isteyen Tuğrul hoca için de geçerli mi?

Çaresizlikler ile baş etmek herkesin harcı değil diyorum ben.. Ama öyle ama böyle yaşıyoruz işte yinede..Baş edemicekler kabuğuna çekilsinde demiyorum.. Benim dediğim demek istediğim kendin de baş edebilme potansiyelini bulanlar herkesden aynı şeyi bekleyip "ben başardım sende başarabilirsin" gazı vermesin!
 
baben diyor deposu full bilge kişiyi baz al,havva modumsa ötanazi isteyen tugrul hocayı..
arada : idman yapan boksörün vurmalarıyla içindeki toz olmuş,ordan oraya sallanan kum cuvalına döndük yahuu :D..

başarmaktan kasıt nedir ? örnegin femmy'nin başardım demesi için usain bolt'un rekorunu egale etmesimi lazım ..hasan abinin yazısından bir cümleyi kopya edeyim ..
''Dediğim gibi genelde tüm birey/toplum özelde ise engelli insanlar için ufacık bir ayrıntı yeter bu öğretilen çaresizliği kırmaya''
 
Mask her insanın içinde bulunduğu duruma göre değişir başarmakdan ne anladığı..Mesela ben ne olsaydı başardım derdim..:)

Geçenler de bir kadın geldi bize annem soruyor kadına falancının kaç çocuğu vardı?
Kadın 3 diyor
Annem ne iş yaparlar evliler mi? vs. soruyor uzun bir konuşmanın ardından kadın "aaaa pardon bir çocuğu daha var ama sakat o yaaa" diyor.. Annem de "yazık tüh tüh" diyor..

Ben onca zaman bu zihniyeti değiştirmeyi "başarmak"için kendi çapımda mücadele etmiş biri olarak o an annemin "neden yok saydın sakat çocuğunu!? falancının" deyip tepki verdiğini duymuş olsaydım kendimi başarmışdan sayacaktım.. Yada en azından engelli insanlara "merhamet" den başka gözle bakamayan annemin bakış açısını değiştirebilseydim.. Art niyet değil anneminki horda görüyor değil engelli insanları ama benim istediğim bu değildi işte..
 
