SATIRLARIN SADRINDA
ceylanın ırmağa uzanışıydın
başbaşa kalışıydık kuğuların
nereye gidersek gidelim hep
başka bir yerlede çok daha güzel
ömrümüzün olma ihtimalinin
verdiği çılgıncası o hicret hissi
göğsünde yelkovan sesleri
perili şatolar mezarlıklarda
fayanslarda beliren korkunç yüzler
tavanlarda kuzgun kahkahaları
şimşekli gecelerin cadılar kurultayı
iskelet kadehlerde
baygın kan şarapları
budur ayrılığın attığı düğüm içerde
gurbetimin ruleti
kalbin kendine sorduğu cevaplardın
bakışların dalarken uzaklara
dalarken; ummanda yunuslar sanki
ulu ruhlar nasıl da dalgıç
Kudretullah deryasında
sütunlar ki çile tuzundan mermer
mermerler ki tatlı sularda bronz
içlerin göklerinde
Kamançe figanları
suyun susayışıydın susuzlara
boraların dağılışıydın alabroslarda
güzeyler törpülerdin
suçsuz aşklar işlerdin çağalara
var olan Onunla var
yok olan Onunla yok
Allahsız ne varlık var
Allahsız ne yokluk yok
ölür gibi yaşar gibi bilirdin yakîn
tek bağımsız Sübhân
her şey bağlıdır kutsal iradesine
olmayacak olan
olmayacak olmayan
kadim sakinleriyiz kün bahrinin
içimizde kasatura sessizliği
jilet yağmurlarında
yüreğin yumruk gibi sıkılışıydın
bir düştük
uçtuk gittik
KIŞ DALGASI
boş kovanların
başı dumanlı boş kovanların
yayılır namlulardan
ağır tütsü
tütün tarlası ateşe verilmiş
bıçak sırtında denge
aynı tende iki can
alnımın çatında mermini taşırcasına
tutukluk yapmaz yürek
kralına değin vurgunsa
sedef bulutlar
niyaza durur
uzaktır türkümüze
uzaktır bir başına neşemize
pistonlu müsteşarlar
banknotun baronları
kıvraktır Cânâ
omzumuzda ötüşen ebabiller
filinta tetikler ki
el pençe divan önümüzde
aygındır bazilikan
camilere dönüşen
tapınaklar baygındır gülüşünde
yalın ayak sabiler
koştursun ensemizde
fukara sevdam
kıbleye dönsün
öpüşür fişekler göğün göğsünde
fişek yatakları yetim
ve çakırkeyif güllerin dansı başlar
seni karanfil dağında
nazenin bağımda seni
sarıldın mı hakkını verirdin
cengaver sevmelerin
aynı tende iki can
erimek mısralarca
can küskün can hükümlü can zemheri
nereye göçersen göç hep aynı
fezayı soluyacaktık
buz tutar dalgalanan visalimiz
dişlerin Albatros
seni deniz
beni kan tutar
VATAN MARŞI
bir vatan özlüyorum
yere düşen ekmekler öpülsün başa konsun
çocuklar akşamları sokağa çıkabilsin
bebek gülüşleriyle gecemiz de şenlensin
bir vatan diliyorum
şairlerin emeği zinhar boşa gitmesin
kentlerden köylere göç yoğunluğu yaşansın
ağaçlar, hayvanlar, insanlar katledilmesin
bir vatan istiyorum
kimse aç, susuz, evsiz ayazlarda kalmasın
yetimhanede yetim canlar unutulmasın
kimsesiz ihtiyarlar aranılsın, sorulsun
bir vatan susuyorum
fırsatçılar el-Mâlik mülkün stoklamasın
ahbab ahbabı aldatmaya kafa yormasın
en güzel uyanıklık; masumluktur, bilinsin
bir vatan arıyorum
tüketim değil üretim yaşam tarzı olsun
herkes helalinden evine ekmek götürsün
insan insanın namusuna göz dikemesin
bir vatan seviyorum
faizden, kerhaneden, hırsızlıktan kaçılsın
kumarın kurumları vakıflara dönüşsün
kimsenin kızkardeşi mal diye harcanmasın
bir vatan ağlıyorum
devlet kapılarında analar ağlamasın
kan davaları bitsin; yiğit zalim olmasın
şeytanlara kölelik devri sürgit son bulsun
bir vatan soluyorum
dürüstlüğün, doğruluğun rüzgarları essin
iyiliğin, güzelliğin ayçiçekleri yeşersin
bencilliğin, kötülüğün hep nesli tükensin
bir vatan kazıyorum
kalplerin kalplerine çakısıyla hikmetin
kardeş kardeşe namlu değil kucak uzatsın
sıvasız hanelerin bağrına matem düşmesin
HİJYEN NÖBETİ
ejderha kanatlı dinozorlar
dev yarasalar gök denizinde
haykırmak isteyip de
hakıramayan feryat
çatlatır duyuları gümbür sessizliğiyle
ruhlarda parazitler
savaşta akyuvarlarla
vuruşur kuzey ışıkları obur karaltıyla
çarpışır sürüngenler
toprağın döşeğinde
lavdan kıskaçlarıyla cehennem akrepleri
cennet yengeçleriyle
göğüs göğüse keskin
zakkumlar ihtiyatlı duyargaçlarda
dekor seyelânında
hipnotizma notaları
okyanus evreninde uzaylı ahtapotlar
dans eder terörden fener balıklarıyla
Hevsel cennetinde süzülen şahinler
öpüşsün seher rüzgarıyla
nefesi ciğer kokan çocukluklar
uçuşsun yokuşlarda
bir ben ki bendedir bende benliksiz
bir sen ki sende sendelemez sensiz
rengarenk denizatlarına
biner düşlerinde çaylak yarışmacılar
pamuk şekerlidir bulutlar
suçsuz güzbatımında
rahipler manastırda hep ortaçağ
ruhban kült tüccarları gibi ortadoğumun
savulun pasaklılar, hijyen sırasıdır
Meryem gülüşlü kızların
Muvahhid Devrimi yakındır
tenyalardan arınmış doğallık zamanıdır
sadece Saadet Asrı tütecek olan
bakterilere ölüm
antikorlara doğum
