Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

[kadimcan] Şair Bilal Yavuz'dan şiirler

HAZİRAN


Narin ellerinde serin sular çağıldar
Cevherinde varaklar; nadide, çocuksu
Çokça gökyüzleri, çokça soluyuşlar
Dallarında kırgın ıssızlıklar mevsimi
Şimdi yürek bir saatli bombadır
Pençeleriyle sadrımı boğazlayan
Dağ gibi kurulmuştur zamanlar aramıza
Ürkekliğinde aşkın gözyaşları parıldar
Şimdi ne derse desinler, mecalsiz
Cürmüne vurgun bir mücrim karşında
Yargılayan gözlerin zindanında mahkum
Ama asla pişman olmayacak olan
Ruhum ruhunu nasıl da görüyor
Bakışlar kaçıran masum maralın
İnanmazdım, inanmazdım yaşamasam
Gözleri yananları gözleri yananlar anlar
Gözlerin yangın, gözlerin dargın umutlar
İçim ki urganını bekleyen argın şehzade
Alımlı, nazenin, ölümcül otağında
Şimdi ahdim ömürlük bir duadır bahtına
Söylenemeyenlerin altında kalan
Bir makberdir ağarmış hayaller
Günler asır, güzler ayaz, güller veda
Dinmek bilmez bir cehennem gülüşün
Yeter ki mutlu ol diyeceğim o gün
Biz ki alışığız düşte hüzne, yazda hazana
"Her şey bambaşka olabilirdi oysa"
Öleceğini bile bile yaşamak gibi
İnanmazdım, inanmazdım yaşamasam
İnandım, yaşadım, gerçeğimdin
 
EHVEN

Daha iyi bir hayat mümkündür
Daha mutlu bir cevher harabende
Güzel düşün, güzel dile, güzel sev
Önce içinde başlar, içinde biter
Umutsuzluğun gazabından kurtuluş
Baharın fırtınasında savruluş
Aşkın cennetinde azab mümkündür
Güzel yaşa, güzel hisset, güzel göç

22.02.2020
Bilal Yavuz



DÖNÜŞ

Kendine kıymet verdiğin kadardır
Değerin bu gönüller mahşerinde
İnanmayı bil, inancı say, inanca güven
İnanç yalnız bırakmaz yoldaşlarını
Güzel zanlar ırmağında yıka kalbini
Her zaman bir ışık vardır karanlık için
Müspetliğin kadar huzurlusundur
Mutluluk, özüne dönebildiğincedir

23.02.2020
Bilal Yavuz
 
EHVEN

Daha iyi bir hayat mümkündür
Daha mutlu bir cevher harabende
Güzel düşün, güzel dile, güzel sev
Önce içinde başlar, içinde biter
Umutsuzluğun gazabından kurtuluş
Baharın fırtınasında savruluş
Aşkın cennetinde azab mümkündür
Güzel yaşa, güzel hisset, güzel göç

22.02.2020
Bilal Yavuz



DÖNÜŞ

Kendine kıymet verdiğin kadardır
Değerin bu gönüller mahşerinde
İnanmayı bil, inancı say, inanca güven
İnanç yalnız bırakmaz yoldaşlarını
Güzel zanlar ırmağında yıka kalbini
Her zaman bir ışık vardır karanlık için
Müspetliğin kadar huzurlusundur
Mutluluk, özüne dönebildiğincedir

23.02.2020
Bilal Yavuz
 
EHVEN

Daha iyi bir hayat mümkündür
Daha mutlu bir cevher harabende
Güzel düşün, güzel dile, güzel sev
Önce içinde başlar, içinde biter
Umutsuzluğun gazabından kurtuluş
Baharın fırtınasında savruluş
Aşkın cennetinde azab mümkündür
Güzel yaşa, güzel hisset, güzel göç

22.02.2020
Bilal Yavuz



DÖNÜŞ

Kendine kıymet verdiğin kadardır
Değerin bu gönüller mahşerinde
İnanmayı bil, inancı say, inanca güven
İnanç yalnız bırakmaz yoldaşlarını
Güzel zanlar ırmağında yıka kalbini
Her zaman bir ışık vardır karanlık için
Müspetliğin kadar huzurlusundur
Mutluluk, özüne dönebildiğincedir

23.02.2020
Bilal Yavuz
 
Özlü Sözler ( Bilal Yavuz Aforizmaları )

Özlü Sözler ( Bilal Yavuz Aforizmaları )

IMG_5535.jpg


canon-fotograf-makinesi-canon-camera-wallpaper.jpg


1557408808581-2.jpg


1557408746055-1.jpg
 
MUŞTU

Gün gelir, vurduğun kadar vurulursun
Eteklerinde başlar bir dağdağa mevsimi
Güneş saçlar ağarır, çehrene aklar düşer
Kimsesiz aynaların işte tam karşısında
Derin yanlızlıkların türküsünü çağrırsın
Gün gelir, yaşanamayanlar göçer ömründen
Söylenemeyenlerin yasını tutar hazan
İşte o gün, deştiği kadar deşilir Leyla
Çölün ne önemi var Mecnun söndükten sonra
Bağırıyor kandiller, nehrimizde ay hüznü
Kuytulara kuyu olmuş mecruh gecelerimiz
Gün gelir bir vahada sen de tenha, kalırsın
İşte o gün, soğuk sessizlik neymiş, anlarsın
Üşüyüşlerle yanan cehennem cevherlerin
Yalazına bir nefes de belki sen bağlarsın
Sen şimdi hep gül, hep mutlu ol, hep çağla
Kahkahayla hıçkırmak neymiş bir gün ağlarsın
O gün sarmaz olur kat kat ağır yorganlar
Üryan kalır anılar, eyvahlara büşra var









KALBİNİ DİNLE

Esmer tonlarında güneşler saklanır
İnci dişlerinde coşkun aynalar uzar
Serçe kirpiklerinde alımlı nazar kuşları
Kül perçemlerin bahar bucuları kokar
Yürek ormanlarında bir masum ceylan
Katmış birbirine o bütün ortalığı
Şimdi her yer kıyam her yön kıyım her an dram
Her nefes kan oğlu kan oğlu kan oğlu kan
En derin bahçemde koşturur çocuksuluğun
Ve dilsiz cellatlar gibi dikilir aramıza
Acımasız zamanın köhne uçurumları
Sen şimdi seke seke terk ederken sesimizi
Renklerimiz solar, cansız karanlığa boyanır
Soluklar daralır, daralır, daralır, daralır
Saçlarında görünmez çiçeklerimden bir taç
Saklar nazenin sırtın körpe kanatlarını
Hep gülerken gördüler seni hep neşeyle
Bakışında bağıran ağır yaralarını
Kimseler göremedi, kimseler göremezdi
İncecik ellerinde devasa düşler yatar
Kısacık yaşamında upuzun olgunluklar
Gel de otur yanıma, yaşlanınca kalkardık
Gemiler alırdı sonsuzdaki sahilimize
Bülbülün duası kalkan gülün ömrüne
Ötüşür sessizlikler; gitme, gitme, gitme





MEDED

Ne yaslı bir dünya bu
Herkes herkese ölüm
Herkes herkese hüzün
Herkes herkese kahır
Herkes herkese dram
Kimse kimseye ışık değil
Herkes herkese yalnızlık

Meded ey Mahbub meded
Meded sevgin aşkına
Masuma susuz kaldık
Her yer her yüz karanlık
Kalbimizi boğar sadrımız
Zulmün depremlerinde
Darmadağın ervahımız

Ahir zaman baltaları
Parçalar vicdanımızı
Daralır nefeslerimiz
Soludukça solmaktayız
Merde hasret namerd bile
Meded ey Mahbub meded
Meded Ahmed aşkına




OYUN

Dürüstlük varken hile niye, fenalık niye
Neden düşürür insan kendini böylesine
Ona en masum en içten kıymet verenlere
Geçirdikçe geçirir yaban pençelerini
Burası dünyadır, burası bu kadar işte
Kaybetmek ne kolaydır, yakıp yıkmak ne konfor
Canları acıtmaktan zevk alır zalim kalpler
Mutlak adaletine inancımız tam ey Rab
Er ya da geç pek pişman hep üzmek isteyenler
Kötülere harcanan zamanlarımız için
Bizi de affet, bizi de affet, bizi de af
Yazık ki aldanırız, saf sanarız biz gibi
Çehremize gülüşen her gaddar kelebeği
Kederler bahşedersin keskinleşelim diye
Kavileşelim diye aciz düzmecelere
Elbet bu da geçecek, yaraları açansa
Hançerindeki kanı asla unutmayacak
Hafıza cehennemdir ah alan serçelere
Saplanmak bumerangtır bek döner sahibine
İyilik varken pusu niye, hainlik niye
Doğruluk varken kendini kandırmak ne diye
Vefasız bir kürede nankörler defilesi
Yiğitçe diyenleri hançerleyen desise








ASUMAN

Bu kümeler bu yığınlar bu sürülere,
Bu gösterilen yöne koşturan aynılara,

Sığamıyorum çünkü kuğu gözlerin…
Çünkü sensizlik çakılarla kazınmıştır,
Uzadıkça sarılan yürek ağaçlarına…

Sessizler ıssızlara yeniden yazılmıştır,
Yaklaştıkça uzaklaşan yıldızlardık…




EVÇ

Çölde bir kum tanesi tutmuş da,
Bakılmaya kıyılmayan nazlı süreyyanıza,
Cehennemler doğurma cüreti göstermiş…

Gibi bir mevsim şimdi ağlayan aynalarda.
Gelseydin; o elvan etekleri sürüyüp ırmaklara,
Varsın ezilseydi hücremizde cümle yapraklar.

Makberimiz, yangın mı yangın gökküreniz…





YAĞIZ

Ağıyor suların
Hançerde, kuşakta ve pusatta
Ağıyor nazenin
İncecik dallarında
Körpecik, camgöbeği
Kanıyor sessizliğin
Kanıyor mavi
Bağrında kızgın örgüler
Esmer ruhunda akkor

Azığımız tarumar
Yüküm tonlarca sevdan
İçim ağır mı ağır
Size hep mutluluklar
Bize kahır kalmıştır
Aşım özüm üstüne
Şimdi mevsim sahradır
Şehla endamında can
Çarpar durur divane
Kalbin feza denizi
Ve kükrer perçemlerin

Gel arıt ömrümü ey
Yıkılmaya alışmış
Yerlerimden tut kaldır
Yeşersin yangın
Tutuşsun yara
Yaşarsın filiz
Karışsın köklerimiz

Bilal Yavuz

TUTUŞAN

Birbirine sarılmış
Yapraklar gül dediğin
Nereye baksan rahmet
Nereyi görsen hikmet

Sır içinde sırrı çöz
Yok içinde yoka var
Herkeslerin kaçtığı
O yangın düğünündür

O ateş, kabuğuyla
Girene cehennemdir
Aşktan üst baş yırtana
Zakkum içre kevserdir

Ey can yüzlü nedime
Şelale canlı yaren
Aşk; binbir düğümünde
Binbir hasat derendir

İKRAR

Milyarlarca renk
Milyarlarca ahenk
Milyarlarca ses
Milyarlarca nefes

Milyarlarca his
Milyarlarca şifa
Milyarlarca çehre
Milyarlarca fikir

Milyarlarca sevda
Milyarlarca varlık
Milyarlarca yokluk
Ve tek bir Sahip

Rızası hep rızası
Cennetlerin cenneti
Dolduracak, dindirecek
Derin yalnızlığını

CANLAR CANI

Dilsiz, sağır senfoni
Renksiz, nursuz gösteri
Tatsız, tutsuz ziyafet
Hissiz, duyarsız ilgi

Sır içre sır içre sır
Kır artık testini kır
Ne dış kalsın ne iç ey
Özü közünden sıyır

Sularında ötenin
Zirvesinde derinin
Kavuş kavuşulmaza
Dinsin dinginliklerin

Sırların sırrına er
Gizlerin gizine pus
Ne dam kalsın ne duvar
Canların canına var


Bilal Yavuz

 
Kamer

KAMER

Birlik aktarında ne burcular vardır ne burcular.
Sürgülenmiş, geçmiş yürek yüreğe;
aşktan baygın rayihalar, ıtırlar…
Teklik semaverinde fokurdar güzelliğin görgüsü.
Buhurdanlar çağıldar buruk koylarda.

İşte nezaketin zarafeti, Sevgilimiz…
Nasıl da salınır incelikler deryasında, nasıl!
Hasretiyle kavrulmuş gönüller meclisimiz;
nasıl da kıvranıyor ateşin firdevsinde, nasıl!
Can feryad, can figan, can yangın yeri.

Kainatın kalbi aşkınla coşar durur,
çalkalanır gök deryası, susar şemsler tekkesi.
Taşar zahirler ardından görklü ehad denizi,
taşar da deşer ruh dağını dağlaya dağdağa...
Vur mızrabı canın canına, mühürle ey.

Sırların sırrında belirmiş aşkın karası…
Gömülmüş susuzluğun göğsüne uçsuz umman,
ins aynalarının hirasında bu aynasızlık da ne?
Bu mahşeri ıssızlık kalbe nerden musallat…
Gel dindir gecemizi, ölsün sessizliğimiz.

Bilal Yavuz
 
Son düzenleme:
KAMER

Birlik aktarında ne burcular vardır ne burcular.
Sürgülenmiş, geçmiş yürek yüreğe;
aşktan baygın rayihalar, ıtırlar…
Teklik semaverinde fokurdar güzelliğin görgüsü.
Buhurdanlar çağıldar buruk koylarda.

İşte nezaketin zarafeti, Sevgilimiz…
Nasıl da salınır incelikler deryasında, nasıl!
Hasretiyle kavrulmuş gönüller meclisimiz;
nasıl da kıvranıyor ateşin firdevsinde, nasıl!
Can feryad, can figan, can yangın yeri.

Kainatın kalbi aşkınla coşar durur,
çalkalanır gök deryası, susar şemsler tekkesi.
Taşar zahirler ardından görklü ehad denizi,
taşar da deşer ruh dağını dağlaya dağdağa...
Vur mızrabı canın canına, mühürle ey.

Sırların sırrında belirmiş aşkın karası…
Gömülmüş susuzluğun göğsüne uçsuz umman,
ins aynalarının hirasında bu aynasızlık da ne?
Bu mahşeri ıssızlık kalbe nerden musallat…
Gel dindir gecemizi, ölsün sessizliğimiz.

Bilal Yavuz
 
Kamer şiiri gibi yaşam

KAMER

Birlik aktarında ne burcular vardır ne burcular.
Sürgülenmiş, geçmiş yürek yüreğe;
aşktan baygın rayihalar, ıtırlar…
Teklik semaverinde fokurdar güzelliğin görgüsü.
Buhurdanlar çağıldar buruk koylarda.

