Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Engellilerin uğradığı şiddetin boyutu nedir? [Tartışma]

Şeker kız bu konuda çok önceden yazdığım bir yazı vardı.. Bu konuyu hep düşünmüşümdür, uygarlıkla kadın ve erkeğin ilişkisini yani.. Orada da benzer düşünceler koymuşum aslında.. Galiba seni yanıltan erkekleşen kadınlar diyeyim şimdilik kaçamak yapmak için.Haklısın bu gün kadın şiddete yönelmiş, şiddetin belirtilerini üzerinde taşımaktadır.. Genede şiddet konusunda en temiz olan kadındır diyorum ben. Konuyu şiddetin temellerinde ararsak , hangi temel konuyu çözmeye kalkarsak kalkalım, tüm sorunlarla uğraşmak zorunda kalırız formülüme uygun sonuç ortaya çıkar.

O tarihte yine bu siteye şunları yazmışım;

UYGARLIK VE KADIN
Dişi doğurmaya kodlanmıştır.. Doğurmak doğal kodlanmadır varlıkta.. Dişinin doğal kodlanması ile barışıklığı vardır.. Kişinin kendi ile barışık olmasından bahsetmiyorum ben.. O ayrı bir olay..Ben burada doğal kodlanmanın dişi üzerindeki etkisinden söz ediyorum.. Dişinin doğal olarak kodlanmışlığı (Yaratılışı desem başka şeyler çıkacak) Dünya ile barışık olmayı da beraberinde getirmiştir.. Varlığı ile barışıktır Dişi.. Onu sorgulamaz.. Kabul etmiştir.. Mutlu bile diyebiliriz bu Dünyada.. Dünya Cennetidir desem yeridir.. Niye varız yerine, mutluyuz ya işte der Dişi..

Yerleşmiştir Dünyaya onun ruhu.. Yerleşiktir ruhu.. Yerleşerek Cenneti yaratacağına inanır.. Çiçek eker durduğu yere, su ister.. Ağaçları, otları tanır.. Toplar çevresinde olan her şeyi.. Taş üstüne taş koyarak sahip olduklarını korumaya alır..

Uygarlık yerleşme demektir.. Kadın kendi cenneti için yerleşmeyi seçer.. Kendine ait olanları korumak için evler oluşturur.. Şehirler olsun ister kendi soyundan.. Evlerde sular ister.. Evlerde cennet ister.. Evlerde aynalar ister.. Evlerde kendi cennetini kurar Dişi.. Onun için ipek üretilir, altın tasarlanır ve bulunur.. Dişi cennetini erkeğe kabul ettirmiştir.. O yüzden uygarlık dişi demektir.. Bin bir koku, binbir lezzet, binbir renk onun ruhu için üretilmiştir. En hızlı olan ona ulaşmak için değil, ondan duyulacak güzel bir memnuniyet nidası içindir..

Dişi yeryüzünü vatanı kabul eder.. Yeryüzünü cenneti kabul eder.. Yeryüzünün sanatı, incelikleri onun ruhunun temsilcisidir.. O erkeği de bu cennete ortak etmiştir.. Yükselen aslında dişi ruhtur.. Yeryüzü uygarlığı erkek tarafından onu mutlu etmek için kurulmuştur.. Efendi onun ruhudur..
 
Hasan abi ben fikrimi savunmakta ısrarlıyım bu konuda :) Başlık engellilerin uğradığı şiddetin boyutu ise ben annelerin istemeyerek bilmeyerekte olsa çocuklarına en acı en ezici şiddet türü olan psikolojik şiddet uyguladıkladıklarını düşünüyorum.Bunun kadınların erkekleşmesiyle falan alakası yok.Erkekleşmek değilde daha doğru tabirle özgürleşmek diyelim buna.Önyargıları kırıp esaretten kurtulması kadınların.Özgürleşmekte yıkıcılık getirmez.Her kötülüğün başı baskı bağnazlık esaret önyargı kısıtlanmaktır diyorum ben.Bu devirdeki annelerin de eskilerden çok daha bilinçli olduğunu söyleyebilirim rahatlıkla.
Psikiyatri hastalarının çoğu hastalıklarından annelerini sorumlu tutarlar.Çünkü çocuğu yetiştirmede baş sorumlu annedir.Benim çevremdede aile sorunu yaşayan engelli engelsiz arkadaşlarım çoğunluğuda annelerinden nefret ediyor.İnanılmaz şeyler anlatıyorlar.Ve bu arkadaşlarımın geneli yaşı büyük eski nesil insanlar.Ha bunlar istisnadır dersiniz belki ama hayır değil.Bu durum yıllardır filmlere bile konu edilmiştir.Psikolojik gerilim filmlerin çoğunda anne,öğretmen bakıcı şiddeti işlenir.
Ben hayatın pekçok alanında erkeklere biraz haksızlık ediliyor fazla üstüne gidiliyor diye düşünmüşümdür hep.Vede halen öyle düşünmekteyim.

Bak bu konuda en son izlediğim çok güzel bir örnek film öneriyorum sana.Nesilden nesile aktarılmış bir şiddet hikayesi...Senin konuyada uygun ve İbret verici bir yapım...
memory-hafiza_korku-film.jpg

Hafıza (Memory)

Filmin Konusu:
İşinde başarısıyla ünlü olan bir psikiyatriste, bir gün hayaletleri gördüğünü söyleyen küçük bir kız çocuğu getirilir. Bütün vücudundan yara dolu olan çocuğu annesinin dövdüğü düşünülmektedir. Fakat sonradan ortaya çıkanlar herkesi şaşkına düşürecektir...
 
