Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Siyasi bir Mesele Olarak Engellilik: Geçim Derdi ve Özür Oranı [Tartışma]

volkan.yilmaz

Yeni Üye
Üyelik
9 Mar 2009
Konular
5
Mesajlar
46
Reaksiyonlar
0
Volkan Yılmaz

Bundan iki yıl önce, Engelliler.biz forumunun kurucusu Oturanboğa’nın ve sizlerin katkı verdiği bu forumun varlığının verdiği güçle yüksek lisans çalışmamı Boğaziçi Üniversitesi’nde engelliler ve sosyal politika meselesi üzerine bir araştırma ile tamamlamaya karar vermiştim. Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu dâhilinde gelir desteği (sosyal yardım/primsiz ödemeler) ve istihdam politikaları üzerinde halihazırda kafa yorduğum bir dönemdi. Ben de bir yıl boyunca bu iki meseleyi birarada düşünmeye çalıştım.

Böyle bir işe giriştiğimi üniversitede eşe dosta açmaya başladıktan sonra yüzüme ilk çarpan soru engelliliğin neresinin siyasî bir mesele olduğu sorusu oldu. Ardından diğerleri geldi: Neydi beni engellilik üzerine çalışmaya iten, “yüce gönüllülüğüm” mü? Bir de AKP engellilere yönelik sosyal politikaları halletmemiş miydi zaten? Araştırmam dâhilinde farklı devlet kurumlarının temsilcileri ile mülakatlar yapmaya başladığımda bu tür sorular daha da ayyuka çıkmıştı. Önemli bir kamu kurumunun engellilere yönelik hizmet veren bir dairesinin başında bulunan üst düzey bir idare amirinin bana büyük bir hayretle sorduğu soruyu hiç unutmadım, beraber gülümseyelim: Gerçekten İstanbul’dan Ankara’ya engelliler ve sosyal politika alanında bir araştırma yapmak için mi gelmiştim? Başka bir amacım yoktu yani? Ne yalan söyleyeyim, insanlar arasında bir ilişki tarzı olarak yüce gönüllülükten pek hazzetmem. Toplumsal eşitliği ideal kabul eden herkes gibi benim de engellilerin ve sorunlarının siyasî alanın dışına itilmeleri ile ciddi bir derdim var. Evet, AKP sosyal politika özelinde bu alanda önemli adımlar atmıştı. Ama tabii ki engelliler ve sosyal politika alanında söylenecek söz bitmemişti; aksine söz söylenecek alan yeni açılmıştı. Bir de tabii, evet, Ankara’ya da sadece araştırmamı yapmak için gitmiştim. Neyse ki engellilere yönelik hizmetleri koordine etmekle görevli ama yaptığım işin İstanbul’dan Ankara’ya gelmeye değmeyecek derecede önemsiz olduğunu düşünen biri de değildim.

Sanıyorum tüm bu sorular ve kuşkular engellilik meselesinin akademide, siyasette ve kamu kurumlarında hâla “yeterince” siyasî ve önemli bir mesele olarak görülmediğine işaret ediyor. Hakkını teslim etmek lâzım, Lokman Ayva sayesinde AKP engellilere yönelik sosyal politikalar alanında kendisinden önceki iktidarlara oranla (bazen de geçmiş iktidarların başlattıkları ama düzgün işletemedikleri istihdam kotası ve 2022 maaşı gibi politikaları işler kılarak) çok önemli adımlar attı. Bunu söylemek, sorunlar bitti, tabii ki AKP’nin bu alanda her attığı adım çok faydalıdır demek değil. Meseleyi şöyle özetlemeye çalışayım. Türkiye’de sosyal politikanın tarihi koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi denmesinin tarihidir. Bu durumun AKP ve engellilere yönelik sosyal politikalar için daha da fazla geçerli olduğunu düşünüyorum. Keçiyi bile bulamazken, keçiyle karşılaşınca merhaba Abdurrahman bey demek çok doğaldır. Fakat sizler, bizler ve engelli hareketi AKP’nin engellilere yönelik sosyal politikalarının açtığı alanı daha eşitlikçi bir sosyal politikanın inşası için kullanamazsak, üzgünüm bence koyun hiç gelmeyecek. Üstüne üstlük AKP’nin getirdiği keçi de zamanla kaçabilir.

Biliyorsunuz, keçinin yavaş yavaş uzaklaşmaya başladığına dair emareler de geliyor. Bu emarelerin en önemlilerinden biri olan özürlülük oranı hesaplamalarında yapılan değişiklik. Bu değişiklikle ne olduğunu kısaca özetlemek gerekirse, özürlülük oranına dair süreç şöyle işledi. AKP döneminden önce de Türkiye’de birinin engellilere sağlanan hak ve muafiyetlerden yararlanabilmesi için bu kişinin yüzde 40 ve üzeri özür derecesini gösterir bir Sağlık Kurulu raporu alması gerekiyordu. AKP’yle beraber Özürlüler Yasası bir yandan engellilere sağlanan hakları genişletirken, bir yandan da kimlerin yasal olarak engelli sayılacağını önemli ölçüde daraltan bir değişikliğe sessizce izin verdi. Önce Özürlüler Yasası içerisinde Fonksiyonlara Göre Uluslararası Sınıflama Sistemi (ICF) kabul edildi ve ardından 2006 yılında “Özürlülük Ölçütü, Sınıflandırması ve Özürlülere Verilecek Sağlık Raporları Hakkında Yönetmelik”in yayınlandı. Bu değişiklik sonucunda sağlık kurullarında doktorların kullandığı özür derecesi hesaplama formülü değişti. Doktorların bu raporların verilmesinde tek görevleri yönetmelikle kendilerine verilen hesaplama formülünü uygulamak. Dolayısıyla onların da yapacakları pek bir şey yoktu. Böylece, geçmişte yüzde 40 ve üzeri rapor almaya imkân veren sakatlıklar artık bu oranda rapor almaya yetmez oldu. Dolayısıyla hukuken engelli olabilmek ve engellilere sağlanan hak ve muafiyetlere erişmek zorlaştı. Başka bir deyişle, hukukun tanıdığı engellilik, yaşanan engelliliğin daha da dar bir kısmını kapsar hâle geldi. Bunun sonucunda da bir sürü hakkı yenen arkadaş şaşkınlık ve kızgınlıkla söylenmeye başladılar: “Vay be! Meğer engelli değilmişiz!”

Değişikliğin ilk sonucu sağlık raporuna yeni başvuracak engelli arkadaşların yeni özür derecesi hesaplama formülüne tabi olmaları oldu. İşleri geçmişe oranla daha zordu, rapor almak aslanın ağzından midesine çoktan inmişti artık. Değişikliğin ikinci ve Türkiye’ye has sonucu ise tam bir hukuksuzluk örneği oldu. Türkiye’de engelliler yıllardır sakatlıklarında bir değişiklik olabilirmiş gibi her sene ve her yeni başvuracakları hak ve muafiyette yeni bir sağlık raporu almaya yıllardan beri mahkum edilmişlerdi. Bu yönetmelik ise çeşitli kamu kurumlarındaki işgüzâr kamu görevlilerine devletin âli menfaatlerini bir kez daha yurttaşların aleyine korumaya soyunma şansı verdi. 2007 yılında dönemin Maliye Bakanı Unakıtan, aslında eli sıkı olduğunu ama engellilere kesenin ağzını açtıklarını duyurmuştu. Fakat Bakanlığı açılan kesenin ağzını ne kadar kısabileceklerinin hesabına girmişti. Zaten bazı kamu görevlileri de söylenmeye başlamışlardı, “onlardan sağlam adamlar devletten bedavadan maaş alıyordu.” “Gerçek hakedenlere” devletimiz kol kanat gerecekti de, devletin malı da deniz değildi hani, “haksız” para alanlara da bir dur denecekti artık.

