Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

[kadimcan] Şair Bilal Yavuz'dan şiirler

SATIRLARIN SADRINDA

ceylanın ırmağa uzanışıydın
başbaşa kalışıydık kuğuların
nereye gidersek gidelim hep
başka bir yerlede çok daha güzel
ömrümüzün olma ihtimalinin
verdiği çılgıncası o hicret hissi
göğsünde yelkovan sesleri

perili şatolar mezarlıklarda
fayanslarda beliren korkunç yüzler
tavanlarda kuzgun kahkahaları
şimşekli gecelerin cadılar kurultayı
iskelet kadehlerde
baygın kan şarapları
budur ayrılığın attığı düğüm içerde
gurbetimin ruleti

kalbin kendine sorduğu cevaplardın
bakışların dalarken uzaklara
dalarken; ummanda yunuslar sanki
ulu ruhlar nasıl da dalgıç
Kudretullah deryasında
sütunlar ki çile tuzundan mermer
mermerler ki tatlı sularda bronz
içlerin göklerinde
Kamançe figanları

suyun susayışıydın susuzlara
boraların dağılışıydın alabroslarda
güzeyler törpülerdin
suçsuz aşklar işlerdin çağalara
var olan O’nunla var
yok olan O’nunla yok
Allahsız ne varlık var
Allahsız ne yokluk yok
ölür gibi yaşar gibi bilirdin yakîn
tek bağımsız Sübhân

her şey bağlıdır kutsal iradesine
olmayacak olan
olmayacak olmayan
kadim sakinleriyiz kün bahrinin
içimizde kasatura sessizliği
jilet yağmurlarında
yüreğin yumruk gibi sıkılışıydın
bir düştük
uçtuk gittik

KIŞ DALGASI

boş kovanların
başı dumanlı boş kovanların
yayılır namlulardan
ağır tütsü
tütün tarlası ateşe verilmiş
bıçak sırtında denge
aynı tende iki can
alnımın çatında mermini taşırcasına
tutukluk yapmaz yürek
kralına değin vurgunsa
sedef bulutlar
niyaza durur

uzaktır türkümüze
uzaktır bir başına neşemize
pistonlu müsteşarlar
banknotun baronları
kıvraktır Cânâ

omzumuzda ötüşen ebabiller
filinta tetikler ki
el pençe divan önümüzde
aygındır bazilikan
camilere dönüşen
tapınaklar baygındır gülüşünde
yalın ayak sabiler
koştursun ensemizde
fukara sevdam
kıbleye dönsün
öpüşür fişekler göğün göğsünde
fişek yatakları yetim

ve çakırkeyif güllerin dansı başlar
seni karanfil dağında
nazenin bağımda seni
sarıldın mı hakkını verirdin
cengaver sevmelerin
aynı tende iki can
erimek mısralarca
can küskün can hükümlü can zemheri
nereye göçersen göç hep aynı
fezayı soluyacaktık
buz tutar dalgalanan visalimiz
dişlerin Albatros
seni deniz
beni kan tutar

VATAN MARŞI

bir vatan özlüyorum
yere düşen ekmekler öpülsün başa konsun
çocuklar akşamları sokağa çıkabilsin
bebek gülüşleriyle gecemiz de şenlensin

bir vatan diliyorum
şairlerin emeği zinhar boşa gitmesin
kentlerden köylere göç yoğunluğu yaşansın
ağaçlar, hayvanlar, insanlar katledilmesin

bir vatan istiyorum
kimse aç, susuz, evsiz ayazlarda kalmasın
yetimhanede yetim canlar unutulmasın
kimsesiz ihtiyarlar aranılsın, sorulsun

bir vatan susuyorum
fırsatçılar el-Mâlik mülkün stoklamasın
ahbab ahbabı aldatmaya kafa yormasın
en güzel uyanıklık; masumluktur, bilinsin

bir vatan arıyorum
tüketim değil üretim yaşam tarzı olsun
herkes helalinden evine ekmek götürsün
insan insanın namusuna göz dikemesin

bir vatan seviyorum
faizden, kerhaneden, hırsızlıktan kaçılsın
kumarın kurumları vakıflara dönüşsün
kimsenin kızkardeşi mal diye harcanmasın

bir vatan ağlıyorum
devlet kapılarında analar ağlamasın
kan davaları bitsin; yiğit zalim olmasın
şeytanlara kölelik devri sürgit son bulsun

bir vatan soluyorum
dürüstlüğün, doğruluğun rüzgarları essin
iyiliğin, güzelliğin ayçiçekleri yeşersin
bencilliğin, kötülüğün hep nesli tükensin

bir vatan kazıyorum
kalplerin kalplerine çakısıyla hikmetin
kardeş kardeşe namlu değil kucak uzatsın
sıvasız hanelerin bağrına matem düşmesin

HİJYEN NÖBETİ

ejderha kanatlı dinozorlar
dev yarasalar gök denizinde
haykırmak isteyip de
hakıramayan feryat
çatlatır duyuları gümbür sessizliğiyle
ruhlarda parazitler
savaşta akyuvarlarla
vuruşur kuzey ışıkları obur karaltıyla

çarpışır sürüngenler
toprağın döşeğinde
lavdan kıskaçlarıyla cehennem akrepleri
cennet yengeçleriyle
göğüs göğüse keskin
zakkumlar ihtiyatlı duyargaçlarda

dekor seyelânında
hipnotizma notaları
okyanus evreninde uzaylı ahtapotlar
dans eder terörden fener balıklarıyla
Hevsel cennetinde süzülen şahinler
öpüşsün seher rüzgarıyla
nefesi ciğer kokan çocukluklar
uçuşsun yokuşlarda

bir ben ki bendedir bende benliksiz
bir sen ki sende sendelemez sensiz
rengarenk denizatlarına
biner düşlerinde çaylak yarışmacılar
pamuk şekerlidir bulutlar
suçsuz güzbatımında

rahipler manastırda hep ortaçağ
ruhban kült tüccarları gibi ortadoğumun
savulun pasaklılar, hijyen sırasıdır
Meryem gülüşlü kızların
Muvahhid Devrimi yakındır
tenyalardan arınmış doğallık zamanıdır
sadece Saadet Asrı tütecek olan
bakterilere ölüm
antikorlara doğum

TOPKAPI SAATİ

Payitaht Güllerine ithafen…

I. Avlu

yağlı kementler
zağlı Cellat Çeşmesi
şifreli usturayla kazınmış suçlu kelle
Saltanat Kapısında adaletin sergisi
bazen semiz günahın
işte Saray-ı Cedid
bir cin mezarı gibi ürkünç Aya İrini
çevresinde nazenin saray atölyeleri
Bâbüsselâma durur
iki büklüm cevherim
Fâtih’in yadigarı günler yâdıma gelir
yalnız Hünkar yontları
sığar bu mert kapıya
arşivlerdeki kadar civan
heybetin vücut
buluşuydu Bâb-ı Hümâyun
yüreği açıktır zulme uğrayan herkese
mazinin fettan
günün pişman
mazlumu olsa bile

II. Avlu

işte Divan Meydanı
ulûfeler yağdırtan kadim cömertlik
galebe divanlarında
başlar zarafet gazâsı
parıldardı avluda Sadrazam kavukları
Adalet Kulesi tavlı
Divanhane yoluna
konmuş öter selam taşları
lâyihalar sunulu arz odalarında
sallanır adaletin kılıcı
Adalet Kasrından mahcup boyunlara
salınır zülüflü baltacılar koğuşunda
saray mutfaklarında
Akike kokuları
Sancak-ı Şerifler serdarlara
yeni teslimleri bekleşmekte
Saadet Kapısında

III. Avlu

dört burmalı sütunlar
Baldaken tahtlar aşkına
Enderun avlusunda Has Oda nağmeleri
Mukaddes Emanetler
sığmayacak kadar görklü engin yapılara
işte hazine köşkleri
kale içinde kale
gönül dibinde gönül

Arz Odası önünde lezzetli şırıltılar
fenerli tercümanlar üstünde
çevik Saltanat Tahtı
sedeften, fildişinden
işte Enderun kütüphanesi
nakış nakış külliyatlar dizili masum
dolaşır Fatih Köşkünde cesur yankılar
terütazedir henüz

Yavuz Sultan Selim mührü
firuze mücevherler
mücevherden vitrinler
gürül gürül şamdanlar hazine koğuşunda
Harem-i Şerif puşideleri
aydınlık bir karanlığa boğar ipekleri
şadırvanlı sofalarnasıl da bebek yüzlü
ey kapalı kapılar açan
bize hayırlı kapılar aç

Kuşhâneler ambale
aynalı tonozlar ihtiyar şimdi
hükümdar sediriyse
dipdiri Sultan Murad’ın
gümüşler üzerine altın yaldızlı
Kilerli koğuşunun
iç çeken kaşlarında
emek kokan çehreler belirir durur
padişah portreleri hazan

payitahtın özüne
kıvrılmagünüdür
toprağın sözünden çıkmayan gülün
toprağın sözünden çıkma günüdür
duyabilen ruhlara
haykırıyor Peygamber kılınçları
çöken yıldızları çeken kara deliklerin
gama ışınlarında
tarihi bükme vaktidir

IV. Avlu

çift sıra sütunların
engin revaklara dizildiği antik bahçe
dile gelir Mermer Sofa
güzü güzideliği güzelliğiyle
Erivan bergüzarı
Revan köşkünde tinler
yâr sekizgen köşeli
salınır Bağdat köşkü
aşkın topraklarında
çinilerin döşünde
nabzı atar tevhidin

eyvanlardan pencereler
fırlatır ateşten oklarını
narin sevgililerin masum bakışlarınca
nişler elpençe durur
ceylan derisinde ince nakışlar
ve aniden uçacak
gibi kuş figürleri

tombak kafesli top askı
gümüş yürekli mangal
İftariye Kameriyesinde
hazin besmeleydin
için dört mevsim
mahzun mehtaplık
bense Sofa köşkünde
Osmanlı rokokosu
mücadele yıllarının
hüzünlü payitaht sokaklarını
birdenbire hatırlatan

Mecidiye Kasrında
tütünler sardım tüttürdüm
ufuklara bakıp maziye daldıkça tüttüm
kuruyup çöle dönen bir göl gibi
kalbim nasıl da Aral
nasıl da hasret güne
omzumda damgalı neslin aşı izleri
ruhum sığmaz ruhuna
Haremi canhıraş bir gazelseli basar
aralanır Cümle Kapısı
matemli nefesler yüzer
Veliaht odalarında
pencereler içinde nezih çeşmeler
oluk oluk kan kusar

HÜMA MEVSİMİ

mermilerden bir tesbih
çeker yorgun yüreğin
alınteri karışmış fağfurlarda
atar ecdadın nabzı
bizi böyle derbeder bırakıp gitme Hüma
bizi uçurumlarda
böyle sarkıtılmalık
sen ki zayıf kuşları yutan yırtıcıların
korkulu rüyasıydın
kadim amazonlarda
tiranozorlar gezer antik kayıplığında
bizi böyle fersude
bırakıp bitme Hüma

sen ki cennetin kuşu
kuşların melikesi
berrak kanatlarında ehvenlerin ahseni
boya gökkuşağına
uçuştuğun gökleri

körelmesin rengarenk ıssız umularımız
vaktin ihtiyarında
yetim ve garibanız
vaha içinde sahra içinde vaha içre
kısraklar bünyemizde
koşturur yarım kalmış şanlı tarih timsali
bizi böyle umarsız
bırakıp ötme Hüma

tozu dumana katan yıldırım toynaklarla
kalkan gibi bilekler
kopan tekbir sesleri
vadilerden akın akın çağlayıp da coşan
muvahhid nefesleri
tevhid türküleriyle
dalgalanan depremler
akışan fırtınalar tamudan kanyonlarda
gidişin kıyametim
bizi böyle kabristan
bırakıp gitme Hüma

ÜÇ VAV

içten içe çürüyen hınçlar
karaya vuran deniz kabukları

evini can yoldaşı edinen
yoldaşlarına göre şekillenen
vefalı keşiş yengeçleri kalbin
içim nasıl da kazaziye

üç vav gibi birbirine kenetli
bir gezegen olsaydık seninle
aksaydık kendi yörüngemizde
sevdamızın meyvesiyle

PALAMAR

en tatlı yerinden başlıyoruz acıyla
uzun bir dostluk için tanış doğmaya
tüneller geçiyor ufkumuzun
suyu alevcil raylarından

avucumuzda elmastan cellat baltaları
kafatasları akıyor damarlarından
kendine bile hayrı olmayan şıllık şehrin

gül kokuyor çekiç sallayan yumruklarımız
madrabaz bir duvarı yıkmak isterken
ruganlar ve urganlar dans ederdi

babam mermere vurur ıslak takunyaları
saçlarında abdest sağanakları
bakır yapraklar dövüşürken rüzgar anneyle
habbeler bostanına serpilirdi

şehvetle kovalıyor hırslarını
sırtlanlar ceylan derisi koltuklarında
işte inanan imansızlar
birleşmemek için birbiriyle yarışıyor
yaralar fışkırıyor yerküreden
yanar lavlar püskürüyor insan dağlarından

ergenlerin ezdiği öksüz bir kızancası
kızgın mızraklar girip çıkar
kaba etin sinirlerine sivri ve ince
sonrası yongalı çelenk taçları

vapurlar kaçamıyor çünkü palamar
kıyısız pektirendazlıkla
ayrılmak istemiyor artık hiçbir kıyıdan
hiçbir iskeleden hiçbir limandan hiçbir

şarjörler şarj edilemiyor
şırıldayan damarlarımdan iğneler söken
kendim kendinden geçemiyor

oysa banklar bankalar banknotlar yakarak
fırlatıp boyun bağlarını denize
gömleğin ilmeklerini koparırcasına
devasa bir gökle içten sevişmek isterdim
iliklerime kadar tefekkürler kokturan

semalarla aramda semahtan bir palamar
feleklerdir benim uçurtmam
kendisi uçmayıp içimi kökten uçurtan
sonrası ardınsıra Roda

MEZARLAR MEZARI

her gün yeni bir başlangıç
eski günahlar ödevine

bir ödev düşün ki verilmeden alınan
ısrarla ve hevesle ve hiç usanmadan

işte öldüğünün farkında beynin
farkındalık sergileyen sinir uçları
kasları kasılıyor solgun cesetlerin

tabutlar, fetüsler doğuruyor
sıkışan gazlar ses tellerini okşuyor

dinle kalbim, ölüler bağırıyor
toprağın bağrında organlar çürüyor
iskeletler, dağılmaya başlıyor

üzerinde kemirgen bakteriler
seni sana senle sende hatırlatıyor

her dem yeni bir başlangıç
olabilir istersen gerçek başlayışlara

ruhunu gümlet yaşamak istercesine
cesedin patlamadan

tek bir fırsatın var eni boyu tek
iki gün bitti ve elde var bir

anla kalbim, son gün, iyi değerlendir
dünya ki, aşkını kanıtlama arenası

kuzu postlu kurtlar mağdur sürülerde
kellelerden kuleler dikmeni bekliyor

kabirlerin gömüldüğü kabirde
aşklar, nasıl da kendinden geçiyor

kemiklerden sıyrılan iliklerin canında
çarpışan kudret mührü Hakim’in

şahdamarını yepyeniye çağırıyor
dalgaların yerinde duramıyor

YENİLGİYE MERSİYEDİR YENGİMİZ

şimdi kimsesizliğin anıtı Gököz irkintileri
Şehzade Mustafa türbesinde asırlar deviren yas
yüzyıllardır ağlaşan Ulu Cami şadırvanında
hüznün gözyaşlarıyla alınan mahzun abdestler
külahtan kevsere inen cayır cayır katreler
her taşlığı başka bir matem şölenine dönüştüren
şimdi ne desen gecikmiş bir Muradiye saati
fildişi kaftanları aşkına hassasiyet müzelerinin
sıyrıklar hatrına; börklerden kubbelerin iliklediği
ve toylarda oylanan güneş yüzlü hükümler
tuğrul ruhlu, akın yürekli hünkarlar hayratına
öyle bir hû çek ki bağırdan; dem-i devranı deprem vura
zülfikar imanlı yeniçeri gülleri yeniden soylana boylana
“baş üryan, sîne püryan”gayrı kılınç kınına ziyan!

oysa tam burada; çınarlara, çimçeklere karışmış çiniler
buçuk kalmış rüyanın uykusuzlarını çağırmakta ısrarla
mükellefiyetler, muvaffakiyetler, mazhariyetler
berhudarlar, alemdarlar, mihmandarlar mahareti
aleyhtar çoğunluğa yeter güzelliğin azınlığı mümtazlar
akıncı canlar bilge hakanlarını bekler fetih meydanında
o vakit gün sizin gündüzünüzdür ey Müstahzar
gayrı geç ey Muhafız, bahadır ruhlar ordusunun başına
serden geçer gibi geç kaçınılmaz kader eyerine
yan bakmayasın; ne sağa ne sola
işte düşman Gargat ehli karşında
vur pençeni Kahhar aşkına, şenlensin çelik bilekler
vur mazlumlar hatrına vur, dile gelsin dilsiz gökler
yamalı sandukalar, ihtiyar revaklar hep seni
hevesi kursağında döşlerin burnunda tüter nezih kalbin
dallarında kandillerle duada Emir Sultan hazîresi
ve Geylani hazretlerinin sevdası muska bağrında
bir mezarı bile olmayan medreselerin buruk hayaleti
karabasan celladı olup çökerken sılamızın boynuna
gürbüz gürzler, mahşerî marşlar devri gelmiştir
şahid İznik surları, şahid Bursa kalesi
ikbalin aynasıdır Osmangazi nahiyesi
derviş nehirleri ummanlara delta kılan esrarı vefanın
coşsun da taşsın Oylat şelalesi gibi hararetler üstüne
fetretin bitiş mührü Yeşil Külliye
muştulasın müstakbel meşalemizi

RÜZGARIN KALBİ

kışta açan çiçekler gibiydin Dilbâ
kasımpatılardan doğma entarinle
çalı kuşları konardı dallarına
anadolu buğdayı kokardın sevdayla
bağlamalar dar gelir gönül teline
saldın mı saçlarını poyraza Dilbâ
kuzgunlar dönüşür üveyiklere

yağmurun çocuğu Pokut yaylasında
bulutlardan bir deniz önündeyiz
uçurumda uçurtma rüzgar yüreklim
ruhunu sal eyleyip uçacak sanki
avcısını bekleyen hazine gibi
ezilir bakışıyla kursak çimleri
yeşerir kuru kütüklerde filizler

evrendin özündeki canlılara
kuşatır damarların dünyaları
günde yüzbinlerce kez atan kalbin
nasırlı ellerinden belli azmin
gönül ışımakta gönlünü Dilbâ
harab kentte bağrı dökük bina âşık
cerrahlarda bulunmaz reçetesi

kurnalar, kandiller, dağ yılanları
fırtına nehrinde kağıt gemiler
derin ormanlarda ay kuyuları
adamın gönlünü göğsünden söker
kurnalar, kandiller, gece suları
bu dermana bir dert yok mu Dilbâ
bakışların deliyor değdiği yeri

kuzgunlar dönüşür üveyiklere
saldın mı saçlarını poyraza Dilbâ
bağlamalar dar gelir gönül teline
anadolu buğdayı kokardın sevdayla
çalı kuşları konardı dallarına
kasımpatılardan doğma entarinle
kışta açan çiçekler gibiydin Dilbâ

İSTİKBAL GAZELİ

doğrul, çığ gibi çökse de cümle gökler tepene
cehennem olup kudursa zemîn, zinhâr düşürme
mübarek sancağı çek, Allah için çek göndere
kulak ver, şühedâ kefeni dipdiri toprağı dinle
irkil, köklerine dön, dallarını sal ğarîblere
sal, huzurla yatsın ecdâd, sal en tekin sipere
habîb için sal; vatan, bilsin ki emîn ellerde
durma; nerde bir yara görsen merhem ol fevkine
dikil; senden de olsa dikil, zulmün üstüne üstüne
yurduna sahib çıkmayana sahib çıkacak yoktur
işte İslâm kıtası, kahrına taşlar, ne çoktur

yürü, yol yürüyenin, kuşan, pusat giyenindir
kısrak binenin, söz diyenin, erlik erenindir
sen çakıldıkça makber mazine dar gelecektir
diril, Allah için diril, mazlumlar mahşerindir
toplayacak cüzleri, hilâlden bir sûra, üfle
dönsün özüne vücûd; uzuvlar, gelsin dile
yapının tuğlaları kaynaşsın tâ temelinden
vaktidir, yetîm ümmet, taşmalı beytinden
yüreklere; mabetler îmar et ki, yürekten
azmini hiçbir pusu çevirmesin emelinden
ey şehîdoğlu şehîtlere her gün şâhid kesilen
yetmez şehîdoğlu künyen; savul zincirlerinden
sen ki üç derya üzre bir seccade; Anadolum
çınlasın zerrâtında -sâde Rahmân’a kulum-

durumdan değil safından sorulacaksın, etme
boğazla güdümleri, müslimsen haykır merdâne
nisyandır tercih zulmeti şerîat kamerine
eğil, ancak rükûda, cân ver, cânânı verme
kıyâmete dek yurdun; çiğnensen de çiğnetme
ey Millet-i Muhammed; dön Hakk’ın devletine
dön, Allah için dön, çehreni dînin hükûmetine
silkin; silkinmeyenler seyre pek müstehaktır
davran, değil mâtemler sana rövanşlar yaraşır