İlköğretim 3. sınıfta okuyan cici bir yeğenim var. Müfredat gereği sık sık şiir ezberlemek zorunda kalıyor. Geçen hafta sonu hep beraber arabaya atladık, yakın bir yerlere gezmeye gidiyoruz. Şiirini yanına almış, dize dize, kıta kıta okuyor, sonra tekrar ve tekrar. Ee, tabi bir müddet sonra sözler ister istemez insanın diline, oradan da bilincine işliyor. Şiiri aynen aktarıyorum:

Cumhuriyet
Türk milleti savaştı
Yüce istiklâl için,
Sonunda temelini
Attı Cumhuriyetin.

Atamızın yolunda
Her zorluğu aşarız,
Biz sağlam Türk gençleri,
Neş’e ile coşarız.


Bin dokuz yüz yirmi üç
Yirmi Dokuz Ekimde,
Şan ve şeref içinde
Erdik Cumhuriyete.

Var olsun Cumhuriyet
Yaşasın Türk Milleti,
Bizler yaşatacağız
Şanlı Cumhuriyeti.

Ali PÜSKÜLLÜOĞLU​

Önce -koyu ile yazdığım dizeleri- garipsedim. Kötüye yorduğumu düşündüm. Hani mecazi anlamda “güvenilir, dayanıklı” demek istiyor diye düşünmem gerek dedim. Ama hayır, 10 yaşında çocukların bir çoğu “BİZ SAĞLAM TÜRK GENÇLERİ” derken sağlamdan, güvenilir ve dayanıklı olmayı çıkartması mümkün mü? Bir yanda da kendi kendime söyleniyorum, "Sağlamlık ne kadar arzu edilen bir hal ki, neşe ile coşmak için bir ön şart teşkil ediyor". Sonra yine kuruntu yapıyorum, öküz altında buzağı arıyorum diye çıkıştım kendime.

Bu şiir ve daha birçok metin ve konuşmada sevgili bülent'in "dil" konusundaki irdelemesini doğrulayan göndermelerle karşılaşmamak elde değil. okuduğum her metinde altan alta sezilen, sakat ve sağlam mukayesesini hassasiyetim gereği daha açık duyumsuyorum. ve sakatlık durumunun -öyle kabul ederseniz- "negatif" yüklü anlamının sakatlara karşı duyuş, hissediş ve sonuçta da sakatların nitelikleri arasına sızışını irkilerek görüyorum. bu yüzden sakatlığı bir durum olarak istenmeyen veya kötü olarak kabul ettiğimiz takdirde sakat da bu kabulden ister istemez etkileniyor. burada bir çizgi çizip, sakatlık kötüdür; amma sakatlara laf ettirmem demek biraz zor.
 
Bu gün harika bir gün geçirdim sevdiğim insanlarla ..
İstanbul’dan eskimeyen dostluklara örnek dostlarım geldi Antalya’ya.. Ampute futbol ligi maçları için.. Baştan söyleyeyim İstanbul 3-0 aldı maçı.. Fakat ben kimi tuttum maçta inanın bilemedim.. İtiraf ediyorum ben azda olsa Antalya’lı olmuşum.. Üzüldüm onların yenilmesine .. Fakat İstanbul’un yenmesine de sevindim… Neyse..

Genç insanlar.. Kalecilerin bir kolu olmuyor.. Diğer futbolcuların ise tek ayakları eksik yada sakat.. Biri sağlam ayaklarının.. İki kanedyen ve tek bacağın olağanüstü uyumu gerekli.. Topa kanedyenle yani değnekle vurmak ve dokunmak yasak.. Rakip futbolcunun kanedyenine dokunmak da yasak.. Şöyle anlatayım, ortada kanedyenler var ancak onları yok saymanız gerekli.. Sesleri ve görüntüleri olmuyor sahada.. Öyle hayal edin.. Topa vuran ayaklar ve eller.. Olmadı bu cümle, topa vuran ayak.. Topu tutan el .. Sadece fark bu.. Hız valla çoğu futbolcudan iyi..

Yıllarca Ali Sami Yende futbol izledim ben..Çıplak gözle .. Futboldaki hırsı, kazanma isteğini ve başarmanın getirdiği sevinci, başarısızlığın mutsuzluğunu iyi bilirim.. Bambaşka bir dünyadır futbolu oynayan ve seyredenlerin ortaklaşa duyumsadığı dünya..

İnanır mısınız her şey aynıydı.. Kanedyenlere yaslanan her duygu aynıydı.. Hiçbir şey farklı değildi.. Mutlu olmak aynıydı.. Hırs ve sevinç aynıydı.. Kahrolmak aynıydı.. Ve insan olmak aynıydı.. Ali Sami Yende futbol oynayan her futbolcu kadar futbolcuydu bu günkü eksik bedende atan yüreklerin futbol sevgisi.. Ali Sami Yendeki her futbolcu kendini nasıl futbol ile ifade ediyorsa onlarda kendilerini futbol ile ifade ettiler..