İşte nezaketin zarafeti, Sevgilimiz…
Nasıl da salınır incelikler deryasında, nasıl!
Hasretiyle kavrulmuş gönüller meclisimiz;
nasıl da kıvranıyor ateşin firdevsinde, nasıl!
Can feryad, can figan, can yangın yeri.

Kainatın kalbi aşkınla coşar durur,
çalkalanır gök deryası, susar şemsler tekkesi.
Taşar zahirler ardından görklü ehad denizi,
taşar da deşer ruh dağını dağlaya dağdağa...
Vur mızrabı canın canına, mühürle ey.

Sırların sırrında belirmiş aşkın karası…
Gömülmüş susuzluğun göğsüne uçsuz umman,
ins aynalarının hirasında bu aynasızlık da ne?
Bu mahşeri ıssızlık kalbe nerden musallat…
Gel dindir gecemizi, ölsün sessizliğimiz.

Bilal Yavuz
 
Naat-ı şerif örnekleri

ÇAĞRI

Şu cihan çöllerinde
Muazzez deryana hasret
Bin sessizlikle yıkanmış
Kurak bir ırmak sesim
Ağlar, çağlar, dağlar ey

Rikkatinin zarafeti dahi
Kırk korku salmış hasmına
Tevazunda heybet dağları
Nadide görkeminde
Rahmetin kâinatı saklıydı

Firkatin tamusunda
Sensizlikten eriyen
Figan peteklerine
Her gün bir hüzün yılı
Canımız ağrıyor ey

Mahcupların Efendisi
Masumların Efendisi
Mazlumların Efendisi
Öksüzlerin Efendisi
Issızların Efendisi

Efendim, Efendimiz
Sözlerin tesellimiz
Biz seni görmeden gördük
Biz seni duymadan duyduk
Bağrına bizi de bas

Bilal Yavuz

MEVLÎD

Doğ ruhumuza Efendim
Saraylar çökertelim
Kurutalım kötülüğün gölünü
Çorak canları tufan bassın
Küfrün ateşi sönsün
Dünya ravzana dönsün

Doğ ruhumuza Efendim
Ebvâ’da gül mevsimi
Çözsün dilsiz cevheri
Mübarek validenin
Mahzun kemiklerine bile
Göz koyanlar kahrolsun

Doğ ruhumuza Efendim
Badiye yaylamızda feyiz
Sahralar vahalarla çağlasın
Hayalinle donansın cihan
Mefkûrenle dirilsin naaşlar
Naatlar serden geçsin

Doğ ruhumuza Efendim
Doğ da imana boya
Zamane Kureyşleri
Doğ ruhumuza Efendimiz
İki cihan serverimiz
Doğ ki ölsün yasımız

Şair Bilal Yavuz

PENÂH

Risâlet göklerinin şemsi
Riyaset tarihinin başkenti
Senin senalar kokan
O mübarek gönlündü

Adaletinden selamet
Cesaretinden nezaket taşardı
İraden doruklar kadar
Merhametin âlemler aşardı

Fârân dağlarında bir Gül
Uğruna gülistanlar feda
Cömertler cömerdi ellerin
Şifalar nehriydi alınlara

Öyle bir merhaba eylemiş ki
Hayatın ömürlere
Sonsuzluk düşleri zât-ı âlinle
Yârenlik hayalleri

Penâhımızsın ulu önder
Karanlık kuyularda hilalimiz
Işığın içindeki rehberimizsin
Nur dolar baktığın yer

Biz dünyaya bulanmış
Sevenlerini çek çıkar
Devranın batağından
Canın canımıza Hira

Bilal Yavuz şiirleri
 
KAMER

Birlik aktarında ne burcular vardır ne burcular
Sürgülenmiş, geçmiş yürek yüreğe
Aşktan baygın rayihalar, ıtırlar
Teklik semaverinde fokurdar
Güzelliğin görgüsü
Buhurdanlar çağıldar buruk koylarda

İşte nezaketin zarafeti Sevgilimiz
Nasıl da salınır incelikler deryasında nasıl
Hasretiyle kavrulmuş
Gönüller meclisimiz
Nasıl da kıvranıyor ateşin firdevsinde nasıl
Can feryad, can figan, can yangın yeri

Kâinatın kalbi aşkınla taşar durur
Çalkalanır gök deryası
Susar şemsler tekkesi
Coşar zahirler ardında görklü ehad denizi
Caşar da deşer ruh dağını
Dağlaya, dağdağa
Vur mızrabı canın canına, mühürle ey

Sırların sırrında belirmiş aşkın karası
Gömülmüş susuzluğun göğsüne
Uçsuz umman
İns aynalarının hirasında
Bu aynasızlık da ne
Bu mahşeri ıssızlık kalbe nerden musallat
Gel dindir gecemizi
Ölsün sessizliğimiz




ÇAĞRI

Şu cihan çöllerinde
Muazzez deryana hasret
Bin sessizlikle yıkanmış
Kurak bir ırmak sesim
Ağlar, çağlar, dağlar ey

Rikkatinin zarafeti dahi
Kırk korku salmış hasmına
Tevazunda heybet dağları
Nadide görkeminde
Rahmetin kâinatı saklıydı

Firkatin tamusunda
Sensizlikten eriyen
Figan peteklerine
Her gün bir hüzün yılı
Canımız ağrıyor ey

Mahcupların Efendisi
Masumların Efendisi
Mazlumların Efendisi
Öksüzlerin Efendisi
Issızların Efendisi

Efendim, Efendimiz
Sözlerin tesellimiz
Biz seni görmeden gördük
Biz seni duymadan duyduk
Bağrına bizi de bas




MEVLÎD

Doğ ruhumuza Efendim
Saraylar çökertelim
Kurutalım kötülüğün gölünü
Çorak canları tufan bassın
Küfrün ateşi sönsün
Dünya ravzana dönsün

Doğ ruhumuza Efendim
Ebvâ’da gül mevsimi
Çözsün dilsiz cevheri
Mübarek validenin
Mahzun kemiklerine bile
Göz koyanlar kahrolsun

Doğ ruhumuza Efendim
Badiye yaylamızda feyiz
Sahralar vahalarla çağlasın
Hayalinle donansın cihan
Mefkûrenle dirilsin naaşlar
Naatlar serden geçsin

Doğ ruhumuza Efendim
Doğ da imana boya
Zamane Kureyşleri
Doğ ruhumuza Efendimiz
İki cihan serverimiz
Doğ ki ölsün yasımız






PENÂH

Risâlet göklerinin şemsi
Riyaset tarihinin başkenti
Senin senalar kokan
O mübarek gönlündü

Adaletinden selamet
Cesaretinden nezaket taşardı
İraden doruklar kadar
Merhametin âlemler aşardı

Fârân dağlarında bir Gül
Uğruna gülistanlar feda
Cömertler cömerdi ellerin
Şifalar nehriydi alınlara

Öyle bir merhaba eylemiş ki
Hayatın ömürlere
Sonsuzluk düşleri zât-ı âlinle
Yârenlik hayalleri

Penâhımızsın ulu önder
Karanlık kuyularda hilalimiz
Işığın içindeki rehberimizsin
Nur dolar baktığın yer

Biz dünyaya bulanmış
Sevenlerini çek çıkar
Devranın batağından
Canın canımıza Hira




MUSADDIK

Zişan bakışında fezalar
Derya içre deryalardı

Uhud yağmuruyla örülü
Çöller kendinden geçmiş
Vefalı miğferinde kan
Dağların gözünde yaş
Kırgın mübarek dişin
Yerlere yas göklere yas

Senden önce gelenler
Senden sonra gelenler
Seni görmeden sevdiler
Alemde böylesi kime nasib

Sen en çok sevilen insan
Sen hakanlar hakanı
Sünnetinde binbir lisan
Ömrünle onur onurlanır

Musaddık ey Musaddık
Sıddıkların Efendisi
Güzellerinle çiçeklendi devran
Senin görklü medeniyetinden
Çalınanla başladı
Nakıs Rönesans bile

Cihanda ilerlemiş ne varsa
Şaheser devriminden hediye












Bilal Yavuz

https://bilalyavuz.blogspot.com/
 
Diyarbakır Şairinden Amed Şiirleri

ROZA

Yoldular, soydular, kırıştılar
İnsanı insanla yıktılar
Aşna fişne iskandiller ağında
Bıçkınları puluçlarla oydular

Adındır, dudağımda asırlık
Esrarına amade yalım
Adındır, terk etmez, sıddık
Vurur yumruğunu
Sadrıma sadrıma
Hücremin başkenti suskunluğun

Gözlerin, yalın kılınç
Gözlerin ıssız, kallavi
Bir benim şimdi
Firari sensizliğin belasında
Bir benim tütsülü
Voltalı ahrazlığa

Şimdi yürek yorgun
Virane, ıssız
Ansızın yaşlanmış bir gecede
Yaşlanmış canına kadar
Orostopolluk
Sırtlanca, sefil
Yığınların tenhasında savrulmuş
Yırtılmış bir hecede
Kursağıma avazın gelmiş

Sevmişem, şahidim dağlar
Sevmişem Allah’ına kadar
Ölünceye dek değil
Ölümden sonra da
Yeşerinceye değin
Tutuşan ellerimiz
Seni yangın bağrımın
Avlusuna gömmüşem

Şair Bilal Yavuz

BEJNA

Gözlerin savruk bozkırlar
Gözlerin hoyrat
Ceylansı, afacan
Sevimli taraçalar koylarda
Kalyonlar kanyonlarda
Herkesten sakladığım
Künyeni sayıklar
Gözlerin, gözlerin jiyan

Perçemin pençeler canı
Perçemin perva
Vahim, amansız
Çitlembikler taç olmuş saçlarına
Cimcime sekseklerin
Otağıma volkandır

Fezan; behişt, benefşe
Fezan saflık, insaniyet
Sen bana gürül gürül memleket
Ben sana hep gurbet kalmışım

Biz bizde Diyarbekir
Biz bizken masumiyet
Biz bizsizsek esaret
Bir gün sen de anlarsın
O gün sen de ağlarsın

Rengin nasıl da ateş Bejna
Teninde nehirler ve başaklar
Gülüşün nasıl da mermi
Nasıl da hançer bakışın

Vefakâr boranlara
Harfsiz vasiyetimdir
Kurutunca yokluğun
Beni simana gömsünler

Şair Bilal Yavuz

SEVDE

Çifte dikiş gider sabanlar
Fersiz toprağın koynu
Fersiz, yetim, analar
Kuş uçan, kervan geçen
Bostanlar ölgün şimdi
Ölgün Dicle denizi

Ve çakırkeyif buğdaylar
Kahyalar körkandil çeper
Mösyölerde bir kültür
Nankör çıyanlık
Kepenekler mahzun
Bağlamalar öksüz
Kalleşlik mazinin töresine
Şimdi âdet diye bellenen
Hicapsız ikirciklik

Heybesiz bulvarlarda
Cartalı haybeciler salınır
Dümenci dubaralar
Ertekeden nümayiş
İmam kayığındayız sürgit
Façalar çiğnedik muttasıl
Erce, âdil, hilesiz
Bundandır kavlimizden kaçışı
Geçmişi tam kınalı
Piyazcı sendikalar
Kaparoz puştlarının

Çifte dikiş gider sabanlar
Cana bir çınar gerek
Yüreğin, yüreğin gibi serin
Derin kuyular içim
Mars olmuş, dumanaltı
Kaybolmuşam, gel artık
“Karışsın köz yaşlarımız
Karışsın, yeşil…”

Şair Bilal Yavuz
 
yüreğinize ve emeğinize sağlık
 
ROZA

Yoldular, soydular, kırıştılar
İnsanı insanla yıktılar
Aşna fişne iskandiller ağında
Bıçkınları puluçlarla oydular

Adındır, dudağımda asırlık
Esrarına amade yalım
Adındır, terk etmez, sıddık
Vurur yumruğunu
Sadrıma sadrıma
Hücremin başkenti suskunluğun

Gözlerin, yalın kılınç
Gözlerin ıssız, kallavi
Bir benim şimdi
Firari sensizliğin belasında
Bir benim tütsülü
Voltalı ahrazlığa

Şimdi yürek yorgun
Virane, ıssız
Ansızın yaşlanmış bir gecede
Yaşlanmış canına kadar
Orostopolluk
Sırtlanca, sefil
Yığınların tenhasında savrulmuş
Yırtılmış bir hecede
Kursağıma avazın gelmiş

Sevmişem, şahidim dağlar
Sevmişem Allah’ına kadar
Ölünceye dek değil
Ölümden sonra da
Yeşerinceye değin
Tutuşan ellerimiz
Seni yangın bağrımın
Avlusuna gömmüşem

BEJNA

Gözlerin savruk bozkırlar
Gözlerin hoyrat
Ceylansı, afacan
Sevimli taraçalar koylarda
Kalyonlar kanyonlarda
Herkesten sakladığım
Künyeni sayıklar
Gözlerin, gözlerin jiyan

Perçemin pençeler canı
Perçemin perva
Vahim, amansız
Çitlembikler taç olmuş saçlarına
Cimcime sekseklerin
Otağıma volkandır

Fezan; behişt, benefşe
Fezan saflık, insaniyet
Sen bana gürül gürül memleket
Ben sana hep gurbet kalmışım

Biz bizde Diyarbekir
Biz bizken masumiyet
Biz bizsizsek esaret
Bir gün sen de anlarsın
O gün sen de ağlarsın

Rengin nasıl da ateş Bejna
Teninde nehirler ve başaklar
Gülüşün nasıl da mermi
Nasıl da hançer bakışın

Vefakâr boranlara
Harfsiz vasiyetimdir
Kurutunca yokluğun
Beni simana gömsünler

SEVDE

Çifte dikiş gider sabanlar
Fersiz toprağın koynu
Fersiz, yetim, analar
Kuş uçan, kervan geçen
Bostanlar ölgün şimdi
Ölgün Dicle denizi

Ve çakırkeyif buğdaylar
Kahyalar körkandil çeper
Mösyölerde bir kültür
Nankör çıyanlık
Kepenekler mahzun
Bağlamalar öksüz
Kalleşlik mazinin töresine
Şimdi âdet diye bellenen
Hicapsız ikirciklik

Heybesiz bulvarlarda
Cartalı haybeciler salınır
Dümenci dubaralar
Ertekeden nümayiş
İmam kayığındayız sürgit
Façalar çiğnedik muttasıl
Erce, âdil, hilesiz
Bundandır kavlimizden kaçışı
Geçmişi tam kınalı
Piyazcı sendikalar
Kaparoz puştlarının

Çifte dikiş gider sabanlar
Cana bir çınar gerek
Yüreğin, yüreğin gibi serin
Derin kuyular içim
Mars olmuş, dumanaltı
Kaybolmuşam, gel artık
Karışsın közlerimiz
Karışsın yeşil…

HİVDA

Kül yutmaz kevaşeler hanında
Hancıyı vurmuş gibi yürek
Şimdi unutulmuş bir marştadır
Mavzerlerde mermiler hazan
Bir umuttur alnımızın çatında

