Aradan epey zaman geçti, araya çok mesaj girdi ama
-bazı yanlış anlamaları düzeltmek için- cevap hakkımı kullanıyorum..
Bülentçim, eline sağlık..
İyi demişsin de.. Bir iki katılmadığım yer var sana.. Oraları es geçmeyelim
İlkin, (bir ek): Burada kastettiğin Radikallerin, her iki Tarihi de (yani resmî/okullarda anlatılan ve resmî olmayan/okullarda anlatılmayan Tarihi) çok çok iyi bilmeleri gerekir! Artı, başarı kazanmış ülkelerin Tarihlerini de karşılaştırma yapmak için bilmeleri gerekir. (aman diyim!
"Baben'in bunları çok iyi bildiği 'ima'sı" çıkmasın buradan da! Yok öyle bi şey!) Günümüzle geçmişi karşılaştırmanın tek yolu budur! Yurdum radikalleri de, bunu -yaygın olarak- yapamadıkları için hep sınıfta kalmışlardır!
Çok yerde söylemişimdir.. Evet sorunlar devasadır! Ve hatta, bir aysberg gibi görünen yüzünden çok çok daha büyük görünmeyen yüzü vardır!! Ama bunu böyle söylemek,
'bir şey yapılamayacağını ima etmek' falan değildir. Ya da ben yapmıyorum öyle bi şey!
Kuyucak bilir.. Her sene sonu, şirketlerin envanteri çıkartılır. Aslında o, geçmiş seneden çok gelecek sene içindir, bence! Gelecek senenin planlarını yapmaya yarar.. Ancak bizde 'plan' kavramı tam oturmadığından, gelecekle ilgili yanı hep es geçilir (ya da gereği gibi yapılmaz). İşte benim yapmaya çalıştığım, - asla yeterli olmayacağını da bildiğim- 'vaziyet-i coğrafya' ya da 'durum tespiti' bunun içindir. Sorunların büyüklüğünü bilmeden yola çıkmak; her zaman sonuçsuz kalmaya mahkûmdur!
Sosyal Devrimler beklenmez, yapılır! Hem de devrimciler yapmaz! Devrimleri HALK (tüm ötekiler!) yapar! Büyük Fransız Devriminde böyle olmuştur, Ekim Devriminde böyle olmuştur vb. Ama önce o halkı örgütleyip kanalize etmek gereklidir.. Halkı sivil toplum örgütlerinde toparlamak da bir gelenek-görenek, Tarih meselesidir! Peki, öyle bir gelenek başlatılabilir mi? Evet! Ama bu, çok çok uzun soluklu mücadele gerektirir! İşte güzel yurdumun Devrimcileri, bunun zorluğunu gördüklerinden; (başka nedenler de var tabii) ya kendilerine daha heyecanlı yollar aradılar ya da başka bataklara saplanıp gittiler! -Neyse bu ayrı tartışılması gereken bir konu-..
Senin anlattıklarınsa; 'sosyal devrim' değil 'bireysel tepki' olur olsa olsa.. Bu ikisini bir arada tartışmak ve sanki birbirinin alternatifiymiş gibi göstermek yanlıştır! Çözüm kişisel olur ve kalıcı değildir! Zaten sosyal devrimlerin içinde bireysel tepkiler de vardır. Ama daha değişik şeyler de vardır. Örgütlenmek gibi, propaganda gibi, ajitasyon gibi... O yüzden "
devrimin ta kendisidir" demek, maksada ulaşamayan bir söz olur.
Bir de, mağduriyet, o kadar çok ve yerli-yersiz kullanılmaya devam ediliyor ki bana ööğg geldi artık..
"Her türlü SÖMÜRÜye karşı durmak" daha önemli!
**
..
Bence asıl şık olmayan yaklaşım ; Kendini muhteşem yetilere sahip azınlık insan grubu içine dahil ederek , burada yıllardır bazılarını yazılarından gözlemleyerek tanıdığım , bazılarını gerçek hayatta tanıdığım binlerce engelli arkadaşımın kendi kafasıyla düşünemediğinin , sorgulayamadığının , tartışamadığının ima edilmesi ve yıllardır aynı üslupla küçümsenip , hor görülmesi. ...
Donanım/bilgi ve o yukarda saydığım özellikler; bireysel değildir ki.. "yeti" olsun.. Hele "muhteşem" hiç olamaz! "Muhteşem bilgiliyim" diyene gülerim ben sadece..
Kimsenin küçümsenip, hor görüldüğü de yok! Kimsenin bir diğerinden "üstün" yanı yok ki! Herkes içini ferah tutsun!
Ayrıca, öyle bir 'azınlık' da yok, 'kendini öyle bir gruba dâhil eden' de yok!
Şu internette ima, kinaye ve ironiden 'nefret' ettiğim kadar hiç bir şeyden nefret etmemişimdir!
Yazarken aklımın ucundan dahi geçirmediğim şeylere "sen bunu ima ettin" demenin benim sözlüğümde tek karşılığı vardır: Paranoya! Biraz sakin olalım yaa!
Duyan da TBMM'de anayasa görüşmeleri yaptığımızı falan sanacak..
**
Bu özellikler TOPLUMSALDIR! Öğretilebilinir/öğrenilebilinir! Ama 'yeti'ler sadece geliştirilir!
İnsanların bu özelliklere sahip ol(a)mamasının da çağdaş toplumda tek sorumlusu vardır: o da (berikilere ait olan) DEVLETDİR! Başka deyişle, otorite veya idare!
