Bircok kisi engelinden nefret etmekle kisinin kendisinden nefret etmesini karistiriyor. Sakatlik bedenimizin dolayisiyla varolusumuzun bir parcasi oldugundan bu ayrimi yapmak kolay degil. Bu nedenle kisi sakatsa ya kendisinden nefret ediyor ya da sakatligini asip kendini seven(sakatligini asmis...) birey oluyormus..Acikcasi ben bu ikicil aciklamanin son derece yanlis oldugunu, ucuncu bir perspektifin mumkun oldugunu ve uzaklarin da anlatmak istedigi seyin bu oldugunu dusunuyorum. Bu konuda yillar once benzer bir baslikta konu uzun uzun tartisilmisti. Ve sanirim bunca yilin ardindan ben hala ayni sekilde dusunuyorum.
Oncelikle kisinin varligi sadece cinsiyet sakatlik gibi bedensel bir takim ozelliklerinden ibaret degildir. Insan cok daha fazla sosyal yanlari olan bir canlidir ve dolayisiyla kendimize sadece bu ozelliklerimiz uzerinden bakmiyoruz. bu yuzden sakatligimizdan nefret etsek dahi hayata devam etmemizi saglayan bir cok ozelligimiz var kendilik algimizda.
Bir insanin goremeyisiyle, yuruyemeyisiyla duyamayisiyla barismak zorunda oldugunu dusunmuyorum. Insan en fazla bu niteliklerine ragmen hayatin guzelliklerinden yararlanmaya o taraflarini gormemeye calisir. Tabiki bu her zaman mumkun olmaz ve icinde yasadigimiz sosyolojik, ekonomik, politik, cevresel kosullar surekli bize bu gercegi animsatabilir ve sakatligin sancilariyla basbasa birakabilir. O anlarda tabiki sakatliktan ve beraberinde getirdigi sancilardan nefret edersiniz. aksinin mumkun olabilecegini sanmiyorum. Bu kisinin kendisinden degil varolusunun olumsuz bir parcasindan nefret etmesidir. Ayni anda psikolojik anlamda son derece saglikli kalarak sakatliginizdan nefret ederek yasamak gayet de mumkundur/dogaldir. Bir cok arkadasimiz -bendeniz de- gerek egitimde gerek is hayatinda yasamaya devam etmis, hayattan hic kopmamis ama sakatligin o soguk yuzunden de hep nefret etmistir. Bu bizim gulumsemeyen, asik suratli, karanlik odasinin los isiginda tanriya lanetler yagdiran, misir ununda kizartilmis taze hamsi kizartmasi yerken dahi somurtan (bu zaten bilimsel oalrak mumkun degildir) nemrut cehreli psikotik kisiler oldugumuz anlamina gelmiyor. Bizler en guzel kadinlarla sevisiyor -bazilarimiz en azindan deniyor- en guzel yemekleri yemeye calisiyor, en guzel fimleri izliyor, harika kitaplar okuyor, mukemmel arkadasliklar dostluklar kuruyor, icinde yasadigimiz dunyanin sorunlariyla ilgileniyor, en guzel cograflara gidip hayattan zevk almaya devam ediyoruz. Ve evet butun bunlari yaparken yaptigimiz seylerden aldigimiz zevki mutlulugumuzu kaduklestiren engelimizden nefret ediyoruz. Guzel bir kadinla sevismek cok hos bir duygudur, ama ayni guzel kadinla dans edememek benim gibi tekerlekli sandalyede yasayan bir sakat icin buyuk bir uzuntu kaynagidir da. Sakatliktan nefret etmek icin bence cok yeterli bir neden bu. Bu konuda baska ne denilebilir ki...
Kader konusu acilinca dindar arkadaslarimizin kendilerinden ne kadar emin konustuklarini goruyor ve sasiriyorum. Her sey ne kadar net kafalarinda. Oysa islam tarihinde bu konu cokca tartisilmis kesb teorisi gibi aciklamalar getirilmek istenmis ama her seferinde kaza ve kader konusu kendisine ickin bir tutarsizlik nedeniyle kapatilmak zorunda kalmistir. En buyuk islam alimleri bile bu konuda felsefi ve mantiksal tutarsizliga dustuklerinden 8. asirda islam felsefesinin en radikal rasyonalistleri Mutezile akimi tarafindan yerden yere vurulmuslardir. Sorun sudur; islamda tanri birey davranislarinin ve yasaycaklarinin alnina yazilmadigini soylemiyor degildir aslinda. "Kadere hayir ve serrin allahtan geldigine" iman ettiginiz anda bunun aksi mumkun degil cunku. Bu meselenin icerigindeki tutarsizlik nedeniyle cok sonralari uydurulmus bir manevra sadece. Ama kesb teorisinde oldugu gibi yukarida mesutun kaza kader ayrimini ele alsak bile mesele "sacmadir". Sebebi de bir fiilin iki faili olamayacagina dair mantiksal kuraldir. Tanri kader ile bireyin x davranisi sergileyecegine dair tum zemini hazirlayacak ve yapilanin faili kendisi olmayacak...
Ote yandan kisinin icine dogdugu sosyal ekonomik politik cevre bireyin elinde degildir. Hatta bundan cok daha onemlisi insanlar esit zekalara sahip degildir. Bilim adamalrina gore 130 olarak kabul edilen ortalama ustu zekaya sahip kisiler toplumun ancak %02 dir. 140 in uzerine cikabilecek bireyler ise ancak %0.2 dir. Dolayisiyla tanrinin yarattigi soylenen bireyler bastan muhakeme melekeleri farkli yaratilmaktadir. Yani tanri bir bireye kendi varolusu ve inanclari acisindan ustun muhakeme, analiz, degerlendirme, cozumleme gucu verirken bir digerinden bunu esirgemektedir. Bu durumda farkli niteliklerle dogan bireylerin tanrinin dogru yanlis diye normlastirdigi meselelerde benzer kararlar almasi mumkun degildir. Zeka yaninda sosyal ekonomik psikolojik cevre de bireye esit sinav kosullari vermemektedir. Bu yuzden eger bir tanri bizleri sinava almissa zaten bu sinav bastan adil degildir. Adil olmadigi gibibirey islamdaki kaza ve kader anlayisina gore kesinlikle kosullari hazirlayan tanri fiilin gercek sahibi oldugundan sorumlu da degildir.
Bu mantiksal tutarsizliklarin icinden cikamayan islam mutefekkirleri sonunda "kader konusunu desmeyin imaninizdan olursunuz" demek zorunda kalmislardir. E haksiz da sayilmazlar...Ozetle kaderci aciklamalar dini derinlemesine cozumlemeyen bireyler icin -ki toplumun ezici cogunlugunu olusturur- rahatlatici bir unsur olarak degerlendirilebilse de kendi varolus surecinin anlamini kavramak isteyen ve bu yuzden meseleye derinlemesine nufuz edenler icin en fazla karikaturize bir mantiga tekabul eder. Bu nedenle basina gelenleri kaza ve kaderde ifade edilegeldigi gibi sadece bireyin kendi insiyatifinde/iradesinde arayan aciklamalara gonul veren arkadaslar meseleyi bu sekilde aciklamayanlara karsi bir ogretmen ve bilim adami adasiyla ders vermeseler iyi ederler (kanimca).