Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

“Sakatlık Nasıl Oluşur?”un Cevabını Kaybetmek ve Yeniden Ele Geçirmek

gokir

Yeni Üye
Üyelik
16 Tem 2013
Konular
2
Mesajlar
4
Reaksiyonlar
0
Gökhan İrfanoğlu

Baştan söylemek lazım ki herhalde açıktır, “sakatlık nasıl oluşur?” sorusu cevaplanmaya kalkışılacak bir soru kendinde dahi olmayabilir; hele soruyla burada baş etmek imkansız. Ancak soru sakatlık çalışmaları alanının kurucu sorusu addedilebilir ve Oliver’in tabiriyle bugün artık ünlü bir modellik ajansına gelen adaylar kadar çok olan sakatlık modelleri de bu soruya farklı cevaplarla üretiliyor; bunların iki cümlelik özetlerini vermek de çok anlamlı olmayacak. Bunun yerine, forumun eski bir üyesi de olarak, bizi daha yakından ilgilendiren bir tartışma başlatmaya çalışmak niyetiyle soruya klasik/ ortodoks sosyal modelin verdiği ve artık hepimizin bildiği, Özida’dan “süper kötürüm” yayınlarına, DSÖ’den Dünya Bankası’na, en “ilericiden” en muhafazakara her yerde, herkesçe tekrar edilen, “ufak düzeltmelerle” genel geçer hale gelen cevaba odaklanacağım. Zira, sakatlığın toplumsal-siyasal bir mücadele konusu mu sayıldığı, yoksa telafi edilmesi gereken bir eksiklik-bozukluk mu addedildiği artık birbirinden kesin hatlarla ayrılmış modellerden çok, “sosyal modelin” nasıl, ona ne eklenerek ve ondan ne çıkarılarak, yorumlandığı üzerinden görünür oluyor. Bunun içerdiği bir tehlike, sakatların kendilerine ait bir mücadele alanı kurmalarında tam da kendi sözlerini üreterek, dışarısı (sakatlık üstüne bilgiyi o zamana dek tekeline almış uzmanlar, devlet kurumları, sağlamcı/sakatlayıcı denilecek ideolojinin taşıyıcısı medya vs.) ile aralarına “hat çizerek”, işlevli olmuş bir aletin onların üstten yönetilmesi için yedeklenmesi. Bir asıl metni hatırlayalım, bugünkü duruma değinelim, sonra da sanal bir platformun söz konusu “hat çizme” işine nasıl katkı sunabileceği üzerine beraber düşünelim.

Model ilkin Oliver adlı sakat aktivist-akademisyenin 1983’teki bir çalışmasında dillendiriliyor; ancak temelinde, 1974’te İngiltere’de sakatlık geliri tartışmaları sürecinde kurulan Ayrımcılığa Karşı Fiziksel Yeti Yitimi Olanların Birliği adlı örgütün 1976 tarihli bildirisi var. Buna göre, sakatlık “[y]eti yitimi olan insanları dikkate almayan [...] ve dışlayan çağdaş bir toplumsal düzenin yol açtığı dezavantajlar veya faaliyet kısıtlanmasıdır.” Öyleyse sakatlık bir tahakküm boyutudur. (Sakatlık Çalışmaları derlemesi, s.32, 36). Ayrıntılandırmadan burada şu noktaları hızlıca vurgulamak yeterli: 1. toplumsal-ilişkisel bir kavrayış. Yeti yitimi ile sakatlık arasında ilkinden ikinciyi çıkarımladığımız bir nedensellik yok. Bu etkileri en hafif olanından en ağırına kadar tüm yeti yitimi durumları için geçerli. Zira sakatlık beden durumu değil, bir toplumsal konum. Sakatlık yeti yitimi olan bedene dışarıdan, dışlayıcı toplumsal-siyasal güç ilişkileri temelinde yapışıyor. 2. Sakatların tanımı doğrudan uzmanların kişisel trajedi modeline karşı kuruluyor. 3. Sakatlıklar arasında bir ayrım yapılmıyor – bu farklı yeti yitimi olan kişilerin beraber mücadele yürütmesi demek. 4. Genel olarak söylendiği üzere, hem mahiyeti hem örgütlenme biçimlerine ilişkin sonuçları açısından Marksist mirası görmek mümkün: Özneleri toplumsal yapılar üretmez sadece, bu ilişkilerin dönüşümü de “eğitimcilerin” (uzmanların) değil bizzat o öznelerin kendi kolektif pratikleriyle gerçekleşir. Tahayyül, tanıdık; gerçekçi ol, imkansızı iste: Yani, bir yandan bu modelle çalışan araştırmacılar sakatlığın temelde emeğin kapitalist örgütlenmesinin sonucu olduğunu öne sürerken, öte yandan sakatlar öz-örgütlenmeleriyle, istihdamdan eğitime, sistemin ürettiği “engellerin kaldırılmasını” talep ediyorlar; sakatlık mücadelesinin “büyük fikri” diye anılacak bu model devlet politikalarına müdahaleden bilinç yükseltmeye birçok alanda etkili oluyor. Oliver, Tony Blair’in İşçi Partisi hükümetinin hedefinin “insanların potansiyellerini gerçekleştirmelerini önleyen engelleri kaldırmak” olduğunu söylediği bir alıntıyla başladığı 2000’lerdeki bir yazısında, önceden modele sonuna dek karşı çıkmış birçok devlet kurumu, örgüt ve kişinin 90’larla beraber onu sömürgeleştirdiğine değiniyor.