Bu bakış açısıyla, çeşitli kamu kurumları yeni yürürlüğe giren özür derecesini hesaplama formülünü engellilerin senelik rapor yenileme maratonunun parçası haline getirdi. Yeni formül hukuksuzca geriye doğru işletilmeye başlatıldı (modern hukukun temellerinden biri: yeni kanun çıkınca, kanunun çıkma tarihinden önce edinilmiş haklara dokunulmaz). Engelli arkadaşlar tarafından Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerden alınan özürlülük raporları, Maliye Bakanlığı’nda kurulan bilimsel (!) komisyonda yeniden değerlendirmeye tabi tutuldu ve bu değerlendirmede bir çok engellinin özür derecesi düşürüldü. Sonuç ise daha önce yüzde 40 ve üzeri özür derecesi gösterir raporları olan engellilerin eski raporlarının iptal edilmesi ve yüzde 40’ın altında sakatlık gösteren raporlarla yenilenmesi oldu. Ez cümle, özür oranı düşürülen bu arkadaşlara devlet “sana 2022 maaşı yok,” “evde bakıma ihtiyacın yok,” “işe girmene yardımcı olamam,” ve “vergi indirimi yapamam” demiş oldu.

Peki devletle engelli bireyler arasında ve engelli bireylerin kendi arasında bu kadar merkezî bir yer tutan özür oranı ne menem bir şeydir? Nereden çıkmıştır? “Sakat Devlet” (The Disabled State) kitabının yazarı siyaset bilimi profesörü Deborah Stone, özür oranın ve hukukî bir engelli tanımının ortaya çıkışını II. Dünya Savaşı sonrasında büyük oranda Batı Avrupa’da ortaya çıkan (kapitalist) refah devletlerinin (bugün sosyal devlet olarak da bildiğimiz) gelişimine bağlıyor. Kapitalizm en genel anlamıyla toplumun menkule ve gayrimenkule sahip olmayan çoğunluğuna “çalışmayana ekmek yok” dendiği bir iktisadî ve toplumsal sistem. Örneğin, kapitalist Nazi Almanyası “işe yaramadıkları” ve “Aryan ırkını kirlettikleri” için engellileri eşcinseller, sosyalistler ve Yahudilerle birlikte toplu kıyımlara maruz bırakmışlardı. Profesör Stone’un hukukî engellilik tanımının ortaya çıktığını belirttiği refah devletleri dönemi ise kapitalizmin kanlı tarihindeki belki de tek insanî bir yaşamın tesis edildiği söyleyebileceğimiz bir dönem. Bu dönemde dâhi, refah devletleri engellileri “bedensel ve ruhsal eksiklikleri” dolayısıyla çalışamayacak durumda olan ve korunması gereken bir toplumsal kesim olarak kabul ettiler. “Engelliliğin” hukukî bir tanımı yapıldı. Bu tanım içerisine giren bireyler ise devlet tarafından aktif olarak “koruma” altına alınmaya başlandılar. Yani engellilik bireylere belirli yurttaşlık sorumluluklarından muafiyet (örn. vergi ya da askerlik) ve diğer yurttaşlardan farklı belirli haklara erişim (örn. gelir desteği) sağlayan bir statü haline dönüştü. Bu statünün en olumlu yanı şu oldu, engellilere yönelik gelir desteği programları başlatıldı. Asgari ücrete yakın kimi zaman asgari ücret düzeyinde olan bu maaşlar sayesinde, engelliler toplumun çoğunluğundan farklı olarak çalışmak zorunda olmadan asgari ihtiyaçlarına erişebilmeye başladılar. Tabii ki, çalışmak zorunda olmadan, temel ihtiyaçlarına erişebilmek sakatların bu dönemde istihdama katılmak istedikleri durumda ciddi bir ayrımcılığa maruz kalmadıkları anlamına gelmiyor. Ama gelir desteği politikaları ile birlikte, engelliler arasındaki yaygın gelir yoksulluğu giderilmeye başlandı.

Fakat işin içine “çalışmadan alınan” bir para girmişti bir kere. Daha önce söylediğim gibi, kapitalizm “çalışmayana ekmek yok” sistemidir. Sosyal devlet ise basbayağı çalışmayana ekmek dağıtmaya başlamıştı. İşte bu noktada bugün hayatımızın parçası olan “özür oranı,” çalışamayacak durumda olanla (“gerçek” engelli ve ihtiyaç sahibi kastediliyor) aslında çalışabilecek durumda olan ama maaş almaya çalışan insanları (“beleşçi” vb. kastediliyor) ayırt etmek için icat olundu. “Sapla samanı” ayırt etme görevi ise doktorların üzerine yıkıldı. Profesör Stone dönemin hekim örgütlerinin böyle bir ayrımın bilimsel temeli olmadığını ve doktorların bu işi nasıl yapacaklarını bilmediklerini ısrarla söylediklerini anlatıyor. Ama ne oldu? Olmayan bir şeyi tarihte kırk defa söylerseniz gerçek olur. Özür oranı “gerçek” oldu. Tıp doktorları Sağlık Kurullarında kamu maliyesini bekler oldular ve hak dağıtımı musluğunun başına oturtuldular. Yaşamlarını idame ettirmeleri için haklarını arayan engelli bireyler ise özür oranlarını Can Evren’in dediği gibi “merhaba” gibi kullanmaya başladılar (bkz: http://www.engelliler.biz/forum/ayr...lletme-dusu-ya-da-dus-kirikligi-tartisma.html). Oranları düşürülünce doktorları baş suçlu olarak görür oldular.

Bugün Türkiye’deki özür oranı tartışmasının temelinde geçim derdi yatıyor. Kimin devletten düzenli bir maaş alacağını tartışıyoruz. Bu tartışma süregiderken, hep birlikte yapabileceğimiz en büyük aptallığın birbirimize düşmek olduğunu düşünüyorum. Koskoca engelli örgütlerinin temsilcilerinden bile ileri derecede şeker ya da kanser hastası olanların aslında “engelli olmadıklarını” duyar olduk. Bir “gerçek” engelli arayışıdır aldı başını gitti. Şimdi bacağı ampüte engelliyle ağır kanser hastasını mı karşı karşıya getirip kim “gerçek” engelli diye mi soracağız? Devletin bütçesini korumak Maliye Bakanlığı’ndan sonra bizlere ve engelli örgütlerine de mi düşmeye başladı? Devletin yeterli kaynağı var. Bu kaynağın adil dağıtılması için, engelliliği dolayısıyla karşı karşıya kaldığı iktisadî dezavantajları yaşamında hisseden herkesi hukukî engellilik tanımın içine yeniden sokmak için uğraşmalıyız. Maaşa ulaşma sürecinin işkence olmaktan çıkması için çalışmalıyız. İnsanca yaşama imkân verecek düzenli bir geliri önce işsizliğe ve ayrımcılığa daha çok maruz kalan tüm engelliler için, sonra herkes için sağlanmasını savunmalıyız. Keçileri hep beraber kaçırmamak için.
 
Bu güzel yazıya kimse cevap yazmamış, sanırım engelli kardeşlerim 3 satırdan uzun metinleri okumaz oldular, yada 80 sonrası darbenin apolitikleşen toplumunun bir parçası olmaktan ötürü bu konuya ilgisiz kaldırlar.