Seyirci vardı, çok sayıda olmasa da azda değildi.. Kimse aaaaa! demedi.. Biliyorlardı kimlerin top oynayacağını. Futbolcuların nasıl oynadığını biliyorlardı.
her şeyi baştan biliyorlardı.. En güzeli futbolcularda biliyordu, seyircilerin ve hatta çekim yapan tv kanalının kendilerini bildiğini..
Bu iki taraflı bilmek, tanımak ve kabul etmek ortaya harika bir uyum çıkardı.. Kimse eksik bedenden korkmadı, irkilmedi, acımadı, düşünce ah vah etmedi.. Futbolcularda eksik bedenlerini göstermekten utanmadı, çekinmedi.. Ortaya konan futbol kurdu iletişimi.. Futbol düşünüldü, alkışlandı,sevinildi,üzülündü .
İnsan olundu yani..

Sonra bu başarıları benim rehberliğimde güzel bir yemek ile kutlanıldı.. Deniz ile nehrin birleştiği yerde olan bir yüzen restorantta, orada olan yüzlerce kişi içinde, şarkılar eşliğinde gönüllerince kutlandı bu başarı.. O yüzlerce kişi onlarca sakatın eğlenebildiğine önce çok şaşırdı, sonra gıpta etmeye başladılar.. Herkesten çoşkulu olan bizdik orada.. Bunu paylaşmak istedim..
 
Dil olmasaydı düşünce olmazdı. Düşünme ise, adlandırma yoluyla olmuş. Böylece nesnelere ad verilmiş, sonunda soyutlama ve kavramlar oluşmuş. Böylece dünyayı dil ile kavrıyoruz.

Daha önce sakatlığın bir şeyi nitelediğini ve sağlam olanı sakat olandan ayırt ettiğimizden söz etmiştim. Sakatlık bir soyutlamaydı. Ortak olan bir niteliğe işaret ediyordu. Zaten dil de nesnelere bir ad verilmesi ve bunun sonunda soyutlama ve kavramlardan oluşur.

Sakatlık bir soyutlama ise, yalnızca şimdiye işaret etmiyor. Bu soyutlama, geçmişi, şimdiyi kapsadığı gibi geleceği de kapsıyor. Evet, somut olarak bir tikele işaret ediyor. Yani, ben bir birey olarak sakatlığın niteliklerini taşıyorum. Ben bu niteliğimle diğerlerinden başkayım. Ayrıyım. Ancak, soyutlama yaptığımda bu genel bir kavram oluyor. Peki, tüm değişimlere karşı aynı kalan bir şey var mıdır? Tabii ki, yoktur.

Öyleyse, sakatlık kavramını hem genel anlamda hem de özel anlamda incelemek ve ayrımcılık olgusuyla birlikte değerlendirmek gerekiyor. Bu anlamda sakatlığı yani genel kavramı teknik ve teknolojiyle ilişkinlendirmek gerekiyor. Sakatlıktan kaynaklanan bir yoksunluk, teknoloji ya da teknik aracılığıyla farklı bir duruma sokulabilmektedir. Yani, değişebilmektedir.

Ancak, biyolojik ve sosyolojik tüm ayrımlar, sanki değişmeyecek, kalıcı bir niteliğe işaret etmekte, böylece belleğimizde bir “idea” oluşmaktadır. Ben de tekil olarak o ideadan bir pay almaktayım. Böylece çok olanın sahip olduğu bir niteliğe kutsallık anlamı yüklenmektedir. Bana ise, bir değersizlik yüklenmektedir. Böylece, benim bir ayrımın, bir niteliğim, bir yoksunluğum bir ideleştirmeye, yani, simgeleştirmeye dönüşür. Gelip geçiçi şeyler, değişmez gibi algılanmaya başlar. Ya da olağan bir durum, öz olarak algılanmakta, kavram gerçekçiliği ile yüceltilmekte ya da değersizleştirilmektedir.

Yani, insanı, düşünme ve dil bağlamında görmeyen, onun bir özü ya da ilineklerin toplamı olarak görmeyen bir ontoloji yok mu? Tabii ki, var. Böyle bir ontoloji varsa, birilerine kutsallık, diğerlerine değersizlik yükleme de olmayacaktır. Ayrımlarımız olmayacak mı peki? Tabii ki, şu ya da bu biçimde bütünün parçalarının biçimleri de olacaktır. Ancak, bunlar, türünün temsilcisinde hep aynı olacak değildir. Zaten burada da bir belirleme söz konusu değildir. Çünkü, adcılıkta bir ayrım yüceltilmez. O yalnızca bir addır. İnsan, somut olarak ele alınır. Oysa, kavram gerçekçiliğinde ya da özcü anlayışta hep öne çıkarılan bir nitelik vardır. Böylece insan, bir gen topluluğuna, hastalığa ya da ekonomik topluluğa indirgeniverir. Sonuçta, insan ideleştirmenin etkisiyle bütünselliği yitirilir.

Ben okuduklarımdan yola çıkarak felsefi açıdan sakatlığa bakmaya çalıştım. Ancak, sakatlığa sosyolojik olarak bir olgu olarak bakarsak, bu olgunun dil ile ilişkisini incelersek, öyleyse, şu soruyu sormamız gerekir.

Dil aktarılanı etkiler mi, biçimlendirir mi? Nasıl? Bu sorunun yanıtını belki başka bir iletide veririm. Şimdi pek zamanım yok.

