Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Sakatlar artık inisiyatifi ele almalı! [Tartışma]

sıra çözümde! hadi savaşmıyalım :) ama çözüm için beraber arayış içine girelim.Sizler bizi yönlendirin... paramı güç mü başlangıç noktamız siz söyleyin
Bu forumlardaki pek çok mesajımda ve ana sayfadaki makalemsi yazılarımda değinmeye çalıştım.. Hatta burada bile ufak da olsa çıtlattım..:)

"Çağın silahı kalemdir!" dedim.. Bu silah; bilekle, yürekle aynı zamanda güçlü donanıma sahip beyinle kullanılıyor! Yani bu savaşı kazanabilmek için, yeteri kadar elemanın; doğru düşünce yöntemi ile donanım kazanmaları, bunu da sürekli güçlendirmeleri gerek. Bundan sonra da, kendisine omuz verecek elamanın anlayabileceği dilden konuşmayı, özenli, duru Türkçe kullanmayı becerebilmelidir. "Entel-dantel lâflar", gereksiz ve kişisel polemikler bu kişileri uzaklaştırır! Bunlar, burada yapılabilecek olanı..

Reel hayattakiler de hiç kolay değil! :( Önce, tek başına ya da sadece engelliler olarak verilmeyecek savaş.. Tüm sivil toplumu yanına alacaksın.. Onlar da senin geçtiğin yollardan geçmiş olacak.. Kısaca, "kalem" silahını ustalıkla kullanmayı becerebilecekler.. Gerisi sonradan gelir..

Yani; bunlar olmayınca paranın, kaba gücün, kafa sayısının vb. çok ya da az olmasının hiç ama hiçbir önemi yok! Yaşanmıştır.. :D
 
:)

8,5 milyon engelli var, 65 milyon sivil toplum üyesi..

Böl bakayım forumun aktif üyesi sayısını onlara.. Bulabilecek misin eyleme geçmek için "yeterli sayıyı"?:rolleyes:

Al sana matematiksel izah..:D

Kalemsiz eylemi nasıl yapacan? :confused: Örneğin, eylemin bir yerinde, etkili bir bildiri yazman gerekecek? Nasıl olacak o? Herkeste var o "bütünleşme enerjisi". Zamanı geldiğinde şöyle yanar-dönerli :D bir nutuk atarsın bütünleşir herkes..;) O kolay.. Ama oraya kadar yapılması gereken daha çoooooook şey var..
 
Tamam işte.. Sonunda anlaştık :)

Burası alt tarafı bir forum.. Burada klavye işler, yazı yazılır, video, resim falan gönderilir.. Bi çok şey paylaşılır.. Ama üzerine düşenin çok fazlasını yapıyor.. Yanıltan da o oluyor.. "İlla eylem" diye tutturuyor arkadaşlar..:(

İşte formülü verdim: Herkes kendini yetiştirsin! Kendi kafasıyla; düşünmeyi, sorgulamayı, tartışmayı, yargıya varmayı öğrensin.. Ondan sonrası çocuk oyuncağı.. İnanın:rolleyes:
 
Bu böyle devam eder siz eskiler seyredersiniz ;dur bakalım pişsin iyice öğrensin araştırsın sonra nasılsa pes eder diye biz yenilerde cahil cesareti ile oraya buraya saldırırız ya yapacak birsürü şey var diye

Bu sözler bana kavgada söylenmez bea :p

"Yanlış mı okudum acaba" diye bir süre bekledim ama aynıymış.. :(

"Kendi kafasıyla düşünmek" konusunda söylediklerimi de %100 ters yorumlamışsın. :(

"Kuşak çatışması" dedikleri böyle bir şey mi acep? :confused:

Bu tartışmanın verimli olmayacağı anlaşıldı. Benim için bitmiştir artık! :(
 
Ahmetermis;

Yok! diyoruz kardaş.. Olsa tükkan senin! :D Anlatamadık mı? Bir de, şöyle deneyelim:

O senin dediğin "konsey, monsey" hep sivil topluma, ait kurumlardır.. O çok övündüğümüz 600 yıllık Osmanlı Tarihinde bir tek sivil toplum hareketi olmuştur.. O da akılalmaz biçimde kanla bastırılmıştır. :( Ondan ötesi devlet-i âlinin savaşları tarihidir! Bildim mi?