Öncelikle tespitleriniz için teşekkür ederim ancak eklemem gereken bir kaç husus var.

1- AKP nin sosyal yaklaşımlarını takdir ediyoruz ancak unutulmamalıki bu sosyal yaklaşımlar seçim döneminde oy deposu olarak tehditle yönlendirilmekte ve başka partiler iktidara gelince bu sosyal yardımların kesileceği vurgulanmaktadır.

2- AKP onbinlerce engelli kadrosunu aynı kapitalist gerekçe ile boş tutmaktadır, basit bir hesapla bir memurun aylık maliyeti 2.000 TL ama aynı memura sen git evde otur çalışmadan ben sana 200 TL vereyim dediğinizde ise devlet her ay 1800 TL kara geçmektedir, dolayısıyla istihdam politikaları hukuksuz ve samimiyetsizdir.

3- Sizinde bahsettiğiniz sağlık raporları ile ilgili konu ise tam bir skandaldır, gerçek engellileri tespit etmeleri gerekirken ağır özürlülere bile senin bişeyin yok dedirten devlet doktor ile engelliyi karşı karşıya getirmektedir, ancak tanıdığım doktorlar bunun saçmalıktan öte bir durum olduğunu ve hekimliğin ayaklar altına aldırıldığını, mailye müfettişi gibi hareket edilmeye zorlandıklarını belirtiyor.

4- Nazi katliamında engelliler gaz odalarında yok edilirken, 2011 Türkiyesinde AKP tarafından masabaşı oyunları ile hakları alalen yok edilmekte, en iyi engelli devletten dilenen engellidir mantığı ile bir dikta rejiminin modern uyarmasını halka yutturmaktadır.

5- Bu sorunların çözümü için parlamentoya 50 Engelli milletvekili ile girmek gereklidir ama şu an için bu bir hayaldir...
 
akademisyen sosyologumuz iyi bi yazi yazmis parmak basip arastiricak ama
engelli soylemleri engelli hakliligi engelli icin calismayi akpnin marifeti olmadigi AB hulyalari ve onun dayatilmasi sonucu oldugu gozardi edilmemeli
bundan anlasilan tabi raporlarda oranlar dusurulmezse akp tarafindan nasi =engelliye hizmet goturduk engelli haklarina hizmet ettik= denirmis:)
 
Selamlar Shukufe,

Ben raporda oranlar düşürülmeseydi sorun yok demedim ki. Sana sıkıcı sosyal bilimci cevabı vereyim: onlar da başka yazıların konusu :)

Sevgiler.
 
Arkadaş çok sağolasın bizleri düşünüp bir yazı yazmışsın!
Ama ben işin içinde birebir yaşayanlar tarafından izah edilmesi ve tespit yapılması taraftarıyım.
Şimdi düşünün adam bir cetvel çıkarmış adı baltazar!
Belki faydalı bir cetvel. Tabiki de çakma engelliler bi şekilde ayıklanmalı...
Ama siz o cetveli yaparken bir amputeyi o oranı belirlerken dinlemezseniz. Adaletsizlik yapmış olursunuz. Mağdur etmiş olursunuz.
Nitekim %40 ın altında oran vermişler. Bacağı olmayan bir adama protez yaptırmıyorsun. Bide üstüne normal fiziksel aktivitesi olan adam statüsüne sokuyorsun.
Dediğim gibi Ayva görme özürlü ne anlar bedensel özürlünün ihtiyaçlarından haklarından.. Bakın bir engelli bile bir başka engel sahibi arkadaşını anlıyamıyor. Hatta öz ananız babanız bile anlıyamaz.

Bu adaletsizlik ve eşitsizlik ancak şu şekilde çözüme kavuşabilir;
Ülkenin Vatandaşlarının genel bir fizibilitesi yapılır. Bedensel engeli varmı yok mu? Var sa hangi özür durumunda?
Hatta bu normal vatandaş içinde böyle olmalıdır. Sonuçta herkesin bir e-devleti var.:) Kİşisel bilgileri doldurdursun.
Sonra bir tıkla bütün verileri alırsın!
Sonra ki adım Kardeşim bizim maliye bütçemiz şudur dersin!
Atıyorum %7 bedensel, %2 görme v.b. gibi bunlara göre kaynağı dağıtırsın. Yoksa yapılan uygulama başkasının hakkı olan kaynağı başkasına aktarmaktan hırsızlıktan başka bir şey değildir.
Nitekim benim hakkım olan hakkıyla yapılmayan protez ödemesi fuzuli kaldırım, yol yapımı, bürokratların cırağan sarayında bilmem ne daveti olarak çarcur edilmesidir.
 
teşekkür edrim

volkan.yilmaz;

Sürekli söylemek istedigim şeyleri böylesine güzel bir şekilde toparlayıp dile getirdiginiz için tekrar teşekkür ederim.
Bizim düşündügümüz ama kelimelere dökemedigimiz sorunları sizin gibi arkadaşlarımızın daha fazla ilgilenerek gündeme getirmesini dilerim.
 
sevgili saww ve remzi71,

yazıyı beğenmenize sevindim. saww, kesinlikle ben de senin söylediğin gibi "işin içinde birebir yaşayanlar tarafından izah edilmesi taraftarıyım". sadece küçük bir katkı benimkisi, sizin yerinize söz almak haddim değil kesinlikle.

iyi geceler.
 
AKP'nin sosyal politikası olan bir parti olduğunu söylemek bir yanıyla doğru olsa da (bir çok maddi aktarımlar sağladı), gerek süreçlere sakatları dahil etmemesi, gerek verilen hakların bir "hak" değil "yardım" mantığıyla dağıtılması, gerek haklara erişimin akıl almaz zor, bıktırıcı ve aşağılayıcı süreçlerle verilmesi ve gerekse de konuya dair eleştiri ve önerilere tümden kulak tıkanması göz önüne alındığında aslında ortada hak temelli bir sosyal politika olmadığı görülür.
Bu yazdığım iddia o kadar nettir ki ve her aşamasında o kadar kendini ıspat etmektedir ki, pastanın büyütülmesine rağmen AKP için "sosyal politikası neoliberal emsallerinin kötü bir kopyası" demek benim için zor değil. Bu konu ayrı bir tartışma konusu olabilir...

Burada Volkan'ın yazdığı sınırlarda kalarak tartışmak istiyorum... Özellikle yazdığı son paragraftaki şu ifadeler çok anlamlı ve güçlü:
"Bugün Türkiye’deki özür oranı tartışmasının temelinde geçim derdi yatıyor. Kimin devletten düzenli bir maaş alacağını tartışıyoruz. Bu tartışma süregiderken, hep birlikte yapabileceğimiz en büyük aptallığın birbirimize düşmek olduğunu düşünüyorum. Koskoca engelli örgütlerinin temsilcilerinden bile ileri derecede şeker ya da kanser hastası olanların aslında “engelli olmadıklarını” duyar olduk. Bir “gerçek” engelli arayışıdır aldı başını gitti. Şimdi bacağı ampüte engelliyle ağır kanser hastasını mı karşı karşıya getirip kim “gerçek” engelli diye mi soracağız?"