Sevgili Havva..
Sen sordukça/anlattıkça ben anlatma gereği duyuyorum..
O uğraşı verirken oluşan Havva ile başın belada ise, bir yerde hata vardır.. Benim burada anlatmaya çalıştığım karşı çıkma yönteminde insan kendini oluştururken, melankoli, karamsarlık, çaresizlik ve bıkkınlık içinde duymaz.. Bunlar zaten öğretilmiş çaresizliğin insan üzerindeki etkileridir.. Bunlara karşı çıkış aynı etkiyi yaratmak yerine insanı kendine yeter kılar.. Zinde, özgür ve mutlu kılar.. En baştan dediğim gibi siz başarıya endeksliyorsunuz kendinizi.. Başarı sonradan gelecek bir şeydir.. Başarı ayrıca göreceli bir şeydir.. Hiçbir şey başaramadık biz diyebilmek çok büyük ve yanıltıcı bir iddia olur.. Sakın yanlış anlamayın ama ben elli yıl ağır sakatlıkla yaşadım.. Okudum, çalıştım aile kurdum baba oldum.. İnanın çok şey değişti ülkemizde.. Yeterlimi? Asla yeterli değil.. Bu değişim toplumun iyi niyetinden filan değil.. Bizim uğraşlarımızdan, Dünyanın itelemesinden filan oldu.. Elbet toplum kendide değişti.. Değişken olmayan bir şey yok evrende..
Haaaaa şunu hemen ekleyeyim.. Hayatımdaki tüm uğraşlarımı engellilik üzerine kurmadım ben.. Fakat hep ezilenlerin ve ötekilenenlerin içinde oldum..
Ben başardım sizde başarın demek ne haddimde benim.. Başarı için fetva verecek kimse yoktur bu Dünyada.. Veriyorsa zaten geri zekalıdır.. Ancak ayakta kalmak önemli bir unsurdur.. Ayakta kendi değerleri ile kalabiliyorsa insan en mutlu insan o insandır..
Bu kendimizi ve toplumu yaşamak düşüncesini başka türlü anlatmam gerekiyor galiba.. Eline silahı al tüm topluma saldır demiyorum ben.. Kendi doğru ve değerlerin olsun diyorum.. O değer ve doğrularını sana öğretilen her şeyi sorgulayarak yarat.. Toplum sana kendi doğru ve değerlerini dayattıkça karşı çık, kendi değerlerine ve doğrularına sarıl.. Savunabilirsen savun, gücün yetmezse gül geç.. Hadee leynnn de..
Bu depo olayına gelince ben kimseye gaz vermiyorum, depo doldurmuyorum.. Kendi olan insanın, kendi değerleri, doğruları olabilen insanın enerjisi bitmez diyorum.. Bitse bile o kendini doldurur.. Toplumun sakatlara bakış açısına takarsanız ve bunu düzelteceğim diye eyleme geçerseniz, kendinize her gün bir ton benzin içirmeniz gerek.. Oysa o toplumun nesi doğru ki bize bakışı doğru olsun deyip, kendi doğrularınızı yaşar ve düşünürseniz hiçbir enerjiniz kaybolmaz.. Mutlu olur ve enerjiniz artar.. O toplum sizi görerek değişir işte.. En azından saygı duymayı öğrenir.. Siz yeter ki size dayatılan bakış açısına karşı çıkmayı, o bakış açısını yargılamayı, kendi doğrularınızı yaratmayı deneyin.. Toplum gözünden bakmayın kendinize.. Başarınızın kıstası o olmasın..
Ötenazi konusunda ben özgürlükten yanayım.. Bunu sakatlıkla ilişkilendirmekten nefret ediyorum sadece.. İnsan kendi bedeni üzerinde söz sahibidir diyorum.. Ertuğrul Hocaya gelince o Ülkemizdeki sakatlara yapılan zulme karşı ötenaziyi bir eylem biçimi olarak dillendirdi.. Saygıyla eğiliyorum önünde..
Çaresizlikle baş edebilmenin karşıtı ne peki Havva? Diyelim ki herkesin harcı değil başa çıkmak.. Pes etmek değil mi? Pes edelim gazı verelim mi o zaman tüm toplumla birlik olup..
Burada yazılanlardan tek kişi etkilense ve yaşamı değişse bile başarı işte bu Havva.. Yoksa çaresizlik her gün pompalanıyor bu insanlara.. Karşı çıkış işte bu yüzden kutsal..
Sakın sakatlığa indirgemeyin bu olayı.. Yaşamı biçimidir karşı çıkmak..
 
bana göre öğrenilmiş çaresizlik engelli bireyin önce kendi sorunlarına akıl ve mantığıyla doğru karar verebilmesine bağlıdır. engellinin hayata karşı azmi sosyal çevrenin etkisi ve refah seviyesi önemli faktör...
 
Kuyucak;
"Çaresizlikle baş edebilmenin karşıtı ne peki Havva? Diyelim ki herkesin harcı değil başa çıkmak.. Pes etmek değil mi?"


Hayır tam olarak pes etmek değil Hasan abi..:) Ben inandığım savunduğum sorguladığım değerlerin hala arkasındayım eski gücüm yok sadece.. kendimi odakladığım hatta inada bindidirdiğim "bu insanların sakatlara bakış açısı ya değişecek ya değişek"saplantısından vazgeçtim.. Esnettim daha doğrusu "anlama potansiyeli olmayan"insanlara anlatmanın bir anlamı olmadığını gördüm..

Kuyucak;
"O değer ve doğrularını sana öğretilen her şeyi sorgulayarak yarat.. Toplum sana kendi doğru ve değerlerini dayattıkça karşı çık, kendi değerlerine ve doğrularına sarıl.. Savunabilirsen savun, gücün yetmezse gül geç.. Hadee leynnn de.."


