Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Engelliler, ötekileştirilmiş bilinç, "ben öteki değilim" refleksi [Tartışma]

:):) Ben de senin alınacağını biliyordum Babür abim :)

Yok, ben seni kişisel olarak eleştirmiyorum. Diyorum ki, hadi sen iyi bi adamsın ve benim yukarıda söylediğim "faşizmin tektipleştiriciliğine göz kırpmak"tan kaçınabiliyorsun. Peki ya sokaktaki gaza-gelen-tosunlar ne olacak? Kendisini haklı görmek için her türlü sağırlıkla malulken, kendi ideolojisine destek olacak bir şeyleri gördüğü anda gözleri cin gibi açılabiliyorken, fikir üreten kişilerin biraz daha dikkatli olması gerekmiyor mu? Ben, gerektiğini düşündüğüm için senin mesajın için eleştiri yazdım. Senden ziyade okuyucular için yani... Benimki bıçak sırtı konuya dikkat çekmek.

Ancak kendimi/halimi gizlediğim ölçüde sıradan ve güvende olabileceğimi, kendim olmaktan* "kapitalizmin böl-yönet tuzağına düşme" denilerek kaçınmamı ima eden tüm söylemlerden uzak kalmayı önemsiyorum.

* "kendim olmak" sözü de ne ironik! İnsan zaten "kendi"dir. Böyleyken, kendi olabilmek için bir de fazladan çaba sarf etmek zorunda kalması ne acı. Sırf bu ironi bile bastırılmış bir kimliğin varlığına, bu bastırılmaya karşı sergilenen tavra işaret etmiyor mu?


***
Kendini/bedenini sevmeyen, yaşamında karşılaştığı sıkıntıların suçunu sakat bedenine yükleyen, -sözde- eksik bedeninin mahçubiyetini tabu haline getirilen ideolojilerin/değerlerin ateşli savunuculuğunu yaparak -sözde- tamamlamaya çalışan, bu uğurda tabuyu/iktidarı karşısına alan herkese düşman kesilen suretlerin, sakatlıktan dolayı grup halinde politize olmaları ve iktidarı eleştirmeleri, iktidara cepheden karşısına alan gruplarla dayanışma içinde olmaları mümkün mü?
Mümkün olabilmesi için çok şeyle yüzleşilmesi gerek...

***
Bu, askerde sakat kalan kişiler gururlu olabiliyorken adi-sakatların gururlu olamaması ifadesi bile kendi başına trajik. Tüm dünyada askerlikten mağdur olanlar ve aileleri anti militarist, savaş karşıtı ve muhalif bir kimliği benimsiyorken, bizde bunun tam zıddı olması, en ateşli savaş savunucularının (en azından görünür olanların) askerlikten mağdur olan kişiler ve ailelerinin olması çok enteresan. Bu bence tabuların/ideolojilerin/iktidarın sureti olma konusunun çok açık göstergesi. Böyle bir aidiyete sahip kişiler nasıl olur da iktidarlara karşı politize olabilirler?
 
Başlık neydi?..............."ben öteki değilim" refleksi.
Bakın refleksin gücüne ,Afrika'dan köle diye getiriyorsun adamı O ŞİMDİ Amerika'nın başkanı.
 
Sözü fazla uzatmayacağım.

Bir zamanlar, dünyada olup bitenlerle herkesin sorumlu olduğu düşüncesi yaygındı. Şimdilerde dünya bir oyun yeri oldu. Yalnızca seyrediyoruz.

En zengin üç kişinin servetinin açlıkla karşı karşıya kalan en yoksul 48 ülkenin ulusal gelirini aştığı bir dünya düzenini görmeden yaşamak kör olmak değil de nedir? Öyle ya! İletişim ağının tüm dünyayı sardığı bir evrende ne etnik çatışma ne mezhep çatışması v.s. v.s. bizi ilgilendirmiyor. Yalnızca televizyonlardan seyrediyoruz. Bu aldırmazlık ruh sağlığımızı koruyor! Zavallı egolarımız! Kendisini koruma altına almazsa yaşayamaz.
Bağışıklık sistemimiz güçleniyor!!!

Kuyucak sorundan uzaklaştığımı söylüyor. Ben yalnızca üst kimliğin ön plana çıkartılması yerine kişiliğin ön plana çıkartılması gerektiğini söylüyorum.

Eğer aydınlanmış bir toplum olsaydık, pozitif ayrımcılığı da gerek kalmayacaktı sevgili Baben.

Evet, haklısın. Hayır, demekle yetindim yalnızca.

Ben kısaca dış görünüm olarak ötekileştirmenin çok basit bir ayrım olduğunu, bunun altında ekonomik, politik, sosyolojik, kültürel, toplumsal, ideolojik v.s. v.s. nedenlerin yattığını, bu nedenler ortadan kalktığında bu tür ötekileştirmelerin de ortadan kalkacağını düşünüyorum.

Bir de Oturan Boğa’nın kendin olmak sözüne takıldım. İnsan somut olarak zaten kendidir. Doğrudur. Ama onun içini neyle doldurduğun önemlidir.

Kaldı ki bu ülkede diğer kümeler, sizin dediğiniz anlamda ortak tavırlar alıp ortak duygularda buluşabiliyorlar mı? Bir de onlara sormak gerek...
 
Öteki kavramı; engelli, siyah, sarı, yaşlı, işçi, memur, eşcinsel, kadın, erkek, İngiliz, Suni Alevi farkı gözetmeksizin kendimizi algılayış biçimimizdir. Kendi varlığımızdan başka herkes ötekidir bizim için. Varoluşumuzu ancak öteki kavramıyla açıklayabiliyoruz.

Ötekinin tanımı, kendi kendimizi tanıtmanın ya da kendi kendimizi reddetmenin bir yoludur. Kendi kimliğimizi anlamamız için, ötekinin varlığına ihtiyaç duyarız.
“Öteki” başkasını tanımladığımızı zannederken aslında kendimizi, kendi kimliğimizi tanımlamada veri olarak aldığımız, edindiğimiz ya da taşıdığımız kimliği tanımladığımız kavramdır. Başkalarını birtakım klişelerle, kalıplarla tanımladığımız ölçüde kendimizi de tanımladığımızı düşünürüz. Ancak ötekiler varsa biz oluruz. “Ben”i, ya da “Biz” i yaratmanın bir yoludur öteki. O halde , öteki kavramını düşmanlık boyutunda ele almadığımız sürece iyi ki ötekiler var da biz varlığımızı öteki üzerinden meşrulaştırabiliyoruz.
Engelsizler olmasaydı, “engelliler biz" adında ve formatında bir site olmazdı.

Bu başlığı açarken, sevgili Kuyucak’ın derdi, “fiziksel öteki” olarak tanımladığı engelliler arasında ortak bir refleks olmayışı yönündeydi. Bunun nedenini de “öteki olmadığını kanıtlama çabası” olarak özetlemiş. Ben bu serzenişe katılmıyorum.
Eğer engelliler arasında ortak bir refleks olmasaydı, yirmi binden fazla üyesi olan böyle bir site var olmazdı. Dünyanın pek çok yerinde farklı ya da ortak isimler altında engellilere ait sosyal dayanışma kurumları ve dernekleri, engelliler arasında düzenlenen spor faaliyetleri, engelliler için tasarlanmış ürünler, bunları tanıtan fuarlar, kanunlarda engellilere ilişkin yasal düzenlemeler ve mevzuatlar, kent ve kurum düzeyinde engellilere ilişkin düzenlemeler mevcut olmazdı. Tüm bunlar yeterli mi? Elbette ki değil. Ama her şeye rağmen engellilerin, fiziksel öteki olmak adına kimliklerini tanımlayabildiklerini ve ortak refleks oluşturma yönünde oldukça iyi bir yol kat ettiklerini düşünüyorum ve yola devam diyorum.
 
siyasi,din,mezhep,ırk ayrımcılığını bırakın toplumumuzda ben saçı uzun diye belirli bir grubun saldırısına uğramış bir insanım.işte biz böyle bir toplumda yaşıyoruz.
 