TOPKAPI SAATİ
Payitaht Güllerine ithafen
I. Avlu
yağlı kementler
zağlı Cellat Çeşmesi
şifreli usturayla kazınmış suçlu kelle
Saltanat Kapısında adaletin sergisi
bazen semiz günahın
işte Saray-ı Cedid
bir cin mezarı gibi ürkünç Aya İrini
çevresinde nazenin saray atölyeleri
Bâbüsselâma durur
iki büklüm cevherim
Fâtihin yadigarı günler yâdıma gelir
yalnız Hünkar yontları
sığar bu mert kapıya
arşivlerdeki kadar civan
heybetin vücut
buluşuydu Bâb-ı Hümâyun
yüreği açıktır zulme uğrayan herkese
mazinin fettan
günün pişman
mazlumu olsa bile
II. Avlu
işte Divan Meydanı
ulûfeler yağdırtan kadim cömertlik
galebe divanlarında
başlar zarafet gazâsı
parıldardı avluda Sadrazam kavukları
Adalet Kulesi tavlı
Divanhane yoluna
konmuş öter selam taşları
lâyihalar sunulu arz odalarında
sallanır adaletin kılıcı
Adalet Kasrından mahcup boyunlara
salınır zülüflü baltacılar koğuşunda
saray mutfaklarında
Akike kokuları
Sancak-ı Şerifler serdarlara
yeni teslimleri bekleşmekte
Saadet Kapısında
III. Avlu
dört burmalı sütunlar
Baldaken tahtlar aşkına
Enderun avlusunda Has Oda nağmeleri
Mukaddes Emanetler
sığmayacak kadar görklü engin yapılara
işte hazine köşkleri
kale içinde kale
gönül dibinde gönül
Arz Odası önünde lezzetli şırıltılar
fenerli tercümanlar üstünde
çevik Saltanat Tahtı
sedeften, fildişinden
işte Enderun kütüphanesi
nakış nakış külliyatlar dizili masum
dolaşır Fatih Köşkünde cesur yankılar
terütazedir henüz
Yavuz Sultan Selim mührü
firuze mücevherler
mücevherden vitrinler
gürül gürül şamdanlar hazine koğuşunda
Harem-i Şerif puşideleri
aydınlık bir karanlığa boğar ipekleri
şadırvanlı sofalarnasıl da bebek yüzlü
ey kapalı kapılar açan
bize hayırlı kapılar aç
Kuşhâneler ambale
aynalı tonozlar ihtiyar şimdi
hükümdar sediriyse
dipdiri Sultan Muradın
gümüşler üzerine altın yaldızlı
Kilerli koğuşunun
iç çeken kaşlarında
emek kokan çehreler belirir durur
padişah portreleri hazan
payitahtın özüne
kıvrılmagünüdür
toprağın sözünden çıkmayan gülün
toprağın sözünden çıkma günüdür
duyabilen ruhlara
haykırıyor Peygamber kılınçları
çöken yıldızları çeken kara deliklerin
gama ışınlarında
tarihi bükme vaktidir
IV. Avlu
çift sıra sütunların
engin revaklara dizildiği antik bahçe
dile gelir Mermer Sofa
güzü güzideliği güzelliğiyle
Erivan bergüzarı
Revan köşkünde tinler
yâr sekizgen köşeli
salınır Bağdat köşkü
aşkın topraklarında
çinilerin döşünde
nabzı atar tevhidin
eyvanlardan pencereler
fırlatır ateşten oklarını
narin sevgililerin masum bakışlarınca
nişler elpençe durur
ceylan derisinde ince nakışlar
ve aniden uçacak
gibi kuş figürleri
tombak kafesli top askı
gümüş yürekli mangal
İftariye Kameriyesinde
hazin besmeleydin
için dört mevsim
mahzun mehtaplık
bense Sofa köşkünde
Osmanlı rokokosu
mücadele yıllarının
hüzünlü payitaht sokaklarını
birdenbire hatırlatan
Mecidiye Kasrında
tütünler sardım tüttürdüm
ufuklara bakıp maziye daldıkça tüttüm
kuruyup çöle dönen bir göl gibi
kalbim nasıl da Aral
nasıl da hasret güne
omzumda damgalı neslin aşı izleri
ruhum sığmaz ruhuna
Haremi canhıraş bir gazelseli basar
aralanır Cümle Kapısı
matemli nefesler yüzer
Veliaht odalarında
pencereler içinde nezih çeşmeler
oluk oluk kan kusar
HÜMA MEVSİMİ
mermilerden bir tesbih
çeker yorgun yüreğin
alınteri karışmış fağfurlarda
atar ecdadın nabzı
bizi böyle derbeder bırakıp gitme Hüma
bizi uçurumlarda
böyle sarkıtılmalık
sen ki zayıf kuşları yutan yırtıcıların
korkulu rüyasıydın
kadim amazonlarda
tiranozorlar gezer antik kayıplığında
bizi böyle fersude
bırakıp bitme Hüma
sen ki cennetin kuşu
kuşların melikesi
berrak kanatlarında ehvenlerin ahseni
boya gökkuşağına
uçuştuğun gökleri
körelmesin rengarenk ıssız umularımız
vaktin ihtiyarında
yetim ve garibanız
vaha içinde sahra içinde vaha içre
kısraklar bünyemizde
koşturur yarım kalmış şanlı tarih timsali
bizi böyle umarsız
bırakıp ötme Hüma
tozu dumana katan yıldırım toynaklarla
kalkan gibi bilekler
kopan tekbir sesleri
vadilerden akın akın çağlayıp da coşan
muvahhid nefesleri
tevhid türküleriyle
dalgalanan depremler
akışan fırtınalar tamudan kanyonlarda
gidişin kıyametim
bizi böyle kabristan
bırakıp gitme Hüma
ÜÇ VAV
içten içe çürüyen hınçlar
karaya vuran deniz kabukları
evini can yoldaşı edinen
yoldaşlarına göre şekillenen
vefalı keşiş yengeçleri kalbin
içim nasıl da kazaziye
üç vav gibi birbirine kenetli
bir gezegen olsaydık seninle
aksaydık kendi yörüngemizde
sevdamızın meyvesiyle
PALAMAR
en tatlı yerinden başlıyoruz acıyla
uzun bir dostluk için tanış doğmaya