Sen de şunun sonunu getir o zaman: "Alışmadık popoda …"

He işte.. "Alışmadık toplumda konsey durmaz!" da diyebiliriz..

Var mı öyle bir "alışkanlığımız/geleneğimiz/âdetimiz"? YOK!!!

Bir konsey toplantısında; hayatında toplantıya katılmamış bir engelliye o anda, orada ne yapması gerektiğini ben mi öğreteceğim? :( %36'sı okuma-yazma bilmeyen, geri kalanının da -tahminimce- en az %85'inin ilköğretim mezunu olabildiği, 3 kelimeyi bir araya getirip cümle kuramayan -bu onların suçu değildir/hatası- kişiler mi toplantı yapıp, karar alacak?

Ol sebeple, her duyduğun fikri; Tarihçesini araştırmadan, topluma uyar mı, uymaz mı diye sorgulamadan "aaaa bu iyiymiş, biz de alalım" diye topluma yamamaya kalkarsan, kimse seni kaale de almaz, tartışmaz da.. Ayrıca, kişisel ve gereksiz paranoyalara, polemiklere, laf sokuşturmalara cevap vermek için niye strese girsin millet yav? ;) Hiç şık değil üslûbun. :(
 
Ahmetermis;

E.. sen şimdi yazdığımın bütününü anlamamışsın ve işine gelen yere işine geldiği biçimde cevap vermeye kalkmışsın, daha da karıştırmışsın işleri..:( Benim kastım sadece engelliler değildir.. Bütün bir toplumdur! Var mı Türkiye'de bir sivil toplum hareketi??

Benim dediklerim bir durum tesbiti.. Vaziyet-i coğrafya yani.. Var mı buna itirazın?
Bu "küçük görmek" değildir!

Haa.. ne yapılır? Taa ilköğretimden başlayarak bu tür sivil toplum hareketlerinin tarihçesi anlatılır.. Toplantılarda ne yapılacağı, nasıl davranılacağı, bir problem çıktığında nasıl çözüleceği uygulamalı olarak öğretilir. Orada yetişen elemandan istenir, dediklerin.

"Mağdur edebiyatı" yapma bana! Yemem.. ;)
 
Evet sevgili irem,:)
"Olmak ya da olmamak! İşte bütün mesele!"

Madem ki, bir sivil toplum örgütlenmesi geleneğimiz/âdetimiz yok.. O zaman eğitim müfredatı değiştirilerek taa ilköğretimden başlanarak bu öğretilir.. Ama bunun için de yine geleneklere, âdetlere vb. ihtiyaç var..;) Örneğini görmediği, bilmediği bilgileri kim, nasıl anlatacak??:confused: Kısır döngü var yani.. Ayrıca sivil toplum hareketlerini anlatmak, öğretmek "resmi" devletin işine gelir mi? :confused:

Yani iş, engelli-engelsiz ayrımıyla, barışık olmakla falan bitmiyor.:(
 
Sayın Baben :
Yazdıklarında ve yazacaklarında haklısın...Hatta yazamadıklarında...
Üniversite yıllarında bir piknik organize etmiştik.Bu piknik davetine de " .......1.GELENEKSEL PİKNİĞİ " başlığını atmıştık.
Elbette ilk olan şey için nasıl geleneksel denilebilir...bu konuda bütün eleştiriler doğru olur.Fakat birşeyler yapılmalı ve onlar başka şeylere basamak olmalıydı ve öylede gelişti.Yıllar geçti ve o piknik her yıl yapılır oldu.o ruh çoşku vb.başka yerlere sıçradı...

Evet birşeyler yapılmalı.
nasıl yapılmalı
nereden başlanmalı
Bulunduğumuz yerden başlanmalı senden başlamalı benden başlamalı diğer arkadaşlardan başlamalı...
hepimizin denize attığı taşların oluşturaçağı daireler büyür.Zor mu bu ülkede evet çok ama çoook zor doğru.Bütün mesele kendimiz olarak yaşamak.
 
İşte ben de onu diyorum ya!