Sevdalanmış sedanda salıncaklar
Ay ışığı kokar derin kuyuların
Gül Hivda… Gülşen Hivda…
Sen bende hür, ben sende parya
Ve keşmekeş; yaralar yaralarda

Babaçkolar rıhtımında bir mavi rüzgar
Aparıyor gönlünü çılgın enginlere
Bozuk çalsa da bozum havamız leyley
Çarkına tükürmüşüz bir kere
Kayarto kopillerin, dalkavuk hırboların
Ne çiçektir biliriz
Kokoz kokorozlar da

Vardakostalar zamazingo
Voliyi vurmuş godoş hırtapozlar kanişi
Hey gidi erlik hey şimdi şinanay
Zartayı çekmiş yiğitler
Mıshıtçı gebeşlerin melun insicamında
Sigortası atmış janti yürekler
Bilenmiş zırzoplara
Puskun, kıvam bekler

Ranzam, zulam, soluk resmin
Saplanır soluğuma
Can Hivda… Canan Hivda…
İşte böyle yazıyorum canına
Hatıran mermidir damarımda
Dışarda çılgın bir bahar
İçerde hep kış mevsimi

LEYLAN

Ilgım ılgım açar yediverenler
Ambarlarda yeşerir hamal fidan
Görsen her biri bir filinta
Pahabiçilemezdir burada alınteri
Helal ekmeğin verdiği memnuniyet
Emeğin kitabı, işhanlarında yazılır
Komşuluk destandır antik katlarda
Seni namusluca sevmeyi
İlkin buralarda öğrendim
Şırfıntılar sokağında tütün emekçisi
Avuçlar bilirim, ihtiyar, nasırlı
Memleketim gibi ak alınları vardır

Sen hep o küçeden gelirdin canıma
Eserdi terütaze hivbanu nefesin
Arzuhalcim, kadife karanfilim
Daya endamını santimantal bağrıma
Daya da dinle, çaylardan su içer gibi
Can feryad, can figan, can yangın yeri
Bayramlar, matemlere sapmış
Namlu yürek, aşka, sevdaya kıvrılmış
Nasıl, nasıl sevmişem bir sevebilsen
Anlarsın zehir zıkkım geceleri
Anlarsın, netameli oyundur, heba
Vurulur denizin, ırmaklarınca

Kaç dağdır aşılmaz olumuş içim
İçin için tüter kuyumda bir yara
Birden hüzünlenir bütün avlular
Cümle vadilerde zılgıtın kopar
Derin mutsuzluğun türküsüdür
Eser, eser korkunç albenin
Çekilir sürgüler demir koyaklara
Çekilir hayalimden asi bakışın
Gömülürüm kendime bir başına
Tek başına hırgür sensizliğim
Leylanım, nupelda pervinim

BİLAL YAVUZ NAATLERİ

KAMER

Birlik aktarında ne burcular vardır ne burcular
Sürgülenmiş, geçmiş yürek yüreğe
Aşktan baygın rayihalar, ıtırlar
Teklik semaverinde fokurdar
Güzelliğin görgüsü
Buhurdanlar çağıldar buruk koylarda

İşte nezaketin zarafeti Sevgilimiz
Nasıl da salınır incelikler deryasında nasıl
Hasretiyle kavrulmuş
Gönüller meclisimiz
Nasıl da kıvranıyor ateşin firdevsinde nasıl
Can feryad, can figan, can yangın yeri

Kâinatın kalbi aşkınla taşar durur
Çalkalanır gök deryası
Susar şemsler tekkesi
Coşar zahirler ardında görklü ehad denizi
Caşar da deşer ruh dağını
Dağlaya, dağdağa
Vur mızrabı canın canına, mühürle ey

Sırların sırrında belirmiş aşkın karası
Gömülmüş susuzluğun göğsüne
Uçsuz umman
İns aynalarının hirasında
Bu aynasızlık da ne
Bu mahşeri ıssızlık kalbe nerden musallat
Gel dindir gecemizi
Ölsün sessizliğimiz

Şair Bilal Yavuz Şiirleri...


86bbf6a8-87be-11ea-a421-0a98098ee955.jpg


ÇAĞRI

Şu cihan çöllerinde
Muazzez deryana hasret
Bin sessizlikle yıkanmış
Kurak bir ırmak sesim
Ağlar, çağlar, dağlar ey

Rikkatinin zarafeti dahi
Kırk korku salmış hasmına
Tevazunda heybet dağları
Nadide görkeminde
Rahmetin kâinatı saklıydı

Firkatin tamusunda
Sensizlikten eriyen
Figan peteklerine
Her gün bir hüzün yılı
Canımız ağrıyor ey

Mahcupların Efendisi
Masumların Efendisi
Mazlumların Efendisi
Öksüzlerin Efendisi
Issızların Efendisi

Efendim, Efendimiz
Sözlerin tesellimiz
Biz seni görmeden gördük
Biz seni duymadan duyduk
Bağrına bizi de bas

MEVLÎD

Doğ ruhumuza Efendim
Saraylar çökertelim
Kurutalım kötülüğün gölünü
Çorak canları tufan bassın
Küfrün ateşi sönsün
Dünya ravzana dönsün

Doğ ruhumuza Efendim
Ebvâ’da gül mevsimi
Çözsün dilsiz cevheri
Mübarek validenin
Mahzun kemiklerine bile
Göz koyanlar kahrolsun

Doğ ruhumuza Efendim
Badiye yaylamızda feyiz
Sahralar vahalarla çağlasın
Hayalinle donansın cihan
Mefkûrenle dirilsin naaşlar
Naatlar serden geçsin

Doğ ruhumuza Efendim
Doğ da imana boya
Zamane Kureyşleri
Doğ ruhumuza Efendimiz
İki cihan serverimiz
Doğ ki ölsün yasımız

PENÂH

Risâlet göklerinin şemsi
Riyaset tarihinin başkenti
Senin senalar kokan
O mübarek gönlündü

Adaletinden selamet
Cesaretinden nezaket taşardı
İraden doruklar kadar
Merhametin âlemler aşardı

Fârân dağlarında bir Gül
Uğruna gülistanlar feda
Cömertler cömerdi ellerin
Şifalar nehriydi alınlara

Öyle bir merhaba eylemiş ki
Hayatın ömürlere
Sonsuzluk düşleri zât-ı âlinle
Yârenlik hayalleri

Penâhımızsın ulu önder
Karanlık kuyularda hilalimiz
Işığın içindeki rehberimizsin
Nur dolar baktığın yer

Biz dünyaya bulanmış
Sevenlerini çek çıkar
Devranın batağından
Canın canımıza Hira

MUSADDIK

Zişan bakışında fezalar
Derya içre deryalardı

Uhud yağmuruyla örülü
Çöller kendinden geçmiş
Vefalı miğferinde kan
Dağların gözünde yaş
Kırgın mübarek dişin
Yerlere yas göklere yas

Senden önce gelenler
Senden sonra gelenler
Seni görmeden sevdiler
Alemde böylesi kime nasib

Sen en çok sevilen insan
Sen hakanlar hakanı
Sünnetinde binbir lisan
Ömrünle onur onurlanır

Musaddık ey Musaddık
Sıddıkların Efendisi
Güzellerinle çiçeklendi devran
Senin görklü medeniyetinden
Çalınanla başladı
Nakıs Rönesans bile

Cihanda ilerlemiş ne varsa
Şaheser devriminden hediye

SEVİ

Seni öldürmeye gelenler
Sende dirildiler
Fidyelerle salardın esirleri
Onlar esir aldıkları ashabını
Vahşice şehid ederken
Merhametin, kanat sesleriydi arzın
Adaletinde yoğrulurdu çorak sahra
Seni sevmek ey
Hakk’a iman etmekti
 
ROZA

Yoldular, soydular, kırıştılar
İnsanı insanla yıktılar
Aşna fişne iskandiller ağında
Bıçkınları puluçlarla oydular

Adındır, dudağımda asırlık
Esrarına amade yalım
Adındır, terk etmez, sıddık
Vurur yumruğunu
Sadrıma sadrıma
Hücremin başkenti suskunluğun

Gözlerin, yalın kılınç
Gözlerin ıssız, kallavi
Bir benim şimdi
Firari sensizliğin belasında
Bir benim tütsülü
Voltalı ahrazlığa

Şimdi yürek yorgundur
Virane, ıssız
Ansızın yaşlanmış bir gecede
Yaşlanmış canına kadar
Orostopolluk
Sırtlanca, sefil
Yığınların tenhasında savrulmuş
Yırtılmış bir hecede
Kursağıma avazın gelmiş

Sevmişem, şahidim dağlar
Sevmişem Allah’ına kadar
Ölünceye dek değil
Ölümden sonra da
Yeşerinceye değin tutuşan ellerimiz
Seni yangın bağrımın
Avlusuna gömmüşem


BEJNA

Gözlerin savruk bozkırlar
Gözlerin hoyrat
Ceylansı, afacan
Sevimli taraçalar koylarda
Kalyonlar kanyonlarda
Herkesten sakladığım
Künyeni sayıklar
Gözlerin, gözlerin jiyan

Perçemin pençeler canı
Perçemin perva
Vahim, amansız
Çitlembikler taç olmuş saçlarına
Cimcime sekseklerin
Otağıma volkandır

Fezan; behişt, benefşe
Fezan saflık, insaniyet
Sen bana gürül gürül memleket
Ben sana hep gurbet kalmışım

Biz bizde Diyarbekir
Biz bizken masumiyet
Biz bizsizsek esaret
Bir gün sen de anlarsın
O gün sen de ağlarsın

Rengin nasıl da ateş Bejna
Teninde nehirler ve başaklar
Gülüşün nasıl da mermi
Nasıl da hançer bakışın

Vefakâr boranlara
Harfsiz vasiyetimdir
Kurutunca yokluğun
Beni simana gömsünler

SEVDE

Çifte dikiş gider sabanlar
Fersiz toprağın koynu
Fersiz, yetim, analar
Kuş uçan, kervan geçen
Bostanlar ölgün şimdi
Ölgün Dicle denizi

Ve çakırkeyif buğdaylar
Kahyalar körkandil çeper
Mösyölerde bir kültür
Nankör çıyanlık
Kepenekler mahzun
Bağlamalar öksüz
Kalleşlik mazinin töresine
Şimdi âdet diye bellenen
Hicapsız ikirciklik

Heybesiz bulvarlarda
Cartalı haybeciler salınır
Dümenci dubaralar
Ertekeden nümayiş
İmam kayığındayız sürgit
Façalar çiğnedik muttasıl
Erce, âdil, hilesiz
Bundandır kavlimizden kaçışı
Geçmişi tam kınalı
Piyazcı sendikalar
Kaparoz puştlarının

Çifte dikiş gider sabanlar
Cana bir çınar gerek
Yüreğin, yüreğin gibi serin
Derin kuyular içim
Mars olmuş, dumanaltı
Kaybolmuşam, gel artık
Karışsın közlerimiz
Karışsın yeşil…


HİVDA

Kül yutmaz kevaşeler hanında
Hancıyı vurmuş gibi yürek
Şimdi unutulmuş bir marştadır
Mavzerlerde mermiler hazan
Bir umuttur alnımızın çatında

Sevdalanmış sedanda salıncaklar
Ay ışığı kokar derin kuyuların
Gül Hivda… Gülşen Hivda…
Sen bende hür, ben sende parya
Ve keşmekeş; yaralar yaralarda

Babaçkolar rıhtımında bir mavi rüzgar
Aparıyor gönlünü çılgın enginlere
Bozuk çalsa da bozum havamız leyley
Çarkına tükürmüşüz bir kere
Kayarto kopillerin, dalkavuk hırboların
Ne çiçektir biliriz
Kokoz kokorozlar da

Vardakostalar zamazingo
Voliyi vurmuş godoş hırtapozlar kanişi
Hey gidi erlik hey şimdi şinanay
Zartayı çekmiş yiğitler
Mıshıtçı gebeşlerin melun insicamında
Sigortası atmış janti yürekler
Bilenmiş zırzoplara
Puskun, kıvam bekler

Ranzam, zulam, soluk resmin
Saplanır soluğuma
Can Hivda… Canan Hivda…
İşte böyle yazıyorum canına
Hatıran mermidir damarımda
Dışarda çılgın bir bahar
İçerde hep kış mevsimi

LEYLAN

Ilgım ılgım açar yediverenler
Ambarlarda yeşerir hamal fidan
Görsen her biri bir filinta
Pahabiçilemezdir burada alınteri
Helal ekmeğin verdiği memnuniyet
Emeğin kitabı, işhanlarında yazılır
Komşuluk destandır antik katlarda
Seni namusluca sevmeyi
İlkin buralarda öğrendim
Şırfıntılar sokağında tütün emekçisi
Avuçlar bilirim, ihtiyar, nasırlı
Memleketim gibi ak alınları vardır

Sen hep o küçeden gelirdin canıma
Eserdi terütaze hivbanu nefesin
Arzuhalcim, kadife karanfilim
Daya endamını santimantal bağrıma
Daya da dinle, çaylardan su içer gibi
Can feryad, can figan, can yangın yeri
Bayramlar, matemlere sapmış
Namlu yürek, aşka, sevdaya kıvrılmış
Nasıl, nasıl sevmişem bir sevebilsen
Anlarsın zehir zıkkım geceleri
Anlarsın, netameli oyundur, heba
Vurulur denizin, ırmaklarınca

Kaç dağdır aşılmaz olmuş içim
İçin için tüter kuyumda bir yara
Birden hüzünlenir bütün avlular
Cümle vadilerde zılgıtın kopar
Derin mutsuzluğun türküsüdür
Eser, eser korkunç albenin
Çekilir sürgüler demir koyaklara
Çekilir hayalimden asi bakışın
Gömülürüm kendime bir başına
Tek başına hırgür sensizliğim
Leylanım, nupelda pervinim

RONAHİ

Eflâtun karanfiller verir Aras
Hıncahınç yaşamak
Gürbüz kızanlarına
Körpe tomurcuklar salınır ekinde
Cehennem göğüslerde asi boran
Ciğerde iştiyak, çıldırasıya
Çatlıyor kısrağın
Kanıyor heyben
Kanıyor dudakları dikenli demirin
Sevdaya set çekmiş saygın çıyanlar
Kurulmuş vadilerine haramî
Görmemiş tarih böyle hayınlık
Böyle maval aynazı
Çekirge utanır istilasından

Tendürek dağına sor yüceltileri
Kato’ya, Cudi’ye, Karacadağ’a
Harnupların irkinç hışırtısı
Götürür hülyanı gidebildiği cana
Çığlığın, akçakavaklar
Çığlığın seyelan, külhani
Bin yıllık asırlardan mahzun miras
Fütursuz, ajitatör, Terme ormanı
Umular figanında yeşerir
Ronahi, yuvasıdır leylimin
Barışın bağını, bahçesini büyütür

