Mucize filmi üzerine..
[/url][/IMG]
Sinema sanatı büyülü gelir bana
Hele de dünya topraklarında olan biteni görsel şölen eşliğinde sunuyorsa
Bu yüzden yüreğime hep güzellik eker
İşte bu hafta sonu kameranın peşine takılıp Karsın bir köyünde yaşayan spastik Azizin yaşamına konuk oldum. O da kim mi? Bugünlerde izlenme rekorları kıran Mucize filminin baş karakteri
Filmi izlerden kimi kez gözlerim buğulandı kimi kez isyan ettim ötekileştirilenleri görmeyenlere
Görüp de bir görüsü olmayanlara
Ne yalan söyleyeyim? Azizin dışlanmışlığını, çaresizliğini, yalnızlığını tâ yüreğimde hissettim. Hani, hissetmek için engelli olmaya gerek yok. Ama ateş en çok düştüğü yeri yakarmış! İnsan soğuğun şiddetini sıcacık bir evde tatlı tatlı uyuklarken bilemezmiş.
Filmde ajitasyon var mı
Kimileri filmde bol bol ajitasyon olduğunu söylüyor. Ben buna katılmıyorum. Aziz kendisini ifade edemeyen bir karakterdir. Eğer, onun yalnızlığı, itilmişliği, bir kenara bırakılmışlığı ve kimsesizliğini mercek altına alıp kamerayı bu hayatın kendi doğruluğuna tutarsanız, bu olsa olsa gerçekliğin çıplaklığıdır. İşte o gerçeklik yalan olmadığı için siz o görüntü karşısında tir tir titrersiniz. Azizin bıçak sırtındaki yaşamı müzikle desteklenmişse, bu ajitasyon değil, sanatın insanı etkileme gücüdür.
Filmin konusu
Şimdi filmin konusundan söz edeyim. Egenin bir kasabasında oturan öğretmen Mahirin (Talat Bulut) Karsın bir köyüne tayini çıkar. Küçük burjuva karısı Doğuya gitmek istemez. Bu yüzden karısını ve çocuklarını ardında bırakan Mahir, tek başına yola çıkar. Kuş uçmaz kervan geçmez bir dağ köyüne gelir. Köyde okul yoktur. O arada ülkede 1960 darbesi olmuştur. Mahir öğretmen, şehre inip yetkililere okulu olmayan bir köye atandığını, okul yapılması gerektiğini söyler. Ancak ülke karışık olduğundan iş başa düşer. Öğretmen, köy halkı ve dağa çıkan eşkiya el ele verirler, köye okul yapılır.
Öğretmenin köye gelmesiyle birlikte, köy yaşamını, feodal yapıyı, gelenek ve görenekleri, töreleri öğreniriz. Filmde Doğu bölgelerindeki yoksulluk, devletin oralara yeterince hizmet götürmemesi, zor yaşama koşulları, eşkiyalığın ortaya çıkışı, kadınların mal gibi alınıp satılması, eğitim ve engellilik gibi sorunların ele alındığını görüyoruz. Bu arada Azizle(Mert Turak) tanışırız.
Zulüm, acıma ya da dışlama
Azizin konuşma, yürüme ve ellerini kullanma engeli vardır. Ailesi onu doktorlara, şıhlara götürür ama rahatsızlığına çare bulamazlar. Aziz köyde kendi kaderine terk edilmiştir. Eski püskü, kir ve pislik içindeki elbiseleriyle köyün içinde tek başına dolaşır, köyün çocuklarınca sopayla dövülür. Herkes Azize yapılan bu zulmü görmezden gelir. Her ne kadar ona sevgi ve şefkat gösteriyor gibi gözükseler de, bu gerçek anlamda sevgi değildir. Ya ona acırlar ya da dışlarlar.
Kırmızıgül, burada engellilerin nasıl toplumca ötekileştirildiğini, duygusal ve fiziksel şiddete uğradıklarını Aziz karakteri üzerinden verir. Aziz bedensel/konuşma engelli olmasına karşın toplumca akıl yetisinden yoksun gibi algılanır.
Engellilik hep iyileştirilmesi gereken bir olgu mudur
Filmde Azizin engel türüne spastik diyebiliriz. Ancak nasıl oluyor da, beyindeki bir hasar sonucu kaslarda meydana gelen bir arıza aşkın gücüyle iyileşebilir? Bu akıl dışıdır.
Kanımca, Kırmızıgül, engellilik sorununu bu bakımdan ele alırken, roman ve Türk filmlerindeki klasik bakış açısını kıramamıştır. Buna göre, tam olamayan engelliler, ya ilahi güçle ya da mucizeyle iyileşirler. Bu anlayış geleneksel bir anlayıştır. Eğer yeterince sevgi dolu olursan, olağanüstü bir biçimde iyileşirsin gibi düşünceler, engelliliğin olumsuz bir olgu olduğunu beyinlere yerleştirmektedir. Bu da kalıplaşmış bir düşünce biçimidir.
Sen sakatsın! Evlenip yuva kuramazsın
Filmde Aziz çok yalnız bir insan olarak gösterilir. Atından başka dostu yoktur. Atıyla birlikte tek başına dağ bayır gezer, durur. O arada evliliklerin yöresel adetlerle nasıl yapıldığı gösterilir filmde. Azizde 31 yaşına gelmiştir gelmesine ama kimse onu delikanlı olarak görmez. Evlenip yuva kurabileceğini düşünmez. Hatta kimi kez bu istediğini davranışlarıyla belirtse de, kimse onu anlamak istemez.