"Devletin bütçesini korumak Maliye Bakanlığı’ndan sonra bizlere ve engelli örgütlerine de mi düşmeye başladı? Devletin yeterli kaynağı var. Bu kaynağın adil dağıtılması için, engelliliği dolayısıyla karşı karşıya kaldığı iktisadî dezavantajları yaşamında hisseden herkesi hukukî engellilik tanımın içine yeniden sokmak için uğraşmalıyız. Maaşa ulaşma sürecinin işkence olmaktan çıkması için çalışmalıyız. İnsanca yaşama imkân verecek düzenli bir geliri önce işsizliğe ve ayrımcılığa daha çok maruz kalan tüm engelliler için, sonra herkes için sağlanmasını savunmalıyız. Keçileri hep beraber kaçırmamak için."
Evet, sahiden de yapabileceğimiz en aptalca şeyi yapıyoruz bir süredir. Kim ne kadar sakat, kim neyi ne kadar hak ediyor, kim sahtekar, kim gerçek sakat!.. Bu tuzağa düşünce, devletin ağzıyla mantık yürütüp konuşmaya ve aynı dertten muzdarip insalarla birlikte mücadele edeceğimize birbirimize düşmeye başlıyoruz. Dezavantajlılığı yaratan şey sakatlık değil. Bunu aklımızdan çıkarmayalım! Dezavantajlılığı yaratan şey sakatların sakat oldukları için ayrımcılığa uğrayıp yaşamın her alanından dışlanması ve sürekli mağdur hale itilip orada tutulması. Bizler sakat olmayanların uydurduğu sakatlık cetvellerine bakıp onların ağzıyla konuştukça, odaklanmamız gereken toplumsal kurgular ve dışlayıcı mekanizmaları bir yana bırakıyor ve sorumlu bunlar değilmiş gibi, uyduruktan cetvelde yüzde bilmem kaç oranı olmayanların sakat olup olmadığının kavgasına giriyoruz. Sonra utanmadan birbirimize bakıp, "sen sakat değilsin, pis beleşçi" deyiveriyoruz!
Oysa, cetvel denen o hilkat garibesinde %10 oran verilen bir çok durumdaki arkadaşımız en baba sakatın uğradığı ayrımcılığın daniskasını yaşıyor her gün dışarda. Ve biz bu ayrımcılığa lanet okuyup o kişi ile yoldaşlık edeceğimize, bizi mağdur eden sistemin emirerliğini yapıyoruz fark etmeden!

Devlet denen mekanizma, sözüm ona coğrafyasında yaşayan insanların adil bir şekilde zenginlikleri paylaşmasını ve barış içinde yaşamasını vaadeder. Vaadeder ama, aslında bu vaadini tutmaz. Her zaman işte böyle böler insanları, birbirine düşürür, kendine esir eder ve aradan sıyrılıp kendini varetmeye devam eder. Bize düşen şey onu korumak değildir! Bize düşen şey, o düzeni sarsmak, gerçekten adil bir düzenin ve paylaşımın sağlanması için baskı oluşturmaktır. Ayrımcılığı yaratan ve yaşatan sistemi deşifre etmek, dezavantajlı hale sokulan gruplar ile yoldaşlık edip omuz omuza mücadele vermek ve hayvanlarından insanlarına, taşlarından ağaçlarına, göllerinden nehirlerine, havasından toprağına kadar her şeyine sahip çıkmaktır. Yüzde 10 rapor verilen insanı dışlamak ya da sistem tarafından dışlanmasını vazetmek değil bizim işimiz. Bizim işimiz o adama sahip çıkmaktır. İnsanca yaşamak adına ve daha da önemlisi, akşam aynaya bakabilmek adına başka yolumuz da yoktur.
 
PARLEMENTODA AYVA TELEVİZYONDA ŞENTÜRK

lokman ayva parlementoda, lokman ayvayı oraya onu kim ne için getirdi ? tabiki hepimiz biliyoruz. akp nin politik oyunu. halka bakın parlementoda engelli vekilimiz var biz engellilerle bile yakından ilgiliyiz süsü yaratmak için.

metin şentürk ü var akp nin halka yakından daha şirin gözükmek için ora senin bura benim akp kucağında gezdiriyor metini. metin daha önceleri derneklerin para babalarından baaş dilendiğindiği yardım gecelerinde şenleşirdi.

engelli başketçiler halka engelliler hep yaşama sevinci içinde sportif sağlıklı gibi gösteriliyor. devlet destek verdi engelliler kazandı diyerek 10 a yakın basketçi engelliyi haber yapıyorlar,

BİR AYVAMIZ,BİR ŞENTÜRKÜMÜZ,BİRDE ARADA BAŞARI ÖYKÜSÜ GİBİ ENGELLİ BASKETÇİLERİZ VAR. BUNLAR VAR OLUNCA SORUNLARIMIZ ÇÖZÜLMÜŞ OLMUYOR. GÖZ BOYAMA İŞTE.

engellilere öyle kolay kolay maaş bağlanmıyor biliyorsunuz. vergi indirimi veya sosyal yardımda her engelliye yapılmıyor. bunların yapılması için açlık sınırının altında yaşaman gerekiyor. bu kapitalist sömürü sistemi ve akp hükmetme partisi bunu dayatıyor. şöyleki siz engelli oldunuz %50 sakat at sınız. engelli maaşı için başvurdunuz sizden ekonomik ve mülki haritanız isteniyor. baştan söyliyeyim üzerinize ev araba arazi varsa vermiyorlar. bunla bitmiyor tabi yaşadığınız ailede kişi başına 280 tl den fazla gelir giriyorsa yine vermiyorlar. bu maaşları alan çoğu arkadaşlarda usulu bozup kendini kirada başka adresde bir babasıyla yada annesiyle yaşıyor göstererek alıyor yardımı, yada eve gelir getirenlerin ikameti değiştiriliyor. yani bu sistem lütfedip cup maaşı pişirip ağzına düşürmüyor. evde bakım ve sağlık güvence kartı alımı içinde bunlar geçerli. ayrıca bir not düşeyim. evde bakım parasını TC VE AKP DEİL avrupa sosyal fonu ödüyor haberiniz ola. dul ve yetim maaşının oranını bile avrupaya uyum yasaları paketlerinin dayatmasıyla aylık 280 in üstüne çıkmayacak şekilde ayarladılar.

ENGELLİNİN HUKUKU.

engelliler ne örgütlü nede örgütsüz, ne bireyysel nede kurumsal, hak arama yoluna gitmiyorlar. engellinin hukiki reçetesi berbat. zaten sistem aiylenin çevrenin insafına bırakmış engelliyi, atmış aiylelerin üstüne, özellikle ofluları. engelliyi aiylesine bile dilenci yapmış bu sistem. sandelyeli bir engelli 10 basamak inmek için birilerininn yardımına muhtaç. birbardak suyu gönüllü yada gönülsüz verecek insanlara muhtaç. engelli uslu uysal şirin efendi olmak zorunda. birkap yemek için kuyruk sallayıp sırnaşmak zorunda. dışardan bakınca gözükmüyor güründüğü gibi deyil engellinin hukuku. tek başına sinip gizlenmekten başka birşey yapmıyor engelli. bu yarı köylü geleneği kültürüyle yaşayan toplum engellinin yanında durup engellisini sahiplenip, engelinin omzuna dost eli atmıyor. engellinin başını okşuyor. çünkü engelli yarım çeyrek insan, iş gücü zayıf , çalışma yaşamı adli, wizyonu düşük, yani engelli kendi merkezinden gelene hukuksuz, önce kendine saygı duyup kendini önemsemiyor, bu yüzden kendinede hukuksuz adil deil, değersiz bir başbelası sistemin ve aiylenin sırtında yük görüyor kendini. böyle gördüğünden doğru hiç bir işe kalkışmıyor.

kapitalist toplumda sistemde kapitalisttir bütün kurumlarıyla, çünkü burjuva demokrasisiyle işler, yani zenginlerin çıkarı doğrultusuyla yasalar çıkarılarak yoksul halka dikte edilir. göstermelik parlementoda eller 10 tana asalak burjuva patronun çıkarı için havaya kalkıp iner. bunun adına demokrasi denir. torba yasada engelli işçilerin patron karşısında hak idda edememesi için egelli başka ile başka fabrikaya sürülmesi için, maddeler oylanırken parlementodaki patronların kolları demokrasi adına kaldırılıp indirildi.

anayasal olarak birleşmiş milletler yasalarının geregince kamu kurunlarında resmi engelli sayısının yüzde kaçınca engelli çalıştırmak gerekiyor türkiyede ? 35 binmi? peki tc kurumlarında 6 bin engellimi çalışıyor ? 30 bini nerde ? işte engellinin hukuku anayasal hakkını bile gözetmiyor. anayasal haklarının peşine düşmüyor.

engelliler gövdesel olarak örgütlenip tc de bir arpa boyu yol alamamıştır. derneklerden vakıflardan devletten gelenleri allahtan geldi zannedip eline düşenle razı olmaktadır.yetmediği yerde ağlıyarak inileyerek dilenmektedir, devletten nemalanarak susanlara hiç girmeyim.