Kuyucak’ın yazdıklarını da kısaca değinmek gerekirse,

Engellilere yönelik olarak şiddetin kaynağının direkt olarak erkek egemenliği olmadığını, dolaylı yoldan etkili olduğunu düşünüyorum. Ancak, kadınlara ya da engelli kadınlara yönelik olarak geliştirilen şiddette ise, bu egemenliğin baş rolü oynadığını söyleyebilirim. Kadınlarla ilgili genellemelerine de katılmadığımı söyleyeyim::confused::confused:)) Bu arada ben hiç ampute maçına gitmedim. Yazdıklarını okuyunca bu tür maçlara da ara sıra giderek, insan olmanın sevincini yaşamak gerektiğini düşündüm birden… Demek ki, paylaşımın ben de bir edilgin güç yaratmış:):)
 
Dün akşam haberlerde izledim;
4.Özürlüler Şurasında Sakatlar Konferasyonu Başkanı konuşmak istiyordu ama konuşturulmuyordu..Ortaya traji komik hatta kara mizahlık görüntüler çıkmıştı..
-Başkan iri yarı bir adam pes etmiyor korumada onun ağzını kapatmakta epey zorlandı..Az kaldı Başkanında adama saldırmasına ama kendini tuttu..
-Oradan bir katılımcı bağırıyordu; ''Gücünüz Köre mi yetiyor?'' diye..
-Başbakan o sesten rahatsız oldu ve dediki;''Gereğini yapın.Bu adamla ordu başa çıkamaz.''

Özürlüler şurasında konuşturulmayan Sakatların bütün örgütlerinin en tepedeki örgütünün başkanı..Tüm sakatları temsil eden adam özürlüler şurasında konuşamıyor, bu şürada saaktlara söz verilmiyor..Yaka paça dışarı atılıyor..

Çok düşündürücü bir olay aslında.. Sakatlara deniyorki; ''Sen karışma senle ilgili olaylara.İlla karışırım diyorsan şiddete maruz kalırsın.Haddini bil sakat! Sakat olduğuna bakmadan bu işlere karışıyorsan dayağı hak edersin''
İşte şiddet dediğim bu benim. Bize dayatılan yaşama karşı çıkmayı bırak onu eleştirme hakkımız bile yok. Eğer bunu yapmaya kalkışırsanızda ağzınız anında kapatılıyor.
Önüne atılanla yetineceksin deniyor..

http://www.engelliler.biz/forum/ayr...tartaklayan-basbakan-korumalari-tartisma.html
 
Pasaman aslında iyi ki bu konudaki eksiği gösterdin..Gene de senin düşüncelerine ters olacak ama baştan söyleyeyim. . Bu ayrıntının kalın çizgilerle belirtilmesi gerekir..

Haklı olduğun konu bu tavrın genel olduğu.. Artık gazetelerde çıkan haberlerde ortak kanı, kurulmaya çalışılan sistemin adının istibdat devleti, polis devleti, faşist devlet olduğudur.
Koca kulak tartışmalarında açıkça görüldü ki en ufak muhalefet odakları bile denetim altına alınmaya çalışılıyor.. Biz jurnalcilik dönemlerini çok iyi biliriz. Oradan feyz aldıkları kesin.
Ancak faşist beyinlerin her zaman baş vurdukları yöntem ise propaganda ile kitleleri yanlış yönlendirmektir.. Fakat bu olay iktidarın güç oranı ve kültürü ile orantılıdır.. Şunu diyorum
İstediği an kabalaşabilir, baskı uygulayabilir fakat geniş kitleleri kirli bilgi ile yanlış bilgilendirir.. Şunu da ekleyeyim hiçbir Şurada o toplumun sivil temsilcisine söz vermemezlik edemezler..Bir iktisat şurasında, bir hukuk şurasında onların kanuni örgütlerine söz vermemek gibi olaylara cesaret edemezler..

Oysa onlara yapılan baskı ve yanıltma politikalarına bile gerek duyulmuyor engellilere karşı.. Doğrudan şiddet uygulanıyor.. Asıl şiddet dediğim şeyse orada Sakatlar konfedarasyonuna söz vermemektir.. Sakatların sorunlarının görüşüldüğü bir şurada sakatların konuşturulmaması şiddetin dik alasıdır.. Benim bu başlığı açmama neden zaten kafalardaki bu bakış açısını sergilemekti.. Burada ise Başkanın şiddete uğraması olayın üstüne tüy dikmek oldu.. Bizim farkımız işte bu..
 
:) öyle seviorum ki bu sitedeki - özellikle de ayrimcilikla mücadele forumundaki - tartishmalari! :)... sizleri okuyarak takip etmeyi daha cok sevsem de arada bi bishiler yazarak araniza katilmaktan da büük zevk aliom... monalisa'nin tatli tatli sohbet konusundaki düshüncesini aynen paylashiom; bu taraftan da aynen öyle hissedilio ;)...


norvecli feminist berit as'a göre belli gruplara baski uygulamak icin besh iktidar teknigi [SIZE=1](bknz)[/SIZE];
1. görünmez yapmak; belli gruplari (farkinda olarak veya olmayarak) unutmakla, yok saymakla, bilmezlikten gelmekle, onlari görmemekle, görmemezlikten gelmekle, konushturmamakla, duymamakla, duymazliktan gelmekle, dinlememekle (tartishma esnasinda bashka bishilerle ilgilenmekle) gercekleshtirilir...