Gerçekten de, refah rejiminin dönüşümü, sosyal hakların çalışmaya endekslenmesiyle beraber neoliberal politikalar sakatların kazanılmış haklarına bir dizi müdahale içeriyorken (bunları ABD’den Slovakya’ya, İngiltere’den İspanya’ya bir dizi sakat hareketinin mücadele gündemlerinden takip etmek mümkün) şaşırtıcı gelebilir, siyasetçi demeçlerinden yasalara, yukarıdan sakatlık söylemlerinde engellileri anaakım topluma (emek piyasasına) dahil etmenin öneminin vurgulanması, genel olarak bir “engelleri kaldırmaya” yönelme söz konusu. Sakatlık çalışmalarından bir araştırmacı bir Dünya Bankası metninde dahi (ki bu kurumun ürettiği politikaların nüfusun genelinin esenliği için ne ifade ettiğini biliyoruz), medikal modelin açıkça reddedilerek sosyal modelin benimsendiğini, sakatların bağımsızlığı ve içerilmesinin elzem olduğunun savunulduğunu belirtiyor (McRuer).

Türkiye’deki sakatlık politikalarının bu tabloyu nasıl ve ne ölçüde yinelediği tartışma konusu olsun. Fakat şimdiden şunu söyleyebiliriz, toplumsal mücadelelerin ürettiği fikirlerin başka coğrafyalardaki mücadelelere doğrudan ithalini Türkiye’deki sakat örgütlerinde de görebiliyorsak da (son zamanlardan, “biz olmadan bizim adımıza asla”), “tertiplendiği” biçimiyle sosyal modelin sakat örgütleri için dışarıdan müdahaleden bağımsız, kendilerine ait bir mücadele alanı kurmakta ne kadar işlevli olacağı bir soru; zira dışarısı da sosyal (çevresel, kültürel, ekonomik) engeller yaklaşımını sakat örgütleri kadar iyi kullanabiliyor ve yeti yitiminin olumlanmaması açısından da dışarısı ile içerisi (sakat örgütleri) arasında çok bir fark yok. Benzer bir durum, Batı’da birçok kimlik hareketi metinlerini özgürleşme tahayyüllerini yeniden düşünmeye itti. Türkiye’de ise en azından bu tür bir sorgulamanın aciliyeti açısından sakatlığın “en ileride” olduğunu söyleyebiliriz! Sözün özü, “hak temelli” mücadele yaklaşımınızın da, katılım, içerilme, bağımsızlık düsturlarınızın da tereciye tere satmak misali tepeden yinelendiği durumda kendi sözünüzü nerede bulacaksınız? Burada ilk akla gelen şey, dolaşımdaki sözlerin sırf rıza üretmekte kullanıldığını, büyük oranda gerçekliğe tekabül etmeyen boş laflar olduğunu iddia etmek. Böyle bir eleştirinin olanağı genel olarak da Türkiye özelinde de ziyadesiyle mevcut. Başka bir olanak, söyleyen özne ve söylenen bağlam değiştiğinde “engelleri kaldırmanın” anlamının da değiştiğini (yukarıdaki 4 noktanın 3’ü gidiyor, 1. de bayağı bir dönüşüyor), sakatlığın değil, “engelleri aşan” bireysel olarak bağımsız sakat kurgusundaki yük olmayan sakatın içerildiğini iddia ederek sosyal modelin yedeklenmemiş (ki modeli kuranların da göz ardı ettiği) imalarını vurgulamak – çalışma değil, çalışmama; “farkı sildiği ölçüde katılım” değil, katılmama, bağımsızlık değil yeniden düşünülen bir bağımlılık hakkı gibi. Bu noktada modelin kökensel tahayyülünü unutmamak, meselesinin her zaman “gerçekçi olup, imkansızı istemek” olduğunu hatırlamak da önemli ve sakat mücadelesini bugünkü genel toplumsal muhalefete doğrudan bağlayan yer de burası.