Tüm bunlar engellinin toplumdan nasıl soyutlandığının, ailelerin engellileri bırakın cinsel kimlikleriyle henüz birey olarak bile kabul etmediklerinin göstergesidir. Film 1960 yıllarda geçse de, günümüzde engelliler açısından pek de değişen birşey yoktur.
Asıl mucize: Bilgi ve sevgi
Mahir öğretmenin köye gelmesiyle Azizin yaşamı şaşırtıcı biçimde değişir. Aslında mucize budur. Mucize cehaleti bilgiyle yenmektir. Mahir öğretmen Azize öyle sımsıcak bir sevgiyle yaklaşır ki, ona okuma-yazma öğretmeyi başarır. Hatta okulda görev bile verir. Evet, sevgi kalbin ışığıdır.
Filmdeki mantık hataları
Ancak, filmde öylesine boşluklar var ki, engellinin eğitimi, o sırada karşılaşılan zorluklar v.b. konularda izleyiciye doyurucu yanıtlar vermiyor. Kırmızıgül, hümanist bir anlayışla olguları istediği biçimde sıralıyor. Ama o olguların nasıl olduğuna ilişkin yanıtları filmde bulamıyorsunuz. Ne karakter ne de toplum adına derinlemesine bir çözümleme yok. Hatta zaman zaman filmde mantık hataları göze çarpıyor. Örneğin, yemeğini bile yiyemeyen Aziz nasıl oluyor da, dört nala atını sürüp intihar etmeye bir dağın başına gidebiliyor? Mahir öğretmen de yaya olarak ona yetişip Azizi intihar etmekten kurtarıyor? Ya da köylüler, nasıl sınıftaki konuşmaları pencereden tüm çıplaklığıyla duyabiliyorlar? Böylesine akıl dışı öğeler çok fazlaca var filmde. Bu tür mantık hatalarıyla senaryo yazılır mı? Bence yazılmaz. Tüm bunları bir kenara bırakıp yeniden filme dönüyorum.
Kalbi sakat olanlar ve olmayanlar
Bir gün şehirde Azizin babası bir adamı ölümden kurtarır. O adam, hayatını kurtarma karşılığında bekar bir oğlu varsa, kızını oğluna vereceğini söyler. Azizin babası şöyle der: Benim bekar bir oğlum var ama sakattır. Kızın babası ise: Kalbi sakat olmasın diye yanıt verir. Sonunda güzeller güzeli Mizgin(Seda Tosun) Azizin karısı olur. Ama toplum bu güzeli yakıştıramaz Azize. Kimileri onun erkekliğiyle alay eder, kimileri de karısı Mizgine böyle bir sakatla bir ömür geçer mi diyerek sataşır.
Kırmızıgül, film boyunca köydeki evlilik ritüelleri sırasında nasıl ideal güzellik anlayışının baş tacı edildiğini gösterir izleyiciye. Bunu kimi kez espriyle karışık verir. O ideal güzellik anlayışı içinde engellilere yer yoktur. Toplum hep fiziksel güzelliği olana bir değer biçer. Yarım, eksik olan Aziz, ay parçası gibi Mizgini hak etmez. Hatta cinsiyetsiz olarak görür toplum bu spastik genci. Bu arada köyün kadınları Azizin salya ve sümüğünün akması, böyle bir erkeğin koca olamayacağı gibi söylemlerle Mizgini bunaltırlar. Toplumun bir pres gibi kendilerini ezmesine dayanamayan Aziz intihar etmeye karar verir. Ama Mahir öğretmen onu kurtarır. En sonunda öğretmenin yardımıyla iki genç köyden kaçar. Aradan yedi yıl geçtikten sonra Aziz köye döner. Aziz aşkın gücüyle tamamen iyileşmiştir. Üstelik iki çocuk babası olmuştur.
Tam olmak, olmamaktan her zaman üstün mü
Kuşkusuz aşk, sevgi, özveri, dostluk ve emek bu yaşamın değerleridir
Yaşam o değerler çerçevesinde yükselecektir
Ancak her filmin sonunda da engelli bir karakterin iyileşmiş olarak sunulmasını, senaryo yazarlarının engellilik olgusuyla barışık olmamalarına ya da popülist yaklaşımlarına bağlıyorum. Ya da senaryo yazarlarının kafasında şu mu var! Sağlıksız, yarım, bütün olmayan biri sevilemez mi? Niye mutlaka sevilecek insan sağlam ve sağlıklı olmalıdır anlayışı bu topluma empoze ediliyor? Çünkü tam olmak, olmamaktan her zaman üstün olarak görülüyor. Bu da filmin ana izleğiyle çatışıyor. Eğer senaryoda sakatlık ruhsal bir rahatsızlık olarak verilseydi, bu da sevgi/aşkın gücüyle aşılsaydı, daha mantıklı olurdu. (Her ne kadar filmin gerçek bir hikayeden alındığı söylense de)
İnsanım diyen her ses
Film toplumsal sorunlarla birlikte engellilik sorununu irdelemiş gibi gözükse de, o sorunlara tam olarak dokunamamış. Şöyle bir dokunmuş geçmiş. Yine de toplumun engelliye olumsuz bakış açısını çok gerçekçi yansıttığını düşünüyorum. Engellilik bilincinin oluşmasında bu toplumun eğitilmeye gereksinmesi var mesajını veriyor, insanı kendi kendisiyle yüzleşmeye çağırıyor.
Evet, bu toplumda engellilerin yaşamını çekilmez kılan onların engelli olması değil, ailelerinin, çevrelerinin ve toplumun olumsuz bakış açısıdır. Her insana gösterilen sevgi ve ilgi onu yaşama bağlar. Engelli, engelsiz insanım diyen her ses geleceği aydınlatacaktır