"Doğru pratik doğru teoriden çıkar" diye bir söz var.. Bir başka deyişle "doğru icraat doğru izahattan çıkar." Ama "bana icraat lazım deyup izahata gözümüzü kaparsak, onu küçümsersek işin içinden çıkamayız ve bir arpa boyu yol gidemeyiz! :(

Bi şeylerden başlamak istiyorsak, teorik bilincimizi geliştirmeliyiz.. Okullarda öğretilmeyenleri öğrenmeliyiz, doğru düşünme, doğru sorgulama, doğru tartışma, doğru yargılama nasıl yapılır onları öğrenmeliyiz. "Yapan yapmış" değil "yapan nasıl yapmış?" Onu araştırmalıyız, o "yapan"ın Tarihini de, kendi Tarihimizi de en doğru şekilde bilmeliyiz ki, karşılaştırma yapabilelim. "Doğru öğrenme"yi yeterince başarırsak "doğru uygulama" kendiliğinden gelir. Biz istemesek bile..:)

Yukarıda dedim:

İşte formülü verdim: Herkes kendini yetiştirsin! Kendi kafasıyla; düşünmeyi, sorgulamayı, tartışmayı, yargıya varmayı öğrensin.. Ondan sonrası çocuk oyuncağı.. İnanın:rolleyes:
 
dönelim mi en başa baben:

NASIL?

"herkes kendini yetiştirsin... düşünmeyi, sorgulamayı, tartışmayı, yargıya varmayı öğrensin..."

doğru. ama NASIL?

ortada, türkiye'de yaşayan her kesim için geçerli olan temel sorun da bu değil mi zaten.
"sivil toplum" geleneği, kültürü, tarihsel birikimi, bilgisi yok bu ülkenin. (nedenleri ortada, ileriye dönük hiç bir umut da yok ne yazık ki... onun da nedenleri ortada.)
eğitim? kültürel alt yapı olmadan, "eğitim"in bir anlamı da olmayacaktır, olamaz da. böylesi gelişmiş bir kültürel arkaip olmadan, mücadele geleneği olmadan, elde edilen eğitim, sadece "seçenekleri artırır" o kadar...
çok mu karamsarım! yoksa bu bardak ancak bu kadar su alır mı demeliyim.
 
Sağolasın asabi..

O formülü de bu sorunun sorulması için vermiştim zaten. Gözünden kaçmamış.. Ve o soruyu, ilk mesajımda yaptığım şemada " İşte can alıcı soru budur! diyerek ben de sormuştum zaten..

Eğitim, aslında kişinin tek başına yapacağı iş değildir! Kültürel alt yapının olup olmaması o kadar önemli değil.. O alt yapının olduğu ülkelerde de, olmadığı ülkelerde de eğitim-öğretim kurumunu devlet üstlenmiştir.. Yani yukarıda saydığım şeyleri devlet öğretmek zorunda! Ya da devlet gibi bir örgüt.. Sivil Toplum Örgütlerinin en temel işlevlerinden biri de bu olmalıdır zaten! Üyelerini seminer, konferans, gazete, dergi vb. gibi etkinliklerle eğitmeli, sorgulamayı, tartışmayı öğretmeli.. ("Onlar biliyor mu ki?" deme.. Döverim:p)

Bir de "sanal dünya" var ki.. -İnternete o yüzden "bilgi oto-yolu" deniyor..- Burası da bu amaç için kısmen kullanılabilir. Yani "eleman feyzbuk'da geyik çevireceğine kendini gazetelerle, e-kitaplarla, forumlarla, haber gruplarıyla falan yetiştirsin" de denilebilir.. Ama bu sistemli bir eğitim olmayacağı için yalnızca "kısmen" olur.. (Olursa o da..)

Demem o ki.. "onlar yapmış biz de onlardan alırız" ya da "basit iş canım.. Aralarına sızıveririz" demekle bitmiyor.. Çoooook işimiz var, çok!;)
 
dost acı söyler. söyleyeceklerim hoş şeyler olmayacak.

günlerdir sitede ne var ne yok okuyor ve zaman zaman tartışmalara katılıyorum. örneğin bir başlıkta gördüm, uganda da bile sakat kadınlar derneği/örgütlenmesi varken türkiye de yok...
gördüğüm o dur ki, büyük bir çoğunluğun "zihniyet yapısı" (eğitim düzeyi değil, zihniyet yapısı) asla böyle bir yapılanmaya elverişli değil ve korkarım, en az 3-5 kuşak daha da olmayacak; böyle giderse asla da olamayacak.