Bende zaten aynen bunu yapıyorum şimdilerde Hasan abim hadi leeyn diyebiliyorum artık....:) Sadece eski alınganlıklarımın bende yarattığı haller depreşiyor bazen.. Anlama güçlüğü çekiyorum insanları Neden? diyorum neden böyle bu insanlar? Neden onca meziyetleri olan onca gönül güzellikleri başarıları olan insanları sadece sakatlıkları ile değerlendirlerki ve "ama sakat "denilir? diyorum..gücümün yetmediği yerde "banane yaaa" diyemiyorum ama eskisi gibide kahrolmuyorum.. Daha az sancılı oluyor o haller:)

İnsanlar yenileniyor ama bu bakış açıları değişmiyor nedense..Ben onca yılın sonunda bunu öğrendim..Kendimi parçalamıyorum artık illaki değişecekler deyip toplumu kendime uydurma saplantımdan vazgeçtim.. Benim gibi düşünsünler isteğimden vazgeçtim..
 
Havva iyi kötü anlaştık seninle ..
O zaman şimdi azıcık ukalalık yapayım, bu hakkım sana karşı sadece ama ..
Bu karşı çıkışın, karşı durmanın adı bende Deniz… Koca bir adam Deniz.. Karşı çıkışı için yargılanmış, umuru değil onun… Koca adama asarız seni demişler, o yine karşı duruş içinde… Çifte düğüm atmışlar ipe.. O çifte düğüm onu tam yirmi Dakka öldürememiş.. O yirmi Dakka hala direnmiş ve karşı çıkmış topluma/iktidara..

Bu gün herkes o koca adamı asanın peşinde.. Oysa herkes inkar etse de Onu bu toplum astı.. Hem de elbirliğiyle .. Kimse masum değil… Meclis karar verdi.. Toplum istedi.. Karar verildi.. Toplum alkışladı.. Onla olanlar ise ağlamakla yıkadılar yüreklerini..

Diyorum ya sana karşı çıkış yaşam şekli.. İpte bile dayanmak lazım..
Boğazındaki ipe yirmi Dakka dayanmak lazım..
Bi alıştın mı kolay ve zevkli ..
Kızımın adı Deniz..
NOT:Bu sadece sana yazıldı.
 
benim raporum eski yenisini çıkarsam rapor oranım düşecek 110 tl den önemli olan konu eski raporlar diyorum adamın biri çıkmış iyi oluyo çakma raporlular alamaz bidaha diyo bunlarlamı mücadele edeceğiz bu mantıktaki insanlarlamı başkaldıracağız haa ben meb in sınavına gireceğim vede eğer atanırsam vede raporum eski diye işe alınmazsam 2006 daki kazanılmış haklar maddesine göre dava edeceğim bunuda belirteyim :)
 
[FONT=Verdana]Öğrenilmiş çaresizlik pek de üzerinde durduğum bir konu değildi. Başlıkta yazılanları zamanım oldukça okumaya çalışıyorum. Zaman zaman insan olarak ne kadar bir şeyleri değiştireceğine inansan da, o şeyleri değiştiremeyeceğine inanıyorsun. Çünkü, teoriyle pratik her zaman uyuşmuyor. Çünkü, insan, bireysel olarak sandığımız kadar güçlü değil. Ya da insana tek başına böyle bir misyon yüklemek yanlış olur. Toplumda bir şeylerin değişmesini istemek, bireysel değil, örgütlü olmakla olasıdır. [/FONT]

[FONT=Verdana]İkincisi, bir karşı duruş sergilemek, sonra da başaramayınca pes etmek! [/FONT]

[FONT=Verdana]İyi de, iki karşıt durumun arasında her zaman ara geçişler vardır. İşte bu ara geçişler sırasında insan, karamsarlık, melankoli, bıkkınlık duyumsayabilir. Mutlu insan, kendini dönüştürmeye uğraşmaz. Mutsuz olmak ya da kendinden memnun olmamak, insanı istediği yönde değiştiren etkenlerdir. Bir de tabii, ne istediğini bilmek… Kendini tanımak… Kendini bilmek… Korkularımız… Güvence arayışımız… Yaşamın anlamı… Toplumun baskısı… Başkası ne der anlayışı… Bu konuyla ilgili o kadar çok şey var ki… [/FONT]