Söylemeye gerek yok sakat bireylerin sözlerinin görünür olması kendinde çok önemli; ancak yapısı gereği kişilerin gündelik dertlerini dile getirdikleri, bireysel imkanları tartıştıkları ve bunu birbirinden ayrı mahlaslar olarak yaptıkları bir site bu “hat çizme” işine nasıl katkı sunabilir? Sonuçta aşağıda bir tartışma başladığında, engelleri kaldırmak engelleri aşmaya, her mesele gibi öz-örgütlenmenin önemi de, hak temelli yaklaşım da kişisel tercihlere dönüşebilir. Bu noktada benim aklıma gelen bir şey, hiçbir modeli/ kuramsal çerçeveyi zorunlu addetmeden, siteyi katılanların kendilerinin bu söz bolluğunun ardındaki deneyim ortaklığını vurgulayacak şekilde beraber çalışmaları. Bu ortaklığın bilgisini siteyi inceleyen çalışmalar üretiyor; bunu katılımcıların kendilerinin de üretmelerinin ise ek bir önemi var (ki kaçış yok, sosyal model de bunu olumlar).

...


*Can Evren’in tezini önceden okumamanın cezasından not olsun. Tam bu satırdan önce sosyal modelin yaygınlaşmasını onu kişisel trajedi modeline ekleyerek sağlayan ICF’nin (biyopsikososyal model) Türkiye serüveni için metne baktığımda, yazının dile getirmeye çabaladığı meselenin elbette çok daha iyi biçimde anlatıldığını gördüm (ss. 34-52).
 
Gökhan, dediğin gibi, sakatlık hareketi olsun, sakatlık konusuna odaklanan akademik çalışmalar olsun, sosyal model vb. her ne ürettiyse, bugün özgürlüğümüz için karşısına geçip mücadele ettiğimiz tüm ulusal ve uluslararası örgütlerin o üretilen sözleri alıp durmaksızın konuşmaları, bu bile, bu işte bir terslik olduğunu söylüyor bize. "Açın engellilerin önünü, fırsat verin çalışsınlar, onlar da insan" şeklinde özetleyebileceğim bu cenah sakatları anlayıp içermek ister gibi yapıyor, ama gerçekte sakatların toplumsal mücadeye girme enerjisini, sorunun adını ortaya koyarak kendi içinde çözüm yolları arama olasılığını daha ortaya çıkmadan söndürüyor.
Bunu şu örnekle ifade edebilirim belki: Sakatların çalışma yaşamına katılması konusunu ortaya koyduğumuzda herhalde buna görünürde "evet evet" demeyecek çok az insan vardır. Konuşma "fırsat verilse"den başlar, "engellilerin kendini yetiştirmesi"nden devam eder, "çalışacak engelli bulamıyoruz" aymazlığına kadar gider... Bu cenah sakatları "dert ediniyormuş" gibi görünmeye bayılırken, diğer yandan sakatların gerçek sorunları karşısında çoğu zaman duyarsız oldukları gibi, en sevdikleri istihdam konusunda bile nihai olarak ya tek bir sakat çalıştırır ya da hiç çalıştırmazlar! Ama yineliyelim, bu kişi-kurumlar sakatların sorunları dendiğinde sosyal modelin neredeyse tüm argümanlarını- bilerek ya da bilmeyerek- dillendirmeye bayılırlar. Bence bu durum, ortada önemli bir terslik olduğunu açıkça gösteriyor!..

Yani, yazıda dendiği gibi, "çalışma değil, çalışmama; 'farkı sildiği ölçüde katılım' değil, katılmama, bağımsızlık değil yeniden düşünülen bir bağımlılık hakkı gibi" yeni sözlerle ortaya çıkmamız ve bizi neyin, hangi toplumsal/kurumsal söz ve icraatların dibe çektiği konusunda tetikte olmamız gerek. Ve yine yazıda dendiği gibi, kendimizi ille de bir Modelin sınırlarına hapsetmemize gerek yok. Sorun dediğimiz şey ortaya çıktığı yer ve zamanda anlam kazanır ve o soruna karşı üretilecek çözüm de söylenecek söz de yine o yer ve zamanda ortaya çıkıp iş görür. Elde sihirli şablon-modeller yok. Temel kural belli: ne bedenlerimiz eksik ya da bozuk ne de performanslarımız! Bozuk olan bu düzen! Ve bizlerin mutlu olacağı bir yaşamın herkes için mutluluk getireceğinden kuşkumuz yok.
 