büyük çoğunluk "kendinin (bireyi geçtim kişi olarak bile) varlığının farkında bile değil. inanılamayacak boyutta bir tevekkül sarmış heryeri. böyle olunca, özgürlük de, eşitlik de, daha iyi bir hayat standardı için savaşım da köşelerde kalmaya mahkum; herkesin gardiyanı yine kendisi olmuş: anlamlandıramadıkları "mahkum" hayatlarına, kendilerini daha da "mahkumlaştıracak" sistemi bir çok kişi kendinde inşaa etmiş; kapılarını kilitleyip, bacalarını tıkayıp oturmuşlar oturdukları yerde.

bu noktada, bunun "nasıl"ı yok sevgili baben.

"nasıl"ının altından, ne devlet, ne st örgütleri kalkabilir: aksine böyle bir işe girişirlerse onlar da altında kalıp, birlikte yuvarlanırlar. sanırım, "görmek istememeleri"de bundan. sorunsuz, ses çıkarmayan, herşeye eyvallah diyen, yuvarlanıp giden sessiz bir çoğunluk... mızıldanırlarsa tutuşturursun eline 50 kuruş maaş artışı, sevine sevine evlerine giderler.

hangi sistem bundan daha iyisini bulabilir ki... dertsiz başına derdi kim, niçin alsın?!

diyeceksiniz ki, "kimseden bir beklentimiz yok. biz kendi haklarımızı kendimiz alırız..."

diyeceğim ki, "bu zihniyetle mi?"

uç bir örnek olacak. sartre, bir incelemesinde, 1930 lu yılları çözümler. bir kesim için analizleri onu şu noktaya vardırır: kesimin, yurtları yoktur, istenmeyendirler, her yere dağınıktırlar. yaşamak için mecburdurlar: neye? herşeyin, her alanın EN İYİSİ OLMAYA.
para mı, ençok onlar kazanmak zorundadır. bilim mi? en iyisini onlar yapmak zorundadır. sanat mı? en iyi sanatçılar onlardan çıkmalıdır. vb. peki öyle midir? büyük çoğunlukla evet.
ancak birşey var, bu "zihniyet" yapısı, bu ülkenin hiçbir ferdinde pek kolay kolay bulunmaz... bulunması için atılan adımların nasıl yokedildiği de ayrı bir tartışma konusudur. onu geçiyorum.

----------

bir konuya daha açıklık getirmeliyim. kültürel yapılanma, benim için şu anlama gelir: ".....e bilmek."

yani, örneğin, "yemek yapmasını bilmek", "oturmasını bilmek", "savaşmasını bilmek", "kendi haklarını bilmek", "doğru yaşamasını bilmek..."

"...." yerlere bilgisi/birikimi kuşaktan kuşağa aktarılarak gelen herşeyi ekleyebilirsiniz. bu bilgi/birikim, yaşanan hayat içerisinde yeniden üretilirken, katlanarak genişler ve bir sonraki kuşağa aktarılan yeni bir birikim oluşturur. eğitim, bu noktada devreye girer. kısaca; yeniden üretirken, yeniden üretimin zenginleştirilmesini sağlar eğitim... konu geniş, isterseniz açabiliriz.

işte bu, osmanlı da dahil, bizim kültür tarihimizde olmayan birşey.
hatta diyebilirim ki, osmanlı, varolması mümkün olabilecek olan kültürel yapıyı da tam anlamıyla baskılayarak yok etme yolunu seçmiştir. (nedenlerine değinip, konuyu dağıtacak polemik yaratmayayım ama sanırım ne anlatmak istediğimi ifade edebildim).

çok uzadı.
bence, "nasıl"ın ilk adımı, "kendimizi havanda döver gibi döverek" çözümlemek olmalı. teorik çerçeve bu analizler üzerine genişleyerek sürmeli.
 
Bence enseyi karartmayalım..
Gelişme geriye gidiş değildir, gidişat kablumbağa hızı ile de olsa ileriye yöneliktir.. Sadece engellilere özgü bir eksiklik değildir özgür düşünebilme sorunu ve örgütlenebilme sorunu.. Ben 30 yıldır bu hareketin ve politik yaşamın içindeyim .. Göreceli ileriye gidildiği dönemler olundu ancak şu anda eserleri ortada.. Demek ki hayati hatalar yapıldı.. Şu an bilinç oluşturulmaya çalışılmıyor.. Zaten o bilinç var ortada.. Paylaşılmaya çalışılıyor..