İnsanlığın kalıplarını olabidiğince daraltığımız için, çok şeyler artık öteki tarafta kalıyor ve öteki oluyor.
 
bu kalıp içersine alınmış o beyinlerin, artık özgür düşünebilme ve bu dünyada sadece kendi gibi düşünenlerin yaşama hakkı oldukları düşüncesinden kurtulup insanca yaşamayı öğrenmeleri gerekiyor ama bunu nasıl öğrenecekler inanın ki onu bilmiyorum.
 
Sevgili Empatizan..
Akademik bir dil sanırım her şeyin anlaşılması için bazen gerekli.. Her şeyi çok güzel özetlediniz ve toparladınız.. İzin verirseniz birkaç eklemem olacak ve itirazım olacak....
-Kendimizi tanımlamak için ötekine ihtiyacımız var.. Bende yazımda zaten düşman yaratmak zorundayız demiştim.. Genelde bizim ötekilerimiz düşmandır, kötüdür, yola getirilmesi gerekendir, kurtulunmak istenilendir.. Bizim lafını özellikle kullandım.. Gelişmiş ülkelerin gerici akımlarında da gözlemlenir bunlar.. Dazlaklara bakın,onlarında kendilerini tanımlamak için yarattıkları ötekiler ile bizim Ülkemizdeki ötekiler arasında müthiş benzerlikler vardır.. Sanırım Faşizan bir ideolojiye göre ötekileştiriliyor insanlar.. Ancak en temelde bunların Ekonomik paylaşıma göre yapıldığına inanıyorum.. Hakim olanların toplumu yönetebilmek ve kendi sömürü düzenlerini devam ettirebilmek için hayali düşmanlara ihtiyacı var.. Toplum bu hayali düşmanlara karşı örgütlenmeli.. Düzeni sorgulamanın adı bile öteki sayılmakla eş tutulmalı.. İnsan içinde inanmalı bu düzene..İşte sık sık açıklamaya çalıştığım ötekileştirmenin asıl nedeninin ekonomik olduğuna inanmam bu yüzdendir.. Ötekileştirmenin altında mutlaka bir ekonomik sömürü vardır..Onların ötekileştirme nedeni budur ancak; Bunu anlatamazsınız.. Niyetinizi akılcılaştırırsınız..Niyetinizi savunabilecek şekle sokarsınız..
Genelde ötekileştirme kötü üzerinde temellenir.. İyi üzerinde temellenirse, iyiye çok kolay ulaşmak ister insanlar.. Örneğin lüks yaşayanları ötekileştiremezsiniz.. Sağlıklı yaşayanları ötekileştiremezsiniz.. Deniz kenarında yaşayanları ötekileştiremezsiniz.. Belki bunlara karşı diğer insanları kışkırtırsınız politik olarak.. Demem oki; İyi temelinde bir ötekileştirme görmedim ben.. Haaaaaa şu olabilir, öteki kendini kötü hissetmez.. O politikanın bittiği, iflas ettiği yer burasıdır zaten.. Öteki kendini mutlu hissederse, herkes öteki olmak için can atar..
Fiziksel ötekiler işte burada şaşırıyor.. Öteki olmak dışlanmışlığını kaldıramıyor.. İki kere travma bu çünkü.. Birincisi zaten bedensel travma.. Bu travma sonucu toplumdan dışlanmışlık yaşıyor.. Tepki olarak da onun içine girebilme bilinci geliştiriyor.. Oysa toplum ve toplum mühendisleri onun topluma girmesini engelliyor.. Ancak bunu yüzüne söylemiyorlar, tam tersine yalan söylüyorlar.. Başaran,başarıyor diyorlar.. Başaramıyorsan sende bi eksiklik var demeye getiriyorlar..İşte bu yüzden fiziksel engelliler bu yalanlara inanıp tepki veremiyorlar.. Oynanan oyunu göremiyorlar..Refleksleri de olması gerekenin tam tersi oluyor.. Hakim ideolojinin, Devletciliğin en ateşli savunucuları oluyor.. Fiziksel engellileri ötekileştirmek diğer ötekilerden farklı çünkü.. Onlar kötü değil...Fiziksel ötekiler Kurban.. Kaderleri Kurban olmak..Onları sevmek gerektiği, korumak gerektiği anlatılıyor üstelik her yerde..Oysaa onları görünmez eller evlere tıkıyor.. Görünmez eller onları toplumdan soyutluyor..Sihirli bir değnekle sokaklar, iş yerleri, eğlence yerleri, sahiller, parklar onlardan temizleniyor..
Şöyle bir örnek vereyim; Bu günler yaz mevsimi.. Konyaaltı sahillerine günde 50-100 bin kişi gelir.. Nüfusun %10 sakat ..Herkesin bildiği bir şey bu.. Bu sahilde 5 bin kişi olması gerekmezmi? Hadi hasta olan var diyelim, çocuk diyelim, daha bir sürü şey diyelim yüzde bire indirelim 500 kişi olsun isteyelim.. Yok öyle bir şey.. Toplasan beş kişi bulamazsın koca sahilde.. Bir Berker vardır düzenli giden, iki-üç kişi de belki sahilde gezer..O kadar.. O kadarcık.. Oysa gidip de o yorgun bedenlerini sserin sulara bırakmak isteyen yüzlercesini şahsen tanırım ben.. Ama gidemezler.. Engellenirler.. Engellenmeseler de, onların oraya ulaşımı kolaylaştırılmamıştır.. Gidemezler.. Fiziksel ötekilere uygulanan zulüm diğer ötekilere uygulana zulmün yüzlerce katıdır..
Farkındayım Empatizan uzattım.. Özellikle ayrıntılara giriyorum.. Engelliler.biz de 20 bin üyeye ulaşmak bir karşı duruş olsa haklısın derim..Ancak burada karşı duruşta olan yirmi kişiyse şaşırmam..Geri kalanı öteki olmadığını ispat etmekle uğraşıyor bence..O yüzden sorgulama gereği duyuyorum..
 
Geldim..:)

Bülentçim, keşke daha önce bi uyarsaydın.. "Abi, nooluyoz" felan deseydin.. :) Biliyon.. Nevrim dönmeyegörsün.. Züccaciye dükkanına girmiş fil gibi bi tane fincan kalmayana kadar dağıtırım ortalığı, sonra da günlerce "yaptığım doğru muydu, fazla mı ileri gittim acaba" diye kendimi yer bitiririm..

Endişelenme.. O "sokaktaki gaza-gelen-tosunlar"ın ya da onları gaza getiren/provokatör elemanların buradaki mesajları okuyup, anlayacaklarını ve "adamın gol diyo" diyeceklerini sanmıyorum.. :)

Üstelik, her mesajın altına da "söyleyeceklerim daha bitmedi" diyorum..

Sen böyle bodoslama dalıp da pek yenilir yutulur türden olmayan ifadeler kullanınca, ben kendi kendime dedim "nooluyoz" diye..