VOLKAN ARAŞTIRMALARIN SÜRECİNDE SANA PEK YARDIMCI OLAMADIK, KUSURA KALMA SINIFTA KALDIK BU KONUDA NOTUMUZ DÜŞÜK BİLİYORUM. sağ sağlıklı yaşayasın , bizim için böyle bir çabaya girmen gögüs kabartıcı teşekkürler.
 
Volkan eline sağlık.

Ben de yazıda kısaca değindiğin bir konuyu alıp biraz açmak istiyorum bu meseleyle. O da şu mesele: "AKP'den önce özürlü politikası yoktu" sözü. Son 7-8 yılda AKP döneminde gerçekten de bu alanda daha önceki dönemlere dair daha fazla aktivite olmuş olabilir. Ancak sinsi konum şu; "bizden önce hiç bir şey yoktu" lafı, "biz ne yaparsak meşrudur" lafına dönüşmek üzere edilen bir laf. Evet "çok şey" yapıldı ama "nasıl yapıldı" konusunu sormayı "başka türlü de yapılabilir" demeyi unutmamak lazım. "Her şey bizle başladı" lafı, diğer alternatileri dışarıda bırakmak, unutturmak üzerine edilen bir söz.

Örneğin 2005 Yılındaki Özürlüler Şurası'nda STK'lardan gelen bir eleştiri karşısında dönemin ÖZİDA başkanı'nın söylediği lafa bakın:
""Burada elbette özürlülerle ilgili her tür sorunu masaya yatıracağız, tartışacağız ve çözüm üretme gayretinde olacağız. Ben Sayın Konfederasyon Başkanımdan duyduğum sözlerden alındığımı söyleyerek söylediklerine ilave yapmak durumundayım. Ahde vefa elbette çok önemli. Biz bu ahde vefaya sahibiz. Ancak şunu belirtmek istiyorum; bunu bütün sivil toplum kuruluşlarına belirtmek istiyorum; her şey henüz yeni başladı. Kanun bunu söylüyor. Her şey henüz yeni başladı. Hiç kimse ve hiçbir kurum bugüne kadar yaptıklarının sırtına binerek kendisini yarına taşımayacak. Yarın için bugün çok çalışmak gerekiyor." (Kimin dediği, kimin eleştirdiğinden bağımsız olarak görmek için veriyorum örneği) - Yani herşeyi biz yaptık eleştirmek ayıptır, siz oturun biz doğrusunu yapacağız gibi bir sonuç çıkıyor ki bu sıkça gördüğümüz bir kalıp Türkiye'de.

Özellikle şu açıdan bakmak lazım. AKP dönemindeki özürlü politikaları övgüyle anlatırken genelde şu kalıbı kullanıyor: "gelişmiş batılı ülkelerde olduğu gibi..." Bunda bir doğruluk payı var. Volkan'ın tezinde de belirttiği gibi bugünkü Türkiye'deki özürlü politikaları dünyada da artarak yaygınlaşan "çalıştığın kadar refah" politikalarıyla parallellik gösteriyor ve dolayısıyla emek piyasasında kendine yer bulamayan sakatlar için hayat o kadar da iyimser değil. Ancak burada esas sinsi konum şu: Avrupa'da bir tarih daha var. Biz bugün doğrudan "gelişmiş batılı ülkelerin" yaptıklarını yaptığımız zaman aynı zamanda zengin bir muhalefet ve sosyal hareket tarihini de bay-pas geçmeyi istiyoruz. (yani hükümet yetkilileri tarafından böyle dillendiriliyor demek istiyorum) Örneğin Kanada-Avusturalya-İngiltere'de yazılan eleştirel yazına bakarsak genelde "kazandığımız haklarımız elden gidiyor" şeklinde bir eleştiri var bu "çalıştığın kadar refah" politikalarına karşı. Ancak burada hükümet, geçmişi bir "kara boşluk" olarak kodladığı ölçüde yaptıklarını meşrulaştırmakta ve en en en önemlisi olası bir muhalefete kapıyı kapamakta. Tabi Türkiye'deki toplumsal muhalefetin de sakatlık mevzunu ne kadar gündemine alabildiği, sakatlık üzerinden bir eleştiriye ne kadar hazır olduğu da bir o kadar önemli bir konu. Her şey yeni başlıyorsa muhalefetin de yeni başlıyor olabileceğini kabul etmek (ettirmek gerek). Birçok konuda olduğu gibi.

saygılar.
 
arkadaşlar çok güzel konulara temas etmişler tebrik ederim bende kısaca şunu söylim ben 12 yıl SGGK pirim yatırmışım bir kaza sonucu sakat kalıyorum işten çıkartılıyorum hic birşeye yaramıyo yatırdıgım pirimler düşnsenize ben kendimi bu günler için sigortalatırıyorum hemde devletin kurumuna neymiş efendim 17 yada 18 yıl beklemen grekiyomuş ozamana kadar ölmessen bişeyler yaparız der gibi tabi ogün geldigindede şu evragın eksık yok bu evragın eksik diyecekler şimdiden kestiriyorum yapacak bişey yok hayırlısı olsun:p
 
ağzına sağlık arkadaşım ben başka konuya değinecem yüzde 40 altında onabinlerce insan var ve iş konusunda ne işverenden ne devleten destek görüyorlar 1evli engeli arkadaşımızın bakmakla mükelef olduğu 3 kişi olsa bu ne demek biliyormnusun bunların çarpsan yüzbinler olur peki o inasnlar nasıl geçiniyor evlerinde nasıl huzur oatrmı var bunları gelsin araşırtsınlar benim kendi düşücnem yüzde 40 ın altında kalan engeli arkadaşlara devlet iş konusunda yeni yasa çıkarması lazım diye düşünüyorum haksızmıyım yoksa yüzde 40 olan engeli arkaşıadmız en azından özürlü istihdam larında iş buluyorlar peki barajın altında kalanl rane yapıyor üzyde 2 .veya 3 le yüedz 40 ı almayanların suçu ne beni mraporum yüzde 37 çalışıoyrum Allah ıma şükürler oslun ama iş bulup çalışamayanlar ne olacak devletin gözünde sağlam ama işveren gözünde engeli işvermiyorlar ama benim düşüncem tüm engeliler için yapılması gereken nedir onu düşünmeliyiz desemki baraj yüzde 30 çekseler bu seferde emin olunki yüzde 34 raporu olan arkadaşın raporunu yüzde 20 ye düşürürler bu sefer oranları düşürüp yine önüne engelkoyarlar jaksızmıyım Allah yardımcımız olsun arkadaşlar.
 