Çok geniş kitlelere ulaşması kısadır bu bakış açılarının.. Burada bakmayın siz mesleği birilerine göz kırpmak olanların yazdıklarına..
Mesajları alması gerekenler ve almak isteyenler alıyorlar..
Yeterlimi? Elbet hayır.. Daha yolun başındayız.. Ancak gideceğimiz yol belli artık.. O güzel geliyor bana..
 
Türkiye'de genel olarak sivil toplum hareketinin etkisizliğini hep dillendirmişizdir.Engelliler açısından durumun daha vahim olduğu ise bir gerçek.Sadece varlar,ama varlıkları ile yoklukları arasında pek bir farkta mevcut değil.

Engelliler.biz Platformu olarak birşeyleri başarabileceğimize inananlardanım.
 
Çooook haklısın Sevgili Asabi,

Ama ben daha oralara gelmedim ki…

Daha doğrusu 1,5 yıl kadar önce "henüz "olması gerekenler"den bahsetmeyi bitirip "olanlardan bahsetmeye" başlamaya gelemedim.. O gördüklerin yeşillik olsun diyedir. demiştim.. Hâlâ oradayım. :D

"Olanlar"la "olması gerekenler"i yargılamak pek hakkaniyete uymuyor.. Gibi.. ;)

Yani ne o "devlet" var, ne o "STÖler" var.. Hiçbir zaman da olmadı.. "Olur gibi" bile olmadı.. :(

Sen Osmanlıya gitmişsin, ben Orta Asya'ya kadar gideyim.. "Yeniden Üretim" denilen bişey yok ki! Ya da olması gereken kadarı yok! Göçebe toplum.. İhtiyacı kadarını üretiyor. "Geniş Yeniden Üretim"e* gerek duymuyor! O zaman yazıya da, eğitime de gerek yok! İlk yarı resmî Osmanlı Tarihi "Âşıkpaşazâde Tarihi" 1400'lerde başlıyor.. Ondan öncesi? Osmanlıların ilk yüzyılı? Anadolu Selçukluları? Büyük Selçuklular? Hep kulaktan kulağa geçen hikâyeler ve efsanelere dayanıyor! Oysa yazı, o günlerden 4000 yıl öncesinde keşfedilmiş.. Tarihini bile kâğıda dökmeye gerek duymamış atalarımız. :( Bunun için, göçebe/asker toplum değil, yerleşik/sivil toplum gereklidir!
[SPOILER="*"]
Yeniden-üretim nedir? Üretim teziyle tüketim antitezi arasındaki zıtlığın ve savaşın üçüncü momenti, yani sentezidir. Bugün ürettiğimizi tükettik mi, yarın yaşamak için yeniden-üretmek zorunda kalırız. Buna YENİDEN-ÜRETİM adını veriyoruz. Yeniden-üretim olur olmaz, hemen gerçeğin diyalektiği ile bu sefer yeniden-üretimin kendisi tez hâline döner. Dünkü ilişkilerimiz için yeniden üretim sentezi olan çalışmamız; bugünkü ilişkilerimiz içinde artık yeni de olsa yalnız bir üretim tezidir. Hemen o üretim tezinin karşısına yeniden bir tüketim antitezi geçer, boğuşurlar. Zıtlıkların mekanizması ile birbirlerini manivelâ kolları gibi "kaldırırlar". Onların yerini bir başka sentez: İkinci bir YENİDEN-ÜRETİM tutar. Ve üretim hayatı böylece sürüp gider.

İnsanoğlu kendini bildi bilesiye kaç türlü yeniden-üretim biçimi görüldü? Marks baba KAPİTAL kitabında başlıca iki türlü yeniden-üretim sayıyor: 1- BASİT yeniden-üretim, 2- GENİŞ yeniden-üretim...

BASİT YENİDEN-ÜRETİM: Bugün toplumun ihtiyacı olan maddeleri tükettik. Yarın üretim yapacağız. Ne kadar? Tükettiğimiz kadar. İnsanlar böyle her üretim süresinde tükettikleri maddeler kadar yenilerini üretirlerse, yaptıkları işe BASİT YENİDEN-ÜRETİM denir. Demek basit yeniden üretimde TÜKETİM egemen güç olur.