Çünkü...
Belirli bir aşamaya kadar; bu özelliklerin bireye kazandırılması işini 'devlet' üstlenmiştir!
Sakatı -diğer tüm ötekileri de- gerçek anlamıyla "engelli" yapan, onun okullardan, tiyatro, sinema vb. salonlarından, kütüphanelerden; tartışmayı, düşünmeyi, sorgulamayı öğrenebileceği ortamlardan uzak kalmasının tek SORUMLUSU devlettir! Yolları, binaları vb. engellilere uygun yapmak, ötekileştirmeyle fiilen mücadele etmek ZORUNDADIR, kâğıt üzerinde değil!
Yetmez! Bu ortamlarda öğretilecek bilginin müfredatını hazırlamaktan tut, özel TV/radyo yayınlarını denetleyebilen, youtube sitesini bile yasaklayabilen bir kurumun "düşünmeyi, sorgulamayı, tartışmayı" öğretememesi hep komik ve ayıp gelmiştir bana.. Arkasında başka şeyler ararım..
Yani, engelliler: okuyamadığınızdan değil, okutulamadığınızdan yakının! Baben'e değil devlete kızın!
Söz hayvanattan açılınca, (aslında pek sevmem kıssaları, fablları ama bazen olayın yanlışlığını anlatmak için gerekli oluyor.)
[SPOILER="Sağır Pire!"] Karadenizli bir bilgin, pireler hakkında bir araştırma yapıyordu. Bir pireyi masanın üstüne koydu ve emirler vermeye başladı.
- Ula hopla diyeyrum sağa !
- Ula zıpla diyeyrum sağa !
Pire zaten yerinde durabilen bir hayvan değil, bilgin atla dedikçe atladı, zıpla dedikçe zıpladı. Bunun üzerine adam not defterine şu sonuçları yazdı,
"Pireler çok akıllı hayvanlardır verilen emirleri anında yerine getiriyorlar."
Deneyin ikinci aşamasında pirenin kollarını ve bacaklarını kesip, hayvanı masanın üzerine bıraktı ve emirlere başladı,
- Ula hopla diyeyrum sağa! Hayvanda kol bacak olmadığı için mecburen kımıldayamıyor.
- Ula zipla diyeyrum sağa! Pirede tık yok. Hemen not defterini çıkardı ve bilim için yeni bir sayfa açmanın heyecanı içinde şunları yazdı,
- Halk arasında pire adıyla anılan hayvanların, kolları ve bacakları kesildiği zaman kulakları duymayi.
[/SPOILER]fıkrası geldi aklıma..
Devletin bize yaptığının ne farkı var bundan?
Ellerimiz yok, ayaklarımız yok.. Evimizden çıkamıyoruz!
Engelliler okumuyor!!
"Ne gerek var okumalarına" (!)
**
Bakın Monalisa demiş:
Çünkü, insan, bireysel olarak sandığımız kadar güçlü değil. Ya da insana tek başına böyle bir misyon yüklemek yanlış olur. Toplumda bir şeylerin değişmesini istemek, bireysel değil, örgütlü olmakla olasıdır.
Örgütsüzse eğer -ki öyle- o
iki düzine insanın da, iki milyon düzine insanın da değerleri AYNIDIR! Koskocaman bir sıfırdır!! Kimisi bireysel çabalarıyla çok çok iyi işler başarabilir ama bu;
[SPOILER=" Deniz Yıldızı Öyküsünden"] Bir zamanlar yazılarını yazmak üzere okyanus sahiline giden bir bilge kişi varmış. Çalışmaya başlamadan önce sabahları kumsalda yürüyüş yaparmış. Bir gün ileride, uzaklarda, dans eder gibi hareketler yaparak kendisine doğru gelen bir insan silueti fark etmiş. Başlayan günü dans ederek karşılayan biri olabileceğini düşünmüş. Ancak yaklaştıkça siluetin bir genç adam olduğunu görmüş. Genç adam, birkaç adımda bir, yerden bir şeyler alıyor ve okyanusa fırlatıyormuş. Sormuş ona bilge kişi:
"Günaydın delikanlı. Hayrola, ne yapıyorsun böyle?"
Genç adam cevap vermiş: "Okyanusa denizyıldızı atıyorum"
"Sanırım şöyle sormalıydım" demiş bilge kişi;"Neden okyanusa denizyıldızı atıyorsun?"
"Görmüyor musunuz, güneş yükseliyor ve sular çekiliyor. Onları suya atmazsam ölecekler."
Ama delikanlı baksana kilometrelerce kumsal var ve baştan aşağı denizyıldızıyla dolu. Sen birkaç tane atmışsın ne fark eder ki?"
Genç adam kibarca dinledikten sonra eğilerek bir denizyıldızı daha almış, dalgalanan okyanusa doğru fırlatmış ve:
"Bakın demiş bilge kişiye,"Bunun için çok şey fark etti" [/SPOILER] öteye gitmez!
Tamam, kulağa çok hoş gelir.. İyidir,hoştur ama..
Sorunu '1'eysel olarak ele almak, dünyada sadece o iki kişi ve denizyıldızları varmış gibi görmeyi anlatır ki.. Çok çok yanlıştır bence..
Not: Bir önceki mesajımdaki kişisel yakınmalarımdan ötürü tüm arkadaşlardan özür dilerim.
Yanlıştı..