[FONT=Verdana]Yani, şunu demek istiyorum. Karşı duruş sergileyen insanın arası bozuktur toplumla. Toplumla arası bozuk olan insan, kimileyin, kendi oluşturduğu adacıklarda yaşar. Çünkü, gerçekten de, hem bu toplum içinde olup hem de insanın kendisi olması zaten bir çatışkıdır. İşte böyle dönemlerde, kolayca melankolinin etkisi altına girilebilir. [/FONT]

[FONT=Verdana]Bazen diyorum ki… İnsan, dünyanın karşısına çıkardığı her felakete gülümseyebilmelidir. Acılara da… Gerçekten de, acı çeken insanın, kendini olumlu yönde dönüştürebileceğine inanıyorum. Ama bir şeylerin bedeli bu kadar ağır olmamalı… [/FONT]

[FONT=Verdana]Her neyse! Kendi yaratmadığım bir dünyada yaşıyorum. Kendimi ona uydurarak benim dünyam olmasını sağlayamıyorum. [/FONT]
[FONT=Verdana]Çünkü, herkesin kendi dünyası var. [/FONT]

[FONT=Verdana]Böyle bir dünyada yabancıyım. Tıpkı dün olduğu gibi! Kendi iç dünyamın derinliklerinde özgürlüğü ararken kalabalıklardan uzaklaşıyorum. İşte size melankoli! [/FONT]

[FONT=Verdana]İç dünyayla dış dünya arasında bir uyum var mı sahi! [/FONT]
 
Monalisa; "[FONT=Verdana]Böyle bir dünyada yabancıyım. Tıpkı dün olduğu gibi! Kendi iç dünyamın derinliklerinde özgürlüğü ararken kalabalıklardan uzaklaşıyorum. İşte size melankoli!"

Bu benim işte..:)

Evet birşeylerin mücadelesini verirken o kadar büyük bir kıskaca alınıyorki insan az biraz hepsinden yaşadım.. Ayıp, günah, yasaklar arasında defalarca gittim geldim.

Mesela benden yaşca büyük bir insan engelli insanlar hakkında ileri geri konuşmaya başladığında kafa tuttuğum zaman bir çimdik yedim annemden..:) "ayıııp sen ne biçim konuşuyorsun büyüğünle".. Anneme "ooof annee o da konuşmasın böyle" diyecek oldum "anneye of denilmez çok günah" lar geldi önüme..:)

Vs. vs.:) Bende o zamanki alkımla çareyi toplumdan uzaklaşmakda buldum. Kendim gibi benim gibi düşünen insanlarla yakınlık kurmaya başladım.. Asosyal oluşumun en büyük nedenlerinden biride bu işte.. Bana "sen ne kadar çok abarttın bu işleri bırak sana mı düştü engelli insanları savunmak başka işin mi yok mu senin" diyenlere anlatamadım derdimi olmadı gitti işte..

Hatta bam telim olan bu konudan dolayı ne zaman canımı acıtmak istese birileri sadece bu konularla geldi bana.. Sanki mücadelesini verdiğim şey ayıplanacak, suçmuş, hataymış gibi yüze vurulacak kadar küçümseniyor o toplum da.. "Havva çok sever sakatları amman yanında bişi demeyin" deyip bastılar kahkahaları! Daha neleer neleer..:)

Taş olsa o bile düşerdi melankoliye Havva ne yapsın..:)
[/FONT]
 
[FONT=Verdana]Galiba bu başlığa yazı yazmaya iten nedenlerden en önemlisi, senin yazdıklarındı Havva. [/FONT]
[FONT=Verdana]Birdenbire senin yazdıklarında ben de kendimi buluverdim. [/FONT]

[FONT=Verdana]Bundan 26 yıl önce hatta 30 yıl önce sakatlığımla ilgili çatışmalarımı yalnızca doğanın içinde unuttuğum, doğayla bütünleştiğim, düşlerde gerçekliği aradığım yatılı okuluma gittim dün. [/FONT]

[FONT=Verdana]Erenköy’ün bakımlı evlerinin arasında giderken, yollarda ağır ağır ilerlerken, hep o genç kız canlandı gözlerimin önünde… [/FONT]

[FONT=Verdana]Kırmızı çantalı… Kendine yüklenmiş anlamları bir türlü kabul edemeyen… Bir yanda baba baskısı, öte yanda parasızlık… Üstüne üstlük, sakatlığın vermiş olduğu ağır psikolojik eziklik… Erenköy’den anımsadığım hep hüzün… Hep yalnızlık… [/FONT]