GENİŞ YENİDEN ÜRETİM: Bugün toplumun ihtiyacı olan maddeleri tükettik. Yarın üretim yapacağız. Ne kadar? Tükettiğimizden daha aşırı miktarda. İnsanlar yaptıkları her üretim süresinde tükettikleri maddelerden çok fazla, daha aşırı yeni maddeler üretirlerse, yaptıkları işe GENİŞ YENİDEN-ÜRETİM denir.
[/SPOILER]
O yerleşik/sivil toplum olmayınca geleneği/kültürü de olmuyor.. Örgütlenmesi de olmuyor..:( Yüzyıllar sonrasında da çok çok büyük hatalar yapılarak "iğneyle kazılan kuyulara buldozerle toprak örttürülüyor, üzerine de tüy diktiriliyor" :(

İşte NASILın yanıtının niye olmadığının, niye işimizin "çooook zor" olduğunun bir açıklaması daha!



Hasanım, hiç de kaplumbağa hızıyla falan gitmiyoruz! :( Adam Ferrariyle gidiyor.. Biz de ona sadece bakıyoruz! Temel olmadan gökdelen diksen kaç yazar? :(
 
"nasıl"

bu "nasıl"ın engellerine bakalım isterseniz. buraya kadar konulanları sıralarsak:

- "nasıl"ı besleyecek, güçlendirecek, en azından zeminini hazırlayacak alanlarımız yok. (demokrasi kültürü; günlük yapıp etmeler içerisinde, karşılaşılan sorunları çözme bilinci, sorunları kabul etmek yerine üstüne gitme, sorgulama, analiz etme, karşı tepki geliştirme ve bu tepkiyi örgütlü yapma geleneği...)

- "nasıl"ı besleyecek, bir üretim anlayışı zincirimiz yok. üretilen ile üreten arasındaki inanılmaz kopukluk (bir başka deyişle yabancılaşma düzeyi), üstbilinçte sorunun kaynağını açık şekilde gizliyor ve "nasıl sorusunun" varlığı örtükleşiyor, sönümleniyor. bu durum, "nasıl"ın beslenmesini yokediyor.

kısaca, "nasıl"ın beslenememesi, bu sorunun önemini bir yandan daha da artırırken, bir yandan da aynı "beslenememe" bu sorunu önemsizleştiriyor, sıradanlaştırıyor ve "yok sayılması" ile "var oluşu" arasında ters bir dengesizliği gündeme getiriyor.

zaten, günlük yaşamın sürdürüldüğü alanlar içerisinde ve hızında sürüklenişleri de üstüne eklediğinizde, "nasıl"ın kaybolması, yitikleşmesi çok ama çok normal hale geliyor.

canetti'nin "körleşme" isimli bir romanı vardır. (bazı kavramları bu romandan kullanacağım için, kitabın adını anıyorum) romanın kahramanı bir öğretim üyesidir. hayatı, kurduğu tüm dünya üç temelin üzerine oturur: kitapları, okul ve hizmetçisi... canetti bu üçlemenin doğurduğu zihinsel yapıya "kafadaki dünya" der. kafadaki dünya, sistematikleştirilerek oturulan bu sırça köşkte oluşmuş, tüm yönleriyle belirlenmiştir.
birgün herşey altüst olur, okuldan atılır, işsiz kalır, dolayısıyla yaşamını maddi anlamda sürdürme telaşı gündeme gelir. romanın kahramanı artık dışarıdadır: "dünyadaki kafa"sı, daha önce varolan "kafadaki dünya" ile yoğun bir çatışma içerisine girer.

varmak istediğim yer şurası.
bizler, genellikle "kafadaki dünya" ile düşünup, eylerken; günlük hayatımızı sürdürürken kullandığımız kültürel beslenme kaynaklarını çok yoğun kullanırız. (pedagoglar ne demek istediğimi çok iyi anlayacaklardır. 6-13 yaş gurubunun somut ve soyut kavramlara bakış açılarının değerlendirilmesi)