Aslında bi bakıma da iyi oldu.. ;) Konu dağılır gibi olsa da söyleme fırsatı bulamadığım şeyleri söylüyorum..


Ben orada gizl(e) demedim ki.. Gizl(i) dedim.. Sen alınganlık yapıp "ima ediyorsun" dedin.. "Hava bulutlu" deyince "vay, bana hakaret etti" diyen adamın durumuna benzedi..:D Neymiş..
"Hava bulutlu olduğunda yağmur yağarmış, yerlerde su birikirmiş, sularda ördekler yüzermiş."
"Eeee"
"O bana ördek dedi, hakaret etti" :) der gibi geldi bana.. Hele bir dur, bir soluklan.. ;)

Abdülhamit döneminde "Yıldız", "Burun" vb. sözcüklerin yazılması ile ilgili olarak anlatılan hikâyeleri bilirsin sanırım.. Bunlarda da "ima" varmış.. Eeee.. Ne farkı kaldı bunun onlardan? Hani senin özgürlükçü demokratik tavrın? Bırak, söyleyecek olan istediğini söylesin.. Karşısındaki daha güçlü bir şey söylesin, daha önce söylenenleri çürütsün.. Tartışma böyle yapılır.. Otosansürle bir yere varılmaz ki.. Hele bunu "yasakları yasaklayıcı" bir havada yapmak tamamen dumurluk bir olay!!


Anlıyorum.. Tektipleştirmeye taktın da.. Önemli olan kafanın içindekilerin tektip olmaması!! Görünümün tek tip olmaması hiçbir önem taşımaz!! Mevlâna der ki..
Ne insanlar gördüm üzerinde elbise yoktu. Ne elbiseler gördüm içinde insan yoktu
Neyse başka bir yerde yine tartışırız belki bunu..



Forumlarda bi yerde daha yazmıştım. Tarkan, "Hepsi Senin mi"ye "Başkası olma, kendin ol Böyle çok daha güzelsin" diye başlar.. Şimdiki insanların pek çoğu "kendi" değil!! Hele yüzyıllardır sadece ezberletilen bilgilerle "kendi kafasıyla" düşünemeyen insanlarımızın sayısı o kadar çok ki.. :( O yüzden en başarılı olduğumuz alan. "Copy-paste" oluyor!.. Ne bulursak kopyalayıp-yapıştırıyoruz anasını satayım :mad: Sen de, "çoktipli" insan topluluğu arıyosun.. Olur.. Bulursak onu da kopyalayıp yapıştırırız.. :p



* * *

Sevgili Özlem,
İmrenmek, gurur duymak, nefret etmek vb. duygular başka başlıklarda tartışıldı, tartışılıyor ama ötekileştirmenin, ayrımcılığın ölçütü değildir onlar! Tarihin en eski ayrımcılığıdır "kadın-erkek ayrımcılığı!" Anaerkil-Ataerkil düzen diyim.. Başka bişey dememe gerek yok herhalde..;)


Ama nasıl oluyorda çocuklar da fiziksel ötekilerin içine giriyor sevgili Baben hiç anlamış değilim ne demek istediğinizi.
Sevgili Çiğdem,

Çocukların ötekileştirilmesi, çoğu zaman resmî olarak yapılır.. +18 kavramını düşün.. 18 yaşını bitirmeyene ehliyet verilmez, seçimlerde oy kullanamaz, büyüklerin gittiği yerlere gidemez, +18 filmleri izleyemez vb. vb.. Asgari ücret belirlenirken bile 16 yaş altı için ayrı hesaplanır.. 12 ve 6-7 yaş altı için başka sınırlamalar da var! Bunların hepsi "ötekileştirme"dir! Hep olumsuz düşünmeyin.. Bazen olumlu ve zorunlu bile olsa ötekileştirme, ötekileştirmedir..:)


Devamı yarın.. :)
 
Kuyucak dostum,
Öteki kavramını ister ekonomik, ister psikanalitik ister marksist, sosyolojik, ideolojik ya da dilbilimsel anlamda ele alın, varlığımızı ve kimliğimizi öteki üzerinden kurguladığımız konusunda hemfikiriz.

Siz “öteki”nin ekonomik anlamda kurgulandığını düşünüyorsunuz, ben psikanalitik anlamda yaklaşıyorum. Yaklaşım her ne olursa olsun, ben/biz-öteki ilişkisinin bir güç/iktidar ilişkisi olduğu konusunda da hemfikiriz.

Merkezde olan ben/biz olumlu yönde sahip olunması gerekenler açısından "varların", merkezin dışında olan sen/öteki, merkezin sahip olduklarına sahip olamama açısından "yokların" mekânıdır. Bu konuda da hemfikiriz.

Ancak anladığım kadarıyla siz istiyorsunuz ki engeliniz sizin için en belirleyici, en önemli özellik olsun.. Kimliğinizin köşe taşını oluştursun. Oysa ki bu tanımlama üzerinden, “kendisi olamamak” ya da “kendisi olamamanın sıkıntısını yaşamak” tehlikesi ile karşı karşıya kalıyorsunuz.
Kendinizi büyük ölçüde engeliniz üzerinden tanımladığınızda, onun dışındaki kimlik konumlarıyla aranıza bir duvar örmeniz gerekiyor.
Kendisi olamamak, bir “öteki”ne bağımlı olmak demektir ve bir “öteki”ne bağımlı olma eğilimi, bireyin kendisine yüklenen rolü kabullenmesini beraberinde getirecektir.

Bakış açınızda sizi eleştirdiğim noktayı Monalisa ne güzel anlatmış:
“…………benim bir organımın olmaması ya da o organımın çalışmaması beni ben yapmıyor. Beni ben yapan özgül ayrımlarım. Bu nedenle de kendimi seviyorum… Niçin toplumun gözünden bakıyoruz kendimize? Yaşama ve kendimize nasıl bakarsak öyle yaşarız.”
 
Sevgili empatizan,çok güzel bir noktaya değinmişsiniz...Çok haklısın,biz bütün hayatımızı engelli olmak üzerine kurmaya çaba harcıyoruz...Hayatımızı kısıtlıyoruz engellilik duvarlarıyla...Kimliğimizi engellilik üzerinden inşa ediyoruz...Devlet ,toplum,sosyal hayat bizi ötekileştirdikçe bizeler bu rolü kabulleniyoruz ve daha da sıkı yapışıyoruz o kimliğe...Oysa,engelli olmak insan olabilmeyi engellemez...Ben kendimi insan olarak taşıyorsam sorun yok ama ,taşımakta zorlandığımda engelli kimliğine yapışıyorsam asıl sorun o zaman başlar...
Sivil toplum kuruluşlarıyla,derneklerle,ortak refleks oluşturalım ama engelliliğimizi kimliğimiz haline getirmeden olsun...İnsani özelliklerimizden önce engelimizi ön plana çıkarıyorsak çok büyük bir problem var demektir...Dikkatli olmak gerekir...
 
Sevgili Şehribanu,
Her ne kadar sizinle tanışıklığımız engellilere ait bir web sitesi üzerinden de olsa, bugün ben sizi telefonla arayıp, annemin travmatik durumu hakkında bilgi almak isterken kafamda sizin engelinize dair en ufak bir imaj, görüntü, bilgi ya da ötekileme yoktu. Tamamen sizin psikolog kimliğinize sığınarak ve güvenerek uzman ağzından bilgi almak istedim.