2. gülünc duruma düshürmek; kishilerin yaptiklariyla dalga gecmek; yapilanlarin önemine ilgi göstermeden yapilish sheklinin komikligi üstünde israr edip gülmek, konushulanlarin icerigi ile ilgilenmeyip konushma tarzina gülmek; kishilerin davranishlarini bazi hayvanlarin davranishlarina veya ünlü komediyenlere benzetip gülmek...

3. bilgiden alikoymak; bilgi sahiplerinin, bilgeleri sadece belli gruplarla paylaship belli gruplardan/kishilerden uzak tutmasi; kishilerin karar süreclerinden uzak tutulmasi ya da bilgi eksikliginden dolayi 'yanlish' (ya da farkli) kararlar almasina sürüklenmesi...

4. ne yaparsa yapsin suclu durumuna düshürmek (double-bind); ashagi tükürsen sakal, yukari tükürsen biyik meselesi - iki ucu moklu deynek de denilebilir :); örnegin tecavüze ugramish bi kadinin, "kancik köpek kuyruk sallamasaydi bashina da bunlar gelmesdi!" diye suclanmasi... öte yandan da (belki de öyle durumlara düshmemek icin) feminenligini bastiran, erkek gibi davranan kadinlarin eleshtirilmesi... ya da calishan kadinlari cocuklariyla ve eshleriyle yeteri kadar ilgilenmemekle suclamak - öte yandan da yönetici pozisyonlara giren kadinlarin sayisinin azligindan shikayet etmek...

5. suc ve utanc yüklemek; kishileri utandirmak ya da icinde bulunduklari olumsuz durumlardan kendilerini sorumlu tutmak, ya da kishileri uluorta teshhir ve/veya rezil etmek; tecavüze ugrayan "kancik köpek" örnegi bu teknige daha da iyi uyuyor (ama ardindan feminenligini bastiran kadinlar eleshtirilmio, bütün kadinlari carshafa sokarak kökten cözülüo mesele :))... veya eshinin baskisi altinda oldugundan shikayet eden bir erkegi kilibiklikla suclayip onunla dalga gecmek... veya cogunlugu egitimden mahrum biraklimish insanlardan olushan engelli kesimini, örgütlenememekle, kendini ifade edememekle, hakkini aramamakla, kendine acimakla suclayarak icinde bulundugu durumdan ta kendisini sorumlu tutmak...

sevgili kuyucak'in demesiyle shiddetin dik alasi degildir de nedir bunlar? :)...sadece beshinci teknige engellilerden örnek verdiysem de hepsinin de engelliler üzerinde korkunc bi ölcüde uygulandigina inaniom... sadece bu sitenin forumlarinda bile binlerce örnegine rastlayabiliriz bunlarin...


***

sakatlik olgusunun dil ile ilishkisine yönelik sordugun soruya verecegin yaniti sabirsizlikla bekliom, sevgili mona :)... ama beklerken, soruyu okur okumaz (eger dogru anladiysam tabe) aklima gelenleri de yaziym hemen bi yandan dedim... babenjimin cok sevdigi deyimle beyin firtinasi olsun biras :)...

dil ile sakatligin kendisi degishtirilemez elbette... ama sakatligin algilanmasini degishtirmekte azimsanmicak kadar büük bir rol oynadigina inaniom... burada cirkin bulunan sözcüklerin yerini shirin bulunan örtmece sözcüklerle doldurarak biryerlere varmaya calishmaktan bahsetmiom... cirkin bulunan sözcügün yaptigi cagrishimlar degishmedigi sürece, yerine dünyanin en shirin sözcügünü kullansak bile ayni cagrishimlari yapmasi zaman meselesidir sadece - ondan sonra ishin yoksa al yeni bastan, bashka bi sözcük bul :)... dille shirinleshtirme konusu daha önceleri oldukca genish bi shekilde tartishilmishti bicok kez burda ama bulamadim - zaman ashimina ugrayip silinmishtir belki de :)... ama o cagrishimlarin shekillenmesinde (olumlu/olumsuz) tecrübelerin etkisi oldugu kadar kullanilan dilin de etkisi var diye düshünüorum... dil deyip gecmemek lazim... dil ile birilerini/bisheyleri yerin dibine de batirabilirsin, göklere de cikartabilirsin; mobbing de yapabilirsin, ayrimcilik da uygulayabilirsin, shiddet de - insanlari, senin leyhine, onlarin aleyhine yönelik manuple de edebilirsin, vs. vs. ... "sakatlik sorunun ta kendisidir" gibi ciddii iddialarin büyük bi dikkat ve hassasiyetle ele alinmasi gerektigini düshünmemde bunun büyük bir payi var... yanlish anlashilmasin; sakatlik göklere cikartilsin demiorum - ama yerin dibine de batirilmasin... tipki saglamligin tapilasi bir sheymish gibi göklere cikartilmasina karshi olmam, onun yerin dibine batirilmasini istedigim anlamina gelmedigi gibi... manüple etmeyi biraz kenara birakip, müsade edilsin de insanlar kendileri karar verebilsin...

not; hersheyi parca pincik edip incik cincik sheylerin üstünde durarak bile :) sinirlerini bozmadigimi bilmek, yazarken aldigim keyfi kendi kendime frenlemeden, seninle daha bi gönül rahatligiyla, daha bi keyfle tartishmami saglicak, sevgili mona, cok saol :)...
 