Can, "hükümet, geçmişi bir "kara boşluk" olarak kodladığı ölçüde yaptıklarını meşrulaştırmakta ve en en en önemlisi olası bir muhalefete kapıyı kapamakta." tespitin çok çok çok yerinde bence de. O kadar ki, bugün hükümetin herhangi bir icraatına en en en küçük bir eleştiri, hatta eleştiri de değil, en küçük bir "şöyle de olabilirdi" diye öneri getirsek, en alttaki bürokratından en tepedeki siyasetçisine kadar herkes, "bizden önce hiç bir şey yoktu, buna şükredin ve kıymetini bilin" mealinde saldırganca ve küstahça cevaplar veriyor. Evet, bu tutuma neden olan şey Türkiye'deki muhalefet şablonu ve ona karşı ortaya çıkan tepkidir, o tepkiden kaynaklı bir karşı şablon doğmuştur diyebiliriz, ama bu savunma da bizim işimiz değil. Bunlar bizi ilgilendirmiyor! Bizim işimiz bu saçma ve küstahça savunma halini deşifre etmektir, kendini düzeltip saçmalamaktan vazgeçmek de onların işidir.
Evet, iddia ediyorum, hükümetin attığı her adım istisnasız eksik veya yanlış...

Sakatlık oranlarının tespiti diyerek ortaya atılan yönetmelik ve cetveller, bu kafesin içine giren biz gönüllü sakatlar (!), kafesin içinde birbirimizi yemelerimiz... Tuzak bunlar...

Şunlara odaklanmalıyız:

1- Dezavantajlı konuma düşmemizin nedeni sakatlığımız değil, sakatlığımızı bahane ederek ya da göz ardı ederek bize karşı ayrımcı tutum içine giren devlet ve sakat olmayanlardır.
2- Bu yaratılan dezavantajlılığı göz ardı edip bedenlerimize küstahça saldıran kurum ve kişiler kendilerine baksınlar; ille de ölçüm gerekliyse, kendi sakatfobikliklerini yüzdeye vursunlar ve nefret cetvelinde %X oranında nefret suçu işleyenleri derhal tedaviye alsınlar!
3- Bu topraklar üzerinde yaşayanlar ne kadar mutsuzsa, devlet denen mekanizma da o kadar meşruiyetini yitirmiş demektir. Bizleri mutlu etmek, sözümüze kulak vermek, adaleti sağlamak, nefret suçlarının önüne geçmek, özgür bir toplum olmamızı sağlamak kimler bu vazifeyi üzerlerine almışsa onların işidir! Bi zahmet işlerini yapsınlar...

Ne sistemi savunmak ne de kafesin içinde birbirimizi yemek bizim işimiz! Kim bu sistem nedeniyle dışlanıyorsa, yerimiz onun yanıdır; muktedirlerin cetvellerinin de oranlarının da canı cehenneme! :)
 
Yazınızı çok beğendim. Araştırmışsınız, kafa yormuşsunuz, bir sürü zahmete girmişsiziniz. Elinize yüreğinize sağlık. Bu konuyla alakalı son zamanlarda okuduğum en güzel ve anlamlı yazıydı. Devletin şu an yapmaya çalıştığı şey pozitif ayrımcılık maskesi altında kaşıkla verip kepçeyle geri almaya benziyor.
 
Devletin yeterli kaynağı var. Bu kaynağın adil dağıtılması için, engelliliği dolayısıyla karşı karşıya kaldığı iktisadî dezavantajları yaşamında hisseden herkesi hukukî engellilik tanımın içine yeniden sokmak için uğraşmalıyız. Maaşa ulaşma sürecinin işkence olmaktan çıkması için çalışmalıyız. İnsanca yaşama imkân verecek düzenli bir geliri önce işsizliğe ve ayrımcılığa daha çok maruz kalan tüm engelliler için, sonra herkes için sağlanmasını savunmalıyız. Keçileri hep beraber kaçırmamak için.

belli araliklara kecilerimi kacirmaya coktaaan bashladim bile, sevgili volkan :)... kayalara tirmanip dönerler genelde ama dönmeyebilirler endishesi de gitgide büyüyor artik, hele ki yazindaki bazi hatirlatmalar eteklerimi tutushturmaya bashladi :)...

gerek senin yazini, gerekse can evren'in yazisini büyük ilgiyle ve begenerek okudugumu söyleyebilirim, emekleriniz icin cok teshekkürler... ama hani ne bileyim... önemli bi eksiklik mi celishki mi hata mi, ne oldugunu henüz cikaramadigim bishey var hissi uyandi icimde, ilk okudugum andan beri... her okumamda da kuvvetlendi bu his ama bitürlü cikaramiom... bu yüsden de yorum yazmaya cekindim shimdiye kadar... ama artik iyice icimi kemirmeye bashladi :(... keshke daha cok insan yorum yazsa, belki hep birlikte cikarirdik, ya da yanildigimi anlardim...

smiley-sign0085.gif
 
"alinti oturanboga'danmish gibi görünüodu, niye ki?"

Bundan birşey anlamadım Rekum?
 
aynı sakatlığı paylaşan insanların farklı heyetlerde farklı oranlar aldığını bundan önceki yönetimlerde çok gördük.özürlülük oranlarının tek ele ve doktorların keyfi insiyatiflerine bırakılmaması yönünden bakarsak bu yönetmelikler özürlü haklarının korunması bakımından önemlidir.
Ben %40 ile erken emekli oldum.Ancak geçen sene (2010 ) ÖTV indirimi için heyete başvurduğumda %38 ile yararlanamadım.16 aralık 2010 da çıkan yeni yönetmeliğe göre ise tekrar heyete girdim %43 ile ÖTV indiriminden yararlandım.
Şimdi yeni yönetmelikle ilk defa rapor alanların bazı haklardan yararlanamaması bence tek başına yönetimin eksikliği değil.Bütün olarak herkes elini taşın altına koymalı.Herkes özeleştiri yapmalı.
Geçen gün dükkana gelen birisi televizyonda yönetimden birini görünce hemen küfür etmeye başladı.Adamın derdi; esnaf olduğunu bağkur ödediği için sgk dan emekli olabilmesi için 1260 gün sigorta pirimi ödemesi gerektiğini ve buna göre emekli olamıyormuş.Ancak adamı erken emekli yapabilecek bir kanun çıkaran olsaydı sanırım o kişi onun için çok değerli olacaktı.
 
yıllardır kazanılmış olan özürlü hakları AKP hükümeti tarafından keser misali yontulduu. bu seçimde AKP ye oy veren ve ona yandaşlık eden ÖZÜRLÜ kim olur ise olsun YAZIKLAR OLSUN
niyemi:
sen özürlü olarak 15 yılda emekli oluyordun :: ŞİMDİ ?
sen özürlü olarak araç alıyordun :: ŞİMDİ ?
özürlü olarak seni 2 böldüler işe yarayan yaramıyan
o yüzden akıllı olun vicdanınız rahat etsin SADEKACI zihniyet olmaya ÖZÜRLÜ KARDEŞİM
 
sevdalim_01_,
15 yılda emekli oluyodun mu??
2000 senesinde akp hükümet değildi!!
O kanun o senelerde çıktı... %40 18 sene küsür %60 17 sene küsür %80 15 sene... Biraz da olaya taraftar olmadan baksak nasıl olur?
Araç alma olayına gelicek olursak bu iş bence bütün vatandaşların problemi.. AB ülkesi mensubu biri 300 -500 euroya araç sahibi olabiliyor.
O sorun sadece engellinin sorunu değil sizin anlıyacağınız. Vergi adaletsizliğinden kaynaklanıyor...
Bana bedava araç verseler benzin pahalı, ben napayım ferrari yi benzini alamadıktan sonra....:p
 
biz avrupaya ordaki engellilerin yaşamlarını incelemek üzere gittik. avrupada engelliler itilip kakılmıyor.ben türkiyede görüyorum ititlip kakılmayı.her engelli birşeyler yapıyor birşeyler üretiyorlar. bizde ise biz engellilerin çoğunu işe yaramaz pasif gözü ile görüyor bazı büyüklerimiz.yazık

çoğumuz engelli grubuna bile giremiyor engelli olduğu halde ne sağlama, nede engelliye giriyor. ne olaca bizlerin sorunu.kamu hizmetlerinde öncelik hakkı var sözde uygulanmıyor geri alsınlar
 
Sn. sevdalim_01

Mesajınız darılmayın ama konuyu bıçak misali kesti,bu kadar kötü yorum olamazdı demek isterim !