ARASÂT DEMLERİ

1
ellerinle yıkanırdı sebiller
buyrulduğun günden beri torpağa
dinmez cihanın şükür salâtı
semavat ruhunun yolunu gözler
müstakîm
ayinelerin sürmenelerinden süzülen
mutmain
Rabbinden razı yetimler gözlerin

martılar kahkaha koparır mücrimlere
kaldırımlarda kibrin ayak izleri
kasvâlarda bir çöküş
nasıl da belli yerin
pahadan müşterisi bulunmayan
çalımlı binaların içindeki boşluk içim
tarifi meslek sırrı
Edebullâhtan nazârın
oysa düğün derneğiydi göklerin
yoksa kıyâmet evrenin sensizlikten
çıldırması mı geri dönmen için

2
ölene kadar değil, öldükten sonra da
14 burç, Kâbe’de putlar, bin yıllık nâr
kurudu Sâve gibi
leyli fecreyledi Nur
kayıplara karışan Semâve vadi
ve buruk ülkerlerin güzleştiği feza
bir nefeste toz duman ayyûkun muhbirleri
ey kamerlerden asil yarılan sadır
yürüyen yağmur duası çocukluğun
nerdesin, neredesin, nerelerdesin
âkisi bilinen, sormadan edilmeyen

bir sayhalar katarı yokluğun
sireni sade dâhilden duyulan
altından damarlar akan bilekler
iştiyaktan pehlivan
gözleriyle konuşan mustazafları
gözleriyle dinleyen
Edîbullâha selam

3
sonsuz parmağında sonsuz marifet
Kudretullâhın, Haşmetullâhın, Yedullâhın
kalbet, kavlet, hıfzet, celbet, refet!
yaşlandıkça evren, gençleşiyor Furkan
ey varlığı zâtından
varlıktan, yokluktan evvel bulunan
inayet, şehamet, selamet lutfet

yaradılmaz Yaradan
yaradamaz yaradılan
vah ey! aralıklar çık aramızdan
bizdedir geçiş hakkı
ben | sen
geçmez bu sırattan

4
kaybolunca sis; geriye görüntüler
kaybolunca görünen; görünmeyenler
ne kalır kaybolursa görünmeyenler!
caizdir perçemi pençeme küffârın!

umman yanar, volkan üşür, eser sahra
beyaz duvaklarıyla salınan güverteler
yaslanıp Hayy zikrüne yığılan dalgateynler
tilavetlerin bam telinde açan Firdevsler
karışır birbirine
Ayasofya saatinde

5
bir beytullâh olarak
dönünce fıtratına
parlatınca leyâli devletlû lem’alarla
balkırı şeriatin mecelleyi boğunca
gerekmez yeni bir Boğaz teşrifine
gülüşünle kandilleri dağlaman için
derdim yâ! Ayasofya! tik! tak! tın!
şühedâ makberine sığmaz artıkın!

açıl Fâtihlerin mirası açıl
geber ayna ayna söyle banalar
altı bucak ve dört dal ve beş zaviye
martılardan bir deniz içerisinde
ney kıvrımlarında mukaddes kavsının
Erîs gamzesinde elbet bir gün
yeniden biter hilâfet mührün

HAYY
 
BEJNA

Gözlerin savruk bozkırlar
Gözlerin hoyrat
Ceylansı, afacan
Sevimli taraçalar koylarda
Kalyonlar kanyonlarda
Herkesten sakladığım
Künyeni sayıklar
Gözlerin, gözlerin jiyan

Bilal Yavuz Kitapları
Güneşten Hilalin Gölgesinde şiir kitabını okumak için linke tıklayın:
Güneşten Hilalin Gölgesinde
Fecr Mevsimi şiir kitabını okumak için linke tıklayın:
Fecr Mevsimi
Amedya şiir kitabını okumak için linke tıklayın:
Amedya

https://drive.google.com/file/d/1WyI...ffsFIm06Y/view

https://drive.google.com/file/d/13ZB...9SNIctwFk/view

https://drive.google.com/file/d/1_Vv...as-PvBZ5e/view
 
Yazar Bilal Yavuz'dan Tasavvuf Yazıları

Ve Allah... Sonsuz güç sahibi... Dilerse katrilyon çeşit farklı kainat, farklı cennet-cehennem, farklı eşref-i mahlukat, farklı imtihan-mükafat, farklı canlı-cansız varlık yaratabilir, ki bunlar sadece bize öğretilenler, bilmediğimiz nice ilimler var, dilerse hepsini yok edebilir, varlık-yokluk O'nun kuludur, O'nun kudret elindedir, bilen O, hakim O, kadir O'dur.*


Hiçbirşey Hakk'a imkansız değil, zor değildir. O'nun sonsuz sonsuzluğunu, sonsuz mutlak kudretini yine ancak O bilebilir, sadece O bütünüyle kavrayabilir. Tüm sırların sahibi de, tüm sırları tek bilen de Hu... Dilediğine dilediği kadarını bildirir, dilediğini dilediği kadar güçlendirir.*


Acılar geçicidir, acılar tatların kıymetini kavratır, ışığı karanlıkla anlarsın, acıya takılıp isyan gömleği giyme, sana muhteşem nimetler sunan sahibine şu sınav yerinde herşey istediğin gibi değil diye nankörlük etme, hikmet O'nundur, hangisinin daha hayırlı olduğunu, nedeni, nasılı, niçini en iyi O bilir, yoktan var ettiklerini imtihan etmek elbette Sahibin hakkıdır.*


Seni de, evladını da O yaratmışken, evladında bile başkasının tasarruf hakkını kabul etmezsin, düşün ki anne-yavrudan öte bambaşka bir muhteşemlik, düşün herşeyini sana Hakk vermiş, aileni ve sevdiklerini O vermiş, seni sana bahşetmiş, bazı alimler der ki cehennem bile yokluktan evladır, düşün ki seni yokluktan var etmekle çekip çıkarmış, sana sonsuz bir mutluluk vadediyor, yapacağın tek şey şu kısa ömürde rızasını kazanmak, gönüller almak, dürüst müslüman-iyi insan olmak...*


Hakk'ın hukukundan ağır diyerek korkmak ne büyük akılsızlık... Hırsıza, katile, yolsuza, zalime tam adaletle verilecek o cezalar bugün olsaydı, bugün İslami hukuk yeniden aydınlatmış olsaydı aziz vatanı, caydıracaktı nice canı tatlı kötüyü, iyilerin bu kadar zarar görmesinin, kötülerin "kötülüğünün ödülü olarak" hapiste el üstünde tutulmasının sebebi, Hakk'ın insanlığa rahmet olan hakiki hukukuna karşı gelenlerdir, belki de tüm zulümlerden birer vebal bunların hanesine yazılacaktır.*


Özgürlük, özgürlüğü yaratan Rabbine hakkıyla kul-köle olmaktır. Sahibe sahiden teslim olduğun müddetçe sahiden hür olabileceksin, ancak o demde ilahi rızayla da taçlanınca, ruhun belki asırlardır özlemini çektiği o mutmain huzura ulaşacak, gerçekten hür olacak... Özgürlüğü nefsinin istediğini yapmak sanıyor nefsine köle olanlar... Azgınlığı özgürlük diye haykırıyor hayasızlar... Özgür olamayanlar özgürlüğü ne bilesi... Beşeri tarifler bile günahlara kılıf, zulme kılıf, kendini aldatmaya kılıf...*


Tefekkür, kalb ve akıl ve ruh üçgeni benliğinin azığıdır, tefekkür edebildiğin kadar şu sevda göklü okyanustan payın vardır, deryayı kabını genişlettikçe daha fazla anlayabilir, içine alabilirsin.*


Düşün ey gönül, kalbinin aklıyla, aklının kalbiyle, kendine gelip kendinden geçerek düşün... Ulaşılmaz, erişilmez, en elit en görkemli, en haşmetli, en kudretli...*


Hayranlığı duyman gereken tek bir... Allah-u ekber, vallahi ekber, aşka kasem olsun ki ekber, ekber, ekber...*

Alem içinde alem içinde alem içinde alem hayat ırmakları hep O'nun eseri. Cümle can bir araya gelse O'nun yoktan var ettiği bir gözü bile yoktan var edemez, ki vardan var olan zamane icatların da sahibi Hakk, olanların, sebeplerin, ilhamların, düşlerin, gayretleri, enerjilerin, olmayanların, herşeyin ama herşeyin tek sahibi Hu...*


Varlığın zerreleri adedince hamd O'na, şükür O'na, sevgi O'na... Kimse O'nun kadar sevemez, sevilemez... Güzelliği yaratandan daha güzel kim olabilir! İyiliği yaratandan daha iyi kim! Tüm güzel isimler hep O'nun...


SÖZ

İnsan toprak gibidir, iyiliği ekersen güzellik yeşerir, kötülüğü ekersen üstünde biten zehirdir, çirkinliktir.


ANLAYACAKSIN

Derinlemesine yaşayacaksın ömrüne* armağan şu hayatı.

Çıtır çıtır yumurcak sesleriyle, serçe cıvıltısıyla...

İnançla, imanla yeşerteceksin içindeki vicdan çiçeğini.*

Bahçeler soldurmayacak, güneşler açacaksın...*

Pırıl pırıl yarınlar yoğuracaksın masum körpelere.*

Sevdamızı yeniden, yeniden, yeniden doğuracaksın...*

Gelişine yaşamayacaksın hiçbir sevgiyi!

Ekmeğinle, emeğinle, usulca büyüteceksin...

Aldın mı bütün kalbinle, verdin mi incitmeden, yıpratmadan, sahiden.*

Yüreğini bağrına vura vura yaşayacaksın, saf umutla...

Hayaller yiğitliğin şanındandır kuğu gülüşlüm.*

Kimseden utanmadan, inatla usanmadan, hayaller, hayaller, hayaller kurucaksın.

Dökeceksin kağıtlara ve kağıttan gemilerce bırakacaksın yaşam ırmağına.

Gecenin dertli mumları arasında, dertlerin güzelliğini şakıyacaksın.*

Eşyaya, maddeye, çalıma köle olmayacaksın asla.*

Köle olacaksan gökyüzüne köle olacaksın mesela, koşulsuz özgürlüğe, hür güzelliğe.*

Deniz fenerleri olacak vefalı arkadaşın, ıssız uzakların yakın sıcaklığını duyacaksın rüzgarın şarkısında.*

İlla kelepçe vuracaksan göğsüne, uçsuz bucaksız ufukları vuracaksın.*

Koşacaksan yalın ayak, şahına kadar gerçek bir hevesle uçaksın.*

Ulaşamasan da, denedim diyeceksin gönlünü gererek...*

Sahiden denedim!

Ve doğrulara, dürüstlere, gerçeklere... Yenilgilerin bile zafer olduğunu o zaman anlayacaksın.*

Meğer arayışmış aranılan, anlamakmış anlatılan...

Anladıkça ağlamayacak, ağladıkça anlayacaksın.*


Bilal Yavuz*
 
İslam barıştır
Savaşı ancak yaşayan bilir. Savaş kurgu değildir, roman değil, film değil, efekt değildir, gerçek kan, gerçek katliam, gerçek acılar...
İlk ölenler çığlıklarla uğurlanır gruplar tarafından, sonra bir bakarsın ölümler çoğalır, bir iken bin olur, bin iken milyon... Derken çığlıkların yerini yürekleri sağır eden dopdolu bir sessizlik alır, büyük acılar dilsizdir.
Fetih hayaliyle yaşayan gençler, bir tabutluk yerler fetheder, kendi mezarlarını... Kum gibi ölüm, dalga dalga kan, paramparça et ve kemik selleri...
Savaşı bilenlerdir, barışın aşıkları... Savaşı ancak bilmeyen cahiller savaşa aşık olur, vicdansızlaşır, canileşir.
İslam zinhar savaşın değil barışın dinidir. İslam tarihinin saadet asrı döneminde savaşlar savunma için yapılmıştır, nefs-i müdafa için... Kendilerini, sevdiklerini, mazlumları korumak için zalimlerle Hakk yolunda savaşmıştır mücahid ecdad... İslam olan her bölgede fitne dönemi gelinceye dek savaşlar bitmiş, barış kazanmış...
Fitne Emevi ve sonrasındaki saltanatların hiçbiri İslam'ın devleti değildi, örnek teşkil edemez, müslümanların günahıyla sevabıyla kurduğu beyliklerdi.
Binlerce edebi ve felsefi eseri irdeledim, diğer kültürlere baktım, nice ideolojilere şahid oldum, nice hayat tarzları gördüm, şüphesiz İslam'dan, inançtan daha yüksek, insanı daha özüne döndüren, tarifsiz duygu ve düşüncelere sevk eden, nice ilhamlara daldıran başka hiçbir yol görmedim.
Alemin hiçbir yerinde yok... Binbir çeşit yerden gelip birleşen, beraber tavaf edip insanlığın iyiliği için kardeşçe ve sevgiyle dua edenler... Sırf yüce Allah rızası için gizlice muhtaca yardım eden erler... Düşünce birbirini kaldıran yiğitler... İçerdeki onca münafığa, kötü istisnalara, düşmanlara rağmen iyiliği yeşerten güzide çoğunluklar... Her ırktan insanı tevhid sofrasında ihlas ile beraber kılan... Alemde yok hakikat gibisi... Hakikiler gibisi...
Çok güzel bir hadis vardır, batıl zümrelerin helak olup, hak üzerine olan tek bir zümrenin İslam coğrafyasında kurtuluşa ereceğine dair muştu...
O kalabalık zümre elbette ötekileştirmeyen, kendi tarikatini kayırmayan, bütün ümmeti kuşatan, alevilere ve başka mezheplilere düşmanlık etmeyen, tekfirci olmayan, inşallah çoğunluğun üzerinde olduğu vasat yol, sabit yoldur.
Savaşa değil, zulmetmeye değil, barışa ve merhamete ve doğru mücadeleye aşık mümin gönüllere yürekten bin selam olsun...

Hilalin gölgesinde

Yürek denizdi, lisan da kıyı, denizde ne varsa kıyıya o vurur.

İnsanı göremediklerinde ara, gönlüdür hakikatin resmi, dışı sadece manzara...*

İnsan ki düşüncedir, karakterdir, kişiliktir, geriye kalan ettir, kandır, kemiktir.*

Gıybete, hasede, iftiraya, dedikoduya, hakarete insanı götüren, kalbi körleştiren, kemiksiz dili gereksizce döndürmeye alıştırmaktır, ya hayır konuşmalı ya da sükut etmeli.*

Ruhunu, gövdesini, dilini, aklını, kalbini israf etmeyen temiz aynalara vurur ancak hakikat güneşi, ilham şemsi.

Hayatın anlamını bulmak için anlamın hayatına şahid olmak gerek...

Edebiyat, sanat, tefekkür insanı ihsan kılar, kendini ifade etmeyi, anlamayı, anlatmayı, anlamlandırmayı geliştirir, kendini hakkıyla ifade eden öfkeye başvurmaz, şiddetin esiri olmaz, caniliğin şehvetine, şehvetine caniliğine kapılmaz.*

Üretmektir ahseni yüce kılacak zirve, sadece tüketen israfçıya ne yazık, tükete tükete öz kimliği de tükenir.

Sırlar ancak helal dairesinde ayan olur, haramzadelerin sırdan payı yoktur.*

Ne acı, öldürmeye kenetlenmiş canavar nefislere, yıkmanın ve şeytanın kölelerine ne yazık...

Kötüler asla hür olamayacak, sahiden yaşamak nedir, zinhar bilemeyecek...

Dünyada en güzel nimet rahat bir vicdandı, vicdansıza ne yazık...

İyiler asıl, zalimlere acıyarak bakmalı, onların daimi hüsranı aslında bu dünyadan başlamış, boğazlarını sıkıyor suçları, gönül gözüyle bakanlar, görebilir.

Çaldıkça çalan, yıktıkça yıkan, hırsın ve deccalliğin kanişleri asla mutluluk nedir bilemeyecek, mahşerde ise tadacaklar adaleti, kaynayacak cezayı hak eden zalimler, fokurdayacak iliklerine kadar, yüce Allah mazlumunu hakimsiz bırakmayacak, masumun kanı yerde kalmayacak...*

Kendi ırkı için istemeyeceği zulmü "din kardeşim" dediğinin ırkına yaşatan münafıklar, er ya da geç yaptıklarında boğulacak, adalet yerini bulmakla meşhurdur.*

İman ve sabır en önemli yoldaştır yolcuya, mücadele erbabı devrimciye, adaletin dervişlerine... Meded ya Hu...*

Köklerin göklerinde
Üşümesin diye üzerini örttüğün birinin cenazesini kaldırmadan dünyayı anlayamazsın.
İçinde bir ömür, yarım kalmış bir konuşmanın hüznü vardı.
O Zilan anaydı, evlatlarının yetimi, canlarının öksüzü.
Tam 9 yavrusunu toprağa vermiş, paramparça bir yürek...
Ömrü Mardinkapı mezarlığında geçmiş bir matem çiçeği.
Dağların, taşların, ağaçların zikrini duyardı. Acıyla yoğrulmuş sabır aşı, evliya kılmıştı bağrını.
Dicle rüzgar olurdu asil ve zarif sükutuna.
Rüzgar eşlik ederdi bu onurlu yangına.
Kalbini kurban vermişti kan davasına. Bir avuç toprak için yere düşen binlerce masum candan bir demet idi, Zilan'ın kara öyküsü.
Bir avuç dünya için birbirinin canını alan dedeler, miras bırakmıştı Zilan anaya o derin kederi.
Aşiretler toplumun güzide bahçeleriydi. Kardeşlerinin en olgunu olmalıydı aşiret beyleri dediğin...
Kan davalarını körükleyen değil, ateşe su dökenler olmalıydı.
Gel gör ki aşiret beylerinin de kötüsü, çürüğü, canisi vardı. Bir bey şeytan gibi bir hayat sürünce, çevresi de katil sürüsüne dönüşebiliyordu.
Zilan ananın evini bir gecede bastılar. Bir hamlede döküldü mutluluğun, iyiliğin, güzelliğin kanı yere. Ruhlar ahlar gibi yükseldi göğe.
Tek bir yavrusu sağ kalmıştı. Onu da devlete verdi koruyabilmek için...
O çocuk bütün azmiyle okudu, gül gibi yetişti, yeşerdi, çiçeğe durdu.
Öğretmen oldu, binlerce barış çiçeği yeşertti.
Yılmadı, günü geldi mebus oldu. Memleketine barış mevsimini getirdi. Nice aşiret beylerini eğitti, nice kan davalarını bitirdi.
Zalimler koca bir ormanı yakar, buradan artık hayır gelmez sanırsın, sonra bir yağmur yağar, küçücük bir tohum filiz verir, o tohum işte umuttur, gün gelir o tohum şehirleri, bölgeleri, ülkeleri yeşertir.
Zilan ana gibi yiğitlerin yüreklerini sökseler de, gün gelir devran döner, bir gün mutlaka bir gözyaşı dahi bir bahçeyi büyütür, bahçeleri ormanlara dönüşür.
Bir ömür yaşanamayanları, söylenemeyenleri, büyüyemeyenleri büyüttü içinde.
Son evladı içindeki hasrete dönüştü, düşünü gerçekleştirdi.
En güzel intikam buydu, zulmün kökünü kurutmak.
Başka yiğit yürekler paramparça olmasın diye...
 
SABIR EN GÜZEL YOLDAŞTIR

Kalb, akıl, irade, bilinç, vücud, nefis, vicdan ruhun organlarıdır.

Duyular, duygular, düşünceler, hayaller, gayretler, emekler, iletişim gibi unsurlarsa neticesi...

İnsan sadece duygudan ya da düşünceden ibaret değildir, hepsidir, toplamdır, evrenin özeti, mahlukatın eşrefi...

Elementler, su ve ateş ve toprak ve hava insanda bütünleşmiş.

Yoktan var edilen bir varlık hem en güzel en şerefli en özel hale getirilmiş, hem alem hizmetine sunulmuş, hem iyi olursa sonsuz mutluluk vadedilmiş, bize sunulan imkan, nimet, lütuf saymakla bitmez.

Sadece beden bile bir kainat, içinde trilyon hadise var, iç ve dış alemlerdeki nizamlar üstünde incecik bir ipte yürüyor hayatı ömürler...

Milyarlarca dakika fırsat verilmiş çoğuna. Tüm bunlara rağmen şükretmeyen, isyan eden, şeytanlığı seçenleri elbette ancak cehennem paklar.

İsyanı sadece ağızda arayanlara ne yazık. Kendine kepçeyle alıp milleti kaşığa mahkum etmek, enflasyonlarla milyonları açlığa sürüklemek, bir de bunu din tüccarlığıyla alınan güçle yapmak hakka isyan değil de nedir?
Dünyada bir çok örneği mevcuttur.

Hakkı ve sabrı tavsiye etmeli, zulme susmamalı, sebat etmeli. Olana kanaat etmeli, isyankarların açtığı fitneler ve zararlar yüzünden zinhar hakka isyan etmemeli, din tüccarları yüzünden dinden yüz çevirmemeli.

İslamdan dünyaya bakmalı, münafıklardan, günahkar müslümanlardan İslama bakmamalı.

Bu dünyada hasret kalınan adalet o dünyada görülecek...

Bilal Yavuz
 
MUTLULUĞA ÇAĞRI



Zıtlar bir araya geliyor ve insana beraber hizmet ediyor, yeri geliyor birbirini tamamlıyor, hizmette birbirine yardım ediyor. Ateş ve su ve toprak ve rüzgar gibi niceler niceler...

İnsana verilen nimetleri saymaya kalksan sayamazsın, her hücremiz bir evren. Ozonla, yerçekimiyle nice kalkanlarımız var. Dünyanın içindeki ve gökteki güneş yakmıyor yaşamı muhteşem dengeyle. Denizler taşıp ülkeleri yutmuyor, onca dumanımıza rağmen hava kendini azimle temizlemekte... Herşey Hakk'ın izniyle hayatımızı sürdürmeye ayarlı.