82 burç, 82 destan
Dayanmış içerden onca yıkıma
Şarkın bülbülü şavkır Dicle’yi
Şavkın, en karanlık yerimi okşar
Türküsü başlar söylenemezlerin
Kuyumuz yurt olanda
Gözlerinin, gözlerinin nağmesi gelir
Uzaktan, en uzaktan
Ben sana Diyarbekir
Sen bana masum Dersim


BOTAN

Namusun namlusunda göverdiler
Eşit paylaşmanın lezzetine vurgun
Onurlu partizanlar
Bir ceylansı düşe beraber inandılar
Kahpeliğe secde eden engereklerden
Zamazingo puştlardan
Kaşkaval kümelerin
Pazarından, mezarından ırakta
Kalemle, sahneyle, sazla, aşkla, silahla
Dik durmanın kitabını yazdılar
Bilekleri Yılmaz
Yürekleri Kaya
Vicdanları Arif
İdrakleri Sezai
Bir ceylansı düşe beraber aldandılar
Canlarında azmin, sabrın fişengi
Kana kana içtiler sevgiliyi
Sevdayla, düşle, umutla
Yeşerdikçe yeşerttiler erliği
Susmadılar susarcasına
Tetikte şarjörün mahiri
Alanlarda kavgasının çakırpençesi
Mermisi mavzerinde
Çıldırasıya tenha
Yiğitler dökülür dağların sırtlarına
İşte Ömer, diğeri Che
Biri Ali, Castro öteki
Kapital imansızın çöktüler gırtlağına
Civanmert, cengaver
Sıkılmış yumruklarla
Özgürlüğün marşlarını dinlettiler
Tanklara, füzelere kurşunlarıyla
Cesaretin cesaretiydiler
İhtilalcinin bir mezarı bile yok tarihte
Onlarsa tarihin haysiyeti
Haysiyetin tarihi oldular


GİRÂN

Acıyı sırtlanmak gözlerinde
Küfeci sabiler gibi ıssız ayaz
Katran kösnüler çarşısında
Yüreğini kusan ciğersizler öldü
Bir idam gibi gece ağır sessizlik

Uzak bir ümit gibi doğdun
Mayınlar döşenmiş olasılıklara
Emperyal amerikan tenteneli
Obez korseleri kafatasında
Canavar patronlar da ölecek
Kepaze yardakçılar da

Kör kılınçlar gibi çaresizsen
Kimsesizsen aç, susuz bir rüya gibi
Kaldıysan devrimsiz, tütünsüz, üryan
Hınçla sürdüysen çorak tarlasını umudun
Saray vantriloklarını vurmak hakkındır

Çeteci yoldaşlar uğurlardın
Asit kuyularında erimemiş künyesi
Gerilla hüznü kaplar kalbindeki Küba’yı
Puroların bile bir anlamı vardır şimdi
Bir mesajı vardır o yosma burjuvaya

Şu dağlarda deşildi ceninler
Neneler, bacılar kurşuna dizildiler
Şu pervazda tecavüz edildi
Mazlumların, gariplerin cesedine
Dönüştü rütbeliler, iblislere

Nahiyeler tutulmuş dört koldan
Eşkaller adressiz, eşkıya tetikte
Bakışlar namlu, bronşlar cinnet
Minik elleri üşür aşiret kızlarının
Bir idam gibi gece ağır sessizlik


JİYAN

Bereket İşhanında ihtiyar çocukluk
Kadim anılar tutar elinden götürür
Kavganın gözlerinden öperek

Saçaklarda gök nehirleri, sur rengi
Kongre zabıtları, manifesto bildirileri
Kuşatma, şahına kadar pulat

Ve çiğdemin toprağı paramparça edişi
Hırçın telaş, örselenmiş üstelik

Yine hangi sevdaya kuyulandın
Yine gömleğinin düğmesi kabir kıyamet
Fişlenmiş, atom gülleri

Dinamit gamzesi yollar ökse çubuğu
Erinmemiş serüven
Henüz çiğnenmemiş tarih

Kollar ardında bağlı
Yiğitler kanar her yandan, yorgun süvari
Hoyrat yelelerde bir hışım heves
Asuri ve Keldani

Yine hangi sevdaya kuyulandın
Gömleğinin düğmesi kabir kıyamet
Kevoklar kanatlanır buklelerinden

Gün gelir, biter kara kahır
Romantik burjuva solcuları
Din tüccarı sağcılar ölür
Kuşatma, şahına kadar pulat

Boş kovanlarda heba gençlik
Yeniden bulacak saadeti
Kavganın gözlerinden öperek


ZUHUR

Şevlerde, zistan kasvetleri davudî
Maşrık ve mağrib
Çözülmüş sonsuz gözlerinde aşkın
Sürgünler yaşamınla sevişirken
Sokulmuş koynuna acı gülüşler
Vurulmuş düşlerin
Mojende ok bahçesi
Hançerende hançerler
Rûberû sevdamız

Asit çukurlarında yiten fidanlara
Yakılan köylerin hatırasına hasret
Bir matem gibi saran yorgun geceyi
Bu ağırbaşlı surlar
Kardeş çocuklardır
Yan yana, omuz omuza
Süngülemez yâreni
Dağlarımız delila
Künyelerimiz dilan

Uzun Mehmed’in yüreği kaplar Dicle’yi
Yılmaz’ın zulme sıkılmış yumruğu
Yeşerir kollarında emekçi zarokların
Umudun Hevsel’i filizlenir
Deniz kirlenmez lağım sularıyla
İşkenceyle, kahpelikle boğuşan
Elmaslar kirlenmez
Düşmekle çamura

Elbet çiçeklenir Mezopotamya bir gün
Adaletle, cesaretle, sevdayla
Dilsizler, dile gelir
Susulanlar kusulur
İşte intikam mevsimi
Puşt yüreklerden
Öc almak gerektir

Bilal Yavuz
 
Namusun namlusunda göverdiler
Eşit paylaşmanın lezzetine vurgun
Onurlu partizanlar
Bir ceylansı düşe beraber inandılar
Kahpeliğe secde eden engereklerden
Zamazingo puştlardan
Kaşkaval kümelerin
Pazarından, mezarından ırakta
Kalemle, sahneyle, sazla, aşkla, silahla
Dik durmanın kitabını yazdılar
Bilekleri Yılmaz
Yürekleri Kaya
Vicdanları Arif
İdrakleri Sezai
Bir ceylansı düşe beraber aldandılar
Canlarında azmin ve sabrın fişengi
Kana kana içtiler sevgiliyi
Sevdayla, düşle, umutla
Yeşerdikçe yeşerttiler erliği
Susarcasına susmadılar
Tetikte şarjörün mahiri
Alanlarda kavgasının çakırpençesi
Mermisi mavzerinde
Çıldırasıya tenha
Yiğitler dökülür dağların sırtlarına
İşte Ömer, diğeri Che
Biri Ali, Castro öteki
Kapital imansızın çöktüler gırtlağına
Civanmert, cengaver
Sıkılmış yumruklarla
Özgürlüğün marşlarını dinlettiler
Tanklara, füzelere kurşunlarıyla
Cesaretin cesaretiydiler
İhtilalcilerin bir mezarı bile yok tarihte
Onlarsa tarihin haysiyeti
Haysiyetin tarihi oldular
 
Eflâtun karanfiller verir Aras
Hıncahınç yaşamak
Gürbüz kızanlarına
Körpe tomurcuklar salınır ekinde
Cehennem göğüslerde asi boran
Ciğerde iştiyak, çıldırasıya
Çatlıyor kısrağın
Kanıyor heyben
Kanıyor dudakları dikenli demirin
Sevdaya set çekmiş saygın çıyanlar
Kurulmuş vadilerine haramî
Görmemiş tarih böyle hayınlık
Böyle maval aynazı
Çekirge utanır istilasından

Tendürek dağına sor yüceltileri
Kato’ya, Cudi’ye, Karacadağ’a
Harnupların irkinç hışırtısı
Götürür hülyanı gidebildiği cana
Çığlığın, akçakavaklar
Çığlığın seyelan, külhani
Bin yıllık asırlardan mahzun miras
Fütursuz, ajitatör, Terme ormanı
Umular figanında yeşerir
Ronahi, yuvasıdır leylimin
Barışın bağını, bahçesini büyütür

82 burç, 82 destan
Dayanmış içerden onca yıkıma
Şarkın bülbülü şavkır Dicle’yi
Şavkın, en karanlık yerimi okşar
Türküsü başlar söylenemezlerin
Kuyumuz yurt olanda
Gözlerinin, gözlerinin nağmesi gelir
Uzaktan, en uzaktan
Ben sana Diyarbekir
Sen bana masum Dersim
 