Bir başka görüşmemizde yine sizin engelli kimliğinizin ayrımına varmayarak sizinle derdimi, sıkıntımı paylaştım. Aynı şekilde ben sizi sadece insan olarak, dostunuz, arkadaşınız olarak dinledim. Uzun zaman haber alamadığımda, nasıl olduğunuzu, neler yaptığınızı engelli kimliğinizi hiç hatırlamayarak merak ettim.

Sizi; birlikte hoş vakit geçirebileceğimiz bir arkadaşım, sırdaşım olarak benimsedim. Sevincinize sevindim, üzüntünüze üzüldüm.
Bana öyle geliyor ki, sizler kendinizi engelli kimliğiniz üzerinden kurgulamadığınız sürece, toplumun da engellileri ötekileştirdiği falan yok. Yeter ki cebinizde kendiniz olabileceğiniz kimlikleriniz olsun. Yanılıyorsam düzeltin.
 
Sevgili empatizan,
Tespitlerinize katılıyorum,yanılmıyorsunuz,hatta çok haklısınız...Engelli olmaktan daha önemli değerler var...
Ayrıca teşekkür ederim,ben de seni,diğer değerlerin üstünde değerli bir dost,arkadaş olarak görüyorum...
 
Bu tartışma aslında siz katılınca daha bi ete kemiğe büründü Empatizan..
Bu konuyu getirdiğiniz yer aslında hep muğlaktır, Ötekileştirilmiş insanların kafasında.. Ancak yanlışa götürür insanı.. Bir tarafta itelenen, istenmeyen bir durumu köşe taşı yapıp kimliğinizi ona göre belirlemeniz var.. Öte yandan muğlak, içi boş olmasa da her insan için ayrı dolu olan kavramlar var.. Korkutur ilk anda,,Ben şöyle anlatayım izin verirseniz;
Ne kadar uğraşsanız da kimliğinizin köşe taşı yapamazsınız o Ötekileştirilen unsuru kendinizde..Olmaz.. Bu içinde bulunan toplumu hiçe saymaktır.. Damak tatlarını, dimağ tatlarını, koşullanmışlıkları hiçe saymaktır.. Ki yönetsel olmayan koşullanmaların temelinde paylaşım ve güzellikler vardır.. Engellilerin kendilerini engellilik üzerinden tanımlamaları istense de mümkün değildir..Engelli olmanın kimlikleştirilecek bir güzel yanı yoktur..Aslında hiçbir ötekinin yaptığı kendisini merkeze karşı tanımlama değildir..
Yaşamda en temeli, en belirleyici olanı/lafı merkez tarafından belirlenip, siz öteki ilan edilmiş/yaşanmak zorunda bırakılmışsanız bu en temel ve en belirleyici olanı, kimliğinizin temeli yapmazsınız.. Sizin asıl amacınız yaşamdır.. Sınırlandırılmadan, özgürce kendinizi oluşturmaktır.. İş sizin dediğiniz noktaya varmışsa, buna düşmanlık denir.. Düşmanlar gerçekten sizin dediğiniz anlamda konumlanırlar birbirlerine..
Oysa Ötekiler kendilerini bütünden sayarlar..Kendilerini bütüne göre kimliklendirirler..Ancak bu belirleyici ayrışmaları da taşımak ve onlarla birlikte yaşamak zorundadırlar..
Örneklersek; Gay’ler kendilerini milliyetçi ve muhafazakar görebilir..Dindarlar çoktur aralarında..Ancak cinsel kimliklerini rahat yaşamak isterler.. Cinsel kimliği yaşamak demek sadece yatak olayı değildir.. Aynı zamanda yaşam biçimi, kültürü demektir..Müziği, sosyal hayatı, kültürel hayatı olacaktır bu işin.. Bütüne renk kattıklarının kabul görmesini isterler..
Asla Gay’lik Merkeze başkaldırı değildir..Kimliklerinde belirleyici unsur Gay’lik değildir..
Alt kültür yada alt kimlik denilebilir..Refleksleri bu alt kimliğe karşı saldırılarda otaklaşa olur.. Bir çeşit siyasi bilinç denilebilir buna..Aynı örneği Zenciler içinde verebiliriz..Gay kelimesinin yerine Zenci kelimesi konularak aynı düşünceler sıralanabilir..Zenciler A.B.D de en Amerikancı unsurları içinde barındırır..
Engelliler de durum budur.. Kendimi, ben’imi, kimliğimi engellilik üzerinden tanımlamam.. İstesem de yapamam.. Kimse yapamaz.. İşte tam bu noktaya kadar geliştirdiğimiz bu düşünce maratonu ikiye ayrılıyor..Bunu istemiyorum ben..Ortak refleks diyorum..Ortak refleks koyamayışımızın nedenini arıyorum.. Bu siyasi bir şeydir.. Siyasi bilincin temeline yaşamda en temel, en belirleyici olan olgumuzu niye koymuyoruz? Şart mı merkezin yanında siyasi tavır koymak..Otoriteye tavır koymak olmalıdır asıl yapmamız gereken.. Engellilere yapılan bu zulmün tarifi ve ölçüsü yoktur diyorum.. Ve tüm toplumun ortak olduğu bir zulümdür bu..Peki neden mücadelimizin temeline bu zulmü koyunca, insanlığımızın temeline sakatlığımızı koymuş oluyoruz..İnsanlık kendini savunmak değimlidir en temelde.. Kendi ruhsal durumunu savunmak vatan toprağını savunmaktan daha mı az kutsaldır?
Ayrıca bu siyasi tavrın elbet yukarda verdiğim örnekte olduğu gibi BİZ olan yanları olacaktır..Müziği, edebiyatı, yaşam tarzı olacaktır..Şöyle diyeyim..
Rock müzikle çalınan üç beş şarkımız olabilir..
Ötekiyiz.. Sizin ötekiniz.. Sizleyiz ama..
Ötekiyiz, ama yaşamaktayız..
Ötekiyiz ve mutluyuz..
Ötekiyiz ama sizden daha umutsuz değiliz..
 
Yaa dostlar,

Baştan beri "ayağınız yere bassın" diyorum..

Bu, şu demektir:

Olabildiğince maddi, somut. gözle görülür-elle tutulur şeylerden söz etmek, herkesin anlayacağı günlük konuşma dilinden konuşmak gereklidir ve;

monalisa, "önce insan" demişti.. Eyvallah itirazımız yok ama.. O "önce insan" önce karnını doyurmalı.. Sonra gelir kültürü, edebiyatı, sanatı, kimliği falan..

Üç ayda bir 500 küsur TL 2022 maaşı alan elemana, "hadi gel seninle rock müzik yapalım" diye gidersek odunla kovalar bizi!!

Bir de şu var: Türkiye'deki engellilerin %39'u okuma-yazma bilmiyormuş.. (Rakamlar/oranlar sürekli değişir.. Onun için pek bir önemi yok kesinliğin.) Geriye kalan %60'ın da %80'i ilkokul mezunudur kanımca.. Üniversite mezunu olanlar %5'i bulur mu bilmem! -ki örgün eğitimin resmî ideolojiden sıyrılıp ne kadar muhalif bilinç oluşturacağını tartışmaya bile gerek yok sanırım.-

Biri çekip de "gel arkadaş, sen bizim görüşümüzü savunursan karnını doyururuz senin" dediğinde anında saf değiştirir bu hem aç, hem eğitimsiz eleman..

Sen kiminle otoriteye karşı ortak refleks oluşturacan, de bakem? :p
 
Hay ağzına sağlık Baben abi emi :) Başından sonuna kadar sözlerinize katılıyorum .
 