[FONT=Verdana]26 yıl sonra geçmişimle hesaplaşmak için gittim mezunlar gününe… [/FONT]

[FONT=Verdana]Beni, boş duvarlar… dikdörtgen pencereler… asırlık çam ağaçları… yıkılmış köşkler tanıdı… Hatta kendi düş dünyamda yarattığım karakterler tanıdı… Beni yeşeren ot, açan çiçek, uçsuz bucaksız gökyüzü, hatta tren hattı tanıdı… Bir tek, çevremde bulunan devasa kalabalıktan hiç kimse tanımadı. Zaten ben de yüzlerini anımsamıyorum. Her şey paramparça… Geçmişimle hesaplaşırken ben yine beni tanıyanların yanına gittim. Doğanın içine… Sahi, benim kafamda kurduğum hikayelerdeki karakterlerin hepsi gözlerimin önünden gelip geçti… Onlar yaşıyorlardı. Çünkü, kafamda ben yaratmıştım onları… Yine onlarla dertleştim. Hatta hiç yaşlanmamışlardı. Yine, ben kalorifer dairesinden gecenin karanlığında kaçıyor ve düşler dünyasının atmosferinde kayboluyordum. [/FONT]

[FONT=Verdana]O günden bu yana çok şey değişti. En azından ben değiştim. O günlerde bilinçli değildim. Şimdi daha bilinçliyim. Ama yaşadığım düş kırıklıkları beni sürekli insanlardan uzaklaştırıyor.[/FONT]

[FONT=Verdana]Hepimiz birer meslek sahibi olmuşuz. Kimisi doktor, kimisi avukat, kimisi öğretmen… Ama onlarla ortak bir geçmişim yok. Ve… ben… dün… geçmişin olmadığı bir ortamda geleceği yaratmak için çabalasam da, arkadaşlığın yalnızca büyük dalgaların kıyıya sürüklediği çer çöpten ibaret olduğunu gördüm. O çer çöp büyük bir dalganın altında suyun akışına doğru sürüklendi gitti. [/FONT]

[FONT=Verdana]Sonrası mı? Ne oradan oraya deli danalar gibi koşturan insanlar umurumda… Ne yapmacık gülüşler… Ne resimlerde verilen mutluluk pozları… Ne de alınan telefonlar… [/FONT]

[FONT=Verdana]Pansiyon bölümü güzel sanatlar lisesi olmuş… Yatakhanelerimiz derslik… Yemekhanemiz yine öyle… Televizyon odamız yönetici odası… Kendi kendime, merdivenleri teker teker çıkarak, kara kuru bir genç kızı aradım o koridorlarda… [/FONT]

[FONT=Verdana]26 yıl sonra yine yalnızdım… [/FONT]

[FONT=Verdana]Yalnızdım ama özgürdüm… İnsanların içindeydim. Ama onlara kilometrelerce uzaktaydım. Onların dünyasında ben yoktum. Onların dünyasında engelli birinin merdivenleri teker teker çıktığı, ağır yürüdüğü, ayakta kalınca yorulduğu yoktu. Dünyada olmak, dünyayı tanımaya yetmiyordu. [/FONT]

[FONT=Verdana]Engelli olmak, bana çoktan kendi kendime yetmeyi öğretmişti. [/FONT]

[FONT=Verdana]Benim başkalarına koşmaya gereksinmem yoktu. [/FONT]

[FONT=Verdana]İç dünyam bana yetiyordu. Aklımla o dünyayı zenginleştiriyordum. Hep yaptığım gibi! [/FONT]

[FONT=Verdana]Ben yaşamda düşe kalka ilerlediğim için yaşamı ciddiye aldım hep. Mücadele ederken bir yanım eksildi, bir yanım zenginleşti. [/FONT]

[FONT=Verdana]Ne teslimiyetçi bir tavır… Ne Donkişotça bir tavır… Ne de öğrenilmiş çaresizlik… Artık kendi seçimimi kendim yaptığımda kendimi huzurlu duyumsuyorum. [/FONT]

[FONT=Verdana]Yalnızlığın kollarında yürümek gibi! [/FONT]
 
Aradan epey zaman geçti, araya çok mesaj girdi ama :eek: -bazı yanlış anlamaları düzeltmek için- cevap hakkımı kullanıyorum..