Bilal Yavuz'un Hikmetler Kitabı

HİKEMİYAT
1
Yaşamadan taşamazsın, taşamadan aşamazsın, aşamadan pişemezsin, pişemeden bilemezsin, bilemeden diyemezsin, diyemeden yağamazsın, yağamadan akamazsın, akamadan coşamazsın, coşamadan bulamazsın, bulamadan olamazsın, olamadan dinemezsin, dinemeden ölemezsin, ölemeden doğamazsın, doğamadan öremezsin, deremezsin, seremezsin, eremezsin.
2
Zerreler, Hakk’ın ordularıdır. Hisset, Rahmân’ı tesbihde, cümle müşterek tavâfları. Vazîfelerini hakkıyla îfâ, onları zikrullahtan alıkoymaz. Bu ahvâl, idrâklere filhakîka ibrettir.
Sıddıklar, ancak Rahîm’in râzı olduğu has kullarıdır. Zîrâ sadâkatle bağlanılacak, O’ndan başka Sâhib yoktur. Lâ ilâhe illâ hû. İnkâr, akıl yürütememek, anlayamamaktır. İnkârcılık, yeryüzünde haksızca büyüklenmenin, inanan ufukları küçük görmenin çocuğudur. Oysa îmân, anlamaktır, akıl yürütmektir, havas işidir. Hakîkati reddetmekse, asıl bayağılıktır. Herşeyi yaradamayan, bir şeyi yaradamaz. Bir şeyi yaradamayan, herşeyi yaradamaz. Yaradan yaradılamaz, yaradılan yaradamaz. Tevhîdin bürhanları, ne leylâ, ne beyzâdır. Zulmetmekse; acziyet, noksaniyettir. Ol kadîr Sübhân, nâkıstan, mecâlsizlikten, adâletsizlikten münezzehtir. Mağrur, ırkçı, kaderci; racîm iblisin kibri korkaklığından, ezikliğindendir.
Teslimiyet fezâsının pâdişâhı; Muhammed aleyhisselâm’ın tevâzû edebiyse, cesâretinden, yiğitliğindendir. Ey nefsim, sen, korkaklardan değil, cesûrlardan ol.
3
Vahdet bahrinin dalgıçlarına serinlik, harâret karasalında. Hakk’ın ummânına dalmak, âşıklara nefestir, teneffüs vaktidir. Yığılımı Hayy deyu haykıran dalgalar, sanki su değil, ışk oduna benzindir.Tûfânlar ki, ney ve rebab düetidir. Şemsi batarken görürsün, hâlbuki cihânın diğer ucunda doğmaktadır. Ölmek de, öbür âleme doğmak değil midir… Ölmeden ölmek, dirilmeden dirilmektir. Asıl uyanıklık, insanı dünyevî değil, uhrevî bir imkân olarak, görebilmektir. Yetîmi gözetmeyi, rızâ içün fırsat bilmek, ne güzel çıkarcılıktır. Ki Cenâb-ı Hakk, rızâsını lutfetmezse sana, sekiz cennete girsen dahî, zinhâr tesellî etmez, edemez, sonsuzca. Evrende en mümtaz akrabâlık, inananların uhuvvetidir. En bedhah hısımlıksa, inanmayanların îmâna karşı aynı cebhede birleşmesidir. Asabiyye aynazları, ne sarp ne çetindir. Renkler, biçemler, sûretler, sîretler, hacimler, boyutlar, kıvrımlar başka başka. Ama vâbeste oldukları gerçek hep bir.
4
Aklının kalbi, kalbinin aklı olmayana, ne çâre. İslam mâşûkunu gizliden gizliye sevenlere, vuslattan ne pay vardır. Dürüstlük pınarından içmeyen teşne yürekler, güdümleye güdümleye hîleye dönüşen şaşkın dimağlar, bu şeffaf sırattan nasıl geçebilir. Takiyyenin âkıbete têsirini görmüyor musun… Ciltler, muhtevâlar, çehreler, kültürler, milliyetler, diller, O’nun âyetlerindendir. Aynı zamanda, fettan beyazcıların, kafatasçıların tuğyanlarını artıran, imtihanlardır. Bu, böyledir.
5
Rasûlullâh aleyhisselâm’ın esirleri ilim karşılığında salıvermesini anlayamazsan, hâricî bedevîler gibi mâsumların içinde canlı bomba deyu nefsini patlatırsın. Gerçek gelmişken, ondan nasiblenememiş acınası kaybedenlerden olursun. Hâlık hazretleri, hâşâ, zorunda olduğu içün değil, dilediği içün yaratmıştır. Her istediğini yapacak güçtedir. Bârî’den başka yoktan var etmeye, varı yok kılmaya, güç yetirebilen mi var… Mamâfih -mümkün varlık- olabileceklerin en hayırlısı, en estetiğidir.
6
Nakil, akıldan efdaldir. Çünkü akledişler, çeşit çeşittir, hem hamuruna nefs karışabilir. Nakilse haktır, birdir, bellidir. Naklin akıldan üstünlüğüne en güzel bürhan, nakli akıldan üstün bilenler barış ve huzur ve uhuvvet içindeyken, aklı nakle üstün tutanların birbiriyle bitmeyen kavgalarıdır. Müteşâbih âyetleri têvil, nebî olmayan idrâkin haddi değildir. Münâfığın bâtınî hendeklerine sakın, düşme. Saflar ancak, Zâhir’in câmisinde dürüstçe sıkılaşabilir. Varlık, yokluk, fânilik ve bekâ, Kadîm’in kulu, kölesidir. Kimse ol Musavvir kadar sevip, sevilemez. Ey nefsim, hak yolda, merhametin öfkeni geçsin. Bu, sünnetullahtandır. Duyu bilgisine aşırı güvenen mağrurlar, gözüyle görmediğine inanmaz.
7
Rikkat eyle. Akıl yürütemeyen nice mağrur, müslimânlara en fazla akıl taslayanlardır. Müslimânım diyen feylesoflar, haşir bedensiz olacaktır bühtânında bulundular. Takiyyecilerse bu küfrü, hâşâ İslâm Düşüncesi deyu okuttular. Oysa Hâşir, parmak izlerine kadar haşretmeye, râzı olduğunu cismiyle cennetine almaya kadîrdir. Nesebcilik lağımlarına düşmek, mücâhîd ecdâda vefâ değil, ihânettir. İşler ehline vurgundur. Başlık taslayan, baş değil, kuyruktur. Unutma, râşid halîfeler, hilâfet hırsını cân düşmanı bilmişlerdi. İşte düstûr, hilâl gibi salınmaktadır.
8
Evliyâullâh’ın aşkı nasıl -bir- sevdâdır. Öyle ki akıl pîri, coşkun gönle öğüt için geldi mi, gönülden daha âşık kesilir. Yüzlerini İslâm’ın devletinden gayrısına dönmezler, zîrâ onun hâricinde kalan cümle rejimlerin, bâtıl olduğunu iyi bilirler. Sözde muâsırlık kapanlarına kapılmadan, ondört asırlık Muhammedî şerîati yol edinenler, asıl kurtulacak âşıklardır. Büyüklenmek ve küçük görmek asıl küçüklüğün karînesi, küçüklüğünü bilip sâde olmaksa, asıl büyüklüğün tezâhürüdür.
9
Ekranlarda izlenen efektleri yaradan Kadîr hazretleri, elbette cennetlik kulunu cennetinde, yakuttan kanatlı atlara bindirip uçurmaya güç yetirendir. Belki daha önceki ümmetlerden kimselerin görmediği yığınla teknik terakkiye, bugün şâhidiz. Ey nefsim, ibret çiçeğini, söyle, ne zaman koklayacaksın. Milyar ışık yılı uzaklıkları içinde barındıran fezâ, cennetin ve cehennemin olabileceği genişlik hakkında ipucu vermiyor mu…
10
Asıl dâhîler, helâl dâiresinden ayrılmayan, şüpheli şeylere yaklaşmayan, sürünün hatrı için örf deyu bidatlere sapmayandır. Elinden geldiğince dünyalıktan az faydalanıp, biriktirdiğini mâşûku için harcayan ol müttakî fedâîlerdir. Ey kardeş, çıkarları içün toprağı putsayanlar sana asıl vatanı unutturmaya… Cihânın cümle İslâm coğrafyası buradaki ülken, cümle müslimlerse milletindir. Milletin ki, müminleri elest bezminden berzâha, berzâhtan cennete, ne güzel komşu…
11
Olmuş olan, olacakların en hayırlısıdır. Riyâsızca alan el, riyâkârca veren elden üstündür. -Biz- denilince aklına dindaşı gelmeyen tefrika gürûhlarına, heyhât üstüne heyhât...
Ölümün koç olarak boynundan çekilip de, cennetlik ve cehennemliklerin arasına getirilip boğazlanacağı vakti hatırla. O gün, sevinçten ve kederden ölmek mümkün olsaydı, belki iki taraftan kimse sağ kalmazdı. Unutma çünkü umutla! O ki, Zât’ına ne kadar şükredilse, yetmeyecek olandır.
12
Asıl başarı, mutlak elit olan vâhid Hakk’ın, hoşnutluğunu kazanmaktır. Cihânda, Rezzâk’ın ihsanlarını yeterli görmeyip, kendine râkib gördüklerinin payına da göz dikenler, verilene şükredeceğine râkiblerini bitirmeye çalışanlar, kendini yeterli görüp azanlar, açık aramayı meşgale edinenler, ne acınasıdır. Hakîkatden yüz çeviren nice cinsiyetçiler, nice sözde terakkîperverler vardır. Cennetin yasalarını, cihânın işleriyle karıştıran nice haddi aşanlar. Değil mi ki cümlemizin sâhibi Hû. Erdemli olanın ne olacağını erdemleri yaradan Sübhân’a karşı,hâşâ,belirlediğini zannetme hadsizliği.
13
Muhtaç bir kap nankör oldu mu, Hakîm’in sonsuz hikmet ummânına, gayrı necis zanla, hasım kesildiğini görürsün. -Hûrî- hak edenlere inâyet olduğu gibi bazı erkek düşmanı hatunların, hasedinden takılıp, haktan uzaklaştığı bir imtihan değirmenidir. Erkeğe verilmeyen analık nîmeti, evlâd üzerinde babadan üç misli hakkı bulunması lütfu, köre ne gösterebilir. Hem merhamet, öfkeden daha ziyâde, cesâret, basîret, şehâmet, ferâset, hamâset, fetânet ve kudret gerektirir. Mantığı nefsi olan kişi, hakîkati mantıklı görmez, zîrâ doğrular eşittir gerçekler, şımartılmış nefsine hoşgelmez.
14
Ey cân, elleri gören, gözleri dokunan, kulakları konuşan, dudakları dinleyen bir Yûnûs gibi ser postunu içindeki içeriye. Kahramanlık taslamaktan başka işe yaramayan, üşengeç yığınlardan pehlivan çıkabilir mi… Yiğitlerin kanıta ihtiyacı mı var. Adamlığı ancak, saklambaca muhtaç, tabansızlar anırır. Sâlih amelleri konuşkan, lügati herzelere uzak sosyallere, var/yok arası bir âhenk olan vaktin kıymetini bilene, ne mutlu.
15
Felsefeler yalnızca birbirini yalanlamakta haktır, haklıdır. İslâm’ın karşısına felsefe bâtılını koymak, kıyasa yeltenmek, ancak ajan nakışıdır, işlendiğimekteb,boşluğun fakültesidir. Kur’an geleli dilimi yuttum diyen peygamber şâiri sahâbeye selâm olsun, ne güzel söylemiştir. Hiçbir şey beğenmeme, kendini beğenmekten ötürüdür. Herşeyi beğenmekse, karaktersizlikten. Müslimân, vezinlidir. Şerîat denince nefsin ürkmesi dahî şerîatin caydırıcılığına ne gökçek argümandır. Şerîatsız tarîkât, barikattır.
Münkirlerin -dileseydi, azmazdık- söylevi, şeytanın -beni azdırmana karşılık- sözüne ne çok benziyor.
16
Cenâb-ı Hakk hazretleri, ancak hak edenlerin kalbini mühürlemiştir. Çünkü insana, çalıştığı vardır. Ey oğul, âkıbetin, tercihlerine âşıktır. Bu kesik kliniğe, toy giren hekîm, hekîm giren toy çıkar. İrkil, özüne dön. Vurgunlar için uyanıklık, baygınlıktır. Öyle bir süzgünlük ki, saldırgan kurnazları, kurnazlıktan daha efdal, savurmakta, demiri penye kılmaktadır. Tekelcilere bir bak, asla tatmin edemeyeceği benliğininpeşinde, nasıl da gün geçtikçe daha çok azıyor, köleleşiyorlar. Hâsidlerin hasedi, bir yankıdır, eninde sonunda çarptığı dağlardan, döner dolaşır, yine içinden çıktığı nazârı vurur.
17
İçindeki tamtakır kavanozun kapağını bir sıyır da gör, içerden göklere kanatlanan, ne kelebekler keşfedeceksin.Velîlerin baygınlığı, şarjöre sürülmüş mermilerin durumu gibidir, irkilecek zamanı iyi bilir, fişek yataklarında cinnet geçirmez, çünkü onlar içün sabretmek, yarısıdır dikey zaferin.
Helal terakki ve gelişim ve keşif, âşıklar içün mâşûkuna kendini kanıtlama idmanıdır. Velî kimdir… Kamere, yıldızlara ayak bassa, besmeleyi, tefekkürü, hamdi unutmayacak sâdıklardır. En üstün âşıklar, Hakk yolunda en üşengeç değil, en çalışkan olanlardır. Takvâda yarış ne özel tanımdır.
18
Nasıl da bambaşka; esîrler, enerjiler, rahimler, bükümler, antenler, çeperler, hücreler, atomlar. Lâkin özlerindeki mânâ hep bir. Adâlet rahmet, merhamet cesârettir, ürkekler ne bilesi. Cümle müslimânlar evlâd-ı şühedâdır. Zîrâ Hakk’ın inananları din bağıyla kardeş kılması, âlemdeki en üstün akrabâlıktır. Bu yüzden müslimânlıkla müşerref bir ingiliz, bir arab veya acem, birbirinden farksızdır, cümlesi salâhaddînlerin ve fâtihlerin ve târıkların birer koçak halefidir. Ey oğul; kavkı, kırıma hasrettir. Üstünlük takvâdayken, zanla kardeşine asâlet taslamak, ancak aşağılık kompleksini örtbasa çabalayan, takvâsızların işi olabilir.Oysa iblisi şeytan eden, inkâr değil, ırkçılığı, kibriydi.

19
Rasûlullâh ve ashâbın nerdeyse hepsi arab iken dahî, Hakk onları İslâm’ın yayılmasına, ceddimizin, neslimizin ve bizlerin hidâyetine vesîle etmişken bile, nice bedirlerde, uhudlarda, hendeklerde Hakk içün ve yine O’nun imdâdiyle destanlaşan cesâretleri dilden dile dolaşırken hem. Tâ vedâ hutbesinde-arabın aceme üstünlüğü yoktur- düstûru, göndere çekilmişti. Ekseriyeti müslimân bilinen kavimlerden bile onca bedhah ve gavur ve münâfık ve fâsık çıkarken, bu denli kendi kabîlesini tezvirâtle, îzâmla genelleme niyedir. Cehennemlik soydaşlarının soyunu inkâr ilâ hangi ırkçı nereye varabilmiştir.
20
Birbirinizi gerçekten sevmedikçe îmân etmiş olamazsınız diyordu. Müslimân arab kardeşini, müslimân türk kardeşini sevmeyen bir müslimân kürd, îmân etmiş olabilir mi. Müslimân arab kardeşini, müslimân kürd kardeşini sevmeyen bir müslimân türk, îmân etmiş olabilir mi. Ve yine müslimân kürd kardeşini, müslimân türk kardeşini sevmeyen bir müslimân arab, îmân etmiş olabilir mi. Sevmek, sâdece -seviyorum- demek midir. Sevmek, kardeşlerine saygı duymaktır. Güçlüyken onları ezmemek, güçsüzken satmamaktır. Sevmek, empati kurmaktır. Hoşlanmayacağın şeyi kardeşlerine revâ görmemektir. Kendin için istediğini onlar için de istemektir. Senin ya da başkasının kültürünü, lisânını, hayat tarzını, onlara zorbalıkla dayatan, hiçbir rejimin, rejimcisi zinhâr olmamaktır. Ey yürek, sevmek, îmânın hoşnud ülkesidir, sevmemekse, îmânsızlığın çorak gurbeti. İşte, biricik varış yelkovanı.
21
Fiilî nasîhler, hakîkat dâvâsının intizâm müesseseleridir. Leylin nehârla kılcal raksı, fezâ bahrinde denizfeneri nücûmun tavafkâr semâsı, kar ve yağmur dânelerinin birbirlerini zinhâr incitmeden turâb ilâ visâli, kapkara torpakta biten gökkuşağı meyveler, cânlarına-harekete geçirten- sırlar üflemektedir. Cenâb-ı Hakk, mâsivâyı yoktan var etmiştir. O’nun var ettiğini yok saymak, âyâtını inkâr değil midir.
22
Aşkın evi, cihâd meydânlarıdır. Âşıklara, gazâda fâsid ve hâsid ve câmid küffârdan İslâm düşmanı kâziblerin kanını dökmek, mücevherâtden kadehlere cennet şarabları doldurmak gibidir. Hâdiselerin cereyânı, mütenevvî ebsâra, belki parmak izleri gibi ne özgün ilhâmlar, ne öznel esrârlar bahşetmektedir. Âdemoğlu, ancak kudretullâhı yansıtan bir âyine olabilir. Ey cân, cam özünü cilâla.
İç geçirilen herşeyin dileyene nasîb olacağı ol nezih zemîn, ancak O’nu râzı edenlere yakışır. Tekâmül, nâkıs âcizlere lâyıktır. Ol sübhân Allah, tamdır, gelişmekten ve küçülmekten ve büyümekten münezzehtir.
23
Hüsnâ esmâsıyla, ilmiyle âlemleri kuşatan Hû. Varlığı ve yokluğu, bilineni ve bilinmeyeni, gizliyi ve açığı saran. Değil evrenden, Hakk ihsânı mekiğiyle, şol galaksiden dahî çıkamayan ey nefis, kimden kaçtığını zannediyorsun. Karanlığa sıvışarak, ışığı yok edemezsin. Yalan ve zan ve iftirâ kulvarında gözlerini yumarak, düğümlere üfleyerek,asla hakîkat güneşlerini söndüremezsin. Asla. Adâlet nedir, yerine koymak. Fesâdât nedir, haksız yere yerini değiştirmek. Fettâh hazretlerinin mübârek fütûhâtının kemiyet ve keyfiyetini de, yine ancak kendi akdes Zât-ı Âlîsi bilebilir, şâyet dilerse dilediğine dilediği kadar bildirir. Düşün, seni hiç olmamışsın gibi yok etmeye kadîrken, rahmet hazînelerine boğuyor, neden…
24
Yoktan -var ettik- dediği cümle mahlûku, vahdet-i vücûd diyerek yok saymaya yeltenmek, bilbedâhe dalâlettir. Belki yok dahî yokken, vardan da, yoktan da ötede, Hû vardı.
Hiç yok olmayacak, hep var olacak, ol zâtından başka Bâkî yoktur. Bu, böyledir. Sübhânallâhi ve bihamdihî. Kur’ân-ı Kerîm’in üslûbuna bak, Melîk’in, zâtına verdiği değeri gör, ey ins, zerrâtın tesbihâtını duy, kalbini akışa bırak. İçindeki yüceyi arayışı görmüyor musun. Hiç arayan olur da, aranan olmaz mı. Düşün, aranan azâmet, etik elit, ancak izzeti ve arayışıyaradan, Kuddûs’ün katında olabilir, düşün...
25
Selâm hazretlerinin varlığını inkâr etmiyorsan, daha ne duruyorsun. Bir yanda gerçek dîn; birleyen İslâm, diğer yanda ol Âdem gibi babasız yaradılan, kul ve nebî Îsâ’yı, putlaştıranhristiyanlık ve kavminden başka herkesi zâtlarına köle gören yahudilik.
Kâbe etrâfında sevgiyle ve saygıyla kenetlenen her renkten, lisandan, kültürden, nesebden, hacimden, şekilden şol müslimân kardeşlerin beraber birleyişini, tefekkür eyle. Melâike, Âdem atana yöneldiklerinde, aslında ol Hazret-i Müheymin’in emrine itâatle secde ettiler, Âdem ancak bir perdeydi. Ey oğul, mühürlüyü, izin verilmedikçe,asla açamazsın.
26
Ancak görmek isteyen lâyıklara, ol Mü’min, göstermekte pek lâtif. Kâbeye put diyen yalancıları hüsranlarıyla başbaşa bırak. İleride bileceklerdir. Kâbe, ancak Azîz Hakk’ın emridir, kıblen, şüphesiz, O’nun emrinedir. Ey oğul. İntikâmı dahî âdil, Cebbâr’ın neferi ol aşkla. Tek sıkımlık cânı var şu cihânın, bir göktaşı yeter cümle tekebbüre. Milyonlarca gök adadan sâde bir dânesi, içinde nokta bile deyû görünemediğin galaksi. Kahhâr gadabı, zâlim kahırcılara yeter.
27
Mütekebbir hazretlerinden başka Mu’izz ve Müzill Rabb yoktur. En güzel,en elit isimler O’nundur. Rızkının mikdârını, ancak ol Rezzak, ol Bâsıt, ol Kâbıd bilir. İmdâd, yâ Ğaffâryâ Râfi’ yâ Semi’ yâ Ğafûr. Vehhâb’ın kuşatıcılığından, kuşatanı yoktur. Ol Hakem, ol hâkim Hakîm, hükmedenlerin en hayırlısı, en hikmetlisidir.
Yâ Adl yâ Bâsîr yâ Habîr yâ Azîm,ilmindenfirâr etmeye çalışanların, kudretinden kaçtığını sananlarıneforu, heyhât,nasıl da nâfile.
Oysa ol Latîf, ol Halîm, ol Selîm olan yüce Hakk hazretlerinin zinhâr hiç telâşı yoktur. Mâlikiyevmiddîn.
28
Hünkâr yürek, saraydan sadra lâyıktır.Ve liyâkat, tûfân tûfân şuûr serîsi.Mensubiyet, sâika sâika bir zuhûrâta müştehi. Önce mukavvaya sarılan, sonra boşluğun içinden çekildi mi süzülen, esrârlı iplik. Kıyâmet kıyâmet büyüyen bir kıyâmın leylinde, kalb kayalıklarına vuran dalga dalga öz, timsâli. En derûnda, kabuğunu çatlatırcasına en nahîf mânâ filizi, mikro têsirin, gittikçe, makro etkiler doğurduğu bir, çağ demi. Ey oğul, çağını demle. Sinsiyetin, senin demlemediğinle, seni necisâne demlemesine, sakın, fırsat verme. Hakîkî istiklâl, Hakk’a hakkıyla kulluğun, âdeta dâhiline siperlenmiştir. Şol namazlardaki harekâtın dahî, fiziklere kârı, elbette tesâdüf değildir. Ol Şekûr, ne Aliyy, ne Kebîr’dir.
29
Hafîz’ın muhafazası ey tâlib, muhafazaların efendisidir. Mukît’in mükâfâtı kadar hayırlı mükâfât, hâşâ, kim verebilir. Hesabları görücü olarak ol Hasîb yeter. Celîl hazretleri kadar, Kerîm ve Rakîb ve Mucîb ve Vâsi’ ve Mecîd mi var. Hâşâ. Bâ’is hazretlerinin vaad ettiği günü bekle. Hazret-i Şehîd, şâhid olarak yeter. Ne güzel Vekîl. Küllî şeye karşı Kaviyy.
Nasıl da Veliyy ve Metîn ve Vâcid ve Mâcid ve Hamîd ve Muhsî ve Muhyî ve Mümît ve Mübdî ve Mu’îd. Hayy ve Kayyûm Vâhid. Mülk, ol Samed hazretlerinindir. Yâ Kadîr, yâ Muktedir.Sen ki Mukaddim ve Muahhir. Sen ki Evvel, sen ki Âhir. Ey Bâtın ve ey Zâhir ve ey Vâlî, ey Berr. Sen ki, Müte’âl hazretleri, andolsun, senden üstünü yoktur. Hamdülillah. Tevbemizi kabûl eyle yâ Tevvâb. Rahmetine sığındık ey Müntakim ve ey Muksit. Affet ey Afüv ve bağışla ey Raûf. Topla bizi, sıklaştır safımızı yâ Câmi’ ve Ğanî ve Muğnî. Şeyâtini kov dergâhımızdan yâ Mâni’ ve yâ Nâfi’ ve yâ Darr.
30
Yalvarırız râzı ol. Ey Vâris, ey Reşîd, ey Hâdî, ey Bedî, ey Bâkî, ey Sabûr, ey Nûr. Zülcelâlive’likrâm. Mâlikülmülk. Gözler kapalıyken, uykularda gözsüz görülen rüyâlar ve kâbuslar, ne ibret mûcize. Onca mûcizeye rağmen uslanmayan zâlim zorbaları ancak cehennem paklar. Cehennemin dahî sonsuza dek yakıp da paklayamayacağı ne şeytanlar da var. Heyhât, varlığının hakkını vermeyene.Yalçın kayaları söyleten, katı surları mum eden, dağlara boyun eğdiren gerçek aşkı hisset hey gönlüm, yaşa hakkıyla.
 