Sevgili Baben..
Seni anlıyabiliyorum..Ancak anladığım kadar da katılmıyorum bu konuda..
Uzun soluklu bir mücadeleden, kimlik kavgasından söz ediyorum ben..Bu gün ülkeyi yönetenler de
bu yolu izledi..Bizim gençlik yıllarımızda şimdi ülkeyi yönetenler ana aktörlerden bile değillerdi..
Siyasi mücadelenin ana aktörleri onlara gülüyordu.. Siyasi otorite, siyasi otoriteyi ele geçirmeye
çalışan ana aktörler onları ötekileştirmişti..Bunu her kes bilir.. Ancak onlar ötekileştirilmiş bilinci
geliştirip, biz bu ülkenin zencileriyiz dediler ve öteki zencileri yanına toplayıp otorite oldular..
Tamam ben otoriteyi ele geçirme derdinde değilsem de onu etkileme derdindeyim..Engelli olanlara elbet
hadi rock müzik yapalım diye gidecek değiliz.. Ancak öteki olduğumuzun kabul edilmesi ve bu bilinçle
siyasi tepkilerimizi koyabiliriz ortaya..Buna engel yok..
Ben hiç bir zaman çok eziliyoruz, üç ayda bu kadar para yetmiyor bize demiyeceğim.. Daha öncede belirttim
onların bizim hakkımızda bilmedikleri bir şey yok..Bizim bildiğimizin yüz katı onların arşivlerinde var.
Zaten onlar planlıyorlar bizlerin bu durumlarını..Onlar çiziyorlar şu anki kaderimizi..
Gelelim şu kültür olayına.. Hiç inanmadım şu kültür olayının halkla bütünleşmede ana etken olduğuna..
Kitleler arasında birleştirici etkende değildir okuma yazma..Bence kültür olayı asıl toplumdan
kopuşun öteki adıdır..Üstten bakmayan bakış açıları kültürümüz olmalı bizim..
Unutmayalım bu gün siyasi otoriteyi ele geçiren eski zenciler, yanlarına hepde en eğitimsiz, en
kültürsüz insanları aldılar.. Bu gerçek anlamda kendine inanma, içtenlikli olma meselesedir..
Belki haklısın bu gün karın tokluğuna saf değiştirecek yüz binler var..Ancak bu tohum atılmalı be
Baben usta..Zaten bu topraklara atılmayan tek şey uygun, sağlam tohumlar..Yoksa hazır var sakatlar partisi..
 
Sevgili Kuyucak…
Ben de seni anlayabiliyorum da.. Bir önceki mesajında hızlı gittin biraz..:D

Ben yavaş yavaş o noktaya da gelecektim.. Sen vitesi çoğaltınca böyle kısa ve abuk bir mesaj yazdım.. :p

Aslında konu, çok geniş ve sistemli olarak ele alınması gereken bir konu.. Biz de, sağolsun benzerleri gibi bunu da "çorba" yapmayı o kadar güzel becerdik ki :p Ee.. n'apalım forum yazılarının kaderi de bu.. :)

Devam..
 
:D Ha ha.. Yok henüz diil.. Reel hayatın yeri başka..:)

Sanalın 'kandırmacası' çok oluyor.. Reel öyle mi ya..:rolleyes:
 
Merhaba arkadaşlar en son maruz kaldığım durumu yazayım.Kolum kırıldığında bukadar acı çekmemiştim.
Prof......Sen burda olduktan sonra hatta ben emekli olursam diğer iki arkadaş başa geçse öğretim görevlisi, uzman vs. hiç bir şekilde çalışamazsın.
Hocam yanıma yardımcı olsam aklımı kullanmadığım zamanlarda yardımcı olsa o
Prof... olmaz
Dersi powerpoint'ta sunsam
Prof....Görmüyormusun ben ders anlatırken nasıl hareketliyim futbol sahasında top koşturuyorum
Prof.... Bunu hiç bir hoca söylemedi ama sen engellisin senden bu okulda bir şey olmaz.
Yinede yılmıyorum arkadaşlar bu dönem doktora yeterliliğe gireceğim.Sonuna kadar gideceğim.
İnsanların sizi ezmesine izin vermeyin
 
Sevgili Kuyucak,

Baba diyalektik, "olayları zaman ve mekân boyutlarında, neden ve sonuç ilişkileri içerisinde yorumlayın!" der.. Boynumuz kıldan ince.. :) Olayların zaman ve mekân boyutlarını yani Tarihsel ve Coğrafik yanını ele almadıkça bu tartışma eksik kalır ve asla bitmez!

"Ortak refleks" demişsin. Ortak refleks için bir potansiyel/gizil güç gereklidir. Bir de onu harekete geçirecek mekanizma.. İç dinamik-dış dinamik tartışmalarını hatırlarsın.. Dış dinamiği itele bi kenara.. Yıllar boyu uğraşıldı.. Ama potansiyel, anlamlı bir "potansiyel" olmayınca sonuç alınamadı (ya da alınıldı… Karşı-dış-dinamikçiler aldılar).. :( 40 yıldır bunun acısını çekeriz..

İç dinamiği de iki başlıkta incelerim ben.. Tarihsel ve anlık iç dinamik..

Önceki başlıklardan birinde yazmıştım:
… Sivil toplum hareketlerini (işçi, öğrenci, kadın, sakat vb. hareketleri) o toplum/ların tarihinden, geleneklerinden ve birbirlerinden bağımsız tutmak, ayrı ayrı işlemek çok yanlış, bence!! Olayları açıklamakta zorlanırız bunu yapınca..

Bakıyoruz Avrupa'ya (ve Amerika'ya) taa Reform, Rönesans döneminden tutun, Aydınlanma Hareketi ve Sosyal Devrimleri ile birçok çalkantı yaşamış, tüm bu alt-üstlüklerden "olumlu" sonuçlar alarak sıyrılmış, geçirdiği iki büyük savaşın yaralarını kısa zamanda sarmayı başarmış, dünyanın "lider ülkeleri" konumunda yerlerini hep korumuşlar. ("Emperyalizm" konusunu 'es' geçiyorum burada!)

Yani kısaca, bu toplumların; entelektüel ve örgütlü hareket etme birikim ve gelenekleri var! Ve sağlam insanlardaki bu birikim ve gelenek özellikle II. Dünya Savaşından sonra (ABD'de de 'Vietnam Savaşı' sonrası) "Engelli Hareketi" olarak sivil toplum hareketi sahnesinde boy gösteriyor. Bunlar tesadüf değildir bence. Elimde bilimsel argümanlarım yok ama bu savaşlarda gazi olan nitelikli insanların bu hareketi organize ettikleri konusunda bahse bile girebilirim. ;) Artı, toplumsal hareketler dünyanın bir yerinde başarıya ulaşırsa birbirlerini tetikleyerek zinciri tamamlamaya uğraşırlar.

Ülkemizde ise sivil toplumun; ne entelektüel, ne de örgütlü hareket etme birikimi ve geleneği var.. :( Yüz yıllar boyu "sürü" zihniyetiyle, "ya devlet başa ya kuzgun leşe" şiarıyla asla "modern vatandaş" olamayacak gündemle yaşamışız.. :( Şimdi ne değişti de birdenbire demokratik kitle örgütlü, literatürlü birey/dernek, modern vatandaş oluyoruz??? :( ...
Yani, Avrupa'nın yüzyıllar boyunca zaman zaman alabildiğince kanlı "sivil toplum 'iç dinamikleri' oldu". Tecrübe kazandılar.. Gelenek yarattılar..

Peki bizde ne oldu?