Adil taksim olsa aç insan kalmazdı, rızıklar dolup taşıyor insanlık için... Dünya her sene yenileniyor, bize cevherlerini sunuyor. Düşün içme suyunu nasıl da depolanıyor karaya...
Kıtasal sürüklenişi, arzın eksilişini, yıldızların bir yörüngede yüzüşünü, yerin ve göğün yedi katını, semanın genişletilmesini ve daha nice mucizeleri 14 asır evvel bildiren bir Kur'an'ımız var. Düşün ki bilim adamları bu keşifleri daha yeni yapıyor!

Batıl bile İslam'ın muhteşemliğine bir kanıt... Işığı karanlıkla anlarsın. İslam bir güneş, parladıkça batıl karanlığını yok eden... Müminler bir hilal, gecenin ortasında alemi aydınlatan...

Batının refahına aldananlara acı. O refah hırsızlığın, sömürgenin, katliamların sonucu. Dolandırıcılar yüzünden paraya küsmeyip, din tüccarları yüzünden İslam'dan soğudum diyenlere de acı, öyle ki münafıklara nefretleri yüzünden yola daha da sağlam sarılacaklarına yoldan çıkmışlar, ne büyük akılsızlık...

Şu evrende en büyük, en elit, en yüce tek gerçek başarı O'nun rızasını, muhabbetini, dostluğunu kazanmak... En büyük cennet, cennetler cenneti, O'nun rızasıyla cemalini görebilmek...
Başka arayışlar hep boşluk, hep heba, hep helak, hep naylon, sahte, yalan...

Nesilleri hakiki tasavvuf ve tefekkür ilmiyle yetiştirebilirsek, işte o zaman temelden değiştirebiliriz, iyileştirebiliriz, gelişebiliriz, işte o zaman olgunlaşır vatanımız, ülkelerin imrendiği huzur ve irfan bahçelerimiz işte o vakit yeşerir.

Şu yüzyıllık mutsuzluğuzun tek reçetesi burada, herşey denendi mutlu olamadılar, gelin bir de bunu deneyin, o zaman tek üzüntümüz vakit kaybı olacak...

Bilal Yavuz

TASAVVUF İNCİLERİ 1

Manasız madde, maddesiz mana: ruhsuz cesettir, gövdesi ruh...

Cenab-ı Hakk hazretlerinin mana aleminde insan ancak kabı kadar sonsuz denizi algılar, hayat suyundan aklı kadar, kalbi kadar anlar.

Bir derde deva, bir yaraya merhem olmayan başkasının hayatına anlam olamaz.

İdrak sırra varınca, arslan ile ceylan kardeş olur kucakta, kurt ile kuzu bir olur.

Bir karıncadan dahi bin hikmet ayan olur, her saniyesinden lezzet alınır yaşamın, acıdan bile...

Uzlet ki zamanla dağın kendisi kılar sabreden vefalısını, tefekkür ki fikre dönüştürür dostunu.

Kainata alışamayan müridler, kainatlaşan mürşidlere dönüşür.

Evren içinde evren içinde evren içinde evren içinde evren bir varlıktayız yokluğun ortasında.

Bir avuç ışıktan bin türlü sırdaşlık öğrenir cümle karanlık, mukaddes aşk, nefesi olur alemin, can gözünü açana nice alemler ayan olur.

Hakk'a, hakikate, hukuka aşık yiğitlerin er meydanıdır mücadele, ancak sırra erenler sabit olur gayret yolunda, çilehaneler bahçelere dönüşür cesur yürekleriyle.

Mekke, Medine, Kudüs, Diyarbekir gibi göklerde yoğrulup yere indirilen şehirler, kıyamete dek usanmadan doğrudur evliyalarını, medeniyet özüne döner güzide topraklarda.

Ne mutlu hakkıyla sevenlere, sevilenlere, sırdaş olabilenlere, ne mutlu...

TASAVVUF İNCİLERİ 2

İnsan ki evren içinde evren içinde evren...
Kainat ki evren içinde evren içinde evren...

İnsan küçük alem, kainat büyük alem, insan ve kainat nasıl da özel...

Geldik gidiyoruz, mesele şu, zulamızda neler var?

İyiliğimiz kadar insanız, doğruluğumuz kadar güzel, vicdanımız kadar onurlu...

Atom bir alem, hücre bir alem, doku bir alem, organ bir alem, orman alem, nehir alem, surlar alem, Diyarbekir bir alem, ülke alem, kıta alem, alem içinde alem...

Halklardan insanlık, halklardan hayvanat, halklardan nebatat, halklardan haşerat... Ve her halk her tür her cins her renk de ayrı bir alem...

Alemlerin Rabbine gönülden hamd olsun, çokluk ki O'nun tekliğine ne özel delil...

Varlık ve yokluk, karanlık ve aydınlık, sıcak ve soğuk, tatlı ve acı...
Her şey çeşit çeşit, zıt zıt, şekil şekil... Ama kaynak bir...

Şunca alem içinde sadece insan türünde cani var, insan türünden seri katil çıkabiliyor, insan türünden Hitler gibi vahşi öncüler ve gaddar kitleleri çıkabiliyor, vay ki ne vay, insanın vereceği hesaba... Veyl...

İçimizde saklı onca kötülük potansiyeline rağmen iyi kalabilmek, doğru olabilmek... Salih insan işte bu yüzden belki melekten üstün olacak...

İyilere, doğrulara, dürüstlere bin selam...
Kötülere, hayınlara, zalimlere bin lanet...

Şu adaletsiz dünyadan sevk, sonsuz adil bir mahşere. Ne mutlu ezmeyenlere, çiğmemeyenlere, yaraları nazikçe saranlara, barış ve kardeşlik için sahiden ömrünü ortaya koyanlara, kandan ve kinden beslenmeyenlere ne mutlu.

Haklının haksızdan hakkını kökünden söküp alacağı günler ne çetin... Eyvallah...

Gün gelir menzile varılır, gün gelir elbette ölüm de ölür, iyilere ne mutlu, garibanlara ne mutlu, mazlumlara ne mutlu, zalimlere ne acı.

O halde yelkenler fora... Üzülme ey mazlum can, hüzünlenme, Allah bizimle...

İyilere, mazlumlara, doğrulara vekil olarak O yeter.

Bilal Yavuz






HAKİKAT LEMALARI

İslam sadece namaz, oruç, zekat değildi.

Mesela çocukları tecavüzle öldürenleri idam edip adaleti sağlamak da en büyük müslümanlık alametlerinden biriydi.

İşkence edilerek öldürülen masum hayvanların dahi intikamını zalimden söküp almaktı İslam...

İki halk savaştı mı, aralarında adaleti sağlayarak barışı bulmak, kardeşliği pekiştirmekti İslam...

Irkçılara, hamaset cahillerine, kibir budalalarına hak için tevazu göstermeden karşı çıkmaktı.

İslam Ömer gibi olmaktı, Ali gibi...

Hakiki tasavvuf bir tarafa, zamanın miskin ve tembel, cahil bırakan kof tarikatçiliklerine, embesil grupçuluklara karşı durup mümin canların birliğinden yana olmaktı, Akif gibi Kur'an ile terakki peşinde olmaktı.

İslam, sahtekar münafıkların, yanmayan kefen satıcılarının, din tacirlerinin, yobaz softaların anlattığı yalanlar değildi.

İslam yalnızca Kur'an ve sahih hadisler, sahih sünnet idi. Bu sarsılmaz yola göreydi hakiki içtihatlar, istişareler, yönetmelikler...

Sahteliklerle, zayıf rivayetlerin peşinde menfaat kayıklarıyla, bidatlerle, yalan kehanetlerle, embesil miskinliklerle hevasının peşinden sürüklenenlere ne yazık...

Kendilerini evliya diye peşkeş çeken bu saray soytarıları, canını Allah için veren gerçek evliyalar olan şühedayla hiç bir olabilir mi, kuşkusuz tırnak dahi etmezler.

Tacirliği din edinen iki yüzlüler elbette hak namına mücadeleye karşı duracaklar, elbette insanları mücadele yerine türlü bidatlerle uyuşturacaklar, ki işleri görülsün, bol bol köleleri olsun, içimizdeki kötüler kötülüğüne devam edecek, asıl soru şu, iyilerin, doğruların ittifakı nerede?

Sahtekarlar artık ifşa dahi edilmiyor, bu binbir sapkın yola sapış, tükeniş nereye kadar? İnsanları tek yol olan hakka, hukuka çağıracak davetçiler nerede?

İslam'ın işine gelen tarafını alıp işine gelmeyen tarafını gizlemeye çabalayan sinsi hilebazlara yazıklar olsun.

İslam'ı ırkçılığına peçe yapmak isteyen haysiyetsizlere yazıklar olsun.

Müslümanlar hakiki İslam hukukuna itaat etselerdi, bugün her imanlı millet tüm haklarını almış olurdu, öz anadillerde hakiki eğitimler sağlanmış olurdu, hakiki cezalar gelir, katliamlar, tecavüzler, hırsızlıklar, sapkınlıklar iyice azalmış olurdu.

İçimizdeki gayrimüslim azınlıklar dahi dünyada en güzel kanunlarla güvence altında olurdu. Harici ve rafızi ve evanjelist ve siyonist ve faşist olan bütün bir terör hadisesi kökünden kurutulurdu.

Canlarımız kudret elinde olan Cenab-ı Hakk hazretlerine kasem olsun ki, bize gereken gayret imanımızda saklıdır, yeter ki inanalım, azmedelim, başarabiliriz, dünyanın türlü türlü o vatandaşını yönetemediği boş yönetim biçimleri hep hikaye, her yerde çılgınca zulümler var, tek kurtuluş Asr-ı Saadet özüne geri dönmek, dosdoğru bir yönetime ancak o zaman yine kavuşabilir iman edenler, insanlık...

Ancak o zaman hiçbir firavun bir devleti maske edinip bir millete zulmedemez...

İslam sadece namaz, oruç, zekat değildi.

İslam barıştı, mücadeleydi, iyilikti, doğruluktu, güzellikti, erdemdi, gerçek özgürlüğün yurdu, hakiki mutluluğun ülkesiydi.

Hayatları ütopyalarla geçenlere aldırmayın, bizim önümüzde hakiki yaşanmış bir asır var, en somut örnek, tarih kitaplarında milyon kaydı ve delili olan ve her kesimin övdüğü bir asalet dönemi önümüzde rehber, o dönem gibi olmasa da yeni bir altınçağı biz de yaşayabilir, yaşatabiliriz...

Yeter ki sahiden inanalım, ihlas ile azmedelim... Vesselam...

Bilal Yavuz





DÜŞÜN EY GÖNÜL

ALLAH... ... Sonsuz güç sahibi... Dilerse katrilyon çeşit farklı kainat, farklı cennet-cehennem, farklı eşref-i mahlukat, farklı imtihan-mükafat, farklı canlı-cansız varlık yaratabilir, ki bunlar sadece bize öğretilenler, bilmediğimiz nice ilimler var, dilerse hepsini yok edebilir, varlık-yokluk O'nun kuludur, O'nun kudret elindedir, bilen O, hakim O, kadir O'dur.

Hiçbirşey Hakk'a imkansız değil, zor değildir. O'nun sonsuz sonsuzluğunu, sonsuz mutlak kudretini yine ancak O bilebilir, sadece O bütünüyle kavrayabilir. Tüm sırların sahibi de, tüm sırları tek bilen de Hu... Dilediğine dilediği kadarını bildirir, dilediğini dilediği kadar güçlendirir.

Acılar geçicidir, acılar tatların kıymetini kavratır, ışığı karanlıkla anlarsın, acıya takılıp isyan gömleği giyme, sana muhteşem nimetler sunan sahibine şu sınav yerinde herşey istediğin gibi değil diye nankörlük etme, hikmet O'nundur, hangisinin daha hayırlı olduğunu, nedeni, nasılı, niçini en iyi O bilir, yoktan var ettiklerini imtihan etmek elbette Sahibin hakkıdır.

Seni de, evladını da O yaratmışken, evladında bile başkasının tasarruf hakkını kabul etmezsin, düşün ki anne-yavrudan öte bambaşka bir muhteşemlik, düşün herşeyini sana Hakk vermiş, aileni ve sevdiklerini O vermiş, seni sana bahşetmiş, bazı alimler der ki cehennem bile yokluktan evladır, düşün ki seni yokluktan var etmekle çekip çıkarmış, sana sonsuz bir mutluluk vadediyor, yapacağın tek şey şu kısa ömürde rızasını kazanmak, gönüller almak, dürüst müslüman-iyi insan olmak...

Hakk'ın hukukundan ağır diyerek korkmak ne büyük akılsızlık... Hırsıza, katile, yolsuza, zalime tam adaletle verilecek o cezalar bugün olsaydı, bugün İslami hukuk yeniden aydınlatmış olsaydı aziz vatanı, caydıracaktı nice canı tatlı kötüyü, iyilerin bu kadar zarar görmesinin, kötülerin "kötülüğünün ödülü olarak" hapiste el üstünde tutulmasının sebebi, Hakk'ın insanlığa rahmet olan hakiki hukukuna karşı gelenlerdir, belki de tüm zulümlerden birer vebal bunların hanesine yazılacaktır.

Özgürlük, özgürlüğü yaratan Rabbine hakkıyla kul-köle olmaktır. Sahibe sahiden teslim olduğun müddetçe sahiden hür olabileceksin, ancak o demde ilahi rızayla da taçlanınca, ruhun belki asırlardır özlemini çektiği o mutmain huzura ulaşacak, gerçekten hür olacak... Özgürlüğü nefsinin istediğini yapmak sanıyor nefsine köle olanlar... Azgınlığı özgürlük diye haykırıyor hayasızlar... Özgür olamayanlar özgürlüğü ne bilesi... Beşeri tarifler bile günahlara kılıf, zulme kılıf, kendini aldatmaya kılıf...

Tefekkür, kalb ve akıl ve ruh üçgeni benliğinin azığıdır, tefekkür edebildiğin kadar şu sevda göklü okyanustan payın vardır, deryayı kabını genişlettikçe daha fazla anlayabilir, içine alabilirsin.

Düşün ey gönül, kalbinin aklıyla, aklının kalbiyle, kendine gelip kendinden geçerek düşün... Ulaşılmaz, erişilmez, en elit en görkemli, en haşmetli, en kudretli...

Hayranlığı duyman gereken tek bir... Allah-u ekber, vallahi ekber, aşka kasem olsun ki ekber, ekber, ekber...
Alem içinde alem içinde alem içinde alem hayat ırmakları hep O'nun eseri. Cümle can bir araya gelse O'nun yoktan var ettiği bir gözü bile yoktan var edemez, ki vardan var olan zamane icatların da sahibi Hakk, olanların, sebeplerin, ilhamların, düşlerin, gayretleri, enerjilerin, olmayanların, herşeyin ama herşeyin tek sahibi Hu...

Varlığın zerreleri adedince hamd O'na, şükür O'na, sevgi O'na... Kimse O'nun kadar sevemez, sevilemez... Güzelliği yaratandan daha güzel kim olabilir! İyiliği yaratandan daha iyi kim! Tüm güzel isimler hep O'nundur.

Bilal Yavuz

CEZBE MEVSİMİ


Hakk aşkıyla zikirde alemler kendi lisanlarınca...

Hu der yer ve gök, Hu der varlık, yokluk, canlı, cansız...*

Olanlar, olmayanlar, ihtimaller, yeniler, eskiler, herşey O'nun...


Cennetler Hakk aşkıyla saçar güzelliğini Hakk dostlarına, cehennem Hakk aşkıyla öfkelenir Hakk düşmanlarına.*


Ruhlar hasretle susayışta visalin nuruna. En üstün ihtişamların Sahibine secde eder kendi üsluplarınca niceler. Allah der atomlar, Allah der yıldızlar, bilip bilemediğimiz, sayıp sayamadığımız uçsuz bucaksız olgular, ummanlar, dağlar, taşlar, ağaçlar.*


Her kainat bir ağaç, her ağaç bir kainat... Sanat içinde sanat, hayret dışında hayret ve şükür üstüne şükür. Hamd olsun atomlar adedince ki, bizi hem insan kılmış hem müslümanız elhamdülillah...*


Adem çağından bu yana tüm peygamberleri, kitapları, melekleri kabul eden, Hakk'ı birleyen tek gerçek din. Her renkten insan Kabe etrafında kardeşçe tavaf edip hayır duada, zikirde. Tıpkı o çeşit çeşit alemler gibi... Girift galaksiler, gökadalar... Can cana candan canan, canan candan cana can.*


Tefekkür paklar, temizler, boyutlar açar, ufuklar açar, çiçekler açar dimağlarda, dünya dünya...*


Bilal Yavuz*

GÜZELLİĞİN SIRRI




Tekniğin terakkisi de bir Hakk rahmeti... Enerji üreten güneş panelleri, su üreten oksijen panelleri derken başka bir çağ başladı.


Su ve petrolün gittikçe tükenişi, küresel ısınmanın artışı ile ilişkili süreçler.*


Artık su ve enerji belki de böyle sistemlerle sağlanacak önümüzdeki yıllarda, belki daha çok var, belki nasib olmayacak dünyanın bunu görmesi.


Ancak şu var ki Rab, sahiden Rahman, Rahim... Teknolojinin de, doğanın da sahibi, hangi yol olursa olsun ki yolların hepsi kudret elinde, Hakk dünyada kulunu rızıksız bırakmıyor, öteki alemde de razı olduklarını rızıksız bırakmayacak...


İnsana rağmen insanlığı kurtarıyor Allah... Her gün her gece... Yoksa belalar, zalimlerin zulmü çığ olur yağardı insanlığın tamamına...*


Öyle hassas bir denge var ki herşeyde... Mesela zalim ve süpergüç ülke bile sadece bir tane olmadığından, birbirlerinin nükleerinden çekindiğinden dünya savaşı başlatamıyor, yoksa vahşi nefisleri çoktan bunun hayalinde.


Bu hayatta şunu anladım. Zalimler cehennemi sonuna kadar hak ediyor. Şişkin egolarıyla küçücük gövdeli* zalimler çok büyük suçlar işliyor, dünyanın, doğanın, insanlığın kanına giriyor, yüce Sahibe nankörlük ediyor, yeryüzünde haksızca canlar vuruyor, fitneler çıkarıyor.


Adalet hayallerde ama dünyada yok, demek ki bir kübra mahkemeye bırakılıyor. Adalet mümkün ama insanlar yüzünden yok, adaletin dünyada yokluğu mahşerde olacak kusursuz mevcudiyetine, mutlak adalete ne güzel delil... Öyle bir adalet günü ki o gün hakim de, hakimler hakimi Rab... Gerçek sonsuz hakim...


Adalet sırf bu dünyada sağlanmıyor diye Hakk'a isyan eden bir insan gördüğüm en keriz zihniyet... Düşün ki başkasına zulmedenlerden olmamış ama başkasına zulmedenler yüzünden isyanla, nankörlükle yoldan çıkmış, kendine zulmetmiş... O sevmediği din tüccarı münafıklar yüzünden yoldan çıkarak onların kendisine cellat olmasına enayice izin vermiş...*


Oysa İslam'dan insana bakan gerçek müminler rahatça hakikati görebiliyor şu yıllarda, kusur hakikatte değil, kusur günahkar müslümanlardan ve en büyük kusur içimize sızan münafıklarda!


Din tacirleri yüzünden hakikatten soğumamalı, bilakis hakikatin örneği olmalı ki insanlık, rahatça doğru örnekle, sahteleri ayırt edebilsin.*


Yaşam ırmağı akışa devam ediyor, her can kendi döneminden sorumlu, yaralara merhem oldukça yaralarımız kapanır, suyun güzide örnekleri oldukça.*


Kıyamet diye endişeye ne hacet, hepimizin ölümü kendi kıyametimiz olacak. Mühim olan ne bıraktığımız... Güzellik mi, çirkinlik mi?


İnsan iyi oldukça güzel, güzel oldukça cennetlere layık...


Bilal Yavuz

TEFEKKÜR MEVSİMİ



Ruh alemi, ten alemi, hücre alemi, zerre alemi, küre alemi, yıldız alemi, hava, su, toprak, ateş, rüzgâr alemi, oksijen ve hidrojen alemi, atom alemi, organ alemi, yürek alemi, beyin alemi, yer çekim alemi, ekosistem alemi, daha nice alemler, birbiriyle alakadar, ilişkili. Ve bu bağlar üzerinde hassas dengeler, bilinçli hareketler, planlı tohumlar, programlı adımlar. Hepsinin bütününde pek hassas bir ölçü üzerinde hayat çizgisi. Mesela güneş alemini aradan çeksen hayat kalmaz. Mesela arı türü mazallah yok olsa, etki etkiyi doğurur, kıyametler gibi bir felaket oluşur.