Kimseye yazıklar olsun deme hakkınız yok,herkes düşüncesinde özgürdür,Yandaşlık cümleniz ise darılmayın ama inanılmaz itici ve hakaret vari tanımlama olmuş.

AKP karşıtlığın bence,sanki tuaf şekilde,tüm insanlarıda içine kapsamış,kimsenin birşey böldüğü yok ama senin mesajında zaten zaten,tuaf bir anlayışla,bölmüş,çarpmış toplamışsın,tek eksik olan şey = ''0'' .

Bu tür yorumları sevmiyorum,burda konuşulan Özürlü hakları,iş Siyaset meydanına dönecekse zaten yorum yapmaında hiç bir manası yok !

Sizin mesajınız ise üzülerek söylüyorum,sadece siyaset düşünen aslında Özürlü derken bile,Özürlüleri asla düşünmediğiniz sadece şahsi,öfkenizi yada hangi parti taraftarıysanız,tam itibari ile SLOGAN atıyorsunuz,böyle Özürlü hakkı falan aranmaz,sadece kavga,çatışma ortamları yaratmaktan öteye gitmeyen cümlelerden ibaret kalır !

Gerçekten üzücü ve talihsiz bir yorum olmuş .
 
kalpkası niye bu kadar alındınız?
Ben de akp ye oy vermiştim hiç alınmadım:confused: Kimsenin de yandaşı değilim!
Yukarıda ben gerekli cevabı verdim..
Arkadaş aslında doğru söylüyor. Oy vererek günaha ortak olunuyor. Kimi seçmişseniz yaptığı hatalara ortak oluyosunuz.
Sitem etmesi benim dediğim gibi olursa eyvallah! Ama tabiki bu şekilde olmaz Vay A partisi böyle gelin B partisini seçelim derse haksız olur.
Bu sandığa gidende akıl makıl yoktur. Bu siyasi düzen size ne adil bir düzen verir. Ne adalet, ne hak, ne hukuk!
Hadi şimdi koşa koşa git 3. kata tırman t.sandalyenle, değneğinle oy ver. Sene 2011 uzay çağında böyle rezillik:p
 
Şurası bir gerçekki hasta ile sakat kavramları iyice karıştırıldı. İnsanlar doğar büyür hastalanır ve ölürler. bu durum hayatın gereğidir. Böbreği çürümüş veya kanser veya kalbi tekleyen v.s. gibi ölüm döşeğindeki insanlara sakat raporu alınacaksa doğruya biz onlara göre daha sağlam sayılırız. Demekki bize sakat değilsiniz demeleri gayet normal.
üç kuruşluk sözde pozitif hakkımız vardı didikleye didikleye elimizden çaldılar.
Bir arkadaşımın babası 80 yaşında. yaşlılıktan dolayı bir çok hastalığı var. arkadaşım ne etti etti babasına %90 engelli raporu alarak ÖTV siz araba aldılar.
Her taraf engelli plakalı araçlarla dolu. dikkat ediyorum hemen hepsini sapasağlam adamlar kullanıyor. Benim arabam engelli plakalı olamadığı için engelliler için ayrılan park yerlerine dahi park hakkım yok. Sapasağlam adamlar benim gibiler için ayrılmış olan bu parklara arabalarını parkederken ben parkedemiyorum.
İşte ülkemin hali bu.
[SIZE=4][SIZE=3]Arkadaşlar bence Asıl Sorun:
Engelli oranlarını belirleyen cetveller kasıtlı olarak
[/SIZE][/SIZE][SIZE=4][SIZE=3]yanlış kullanılıyor.
[/SIZE][/SIZE]Bizzat benim başıma geldiği için biliyorum. Benim her iki bacağım ileri derece polio sekeli olup ilk raporum %50 iken sonradan aldığım raporda %17 ye düşürüldüm.
Eğerki ben sakat değilsem Allah aşkına kim sakat?
Evet AKP engellilere hiç bir hak vermemiş tam aksine olan haklarını da elinden almıştır.
 
Sn.saww

Alınmıyorum fakat bilerek duygu sömürüsü olan,buram buram taraflı siyaset kokan bir mesajada elbettki tepki göstericem.

Bu günlerde tuaf şekilde,ismi lazım değil bir partinin reklamlarıyla aynı doğrultuda bir mesaj olduğu için tepki verdim,ayrımcılık v.s saçmalıklar,ayrımcılık cümlesini çok kullanan bu artık hizmet değil kendine amaç haline getirmiş insanlarında,sağlıklı bir beyine sahip olduklarından kuşku duyarım !

Durum nedir biliyormsunuz,bu tür mesajları yada söylemler veren siyasi partilerin aslında bilinç altında yatan sözüm ona,milleti etkileyecek traji komik mesajlardır,bir insan devamlı bir şeyin üzerinde diretiyorsa o konuda sorun var demektir,sorunsa gerçekte değil kendi kafasının içinde kurduğu hayallerden ibarettir !

Siyasette,ayrımcılık cümlesini kuran hiç bir partiye oy vermedim vermemde,ayrımcılığı işleyen zaten ayrımcılığınıda aleni olarak destek veren insanlardır,bu somut gerçektir,en sağcısı yada en solcusu,senelerdir tek beslendikler şey malesefki ayrımcılık politikası ile saf inasanları kandırmaktır,dahada ötesi yoktur.

Bu Ülkede aşırı sağ ve sol partilere bakın,senelerdir hangi mesajı verdiler soruyorum ?

Verdikleri tek şey bildikleri tek şey,ayrımcılık üzerinden kendilerine rant sağlamaktır,buda malesefki yine Ülkemizin gerçeği olarak siyaset meydanlarında,boy gösteriyor.

Birde şu Siyasette,Günah olayını bırakın,neyin günahı,kim günahı biliyorda,günah olacak.

Bu Ülkede tek gerçek var,Ayrımcılık sorunu var diyen bütün partiler sonuna kadar ayrımcılık yaparak,bu Ülkeyi bu hale getirdiler,Hitler'in beyni gibi,kurduğu hastalık dolu hayallere inanıp Hayallerin peşinde koşanlar,sadece Kan dökerler !

Saygılarımla
 
Sn.saww

Alınmıyorum fakat bilerek duygu sömürüsü olan,buram buram taraflı siyaset kokan bir mesajada elbettki tepki göstericem.