Bülentçim, eline sağlık.. İyi demişsin de.. Bir iki katılmadığım yer var sana.. Oraları es geçmeyelim ;)

İlkin, (bir ek): Burada kastettiğin Radikallerin, her iki Tarihi de (yani resmî/okullarda anlatılan ve resmî olmayan/okullarda anlatılmayan Tarihi) çok çok iyi bilmeleri gerekir! Artı, başarı kazanmış ülkelerin Tarihlerini de karşılaştırma yapmak için bilmeleri gerekir. (aman diyim! :D "Baben'in bunları çok iyi bildiği 'ima'sı" çıkmasın buradan da! Yok öyle bi şey!) Günümüzle geçmişi karşılaştırmanın tek yolu budur! Yurdum radikalleri de, bunu -yaygın olarak- yapamadıkları için hep sınıfta kalmışlardır!

Çok yerde söylemişimdir.. Evet sorunlar devasadır! Ve hatta, bir aysberg gibi görünen yüzünden çok çok daha büyük görünmeyen yüzü vardır!! Ama bunu böyle söylemek, 'bir şey yapılamayacağını ima etmek' falan değildir. Ya da ben yapmıyorum öyle bi şey! :)

Kuyucak bilir.. Her sene sonu, şirketlerin envanteri çıkartılır. Aslında o, geçmiş seneden çok gelecek sene içindir, bence! Gelecek senenin planlarını yapmaya yarar.. Ancak bizde 'plan' kavramı tam oturmadığından, gelecekle ilgili yanı hep es geçilir (ya da gereği gibi yapılmaz). İşte benim yapmaya çalıştığım, - asla yeterli olmayacağını da bildiğim- 'vaziyet-i coğrafya' ya da 'durum tespiti' bunun içindir. Sorunların büyüklüğünü bilmeden yola çıkmak; her zaman sonuçsuz kalmaya mahkûmdur!

Sosyal Devrimler beklenmez, yapılır! Hem de devrimciler yapmaz! Devrimleri HALK (tüm ötekiler!) yapar! Büyük Fransız Devriminde böyle olmuştur, Ekim Devriminde böyle olmuştur vb. Ama önce o halkı örgütleyip kanalize etmek gereklidir.. Halkı sivil toplum örgütlerinde toparlamak da bir gelenek-görenek, Tarih meselesidir! Peki, öyle bir gelenek başlatılabilir mi? Evet! Ama bu, çok çok uzun soluklu mücadele gerektirir! İşte güzel yurdumun Devrimcileri, bunun zorluğunu gördüklerinden; (başka nedenler de var tabii) ya kendilerine daha heyecanlı yollar aradılar ya da başka bataklara saplanıp gittiler! -Neyse bu ayrı tartışılması gereken bir konu-..

Senin anlattıklarınsa; 'sosyal devrim' değil 'bireysel tepki' olur olsa olsa.. Bu ikisini bir arada tartışmak ve sanki birbirinin alternatifiymiş gibi göstermek yanlıştır! Çözüm kişisel olur ve kalıcı değildir! Zaten sosyal devrimlerin içinde bireysel tepkiler de vardır. Ama daha değişik şeyler de vardır. Örgütlenmek gibi, propaganda gibi, ajitasyon gibi... O yüzden " devrimin ta kendisidir" demek, maksada ulaşamayan bir söz olur.

Bir de, mağduriyet, o kadar çok ve yerli-yersiz kullanılmaya devam ediliyor ki bana ööğg geldi artık.. :eek: "Her türlü SÖMÜRÜye karşı durmak" daha önemli!


**


..
Bence asıl şık olmayan yaklaşım ; Kendini muhteşem yetilere sahip azınlık insan grubu içine dahil ederek , burada yıllardır bazılarını yazılarından gözlemleyerek tanıdığım , bazılarını gerçek hayatta tanıdığım binlerce engelli arkadaşımın kendi kafasıyla düşünemediğinin , sorgulayamadığının , tartışamadığının ima edilmesi ve yıllardır aynı üslupla küçümsenip , hor görülmesi. ...