Özetle tüm zerrelerin sahibi olmayan tüm kürelerin sahibi olamaz, zerreden kürreye, makrodan mikroya herşey sadece bir kaynaktan gelebilir, tek kaynaktan çıkmayan alemler birbiriyle böyle uyumlu olamaz, nizamlar böylesine birbirini çalıştıran bir toplu düzen oluşturamazdı, kısacası hayat hayatta kalamaz, tutunamazdı. Birbirine muhtaç şu alemler de ayakta kalamazdı. Tevhidin ne güzel delili. Ki zaten hiçbirşey oluşamazdı, tek bir kutsal kaynaktan gelmeseydi. Ancak tek bir kutsal kaynak, içinden çıkanlara hakim olabilir. Ancak o kaynağın tek bir mukaddes Sahibi olabilir, birbiriyle çakışmayan, ulu bir nizamı olabilir. Varlığın, yokluğun üstünde bir gücü olmalı ki, varlık ve yokluk sahası mutlak gücünden, mutlak iradesiyle, mutlak emriyle meydana gelebilsin.*


Yaşamın, ölümün sahibi O, yoktan var etmenin, yoktan var olmanın, yoktan var edilmenin, yok etmenin, varlığın ve yokluğun sahibi O... Tek kaynak, Hakk'ın sonsuz kudreti... O tekten daha tek, birden daha bir, tekbir. O ezeli ve ebedi mevcud, ezeli ve ebedi Sahib, kadim mevcudiyeti kendinden, tek gerçek bağımsız Zat... Herşey, ihtimaller, mümkünler, imkansızlar hep O'nun gücüne bağlı, tek Samed O, herşey O'na muhtaç...


Bilinenlerin, bilinmeyenlerin, olmuşların, olacakların, olmayacaklarını, olmayanların, olabilirlerin, herşeyin, herkesin tek Rabbi, tek ilah, Allah... Alemlerin Rabbi... Herşeye kadir, ne dilerse yapabilir. Sayısız alemler, bilinçler, programlar, ölçüler, uyumlar, bağlar, harika bütünlük elbette ancak böyle muhteşem bir Hakim Rabbin kudretiyle oluşabilirdi. Dilerse vesilesiz de yaratır, dilerse dilediğini dilediğine vesile de kılar, gücü sınırsız...


Ancak herşeyi yoktan var eden birşeyi, ancak birşeyi yoktan var eden herşeyi yoktan var edebilir. Ölçüleri birbirine bağlamış bu hassas kusursuz sonsuz nizamın ancak tek bir kadim, ezeli ve ebedi, ölümsüz, baki, kadir, hakim Rabbi olabilir. Sadece bu dünya bile her sene milyonlarca canlı evrenlerin doğup öldükleri bir misafirhane... Her bahar yeniden dirilen bir cihan akışı... Allah'a hiçbirşey zor değil... Bir kez yoktan var eden, sonsuz kez yoktan var etmeye bile kadirdir. Şu birinci diriliş hayatımıza gözünü kör edip mahşerde olacak ikinci dirilişi inkar edene ne yazık, ne hazin bir ahmaklık...


Üflemekle güneşi söndüremezler, gözünü kapayan kendine gece yapar. Sebeplerin Rabbi Allaha iman varken, nankörlük edip sabeplere tapanların ahvali ne acı. Hakikat, akıl, mantık ortadayken sırf atalarımız diyerek karanlıkta ısrarla çürüyüşler ne hazin... Mucize istersen Kur'an yeter, nasihat istersen ölüm yeter, yoldaş istersen tefekkür yeter, düşün ey gönül, düşünen bulur, biiznillah, eyvallah...*


Bilal Yavuz

Kıyamet kıyamet yeşeren bir Diriliş vardır!

RAMAZAN BAHÇESİNDEN BİR DEMET

*


Varlığı kendinden, varlığı ezelden ebede kadar tek zat, yüce Rabbimiz...


O'nun yoktan var ettiği mevcudiyetimiz gölge varlıktır, O dilediği müddetçe varız, O'nun kudretine bağlı bize bahşettiği varlığımız, yine hepsinin sahibi O...


Varlık ve yokluk sahası Hakk'ın emrinde, yaratılmış bir beyinle yaratılmadan sonsuzca var olan, zamandan ve mekandan münezzeh olan Hakk hazretlerini elbette ancak bildirdiği kadarıyla bilebiliriz.*


Bir testi, uçsuz bucaksız bir okyanusu ancak içine alabildiğince hissedebilir, sınırsız kudretini algılayışımız ancak sınırlarımız kadar. Biz sınırlıyız, O'nun gücüyse sınırsız. Biz O'nun kudretine bağımlıyız, O ise tek bağımsız...*


Sayısız mucizelerin parıldadığı alemleri de zaten ancak böyle bir Zat yoktan var edebilirdi, katrilyonlarca harika olayların gerçekleştiği şu evren bile delil olarak yeterdi. Ki bilinen, bilinmeyen nice alemler var, hepsi O'nun mutlak hükümranlığının sanatı...


O'nu en güzel kendisi anlatabilir, O'nu tamamen ancak kendisi bilebilir. Kimse O'nun kadar sevemez, sevilemez. Rızkımıza bir bak, milyarlarca canlıyı bizim için feda ediyor, dünyayı ve fezayı bize hizmetkar kılmış. Sonsuzluğun zerreleri adedince hamd, sena, şükür, teşekkür...*


La ilahe illallah... Öyle muhteşem bir hakikat ki, söyleyince ruhu huzura erdiren, nefes nefes, kalbin aklına, aklın kalbine şifa bahşeden...*


Ramazan ayı tefekkür ayı... İnsan düşündükçe gelişen, duaya durdukça değerlenen, sıddıklaştıkça hekimleşen...*


İnsan insanın vatanı oldukça gönül kesilen, Hakk aşkıyla bahçeler biriktiren...*


Kıyamet kıyamet yeşeren bir dirilişin mimarı olanlara ne mutlu.*


Bilal Yavuz
 
YAPILMASI GEREKEN


Irkçılık, inkardan sonra en büyük günahlardan biridir. Ben ateşten, Adem topraktan diyerek emre itaat etmeyen ilk ırkçı iblis şeytanıdır, rezil ahvali, onu bekleyen acı akıbet ortada. Düşün ki meleklerle beraber bulunan cennet ehli iblisi, şeytan yapıp ebedi cehennem ehli kılacak olay kibirli ırkçılık, kendini üstün sayma hastalığı... Siyonistler, naziler gibi kendi kavmini üstün sanmak ne büyük ahmaklık... Ve bu Hakk'a iftira... Hakikate ihanet... Rasulullah aleyhisselam sözüdür, ırkçılık yapan bizden değildir, var mı daha ötesi?

Kur'an mucizesi ortada iken inkar ve ırkçılık ne hazin akılsızlık... Taşıyıcı ve aşılayıcı rüzgarları, ekosistemi, yüzbinlerce ton suyu içinde barındıran bulutların ağırlığını, dağların bulutlar gibi sürüklenişi, balı dişi arıların üretmesini, güneşin sabit olmayışını, dünyanın düz olmayışını, bu yüzyılda bilim adamlarının yeni keşfettiği nice hadiseyi 14 asır evvel ümmi bir peygambere indirdiği Kur'an ile insanlığa bildiren Rabbimizi övmeye, anlatmaya kelimeler yetmez, sonsuz teşekkür...

Kutuplar eriyor, sular yükseliyor, karalar eksiltiliyor, Kur'an ki ta o zamandan arzın eksiltilmesini bildiriyor. Geçtiğimiz yıllarda Ezher profesöründen nakledilene göre 7 Japon bilim adamı müslüman oldu. Kur'an'da yedi kez zeytin bir kez incir geçmekte, bir tavsiye üzerine bu ölçüyle yaşlılığı geciktiren bir formül bulmuşlardı. Bu tesadüf olamaz demişler, vakıa onları İslam'a yönlendirdi. Bitkilerde dişilik ve erkeklik var, bu da son asırda keşfedildi. Oysa daha önce Furkan bize bildirmişti. Bebeğin rahimde üç karanlık evresini de yine kelamullah bildirmişti. Modern biyoloji daha yeni keşfediyor. Prembriyonik, embriyonik, fetal evre... Youtube üzerinden Kuran'ın 24 Bilimsel Mucizesi adlı çalışmayı kıymetli okurlara tavsiye ediyorum.

Hakikat aşikarken, batıla sapmak ne diye. Irkçılığın insanlığa getirdiği vahşet ve mahşerde alacağı ceza ortadayken, ısrarla ırkçı olmak ne diye. Hayvana, doğaya gösterilen merhamet insandan esirgeniyor. Ülkede milyonlarca muhacir kardeşimiz var, çoğu yaşlı, kadın, çocuk. Elbette denetim olsun, suçlu cazasını çeksin, suç potansiyeli olan sınır dışı edilsin, hatta şehirlere de akın olmamalıydı, sınırlarda onlara bir bölge kurulmalıydı, ancak yönetim kötü diye, disiplin yok diye toplu düşmanlık ne büyük ırkçılık. İçlerinden kötüler de varsa iyilerin suçu ne. Bizim içimizde kötüler var diye bizim bir suçumuz var mı, onların da suçu yok. Vatandaş veya değil, ülkede kim suçluya o hakkıyla ceza görürse, ağır ve caydırıcı cezalar olursa ülke düzelebilir, aksi takdirde hiç muhacir kalmasa bile sorun çoğalır, kötülük azalmaz. Halkı kin ve nefrete teşvik eden ırkçı ve rezil bir hava estiriliyor bugünlerde, bunu sonu yine mazlum muhacilerin linçlenmesine, öldürülmesine gider.

Sınırlar iyice kontrol altına alınmalı, sadece savaştan kaçanlar sınırlarda oluşturulacak bölgelere alınmalı. Mesela Pakistan'da savaş yoksa gelen muhacir değilse, vizesiz, kontrolsüz alınmamalı. Burası Avrupa köprüsü değil. Sadece muhacirler için disiplinli bir inisiyatif olmalıydı. İnşallah hayırlılar başa gelir de işler düzene girer. Yoksa işin sonu karanlık...

Bilal Yavuz
 
Yapılması gereken
Irkçılık, inkardan sonra en büyük günahlardan biridir. Ben ateşten, Adem topraktan diyerek emre itaat etmeyen ilk ırkçı iblis şeytanıdır, rezil ahvali, onu bekleyen acı akıbet ortada. Düşün ki meleklerle beraber bulunan cennet ehli iblisi, şeytan yapıp ebedi cehennem ehli kılacak olay kibirli ırkçılık, kendini üstün sayma hastalığı... Siyonistler, naziler gibi kendi kavmini üstün sanmak ne büyük ahmaklık... Ve bu Hakk'a iftira... Hakikate ihanet... Rasulullah aleyhisselam sözüdür, ırkçılık yapan bizden değildir, var mı daha ötesi?

Kur'an mucizesi ortada iken inkar ve ırkçılık ne hazin akılsızlık... Taşıyıcı ve aşılayıcı rüzgarları, ekosistemi, yüzbinlerce ton suyu içinde barındıran bulutların ağırlığını, dağların bulutlar gibi sürüklenişi, balı dişi arıların üretmesini, güneşin sabit olmayışını, dünyanın düz olmayışını, bu yüzyılda bilim adamlarının yeni keşfettiği nice hadiseyi 14 asır evvel ümmi bir peygambere indirdiği Kur'an ile insanlığa bildiren Rabbimizi övmeye, anlatmaya kelimeler yetmez, sonsuz teşekkür...

Kutuplar eriyor, sular yükseliyor, karalar eksiltiliyor, Kur'an ki ta o zamandan arzın eksiltilmesini bildiriyor. Geçtiğimiz yıllarda Ezher profesöründen nakledilene göre 7 Japon bilim adamı müslüman oldu. Kur'an'da yedi kez zeytin bir kez incir geçmekte, bir tavsiye üzerine bu ölçüyle yaşlılığı geciktiren bir formül bulmuşlardı. Bu tesadüf olamaz demişler, vakıa onları İslam'a yönlendirdi. Bitkilerde dişilik ve erkeklik var, bu da son asırda keşfedildi. Oysa daha önce Furkan bize bildirmişti. Bebeğin rahimde üç karanlık evresini de yine kelamullah bildirmişti. Modern biyoloji daha yeni keşfediyor. Prembriyonik, embriyonik, fetal evre... Youtube üzerinden Kuran'ın 24 Bilimsel Mucizesi adlı çalışmayı kıymetli okurlara tavsiye ediyorum.

Hakikat aşikarken, batıla sapmak ne diye. Irkçılığın insanlığa getirdiği vahşet ve mahşerde alacağı ceza ortadayken, ısrarla ırkçı olmak ne diye. Hayvana, doğaya gösterilen merhamet insandan esirgeniyor. Ülkede milyonlarca muhacir kardeşimiz var, çoğu yaşlı, kadın, çocuk. Elbette denetim olsun, suçlu cazasını çeksin, suç potansiyeli olan sınır dışı edilsin, hatta şehirlere de akın olmamalıydı, sınırlarda onlara bir bölge kurulmalıydı, ancak yönetim kötü diye, disiplin yok diye toplu düşmanlık ne büyük ırkçılık. İçlerinden kötüler de varsa iyilerin suçu ne. Bizim içimizde kötüler var diye bizim bir suçumuz var mı, onların da suçu yok. Vatandaş veya değil, ülkede kim suçluya o hakkıyla ceza görürse, ağır ve caydırıcı cezalar olursa ülke düzelebilir, aksi takdirde hiç muhacir kalmasa bile sorun çoğalır, kötülük azalmaz. Halkı kin ve nefrete teşvik eden ırkçı ve rezil bir hava estiriliyor bugünlerde, bunu sonu yine mazlum muhacirlerin linçlenmesine, öldürülmesine gider.

Sınırlar iyice kontrol altına alınmalı, sadece savaştan kaçanlar sınırlarda oluşturulacak bölgelere alınmalı. Mesela Pakistan'da savaş yoksa gelen muhacir değilse, vizesiz, kontrolsüz alınmamalı. Burası Avrupa köprüsü değil. Sadece muhacirler için disiplinli bir inisiyatif olmalıydı. İnşallah hayırlılar başa gelir de işler düzene girer. Yoksa işin sonu karanlık...

Bilal Yavuz
 
Bilal Yavuz Kitapları
Güneşten Hilalin Gölgesinde şiir kitabını okumak için linke tıklayın:
Güneşten Hilalin Gölgesinde
Fecr Mevsimi şiir kitabını okumak için linke tıklayın:
Fecr Mevsimi
Amedya şiir kitabını okumak için linke tıklayın:
Amedya

https://drive.google.com/file/d/1WyI...ffsFIm06Y/view

https://drive.google.com/file/d/13ZB...9SNIctwFk/view

https://drive.google.com/file/d/1_Vv...as-PvBZ5e/view

bilalyavuz.blogspot.com

www.bilalyavuz.wordpress.com

https://bilalyavuz.wordpress.com/bilal-yavuz-kitaplari/
 
Hakiki aşıklar, Rabbi için canını vermeyi göze alanlar, can verenlerdir. Maşuk için mülkten, makamdan, şuandan, serden geçenler, herşeyini emanet bilip hak yola adayanlar, feda edenlerdir. Hakiki veliler, Rabbinden başkasının huzurunda eğilmeyenlerdir.

Benim grubum, benim cemaatim, benim adamlarım, benim ihvanım diyorlar, kendilerini soyutluyor ve haşa üstün görüyor niceleri, hurafelere ve bidatlere boğulmuşlar, aşkın edebiyatını parçalayıp sağa sola raks ederek evliya olacaklarını sanıyorlar, niceleri şirk düşüncelerini aşılamış cahillere, aziz milletin enerjisini, potansiyelini emdikçe emiyor, sömürüyorlar.

Hatta nicesi dünyanın çok yerinde infakları cukkalıyor. Din tüccarı hırsızlar, münafık sapıklar yığınla tünemiş bu paramparça batıl kafilelerde...

Gerçek evliya şühedadır, gaza ehlidir, Hakk aşkına cesurca zalim firavunlara Ebuhanife, İmam Şafii, Gazali, Bediüzzaman gibi başkaldıranlardır, işkenceyi, ölümü göze alıp haksızlığa boyun eğmeyenlerdir. Aşkın evi dans dergahları değil, mücadele meydanlarıdır.

Gerçek aşık İslam'ı hakkıyla hukukuyla bir bütün olarak insanlığa haykıran, insanlığı gerçeğe, doğruya, adalete amasız, fakatsız, lakinsiz, eğilip bükülmeden davet eden, bu yolda tüm riskleri göze alandır.

Hakiki aşıklar ne müşriklerden korkar ne faşistlerden, yalnızca Allah'tan korkar. Bazı zamanlar olur ailesi, sevdikleri için daha büyük bir adım atmak üzere bekleyişe geçebilir, bir müddet sabırla mola verir ama asla dinmez, müminler ömür boyu durmamakla meşhurdur, yorulunca dinleniriz, yara alınca bir müddet toparlanmak için bekleriz, ama asla durmayız, sonra daha gür haykırırız, gittikçe daha büyür bahçemiz...

Hakiki mücahid gönüller, eski hatalarından ders çıkaranlardır, öyle ki üslubunu ustalaştırır, keskinliğini kontrol etmeyi öğrenir, zamanla ve imtihanlarla gittikçe dosdoğru bilenmeye başlar, tecrübelenir, aklı iyi kullanmak da imandandır, aşktandır, açık vermeden, doğru yerde doğru zamanda doğru hamlelerle doğru mücadeleyi vermek gerekir, kalbin aklı, aklın kalbi bunu gerektirir.

Bugün medya, siber alem, meta alem, kanallar, uygulamalar hepsi birer mücadele sahası. Çıraklar daha dikkatli, kalfalar ve ustalar daha fazla risk alarak hakikati haykırmalı, gerçeklere ayna olmalı, ışık tutmalı. Zulme susmak, bencil yaşayıp umursamamak dilsiz şeytanlık sınıfıdır, unutmamalı.

Dünyada mazlumlar, ABD-Rusya-Çin-İsrail şeytanları yüzünden türlü zulümler görüyor, katlediliyor. Müslüman ülkelerin münafık hükümetleri bu firavunlara köle olmuş durumda. Filistinliler gibi cesurca mücadele edenler pek az...

Hakk hazretlerinin dostluğunu dileyen, Hamas çocuklarının yolunu tutsun, korkak bidatçi sözde şeyhlerin yolunu değil. O cesur çocukların tırnağı etmez şu nice sahtekar takkeliler, sarığı cübbeyi günahlarına, korkaklığına, menfaatine maske edinen soytarılar...

Hakiki mürşid bugün dünyada bir avuç. Yalancı melunlara köle olan gafillere ne yazık. Dizlerinin üstünde yaşamayan onurlu çocuklara ne mutlu.

Gerçek çözüm ortada, Asr-ı Saadet devri ayan beyan, herkeste akıl da var, yoldan sapanlar hesabını verecek...
Ümmete bir nasuh tevbesi gerek, bidatleri ve hurafeleri yok etmemiz gerek ittihad ve inşirah ve inkişaf için...

Bilal Yavuz
 
Giran Şiiri - Bilal Yavuz

GİRÂN

Acıyı sırtlanmak gözlerinde
Küfeci sabiler gibi ıssız ayaz
Katran kösnüler çarşısında
Yüreğini kusan ciğersizler öldü
Bir idam gibi gece ağır sessizlik

Uzak bir ümit gibi doğdun
Mayınlar döşenmiş olasılıklara
Emperyal amerikan tenteneli
Obez korseleri kafatasında
Canavar patronlar da ölecek
Kepaze yardakçılar da

Kör kılınçlar gibi çaresizsen
Kimsesizsen aç, susuz bir rüya gibi
Kaldıysan devrimsiz, tütünsüz, üryan
Hınçla sürdüysen çorak tarlasını umudun
Saray vantriloklarını vurmak hakkındır

Çeteci yoldaşlar uğurlardın
Asit kuyularında erimemiş künyesi
Gerilla hüznü kaplar kalbindeki Küba’yı
Puroların bile bir anlamı vardır şimdi
Bir mesajı vardır o yosma burjuvaya

Şu dağlarda deşildi ceninler
Neneler, bacılar kurşuna dizildiler
Şu pervazda tecavüz edildi
Mazlumların, gariplerin cesedine
Dönüştü rütbeliler, iblislere

Nahiyeler tutulmuş dört koldan
Eşkaller adressiz, eşkıya tetikte
Bakışlar namlu, bronşlar cinnet
Minik elleri üşür aşiret kızlarının
Bir idam gibi gece ağır sessizlik

Bilal Yavuz
 
Zuhur Şiiri

ZUHUR

Şevlerde, zistan kasvetleri davudî
Maşrık ve mağrib
Çözülmüş sonsuz gözlerinde aşkın
Sürgünler yaşamınla sevişirken
Sokulmuş koynuna acı gülüşler
Vurulmuş düşlerin
Mojende ok bahçesi
Hançerende hançerler
Rûberû sevdamız

Asit çukurlarında yiten fidanlara
Yakılan köylerin hatırasına hasret
Bir matem gibi saran yorgun geceyi
Bu ağırbaşlı surlar
Kardeş çocuklardır
Yan yana, omuz omuza
Süngülemez yâreni
Dağlarımız delila
Künyelerimiz dilan

Uzun Mehmed’in yüreği kaplar Dicle’yi
Yılmaz’ın zulme sıkılmış yumruğu
Yeşerir kollarında emekçi zarokların
Umudun Hevsel’i filizlenir
Deniz kirlenmez lağım sularıyla
İşkenceyle, kahpelikle boğuşan
Elmaslar kirlenmez
Düşmekle çamura

Elbet çiçeklenir Mezopotamya bir gün
Adaletle, cesaretle, sevdayla
Dilsizler, dile gelir
Susulanlar kusulur
İşte intikam mevsimi
Puşt yüreklerden
Öc almak gerektir

Bilal Yavuz
 
Jiyan Şiiri

JİYÂNÂ

Bereket İşhanında ihtiyar çocukluk
Kadim anılar tutar elinden götürür
Kavganın gözlerinden öperek

Saçaklarda gök nehirleri, sur rengi
Kongre zabıtları, manifesto bildirileri
Kuşatma, şahına kadar pulat

Ve çiğdemin toprağı paramparça edişi
Hırçın telaş, örselenmiş üstelik

Yine hangi sevdaya kuyulandın
Yine gömleğinin düğmesi kabir kıyamet
Fişlenmiş, atom gülleri