Avrupa'nın asırlarca yaşadığı o toplumsal alt üstlüklerden sadece birini, 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşını yaşadık!! Ve ilk işçi sendikaları konfederasyonumuz ancak o yıllardan 30 yıl sonrasında kuruldu. Yani örgütlü sivil toplum hareketimiz bile daha çocuk.. :(

Amerika'da durum daha başka.. Hem Avrupa'nın hem de kendilerinin deneyimlerinden büyük dersler çıkartıyorlar.. Oranın ne sosyo-ekonomik yapısı, ne siyasi yapısı ne de tarihi bize benzer.. O nedenle oraları örnek akmak, "onlar yapmış bizim başımız kel mi, biz niye yapamıyoruz" demek bana çok saçma geliyor..:(

Günümüzde ülkeyi yönetenler bizim gençliğimizde sıfırdan başlamadılar ki.. 1400 yıllık gelenekleri, tecrübeleri, ekonomik sınıf ve dış destekleri var.. Senin neyin var elinde??:confused:

Tamam, "tohum atalım" diyorsun da.. Tohum, hazırlanmış tarlaya atılır.. Çorak tarlaya diil!!:rolleyes:

Aslında bu tartışmalar da bir tür "tohum"!!
 
Biz üç kişiydik Üniversitede Baben usta.. Vardı çok, ama özellikli olan üç kişi..
Ringo..Hukukta okurdu..Yaşça çok ileriydi bizden..Umarım bu yazımı okur ve bulur beni..Yemin ederim
bilmiyorum gerçek adını.. Deniz/Mahir'lerin döneminden.. İşkencede balataları yağlanmış.. Bir keresinde
her kes görmüş onu şu şekilde; Bir sürüyü kediyi bir çuvala doldurmuş,O meşhur Beyazıt'ın Çınaraltı'daki
Çınara asmış kedileri.. Sizi mahkum ettim ama affediyorum demiş ve salmış kedileri.Ringo sonradan
Mezun oldu ve güzel yurdumda uzun yıllar hakim olarak adalet dağıttı.. Haaaa tüm kalbimle inanırım doğru
yapmıştır ne yaptıysa..
Birde Bekir Punar'ım vardı benim.. Hemde hemşehrim..Gözleri görmez.. Oda Hukuk öğrencisi..Şu an eminim
İstanbul'da iyi bir icra Avukatıdır..Uzun yıllar oldu görüşmeyeli..Bekir daha çok bizim gönülsüz şarap
sponsorumuzdu..İçmezdi.. Tüm tanıdıklar içinde bir tek onda para olurdu.. Ve yalvarmadan bize şarap
parası vermezdi..Ve Bekir'im bizi çok severdi.. Onunda zevki bizi yalvartmaktı; para diye..
Hala odur benim Avukatım, Vekalet verdiğim..
Bir manzara düşün Baben Usta; Ringo geliyor olanca haşmetiyle (Gerçekten öyleydi: Che'ye benzerdi) derdi ki;
Kuyucak seni Batı Cephesi Komutanlığa atadım..Bu Bekir biraz kişisel hesaplar peşinde, onuda Devrimin
şartları gelişinceye kadar Akdeniz'de propaganda kuvvetleri komutanlığına atadım..
Emirleriniz başımızın üstüne Komutanım derdik biz..
Hala Biz onlamı dalga geçtik, O bizlemi dalga geçti bilemem.. Yada hiç bir zaman dalga değilmiydi o
konuşulanlar onu hiç bilmem..
Diyeceğim Baben Usta; Ben Ringo'nun atadığı Batı Cephesi Komutanıyım.. Bu Komutanlık bazen böyle şeyler
yaptıryor bana.. Suçlusu Ringo'dur.. Suç ortağımız Bekir Punar..
Biri Topal, biri Kör, öteki.. Öteki Komutannnnn..
Anlıyacağın tohum eski.. Tohum deli.. Tohum kör ve topal.. Tohum insan..
 
Elbette… Tohum; insan.. :)

Ama tarla da insan!

Aslında bu tartışmalar da bir tür "tohum"!! dedim ya.. O bakımdan yani :p

Bilinci/donanımı/kültürü insan tarlasına ekiyorsun.. İnsandan alıp insana veriyorsun.. Semazenler bir eli yukarda bir eli aşağıda "sema" yaparlar ya.. Ondandır! ;)

Yıllardır "bilinçli + örgütlü insan" deyu sayıklayıp dururum burada.. Hah.. İşte o insan modelinin "bilinçli" kısmının oluşturulmasına katkısı olursa buradaki tartışmaların, ne mutlu!

Bunu derken yukarıda sözünü ettiğim "Anlık iç dinamik" konusuna geldik. Gerçi kapsadığı süreç itibariyle pek "anlık" olmasa da 'geleneksel iç dinamik' tipine göre anlık sayılır.

Senin "refleks" dediğini ben "Tepki" başlıklı yazılarımda işlemiştim. Arada ufak tefek farklar olsa da önemli sayılmaz..

İşte çağdaş toplumda, o refleksi/tepkiyi gösterecek insanın mutlaka ve mutlaka "bilinçli + örgütlü" olması gerektiğin yoksa etkili ve kalıcı olamayacağını anlatmaya çalışmıştım.

Bilinç dediğim, öyle entel-dantel kültür değil, tam tersine halktan kopuk olmayan, onunla iç içe bir bilinç!

Lâkin, kendi kafasıyla düşünebilen, yoluna çıkan her görüşü, her düşünceyi sorgulayıp tartışabilen, yeni problemlerde mutlaka bir çözüm bulabilen vb. vb. bilinç!


İşte bu refleks ya da bilinçli, örgütlü tepkinin illa bir siyasi parti olması şart değil, hatta engelliler bazında bir 'siyasi parti' fikrine takılıp kalmak bence yapılabilecek en büyük yanlış!!

İzin verirsen, onu da bir sonraki mesajımda açayım..
 
Baben Ustam elbet senle otursak karşılıklı her konuştuğumuz konuda yüzde 95 anlaşırız..Yüzde beşi de sefamız olsun deriz..Benim sana anlatıyormuşum gibi yapıp ısrarla yaptığım şey, biz ötekiyiz ve bu ötekilikte örgütlenelim..
Baben Ustam bak burada söylediklerimi destekleyen bir haber galiba. Toplumun bir kısmını bile acıtan bir haber bence bu; Hangi amaçla olursa olsun bizden rahatsız olunuyor..Öteki sayılıyoruz.
Engelli genci yaka paça dışarı çıkardılar - Hürriyet
 
:) Hasanım, seni anlıyorum da.. Ben de bunun pek de kolay olmadığını anlatıyormuş gibi yapıyorum.. ;)

Öteki(ler)in tanımlanmasında/sınıflanmasında anlaşamadık önce.. Sonra hangi ötekinin nasıl örgütlenmesi gerektiğine geldi sıra..

Arkadaşlar, buradaki yazılarımı bir bütün olarak alın lütfen.. Gerekirse tekrar okuyun..