Hayır ben anlatamadın galiba..
Arkadaşın yazdığı işci emklisisin, kamu emeklisisin hikayesi olmuş.
Bir suçlama yapmış ama yalnış suçlama yapmış:)
Deseki baltazar formülü çıkarıp bacağı olmayanı sakat statüsünden çıkardılar ona laf söyleyemezdik:)
Ben sadece yalnışını düzelttim. Yoksa ben kimsenin avukatı değilim!
Benim avukatlığımada ihtiyacları yok zaten..
Vatanseverlik çanakkale de gazi oldu şehit oldu!
Bunun aksini idda edenin malına bakarım. Devletten aldığı maaşına bakarım.
8-9 bin tl maaş alıp... Vatan hizmeti yapıyorum çelişir...
Hz Ömer in aldığı maaş ortadadır!!
Hadi diyecekler ki o zamanla bu zaman birmi?
O zaman M. AKİF ERSOY örneği var yakın zamanda devletin vermek istediği çok büyük bir serveti elinin tersi ile itmiştir. Hayır kurumuna bağışlamıştır.
Tekrar ediyorum. Burada insanlara hizmet ettiğini idda edenllerin gerçek yüzünü görmeniz açısından bu örnekleri verdim.
 
Bir arkadaşımın babası 80 yaşında. yaşlılıktan dolayı bir çok hastalığı var. arkadaşım ne etti etti babasına %90 engelli raporu alarak ÖTV siz araba aldılar.
Her taraf engelli plakalı araçlarla dolu. dikkat ediyorum hemen hepsini sapasağlam adamlar kullanıyor. Benim arabam engelli plakalı olamadığı için engelliler için ayrılan park yerlerine dahi park hakkım yok. Sapasağlam adamlar benim gibiler için ayrılmış olan bu parklara arabalarını parkederken ben parkedemiyorum.

İyi ama Fuzulim, bundan sana ne? Daha doğrusu, o kişiye %90 rapor ve ona istinaden araç alım hakkı verildiği için sana bu hak verilmemiş değil ki. Neden senin hakkını yiyen sistemi eleştirmek yerine o sisteme tam uyumlu iş gören kişiyi ve onun elde ettiği hakkı eleştiriyorsun? Bu, senin hak elde etmeni sağlayacak mı?
Kaldı ki, sakatlık oranı cetveli'ne göre %90 rapor almak öyle düşündüğün kadar kolay değil. Birisi bu raporu alabiliyorsa -eğer ortada bir sahtecilik yoksa- ciddi anlamda sağlık sorunu var demektir. Kimse kimseye durduk yere %90 rapor vermez, emin ol. (ayrıca, bacaklarında sakatlığı olan kişiler rapor oranları ne olursa olsun araç alımında vergi avantajından yararlanabilir. Sen de yararlanabilirsin yani)

Bence burada odaklanılması gereken şey, toplumsal sakatlığı göz ardı ederek sakatlığı bedene indirgeyen sistemdir. Toplumun her alanında her an ayrımcılığa maruz bırakılan sakatlar, bu yokmuş gibi, "x'i yapamayan sakat kişi" diye insanları damgalayan ve "%40'ın üzerinde rapor yoksa sakat saymam, hak vermem" diyen sistem tarafından mağdur ediliyor. Yani bir yandan "sorun bedeninde" diyor, bir yandan da "ama %40 değilsin" diyor. Böylece hem aşağılıyor hem de hak gaspı yapıyor. Oysa, sen bana %5 rapor versen de, ben dışarda her an ayrımcılığa uğruyorum; ne okuyabiliyorum, ne çalışabiliyorum ne sosyalleşebiliyorum! Ve bunu tek sorumlusu sensin, ben değil! Sensin insanları böyle sakat-değil, Türk-değil, erkek-değil, zengin-değil, beyaz-değil vb. saçmalıklarla ayıran. Her şeyi sağlam-erkekler için kurgulayan ben değilim, sensin. Okulları, yolları, toplu taşıma araçlarını "bizleri" yok sayarak düzenleyen de sensin, Milli Eğitim'in tornasından geçirerek insanları ırkçı-sağlamcı-erkekçi-zenginci kurgulayıp bunun dışında olan kesimlere karşı "dolduran" da sensin.
Sorun bu yani. Çözüm de benim bedenimde değil, sende! Sen kendini düzelteceksin, seni düzelteceğiz...
 
Sevgili dostlar,

Yakınımı kaybettiğim için uzun süredir yorumlara bakma fırsatı bulamadım. Kusuruma bakmayın. Geri döndüm artık.

Bu haberi görmediyseniz:
Bakan, engelli işçiye çıkıştı - Haberler- ntvmsnbc.com

Tabii tüm yorumları şimdi okuma fırsatı buldum. Herkesin klavyesine sağlık.

Özellikle leventsaritas'in dikkat çektiği bir mesele bana da çok önemli görünüyor. Bu mesele sakatlara yönelik gelir desteği programlarından (bizdeki haliyle 2022 maaşı) faydalanma kriterlerinin çok sıkı olması. Faydalanma kriterlerinden kastım Levent beyin de dikkat çektiği asgari ücretin üçte birinin altında kişi başı gelire sahip olunması, üzerinde herhangi bir gayrimenkul ve taşıt vb. olmaması gibi kriterler. Aslında aynı kriterler genel anlamda yoksullara sağlanan gelir desteği programlarında da kullanılıyor (örn. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı yardımları). Sorun şu, hayatın içerisinde eşit davranmadığın ve eşit bir yurttaş olarak yaşatamadığın sakat bireylere hukuk düzeyinde herkese uyguladığın kriterleri uygularsan yine bir eşitsizlik yapmış oluyorsun. Pozitif ayrımcılık böyle meselelerde kullanılması gereken bir araç. Sakat bireylere yönelik gelir desteği programlarında kullanılan faydalanma kriterleri diğer yurttaşlara uygulanandan daha yüksek olmalı. (Halihazırda Türkiye'de tüm yoksul bireylere yönelik gelir desteği programlarında uygulanan kriterler zaten çok sıkı, onun da ciddi ölçüde yükseltilmesi lazım. Burada temel kriter her bireyin onurlu bir yaşam sürebilecek geliri elde edebilecek bir seviyeye çekilmesi).

Bunun dışında evde bakım maaşının finansmanı benim bildiğim kadarıyla Avrupa Sosyal Fonu'ndan gelmiyor Levent bey. Yanlış biliyorsam düzeltin. Evde bakım maaşı kamu bütçesinden doğrudan ödeniyor. Gerçi her iki durumda da bizim eleştirilerimizden bir şey eksilmesi gerekmez.

Can'ın AKP'nin " "Her şey bizimle başladı" lafı, diğer alternatifleri dışarıda bırakmak ve unutturmak üzerine edilen bir söz" tespiti bence de çok önemli. Aslında ben de her şey AKP'ye başladı demiyorum. Aslında evde bakım dışında, gerek istihdam kotası gerekse 2022 maaşı 1970lerde yürürlüğe giren uygulamalar. ÖZİDA ise Refahyol'un kurduğu bir kurum. Fakat sakatlara yönelik politikaların (ve sosyal politikaların) bu kadar gündeme geldiği başka bir dönem yaşamadığımız ise malumun ilanı. Burada sakat hareketini ilgilendiren mesele Can'ın söylediği gibi "her şey yeni başlıyorsa bile muhalefetin de yeni başlıyor olabileceğini kabul ettirmek." Tabii biliyoruz ki, sakat hareketi ya da sakatların kendi yaşamları ile ilgili kamusal söz söyleme maceraları bata çıka da olsa 1950lerden bu yana Türkiye'de var. Bir tarih var, bu tarihin sorunları da var ama böyle de bir tarih var.

İyi geceler. Sevgiler.
 
Üst Alt