tüneller geçiyor ufkumuzun
suyu alevcil raylarından
avucumuzda elmastan cellat baltaları
kafatasları akıyor damarlarından
kendine bile hayrı olmayan şıllık şehrin
gül kokuyor çekiç sallayan yumruklarımız
madrabaz bir duvarı yıkmak isterken
ruganlar ve urganlar dans ederdi
babam mermere vurur ıslak takunyaları
saçlarında abdest sağanakları
bakır yapraklar dövüşürken rüzgar anneyle
habbeler bostanına serpilirdi
şehvetle kovalıyor hırslarını
sırtlanlar ceylan derisi koltuklarında
işte inanan imansızlar
birleşmemek için birbiriyle yarışıyor
yaralar fışkırıyor yerküreden
yanar lavlar püskürüyor insan dağlarından
ergenlerin ezdiği öksüz bir kızancası
kızgın mızraklar girip çıkar
kaba etin sinirlerine sivri ve ince
sonrası yongalı çelenk taçları
vapurlar kaçamıyor çünkü palamar
kıyısız pektirendazlıkla
ayrılmak istemiyor artık hiçbir kıyıdan
hiçbir iskeleden hiçbir limandan hiçbir
şarjörler şarj edilemiyor
şırıldayan damarlarımdan iğneler söken
kendim kendinden geçemiyor
oysa banklar bankalar banknotlar yakarak
fırlatıp boyun bağlarını denize
gömleğin ilmeklerini koparırcasına
devasa bir gökle içten sevişmek isterdim
iliklerime kadar tefekkürler kokturan
semalarla aramda semahtan bir palamar
feleklerdir benim uçurtmam
kendisi uçmayıp içimi kökten uçurtan
sonrası ardınsıra Roda
MEZARLAR MEZARI
her gün yeni bir başlangıç
eski günahlar ödevine
bir ödev düşün ki verilmeden alınan
ısrarla ve hevesle ve hiç usanmadan
işte öldüğünün farkında beynin
farkındalık sergileyen sinir uçları
kasları kasılıyor solgun cesetlerin
tabutlar, fetüsler doğuruyor
sıkışan gazlar ses tellerini okşuyor
dinle kalbim, ölüler bağırıyor
toprağın bağrında organlar çürüyor
iskeletler, dağılmaya başlıyor
üzerinde kemirgen bakteriler
seni sana senle sende hatırlatıyor
her dem yeni bir başlangıç
olabilir istersen gerçek başlayışlara
ruhunu gümlet yaşamak istercesine
cesedin patlamadan
tek bir fırsatın var eni boyu tek
iki gün bitti ve elde var bir
anla kalbim, son gün, iyi değerlendir
dünya ki, aşkını kanıtlama arenası
kuzu postlu kurtlar mağdur sürülerde
kellelerden kuleler dikmeni bekliyor
kabirlerin gömüldüğü kabirde
aşklar, nasıl da kendinden geçiyor
kemiklerden sıyrılan iliklerin canında
çarpışan kudret mührü Hakimin
şahdamarını yepyeniye çağırıyor
dalgaların yerinde duramıyor
YENİLGİYE MERSİYEDİR YENGİMİZ
şimdi kimsesizliğin anıtı Gököz irkintileri
Şehzade Mustafa türbesinde asırlar deviren yas
yüzyıllardır ağlaşan Ulu Cami şadırvanında
hüznün gözyaşlarıyla alınan mahzun abdestler
külahtan kevsere inen cayır cayır katreler
her taşlığı başka bir matem şölenine dönüştüren
şimdi ne desen gecikmiş bir Muradiye saati
fildişi kaftanları aşkına hassasiyet müzelerinin
sıyrıklar hatrına; börklerden kubbelerin iliklediği
ve toylarda oylanan güneş yüzlü hükümler
tuğrul ruhlu, akın yürekli hünkarlar hayratına
öyle bir hû çek ki bağırdan; dem-i devranı deprem vura
zülfikar imanlı yeniçeri gülleri yeniden soylana boylana
baş üryan, sîne püryangayrı kılınç kınına ziyan!
oysa tam burada; çınarlara, çimçeklere karışmış çiniler
buçuk kalmış rüyanın uykusuzlarını çağırmakta ısrarla
mükellefiyetler, muvaffakiyetler, mazhariyetler
berhudarlar, alemdarlar, mihmandarlar mahareti
aleyhtar çoğunluğa yeter güzelliğin azınlığı mümtazlar
akıncı canlar bilge hakanlarını bekler fetih meydanında
o vakit gün sizin gündüzünüzdür ey Müstahzar
gayrı geç ey Muhafız, bahadır ruhlar ordusunun başına
serden geçer gibi geç kaçınılmaz kader eyerine
yan bakmayasın; ne sağa ne sola
işte düşman Gargat ehli karşında
vur pençeni Kahhar aşkına, şenlensin çelik bilekler
vur mazlumlar hatrına vur, dile gelsin dilsiz gökler
yamalı sandukalar, ihtiyar revaklar hep seni
hevesi kursağında döşlerin burnunda tüter nezih kalbin
dallarında kandillerle duada Emir Sultan hazîresi
ve Geylani hazretlerinin sevdası muska bağrında
bir mezarı bile olmayan medreselerin buruk hayaleti
karabasan celladı olup çökerken sılamızın boynuna
gürbüz gürzler, mahşerî marşlar devri gelmiştir
şahid İznik surları, şahid Bursa kalesi
ikbalin aynasıdır Osmangazi nahiyesi
derviş nehirleri ummanlara delta kılan esrarı vefanın
coşsun da taşsın Oylat şelalesi gibi hararetler üstüne
fetretin bitiş mührü Yeşil Külliye
muştulasın müstakbel meşalemizi
RÜZGARIN KALBİ
kışta açan çiçekler gibiydin Dilbâ
kasımpatılardan doğma entarinle
çalı kuşları konardı dallarına
anadolu buğdayı kokardın sevdayla
bağlamalar dar gelir gönül teline
saldın mı saçlarını poyraza Dilbâ