Dinamit gamzesi yollar ökse çubuğu
Erinmemiş serüven
Henüz çiğnenmemiş tarih

Kollar ardında bağlı
Yiğitler kanar her yandan, yorgun süvari
Hoyrat yelelerde bir hışım heves
Asuri ve Keldani

Yine hangi sevdaya kuyulandın
Gömleğinin düğmesi kabir kıyamet
Kevoklar kanatlanır buklelerinden

Gün gelir, biter kara kahır
Romantik burjuva solcuları
Din tüccarı sağcılar ölür
Kuşatma, şahına kadar pulat

Boş kovanlarda heba gençlik
Yeniden bulacak saadeti
Kavganın gözlerinden öperek

Bilal Yavuz
 
Hozan ve Liliyar

HOZAN

Kınalı külhanbeyleri
Yanık efeler bağrı bu dağlar
Zalime amansız
Mazluma anne kucağı
Bu dağlar bre
Sarmaz iti, çakalı
Dar gelir sığ heveslilere

Karanlık hücrelerinde
Kırgın arzın
Şerefli bedenlerin çürür
Sen ruhumuzsun
Eğilmez hürriyet
Sen koynumuzun
Sıcak yüreği

Firari, fişlenmiş
Buruk savaşçıların
Zulmün zindanlarında
Şimdi kan ağlıyor

Külhanî sazlarımız
Sevdana kuyulanmış
Yorgun şarjörlerimiz
Mermine hasret
Gel artık ey asil istiklal
Gel ve doğrult
Bizi aşkla yeniden

Coplanmış yiğitlerin
Hasretini çığırır bre
Yankılanır paslı parmaklıklarda
Tetikler ümitsizdir
Gel artık gün senindir
Filize su verir gibi
Aşka umut aşıla

LİLİYAR

Işığı yeşerttik
Geceyi çatlata çatlata
Şahid Yıldız Dağları
Şahid Amed Kalesi
Bomba atar mermiler öldü
Riyakâr gaz fişekleri
Protez yargı süreci
Kırıtan boşbakanlar hep öldü
Doğduk kırgın dağlara
Kuşatarak karanlığı
Köylerimiz şen şimdi

Cıvıldıyor gözleri
Pırıldıyor argın yüreği
Çağıldıyor nazenin
Koşuyor sessizliği
Uçuyor çocuksu
Uçuyor yararcası feleğini
Ceylansı zalım dilber
Deşiyor çatal cevheri
Nurlarla karaları
Yüceyle alçakları
Doğruyor fütursuz
Doğruluyor canımız

Devasa halaylarda
Karanfiller iklimi serin
Duldasız Liliyar
Hey hey ah eyler beni
Kalleşnikoflar önü ayaz
Mazi silinmez kırağıda
Nekrofili paşalar davul zurna
Yakar güzellikleri
Kavrulur bozkır
Kurur çeşmeler
Susar bahçemiz

Bilal Yavuz
 
Ronahi ve Dileda

DİLEDA

Cigom benim
Mahzun ciğerim
İki gözümün gülü
İki gönlümün
Közümün, özümün
Ve sözümün
Dağlarında bahar
Hücrende perperoklar
Hürriyet kadar

Turnam öksüz
Turnam gariban
Tutsak kanatlarından
Arda kalan
Senin yorgun yüreğin
Yüreğindir
Maral maral göveren
Ağlatan hançerleri

Havar, havar yiğitler
Cigom yitmiş ellere
Cigom solmuş, sararmış
Toprağın kor bağrında
Susmuş mu
Susamış mı
Cigolar ağlamasın
Dağlanmasın dayeler
Gülünce gülüşelim
Güllerle güle güle

Gönlü kırıklarına
Bir deva ver ey Hüda
Yeşerelim sevdanla
Yeşerelim kahırsız
Yeşerip yeşerttikçe
Kök salalım

RONAHİ

Eflâtun karanfiller verir Aras
Hıncahınç yaşamak
Gürbüz kızanlarına
Körpe tomurcuklar salınır ekinde
Cehennem göğüslerde asi boran
Ciğerde iştiyak, çıldırasıya
Çatlıyor kısrağın
Kanıyor heyben
Kanıyor dudakları dikenli demirin
Sevdaya set çekmiş saygın çıyanlar
Kurulmuş vadilerine haramî
Görmemiş tarih böyle hayınlık
Böyle maval aynazı
Çekirge utanır istilasından

Tendürek dağına sor yüceltileri
Kato’ya, Cudi’ye, Karacadağ’a
Harnupların irkinç hışırtısı
Götürür hülyanı gidebildiği cana
Çığlığın, akçakavaklar
Çığlığın seyelan, külhani
Bin yıllık asırlardan mahzun miras
Fütursuz, ajitatör, Terme ormanı
Umular figanında yeşerir
Ronahi, yuvasıdır leylimin
Barışın bağını, bahçesini büyütür

82 burç, 82 destan
Dayanmış içerden onca yıkıma
Şarkın bülbülü şavkır Dicle’yi
Şavkın, en karanlık yerimi okşar
Türküsü başlar söylenemezlerin
Kuyumuz yurt olanda
Gözlerinin, gözlerinin nağmesi gelir
Uzaktan, en uzaktan
Ben sana Diyarbekir
Sen bana masum Dersim

Bilal Yavuz
 
Botan ile Roza

BOTAN

Namusun namlusunda göverdiler
Eşit paylaşmanın lezzetine vurgun
Onurlu partizanlar
Bir ceylansı düşe beraber inandılar
Kahpeliğe secde eden engereklerden
Zamazingo puştlardan
Kaşkaval kümelerin
Pazarından, mezarından ırakta
Kalemle, sahneyle, sazla, aşkla, silahla
Dik durmanın kitabını yazdılar
Bilekleri Yılmaz
Yürekleri Kaya
Vicdanları Arif
İdrakleri Sezai
Bir ceylansı düşe beraber aldandılar
Canlarında azmin ve sabrın fişengi
Kana kana içtiler sevgiliyi
Sevdayla, düşle, umutla
Yeşerdikçe yeşerttiler erliği
Susmadılar susarcasına
Tetikte şarjörün mahiri
Alanlarda kavgasının çakırpençesi
Mermisi mavzerinde
Çıldırasıya tenha
Yiğitler dökülür dağların sırtlarına
İşte Ömer, diğeri Che
Biri Ali, Castro öteki
Kapital imansızın çöktüler gırtlağına
Civanmert, cengaver
Sıkılmış yumruklarla
Özgürlüğün marşlarını dinlettiler
Tanklara, füzelere kurşunlarıyla
Cesaretin cesaretiydiler
İhtilalcilerin bir mezarı bile yok tarihte
Onlarsa tarihin haysiyeti
Haysiyetin tarihi oldular

ROZA

Yoldular, soydular, kırıştılar
İnsanı insanla yıktılar
Aşna fişne iskandiller ağında
Bıçkınları puluçlarla oydular

Adındır, dudağımda asırlık
Esrarına amade yalım
Adındır, terk etmez, sıddık
Vurur yumruğunu
Sadrıma sadrıma
Hücremin başkenti suskunluğun

Gözlerin, yalın kılınç
Gözlerin ıssız, kallavi
Bir benim şimdi
Firari sensizliğin belasında
Bir benim tütsülü
Voltalı ahrazlığa

Şimdi yürek yorgun
Virane, ıssız
Ansızın yaşlanmış bir gecede
Yaşlanmış canına kadar
Orostopolluk
Sırtlanca, sefil
Yığınların tenhasında savrulmuş
Yırtılmış bir hecede
Kursağıma avazın gelmiş

Sevmişem, şahidim dağlar
Sevmişem Allah’ına kadar
Ölünceye dek değil
Ölümden sonra da
Yeşerinceye değin
Tutuşan ellerimiz
Seni yangın bağrımın
Avlusuna gömmüşem

Bilal Yavuz
 
ROZA

Yoldular, soydular, kırıştılar
İnsanı insanla yıktılar
Aşna fişne iskandiller çağında
Bıçkınları puluçlarla oydular
Adındır, dudağımda asırlık
Esrarına amade yalım
Adındır, terk etmez, sıddık
Vurur yumruğunu
Sadrıma sadrıma
Hücremin başkenti suskunluğun
Gözlerin, yalın kılınç
Gözlerin ıssız, kallavi
Bir benim şimdi
Firari sensizliğin belasında
Bir benim tütsülü
Voltalı ahrazlığa
Şimdi yürek yorgundur
Virane, ıssız
Ansızın yaşlanmış bir gecede
Yaşlanmış canına kadar
Orostopolluk
Sırtlanca, sefil

Yığınların tenhasında savrulmuş
Yırtılmış bir hecede
Kursağıma avazın gelmiş
Sevmişem, şahidim dağlar
Sevmişem Allah’ına kadar
Ölünceye dek değil
Ölümden sonra da
Yeşerinceye değin tutuşan ellerimiz
Seni yangın bağrımın
Avlusuna gömmüşem

BEJNA
Gözlerin savruk bozkırlar
Gözlerin hoyrat
Ceylansı, afacan
Sevimli taraçalar koylarda
Kalyonlar kanyonlarda
Herkesten sakladığım
Künyeni sayıklar
Gözlerin, gözlerin jiyan
Perçemin pençeler canı
Perçemin perva
Vahim, amansız
Çitlembikler taç olmuş saçlarına
Cimcime sekseklerin
Otağıma volkandır
Fezan; behişt, benefşe
Fezan saflık, insaniyet
Sen bana gürül gürül memleket
Ben sana hep gurbet kalmışım
Biz bizde Diyarbekir
Biz bizken masumiyet
Biz bizsizsek esaret
Bir gün sen de anlarsın
O gün sen de ağlarsın
Rengin nasıl ateş Bejna
Teninde nehirler ve başaklar
Gülüşün nasıl da mermi
Nasıl da hançer bakışın
Vefakâr boranlara
Harfsiz vasiyetimdir
Kurutunca yokluğun
Beni simana gömsünler

SEVDE
Çifte dikiş gider sabanlar
Fersiz toprağın koynu
Fersiz, yetim, analar
Kuş uçan, kervan geçen
Bostanlar ölgün şimdi
Ölgün Dicle denizi
Ve çakırkeyif buğdaylar
Kahyalar körkandil çeper
Mösyölerde bir kültür
Nankör çıyanlık
Kepenekler mahzun
Bağlamalar öksüz
Kalleşlik mazinin töresine
Şimdi âdet diye bellenen
Hicapsız ikirciklik
Heybesiz bulvarlarda
Cartalı haybeciler salınır
Dümenci dubaralar
Ertekeden nümayiş
İmam kayığındayız sürgit
Façalar çiğnedik muttasıl
Erce, âdil, hilesiz
Bundandır kavlimizden kaçışı
Geçmişi tam kınalı
Piyazcı sendikalar
Kaparoz puştlarının
Çifte dikiş gider sabanlar
Cana bir çınar gerek
Yüreğin, yüreğin gibi serin
Derin kuyular içim
Mars olmuş, dumanaltı
Kaybolmuşam, gel artık
Karışsın közlerimiz
Karışsın yeşil...

HİVDA

Kül yutmaz kevaşeler hanında
Hancıyı vurmuş gibi yürek
Şimdi unutulmuş bir marştadır
Mavzerlerde mermiler hazan
Bir umuttur alnımızın çatında
Sevdalanmış sedanda salıncaklar
Ay ışığı kokar derin kuyuların
Gül Hivda... Gülşen Hivda...
Sen bende hür, ben sende parya
Ve keşmekeş; yaralar yaralarda
Babaçkolar rıhtımında bir yeşil rüzgar
Aparıyor gönlünü çılgın enginlere
Bozuk çalsa da bozum havamız leyley
Çarkına tükürmüşüz bir kere
Kayarto kopillerin, dalkavuk hırboların

Ne çiçektir biliriz
Kokoz kokorozlar da
Vardakostalar zamazingo
Voliyi vurmuş godoş hırtapozlar kanişi
Hey gidi erlik hey şimdi şinanay
Zartayı çekmiş yiğitler
Mıshıtçı gebeşlerin melun insicamında
Sigortası atmış janti yürekler
Bilenmiş zırzoplara
Puskun, kıvam bekler
Ranzam, zulam, soluk resmin
Saplanır soluğuma
Can Hivda... Canan Hivda...
İşte böyle yazıyorum canına
Hatıran mermidir damarımda
Dışarda çılgın bir ilkbahar
İçerde hep kış mevsimi
Yangınım ayaz

LEYLAN

Ilgım ılgım açar yediverenler
Ambarlarda yeşerir hamal fidan
Görsen her biri bir filinta
Pahabiçilemezdir burada alınteri
Helal ekmeğin verdiği memnuniyet
Emeğin kitabı, işhanlarında yazılır
Komşuluk destandır antik katlarda
Seni namusluca sevmeyi
İlkin buralarda öğrendim
Şırfıntılar sokağında tütün emekçisi
Avuçlar bilirim, ihtiyar, nasırlı
Memleketim gibi ak alınları vardır
Sen hep o küçeden gelirdin canıma
Eserdi terütaze hivbanu nefesin
Arzuhalcim, kadife karanfilim
Daya endamını santimantal bağrıma
Daya da dinle, çaylardan su içer gibi
Can feryad, can figan, can yangın yeri
Bayramlar, matemlere sapmış
Namlu yürek, aşka, sevdaya kıvrılmış
Nasıl, nasıl sevmişem bir sevebilsen
Anlarsın zehir zıkkım geceleri
Anlarsın, netameli oyundur, hep heba
Vurulur denizin, ırmaklarınca
Kaç dağdır aşılmaz olmuş içim
İçin için tüter barut kuyumda bir yara
Birden hüzünlenir bütün avlular
Cümle vadilerde zılgıtın kopar
Derin mutsuzluğun türküsüdür
Eser, eser korkunç albenin
Çekilir sürgüler demir koyaklara
Çekilir hayalimden asi bakışın
Gömülürüm kendime bir başına
Tek başına hırgür sensizliğim
Leylanım, nupelda pervinim
Bırakma öksüz ellerimizi

RONAHİ

Eflâtun karanfiller verir Aras
Hıncahınç yaşamak
Gürbüz kızanlarına
Körpe tomurcuklar salınır ekinde
Cehennem göğüslerde asi boran
Ciğerde iştiyak, çıldırasıya
Çatlıyor kısrağın
Kanıyor heyben

Kanıyor dudakları dikenli demirin
Sevdaya set çekmiş saygın çıyanlar
Kurulmuş vadilerine haramî
Görmemiş tarih böyle hayınlık
Böyle maval aynazı
Çekirge utanır istilasından
Tendürek dağına sor yüceltileri
Kato’ya, Cudi’ye, Karacadağ’a
Harnupların irkinç hışırtısı
Götürür hülyanı gidebildiği cana
Çığlığın, akçakavaklar
Çığlığın seyelan, külhani
Bin yıllık asırlardan mahzun miras
Fütursuz, ajitatör, Terme ormanı
Umular figanında yeşerir
Ronahi, yuvasıdır leylimin
Barışın bağını, bahçesini büyütür
82 burç, 82 destan
Dayanmış içerden onca yıkıma
Şarkın bülbülü şavkır Dicle’yi
Şavkın, en karanlık yerimi okşar
Türküsü başlar söylenemezlerin
Kuyumuz yurt olanda
Gözlerinin, gözlerinin nağmesi gelir
Uzaktan, en uzaktan
Ben sana Diyarbekir
Sen bana masum Dersim

BOTAN

Namusun namlusunda göverdiler
Eşit paylaşmanın lezzetine vurgun
Onurlu partizanlar
Bir ceylansı düşe beraber inandılar
Kahpeliğe secde eden engereklerden
Zamazingo puştlardan
Kaşkaval kümelerin
Pazarından, mezarından ırakta
Kalemle, sahneyle, sazla, aşkla, silahla
Dik durmanın kitabını yazdılar
Bilekleri Yılmaz
Yürekleri Kaya
Vicdanları Arif
İdrakleri Sezai

Bir ceylansı düşe beraber aldandılar
Canlarında azmin, sabrın fişengi
Kana kana içtiler sevgiliyi
Sevdayla, düşle, umutla
Yeşerdikçe yeşerttiler erliği
Susmadılar susarcasına
Tetikte şarjörün mahiri
Alanlarda kavgasının çakırpençesi
Mermisi mavzerinde
Çıldırasıya tenha
Yiğitler dökülür dağların sırtlarına
İşte Ömer, diğeri Che
Biri Ali, Castro öteki
Kapital imansızın çöktüler gırtlağına
Civanmert, cengaver
Sıkılmış yumruklarla
Özgürlüğün marşlarını dinlettiler
Tanklara, füzelere kurşunlarıyla
Cesaretin cesaretiydiler
İhtilalcinin bir mezarı bile yok tarihte
Onlarsa tarihin haysiyeti
Haysiyetin tarihi oldular

GİRÂN

Acıyı sırtlanmak gözlerinde
Küfeci sabiler gibi ıssız ayaz
Katran kösnüler çarşısında
Yüreğini kusan ciğersizler öldü
Bir idam gibi gece ağır sessizlik
Uzak bir ümit gibi doğdun
Mayınlar döşenmiş olasılıklara
Emperyal amerikan tenteneli
Obez korseleri kafatasında
Canavar patronlar da ölecek
Kepaze yardakçılar da
Kör kılınçlar gibi çaresizsen
Kimsesizsen aç, susuz bir rüya gibi
Kaldıysan devrimsiz, tütünsüz, üryan
Hınçla sürdüysen çorak tarlasını umudun
Saray vantriloklarını vurmak hakkındır
Çeteci yoldaşlar uğurlardın
Asit kuyularında erimemiş künyesi
Gerilla hüznü kaplar kalbindeki Küba’yı
Puroların bile bir anlamı vardır şimdi
Bir mesajı vardır o yosma burjuvaya
Şu dağlarda deşildi ceninler
Neneler, bacılar kurşuna dizildiler
Şu pervazda tecavüz edildi
Mazlumların, gariplerin cesedine
Dönüştü rütbeliler, iblislere
Nahiyeler tutulmuş dört koldan
Eşkaller adressiz, eşkıya tetikte
Bakışlar namlu, bronşlar cinnet
Minik elleri üşür aşiret kızlarının
Bir idam gibi gece ağır sessizlik

JİYÂNÂ

Bereket İşhanında ihtiyar çocukluk
Kadim anılar tutar elinden götürür
Kavganın gözlerinden öperek
Saçaklarda gök nehirleri, sur rengi
Kongre zabıtları, manifesto bildirileri
Kuşatma, şahına kadar pulat
Ve çiğdemin toprağı paramparça edişi
Hırçın telaş, örselenmiş üstelik
Yine hangi sevdaya kuyulandın
Yine gömleğinin düğmesi kabir kıyamet
Fişlenmiş, atom gülleri
Dinamit gamzesi yollar ökse çubuğu
Erinmemiş serüven
Henüz çiğnenmemiş tarih
Kollar ardında bağlı

Yiğitler kanar her yandan, yorgun süvari
Hoyrat yelelerde bir hışım heves
Asuri ve Keldani
Yine hangi sevdaya kuyulandın
Gömleğinin düğmesi kabir kıyamet
Kevoklar kanatlanır buklelerinden
Gün gelir, biter kara kahır
Romantik burjuva solcuları
Din tüccarı sağcılar ölür
Kuşatma, şahına kadar pulat
Boş kovanlarda heba gençlik
Yeniden bulacak saadeti
Kavganın gözlerinden öperek

ZUHUR

Şevlerde, zistan kasvetleri davudî
Maşrık ve mağrib
Çözülmüş sonsuz gözlerinde aşkın
Sürgünler yaşamınla sevişirken
Sokulmuş koynuna acı gülüşler
Vurulmuş düşlerin
Mojende ok bahçesi
Hançerende hançerler
Rûberû sevdamız
Asit çukurlarında yiten fidanlara
Yakılan köylerin hatırasına hasret
Bir matem gibi saran yorgun geceyi
Bu ağırbaşlı surlar
Kardeş çocuklardır
Yan yana, omuz omuza
Süngülemez yâreni
Dağlarımız delila
Künyelerimiz dilan

Uzun Mehmed’in yüreği kaplar Dicle’yi
Yılmaz’ın zulme sıkılmış yumruğu
Yeşerir kollarında emekçi zarokların
Umudun Hevsel’i filizlenir
Deniz kirlenmez lağım sularıyla
İşkenceyle, kahpelikle boğuşan
Elmaslar kirlenmez
Düşmekle çamura

Elbet çiçeklenir Mezopotamya bir gün
Adaletle, cesaretle, sevdayla
Dilsizler, dile gelir
Susulanlar kusulur
İşte intikam mevsimi
Puşt yüreklerden
Öc almak gerektir

ROHAT

Siyasi çengiler bırakmaz yakanı
Sırtın maziye sıla, tüter cıgaran
Raconların gül ırzına geçilmiş
Mahallesiz caddelere dönülmüş
Adı büyük aşk olmuş orospuluğun
Kahpeye şeref olmuş
Hayın namussuzluk
Şimdi çeyiz sandıkları kan pınarı
Ve irin nehridir oyalı yazmalar
İhanetin mavzerine isyan türküsü
Zırhına erlik çekiçidir saplanan
Cengâverler, destanlar günüdür
Seğmenler tayfundur taylarında
Hey Karacadağlım
İşte senin vaktindir
Şimdi, şimdi ey Rohat
Es esebildiğin kadar yüceltilere
As asabildiğin kadar karanlıkları
Vur vurabildiğin kadar alçakları
Baharda, filizde, yazda, düştesin
Teke tek dövüşte yenilmeyensin
Kır kırabildiğin kadar
Boğ boğabildiğincesi
Zulüm ellerinde sönmek içindir
Küfür, çerağında ölmek içindir
Bırak depreşsin asi depremin
Bırak sarsılsın dehşetle köpek yürek
Gökçe canlar yoldaşındır
Fedaî güller haldaşındır
Kündeye getirmek senin işindir
Hey şahid olsun ulu dağlar dumanı
Arslanlar sırtlanlara
Onurlu kıyamlar sarmaktadır

