"nasıl"
bu "nasıl"ın engellerine bakalım isterseniz. buraya kadar konulanları sıralarsak:
- "nasıl"ı besleyecek, güçlendirecek, en azından zeminini hazırlayacak alanlarımız yok. (demokrasi kültürü; günlük yapıp etmeler içerisinde, karşılaşılan sorunları çözme bilinci, sorunları kabul etmek yerine üstüne gitme, sorgulama, analiz etme, karşı tepki geliştirme ve bu tepkiyi örgütlü yapma geleneği...)
- "nasıl"ı besleyecek, bir üretim anlayışı zincirimiz yok. üretilen ile üreten arasındaki inanılmaz kopukluk (bir başka deyişle yabancılaşma düzeyi), üstbilinçte sorunun kaynağını açık şekilde gizliyor ve "nasıl sorusunun" varlığı örtükleşiyor, sönümleniyor. bu durum, "nasıl"ın beslenmesini yokediyor.
kısaca, "nasıl"ın beslenememesi, bu sorunun önemini bir yandan daha da artırırken, bir yandan da aynı "beslenememe" bu sorunu önemsizleştiriyor, sıradanlaştırıyor ve "yok sayılması" ile "var oluşu" arasında ters bir dengesizliği gündeme getiriyor.
zaten, günlük yaşamın sürdürüldüğü alanlar içerisinde ve hızında sürüklenişleri de üstüne eklediğinizde, "nasıl"ın kaybolması, yitikleşmesi çok ama çok normal hale geliyor.
canetti'nin "körleşme" isimli bir romanı vardır. (bazı kavramları bu romandan kullanacağım için, kitabın adını anıyorum) romanın kahramanı bir öğretim üyesidir. hayatı, kurduğu tüm dünya üç temelin üzerine oturur: kitapları, okul ve hizmetçisi... canetti bu üçlemenin doğurduğu zihinsel yapıya "kafadaki dünya" der. kafadaki dünya, sistematikleştirilerek oturulan bu sırça köşkte oluşmuş, tüm yönleriyle belirlenmiştir.
birgün herşey altüst olur, okuldan atılır, işsiz kalır, dolayısıyla yaşamını maddi anlamda sürdürme telaşı gündeme gelir. romanın kahramanı artık dışarıdadır: "dünyadaki kafa"sı, daha önce varolan "kafadaki dünya" ile yoğun bir çatışma içerisine girer.
varmak istediğim yer şurası.
bizler, genellikle "kafadaki dünya" ile düşünup, eylerken; günlük hayatımızı sürdürürken kullandığımız kültürel beslenme kaynaklarını çok yoğun kullanırız. (pedagoglar ne demek istediğimi çok iyi anlayacaklardır. 6-13 yaş gurubunun somut ve soyut kavramlara bakış açılarının değerlendirilmesi)
üstelik tam bir lüks içerisinde yaşıyoruz, çünkü "kafadaki dünya"mızın beslendiği bir sırça köşkümüz yok: tabiri caiz ise, öbek öbek kurulu gecekondularımız var. kafamızdaki dünya ile dünyadaki kafamız arasında ise tam olarak uçurumlar bulunuyor. bu noktada, işte tam da bu noktada "çuvallamaya" başlıyoruz. "zihniyet" dediğim tam da buna benzer.
dünyadaki kafa'nın nesnelerle, varolan realiteyle, her türlü olguyla ilişkisi somut veriler üstüne kuruludur. oysa, kültürel yapımız, yetiştirilme tarzlarımız, zihinsel üretim kaynaklarımız, "somut verilerin" incelenmesiyle beslenmek yerine, "somut verileri" bakış açımız içerisinde eritmeyi yeğler. canetti'nin roman kahramanı gibi, dünyada, "kafadaki dünya" ile dolanıp durmaya başlarız. bu durumun bir gerginlik ve çatışma yaratması kaçınılmazdır.
gerginlik ve çatışmadan kurtulmak için kafamızdaki dünya, dünyadaki kafamızı dönüştürür, algılarını değiştirir.
bir anda, herşey "bilinir" olmaya, her sorun "anlamlandırılmış olmaya", her veri "süzgecin içinde zaten vardı"ya sürüklenir. somut alan, soyut alanın içerisinde eriyerek, farklı anlamlar yüklenmiş olarak geri dönmeye başlar. artık bakılan somut şey ile görülen somut şey AYNI değildir: ancak yeniden anlamlandırılmıştır ve kişinin hayatını kolaylaştırıcı işlevini üstlenmiştir. (çok sık duyarız: "biz belleksiz bir toplumuz" diye. doğrudur. "belleksiz" oluşumuzun nedeni, "somut" olanın, olduğu biçimiyle zihnimize yazılmamasından, içselleştirilememesinden kaynaklanır. belleğimizde, "oluş biçimi" ile yeralmaz, bizim soyutlandırılmış "içselliğimizin dışa vurumu" ile yer alır. 3 gün sonra benzer bir sorunla karşılaştığımızda, somuttaki benzerlikler uçacak, farklılaşacaktır. bu konu çok yoğun bir konudur. sık sık dile getirilen, "doğunun bilgisi, batının bilimi" ayrımları burada da kendini gösterir.)
"nasıl"ın en önemli engellerinden bazılarını böyle sıralayabildim. kendimce...