merhabalar kardeşler sizin paylaşımlarınızı okudum bende bazı cümleleri kurmak için iki satır karalamak istedim bizi yaradan mevlam bizi yaradırken bize bazı hediyeler vermiş gözden ayaktan koldan veya herhangi bir azadan ama bunu veren bizi yaradan şimdi özür insanın taşıyabilecegi bir emanetir özürlü olan aslında bizler degiliz bizi özürlü görüp kınayan hakir gören insanlardır bunun hesabıda çok agırdır yüce yaradanım ne diyor benim bir kulum bir kulumun kusurunu örterse ben onun bin kusurunu örterim diyor bu bir ayetir şimdi ben bedensel özürlü degilim kalp astım ona benzer rahatsızlıklarım var ama sonuçda özürlüyüm bu özürü bana ALLAH verdi ALLAHA isyanmı edeyim neden beni böyle yaratın diye onun için bu manevi özürlü kardeşlerimiz kalplerini bir tamir etrsinler gençlik insana baki degil hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum mevlana diyarı konyadan selam ve sevgiler.
 
Dedim ya toplumu oluşturan her zümre bu şiddetten haddince pay almakta.Sakatlar da haddince pay almakta.Niçin?Çünkü sakatlar olarak nitelendirilen uzuvsal noksanların hayata iz düşümü ya da otoriteye iz düşümü öyle çok yıkıcı değil...En amiyane tabirle cürmü kadar...Hal böyle olunca da,gayri nizami o meşhur kanun devreye giriyor.Büyük balık küçük balığı yer!

yikici degil derken? pardon ama anliamadim burda ne demek istedigini? :confused:... uzuvsal noksanlarin hayata ve otoriteye projeksiyonu daha yikici olabilmesi icin bu noksanlar daha da "büyütülmesi", daha da yerin dibine batirilmasi, daha da sorunsallashtirilmasi, daha da acinasi bi shekilde sergilenmesi mi gerekio... o zaman sakatlarin shiddetten aldigi pay kücülür mü demek istiosun?... ama o shekil bi "shiddetten muafiet" daha aci (ya da farkli) bi shiddet manasina gelmes mi?... böle bishi demek istedigini pek sanmiom, cünkü bu, gördügüm kadariyla eleshtirmek istedigin "büyük balik kücük baligi yutar" kanununu daha da bi desteklerdi... ama öle anlashilio shu an burdan? :confused:... biraz acar misin?...


bunun dishinda söylemek istedigini anladim sanirim... "bu ülkenin neresi dogru ki sakatlara yapilan muamelesi dogru olsun... bu ülkede kim mutlu ki sakatlar mutlu olsun... büyük baliklarin kücük baliklari yuttugu bir ortamda elbetteki yutulucak sakatlar... ne bekliodunus ki!"... mealinde bishi demek istiosun sanirim... "birakalim 'sakat edebiati' yapmayi da (andante'yi cok ösledim, yawf :() ülkeyi düzeltelim!... o zaman sakatlar da herkes de daha mutlu olabilir"... mealinde bishi demek istiosun sanirim...


o halde (bi yere kadar) haklisin, türkiye'de (ve hatta dünyada) shiddete, ayrimcilga, haksizliklara maruz kalan bitek sakatlar degil... herkes payini alio bitürlü... kimin payi daha büyük, kim daha cok aci cekio gibi anlamsiz bir tartishmaya girmeye de hic gerek yok bence de... elinden en sevdigi oyuncagi alinmish kücük bir cocugun acisi, sakatligi yüzünden/bahanesiyle sevdigi kizla evlenemeyen abisinin veya bi depremde bütün malini kaybetmish babasinin acisindan daha büük olabilir... kim bilebilir ki bunu... ölcemeyiz ki... ama;
1. sakatlar sadece sakatliktan ibaret degiller, "ayni zamanda kadin/erkektirler de, yetishkin/cocukturlar da, yashli/genctirler de, düshünceleri de var, eshcinsel de olabiliorlar, onlarin da bi etnik kökeni, bi dini, bi dünya görüshü, bi yashama tarzi, bi... bi.... bi neblim, sakatlik dishinda ayrimciliga sebep/bahane görülen nice, nice sheylere de sahiptirler (...) bütün bunlardan siyrilip sadece sakat olmamizla ve bu yüzden ugradigimiz ayrimciliga younlashmamiz mümkün mü sence?" (bknz)... ama ne zaman ki bi insan sakatligiyla ilgili ugradigi ayrimciliktan, haksizliktan bahsetse, "bitek sakatlara mi yapilio ayrimcilik canim, biz kadinlara / yoksullara / türklere / romanlara / müslümanlara / yahudilere vs. de yapilio, büyütme o kadar!" türünden bi tepkiyle karshilashio genelde (örnegin monalisa'nin arkadashlari)... sanki o insan (örn. monalisa) bütün bu sayilanlarin üzerinde bi yerlerde duran bi yaratik, bunlardan uzak, farkli bir türmüsh gibi... alo??? :)... ne demek oluo bu? :)... ayrica, sevgili saros1'in bahsettigi, sakatligi olan 25 yashindaki roman arkadashin yashadiklarina ne demeli?...