Donanım/bilgi ve o yukarda saydığım özellikler; bireysel değildir ki.. "yeti" olsun.. Hele "muhteşem" hiç olamaz! "Muhteşem bilgiliyim" diyene gülerim ben sadece.. ;)

Kimsenin küçümsenip, hor görüldüğü de yok! Kimsenin bir diğerinden "üstün" yanı yok ki! Herkes içini ferah tutsun!

Ayrıca, öyle bir 'azınlık' da yok, 'kendini öyle bir gruba dâhil eden' de yok!


Şu internette ima, kinaye ve ironiden 'nefret' ettiğim kadar hiç bir şeyden nefret etmemişimdir! :mad: Yazarken aklımın ucundan dahi geçirmediğim şeylere "sen bunu ima ettin" demenin benim sözlüğümde tek karşılığı vardır: Paranoya! Biraz sakin olalım yaa! :cool: :cool: Duyan da TBMM'de anayasa görüşmeleri yaptığımızı falan sanacak..


**

Bu özellikler TOPLUMSALDIR! Öğretilebilinir/öğrenilebilinir! Ama 'yeti'ler sadece geliştirilir!

İnsanların bu özelliklere sahip ol(a)mamasının da çağdaş toplumda tek sorumlusu vardır: o da (berikilere ait olan) DEVLETDİR! Başka deyişle, otorite veya idare!

Çünkü...

Belirli bir aşamaya kadar; bu özelliklerin bireye kazandırılması işini 'devlet' üstlenmiştir!

Sakatı -diğer tüm ötekileri de- gerçek anlamıyla "engelli" yapan, onun okullardan, tiyatro, sinema vb. salonlarından, kütüphanelerden; tartışmayı, düşünmeyi, sorgulamayı öğrenebileceği ortamlardan uzak kalmasının tek SORUMLUSU devlettir! Yolları, binaları vb. engellilere uygun yapmak, ötekileştirmeyle fiilen mücadele etmek ZORUNDADIR, kâğıt üzerinde değil!

Yetmez! Bu ortamlarda öğretilecek bilginin müfredatını hazırlamaktan tut, özel TV/radyo yayınlarını denetleyebilen, youtube sitesini bile yasaklayabilen bir kurumun "düşünmeyi, sorgulamayı, tartışmayı" öğretememesi hep komik ve ayıp gelmiştir bana.. Arkasında başka şeyler ararım..

Yani, engelliler: okuyamadığınızdan değil, okutulamadığınızdan yakının! Baben'e değil devlete kızın!



Söz hayvanattan açılınca, (aslında pek sevmem kıssaları, fablları ama bazen olayın yanlışlığını anlatmak için gerekli oluyor.)
[SPOILER="Sağır Pire!"] Karadenizli bir bilgin, pireler hakkında bir araştırma yapıyordu. Bir pireyi masanın üstüne koydu ve emirler vermeye başladı.
- Ula hopla diyeyrum sağa !
- Ula zıpla diyeyrum sağa !
Pire zaten yerinde durabilen bir hayvan değil, bilgin atla dedikçe atladı, zıpla dedikçe zıpladı. Bunun üzerine adam not defterine şu sonuçları yazdı,
"Pireler çok akıllı hayvanlardır verilen emirleri anında yerine getiriyorlar."
Deneyin ikinci aşamasında pirenin kollarını ve bacaklarını kesip, hayvanı masanın üzerine bıraktı ve emirlere başladı,
- Ula hopla diyeyrum sağa! Hayvanda kol bacak olmadığı için mecburen kımıldayamıyor.
- Ula zipla diyeyrum sağa! Pirede tık yok. Hemen not defterini çıkardı ve bilim için yeni bir sayfa açmanın heyecanı içinde şunları yazdı,
- Halk arasında pire adıyla anılan hayvanların, kolları ve bacakları kesildiği zaman kulakları duymayi.
[/SPOILER]fıkrası geldi aklıma..