kuzgunlar dönüşür üveyiklere
yağmurun çocuğu Pokut yaylasında
bulutlardan bir deniz önündeyiz
uçurumda uçurtma rüzgar yüreklim
ruhunu sal eyleyip uçacak sanki
avcısını bekleyen hazine gibi
ezilir bakışıyla kursak çimleri
yeşerir kuru kütüklerde filizler
evrendin özündeki canlılara
kuşatır damarların dünyaları
günde yüzbinlerce kez atan kalbin
nasırlı ellerinden belli azmin
gönül ışımakta gönlünü Dilbâ
harab kentte bağrı dökük bina âşık
cerrahlarda bulunmaz reçetesi
kurnalar, kandiller, dağ yılanları
fırtına nehrinde kağıt gemiler
derin ormanlarda ay kuyuları
adamın gönlünü göğsünden söker
kurnalar, kandiller, gece suları
bu dermana bir dert yok mu Dilbâ
bakışların deliyor değdiği yeri
kuzgunlar dönüşür üveyiklere
saldın mı saçlarını poyraza Dilbâ
bağlamalar dar gelir gönül teline
anadolu buğdayı kokardın sevdayla
çalı kuşları konardı dallarına
kasımpatılardan doğma entarinle
kışta açan çiçekler gibiydin Dilbâ
İSTİKBAL GAZELİ
doğrul, çığ gibi çökse de cümle gökler tepene
cehennem olup kudursa zemîn, zinhâr düşürme
mübarek sancağı çek, Allah için çek göndere
kulak ver, şühedâ kefeni dipdiri toprağı dinle
irkil, köklerine dön, dallarını sal ğarîblere
sal, huzurla yatsın ecdâd, sal en tekin sipere
habîb için sal; vatan, bilsin ki emîn ellerde
durma; nerde bir yara görsen merhem ol fevkine
dikil; senden de olsa dikil, zulmün üstüne üstüne
yurduna sahib çıkmayana sahib çıkacak yoktur
işte İslâm kıtası, kahrına taşlar, ne çoktur
yürü, yol yürüyenin, kuşan, pusat giyenindir
kısrak binenin, söz diyenin, erlik erenindir
sen çakıldıkça makber mazine dar gelecektir
diril, Allah için diril, mazlumlar mahşerindir
toplayacak cüzleri, hilâlden bir sûra, üfle
dönsün özüne vücûd; uzuvlar, gelsin dile
yapının tuğlaları kaynaşsın tâ temelinden
vaktidir, yetîm ümmet, taşmalı beytinden
yüreklere; mabetler îmar et ki, yürekten
azmini hiçbir pusu çevirmesin emelinden
ey şehîdoğlu şehîtlere her gün şâhid kesilen
yetmez şehîdoğlu künyen; savul zincirlerinden
sen ki üç derya üzre bir seccade; Anadolum
çınlasın zerrâtında -sâde Rahmâna kulum-
durumdan değil safından sorulacaksın, etme
boğazla güdümleri, müslimsen haykır merdâne
nisyandır tercih zulmeti şerîat kamerine
eğil, ancak rükûda, cân ver, cânânı verme
kıyâmete dek yurdun; çiğnensen de çiğnetme
ey Millet-i Muhammed; dön Hakkın devletine
dön, Allah için dön, çehreni dînin hükûmetine
silkin; silkinmeyenler seyre pek müstehaktır
davran, değil mâtemler sana rövanşlar yaraşır
ARASÂT DEMLERİ
1
ellerinle yıkanırdı sebiller
buyrulduğun günden beri torpağa
dinmez cihanın şükür salâtı
semavat ruhunun yolunu gözler
müstakîm
ayinelerin sürmenelerinden süzülen
mutmain
Rabbinden razı yetimler gözlerin
martılar kahkaha koparır mücrimlere
kaldırımlarda kibrin ayak izleri
kasvâlarda bir çöküş
nasıl da belli yerin
pahadan müşterisi bulunmayan
çalımlı binaların içindeki boşluk içim
tarifi meslek sırrı
Edebullâhtan nazârın
oysa düğün derneğiydi göklerin
yoksa kıyâmet evrenin sensizlikten
çıldırması mı geri dönmen için
2
ölene kadar değil, öldükten sonra da
14 burç, Kâbede putlar, bin yıllık nâr
kurudu Sâve gibi
leyli fecreyledi Nur
kayıplara karışan Semâve vadi
ve buruk ülkerlerin güzleştiği feza
bir nefeste toz duman ayyûkun muhbirleri
ey kamerlerden asil yarılan sadır
yürüyen yağmur duası çocukluğun
nerdesin, neredesin, nerelerdesin
âkisi bilinen, sormadan edilmeyen
bir sayhalar katarı yokluğun
sireni sade dâhilden duyulan
altından damarlar akan bilekler
iştiyaktan pehlivan
gözleriyle konuşan mustazafları
gözleriyle dinleyen
Edîbullâha selam
3
sonsuz parmağında sonsuz marifet
Kudretullâhın, Haşmetullâhın, Yedullâhın
kalbet, kavlet, hıfzet, celbet, refet!
yaşlandıkça evren, gençleşiyor Furkan
ey varlığı zâtından
varlıktan, yokluktan evvel bulunan
inayet, şehamet, selamet lutfet
yaradılmaz Yaradan
yaradamaz yaradılan
vah ey! aralıklar çık aramızdan
bizdedir geçiş hakkı
ben | sen
geçmez bu sırattan
4
kaybolunca sis; geriye görüntüler
kaybolunca görünen; görünmeyenler
ne kalır kaybolursa görünmeyenler!
caizdir perçemi pençeme küffârın!
umman yanar, volkan üşür, eser sahra
beyaz duvaklarıyla salınan güverteler
yaslanıp Hayy zikrüne yığılan dalgateynler
tilavetlerin bam telinde açan Firdevsler
karışır birbirine
Ayasofya saatinde
5
bir beytullâh olarak
dönünce fıtratına
parlatınca leyâli devletlû lemalarla
balkırı şeriatin mecelleyi boğunca
gerekmez yeni bir Boğaz teşrifine
gülüşünle kandilleri dağlaman için
derdim yâ! Ayasofya! tik! tak! tın!