Bilal Yavuz'un Hikmetler Kitabı 2. Kısım

30
Yalvarırız râzı ol. Ey Vâris, ey Reşîd, ey Hâdî, ey Bedî, ey Bâkî, ey Sabûr, ey Nûr. Zülcelâlive’likrâm. Mâlikülmülk. Gözler kapalıyken, uykularda gözsüz görülen rüyâlar ve kâbuslar, ne ibret mûcize. Onca mûcizeye rağmen uslanmayan zâlim zorbaları ancak cehennem paklar. Cehennemin dahî sonsuza dek yakıp da paklayamayacağı ne şeytanlar da var. Heyhât, varlığının hakkını vermeyene.Yalçın kayaları söyleten, katı surları mum eden, dağlara boyun eğdiren gerçek aşkı hisset hey gönlüm, yaşa hakkıyla.
31
Erlik, birlik, dirlik; İslâm milletine vurgun üç merhaledir. Tastamam vuslatları, çehrelerinistikametini cümleten Hakk’ın devletine döneceği bir güne ertelenmektedir. Özler, özetler, özneler, özellikler, öznellikler, özgünlükler rengârenk, ama boyalarındaki kimyâ hep bir, bir, bir. En Sevgili Rahmân’ın muazzam şerîati içün cân vermeyi göze almayanlar, sözün bittiği yerdedir. Vatan, millet, şehâdet nutukları nefsî, dümenleri baştan kaybetmeye endekslidir. Bir pazara buyruldun ki oğul, ortası mezara, sonu sonsuz hazara. Öyle bir hazar ki, ancak hazır, sırat bökelerine. Doğruluk caddesinin dosdoğru nökerleri, eğreti dünyalığı koçmaya imrenmez, sadrındaki vazoyu göçertmez, dâhildeki cevher zemzemini beyhûde zemîne zinhâr dökmez.
32
Yargının da bir âdâb-ı erkânı vardır oğul, şol nefsin tanımadığını fişleme ihtiyacı, ahkâm ahlâkına aykırıdır. Âline bakıp muhabbetle iç çekiyorsun. Onları sana, seni onlara karşılıksız vereni unutma. Ölümden ve diriliş gününden sonra, beraberce sonsuza dek mutlu olmayı istemez misin. Hayır, bu klişe bir replik değil. Şeytanların, hakîkati basit gösterme tuzağına, düşme. İstiyorsan, bunun için Hakk’a yalvarın, duâyı sâlih amel kuvvetleriyle destekleyin. Desteklenin.
Tesettürsüz müslimler, bugünün kuşatılmış kudüsleridir. Evini İslâm’ın devlet kurumları kılanlarsa, zamânlarının ömeri. Kalbi mühürlü, inkârcı şeytanların evi elmastan olsa, yeni bir mûcizeye her gün şâhid olsa, bir süre sonra alıştım deyip belki yine azgınlığa devam edecektir. Belki de canavarlaştırdıkları nefisleri, ancak Kahhâr’ın gazâbını görünce inkârdan,menfaati uğruna vazgeçebilecek,hayvanâtdan aşağı bir potansiyele sâhibdir.
Öyle bir zamanda vazgeçişler, vazgeçenlere ne kazandırabilir ki.
33
Hayâller dahî şol alçak dünya kalitesinde. Hayâl et oğul, cennet kalitesinde, hayâller bile olabilecek en güzel modelde. Atan kalbini, çarpan nabzını, nefeslerini dinle. O sâdık dostlar, kendini kandırmana destur vermezler. Fânî. Yaradan’ın yaratmadığı bir yaradılan, hâşâ hiçbir âlemde yoktur. Cümle olanları, elbette ol Hâlık oldurmuştur.
34
Kul ve elçilerden olan Îsâ aleyhisselâma ve Rabbi Subhân Hakk hazretlerine iftirâda bulunan şol hristiyanlık şirkine bak. Kul ve elçilerden Uzeyir aleyhisselâma ve Rabbi Subhân Hakk hazretlerine iftirâda bulunan şol yahudilik şirkine bak. Kendisine faydası olmayan putların putperesti budizme, şamanizme, Hakk korkusundan titreyen mahlûk ateşlere tapan zerdüştlüğe, şeytanların oyuncağı satanizme, ateizme bir bak. Sapışlar,nasıl da gerçeği haykırıyor. Nasıl da Rahmân’dan başka ilâh yoktur, İslâmdan başkagerçek dîn yoktur diyor.
35
Ey kaynağı görebilen yürek. Parçadan bütüne gidebilen akledici idrâk. Ancak bir Zât’ın cümleyi yaradabileceğini, bir sineği de, bir gazegeni de yoktan var etmenin O’na kolay geleceğini bilen ey kul. O Zât’ın bizim için ancak İslâmı seçtiğini ne vakit göreceksin. Sâde Rabbi Allah için eğilen nâmuslu başları gör. Kâbenin etrâfında tavâfa duran her tipten, renkten, dilden insanı gerçekten kardeş kılan, beyazla siyahın asla birbirinden tiksinmeyip, dâimâ muhabbetle kucaklaştığı İslâm. Kılarken namazı, tutarken orucu, verirken zekâtı incitme gönül. İncinse de, ömrünce incitmeyen mütedeyyinleri izle.
36
Bin kez mazlûm olsa da, bir kerre zâlim olmayan insanlık anıtlarını seyreyle. Mütevâzı çehreler, ne özel manzara. Asr-ı Saâdetden sonra, arablığın, kürdlüğün, fârısîliğin, türklüğün geneli üzerine İslâm mührü vurulmuşken, şol dört sütûnun nice ecdâdı belki ondört asır boyu mücâhid yüreklerle Hakk için cihâd etmişken, dâhildeki ırkçılarının çatışması, fitne yarışı, ötekini küçümseyişi, düşün, neden. Müslimân olduktan sonra bir çinlinin, fransızın, almanın ne farkı kalır senden oğul. Değil mi ki hakîkâte îmânın onuru cümlenize yeter. Değil mi ki ırkçılık, bölücülük kibri haram. Cenâb-ı Hakk hazretleri senin kadar onu da; ömerlere, salâhaddînlere, fâtihlere dîn kardeşi kılmışken, rûhunu senin rûhun kadar muhtedî, müceddid, müttakî nice rûhlar ilâ akrîba kılmışken, yeryüzünde müslimânların hak dîn bağıyla kardeş kılınmasından yüce bir akribâlık hem yokken, büyüklenmen, saymaman, sevmemen, söyle, neden. Irkçılar bizden değildir düstûrunu ibert-i cehennem gibi haykırırken kafatasçıların ahvâli, müslimânların tâ genelini oluşturduğu ırkların dahî içinden nice zâlimler ve nâmussuzlar çıkmışken, kendi nefsimizle bile başa çıkmakta zorlanırken, nefsini ve ırkını temize çekme çabası, nasıl da beyhûde bir zamân isrâfıdır böyle. Çabalarından sorulmayacak mısın ey.
37
İnsan, kendini yeterli gördüğünde azar oğul, kendini zinhâr yeterli görme, unutma, sen, iradenle âdeta kusurlar koleksiyonusun. Kusursuz irâdeli Hakk’a dayan, kardeşinle gerçekten, kardeş ol. Kardeşlerinin helâl dairesinde kültürleri, lisânları, tarzları yüce Hakk’ın birer âyetidir. Ol âyetleri, zinhâr, inkâr etme. Kendilerine verilen emânetleri, koruyup geliştirmeleri içün destek ol. Helâl dairesinde, muhabbet duyduklarına muhabbet duy. Asla, sakın, ötekileştirme. Zinhâr, duymamazlıktan gelme. İster sivil alanda, ister resmiyet meydânında, kendi ata mirası kültürün içün istediğini, kardeşinin ata mirası kültürü içün istemedikçe, bir bâtıl sistem sana dokunmuyor ama kardeşine hayat hakkı tanımazken ve sen buna susarken, hatta içten içe mutluluk duyuyorsan, tam îmân etmiş olabilir misin. Elinle düzeltemesen dahî kalbinle tasdik, dilinle ikrâr edebilecek ortam varken, zulme karşı kardeşinle olmaman, empati kurmaman ve hesâba çekilmeyeceğini düşünmen.
38
Unutma oğul, Hakk’ın adâleti baştan ayağa gerçektir, hakîkattir. Zanlar gerçeğin önünde hiçtir. Hakk, senin nefsindeki işine gelmeyene sükût planlarını, senden daha iyi bilendir. Tâlib, sen renksin, münhasıran aydınlandıkça, ışığa dönüşebilirsin.
Benzersiz Yaradan’ın, yaratma şemsinin, -ol!- yağmurundan sonra ortaya çıkan, gökkuşağıdır yaradılan. Bağımsız, sonsuz varlığı kendinden, Hakk hazretlerinin mâsivâsı, O’nun, O’na bağımlı varettiği;fânî, gölge varlıktır. Karanlık, yâni siyah rengi de bir mahlûktur. Cihânı koyu karanlık olan siyah değil de, koyu bir kırmızı kaplasa, yine ancak izin verildiği kadar görebilir, yıldızları seçebilirdik.
39
Yokluk, belki daha başkadır. Şüphesiz, varlık da, yokluk da, O’nun emrindedir, hepsine hükmeden, tek mâbûd O’dur. Zâlimin kendini suçlu hissetmeyen yüzüne bak. Sonra da mazlûmun hüzünlü çehresine. Küçük hatalarına pişmanlıkla tükenen ömür, büyük hatalara zor cüret eder.
40
Her zerre Hakk’ın sanatıyla bir evrendir. Her evren Hakk’ın kudreti karşısında bir zerredir. Gerekli sevgi, gereksiz korkudan üstün, gerekli korku gereksiz sevgiden üstündür. Ey kardeş, elhamdülillah, sâdece müslümanız... Çehremizi, laik-ulus rejimlere değil, göklerin doruğundan inerek yeryüzü vahasını şereflendiren, İslâmın ondört asırlık görkemli devletine dönmüşüz. Öyle yüce -bir- devlet ki, baştan ayağa, Furkân ve Sünnet fecrinden ibarettir. İslam coğrafyasını dâim vatan, Ümmet-i Muhammed’i dâim millet biliriz. Zamân, sadede gelme vaktidir. Gün, belki kıyâmete dek bitmeyecek olan ihtilâf gecesinden, coşkun kılınçların kınından çekilişi gibi sıyrılma günüdür.
41
Sahte bâtılı, Şerîat hakîkatine tercih, îmansızlıktır. Bize takiyye değil, dürüstlük yaraşır. Şerîati istemek, müslimlere farzdır. Şerîat deyu haykıran muvahhidler, zamânın asıl âşıkları, asıl mürşidleri, asıl dervişleri, asıl velîleridir. Aşkın evi oğul, gazâ meydânıdır. Zulmün kanı, mücâhid velîlerin kadehine hak yoldahelâldir. Allah yolunda cânıyla, emvâliyle cihâd eden yâni cânından ve cânânından ve emvâlinden ve evlâdından geçen, mücâhidlerden âşığı, evliyâsı mı var.
42
Her gerçek velî, belki mücâhid değildir. Ammâ her hakîkî mücâhid, inşâallah birer velîdir. Gönül gönül büyüyen akıl ve akıl akıl büyüyen gönülle, ilâ âhir. Yapının tuğlaları, vücûdun uzuvları, vahdet bayrağını yeniden oğul, hakettiği göndere, göklere çekecektir.
43
Bedevî îmânı, nedir şol bedevî îmânı. Şeytanlar, nasıl da nefsin aklına -çöl, sarık, deve- figürlerini getirmeye çalışıyor. Bedevî îmânı ayrılmaz bir bütün, tek hakîkî yol, İslâm dîninin işine gelen parçasını alıp işine gelmeyeni bırakan çıkar süslümanlığıdır. Modernlik maskeleri ardında, sımsıkı halatı gevşetmeye çalışan gevşekliğin öbür adıdır.
44
Hakîkati bütünüyle yaşayan müttakî bedevîlerin tırnağı etmez bedevî îmânlı nice şehirli moda münâfıkları. Hakîkati bütünüyle yaşamak; yiğitçe hakkı haykırmak, şerîati istemek, hilâfeti aramak, bu garazda eyleme geçmektir.
45
Şerîatsiz tarîkat, cehennem kütüğüdür oğul. Evliyâullah arasında Allah ve Rasûlünün devletine karşı tekbir kimseyi bulamazsın.Ne olmuşsan da, yine gel, tevbe kapısı açıktır.
Peki ne içün. Elbette fıtratına dönmek, dosdoğruya doğru değişmek, dönüşmek, gerçek bir müslimân olmak içün gel. Ey kardeş, kardaşınla dîn hakkında tartışıp durmayı bırak, sadede gelin. İhtilâfla vaktini öldürenler, ya hedeften ümîdini kesmiş ya da hedefe yürümeye cesâret bulamamış âcizlerdir.
46
Yol bellidir; İslâm. Hukûk bellidir; Şerîat. Devlet bellidir; Furkân ve Sünnet-i Seniyye. Hükûmet bellidir; Hilâfet. Bâtıl bellidir; bidât. Tağut bellidir; fitne. Küfür belli, şirk bellidir. Unutma; hânedânlıklar, zinhâr İslâm Devleti değildir. Hakk hazretlerinin,yoktan var kıldığıtene nûrundan rûh üfürdüğü sen ey. Dağların kaldıramadığı ol mübârek emânetin mühim emânetçisi ey. Sana kof telaş değil, dolu sükûn yakışır.
47
“Bir adım yaklaşırsa, bin arşın yaklaşırım” sırrının tâ esrârına var. Ancak böyle bir Rab, Rabbimiz olabilir. Rabbinin furkânındaki sana hitâbına bak ey âdemoğlu, hitâbında sana verdiği değere bir bak. Yaradılan böyle güzelken, güzelliği yaradan Hâlık, düşün nasıl güzeldir. Elbette ancak testin kadar bilebilirsin. Ey sâde Hakk’a teslîm olup çevresine güven saçan kandil yürek. Ancak yandıkça aydınlatabilirsin. Çilen, ihsândır.İçindeki cevher suyun sağlam taşı, sağa sola döküp ziyân etme, isrâf etme.
48
Sürüleri şefsiz, arıları melîkesiz bırakmayan, elbette insanlığı şerîatsiz, rehbersiz bırakmamıştır. Mâsivâ, bütünüyle Hakk’a secde eden mustazaf bir kul gibidir. Büyüklüğü hacimde arama.
49
Mâhiyetiyle evliyâ rûhlar, belki kâinatlardan daha engin, âlemlerden daha büyükçedir.
Unutma, zamândan ve mekândan münezzeh olan Zâhir Hakk perdelenmez, perdelenişler senin âciz gözlerin içindir, perdelenen görüş mesâfendir. Doğumlar ve ölümler, doğumu ve ölümü yaratıp, doğmayan ve ölmeyen Hakk’ın ezelî ve ebedî bekâsını nasıl da haykırıyor.
Bu âlem, belki ancak tenini kuşatır, rûhunu kuşatacak kadar engin değildir belki. Gözlerini bir hafta hiç açmamayı dene, başarabilecek misin, gözsüzlüğü sevebilecek misin, bir anda ne hayâller kurabilen ey. İçine yıldızları sığdıran bir gözün dahî hakkını verebilir misin, söyle borcunu ödeyebilir misin…
50
Ey rüyâlarında gözsüz görebilen, kendinle ağızsız konuşabilip, kendini kulaksız dinleyebilen cevher. Aslına dön, kıymetine dön, hakîkatine dön. Parmak izleri gibi birbirinden farklı ağaçların, dalların, çiçeklerin, çayırların, atomların Allah aşkıyla nasıl da kıvrana kıvrana filizlenerek serpildiğini seyret. Hakk korkusuyla patlayan yıldızları, açılan kara delikleri tefekkür eyle. Ya şefkatten tabakalar olmasaydı cihânın çevresinde. Çarptıkları gezegenleri delik deşik eden meteorların, atmosferde toz-duman oluşu ne büyük rahmet, ne mûcize hikmet. Hayretini zinhâr yitirme oğul. Olumsuz alışkanlıktan, nisyanlardan sıyrıl…
99
Tenlerin tinlerinde, tinlerin tenlerinde, pamuktan matruşkalar gibi içiçe sarılı sırların, sırrına var. Hakîkat şarabı adam uyutmaz, adam uyandırır. Hakîkatin esrârını ancak evliyâ ervâh içine çekebilir. Öyle bir esrâr ki, adamı mayıştırmaz, toparlar. Ey dünyalık keşi ey leş. Asıl uyanıklık, devamlı olanı arzulamaktır. Yapacağın tek şey; Sâhib’i râzı etmek. Ölmeden ölen, dirilmeden dirilir ve görür gibi duyar gibi yaşar. Konuşur gibi susar. Susar gibi haykırır.
Fısıldar gibi sayıklar, sayıklar gibi fısıldar bu âr. Yaşa; taş, aş, piş, bil, de, yağ, ak, coş, bul, ol, din, öl, doğ, ör, der, ser, er. Kendine gelmeden, geçilmez kendinden. Ve aksâ… Sırlar, ancak sırdaşlığı başaranlar içindir.