Devletin bize yaptığının ne farkı var bundan? :confused:

Ellerimiz yok, ayaklarımız yok.. Evimizden çıkamıyoruz! :(

Engelliler okumuyor!!

"Ne gerek var okumalarına" (!) :mad:


**

Bakın Monalisa demiş:
Çünkü, insan, bireysel olarak sandığımız kadar güçlü değil. Ya da insana tek başına böyle bir misyon yüklemek yanlış olur. Toplumda bir şeylerin değişmesini istemek, bireysel değil, örgütlü olmakla olasıdır.

Örgütsüzse eğer -ki öyle- o iki düzine insanın da, iki milyon düzine insanın da değerleri AYNIDIR! Koskocaman bir sıfırdır!! Kimisi bireysel çabalarıyla çok çok iyi işler başarabilir ama bu;
[SPOILER=" Deniz Yıldızı Öyküsünden"] Bir zamanlar yazılarını yazmak üzere okyanus sahiline giden bir bilge kişi varmış. Çalışmaya başlamadan önce sabahları kumsalda yürüyüş yaparmış. Bir gün ileride, uzaklarda, dans eder gibi hareketler yaparak kendisine doğru gelen bir insan silueti fark etmiş. Başlayan günü dans ederek karşılayan biri olabileceğini düşünmüş. Ancak yaklaştıkça siluetin bir genç adam olduğunu görmüş. Genç adam, birkaç adımda bir, yerden bir şeyler alıyor ve okyanusa fırlatıyormuş. Sormuş ona bilge kişi:
"Günaydın delikanlı. Hayrola, ne yapıyorsun böyle?"

Genç adam cevap vermiş: "Okyanusa denizyıldızı atıyorum"
"Sanırım şöyle sormalıydım" demiş bilge kişi;"Neden okyanusa denizyıldızı atıyorsun?"
"Görmüyor musunuz, güneş yükseliyor ve sular çekiliyor. Onları suya atmazsam ölecekler."
Ama delikanlı baksana kilometrelerce kumsal var ve baştan aşağı denizyıldızıyla dolu. Sen birkaç tane atmışsın ne fark eder ki?"
Genç adam kibarca dinledikten sonra eğilerek bir denizyıldızı daha almış, dalgalanan okyanusa doğru fırlatmış ve:
"Bakın demiş bilge kişiye,"Bunun için çok şey fark etti" [/SPOILER] öteye gitmez!

Tamam, kulağa çok hoş gelir.. İyidir,hoştur ama..

Sorunu '1'eysel olarak ele almak, dünyada sadece o iki kişi ve denizyıldızları varmış gibi görmeyi anlatır ki.. Çok çok yanlıştır bence..





Not: Bir önceki mesajımdaki kişisel yakınmalarımdan ötürü tüm arkadaşlardan özür dilerim. :eek: Yanlıştı..
 
[FONT=Verdana]Hahah :):) “İnsanlardan umutluyum ben” derken fazla abartmışım sanırım.[/FONT]

[FONT=Verdana]"Onlar da bizden ... Fırına atıp sabun yapacak halimiz yok!” şeklindeki Nazi sevecenliğinin ! , insanı seven , değer veren hoşgörü dolu bir üsluba dönüşmesi ve inandırıcılığı elbette "paranoya" olur :) [/FONT]
 
Bu başlıktaki her mesajında "insanlardan umutlu olmayı" vurguladığına göre kendini insanüstü bir varlık olarak görüp diğer insanlara Olimpos'tan bakıyorsun sanırım, Sema..

Aşağılara insen de iki çift laf etsek..:)

Bir de ben paranoya yapayım dedim. Nasıl oluyormuş bakayım, diye..


Oradan nasıl oluyor da "sevecenlik" iması çıkıyor, anlayabilmiş değilim.. Kusura bakma :eek:
Hayatım boyunca küfrettiğim bir sisteme sevecenlik mi göstereceğim? Daha neler?
 
Oooo sıfatlarıma yenisi eklenmiş ; İnsanüstü varlık :p Buradan inmem uzun sürer , başka bahara kalsın . Ölmez sağ kalırsak… Gerçi ucunda birilerini küçük düşürme olsun da mezardan bile online oluruz alimallah :rolleyes:
 
Üst Alt