HOZAN
Kınalı külhanbeyleri
Yanık efeler bağrı bu dağlar
Zalime amansız
Mazluma anne kucağı
Bu dağlar bre
Sarmaz iti, çakalı
Dar gelir sığ heveslilere
Karanlık hücrelerinde
Kırgın arzın
Şerefli bedenlerin çürür
Sen ruhumuzsun
Eğilmez hürriyet
Sen koynumuzun
Sıcak yüreği
Firari, fişlenmiş
Buruk savaşçıların
Zulmün zindanlarında
Şimdi kan ağlıyor
Külhanî sazlarımız
Sevdana kuyulanmış
Yorgun şarjörlerimiz
Mermine hasret
Gel artık ey asil istiklal
Gel ve doğrult
Bizi aşkla yeniden
Coplanmış yiğitlerin
Hasretini çığırır bre
Yankılanır paslı parmaklıklarda
Tetikler ümitsizdir
Gel artık gün senindir
Filize su verir gibi
Aşka umut aşıla
 
ROZA

Yoldular, soydular, kırıştılar
İnsanı insanla yıktılar
Aşna fişne iskandiller çağında
Bıçkınları puluçlarla oydular
Adındır, dudağımda asırlık
Esrarına amade yalım
Adındır, terk etmez, sıddık
Vurur yumruğunu
Sadrıma sadrıma
Hücremin başkenti suskunluğun
Gözlerin, yalın kılınç
Gözlerin ıssız, kallavi
Bir benim şimdi
Firari sensizliğin belasında
Bir benim tütsülü
Voltalı ahrazlığa
Şimdi yürek yorgundur
Virane, ıssız
Ansızın yaşlanmış bir gecede
Yaşlanmış canına kadar
Orostopolluk
Sırtlanca, sefil

Yığınların tenhasında savrulmuş
Yırtılmış bir hecede
Kursağıma avazın gelmiş
Sevmişem, şahidim dağlar
Sevmişem Allah’ına kadar
Ölünceye dek değil
Ölümden sonra da
Yeşerinceye değin tutuşan ellerimiz
Seni yangın bağrımın
Avlusuna gömmüşem

BEJNA
Gözlerin savruk bozkırlar
Gözlerin hoyrat
Ceylansı, afacan
Sevimli taraçalar koylarda
Kalyonlar kanyonlarda
Herkesten sakladığım
Künyeni sayıklar
Gözlerin, gözlerin jiyan
Perçemin pençeler canı
Perçemin perva
Vahim, amansız
Çitlembikler taç olmuş saçlarına
Cimcime sekseklerin
Otağıma volkandır
Fezan; behişt, benefşe
Fezan saflık, insaniyet
Sen bana gürül gürül memleket
Ben sana hep gurbet kalmışım
Biz bizde Diyarbekir
Biz bizken masumiyet
Biz bizsizsek esaret
Bir gün sen de anlarsın
O gün sen de ağlarsın
Rengin nasıl ateş Bejna
Teninde nehirler ve başaklar
Gülüşün nasıl da mermi
Nasıl da hançer bakışın
Vefakâr boranlara
Harfsiz vasiyetimdir
Kurutunca yokluğun
Beni simana gömsünler

SEVDE
Çifte dikiş gider sabanlar
Fersiz toprağın koynu
Fersiz, yetim, analar
Kuş uçan, kervan geçen
Bostanlar ölgün şimdi
Ölgün Dicle denizi
Ve çakırkeyif buğdaylar
Kahyalar körkandil çeper
Mösyölerde bir kültür
Nankör çıyanlık
Kepenekler mahzun
Bağlamalar öksüz
Kalleşlik mazinin töresine
Şimdi âdet diye bellenen
Hicapsız ikirciklik
Heybesiz bulvarlarda
Cartalı haybeciler salınır
Dümenci dubaralar
Ertekeden nümayiş
İmam kayığındayız sürgit
Façalar çiğnedik muttasıl
Erce, âdil, hilesiz
Bundandır kavlimizden kaçışı
Geçmişi tam kınalı
Piyazcı sendikalar
Kaparoz puştlarının
Çifte dikiş gider sabanlar
Cana bir çınar gerek
Yüreğin, yüreğin gibi serin
Derin kuyular içim
Mars olmuş, dumanaltı
Kaybolmuşam, gel artık
Karışsın közlerimiz
Karışsın yeşil...

HİVDA

Kül yutmaz kevaşeler hanında
Hancıyı vurmuş gibi yürek
Şimdi unutulmuş bir marştadır
Mavzerlerde mermiler hazan
Bir umuttur alnımızın çatında
Sevdalanmış sedanda salıncaklar
Ay ışığı kokar derin kuyuların
Gül Hivda... Gülşen Hivda...
Sen bende hür, ben sende parya
Ve keşmekeş; yaralar yaralarda
Babaçkolar rıhtımında bir yeşil rüzgar
Aparıyor gönlünü çılgın enginlere
Bozuk çalsa da bozum havamız leyley
Çarkına tükürmüşüz bir kere
Kayarto kopillerin, dalkavuk hırboların

Ne çiçektir biliriz
Kokoz kokorozlar da
Vardakostalar zamazingo
Voliyi vurmuş godoş hırtapozlar kanişi
Hey gidi erlik hey şimdi şinanay
Zartayı çekmiş yiğitler
Mıshıtçı gebeşlerin melun insicamında
Sigortası atmış janti yürekler
Bilenmiş zırzoplara
Puskun, kıvam bekler
Ranzam, zulam, soluk resmin
Saplanır soluğuma
Can Hivda... Canan Hivda...
İşte böyle yazıyorum canına
Hatıran mermidir damarımda
Dışarda çılgın bir ilkbahar
İçerde hep kış mevsimi
Yangınım ayaz

LEYLAN

Ilgım ılgım açar yediverenler
Ambarlarda yeşerir hamal fidan
Görsen her biri bir filinta
Pahabiçilemezdir burada alınteri
Helal ekmeğin verdiği memnuniyet
Emeğin kitabı, işhanlarında yazılır
Komşuluk destandır antik katlarda
Seni namusluca sevmeyi
İlkin buralarda öğrendim
Şırfıntılar sokağında tütün emekçisi
Avuçlar bilirim, ihtiyar, nasırlı
Memleketim gibi ak alınları vardır
Sen hep o küçeden gelirdin canıma
Eserdi terütaze hivbanu nefesin
Arzuhalcim, kadife karanfilim
Daya endamını santimantal bağrıma
Daya da dinle, çaylardan su içer gibi
Can feryad, can figan, can yangın yeri
Bayramlar, matemlere sapmış
Namlu yürek, aşka, sevdaya kıvrılmış
Nasıl, nasıl sevmişem bir sevebilsen
Anlarsın zehir zıkkım geceleri
Anlarsın, netameli oyundur, hep heba
Vurulur denizin, ırmaklarınca
Kaç dağdır aşılmaz olmuş içim
İçin için tüter barut kuyumda bir yara
Birden hüzünlenir bütün avlular
Cümle vadilerde zılgıtın kopar
Derin mutsuzluğun türküsüdür
Eser, eser korkunç albenin
Çekilir sürgüler demir koyaklara
Çekilir hayalimden asi bakışın
Gömülürüm kendime bir başına
Tek başına hırgür sensizliğim
Leylanım, nupelda pervinim
Bırakma öksüz ellerimizi

RONAHİ

Eflâtun karanfiller verir Aras
Hıncahınç yaşamak
Gürbüz kızanlarına
Körpe tomurcuklar salınır ekinde
Cehennem göğüslerde asi boran
Ciğerde iştiyak, çıldırasıya
Çatlıyor kısrağın
Kanıyor heyben

Kanıyor dudakları dikenli demirin
Sevdaya set çekmiş saygın çıyanlar
Kurulmuş vadilerine haramî
Görmemiş tarih böyle hayınlık
Böyle maval aynazı
Çekirge utanır istilasından
Tendürek dağına sor yüceltileri
Kato’ya, Cudi’ye, Karacadağ’a
Harnupların irkinç hışırtısı
Götürür hülyanı gidebildiği cana
Çığlığın, akçakavaklar
Çığlığın seyelan, külhani
Bin yıllık asırlardan mahzun miras
Fütursuz, ajitatör, Terme ormanı
Umular figanında yeşerir
Ronahi, yuvasıdır leylimin
Barışın bağını, bahçesini büyütür
82 burç, 82 destan
Dayanmış içerden onca yıkıma
Şarkın bülbülü şavkır Dicle’yi
Şavkın, en karanlık yerimi okşar
Türküsü başlar söylenemezlerin
Kuyumuz yurt olanda
Gözlerinin, gözlerinin nağmesi gelir
Uzaktan, en uzaktan
Ben sana Diyarbekir
Sen bana masum Dersim

BOTAN

Namusun namlusunda göverdiler
Eşit paylaşmanın lezzetine vurgun
Onurlu partizanlar
Bir ceylansı düşe beraber inandılar
Kahpeliğe secde eden engereklerden
Zamazingo puştlardan
Kaşkaval kümelerin
Pazarından, mezarından ırakta
Kalemle, sahneyle, sazla, aşkla, silahla
Dik durmanın kitabını yazdılar
Bilekleri Yılmaz
Yürekleri Kaya
Vicdanları Arif
İdrakleri Sezai

Bir ceylansı düşe beraber aldandılar
Canlarında azmin, sabrın fişengi
Kana kana içtiler sevgiliyi
Sevdayla, düşle, umutla
Yeşerdikçe yeşerttiler erliği
Susmadılar susarcasına
Tetikte şarjörün mahiri
Alanlarda kavgasının çakırpençesi
Mermisi mavzerinde
Çıldırasıya tenha
Yiğitler dökülür dağların sırtlarına
İşte Ömer, diğeri Che
Biri Ali, Castro öteki
Kapital imansızın çöktüler gırtlağına
Civanmert, cengaver
Sıkılmış yumruklarla
Özgürlüğün marşlarını dinlettiler
Tanklara, füzelere kurşunlarıyla
Cesaretin cesaretiydiler
İhtilalcinin bir mezarı bile yok tarihte
Onlarsa tarihin haysiyeti
Haysiyetin tarihi oldular

GİRÂN

Acıyı sırtlanmak gözlerinde
Küfeci sabiler gibi ıssız ayaz
Katran kösnüler çarşısında
Yüreğini kusan ciğersizler öldü
Bir idam gibi gece ağır sessizlik
Uzak bir ümit gibi doğdun
Mayınlar döşenmiş olasılıklara
Emperyal amerikan tenteneli
Obez korseleri kafatasında
Canavar patronlar da ölecek
Kepaze yardakçılar da
Kör kılınçlar gibi çaresizsen
Kimsesizsen aç, susuz bir rüya gibi
Kaldıysan devrimsiz, tütünsüz, üryan
Hınçla sürdüysen çorak tarlasını umudun
Saray vantriloklarını vurmak hakkındır
Çeteci yoldaşlar uğurlardın
Asit kuyularında erimemiş künyesi
Gerilla hüznü kaplar kalbindeki Küba’yı
Puroların bile bir anlamı vardır şimdi
Bir mesajı vardır o yosma burjuvaya
Şu dağlarda deşildi ceninler
Neneler, bacılar kurşuna dizildiler
Şu pervazda tecavüz edildi
Mazlumların, gariplerin cesedine
Dönüştü rütbeliler, iblislere
Nahiyeler tutulmuş dört koldan
Eşkaller adressiz, eşkıya tetikte
Bakışlar namlu, bronşlar cinnet
Minik elleri üşür aşiret kızlarının
Bir idam gibi gece ağır sessizlik

JİYÂNÂ

Bereket İşhanında ihtiyar çocukluk
Kadim anılar tutar elinden götürür
Kavganın gözlerinden öperek
Saçaklarda gök nehirleri, sur rengi
Kongre zabıtları, manifesto bildirileri
Kuşatma, şahına kadar pulat
Ve çiğdemin toprağı paramparça edişi
Hırçın telaş, örselenmiş üstelik
Yine hangi sevdaya kuyulandın
Yine gömleğinin düğmesi kabir kıyamet
Fişlenmiş, atom gülleri
Dinamit gamzesi yollar ökse çubuğu
Erinmemiş serüven
Henüz çiğnenmemiş tarih
Kollar ardında bağlı

Yiğitler kanar her yandan, yorgun süvari
Hoyrat yelelerde bir hışım heves
Asuri ve Keldani
Yine hangi sevdaya kuyulandın
Gömleğinin düğmesi kabir kıyamet
Kevoklar kanatlanır buklelerinden
Gün gelir, biter kara kahır
Romantik burjuva solcuları
Din tüccarı sağcılar ölür
Kuşatma, şahına kadar pulat
Boş kovanlarda heba gençlik
Yeniden bulacak saadeti
Kavganın gözlerinden öperek

ZUHUR

Şevlerde, zistan kasvetleri davudî
Maşrık ve mağrib
Çözülmüş sonsuz gözlerinde aşkın
Sürgünler yaşamınla sevişirken
Sokulmuş koynuna acı gülüşler
Vurulmuş düşlerin
Mojende ok bahçesi
Hançerende hançerler
Rûberû sevdamız
Asit çukurlarında yiten fidanlara
Yakılan köylerin hatırasına hasret
Bir matem gibi saran yorgun geceyi
Bu ağırbaşlı surlar
Kardeş çocuklardır
Yan yana, omuz omuza
Süngülemez yâreni
Dağlarımız delila
Künyelerimiz dilan

Uzun Mehmed’in yüreği kaplar Dicle’yi
Yılmaz’ın zulme sıkılmış yumruğu
Yeşerir kollarında emekçi zarokların
Umudun Hevsel’i filizlenir
Deniz kirlenmez lağım sularıyla
İşkenceyle, kahpelikle boğuşan
Elmaslar kirlenmez
Düşmekle çamura

Elbet çiçeklenir Mezopotamya bir gün
Adaletle, cesaretle, sevdayla
Dilsizler, dile gelir
Susulanlar kusulur
İşte intikam mevsimi
Puşt yüreklerden
Öc almak gerektir

ROHAT

Siyasi çengiler bırakmaz yakanı
Sırtın maziye sıla, tüter cıgaran
Raconların gül ırzına geçilmiş
Mahallesiz caddelere dönülmüş
Adı büyük aşk olmuş orospuluğun
Kahpeye şeref olmuş
Hayın namussuzluk
Şimdi çeyiz sandıkları kan pınarı
Ve irin nehridir oyalı yazmalar
İhanetin mavzerine isyan türküsü
Zırhına erlik çekiçidir saplanan
Cengâverler, destanlar günüdür
Seğmenler tayfundur taylarında
Hey Karacadağlım
İşte senin vaktindir
Şimdi, şimdi ey Rohat
Es esebildiğin kadar yüceltilere
As asabildiğin kadar karanlıkları
Vur vurabildiğin kadar alçakları
Baharda, filizde, yazda, düştesin
Teke tek dövüşte yenilmeyensin
Kır kırabildiğin kadar
Boğ boğabildiğincesi
Zulüm ellerinde sönmek içindir
Küfür, çerağında ölmek içindir
Bırak depreşsin asi depremin
Bırak sarsılsın dehşetle köpek yürek
Gökçe canlar yoldaşındır
Fedaî güller haldaşındır
Kündeye getirmek senin işindir
Hey şahid olsun ulu dağlar dumanı
Arslanlar sırtlanlara
Onurlu kıyamlar sarmaktadır

HOZAN
Kınalı külhanbeyleri
Yanık efeler bağrı bu dağlar
Zalime amansız
Mazluma anne kucağı
Bu dağlar bre
Sarmaz iti, çakalı
Dar gelir sığ heveslilere
Karanlık hücrelerinde
Kırgın arzın
Şerefli bedenlerin çürür
Sen ruhumuzsun
Eğilmez hürriyet
Sen koynumuzun
Sıcak yüreği
Firari, fişlenmiş
Buruk savaşçıların
Zulmün zindanlarında
Şimdi kan ağlıyor
Külhanî sazlarımız
Sevdana kuyulanmış
Yorgun şarjörlerimiz
Mermine hasret
Gel artık ey asil istiklal
Gel ve doğrult
Bizi aşkla yeniden
Coplanmış yiğitlerin
Hasretini çığırır bre
Yankılanır paslı parmaklıklarda
Tetikler ümitsizdir
Gel artık gün senindir
Filize su verir gibi
Aşka umut aşıla

LİLİYAR
Işığı yeşerttik
Geceyi çatlata çatlata
Şahid Yıldız Dağları
Şahid Amed Kalesi
Bomba atar mermiler öldü
Riyakâr gaz fişekleri
Protez yargı süreci
Kırıtan boşbakanlar hep öldü
Doğduk kırgın dağlara
Kuşatarak karanlığı
Köylerimiz şen şimdi
Cıvıldıyor gözleri
Pırıldıyor argın yüreği
Çağıldıyor nazenin
Koşuyor sessizliği
Uçuyor çocuksu
Uçuyor yararcası feleğini
Ceylansı zalım dilber
Deşiyor çatal cevheri
Nurlarla karaları
Yüceyle alçakları
Doğruyor fütursuz
Doğruluyor canımız
Devasa halaylarda
Karanfiller iklimi serin
Duldasız Liliyar
Hey hey ah eyler beni
Kalleşnikoflar önü ayaz
Mazi silinmez kırağıda
Nekrofili paşalar davul zurna
Yakar güzellikleri
Kavrulur bozkır
Kurur çeşmeler
Susar bahçemiz

DİLEDA
Cigom benim
Mahzun ciğerim
İki gözümün gülü
İki gönlümün
Közümün, özümün
Ve sözümün
Dağlarında bahar
Hücrende perperoklar
Hürriyet kadar
Turnam öksüz
Turnam gariban
Tutsak kanatlarından
Arda kalan
Senin yorgun yüreğin
Yüreğindir
Maral maral göveren
Ağlatan hançerleri
Havar, havar yiğitler
Cigom yitmiş ellere
Cigom solmuş, sararmış
Toprağın kor bağrında
Susmuş mu
Susamış mı
Cigolar ağlamasın
Dağlanmasın dayeler
Gülünce gülüşelim
Güllerle güle güle
Gönlü kırıklarına
Bir deva ver ey Hüda
Yeşerelim sevdanla
Yeşerelim kahırsız
Yeşerip yeşerttikçe
Kök salalım

AŞKIN ŞEHRENGİZİ
ne canlar yakmış İç Kale
sararmış resimlerce
mahzun Viran Tepe

bereli havuşlarda tükendi nesli dinçliğin
bir küf tutmuş muskalar
bir keder karası bazaltlar bilir
nerden nereye solmuş
yetim Diyarbekir’im
nerede kimi ölmüş
Yedi Kardeş burcu sesin
birden düşersin akla
başım gözüm ısınır
Eski Cezaevinde yel ıslıkları küsülü
Aslanlı Çeşme şimdi kıraçlıkla kınalı
kenti çoktan terk etti
Hamravat Selsebili
bir kuyu kendine düşer
canımın tenhasında

eyvanlar serden geçip durur ciğer saatinde

bir sensizliktir gider
bin sessizliktir gelir
açılır çakı gibi Fetih Kapısı
yeni baştan çevik Fatihine
tel örgüler kuş olup uçuşanda
belki değeriz yine

On Gözlü köprüsünde bakır düşlerin

yangınlar gömülü
Süleyman mertliğinde
bir zaman abdestsiz çarıklarla
doluşmaya utanılan Sur
şimdi hangi hakirliğin mahzeni

abdal damlarımızdan mağrur çatılara
taşların boşluğunda zemheri
cehennem lokması kursağında
avlularda tükenmiş
dut çiğdeleri bağrın
boynu bükük nergizlerin saksılarda
vurulmuş haremlik
dökülmüş selamlık
kalmış Deliller Hanı
cinnete bir soluk

kırılmış mezarlarda buruk kuş lokları
hanayda kumruların
su kadehi burulmuş
kararmış bahtı fildişi kalkerin
namusun narin beli bükülmüş
durgundur Mesudiye
argındır Ulu Cami
yorgundur Dicle Kapı
fıtratına dönme günü Kırklar dağımın
bir şehir ki töresidir
nice kıtaların hey
selsellerin uğultusu serdaplarda
tulumbalar hasretinle taşmaktadır
Şeyhandede şelalesi
hazan olup yağanda
ahşab nar çiçekleri
sülüs hatları mevsim
nakşetsin sevdamızı Gelincik dağı
yüreğine hadisler mıhlı Nebi cami
Asur kalesinde kral mezarı bağrın
gözlerin gözlerimde dilsiz Malabadi
ve paygamber kabrinde
öksüz yara salardık

gırtlaktan revakların karanfil sokağında

umudun umudusun
çeyizlen Diyarbekir

DİLŞA

poyraz yanar, kandiller üşür

Nupelda

suna boynun yaslar dağ eteğine
yıldızların kaydırağı var bu gece

dokunsan
ağlayacak ceylanlar
tavşan, yavrular aşkına cesur
arslan, yavrular aşkına ürkek

ve bakışlar
çığlık çığlığa kuşlar
yokluğun, boğazda kement
bakışın, nasıl da çatal
değdiği kalbin etini delen
acemi, rafine
boyunca usul

bağırda dalgalar kayalığa vuranda

diyar gözlü
bekir yürekli
filinta baharlar birikir yeldama
gurbetin, hançeremde kelepçe
ranzamda, kahırdan darmaduman
ağarmış anlıklar, gurbetin
maral titrekliğinde, soluk soluğa
bir cezbeden yadigar
bahadır, külhani yakalardan
ve mahzun
namus burcu

niyetli, meçhul denen ferdalara
umutma Evîn
gevherin kışlatma
avlularda serpilen gonceler hatrına
kenar mahlesinde dar bulvarların

gül hevesler kurutmuş
başı hep ustura tıraşlı
oğullar etmez hayınlık
yokluğun ebubekir dostluğuna
çünkü yaşamak bu küllüklerde
dakik bir vaiz kuzulara
ve sıtmalar
ardın sıra kan ter
ardın sıra tutuklu, kısık
iner gibi sürgüler hücre odaya
görüş günleri ıssız
volta demleri öksüz, dımdızlak
cehennem kesiği gerdanlar namına
hiç değilse düşlerim, boran
savur çeltik yaylana
pamuk ovana

savur da kıyılsın inceldiği kuşeden
aşiret bozkırları çocukluğum
divane dağın doruğundan tütsün
vakarlı can umular
körpe yarınlarımız