2. shiddet, dishlama, haksizlik her zaman kötüdür, sadece sakatlara yapildigi zaman degil... hic bir zaman hafife alinmamalidir!... ama sakatlara - sakatlik bahanesiyle - uygulanan shiddeti aciga cikarmak, farkindalik yaratmaya calishmak, "bashkalarina" uygulanan shiddeti meshrulashtirmak veya hafifletmek anlamina gelmez ki?... bu noktadaki sikintilari anlayamadim gitti bi türlü :confused:... ki birinci shikta da dedigim gibi sakatlar o "bashkalarina" da dahiller, soyutlanamazlar ki?!... ama "büyütme canim! herkes yashio bunlari! bitek sakatlar degil!" gibi bir tepki hem soyutlamanin dik alasidir, hem de yapilan ayrimciligi 'hafifletmek', kücümsemek, ve hatta belki de meshrulashtirmaktir... diger bashlikta da dedigim gibi ayrimcilik/shiddet oldukca kompleks bir sorundur... o kompleksligi yenmek adina, sorunu ele avuca gelebilir, idare edilebilir parcalara bölmekte bi sakinca göremiom ben shahsen - sorunun bütünlügünü ve "parcalar" arasindaki ilinti ve ilishkileri göz önünden kacirmamamak shartiyla tabe!!! :)... bu manada aciga cikartilan, farkindalik yaratilan her (gizli) ayrimcilik sevindirir beni (ayrimciligin kendisi deil tabe, aciga cikartilmasi!!! :))... hele ki birde bu, hangi bahaneyle kime yönelik olursa olsun, pastadaki paylarin bi tanesinin olsun eksilmesine, yok olmasina yol acarsa sevincten ucarim :D... bütünlügünü göz önünden kacirmadigim pastanin kücülmesi anlamina gelir bu cünkü ;)... ve sanmiorum ki ne kuyucak ne oturanboga ne de bashka biri üzülsün buna :)...

sevgiler :)...
 
evet, biras öyle oldu :)...

shu an seni anlayip anlamadigimdan emin olamadigim icin bishiler söylemekten cekiniorum; yarindan tezi yok, yanima bikac sözlük alarak :) tekrar tekrar okicam paylashtiklarini :)... "hah! shimdi anladim galiba!" diyebildigim an kafamdakileri bi düzene sokup, fikrimi söylebilrim belki :)... (shimdi de yapardim ama uykusuzluktan geberiom :))... yine de bikac soru birakiym sana shuracikta :)...

Sevgili Rekursion,yıkıcılıktan kastım etki tepki olayı.Böyle sistemlerde güç esaslı bir işleyiş mevzu bahis.Eeee güç esas olunca otorite yumruğu atmadan önce geri dönüşünü şöyle bir aklının ucundan geçiriyor:“ben bu attığım yumruktan sonra iadeyi ziyarette ağzı burnu çarşı pazar edip groki olur muyum acep?” şeklinde:)Bence sakatların o geri dönüşü yok maalesef memlekette...Acı ama,kas yapmamız lazım bu konuda.Yumruk çok zayıf.Ve otorite el yumruğundan korkmadığı için iman gücüyle yapıştırıyor üçer beşer.Kabul etmeliyiz çelimsiz bir zümreyiz…Yani duygusal sömürgeç bir mızıklanma değildi kastım;)

evet, kastinin sömürgec bi miziklanma olmadigini zaten tahmin etmishtim de iadeyi ziaret yumrugundan bahsettigini mesajimi yolladiktan iki saat sonra tekrar okudugumda anlayabildim (nihayet! :)), ama degishtirmeye üshendim, bekliym bakiym pasamanca neler gelicek dedim :)... peki bu kas yapmayla ilgili önerinilerini de paylashir misin?... nasil gercekleshtirilicek sence?... belimize silah takip disharda saga sola sikmayi tam olarak nasil düshünüosun?... bizim patlattigimiz kurshunlardan cikan ses tam olarak ne olmali?... memlekette sakatlarin geri dönüshünün olmamasinin ve yumrugun cok zayif olmasinin altinda sence neler yatio?... peki daha önce bahsettigim, ayrimciligin, farkli farkli acilardan, ceshit ceshit yüzlerini aciga cikartarak, farkindalik yaratarak daha iyi anlashilmasi ve dolayisiyla cözümlenebilmesi fikrine ne diosun?... yanlish ise, neden? sakincasi nedir?... kisadan kestirip hepsinin altinda kötü niyet yatio demek, biras kolayciliga kacmaz mi? (ki kolayciliga karshi degilim shasen - yeter ki gercekten ishe yarasin; kolayi zora yeglerim :))...

neblim, shu an anladigim kadariyla bu iadeyi ziaret cözümü, burnumuzun dibine tutulan namluyu 180 derece cevirmek gibi geldi bana... pek icim isinmadi dogrusu... bahsettigin gibi sistemlerdeki mevzu bahis olan güc esasli ishleyish degil mi zaten eleshtirdigimiz... asil hedefimiz o degil mi?... cözümümüzü o güc esasli isheyish zemininin üstüne kurmak, bashlamadan kaybetmek anlamina gelmes mi?... akila hitap eden, vicdana hitap eden, insanin icindeki iyilige hitap eden bi cözüm bulmak, daha akillica gelio bana... ne blim, ben güveniorum insanin icindeki iyi tarafa...

ha! ama unutmadan; insanlarin bazi shikayetlerde bulunmasini, yashadiklari olumsuzluklari paylashmasini "sizlanma babinda duygucuk travmalar" diyerek karikatürize etmek de pek dogru gelmedi bana... öyle olsa bile sen edilgen pozisyonda zirlamak istemeyebilirsin tabe (bence cok hakli olarak) ama sirf ayni zümredesin diye zirlamak isteyenleri susturmaya da hakkin yok bence... ama dedigim gibi; belki de tamamen yanlish anlamishimdir hersheyi, hele bi sabah ola hayrola :), sözlüklerimi kapip gelirim buraya :)...



shimdilik tatli rüalar :)...
 