üstelik tam bir lüks içerisinde yaşıyoruz, çünkü "kafadaki dünya"mızın beslendiği bir sırça köşkümüz yok: tabiri caiz ise, öbek öbek kurulu gecekondularımız var. kafamızdaki dünya ile dünyadaki kafamız arasında ise tam olarak uçurumlar bulunuyor. bu noktada, işte tam da bu noktada "çuvallamaya" başlıyoruz. "zihniyet" dediğim tam da buna benzer.

dünyadaki kafa'nın nesnelerle, varolan realiteyle, her türlü olguyla ilişkisi somut veriler üstüne kuruludur. oysa, kültürel yapımız, yetiştirilme tarzlarımız, zihinsel üretim kaynaklarımız, "somut verilerin" incelenmesiyle beslenmek yerine, "somut verileri" bakış açımız içerisinde eritmeyi yeğler. canetti'nin roman kahramanı gibi, dünyada, "kafadaki dünya" ile dolanıp durmaya başlarız. bu durumun bir gerginlik ve çatışma yaratması kaçınılmazdır.

gerginlik ve çatışmadan kurtulmak için kafamızdaki dünya, dünyadaki kafamızı dönüştürür, algılarını değiştirir.

bir anda, herşey "bilinir" olmaya, her sorun "anlamlandırılmış olmaya", her veri "süzgecin içinde zaten vardı"ya sürüklenir. somut alan, soyut alanın içerisinde eriyerek, farklı anlamlar yüklenmiş olarak geri dönmeye başlar. artık bakılan somut şey ile görülen somut şey AYNI değildir: ancak yeniden anlamlandırılmıştır ve kişinin hayatını kolaylaştırıcı işlevini üstlenmiştir. (çok sık duyarız: "biz belleksiz bir toplumuz" diye. doğrudur. "belleksiz" oluşumuzun nedeni, "somut" olanın, olduğu biçimiyle zihnimize yazılmamasından, içselleştirilememesinden kaynaklanır. belleğimizde, "oluş biçimi" ile yeralmaz, bizim soyutlandırılmış "içselliğimizin dışa vurumu" ile yer alır. 3 gün sonra benzer bir sorunla karşılaştığımızda, somuttaki benzerlikler uçacak, farklılaşacaktır. bu konu çok yoğun bir konudur. sık sık dile getirilen, "doğunun bilgisi, batının bilimi" ayrımları burada da kendini gösterir.)

"nasıl"ın en önemli engellerinden bazılarını böyle sıralayabildim. kendimce...
 
Hakkımızı aramak için yine bizim gibi bir biz gerekli

TÜRKİYE cumhuriyetinin %10luk daha açılırsak, dost ve akrabalrla %20 lik bi kısmını oluşturuyoruz! Şimdi bizim TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİS'de kaç tane vekilimiz var yada kaç bakanımız var???
4.bin 5.bin kişilik bir aşiret bile bir vekil çıkarıyorsa digerini siz hesap edin...

birde deyinmek istededigim bir konu var..

bir iş görüşmesine gittigimizde 2 kişi alınacaksa 17 kişi geliyor bu normal!!! sorun o 17 kişinin içersinde ya 3 yada 4 gözle görülür elle tutulur sakatlıgı görünen engelli kardeşimiz var... iç hastalıgıda olabilir buda normal ama burda gerçekten hareket engelligi olan vatandaşlarımız hakkı yeniliyor??
birlikden güç dogar gelin birleşelim güç olalım.. biz onlara degilde onlar gelsin bize???
HAKKIMIZI ARAMAK İÇİN YİNE BİZİM GİBİ BİR BİZ GEREKLİ

Bunun içinde benden daha bilgili ve deneyimli abilerimin ablalarımın bir çözüm bulup, bizim gibi ne yapacagını bilmeyen engelli birey ve ailelerine yol göstermelidir...
 
öteki beriki onlar bunlar şunlar . bir kenara ayrılmadan taraf olunmadan nasıl bir olunacak ki eğitimsizlik sorununu çözdüğümüzü varsayarsak!

Esnaf ve sanatkarlar odasını başka bir konuda dile getirdim.Seçim zamanları etrafında dönerler adaylar
Ticaret odaları ayrı
Bu açıdan bakılıp bir olunulursa öyle atan tutana dalkavukluk edileceğine ,seçilenin etrafında koşulacağına

koşulan olmazmısınız?
 
Üst Alt