AMEDYA
ranzalarda Anzele serinliği
Arbedaş Kapısı
yüreğin dolar
Nasuh Camisinde Ömeroğlu
Nasıriye Kalenin Halidoğlu
bize Amedyalı derler hey cano
mazluma safdil
namerde sarraf
şimdi ne Küpeli ne Dıngılava
Diyarbekir bir ceset aramızda
akar akar Hamravat
çehremizin kederinde
taşar yüzlerin
emekçi coğrafyasından
masum, maralsı
Kürdistan gülleri
ürkek avlu mırnavları
ceylansı hafız kızlar
kadim Zinciriye
kokar çocukluğum
Benusen burcunda sesin
girer düşlerimin rüyasına
hatıralar deşer
hatır yarasını
Hançepek türküsü yakar
babasının ciğeri filintalar
öksüz içerin
Zembilfroş dumanı

sürgüler çekilir
durur hücremde
tütsüler doğurur
yetim Bircuşah
kaynatsın ahımızı
dadaş Haburman
sağsın zor hüznümüzü
aygın Malabadi
kurşunlanmış can Kurşunlu
Dört Ayaklı minarem
dört ayağından vurulmuş
öyle bir zelzele
ki çetin gidişin
Mesudiye sütunları oy
gayrı yerinde durmaz
Parlı Safa Minaresi gibi dimdik
ömür kavgasını
verir hep kalanlar
dam loğu, et taşı
bulgur değirmeni
bir destandır burada yaşamak saati

Fiskaya Şelalesi
hazan olup yananda
gör nasıl
yeniden yağarım
dişimle tırnağımla loy loy
bir daha bulunmaz böylesi
gazel ölen
bizi
bizim gibisi

ROZERYA
yüreğin Hilar
mağarası gibi serin
yüreğin dağlarcası
gariban, ıssız
söyle sen hangi
boranın meltemisin
yanar dudağında karanfil tütün
yanar da verir
sırtını Kırklar suruna
ellerin kelepçe ellerin zozan
gözlerin zor kafesler
gözlerin zilan
içerin Kralkızı içerin mahzun
alıngan, kuğumsu
hançerem hançerli
suskum sahipkıran
bir masum pusuda tahtırevan
söyle ben nereye gideyim Rozerya
gel de gör içim dışım Amedya
yaşmaklara yaşamaklar doladın
Rabbinden razı
sesin papatya devrimi
sesin ardınsıra zılgıtlar
körpe nazenin
daha kaç mendil
sarsın yangın kederini daha kaç
ahraza bürünecek
cıvıltısı sabilerin

gel de izle Rozerya
aşklar şimdi bir mumya omuzlarda
tepişirken fevkinde
şımarık firavunlar
aziz bir şehir yıkılıyor altında
hal böyleyken hasmına kılınç
olsan da duramazsın içinde dimdik

çökersin soylu
sevdiklerin aşkına
biz şimdi sensiz
boyuna çöküş
biz şimdi gözlerinsiz
antik tohumduk
bak da yeşert Rozerya
Diyarbekir hayat ister bağında
yeniden nefes almak
biz ki yorgunluklar halkı
gürleşirdi alnımızın teriyle
ceddimizi saklayan aziz toprak
çocuklar eker
filintalar yeşertirdik yılmadan
usturalar kayarken ensemizden
bükülmezdik usulca
ata yadigarıydı mesleğimiz
yüreğimiz haykırır gözlerimizde
canımız o parola
yakıl ama yıkılma
söyle susma söyle Rozerya
yitik insanlık
hangi dağın ardında

RÜMEYSAH

sen, çocukluğumdun, masumiyetim
sen Bereket Han duvarları mazim
toz çuvallar üstünde dinginliğim
rüyam, göğüm, çölüm, denizimdin
raks eder, göllerin ıssız akışı
her nakışı, hüsrana yar bakışı
özlem tüten demden gönül kayışı
hem canım hem cananım, cevherimdin
ayrılık da aşka dahil, Rümeysa
bir hayatlık canı var ölümlerin
bülbüle uzaklar yakın Rümeysa
bir nefeste yayılır gül dediğin
Rümeysa, zarftan kuşlar fezamda
gurbetimin teli kopmuş sazımda
deli taylar uçar durur bağrımda
seven ruhta fren tutmaz Rümeysa
konmaz öyle her dala sev devrimi
sütü zift, balı zehir semahında
uzar, uzar, uzar, şeyhin gözleri
can kınına sığamıyor Rümeysa
bahar gamzelerin Fındık burcudur
müridi, mürşid kılar tek bakışta
dergahında cerenler kuruludur
aşka dizgin vurulmuyor Rümeysa
 
https://drive.google.com/file/d/1_V...EHZrvKpmeS8_0KX0mIdb3JV8MADSMqczzFIbaz0Z5u6tE

ROZA

Yoldular, soydular, kırıştılar
İnsanı insanla yıktılar
Aşna fişne iskandiller çağında
Bıçkınları puluçlarla oydular
Adındır, dudağımda asırlık
Esrarına amade yalım
Adındır, terk etmez, sıddık
Vurur yumruğunu
Sadrıma sadrıma
Hücremin başkenti suskunluğun
Gözlerin, yalın kılınç
Gözlerin ıssız, kallavi
Bir benim şimdi
Firari sensizliğin belasında
Bir benim tütsülü
Voltalı ahrazlığa
Şimdi yürek yorgundur
Virane, ıssız
Ansızın yaşlanmış bir gecede
Yaşlanmış canına kadar
Orostopolluk
Sırtlanca, sefil

Yığınların tenhasında savrulmuş
Yırtılmış bir hecede
Kursağıma avazın gelmiş
Sevmişem, şahidim dağlar
Sevmişem Allah’ına kadar
Ölünceye dek değil
Ölümden sonra da
Yeşerinceye değin tutuşan ellerimiz
Seni yangın bağrımın
Avlusuna gömmüşem

BEJNA
Gözlerin savruk bozkırlar
Gözlerin hoyrat
Ceylansı, afacan
Sevimli taraçalar koylarda
Kalyonlar kanyonlarda
Herkesten sakladığım
Künyeni sayıklar
Gözlerin, gözlerin jiyan
Perçemin pençeler canı
Perçemin perva
Vahim, amansız
Çitlembikler taç olmuş saçlarına
Cimcime sekseklerin
Otağıma volkandır
Fezan; behişt, benefşe
Fezan saflık, insaniyet
Sen bana gürül gürül memleket
Ben sana hep gurbet kalmışım
Biz bizde Diyarbekir
Biz bizken masumiyet
Biz bizsizsek esaret
Bir gün sen de anlarsın
O gün sen de ağlarsın
Rengin nasıl ateş Bejna
Teninde nehirler ve başaklar
Gülüşün nasıl da mermi
Nasıl da hançer bakışın
Vefakâr boranlara
Harfsiz vasiyetimdir
Kurutunca yokluğun
Beni simana gömsünler

SEVDE
Çifte dikiş gider sabanlar
Fersiz toprağın koynu
Fersiz, yetim, analar
Kuş uçan, kervan geçen
Bostanlar ölgün şimdi
Ölgün Dicle denizi
Ve çakırkeyif buğdaylar
Kahyalar körkandil çeper
Mösyölerde bir kültür
Nankör çıyanlık
Kepenekler mahzun
Bağlamalar öksüz
Kalleşlik mazinin töresine
Şimdi âdet diye bellenen
Hicapsız ikirciklik
Heybesiz bulvarlarda
Cartalı haybeciler salınır
Dümenci dubaralar
Ertekeden nümayiş
İmam kayığındayız sürgit
Façalar çiğnedik muttasıl
Erce, âdil, hilesiz
Bundandır kavlimizden kaçışı
Geçmişi tam kınalı
Piyazcı sendikalar
Kaparoz puştlarının
Çifte dikiş gider sabanlar
Cana bir çınar gerek
Yüreğin, yüreğin gibi serin
Derin kuyular içim
Mars olmuş, dumanaltı
Kaybolmuşam, gel artık
Karışsın közlerimiz
Karışsın yeşil...

HİVDA

Kül yutmaz kevaşeler hanında
Hancıyı vurmuş gibi yürek
Şimdi unutulmuş bir marştadır
Mavzerlerde mermiler hazan
Bir umuttur alnımızın çatında
Sevdalanmış sedanda salıncaklar
Ay ışığı kokar derin kuyuların
Gül Hivda... Gülşen Hivda...
Sen bende hür, ben sende parya
Ve keşmekeş; yaralar yaralarda
Babaçkolar rıhtımında bir yeşil rüzgar
Aparıyor gönlünü çılgın enginlere
Bozuk çalsa da bozum havamız leyley
Çarkına tükürmüşüz bir kere
Kayarto kopillerin, dalkavuk hırboların

Ne çiçektir biliriz
Kokoz kokorozlar da
Vardakostalar zamazingo
Voliyi vurmuş godoş hırtapozlar kanişi
Hey gidi erlik hey şimdi şinanay
Zartayı çekmiş yiğitler
Mıshıtçı gebeşlerin melun insicamında
Sigortası atmış janti yürekler
Bilenmiş zırzoplara
Puskun, kıvam bekler
Ranzam, zulam, soluk resmin
Saplanır soluğuma
Can Hivda... Canan Hivda...
İşte böyle yazıyorum canına
Hatıran mermidir damarımda
Dışarda çılgın bir ilkbahar
İçerde hep kış mevsimi
Yangınım ayaz

LEYLAN

Ilgım ılgım açar yediverenler
Ambarlarda yeşerir hamal fidan
Görsen her biri bir filinta
Pahabiçilemezdir burada alınteri
Helal ekmeğin verdiği memnuniyet
Emeğin kitabı, işhanlarında yazılır
Komşuluk destandır antik katlarda
Seni namusluca sevmeyi
İlkin buralarda öğrendim
Şırfıntılar sokağında tütün emekçisi
Avuçlar bilirim, ihtiyar, nasırlı
Memleketim gibi ak alınları vardır
Sen hep o küçeden gelirdin canıma
Eserdi terütaze hivbanu nefesin
Arzuhalcim, kadife karanfilim
Daya endamını santimantal bağrıma
Daya da dinle, çaylardan su içer gibi
Can feryad, can figan, can yangın yeri
Bayramlar, matemlere sapmış
Namlu yürek, aşka, sevdaya kıvrılmış
Nasıl, nasıl sevmişem bir sevebilsen
Anlarsın zehir zıkkım geceleri
Anlarsın, netameli oyundur, hep heba
Vurulur denizin, ırmaklarınca
Kaç dağdır aşılmaz olmuş içim
İçin için tüter barut kuyumda bir yara
Birden hüzünlenir bütün avlular
Cümle vadilerde zılgıtın kopar
Derin mutsuzluğun türküsüdür
Eser, eser korkunç albenin
Çekilir sürgüler demir koyaklara
Çekilir hayalimden asi bakışın
Gömülürüm kendime bir başına
Tek başına hırgür sensizliğim
Leylanım, nupelda pervinim
Bırakma öksüz ellerimizi

RONAHİ

Eflâtun karanfiller verir Aras
Hıncahınç yaşamak
Gürbüz kızanlarına
Körpe tomurcuklar salınır ekinde
Cehennem göğüslerde asi boran
Ciğerde iştiyak, çıldırasıya
Çatlıyor kısrağın
Kanıyor heyben

Kanıyor dudakları dikenli demirin
Sevdaya set çekmiş saygın çıyanlar
Kurulmuş vadilerine haramî
Görmemiş tarih böyle hayınlık
Böyle maval aynazı
Çekirge utanır istilasından
Tendürek dağına sor yüceltileri
Kato’ya, Cudi’ye, Karacadağ’a
Harnupların irkinç hışırtısı
Götürür hülyanı gidebildiği cana
Çığlığın, akçakavaklar
Çığlığın seyelan, külhani
Bin yıllık asırlardan mahzun miras
Fütursuz, ajitatör, Terme ormanı
Umular figanında yeşerir
Ronahi, yuvasıdır leylimin
Barışın bağını, bahçesini büyütür
82 burç, 82 destan
Dayanmış içerden onca yıkıma
Şarkın bülbülü şavkır Dicle’yi
Şavkın, en karanlık yerimi okşar
Türküsü başlar söylenemezlerin
Kuyumuz yurt olanda
Gözlerinin, gözlerinin nağmesi gelir
Uzaktan, en uzaktan
Ben sana Diyarbekir
Sen bana masum Dersim

BOTAN

Namusun namlusunda göverdiler
Eşit paylaşmanın lezzetine vurgun
Onurlu partizanlar
Bir ceylansı düşe beraber inandılar
Kahpeliğe secde eden engereklerden
Zamazingo puştlardan
Kaşkaval kümelerin
Pazarından, mezarından ırakta
Kalemle, sahneyle, sazla, aşkla, silahla
Dik durmanın kitabını yazdılar
Bilekleri Yılmaz
Yürekleri Kaya
Vicdanları Arif
İdrakleri Sezai

Bir ceylansı düşe beraber aldandılar
Canlarında azmin, sabrın fişengi
Kana kana içtiler sevgiliyi
Sevdayla, düşle, umutla
Yeşerdikçe yeşerttiler erliği
Susmadılar susarcasına
Tetikte şarjörün mahiri
Alanlarda kavgasının çakırpençesi
Mermisi mavzerinde
Çıldırasıya tenha
Yiğitler dökülür dağların sırtlarına
İşte Ömer, diğeri Che
Biri Ali, Castro öteki
Kapital imansızın çöktüler gırtlağına
Civanmert, cengaver
Sıkılmış yumruklarla
Özgürlüğün marşlarını dinlettiler
Tanklara, füzelere kurşunlarıyla
Cesaretin cesaretiydiler
İhtilalcinin bir mezarı bile yok tarihte
Onlarsa tarihin haysiyeti
Haysiyetin tarihi oldular

GİRÂN

Acıyı sırtlanmak gözlerinde
Küfeci sabiler gibi ıssız ayaz
Katran kösnüler çarşısında
Yüreğini kusan ciğersizler öldü
Bir idam gibi gece ağır sessizlik
Uzak bir ümit gibi doğdun
Mayınlar döşenmiş olasılıklara
Emperyal amerikan tenteneli
Obez korseleri kafatasında
Canavar patronlar da ölecek
Kepaze yardakçılar da
Kör kılınçlar gibi çaresizsen
Kimsesizsen aç, susuz bir rüya gibi
Kaldıysan devrimsiz, tütünsüz, üryan
Hınçla sürdüysen çorak tarlasını umudun
Saray vantriloklarını vurmak hakkındır
Çeteci yoldaşlar uğurlardın
Asit kuyularında erimemiş künyesi
Gerilla hüznü kaplar kalbindeki Küba’yı
Puroların bile bir anlamı vardır şimdi
Bir mesajı vardır o yosma burjuvaya
Şu dağlarda deşildi ceninler
Neneler, bacılar kurşuna dizildiler
Şu pervazda tecavüz edildi
Mazlumların, gariplerin cesedine
Dönüştü rütbeliler, iblislere
Nahiyeler tutulmuş dört koldan
Eşkaller adressiz, eşkıya tetikte
Bakışlar namlu, bronşlar cinnet
Minik elleri üşür aşiret kızlarının
Bir idam gibi gece ağır sessizlik

JİYÂNÂ

Bereket İşhanında ihtiyar çocukluk
Kadim anılar tutar elinden götürür
Kavganın gözlerinden öperek
Saçaklarda gök nehirleri, sur rengi
Kongre zabıtları, manifesto bildirileri
Kuşatma, şahına kadar pulat
Ve çiğdemin toprağı paramparça edişi
Hırçın telaş, örselenmiş üstelik
Yine hangi sevdaya kuyulandın
Yine gömleğinin düğmesi kabir kıyamet
Fişlenmiş, atom gülleri
Dinamit gamzesi yollar ökse çubuğu
Erinmemiş serüven
Henüz çiğnenmemiş tarih
Kollar ardında bağlı

Yiğitler kanar her yandan, yorgun süvari
Hoyrat yelelerde bir hışım heves
Asuri ve Keldani
Yine hangi sevdaya kuyulandın
Gömleğinin düğmesi kabir kıyamet
Kevoklar kanatlanır buklelerinden
Gün gelir, biter kara kahır
Romantik burjuva solcuları
Din tüccarı sağcılar ölür
Kuşatma, şahına kadar pulat
Boş kovanlarda heba gençlik
Yeniden bulacak saadeti
Kavganın gözlerinden öperek

ZUHUR

Şevlerde, zistan kasvetleri davudî
Maşrık ve mağrib
Çözülmüş sonsuz gözlerinde aşkın
Sürgünler yaşamınla sevişirken
Sokulmuş koynuna acı gülüşler
Vurulmuş düşlerin
Mojende ok bahçesi
Hançerende hançerler
Rûberû sevdamız
Asit çukurlarında yiten fidanlara
Yakılan köylerin hatırasına hasret
Bir matem gibi saran yorgun geceyi
Bu ağırbaşlı surlar
Kardeş çocuklardır
Yan yana, omuz omuza
Süngülemez yâreni
Dağlarımız delila
Künyelerimiz dilan

Uzun Mehmed’in yüreği kaplar Dicle’yi
Yılmaz’ın zulme sıkılmış yumruğu
Yeşerir kollarında emekçi zarokların
Umudun Hevsel’i filizlenir
Deniz kirlenmez lağım sularıyla
İşkenceyle, kahpelikle boğuşan
Elmaslar kirlenmez
Düşmekle çamura

Elbet çiçeklenir Mezopotamya bir gün
Adaletle, cesaretle, sevdayla
Dilsizler, dile gelir
Susulanlar kusulur
İşte intikam mevsimi
Puşt yüreklerden
Öc almak gerektir

ROHAT

Siyasi çengiler bırakmaz yakanı
Sırtın maziye sıla, tüter cıgaran
Raconların gül ırzına geçilmiş
Mahallesiz caddelere dönülmüş
Adı büyük aşk olmuş orospuluğun
Kahpeye şeref olmuş
Hayın namussuzluk
Şimdi çeyiz sandıkları kan pınarı
Ve irin nehridir oyalı yazmalar
İhanetin mavzerine isyan türküsü
Zırhına erlik çekiçidir saplanan
Cengâverler, destanlar günüdür
Seğmenler tayfundur taylarında
Hey Karacadağlım
İşte senin vaktindir
Şimdi, şimdi ey Rohat
Es esebildiğin kadar yüceltilere
As asabildiğin kadar karanlıkları
Vur vurabildiğin kadar alçakları
Baharda, filizde, yazda, düştesin
Teke tek dövüşte yenilmeyensin
Kır kırabildiğin kadar
Boğ boğabildiğincesi
Zulüm ellerinde sönmek içindir
Küfür, çerağında ölmek içindir
Bırak depreşsin asi depremin
Bırak sarsılsın dehşetle köpek yürek
Gökçe canlar yoldaşındır
Fedaî güller haldaşındır
Kündeye getirmek senin işindir
Hey şahid olsun ulu dağlar dumanı
Arslanlar sırtlanlara
Onurlu kıyamlar sarmaktadır

HOZAN
Kınalı külhanbeyleri
Yanık efeler bağrı bu dağlar
Zalime amansız
Mazluma anne kucağı
Bu dağlar bre
Sarmaz iti, çakalı
Dar gelir sığ heveslilere
Karanlık hücrelerinde
Kırgın arzın
Şerefli bedenlerin çürür
Sen ruhumuzsun
Eğilmez hürriyet
Sen koynumuzun
Sıcak yüreği
Firari, fişlenmiş
Buruk savaşçıların
Zulmün zindanlarında
Şimdi kan ağlıyor
Külhanî sazlarımız
Sevdana kuyulanmış
Yorgun şarjörlerimiz
Mermine hasret
Gel artık ey asil istiklal
Gel ve doğrult
Bizi aşkla yeniden
Coplanmış yiğitlerin
Hasretini çığırır bre
Yankılanır paslı parmaklıklarda
Tetikler ümitsizdir
Gel artık gün senindir
Filize su verir gibi
Aşka umut aşıla