şühedâ makberine sığmaz artıkın!
açıl Fâtihlerin mirası açıl
geber ayna ayna söyle banalar
altı bucak ve dört dal ve beş zaviye
martılardan bir deniz içerisinde
ney kıvrımlarında mukaddes kavsının
Erîs gamzesinde elbet bir gün
yeniden biter hilâfet mührün
HAYY
ceylanın ırmağa uzanışıydın
başbaşa kalışıydık kuğuların
nereye gidersek gidelim hep
başka bir yerlede çok daha güzel
ömrümüzün olma ihtimalinin
verdiği çılgıncası o hicret hissi
göğsünde yelkovan sesleri
perili şatolar mezarlıklarda
fayanslarda beliren korkunç yüzler
tavanlarda kuzgun kahkahaları
şimşekli gecelerin cadılar kurultayı
iskelet kadehlerde
baygın kan şarapları
budur ayrılığın attığı düğüm içerde
gurbetimin ruleti
kalbin kendine sorduğu cevaplardın
bakışların dalarken uzaklara
dalarken; ummanda yunuslar sanki
ulu ruhlar nasıl da dalgıç
Kudretullah deryasında
sütunlar ki çile tuzundan mermer
mermerler ki tatlı sularda bronz
içlerin göklerinde
Kamançe figanları
suyun susayışıydın susuzlara
boraların dağılışıydın alabroslarda
güzeyler törpülerdin
suçsuz aşklar işlerdin çağalara
var olan Onunla var
yok olan Onunla yok
Allahsız ne varlık var
Allahsız ne yokluk yok
ölür gibi yaşar gibi bilirdin yakîn
tek bağımsız Sübhân
her şey bağlıdır kutsal iradesine
olmayacak olan
olmayacak olmayan
kadim sakinleriyiz kün bahrinin
içimizde kasatura sessizliği
jilet yağmurlarında
yüreğin yumruk gibi sıkılışıydın
bir düştük
uçtuk gittik
KIŞ DALGASI
boş kovanların
başı dumanlı boş kovanların
yayılır namlulardan
ağır tütsü
tütün tarlası ateşe verilmiş
bıçak sırtında denge
aynı tende iki can
alnımın çatında mermini taşırcasına
tutukluk yapmaz yürek
kralına değin vurgunsa
sedef bulutlar
niyaza durur
uzaktır türkümüze
uzaktır bir başına neşemize
pistonlu müsteşarlar
banknotun baronları
kıvraktır Cânâ
omzumuzda ötüşen ebabiller
filinta tetikler ki
el pençe divan önümüzde
aygındır bazilikan
camilere dönüşen
tapınaklar baygındır gülüşünde
yalın ayak sabiler
koştursun ensemizde
fukara sevdam
kıbleye dönsün
öpüşür fişekler göğün göğsünde
fişek yatakları yetim
ve çakırkeyif güllerin dansı başlar
seni karanfil dağında
nazenin bağımda seni
sarıldın mı hakkını verirdin
cengaver sevmelerin
aynı tende iki can
erimek mısralarca
can küskün can hükümlü can zemheri
nereye göçersen göç hep aynı
fezayı soluyacaktık
buz tutar dalgalanan visalimiz
dişlerin Albatros
seni deniz
beni kan tutar
VATAN MARŞI
bir vatan özlüyorum
yere düşen ekmekler öpülsün başa konsun
çocuklar akşamları sokağa çıkabilsin
bebek gülüşleriyle gecemiz de şenlensin
bir vatan diliyorum
şairlerin emeği zinhar boşa gitmesin
kentlerden köylere göç yoğunluğu yaşansın
ağaçlar, hayvanlar, insanlar katledilmesin
bir vatan istiyorum
kimse aç, susuz, evsiz ayazlarda kalmasın
yetimhanede yetim canlar unutulmasın
kimsesiz ihtiyarlar aranılsın, sorulsun
bir vatan susuyorum
fırsatçılar el-Mâlik mülkün stoklamasın
ahbab ahbabı aldatmaya kafa yormasın
en güzel uyanıklık; masumluktur, bilinsin
bir vatan arıyorum
tüketim değil üretim yaşam tarzı olsun
herkes helalinden evine ekmek götürsün
insan insanın namusuna göz dikemesin
bir vatan seviyorum
faizden, kerhaneden, hırsızlıktan kaçılsın
kumarın kurumları vakıflara dönüşsün
kimsenin kızkardeşi mal diye harcanmasın
bir vatan ağlıyorum
devlet kapılarında analar ağlamasın
kan davaları bitsin; yiğit zalim olmasın
şeytanlara kölelik devri sürgit son bulsun
bir vatan soluyorum
dürüstlüğün, doğruluğun rüzgarları essin
iyiliğin, güzelliğin ayçiçekleri yeşersin
bencilliğin, kötülüğün hep nesli tükensin
bir vatan kazıyorum
kalplerin kalplerine çakısıyla hikmetin
kardeş kardeşe namlu değil kucak uzatsın
sıvasız hanelerin bağrına matem düşmesin
HİJYEN NÖBETİ
ejderha kanatlı dinozorlar
dev yarasalar gök denizinde
haykırmak isteyip de
hakıramayan feryat
çatlatır duyuları gümbür sessizliğiyle
ruhlarda parazitler
savaşta akyuvarlarla
vuruşur kuzey ışıkları obur karaltıyla
çarpışır sürüngenler
toprağın döşeğinde
lavdan kıskaçlarıyla cehennem akrepleri
cennet yengeçleriyle
göğüs göğüse keskin
zakkumlar ihtiyatlı duyargaçlarda
dekor seyelânında
hipnotizma notaları
okyanus evreninde uzaylı ahtapotlar
dans eder terörden fener balıklarıyla
Hevsel cennetinde süzülen şahinler
öpüşsün seher rüzgarıyla
nefesi ciğer kokan çocukluklar
uçuşsun yokuşlarda
bir ben ki bendedir bende benliksiz
bir sen ki sende sendelemez sensiz
rengarenk denizatlarına
biner düşlerinde çaylak yarışmacılar
pamuk şekerlidir bulutlar
suçsuz güzbatımında
rahipler manastırda hep ortaçağ
ruhban kült tüccarları gibi ortadoğumun
savulun pasaklılar, hijyen sırasıdır
Meryem gülüşlü kızların