Engelli hayat bilindiği gibi daha doğrusu birçoğumuzun bildiği Adam süresine kadar iner Harun' un soyuna ve Kabilin soyuna, Abi Harun ve Kardeş Kabil, Bir Engellinin Adam olması bu kardeşlerin kaderine bağlanmıştır.
Bir tarafta Tıp bir tarafta Hukuk, Tıp Engelliler için biz olmasaydık siz ne yapacaksınız, Hukuk ise birdaha şerefsizlik yaparsan seni doğru codek e tıkarım gözlerin dünyayı bonbok görür.
Sakatlık nasıl oluşur Kaybetmek ve tekrar Kazanmak yeniden ele geçirmek
Ben sonradan Engelli biri olarak, bu konudaki duyguları mı paylaşacağım, Malül diye tanımladığımız Anasırından olan doğuştan olan Engelliler vardır, bunlar Annenin Babanın oymakları ( ihmal) sonucu olur, Sonradan olan Engellilik daha çok bir kaza ve genetik sonucu oluşur.
Engelli özgür ve bağımsız değilse o Engelli bakıma muhtaç bir konum dadır, Özgürlük ve bağımsız sızlık Cumhuriyetin kurucusu MK AtaTürkle kazanılmış ve Türk halkına armağan edilmıştir, aynı zamanda o Laikliği gençlere emanet etmiştir. Yani bir çok sonradan engelli olan esrarkedeşlerim ( arkadaşlar) hayata sımsıkı sıkı sarıl mışlar ve muhafak ( başarılı) olmuşlardır.
Engellileri hayata kazandırmak gerekir, tabiki bir Engelli olarak olmazsa olmazlarımdandır, Bunu öncelikle Devletin çeşitli kurumlarında belli bir gözetim ve denetleme altında yapmak gerekir, Unutmamalı Engelliler bir Devletin bacasız ( bağımsız) yerli Turistleridir,
Engellilerin yapabilecekleri işler fazla hareketli ve ağır tip işler olmamalıdır, kimin umrunda Kabilin yaşam mücadelesi vermeside, hiç bir Müslüman Kabili sevmez, Acı çekmektense Atı vurmak en doğrusu Gringo, Engellileri Etik yaşantılarına dahil etmeliyiz, Düğünlere, cenazelere, Derneklere Askeri Müzelere, Toplumun bir çok alanlarında Spor ve Gösteri merkezlerinde görmeliyiz,
Engellilerin çalışması adeta bir Joker olmalı, Müdür olmalı, Engellilere yapılan saygısızlık Devletimizin acizliğidir, hukuksuzluğudur, Engelliler profosyönel spora teşvik edilmeli, Tiyatroculuğa teşvik edilmeli, Engellilerden yazarlar ve Bilgisayar proğramcıları olmalı
Selamınaleyküm ( seninle alay eden kim)
 
toplumu ve duzeni surekli suclamagi dogru bulmuyorum,sonuc olarak bizde bu toplumun bi parcasiyiz,duzgun gitmeyen bi seyler varsa bu suclamakla hall olmaz,insanlari fazla kinamayin,evinde engelli olmayan,bu konuda bilgisi olmayan birisi engelliye nasil davranacagini nereden bilsin
 
Evinde engelli olanlar da nasıl davranacaklarını bilmiyorlar ki. Toplum olarak ötekileştirmeyi, dışlamayı, '' o benden sen ondansın '' demeyi çok seviyoruz. Bu da ötekileşenleri toplumdan, toplumu da ötekileşenlerden uzaklaştırıyor. Halbuki bir insan toplum yararına bir uğraş verirse benliğini gerçekleştirebilir. ( Bunu Adler isminde bir psikoloji uzmanı kitabında yazmış). Yani engelliler toplumdan uzaklaştıkça hem topluma hem de kendine zararı oluyor. Bunu devlet daha iyi anlamalı ve topluma yaymalı. Hem bireysel olarak hem de toplumsal olarak ötekileştirilmekten vazgeçilmeli. Bu bence kitapla olur, kalemle olur, basınla, medyayla olur. Bunlara ise gayet tabii devlet yön verebilir.

Kendi kabına çekilmiş, çalışmayan, soyutlanmış, görülmeyen, dolayısıyla yararı da olmayan bir insan hem devlete hem de kendine zarar verir. Engelliler bunu hak etmiyor. Bunu hiçbir insan hak etmiyor. Engellileri insanlıktan anlamayan, toplumun çıkarını düşünmeyen özel şirketlerin ellerine bırakmak Türk devletine yakışmayan bir şeydir. Dolayısıyla yapılan iyiliklerin yanında toplumda düşünsel bir kalkınma yıllar alan bir mücadele olsa da gerçekleştirilmelidir.
 
sakat sakat diye diye kafadan sakat olur insan... Birine 40 gün deli dersen deli olurmuş...

bırakın bu sakat kelimesini, yazık etmeyin beyninize..

özel güzel insanlara bin selam ...
 
Üst Alt