LİLİYAR
Işığı yeşerttik
Geceyi çatlata çatlata
Şahid Yıldız Dağları
Şahid Amed Kalesi
Bomba atar mermiler öldü
Riyakâr gaz fişekleri
Protez yargı süreci
Kırıtan boşbakanlar hep öldü
Doğduk kırgın dağlara
Kuşatarak karanlığı
Köylerimiz şen şimdi
Cıvıldıyor gözleri
Pırıldıyor argın yüreği
Çağıldıyor nazenin
Koşuyor sessizliği
Uçuyor çocuksu
Uçuyor yararcası feleğini
Ceylansı zalım dilber
Deşiyor çatal cevheri
Nurlarla karaları
Yüceyle alçakları
Doğruyor fütursuz
Doğruluyor canımız
Devasa halaylarda
Karanfiller iklimi serin
Duldasız Liliyar
Hey hey ah eyler beni
Kalleşnikoflar önü ayaz
Mazi silinmez kırağıda
Nekrofili paşalar davul zurna
Yakar güzellikleri
Kavrulur bozkır
Kurur çeşmeler
Susar bahçemiz

DİLEDA
Cigom benim
Mahzun ciğerim
İki gözümün gülü
İki gönlümün
Közümün, özümün
Ve sözümün
Dağlarında bahar
Hücrende perperoklar
Hürriyet kadar
Turnam öksüz
Turnam gariban
Tutsak kanatlarından
Arda kalan
Senin yorgun yüreğin
Yüreğindir
Maral maral göveren
Ağlatan hançerleri
Havar, havar yiğitler
Cigom yitmiş ellere
Cigom solmuş, sararmış
Toprağın kor bağrında
Susmuş mu
Susamış mı
Cigolar ağlamasın
Dağlanmasın dayeler
Gülünce gülüşelim
Güllerle güle güle
Gönlü kırıklarına
Bir deva ver ey Hüda
Yeşerelim sevdanla
Yeşerelim kahırsız
Yeşerip yeşerttikçe
Kök salalım

AŞKIN ŞEHRENGİZİ
ne canlar yakmış İç Kale
sararmış resimlerce
mahzun Viran Tepe

bereli havuşlarda tükendi nesli dinçliğin
bir küf tutmuş muskalar
bir keder karası bazaltlar bilir
nerden nereye solmuş
yetim Diyarbekir’im
nerede kimi ölmüş
Yedi Kardeş burcu sesin
birden düşersin akla
başım gözüm ısınır
Eski Cezaevinde yel ıslıkları küsülü
Aslanlı Çeşme şimdi kıraçlıkla kınalı
kenti çoktan terk etti
Hamravat Selsebili
bir kuyu kendine düşer
canımın tenhasında

eyvanlar serden geçip durur ciğer saatinde

bir sensizliktir gider
bin sessizliktir gelir
açılır çakı gibi Fetih Kapısı
yeni baştan çevik Fatihine
tel örgüler kuş olup uçuşanda
belki değeriz yine

On Gözlü köprüsünde bakır düşlerin

yangınlar gömülü
Süleyman mertliğinde
bir zaman abdestsiz çarıklarla
doluşmaya utanılan Sur
şimdi hangi hakirliğin mahzeni

abdal damlarımızdan mağrur çatılara
taşların boşluğunda zemheri
cehennem lokması kursağında
avlularda tükenmiş
dut çiğdeleri bağrın
boynu bükük nergizlerin saksılarda
vurulmuş haremlik
dökülmüş selamlık
kalmış Deliller Hanı
cinnete bir soluk

kırılmış mezarlarda buruk kuş lokları
hanayda kumruların
su kadehi burulmuş
kararmış bahtı fildişi kalkerin
namusun narin beli bükülmüş
durgundur Mesudiye
argındır Ulu Cami
yorgundur Dicle Kapı
fıtratına dönme günü Kırklar dağımın
bir şehir ki töresidir
nice kıtaların hey
selsellerin uğultusu serdaplarda
tulumbalar hasretinle taşmaktadır
Şeyhandede şelalesi
hazan olup yağanda
ahşab nar çiçekleri
sülüs hatları mevsim
nakşetsin sevdamızı Gelincik dağı
yüreğine hadisler mıhlı Nebi cami
Asur kalesinde kral mezarı bağrın
gözlerin gözlerimde dilsiz Malabadi
ve paygamber kabrinde
öksüz yara salardık

gırtlaktan revakların karanfil sokağında

umudun umudusun
çeyizlen Diyarbekir

DİLŞA

poyraz yanar, kandiller üşür

Nupelda

suna boynun yaslar dağ eteğine
yıldızların kaydırağı var bu gece

dokunsan
ağlayacak ceylanlar
tavşan, yavrular aşkına cesur
arslan, yavrular aşkına ürkek

ve bakışlar
çığlık çığlığa kuşlar
yokluğun, boğazda kement
bakışın, nasıl da çatal
değdiği kalbin etini delen
acemi, rafine
boyunca usul

bağırda dalgalar kayalığa vuranda

diyar gözlü
bekir yürekli
filinta baharlar birikir yeldama
gurbetin, hançeremde kelepçe
ranzamda, kahırdan darmaduman
ağarmış anlıklar, gurbetin
maral titrekliğinde, soluk soluğa
bir cezbeden yadigar
bahadır, külhani yakalardan
ve mahzun
namus burcu

niyetli, meçhul denen ferdalara
umutma Evîn
gevherin kışlatma
avlularda serpilen gonceler hatrına
kenar mahlesinde dar bulvarların

gül hevesler kurutmuş
başı hep ustura tıraşlı
oğullar etmez hayınlık
yokluğun ebubekir dostluğuna
çünkü yaşamak bu küllüklerde
dakik bir vaiz kuzulara
ve sıtmalar
ardın sıra kan ter
ardın sıra tutuklu, kısık
iner gibi sürgüler hücre odaya
görüş günleri ıssız
volta demleri öksüz, dımdızlak
cehennem kesiği gerdanlar namına
hiç değilse düşlerim, boran
savur çeltik yaylana
pamuk ovana

savur da kıyılsın inceldiği kuşeden
aşiret bozkırları çocukluğum
divane dağın doruğundan tütsün
vakarlı can umular
körpe yarınlarımız

AMEDYA
ranzalarda Anzele serinliği
Arbedaş Kapısı
yüreğin dolar
Nasuh Camisinde Ömeroğlu
Nasıriye Kalenin Halidoğlu
bize Amedyalı derler hey cano
mazluma safdil
namerde sarraf
şimdi ne Küpeli ne Dıngılava
Diyarbekir bir ceset aramızda
akar akar Hamravat
çehremizin kederinde
taşar yüzlerin
emekçi coğrafyasından
masum, maralsı
Kürdistan gülleri
ürkek avlu mırnavları
ceylansı hafız kızlar
kadim Zinciriye
kokar çocukluğum
Benusen burcunda sesin
girer düşlerimin rüyasına
hatıralar deşer
hatır yarasını
Hançepek türküsü yakar
babasının ciğeri filintalar
öksüz içerin
Zembilfroş dumanı

sürgüler çekilir
durur hücremde
tütsüler doğurur
yetim Bircuşah
kaynatsın ahımızı
dadaş Haburman
sağsın zor hüznümüzü
aygın Malabadi
kurşunlanmış can Kurşunlu
Dört Ayaklı minarem
dört ayağından vurulmuş
öyle bir zelzele
ki çetin gidişin
Mesudiye sütunları oy
gayrı yerinde durmaz
Parlı Safa Minaresi gibi dimdik
ömür kavgasını
verir hep kalanlar
dam loğu, et taşı
bulgur değirmeni
bir destandır burada yaşamak saati

Fiskaya Şelalesi
hazan olup yananda
gör nasıl
yeniden yağarım
dişimle tırnağımla loy loy
bir daha bulunmaz böylesi
gazel ölen
bizi
bizim gibisi

ROZERYA
yüreğin Hilar
mağarası gibi serin
yüreğin dağlarcası
gariban, ıssız
söyle sen hangi
boranın meltemisin
yanar dudağında karanfil tütün
yanar da verir
sırtını Kırklar suruna
ellerin kelepçe ellerin zozan
gözlerin zor kafesler
gözlerin zilan
içerin Kralkızı içerin mahzun
alıngan, kuğumsu
hançerem hançerli
suskum sahipkıran
bir masum pusuda tahtırevan
söyle ben nereye gideyim Rozerya
gel de gör içim dışım Amedya
yaşmaklara yaşamaklar doladın
Rabbinden razı
sesin papatya devrimi
sesin ardınsıra zılgıtlar
körpe nazenin
daha kaç mendil
sarsın yangın kederini daha kaç
ahraza bürünecek
cıvıltısı sabilerin

gel de izle Rozerya
aşklar şimdi bir mumya omuzlarda
tepişirken fevkinde
şımarık firavunlar
aziz bir şehir yıkılıyor altında
hal böyleyken hasmına kılınç
olsan da duramazsın içinde dimdik

çökersin soylu
sevdiklerin aşkına
biz şimdi sensiz
boyuna çöküş
biz şimdi gözlerinsiz
antik tohumduk
bak da yeşert Rozerya
Diyarbekir hayat ister bağında
yeniden nefes almak
biz ki yorgunluklar halkı
gürleşirdi alnımızın teriyle
ceddimizi saklayan aziz toprak
çocuklar eker
filintalar yeşertirdik yılmadan
usturalar kayarken ensemizden
bükülmezdik usulca
ata yadigarıydı mesleğimiz
yüreğimiz haykırır gözlerimizde
canımız o parola
yakıl ama yıkılma
söyle susma söyle Rozerya
yitik insanlık
hangi dağın ardında

RÜMEYSAH

sen, çocukluğumdun, masumiyetim
sen Bereket Han duvarları mazim
toz çuvallar üstünde dinginliğim
rüyam, göğüm, çölüm, denizimdin
raks eder, göllerin ıssız akışı
her nakışı, hüsrana yar bakışı
özlem tüten demden gönül kayışı
hem canım hem cananım, cevherimdin
ayrılık da aşka dahil, Rümeysa
bir hayatlık canı var ölümlerin
bülbüle uzaklar yakın Rümeysa
bir nefeste yayılır gül dediğin
Rümeysa, zarftan kuşlar fezamda
gurbetimin teli kopmuş sazımda
deli taylar uçar durur bağrımda
seven ruhta fren tutmaz Rümeysa
konmaz öyle her dala sev devrimi
sütü zift, balı zehir semahında
uzar, uzar, uzar, şeyhin gözleri
can kınına sığamıyor Rümeysa
bahar gamzelerin Fındık burcudur
müridi, mürşid kılar tek bakışta
dergahında cerenler kuruludur
aşka dizgin vurulmuyor Rümeysa
 
AŞK ŞİMDİ PARYA
ay ışığı çehren kokar
sırrın kırk kilitle kilitli
sadrımı yumruklayan sandukamda
şimdi sen bende tabut
bense sende kabristan
ve işte aşk kursağımızda parya
ne olur bitme Rotinda
şimdi karanlıktır yuvamız
çırılçıplak kaldırımlarda
sırtımda karakol kuşunları
kim vurduya çıkmış adım
öyle sensiz öyle öksüzüm ki yar
şimdi solmaklar yeşermek
acının rahmine gömülen cana
sor da anlatsın Turcel
söylesin Hıdır Tepesi
aşk bize hiç gülmedi Rotinda
aşka gül dererken yılmadan
varsın tütün saran çocuklar
gül kokusu nedir bilmesin
bilmişken zararsızlığı
değil mi ki iyilik onların hakkı
varsın bekletsin talih
sabretmek de güzel leylim
ay ışığı şelale olup yağınca
güzel yavruların düşlerine
seni hep bekleyeceğim Rotinda
çocukluğumuzun gariban
keresteden penceresinde

DİCLE HAZAN
bizim köyümüzde gonca
bahçeleri yoktu
yer sarı, gök kızıl
anızlar, başaklar, buğdaylar içre
kavruluş serinlikti
kara köy bebelerine
çeşme başları mutluluk nedeni
saflık, sadra nakışlı
hamaklar, divanlar
saman lifinden
sevdalar utangaç, namuslu
oysa bizim köyümüz
upuzun geceleriyle meşhurdu
eşkiyalar, haydutlar
çocukların hayaleti
pirlerin kabusuydu
ve kahraman değildi jandarma
derin devletliler
kahpe rütbeliler
esrar ticaretiyle meşguldü
büyü çocuk, büyü de kapat
şu haysiyetsiz cenaze çağı
büyü de büyüt narin
puştların kör ensesine
adil zülfikar
o demdir, ölse gam yemez
bîkes Diyarbekir
dargın tigrisim
argın haznedar

HAZAL
Taşköprü Köyünde adın
nakış nakış tütün kokar
Hazro türkünü çığırır
sanki arştan akar sular
seni ırmaklarca sevmişem
lo seni nazlı ceylanlarca
delilolar, govendler
ve fıkırdak şuşaneler
hey zalımın kızı, bir gülsen
göverse bağlar ile bahçalar
şemsin fırtınasıyla çöken devran
dolunayın kasırgasıyla filizlense
sevdamız ormanlara miras
biz bizsiz iz değiliz
biz bizde gürül gürül memleket
gürül gürül vatan
sen denizaltı şehrim
ben rüyalar alemin

ŞİMDİ HERKES DİLOVAN
türkçülere karşı Kürd’üm
kürtçülere karşı Türk’üm
farsçılara karşı Arab
arapçıya karşı Fars’ım
zalim azgınlara karşı daima
ezilen halkların yanındayım
budur imanımın gereği
gözlerinde erimemin sebebi
budur onurluca yaşamak
bendimi çiğneyip taşarak
yezitlerin önünde hep Hüseyin
aşkımızın kadim bedeli
Diyarbekir denizinde tutuşmak
izinde göğüs germek boranlara
her ciğerin harcı değil
çekinmeyiz namlunun
ardına saklananlardan
yalnız senden korkarız Kahhar
paylaşmayı severiz denk
adaletin gölgesinde serinleriz
Amed sofra olur bağrımıza
diz çöker, omuz bağlar
kardeşlik türküleri tüttürürüz
gel ey can, sana da yer var
kurtul kibir tasmalarından
gel beraber sevinelim razı
aynı tastan yar içelim
Dicle aksın alnımızın üstünde
ensemizde masumiyet gülleri
sesimizde dilovanlar
delikanlı yeşersin

MAZİ İÇERDE ALBÜM
eser asi bakışlarında
hoyrat Fırtına Deresi
çakışır durur dikey yıldırımlarca
nehirlerde taş köprüler yüreğin
ormanlarda su ceylanları
şirin bir kıyımız vardı
bulutlar denizine sıfır
nehrin önü penceremiz
balıklar yarışırdı tutulmak için
nazenin oltamıza
yeşilin maviyle dansı gibi
yar sevmişem seni
saçlarında çay burcusu
ellerin yumuşacık, kınalı
nefesin bahar
gülüşün cehennem
ve anlatılmaz, yaşanır
hilesiz kucağın
Karester Yaylasında
bir ahu dilber loy loy
nasıl da söker adamın yüreğini
var mı böyle civan kırım
cinayetler içinde
oy sevmişem seni
dindiremez Palovit Şelalesi
bu güneyli hasreti
bir kere yakmıştIr kuzeyin kızı
aşkın kadim meşalesini
gidişin bile hayat sevgili
isimsiz mezarına yuva kuran
marandalardan belli
 
1660417833439221-0.png
 
HAKİKAT AYNASI - Bilal Yavuz
Dünyada bize sayısını bilemeyeceğimiz kadar nimet veren, sırf rızıklanmamız için milyar canlıyı feda eden Allah, bize cennetlerinde en büyük lütuf olan rızasıyla, cemalini görme şerefiyle beraber muhteşem sonsuz saltanatlar vadediyor.

Hadislerde cennete en son girecek kişiye dünyalar kadar nimetler verileceğinden bahsediliyor. Gözlerin görmediği nice nimetler de... Bak asırlar önce insanların görmediği teknolojik nice nimetler bugün önümüzde... Şu engin kâinat, galaksiler Hakk kudretinin sadece bir zerresi... Allah'ın gücüne sınır yok, seni yoktan var edenin seni ikinci kez diriltmesi yine O'na pek kolay... Sonsuz mülk sahibi O, dilerse sana bir galaksi miktarı cennet saltanatı verebilir, dilerse hizmetine koca bir cennet halkı sunabilir, Kur'an ve sahih hadisleri okuyanın hayatı değişir, tefsir, meal, kütüb-i sitte mutlaka okuyun, hayatınız değişsin...

Adalet dediğin nedir, kusurlu nefislerimizin çokça yanılan zanları mı? Adalet ancak adaleti yoktan var eden Allah'ın nizamındadır, İslam hukukuyla ancak adalet dünyada tecelli edebilir, ki mahşerde kusursuz bir adalet gerçekleşecek...

Arapçılık, Türkçülük, Kürtçülük, Farsçılık, ırkçılıklar ne boş ne anlamsız... Dillere düşmanlık nasıl da beyhude, ırkçılara dikkatli bak, asla mutlu değiller, her gün yeni düşmanlıkların, kinlerin peşinde nefislerine, nefretlerine köle olmuşlar, üç günlük aşağılık dünya için birbirlerine kibir derdindeler, hayatlarında hiç başarı yok, dalmışlar boş ırkperest hayallere, dalmışlar unutulmuş günah dolu mazinin kof kavgalarına, halbuki dünyanın umurunda değil bunların o ergen hevesleri...

Allah kimseye zulmetmez, insan kendine zulmediyor, işte böyle böyle yoldan çıkıyor nice müslümanım diyen, Allah korusun cümlemizi...

Hiçbir şey içindeki o büyük boşluğu dolduramaz, Allah rızasından başka... İnsan için tek gerçek başarı ilahi rıza, ötelerde bunu iyice anlayacak insanoğlu. Peşinden bir ömür koştuğun mutluluğu sana sadece mutluluğu yaratan o tek bir Rabbimiz verebilir.

Rahimde olan bir bebek gibi nefsler çılgıncası alışmışken buralara, aslında hep ölümü bekliyoruz hayatın duraklarında, sonsuzluğa bir ömür kala... Oysa uykudayız yoldaşlar, ölünce uyanacak kalbimiz, dünya rahminden çıkacağız, asıl vatan ahret, yetim başı okşayanlara, iyilikte yarışanlara, cennetler cenneti rızaya, ilahi muhabbete erenlere ne mutlu...

DAVET

Yaradılan için tek kurtuluş Yaradan'ın rızası... Şu cihanda ruhumuzun hep hasretinde kaldığı o sonsuz gerçek huzur ve mutluluk ancak Hakk'ın rızasıyla gelir, zira rızasıdır bize tek sonsuz şifa, hayatın tek gerçek anlamı...

En güzel bahçelerde, altın köşklerde, ipek elbiseler içinde eğer sonsuz bir yaşamın olsaydı, emin ol, bir zaman sonra ızdıraba, işkenceye dönerdi. Şu dünyanın en zenginlerinden olup mutlu olamadığı için intihar eden niceleri var. Çünkü cennetlerin cenneti rızadır, cennet rıza olduğu için cennet, yaradılana en güzel cennet elbette Yaradan'ını razı etmek, Yaradan'ını görmek, ilahi muhabbete ermek...

NASA dediğimiz de yüce Rab sayesinde, Hakk'ın onlara verdiği beyinlerle, kalplerle, imkanla... Allah'ın izniyle yeni bir teleskop gönderdiler uzaya, fezayı şimdi daha canlı, belki ultra HD görmek nasib oldu insanlığa, milyar ışık yılları, kentilyonlar metre gök adaları, kentilyonlar ton hacimler, sayamayacağımız kadar çok nice galaksiler hep sonsuz Hakk kudretinin sadece bir zerresi... Gücüne sınır yok, sınırlı akıl ancak kabı kadar anlayabiliyor. Yaradılan, O yaradılmayan ama Yaradan, ezeli ve ebedi sonsuz tek Sahib'in, sınırsız ummanından ancak fani ve sınırlı olan kendi kabı kadar nasiplenebilir, o küçük testimizin dahi sahibi Hakk, biz dahi bizim değiliz, sahip O, bahşeden O, lutfeden O...

Düşünsene hiç olmayabilirdin, bazı alimler der ki olmamak belki de cehennemden bile beter. Allahualem. Bize sayamadığımız kadar nimet vermiş, sonsuz katını vadediyor, ki rızası en büyük nimet... Düşün, ibret al, kum saati doluyor. Takılma şeytanların bahane çelmelerine, düşme o kof kibir çukurlarına, sadece şu alemde dahi küçüklükten uzaybakışı görünmüyoruz bile... Haddini bil ey can, haddini bilen hadlerin sahibini görür. Üç günlük dünya için düşme sonsuz ateşe, O sonsuz muhteşem tek Allah'ın rızasını sonsuza kadar artık kazanamama cehennemine düşme, tek bir fırsatın var, tek fırsat, tek... O da bu dünyada, şu hayat, ömrün...

İslam'ın mükemmelliği din taciri münafıklardan bile belli... Zira sahtekarların en fazla dünya menfaati elde etmeye çabalayacağı, şeytanını tatmin etmek için fesad çıkaracağı yer elbette hakikatin verimli topraklarıdır. Münafığa bakıp hakikatten sapan müşriklerden olma. O nefret ettiğin münafıklarla aynı cehennemedir küfrün yolu, o nefret ettiklerinle sonsuza dek ateş ahbaplığı var inkâr edene, unutma...

Sahtekardan yakınıyorsan gel sen bu sonsuz hakikat dergahının hakikisi, yiğidi ol, kötü örnekten gına mı geldi, gel sen doğrunun iyi örneği ol... Zalimlerden, sahtekâr hırsızlardan en güzel intikam, hakikate nefer olmaktır, karanlığa karşı bir meşale de senin olmandır.

Unutma ölüm her an gelebilir, geç olmadan gel, ne olursan ol yine gel, karanlığı ardında bırak da gel, gel candaşımız ol, Rabbimizin hakikat yağmurlarında yeşert kendini...

Bilal Yavuz
 
Üst Alt