Muvahhid Devrimi yakındır
tenyalardan arınmış doğallık zamanıdır
sadece Saadet Asrı tütecek olan
bakterilere ölüm
antikorlara doğum
TOPKAPI SAATİ
Payitaht Güllerine ithafen
I. Avlu
yağlı kementler
zağlı Cellat Çeşmesi
şifreli usturayla kazınmış suçlu kelle
Saltanat Kapısında adaletin sergisi
bazen semiz günahın
işte Saray-ı Cedid
bir cin mezarı gibi ürkünç Aya İrini
çevresinde nazenin saray atölyeleri
Bâbüsselâma durur
iki büklüm cevherim
Fâtihin yadigarı günler yâdıma gelir
yalnız Hünkar yontları
sığar bu mert kapıya
arşivlerdeki kadar civan
heybetin vücut
buluşuydu Bâb-ı Hümâyun
yüreği açıktır zulme uğrayan herkese
mazinin fettan
günün pişman
mazlumu olsa bile
II. Avlu
işte Divan Meydanı
ulûfeler yağdırtan kadim cömertlik
galebe divanlarında
başlar zarafet gazâsı
parıldardı avluda Sadrazam kavukları
Adalet Kulesi tavlı
Divanhane yoluna
konmuş öter selam taşları
lâyihalar sunulu arz odalarında
sallanır adaletin kılıcı
Adalet Kasrından mahcup boyunlara
salınır zülüflü baltacılar koğuşunda
saray mutfaklarında
Akike kokuları
Sancak-ı Şerifler serdarlara
yeni teslimleri bekleşmekte
Saadet Kapısında
III. Avlu
dört burmalı sütunlar
Baldaken tahtlar aşkına
Enderun avlusunda Has Oda nağmeleri
Mukaddes Emanetler
sığmayacak kadar görklü engin yapılara
işte hazine köşkleri
kale içinde kale
gönül dibinde gönül
Arz Odası önünde lezzetli şırıltılar
fenerli tercümanlar üstünde
çevik Saltanat Tahtı
sedeften, fildişinden
işte Enderun kütüphanesi
nakış nakış külliyatlar dizili masum
dolaşır Fatih Köşkünde cesur yankılar
terütazedir henüz
Yavuz Sultan Selim mührü
firuze mücevherler
mücevherden vitrinler
gürül gürül şamdanlar hazine koğuşunda
Harem-i Şerif puşideleri
aydınlık bir karanlığa boğar ipekleri
şadırvanlı sofalarnasıl da bebek yüzlü
ey kapalı kapılar açan
bize hayırlı kapılar aç
Kuşhâneler ambale
aynalı tonozlar ihtiyar şimdi
hükümdar sediriyse
dipdiri Sultan Muradın
gümüşler üzerine altın yaldızlı
Kilerli koğuşunun
iç çeken kaşlarında
emek kokan çehreler belirir durur
padişah portreleri hazan
payitahtın özüne
kıvrılmagünüdür
toprağın sözünden çıkmayan gülün
toprağın sözünden çıkma günüdür
duyabilen ruhlara
haykırıyor Peygamber kılınçları
çöken yıldızları çeken kara deliklerin
gama ışınlarında
tarihi bükme vaktidir
IV. Avlu
çift sıra sütunların
engin revaklara dizildiği antik bahçe
dile gelir Mermer Sofa
güzü güzideliği güzelliğiyle
Erivan bergüzarı
Revan köşkünde tinler
yâr sekizgen köşeli
salınır Bağdat köşkü
aşkın topraklarında
çinilerin döşünde
nabzı atar tevhidin
eyvanlardan pencereler
fırlatır ateşten oklarını
narin sevgililerin masum bakışlarınca
nişler elpençe durur
ceylan derisinde ince nakışlar
ve aniden uçacak
gibi kuş figürleri
tombak kafesli top askı
gümüş yürekli mangal
İftariye Kameriyesinde
hazin besmeleydin
için dört mevsim
mahzun mehtaplık
bense Sofa köşkünde
Osmanlı rokokosu
mücadele yıllarının
hüzünlü payitaht sokaklarını
birdenbire hatırlatan
Mecidiye Kasrında
tütünler sardım tüttürdüm
ufuklara bakıp maziye daldıkça tüttüm
kuruyup çöle dönen bir göl gibi
kalbim nasıl da Aral
nasıl da hasret güne
omzumda damgalı neslin aşı izleri
ruhum sığmaz ruhuna
Haremi canhıraş bir gazelseli basar
aralanır Cümle Kapısı
matemli nefesler yüzer
Veliaht odalarında
pencereler içinde nezih çeşmeler
oluk oluk kan kusar
HÜMA MEVSİMİ
mermilerden bir tesbih
çeker yorgun yüreğin
alınteri karışmış fağfurlarda
atar ecdadın nabzı
bizi böyle derbeder bırakıp gitme Hüma
bizi uçurumlarda
böyle sarkıtılmalık
sen ki zayıf kuşları yutan yırtıcıların
korkulu rüyasıydın
kadim amazonlarda
tiranozorlar gezer antik kayıplığında
bizi böyle fersude
bırakıp bitme Hüma
sen ki cennetin kuşu
kuşların melikesi
berrak kanatlarında ehvenlerin ahseni
boya gökkuşağına
uçuştuğun gökleri
körelmesin rengarenk ıssız umularımız
vaktin ihtiyarında
yetim ve garibanız
vaha içinde sahra içinde vaha içre
kısraklar bünyemizde
koşturur yarım kalmış şanlı tarih timsali
bizi böyle umarsız
bırakıp ötme Hüma
tozu dumana katan yıldırım toynaklarla
kalkan gibi bilekler
kopan tekbir sesleri
vadilerden akın akın çağlayıp da coşan
muvahhid nefesleri
tevhid türküleriyle
dalgalanan depremler
akışan fırtınalar tamudan kanyonlarda
gidişin kıyametim
bizi böyle kabristan
bırakıp gitme Hüma
ÜÇ VAV
içten içe çürüyen hınçlar
karaya vuran deniz kabukları
evini can yoldaşı edinen
yoldaşlarına göre şekillenen
vefalı keşiş yengeçleri kalbin
içim nasıl da kazaziye
üç vav gibi birbirine kenetli
bir gezegen olsaydık seninle
aksaydık kendi yörüngemizde
sevdamızın meyvesiyle
PALAMAR
en tatlı yerinden başlıyoruz acıyla
uzun bir dostluk için tanış doğmaya