Diyorum ki: Tüm "sivil toplum" ötekidir aslında! Ve gerektiği gibi muhalefetini yapabilmek, gerektiği yerde tepkisini koyabilmek için; en uygun “ötekiler”in (hani sen "mesleki ötekiler" diyosun ya.. Hah işte onlar..) öncülüğünde "örgütlenmek ve bilinçlenmek" zorundadır!! Asla bağımsız, tek başına değil! ..derken dernek, sendika vb. örgütlenmesini kastetmiyorum.. Parti oluşumu bambaşkadır.. Dernekler, elbette her öteki grubuna hatta bunların içindeki gruplara- açık olur.. Alabildiğine heterojen yani.. ;)

Ama gel gör ki.. Güzel yurdumun, en çok aktif olması, en örgütlü olması gereken kitlesi, "kendisi muhtac-ı himmet dede"… :( 55 yıllık örgütlü sivil toplum tarihimizde bir tek (evet maalesef bir tek) makro anlamda/ülkesel (grevler ve toplu sözleşmeler dışında.. Onlar "bölgesel" sayılır) kalıcı sonuç alınan, ses getiren "örgütlü eylem" olmuştur. 15-16 Haziran 1970 olayları!!

"Tarihsel iç dinamik" üzerinde duramadım fazlaca.. Ama bence çok önemli!.. "Örgütlenme" çok çok zorlu bir olaydır aslında.. Pratiğin (uygulama anlamında) ses getirici ve kalıcı olması için, hitap ettiğin kitleye somut, elle tutulur/gözle görülür örnekler sunmak zorundasındır.. "Biz şunu şunu yaptık" deyu.. Yoksa kimse iplemez seni.. :p

Avrupa'nın, Amerika'nın Reform, Rönesans, Aydınlanma Hareketi, Sosyal Devrimler, 1. ve 2. Dünya Savaşları sonunda elde ettiği yığınla pratik sonuç var elinde.. Tekrar sorayım: "Bizim neyimiz var?"

"Avrupa, Amerika yapmış işte.. Tekrar keşfetmeye ne gerek var.. Onları örnek alırız" dersen yürümez bu iş.. :( Demedi deme.. :p Sen hele bir oraları keşfedecek düzeye gel, o geleneğe, o donanıma, o bilince sahip ol.. Ondan sonra de: “Amerika’yı keşfetmişler.. İkinci kez aynı işi yapmaya gerek yok!”

"Örgütlenelim, mücadele edelim, kazanalım" lafları kulağa hoş gelir ama.. 7/24 içinde olmadan, o "cehennemde" yanmadan "cenneti" hak edemezsin!! Üstelik tek başına yola çıkmanın da bir anlamı yoktur! :(

Bu her işimizde böyle.. Bazı başlıklarında sözünü ettiğin "sakat literatürü"nde de böyle.. Reel hayatın içinde olması gereken her şey; zamanı geldiğinde reel hayatın içinde olacaktır! Yoksa başarılı olamaz! Teoride/iyi niyet olarak kalır! :)

Altını çizdiğim yer de yine bizim elimizde! Yoksa uzaydan kimse inmiyor bizi adam etmek için. :p
 
hasan abi gerçekten güzel bir konu açmışsın .ben kendimi ötekilerden görmüyorum ,yanlız insanların davranışları bazen insanı ötekileştitiyor.ötekiler derken yanlız öteki oluyorsun.çünkü senin gibi olanlar bile sana destek vermiyor.o destek vermediği için bende destek vermiyorum.yanı insanlar artık birey başı başkalaşmış oluyor.kendi derdi ollamıdığı için sana destek vermeyenler birğün oyada çocuğunun o hale geleceğini düşünmeden günü birlik yaşıyor.bu günü birlik yaşamaya kem
ndimide katıyorum.
 
Sayın Kuyucak Hakli.
Bir oluşum gerçekleştirilmeli.
Baben abi "7/24 saat içinde olmadan cennet gözükmez" evet kimi 7/3 kimi 7/5 saat içinde olur.Bir havuz yapılmalı.hepimiz orada yıkanmaya çalışmalıyız.Ortak bir ruh ortak bir düşünce için teori ve pratik bir süreçle geliştirilmeli.
yoksa bu sitede yazma gecenin gündüzü gündüzün geçeyi kovaladığı gibi devam eder gider.
Bunun için bir buluşma organize edelim.
Aydın yarınlar...
 
ÖTEKİLİK

Alışılmış bakışla bakarsan, tabulaşanla, kutsananla ve ön yargı ile bakarsan gözünün önünde olanı göremezsin.. Gördüğünü anlamaz, algılamazsın.. Olgu haline gelmiş öyle şeyler vardır ki, altındaki gerçek olanı görmek için, üstüne yapışmış olan her şeyi ayıklamak, temizlemek gerekir.. Birilerinin bunu yapması ve insanlara göstermesi gerekir..

İddia ederim ben hep.. En büyük ayrımcılık, en gaddar ayrımcılık, en zalim ayrımcılık, en sinsi ve sonuç alınan ayrımcılık, engellilere karşı uygulanan ayrımcılıktır..
Engellilere uygulanan ayrımcılık, ne Kürtlere nede Ermenilere yapıldığı iddia edilen ayrımcılıkla kıyas edilebilir, nede Dünya’da başka hiç etnik gruba uygulanan ayrımcılıkla.. Hatta Yahudi soykırımından bile daha beterdir bana göre.. Tüm Dünya’da uygulanmış, sonuçları alınmış ve sonuçlarından mutlu olmayan gelişmiş ülkeler bu ayrımcılığı yavaş yavaş terk etmeye başlamıştır.. Bizim gibi gelişme çabasında olan ülkelerde ise üzeri yaldızlı boyalarla boyanarak, yalanla, dolanla, aynı barbarlıkta devam etmektedir bu sakat kırım politikası..

Görünmez çoğu zaman yapılan ayrımcılık .. Ortada ne şiddet vardır nede işkence.. Hatta yaldızlı yalanlarla donanmış güzel sayılan, kutsal sayılan görüntülere bile rastlarsınız..

Oysa… Engelliler saydam insanlardır bu ayrımcılıkta.. Camdan insanlardır.. Hiçbir şekilde görünmezler.. Onların maddi varlığı yoktur.. Onların maddi varlığı olmadığı için, doğrudan içlerinden geçilerek, içlerinden bakılarak yapılır ülke çapındaki makro planlar.. Onlar olmadığı için, maddi olarak var kabul edilmediği için yapılan her işlem onları evlere hapsetmek anlamını taşır..
Oysa.. Onlar ruh insanlardır.. Maddi olarak yokturlar ama ruh olarak varlardır..Var kabul edilirler..Onlara ruh insan olarak ihtiyaç vardır.. Ve ruh insanlara ne verirsen itiraz etmeyecekleri için makbul insanlardır.. Yönetici ruhlar onların üzerinden temizlenir.. Diğer ruhlar onlarla korkutulur, tehdit edilir.. Ruh insanların maddi olarak bir şeye ihtiyaçları yoktur.. Ne cinselliğe, ne sosyal statüye, ne lükse, ne sosyal yaşama nede eğlenceye.. Onlar ruhtur çünkü.. İstedikleri an görünmez olurlar yöneticilerin gözünde.. Bir el şaklatması ile kaybolmalarına bile gerek yoktur.. Zaten ruhturlar.. İçlerinden geçilip gidilir..Yok sayılırlar..
Ekmeğini ver asgarisinden, ilaçlarını sağla ucuzundan, daha belalarını mı isterler?

Bunca sağlam aç, işsiz ve yoksul dolaşırken engelli olanlar mı uğraşacağız ? İşte hain bakışı bu cümlede aramak lazım.. Önce onlar.. Onlardan sonra sıra engellilerde.. Onlar yani sağlamlar ise binlerce yıldır sömürü altında inim inlemekte zaten.. Sıra asla gelmeyecek engelliye.. Oysa bu toprakların sahibi onlar olduğu kadar bizleriz de.. Bize kendilerinden bi şey vermiyorlar.. Kendilerinden bi şey istersek namerdiz zaten.. Biz bu toprakların bize verdiğini istiyoruz.. Vatan hakkımızı istiyoruz.. Onların yağmaladığını istiyoruz..