Bilal Yavuz
MUHAMMED HORASANİ
 
GÖÇ MEVSİMİ

Balkonda sararan yapraklara bakıyordu

Her yıl usanmadan dirilen ihtiyar ağaçta

Çocukluğunun suçsuz ormanları saklıydı

Yağmurla öpüşen çimlerin burcusu hava

Dalgıç ruh hicret etmiş mazinin en dibine

Renklerini kaybetmekmiş olmanın bedeli

Büyüdükçe hasret kalmak masumiyetine

O bütün ahbap hisler şimdi birer yabancı

Çocuklara merhametle bakan yaşlı gözler

Felç olmuş sezgilerin tarifsiz hüznü meğer

Asırlardır yaşanmayan bir saray hatıralar

Anılar masallarla karışmış durmuş iç içe

Dön bak ne kaldı yorgun kalbinden geriye

Günbatımı sızar eşyaların antik örtüsüne

Ve tozların dansı başlar akşamın şerefine

Bu kez senin için doğar gece ürkme sakın

Göç mevsimidir, tadını çıkar kaçınılmazın

Sarıl ayçiçeğine, tenha güllere, kefenin gibi

Saçlarında rüzgarlar, alnında serin terinle

Vefalı sessizliklerin sakin çığlıklarını dinle

Elveda savaşlara, kinlere, kibirlere elveda

Elveda bütün kötülüklere, elveda karanlık

Elveda bebeklerin yakıldığı vahşi küremiz

Elveda evrenin cehennem bahçesi elveda

Ecel kurtuluş bize, ah ölüm, ne özel veda





SEVDAMIZ DİYARBAKIR

Onurlu hayatların şehrinde geçti ömrüm

Bazalt avlularda kadim çocukluğum

Nabzımda asırları yontan Dicle serinliği

Sesimde zorlu zamanların buruk hatırası

Gönlümün çağıltısı dolaşmış her karışını

O bütün saflığı, berraklığı, ahengiyle

Bizi aşkın varlığına hepten iman eyleten

Sırlarım surlarına karışmış aziz kentim



Sevdamız, Diyarbakır, mükellef evimiz

Ocağında binbir çile harlanan irfanıyla

Bir şehir ki en güzel öğretmeni gönlümün

Bir şehir ki insanı kendiyle barıştıran vefa

Ey barışın, anlayışın, haysiyetin başkenti

Kıyamete dek kardeş kıl yiğit evlatlarını

Sen ki hep iyiliğe hep doğruluğa layıksın

Tarihin yüreğinde çağıldar sessizliğin



Süleyman Tepesinde peygamber rüzgarları

Hep okşadı yıllarca yetim başlarımızı

Yorgun bakışlarımda dağlarının özlemi var

Sevdamız, Diyarbakır, heybetli yoldaşımız

Peygamberler dağının gölgesinde yeşermiş

Baraj çocukları kadar sevinçlidir kederim

Çünkü hep sende yaşadım ve bir gün ey

İnşallah o merdane bağrına gömüleceğim



Tarihin yüreğinde çağıldar sessizliğin

Sen ki hep iyiliğe hep doğruluğa layıksın

Kıyamete dek kardeş kıl yiğit evlatlarını

Ey barışın, anlayışın, haysiyetin başkenti

Bir şehir ki insanı kendiyle barıştıran vefa

Bir şehir ki en güzel öğretmeni gönlümün

Ocağında binbir çile harlanan irfanıyla

Sevdamız, Diyarbakır, mükellef evimiz




ARAF

Adem’in tevbesi mi bükük boyunlarımız

Ahlarız meyler gibi rüzgarın hırçın yurdunda

Elde can, dilde canan, vurulduk en derinden

Su içtikçe susarız, meded, su içtikçe susarız

Ömürlük kırılışın hep yankısını derleriz

Bir Zülkarneyn asası gerek çağa bir de set

Vahşetlerin çiğnediği dünyamıza bir seda

Saz yangın, mızrap yangın, nükte yangın

Tutuşmuş bahtın harap güllerin bahçesinde

Etten kafeslerimiz, duvarlarımız şehvet

Dehşetli yarınların hep sureti siretimizde

Kalbimiz sırat olmuş kayıp yörüngemize

Bize bir İsa gerek Rabbim bize bir İsa

Dinmeyen, yılmayan, savrulmayan bir asa

Sararmışız, solmuşuz, dağılmışız, mahcubuz

Topla bizi Sahibimiz, yeşert bizi Şahımız

Ağların dağlarında kendimize hapsolmuşuz

Buldur bizi bize ey şanı sonsuz Sultanımız

Bitmek bilmez içimizde Nuh tufanları dindir

Bir soluk ver daralan nefeslerimize ey Hu

Bir şule ver ki çorak közümüz agah olsun





GİRÂN

Acıyı sırtlanmak gözlerinde
Küfeci sabiler gibi ıssız ayaz
Katran kösnüler çarşısında
Yüreğini kusan ciğersizler öldü
Bir idam gibi gece ağır sessizlik

Uzak bir ümit gibi doğdun
Mayınlar döşenmiş olasılıklara
Emperyal amerikan tenteneli
Obez korseleri kafatasında
Canavar patronlar da ölecek
Kepaze yardakçılar da

Kör kılınçlar gibi çaresizsen
Kimsesizsen aç, susuz bir rüya gibi
Kaldıysan devrimsiz, tütünsüz, üryan
Hınçla sürdüysen çorak tarlasını umudun
Saray vantriloklarını vurmak hakkındır

Çeteci yoldaşlar uğurlardın
Asit kuyularında erimemiş künyesi
Gerilla hüznü kaplar kalbindeki Küba’yı
Puroların bile bir anlamı vardır şimdi
Bir mesajı vardır o yosma burjuvaya

Şu dağlarda deşildi ceninler
Neneler, bacılar kurşuna dizildiler
Şu pervazda tecavüz edildi
Mazlumların, gariplerin cesedine
Dönüştü rütbeliler, iblislere

Nahiyeler tutulmuş dört koldan
Eşkaller adressiz, eşkıya tetikte
Bakışlar namlu, bronşlar cinnet
Minik elleri üşür aşiret kızlarının
Bir idam gibi gece ağır sessizlik

JİYÂNÂ

Bereket İşhanında ihtiyar çocukluk
Kadim anılar tutar elinden götürür
Kavganın gözlerinden öperek

Saçaklarda gök nehirleri, sur rengi
Kongre zabıtları, manifesto bildirileri
Kuşatma, şahına kadar pulat

Ve çiğdemin toprağı paramparça edişi
Hırçın telaş, örselenmiş üstelik

Yine hangi sevdaya kuyulandın
Yine gömleğinin düğmesi kabir kıyamet
Fişlenmiş, atom gülleri

Dinamit gamzesi yollar ökse çubuğu
Erinmemiş serüven
Henüz çiğnenmemiş tarih

Kollar ardında bağlı
Yiğitler kanar her yandan, yorgun süvari
Hoyrat yelelerde bir hışım heves
Asuri ve Keldani

Yine hangi sevdaya kuyulandın
Gömleğinin düğmesi kabir kıyamet
Kevoklar kanatlanır buklelerinden

Gün gelir, biter kara kahır
Romantik burjuva solcuları
Din tüccarı sağcılar ölür
Kuşatma, şahına kadar pulat

Boş kovanlarda heba gençlik
Yeniden bulacak saadeti
Kavganın gözlerinden öperek

ZUHUR

Şevlerde, zistan kasvetleri davudî
Maşrık ve mağrib
Çözülmüş sonsuz gözlerinde aşkın
Sürgünler yaşamınla sevişirken
Sokulmuş koynuna acı gülüşler
Vurulmuş düşlerin
Mojende ok bahçesi
Hançerende hançerler
Rûberû sevdamız

Asit çukurlarında yiten fidanlara
Yakılan köylerin hatırasına hasret
Bir matem gibi saran yorgun geceyi
Bu ağırbaşlı surlar
Kardeş çocuklardır
Yan yana, omuz omuza
Süngülemez yâreni
Dağlarımız delila
Künyelerimiz dilan