tüneller geçiyor ufkumuzun
suyu alevcil raylarından
avucumuzda elmastan cellat baltaları
kafatasları akıyor damarlarından
kendine bile hayrı olmayan şıllık şehrin
gül kokuyor çekiç sallayan yumruklarımız
madrabaz bir duvarı yıkmak isterken
ruganlar ve urganlar dans ederdi
babam mermere vurur ıslak takunyaları
saçlarında abdest sağanakları
bakır yapraklar dövüşürken rüzgar anneyle
habbeler bostanına serpilirdi
şehvetle kovalıyor hırslarını
sırtlanlar ceylan derisi koltuklarında
işte inanan imansızlar
birleşmemek için birbiriyle yarışıyor
yaralar fışkırıyor yerküreden
yanar lavlar püskürüyor insan dağlarından
ergenlerin ezdiği öksüz bir kızancası
kızgın mızraklar girip çıkar
kaba etin sinirlerine sivri ve ince
sonrası yongalı çelenk taçları
vapurlar kaçamıyor çünkü palamar
kıyısız pektirendazlıkla
ayrılmak istemiyor artık hiçbir kıyıdan
hiçbir iskeleden hiçbir limandan hiçbir
şarjörler şarj edilemiyor
şırıldayan damarlarımdan iğneler söken
kendim kendinden geçemiyor
oysa banklar bankalar banknotlar yakarak
fırlatıp boyun bağlarını denize
gömleğin ilmeklerini koparırcasına
devasa bir gökle içten sevişmek isterdim
iliklerime kadar tefekkürler kokturan
semalarla aramda semahtan bir palamar
feleklerdir benim uçurtmam
kendisi uçmayıp içimi kökten uçurtan
sonrası ardınsıra Roda
MEZARLAR MEZARI
her gün yeni bir başlangıç
eski günahlar ödevine
bir ödev düşün ki verilmeden alınan
ısrarla ve hevesle ve hiç usanmadan
işte öldüğünün farkında beynin
farkındalık sergileyen sinir uçları
kasları kasılıyor solgun cesetlerin
tabutlar, fetüsler doğuruyor
sıkışan gazlar ses tellerini okşuyor
dinle kalbim, ölüler bağırıyor
toprağın bağrında organlar çürüyor
iskeletler, dağılmaya başlıyor
üzerinde kemirgen bakteriler
seni sana senle sende hatırlatıyor
her dem yeni bir başlangıç
olabilir istersen gerçek başlayışlara
ruhunu gümlet yaşamak istercesine
cesedin patlamadan
tek bir fırsatın var eni boyu tek
iki gün bitti ve elde var bir
anla kalbim, son gün, iyi değerlendir
dünya ki, aşkını kanıtlama arenası
kuzu postlu kurtlar mağdur sürülerde
kellelerden kuleler dikmeni bekliyor
kabirlerin gömüldüğü kabirde
aşklar, nasıl da kendinden geçiyor
kemiklerden sıyrılan iliklerin canında
çarpışan kudret mührü Hakimin
şahdamarını yepyeniye çağırıyor
dalgaların yerinde duramıyor
YENİLGİYE MERSİYEDİR YENGİMİZ
şimdi kimsesizliğin anıtı Gököz irkintileri
Şehzade Mustafa türbesinde asırlar deviren yas
yüzyıllardır ağlaşan Ulu Cami şadırvanında
hüznün gözyaşlarıyla alınan mahzun abdestler
külahtan kevsere inen cayır cayır katreler
her taşlığı başka bir matem şölenine dönüştüren
şimdi ne desen gecikmiş bir Muradiye saati
fildişi kaftanları aşkına hassasiyet müzelerinin
sıyrıklar hatrına; börklerden kubbelerin iliklediği
ve toylarda oylanan güneş yüzlü hükümler
tuğrul ruhlu, akın yürekli hünkarlar hayratına
öyle bir hû çek ki bağırdan; dem-i devranı deprem vura
zülfikar imanlı yeniçeri gülleri yeniden soylana boylana
baş üryan, sîne püryangayrı kılınç kınına ziyan!
oysa tam burada; çınarlara, çimçeklere karışmış çiniler
buçuk kalmış rüyanın uykusuzlarını çağırmakta ısrarla
mükellefiyetler, muvaffakiyetler, mazhariyetler
berhudarlar, alemdarlar, mihmandarlar mahareti
aleyhtar çoğunluğa yeter güzelliğin azınlığı mümtazlar
akıncı canlar bilge hakanlarını bekler fetih meydanında
o vakit gün sizin gündüzünüzdür ey Müstahzar
gayrı geç ey Muhafız, bahadır ruhlar ordusunun başına
serden geçer gibi geç kaçınılmaz kader eyerine
yan bakmayasın; ne sağa ne sola
işte düşman Gargat ehli karşında
vur pençeni Kahhar aşkına, şenlensin çelik bilekler
vur mazlumlar hatrına vur, dile gelsin dilsiz gökler
yamalı sandukalar, ihtiyar revaklar hep seni
hevesi kursağında döşlerin burnunda tüter nezih kalbin
dallarında kandillerle duada Emir Sultan hazîresi
ve Geylani hazretlerinin sevdası muska bağrında
bir mezarı bile olmayan medreselerin buruk hayaleti
karabasan celladı olup çökerken sılamızın boynuna
gürbüz gürzler, mahşerî marşlar devri gelmiştir
şahid İznik surları, şahid Bursa kalesi
ikbalin aynasıdır Osmangazi nahiyesi
derviş nehirleri ummanlara delta kılan esrarı vefanın
coşsun da taşsın Oylat şelalesi gibi hararetler üstüne
fetretin bitiş mührü Yeşil Külliye
muştulasın müstakbel meşalemizi
RÜZGARIN KALBİ
kışta açan çiçekler gibiydin Dilbâ
kasımpatılardan doğma entarinle
çalı kuşları konardı dallarına
anadolu buğdayı kokardın sevdayla
bağlamalar dar gelir gönül teline
saldın mı saçlarını poyraza Dilbâ
kuzgunlar dönüşür üveyiklere
yağmurun çocuğu Pokut yaylasında
bulutlardan bir deniz önündeyiz
uçurumda uçurtma rüzgar yüreklim