İşte ötekilik bilinci burada lazım bize.. Camdan insanız ya, ruh insanız ya.. İçimizden geçip gidecekler yaaaaa…Artık yapmamız gereken içimizden geçerken burunlarını cama çarpmak..
Burunlarını camda kırmak.. Yada yol kenarında oturup çelme takmak yürürlerken.. Nasılsa suçlayamazlar; Biz camdanız, biz ruhtanız ve yokuz.. Kendi kendinize düştünüz deriz..
 
FARKIMIZIN FARKI..

Bir köy, kasaba, ilçe yada şehir yolunun kapandığını düşünün.. Yada şehir içi yolların.. Neyle kapandığının önemi yok.. Kar olur, sel olur,çığ olur..Yada Denizde dev dalgalar içinde mahsur kalırsınız.. Deprem olur toprak altında kalırsınız..
Uç örnekleri de çok vardır bu olayların.. Adam yada kadın paşa gönlünü eğlemek için, sevgilisiyle gezmek için ve de kafasını dinlemek için dağlara çıkarlar ve oralarda mahsur kalırlar.. Nedeninin afet olması gerekmiyor yani.. Nedeni aranmaz hiçbir zaman.. Sorgulanmaz.. Ne işi varmış orada denmez.. Kendi salaklığı denmez.. Kedi kuş için bile geçerli artık bu tür olaylar.. Keyfi yada doğal afet olduğu sorgulanmaz.. Trafik kazalarında bile kazaya sebep olanda yardım görür..

İnsanlar kendi güçleri ile kurtulamazlar bu belalardan.. O devlet denilen, o toplum denilen örgütlü güç ve bilinçten yardım isterler.. Yardım istemek, duyurmakla yeterlidir.. Ayrıca yalvarmaya, prosedürlere bağlı değildir.. Denizdeysen S.O.S, yangındaysan ,alo yangın, yada neyle karşı karşıyaysan o ortak bilinç ve örgütlü güç’e haber vermen yeter..Seferber olur..Maliyeti düşünülmez..

Duyurmak yeterlidir.. Kime ne olursa olsun , duyurmak yeterlidir..Yerel yönetimlere, örgütlü devlet güçlerine, görenlere,duyanlara.. Harekete geçmek zorundadır herkes.. Böyle kodlanmıştır, şartlanmıştır insan bilinci.. İyi de olmuştur.. Gidilir oraya el birliği ile insanların önü açılır.. Yaşaması, normal sayılana dönmesi için önü açılır insanların.. Hayvanlarında diyelim.. Yardım isteyen için bu HAK’tır.. Yardım eden içinse SORUMLULUK’tur.. Yardım isteyen burada yardıma geç gelinmesini eleştirebilir, az bulduğunda ve zararları doğduğunda sorumlular hakkında dava bile açabilir.. Bütün bunlar bilinçtir, haktır, sorumluluktur ve hukuktur..Önü tıkanan insanın önü açılmalıdır.. Evrensel değer bunu gerektirir..

Engellilerin durumu aynıdır aslında.. Tüm beklentileri, önlerinin açılmasıdır..Sokağa çıkması için, eğitim alması için, işe girmesi içi, rahat barınması için, önünün açılması gerekir.. Cebinde parasının olması gerekir.. Sevmesi ve sevilebilmesi için ön yargılardan uzak tutulması gerekir.. Oda en az diğer zorda kalanlar kadar zordadır.. S.O.S vermektedir.. Bu işin zamana yayılması kadar iğrenç bir düşünce olamaz.. İmdat diyen insana önce şu işimi bitireyim, sonra gelirim sana diyemez kimse..Niye önünü açalım, acelen ne diyemez kimse.. Dışarıda ne işin olabilir diyemez kimse.. Haklı bir neden öne sürmek zorunda değiliz.. Sormalarına izin vermeyin sakın..Tartışmayın da.. Böyle ikna ediyorlar taş olmuş, duymaz olmuş vicdanlarını.. Dağ başlarında onların ne işi var onu düşünün en uç olarak.. Yaşam demek ev demek değil.. Çıkabilmeli insan istediğinde..Fütursuzca hem de..Hiç nedensiz hem de.. Öyle yüce nedenler aramayın dışarıda olmak için.. Ayrıca anlatın herkese, kimseye ve kendimize zarar vermeyiz .

Önümüzü açın.. S.O.S veriyoruz.. Sizin aklınızın alabileceğinden daha zordayız.. Siz iyisiniz iyisiniz, demekle iyi olmuyoruz.. Çok zordayız, saatli bombayız.. Önümüzü açın lütfen..
Bütün işinizi gücünüzü bırakın lütfen.. Bu olmalı bizim ötekilik bilincimizin temeli..Herkeslerde böyle bilmeli..

Taaaaki bu gün oynanacak BJK-Galatasaray Derbisine her engellinin, sıradan bir sağlam kadar rahat gidebildiği bir ülke oluncaya kadar sürmeli bu kavga..

Not; bu bilinç kollektif oluncaya kadar bu başlığa yazacağım..
 
Durun, ben yine biraz muhalefet yapayım.. :rolleyes:

Verdiğin örnek, bizle pek örtüşmüyor gibi geldi bana, be Hasanım.. ;)

Oradaki olay "anlık"tır! Bir hafta sonra gündem değişir, her bi şey unutulur, evli evine köylü köyüne döner..

Bizde öyle mi ya?!

Çoğumuz ömür boyu sakatız, ömür boyu engelliyiz!!

Bir başka örtüşmeyen yan: Örnekteki olayın kahramanları 2 kişi.. Biz nüfusun %12'si ve 8,5 milyon diye söylüyorlar.. Bizler de bu sayıya bakıp, her seçim öncesi gaza geliyoruz ve "parti kursak aynnnnen iktidarız" diye hava atıyoruz. (breh breh :p)

De bakem..:) Senin elemanlar bunu diyebiliyorlar mı? ;)

Ayrıca bilmez misin ki… Yurdum insanının karakterinde "sürdürülebilir salaklık geni" mevcuttur.. :p

Birkaç nesil önce: "Ah yazııııııık.. Çok da güzelmiş, ama sakat" der..

Birkaç nesil sonra: "Ah yazııııııık.. Çok da güzelmiş, ama engelli" der..

Birkaç nesilde sadece bir kelime değişmiştir! O da utana sıkıla.. :(



Bak Bülent'in bulduğu "enfes ironik ilan"da: "Okur yazar, Kardiyoloji uzmanı" aranıyor. Demek ki, bu kardiyologların "okur yazar" olmayanları da varmış.. Ben onlara "okumaz yazar" diyorum.. Sadece kardiyologlarda değil her kesimde ezici çoğunluktalar onlar.. :(

Ol sebeple, sen burada bu tür yazıları 8000 defa da yazsan arzuladığın bilincin çok yanı açıkta kalır..

Tamam.. Başka bir yazımda Çağdaş silah: KALEMdir. dedim ama bizim mermilerimiz hem yetersiz, hem etkisiz!

Yazma! Demiyorum.. Tam tersine yaz.. İnatla yaz! Ama ööle "kollektif bilinç" falan deyu yükseklerden uçma! :p

Kollektif bilinç sadece okumayla değil, YAŞANARAK elde edilir! Yani hem okuyacak, hem yaşayacaksın!!
 
Üst Alt