Uzun Mehmed’in yüreği kaplar Dicle’yi
Yılmaz’ın zulme sıkılmış yumruğu
Yeşerir kollarında emekçi zarokların
Umudun Hevsel’i filizlenir
Deniz kirlenmez lağım sularıyla
İşkenceyle, kahpelikle boğuşan
Elmaslar kirlenmez
Düşmekle çamura

Elbet çiçeklenir Mezopotamya bir gün
Adaletle, cesaretle, sevdayla
Dilsizler, dile gelir
Susulanlar kusulur
İşte intikam mevsimi
Puşt yüreklerden
Öc almak gerektir

ROHAT

Siyasi çengiler bırakmaz yakanı
Sırtın maziye sıla, tüter cıgaran
Raconların gül ırzına geçilmiş
Mahallesiz caddelere dönülmüş
Adı büyük aşk olmuş orospuluğun
Kahpeye şeref olmuş
Hayın namussuzluk

Şimdi çeyiz sandıkları kan pınarı
Ve irin nehridir oyalı yazmalar
İhanetin mavzerine isyan türküsü
Zırhına erlik çekiçidir saplanan
Cengâverler, destanlar günüdür
Seğmenler tayfundur taylarında
Hey Karacadağlım
İşte senin vaktindir

Şimdi, şimdi ey Rohat
Es esebildiğin kadar yüceltilere
As asabildiğin kadar karanlıkları
Vur vurabildiğin kadar alçakları
Baharda, filizde, yazda, düştesin
Teke tek dövüşte yenilmeyensin
Kır kırabildiğin kadar
Boğ boğabildiğincesi
Zulüm ellerinde sönmek içindir
Küfür, çerağında ölmek içindir

Bırak depreşsin asi depremin
Bırak sarsılsın dehşetle köpek yürek
Gökçe canlar yoldaşındır
Fedaî güller haldaşındır
Kündeye getirmek senin işindir
Hey şahid olsun ulu dağlar dumanı
Arslanlar sırtlanlara
Onurlu kıyamlar sarmaktadır

HOZAN

Kınalı külhanbeyleri
Yanık efeler bağrı bu dağlar
Zalime amansız
Mazluma anne kucağı
Bu dağlar bre
Sarmaz iti, çakalı
Dar gelir sığ heveslilere

Karanlık hücrelerinde
Kırgın arzın
Şerefli bedenlerin çürür
Sen ruhumuzsun
Eğilmez hürriyet
Sen koynumuzun
Sıcak yüreği

Firari, fişlenmiş
Buruk savaşçıların
Zulmün zindanlarında
Şimdi kan ağlıyor

Külhanî sazlarımız
Sevdana kuyulanmış
Yorgun şarjörlerimiz
Mermine hasret
Gel artık ey asil istiklal
Gel ve doğrult
Bizi aşkla yeniden

Coplanmış yiğitlerin
Hasretini çığırır bre
Yankılanır paslı parmaklıklarda
Tetikler ümitsizdir
Gel artık gün senindir
Filize su verir gibi
Aşka umut aşıla

LİLİYAR

Işığı yeşerttik
Geceyi çatlata çatlata
Şahid Yıldız Dağları
Şahid Amed Kalesi
Bomba atar mermiler öldü
Riyakâr gaz fişekleri
Protez yargı süreci
Kırıtan boşbakanlar hep öldü
Doğduk kırgın dağlara
Kuşatarak karanlığı
Köylerimiz şen şimdi

Cıvıldıyor gözleri
Pırıldıyor argın yüreği
Çağıldıyor nazenin
Koşuyor sessizliği
Uçuyor çocuksu
Uçuyor yararcası feleğini
Ceylansı zalım dilber
Deşiyor çatal cevheri
Nurlarla karaları
Yüceyle alçakları
Doğruyor fütursuz
Doğruluyor canımız

Devasa halaylarda
Karanfiller iklimi serin
Duldasız Liliyar
Hey hey ah eyler beni
Kalleşnikoflar önü ayaz
Mazi silinmez kırağıda
Nekrofili paşalar davul zurna
Yakar güzellikleri
Kavrulur bozkır
Kurur çeşmeler
Susar bahçemiz

DİLEDA

Cigom benim
Mahzun ciğerim
İki gözümün gülü
İki gönlümün
Közümün, özümün
Ve sözümün
Dağlarında bahar
Hücrende perperoklar
Hürriyet kadar

Turnam öksüz
Turnam gariban
Tutsak kanatlarından
Arda kalan
Senin yorgun yüreğin
Yüreğindir
Maral maral göveren
Ağlatan hançerleri

Havar, havar yiğitler
Cigom yitmiş ellere
Cigom solmuş, sararmış
Toprağın kor bağrında
Susmuş mu
Susamış mı
Cigolar ağlamasın
Dağlanmasın dayeler
Gülünce gülüşelim
Güllerle güle güle

Gönlü kırıklarına
Bir deva ver ey Hüda
Yeşerelim sevdanla
Yeşerelim kahırsız
Yeşerip yeşerttikçe
Kök salalım

RONAHİ

Eflâtun karanfiller verir Aras
Hıncahınç yaşamak
Gürbüz kızanlarına
Körpe tomurcuklar salınır ekinde
Cehennem göğüslerde asi boran
Ciğerde iştiyak, çıldırasıya
Çatlıyor kısrağın
Kanıyor heyben
Kanıyor dudakları dikenli demirin
Sevdaya set çekmiş saygın çıyanlar
Kurulmuş vadilerine haramî
Görmemiş tarih böyle hayınlık
Böyle maval aynazı
Çekirge utanır istilasından

Tendürek dağına sor yüceltileri
Kato’ya, Cudi’ye, Karacadağ’a
Harnupların irkinç hışırtısı
Götürür hülyanı gidebildiği cana
Çığlığın, akçakavaklar
Çığlığın seyelan, külhani
Bin yıllık asırlardan mahzun miras
Fütursuz, ajitatör, Terme ormanı
Umular figanında yeşerir
Ronahi, yuvasıdır leylimin
Barışın bağını, bahçesini büyütür

82 burç, 82 destan
Dayanmış içerden onca yıkıma
Şarkın bülbülü şavkır Dicle’yi
Şavkın, en karanlık yerimi okşar
Türküsü başlar söylenemezlerin
Kuyumuz yurt olanda
Gözlerinin, gözlerinin nağmesi gelir
Uzaktan, en uzaktan
Ben sana Diyarbekir
Sen bana masum Dersim

BOTAN

Namusun namlusunda göverdiler
Eşit paylaşmanın lezzetine vurgun
Onurlu partizanlar
Bir ceylansı düşe beraber inandılar
Kahpeliğe secde eden engereklerden
Zamazingo puştlardan
Kaşkaval kümelerin
Pazarından, mezarından ırakta
Kalemle, sahneyle, sazla, aşkla, silahla
Dik durmanın kitabını yazdılar
Bilekleri Yılmaz
Yürekleri Kaya
Vicdanları Arif
İdrakleri Sezai
Bir ceylansı düşe beraber aldandılar
Canlarında azmin ve sabrın fişengi
Kana kana içtiler sevgiliyi
Sevdayla, düşle, umutla
Yeşerdikçe yeşerttiler erliği
Susmadılar susarcasına
Tetikte şarjörün mahiri
Alanlarda kavgasının çakırpençesi
Mermisi mavzerinde
Çıldırasıya tenha
Yiğitler dökülür dağların sırtlarına
İşte Ömer, diğeri Che
Biri Ali, Castro öteki
Kapital imansızın çöktüler gırtlağına
Civanmert, cengaver
Sıkılmış yumruklarla
Özgürlüğün marşlarını dinlettiler
Tanklara, füzelere kurşunlarıyla
Cesaretin cesaretiydiler
İhtilalcilerin bir mezarı bile yok tarihte
Onlarsa tarihin haysiyeti
Haysiyetin tarihi oldular

ROZA

Yoldular, soydular, kırıştılar
İnsanı insanla yıktılar
Aşna fişne iskandiller ağında
Bıçkınları puluçlarla oydular

Adındır, dudağımda asırlık
Esrarına amade yalım
Adındır, terk etmez, sıddık
Vurur yumruğunu
Sadrıma sadrıma
Hücremin başkenti suskunluğun

Gözlerin, yalın kılınç
Gözlerin ıssız, kallavi
Bir benim şimdi
Firari sensizliğin belasında
Bir benim tütsülü
Voltalı ahrazlığa

Şimdi yürek yorgun
Virane, ıssız
Ansızın yaşlanmış bir gecede
Yaşlanmış canına kadar
Orostopolluk
Sırtlanca, sefil
Yığınların tenhasında savrulmuş
Yırtılmış bir hecede
Kursağıma avazın gelmiş

Sevmişem, şahidim dağlar
Sevmişem Allah’ına kadar
Ölünceye dek değil
Ölümden sonra da
Yeşerinceye değin
Tutuşan ellerimiz
Seni yangın bağrımın
Avlusuna gömmüşem

BEJNA

Gözlerin savruk bozkırlar
Gözlerin hoyrat
Ceylansı, afacan
Sevimli taraçalar koylarda
Kalyonlar kanyonlarda
Herkesten sakladığım
Künyeni sayıklar
Gözlerin, gözlerin jiyan

Perçemin pençeler canı
Perçemin perva
Vahim, amansız
Çitlembikler taç olmuş saçlarına
Cimcime sekseklerin
Otağıma volkandır

Fezan; behişt, benefşe
Fezan saflık, insaniyet
Sen bana gürül gürül memleket
Ben sana hep gurbet kalmışım

Biz bizde Diyarbekir
Biz bizken masumiyet
Biz bizsizsek esaret
Bir gün sen de anlarsın
O gün sen de ağlarsın

Rengin nasıl da ateş Bejna
Teninde nehirler ve başaklar
Gülüşün nasıl da mermi
Nasıl da hançer bakışın

Vefakâr boranlara
Harfsiz vasiyetimdir
Kurutunca yokluğun
Beni simana gömsünler

SEVDE

Çifte dikiş gider sabanlar
Fersiz toprağın koynu
Fersiz, yetim, analar
Kuş uçan, kervan geçen
Bostanlar ölgün şimdi
Ölgün Dicle denizi

Ve çakırkeyif buğdaylar
Kahyalar körkandil çeper
Mösyölerde bir kültür
Nankör çıyanlık
Kepenekler mahzun
Bağlamalar öksüz
Kalleşlik mazinin töresine
Şimdi âdet diye bellenen
Hicapsız ikirciklik

Heybesiz bulvarlarda
Cartalı haybeciler salınır
Dümenci dubaralar
Ertekeden nümayiş
İmam kayığındayız sürgit
Façalar çiğnedik muttasıl
Erce, âdil, hilesiz
Bundandır kavlimizden kaçışı
Geçmişi tam kınalı
Piyazcı sendikalar
Kaparoz puştlarının

Çifte dikiş gider sabanlar
Cana bir çınar gerek
Yüreğin, yüreğin gibi serin
Derin kuyular içim
Mars olmuş, dumanaltı
Kaybolmuşam, gel artık
Karışsın közlerimiz
Karışsın yeşil…

HİVDA

Kül yutmaz kevaşeler hanında
Hancıyı vurmuş gibi yürek
Şimdi unutulmuş bir marştadır
Mavzerlerde mermiler hazan
Bir umuttur alnımızın çatında

Sevdalanmış sedanda salıncaklar
Ay ışığı kokar derin kuyuların
Gül Hivda… Gülşen Hivda…
Sen bende hür, ben sende parya
Ve keşmekeş; yaralar yaralarda

Babaçkolar rıhtımında bir mavi rüzgar
Aparıyor gönlünü çılgın enginlere
Bozuk çalsa da bozum havamız leyley
Çarkına tükürmüşüz bir kere
Kayarto kopillerin, dalkavuk hırboların
Ne çiçektir biliriz
Kokoz kokorozlar da

Vardakostalar zamazingo
Voliyi vurmuş godoş hırtapozlar kanişi
Hey gidi erlik hey şimdi şinanay
Zartayı çekmiş yiğitler
Mıshıtçı gebeşlerin melun insicamında
Sigortası atmış janti yürekler
Bilenmiş zırzoplara
Puskun, kıvam bekler

Ranzam, zulam, soluk resmin
Saplanır soluğuma
Can Hivda… Canan Hivda…
İşte böyle yazıyorum canına
Hatıran mermidir damarımda
Dışarda çılgın bir bahar
İçerde hep kış mevsimi

LEYLAN

Ilgım ılgım açar yediverenler
Ambarlarda yeşerir hamal fidan
Görsen her biri bir filinta
Pahabiçilemezdir burada alınteri
Helal ekmeğin verdiği memnuniyet
Emeğin kitabı, işhanlarında yazılır
Komşuluk destandır antik katlarda
Seni namusluca sevmeyi
İlkin buralarda öğrendim
Şırfıntılar sokağında tütün emekçisi
Avuçlar bilirim, ihtiyar, nasırlı
Memleketim gibi ak alınları vardır

Sen hep o küçeden gelirdin canıma
Eserdi terütaze hivbanu nefesin
Arzuhalcim, kadife karanfilim
Daya endamını santimantal bağrıma
Daya da dinle, çaylardan su içer gibi
Can feryad, can figan, can yangın yeri
Bayramlar, matemlere sapmış
Namlu yürek, aşka, sevdaya kıvrılmış
Nasıl, nasıl sevmişem bir sevebilsen
Anlarsın zehir zıkkım geceleri
Anlarsın, netameli oyundur, heba
Vurulur denizin, ırmaklarınca

Kaç dağdır aşılmaz olumuş içim
İçin için tüter kuyumda bir yara
Birden hüzünlenir bütün avlular
Cümle vadilerde zılgıtın kopar
Derin mutsuzluğun türküsüdür
Eser, eser korkunç albenin
Çekilir sürgüler demir koyaklara
Çekilir hayalimden asi bakışın
Gömülürüm kendime bir başına
Tek başına hırgür sensizliğim
Leylanım, nupelda pervinim
 
HOZAN

Kınalı külhanbeyleri
Yanık efeler bağrı bu dağlar
Zalime amansız
Mazluma anne kucağı
Bu dağlar bre
Sarmaz iti, çakalı
Dar gelir sığ heveslilere

Karanlık hücrelerinde
Kırgın arzın
Şerefli bedenlerin çürür
Sen ruhumuzsun
Eğilmez hürriyet
Sen koynumuzun
Sıcak yüreği

Firari, fişlenmiş
Buruk savaşçıların
Zulmün zindanlarında
Şimdi kan ağlıyor

Külhanî sazlarımız
Sevdana kuyulanmış
Yorgun şarjörlerimiz
Mermine hasret
Gel artık ey asil istiklal
Gel ve doğrult
Bizi aşkla yeniden

Coplanmış yiğitlerin
Hasretini çığırır bre
Yankılanır paslı parmaklıklarda
Tetikler ümitsizdir
Gel artık gün senindir
Filize su verir gibi
Aşka umut aşıla
 
Üst Alt