ruhunu sal eyleyip uçacak sanki
avcısını bekleyen hazine gibi
ezilir bakışıyla kursak çimleri
yeşerir kuru kütüklerde filizler
evrendin özündeki canlılara
kuşatır damarların dünyaları
günde yüzbinlerce kez atan kalbin
nasırlı ellerinden belli azmin
gönül ışımakta gönlünü Dilbâ
harab kentte bağrı dökük bina âşık
cerrahlarda bulunmaz reçetesi
kurnalar, kandiller, dağ yılanları
fırtına nehrinde kağıt gemiler
derin ormanlarda ay kuyuları
adamın gönlünü göğsünden söker
kurnalar, kandiller, gece suları
bu dermana bir dert yok mu Dilbâ
bakışların deliyor değdiği yeri
kuzgunlar dönüşür üveyiklere
saldın mı saçlarını poyraza Dilbâ
bağlamalar dar gelir gönül teline
anadolu buğdayı kokardın sevdayla
çalı kuşları konardı dallarına
kasımpatılardan doğma entarinle
kışta açan çiçekler gibiydin Dilbâ
İSTİKBAL GAZELİ
doğrul, çığ gibi çökse de cümle gökler tepene
cehennem olup kudursa zemîn, zinhâr düşürme
mübarek sancağı çek, Allah için çek göndere
kulak ver, şühedâ kefeni dipdiri toprağı dinle
irkil, köklerine dön, dallarını sal ğarîblere
sal, huzurla yatsın ecdâd, sal en tekin sipere
habîb için sal; vatan, bilsin ki emîn ellerde
durma; nerde bir yara görsen merhem ol fevkine
dikil; senden de olsa dikil, zulmün üstüne üstüne
yurduna sahib çıkmayana sahib çıkacak yoktur
işte İslâm kıtası, kahrına taşlar, ne çoktur
yürü, yol yürüyenin, kuşan, pusat giyenindir
kısrak binenin, söz diyenin, erlik erenindir
sen çakıldıkça makber mazine dar gelecektir
diril, Allah için diril, mazlumlar mahşerindir
toplayacak cüzleri, hilâlden bir sûra, üfle
dönsün özüne vücûd; uzuvlar, gelsin dile
yapının tuğlaları kaynaşsın tâ temelinden
vaktidir, yetîm ümmet, taşmalı beytinden
yüreklere; mabetler îmar et ki, yürekten
azmini hiçbir pusu çevirmesin emelinden
ey şehîdoğlu şehîtlere her gün şâhid kesilen
yetmez şehîdoğlu künyen; savul zincirlerinden
sen ki üç derya üzre bir seccade; Anadolum
çınlasın zerrâtında -sâde Rahmâna kulum-
durumdan değil safından sorulacaksın, etme
boğazla güdümleri, müslimsen haykır merdâne
nisyandır tercih zulmeti şerîat kamerine
eğil, ancak rükûda, cân ver, cânânı verme
kıyâmete dek yurdun; çiğnensen de çiğnetme
ey Millet-i Muhammed; dön Hakkın devletine
dön, Allah için dön, çehreni dînin hükûmetine
silkin; silkinmeyenler seyre pek müstehaktır
davran, değil mâtemler sana rövanşlar yaraşır
ARASÂT DEMLERİ
1
ellerinle yıkanırdı sebiller
buyrulduğun günden beri torpağa
dinmez cihanın şükür salâtı
semavat ruhunun yolunu gözler
müstakîm
ayinelerin sürmenelerinden süzülen
mutmain
Rabbinden razı yetimler gözlerin
martılar kahkaha koparır mücrimlere
kaldırımlarda kibrin ayak izleri
kasvâlarda bir çöküş
nasıl da belli yerin
pahadan müşterisi bulunmayan
çalımlı binaların içindeki boşluk içim
tarifi meslek sırrı
Edebullâhtan nazârın
oysa düğün derneğiydi göklerin
yoksa kıyâmet evrenin sensizlikten
çıldırması mı geri dönmen için
2
ölene kadar değil, öldükten sonra da
14 burç, Kâbede putlar, bin yıllık nâr
kurudu Sâve gibi
leyli fecreyledi Nur
kayıplara karışan Semâve vadi
ve buruk ülkerlerin güzleştiği feza
bir nefeste toz duman ayyûkun muhbirleri
ey kamerlerden asil yarılan sadır
yürüyen yağmur duası çocukluğun
nerdesin, neredesin, nerelerdesin
âkisi bilinen, sormadan edilmeyen
bir sayhalar katarı yokluğun
sireni sade dâhilden duyulan
altından damarlar akan bilekler
iştiyaktan pehlivan
gözleriyle konuşan mustazafları
gözleriyle dinleyen
Edîbullâha selam
3
sonsuz parmağında sonsuz marifet
Kudretullâhın, Haşmetullâhın, Yedullâhın
kalbet, kavlet, hıfzet, celbet, refet!
yaşlandıkça evren, gençleşiyor Furkan
ey varlığı zâtından
varlıktan, yokluktan evvel bulunan
inayet, şehamet, selamet lutfet
yaradılmaz Yaradan
yaradamaz yaradılan
vah ey! aralıklar çık aramızdan
bizdedir geçiş hakkı
ben | sen
geçmez bu sırattan
4
kaybolunca sis; geriye görüntüler
kaybolunca görünen; görünmeyenler
ne kalır kaybolursa görünmeyenler!
caizdir perçemi pençeme küffârın!
umman yanar, volkan üşür, eser sahra
beyaz duvaklarıyla salınan güverteler
yaslanıp Hayy zikrüne yığılan dalgateynler
tilavetlerin bam telinde açan Firdevsler
karışır birbirine
Ayasofya saatinde
5
bir beytullâh olarak
dönünce fıtratına
parlatınca leyâli devletlû lemalarla
balkırı şeriatin mecelleyi boğunca
gerekmez yeni bir Boğaz teşrifine
gülüşünle kandilleri dağlaman için
derdim yâ! Ayasofya! tik! tak! tın!
şühedâ makberine sığmaz artıkın!
açıl Fâtihlerin mirası açıl
geber ayna ayna söyle banalar
altı bucak ve dört dal ve beş zaviye
martılardan bir deniz içerisinde
ney kıvrımlarında mukaddes kavsının
Erîs gamzesinde elbet bir gün
yeniden biter hilâfet mührün
HAYY