Monalisa..
Hemen her tartışmamızda başa döndüğümüz yer aynı seninle.. Sen kafandaki kavramlarla yaklaşıyorsun olaylara..Felsefe yada sosyolojik olarak bilinen kavramlarla nesnel olanı açıklamaya çalışıyorsun.. Burada hep iki tür itiraz ediyorum sana.. Yoksa sizinle çok ayrı düşünmediğimi biliyorum ben. Zaten çok aykırı düşüncelere hiç rastlamadım sakatlıkla ilgili konularda. Yine aynısını yapıyorum bak;
-1-Bilinen kavramlar (felsefede ve sosyolojide) genelde akademiktir. Soğuktur.. Bir ideolojiye yaslanır. İdeolojiye yaslandığı için diğer ideolojiler tarafından red edilir.. Olayları soğuk ve akademik bir dille anlatmanın ayrıca gerektiği yerler elbet vardır.. Fakat bu dilin kötü tarafı karşı çıkışı örgütleme derdinin olmamasıdır..
-2- Ben olayları siyasallaştırmaya çalışıyorum.. Devletin/Toplumun engellileri (yapılması gerekenleri yapmayarak göz ardı ederek, görmeyerek) ötekileştirme politikasını görünür hale getirmeye çalışıyorum.. Madem ötekileştiriliyoruz o zaman ötekileştirilme bilincimiz bari olsunda bizi ötekileştirenlere yamanmaya çalışmayalım diyorum. İnsanların asıl üzüldükleri kahroldukları nokta kendilerinin dışlanıldığını görmesidir diyorum.. Bunun adı aslında dışlanmak değil bir şekil şiddettir diyorum. Çünkü şiddet unsuru olan kalıcı ruhsal travmalar engellilerde çokça mevcut diyorum.. Bütün bunların sonunda kendinizi duygusal sömürgeç (bu lafı sevdim) bir şekilde topluma/devlete yalvarır pozisyona sokmayınız diyorum..

Bu sitede çoğu kişi kendimizi tanıtalım diye yırtınır.. Oysa her tanıtım aynı bakış aççısını pekiştirir. Çünkü bir karşı duruş bilincimiz, dilimiz yok.. Evet dil aktarılanı etkilemeyi bırak, belirler.. Nesnelerden bağımsız hale gelen dil, artık öyle bir hale gelmiştir ki, nesnelliği belirlemeye başlamıştır.. Bunun adı kirli bilgi, manipülasyon, propagandadır.. İnsanların yaşadığı nesnel dünya onların beyinlerine kavramlarla iletildiği için (ortada hangi kavram varsa, yada kişi hangi kavramı biliyorsa) beyinlerinde başka nesnel bir dünya çıkmaktadır..

Burada ben dediğime bakma, benim derdim, amacım dediğime bakma.. Yalnız olmadığımı anlayınca kocaman bir biz oluyoruz.. Bu tür düşüncelerin güzel bir tarafı vardır. Yıldırım hızıyla yayılırlar.. Burada fikir birliğine vardığımız çoğu duyguyu ve söylemleri ben sık sık sokaklarda duymaya başladım.. Hatta çoğu söylemlerde ötekileştirilenler, ayrımcılığa uğrayanlar arasında sayılmaya başlandık.. Bunun elbet politik bir dönüşümü, yaşam kalitesi olarak dönüşümü olacaktır.. Göreceğiz bunları, inanıyorum..Ama zamanı bizlere bağlı..

Şimdiden şiddeti nasıl alt edeceğimizi tartışmaya başladık bile.. Demek ki engellilere uygulanan devlet/toplum politikasının şiddet olduğu konusunda anlaştık..
 
Sevgili Pasaman,

"Otorite, otorite" dediğin uzaydan gelmemiş ki.. Senin benim aramızdan çıkan, senin benim gibi adamlar..Tekil de değil.. Çoğul! Sakatlar da adı üzerinde çoğul. Ama otoritenin çoğulluğu bir başka.. Organize olmuş.. Diğer bir deyişle sapına kadar örgütlenmiş.. Askerinden tut bütün memurlarına kadar hepbiri bilumum mevzuatla -senin deyişinle- kas yapmışlar.. :p Üstelik -hani derler ya "sen yolun başındayken biz o yollardan dönüyorduk.." İşte öyle bişey.. Seni, beni, bizi; senden, benden, bizden iyi tanıyorlar.. Nereden, ne zaman, nasıl vura(maya)cağının hesabını çok iyi yapabiliyorlar..

Artı, bütün "body kulüpleri" bunların elinde anasını satayım :mad:.. Karşılarında "kas yapacak" elemanın olmaması için akıllarına gelen her bi fırıldağı çeviriyorlar.. Müfredatı kendileri düzenlemişler..:( Yetmiyor, ünlü "divide et impera" (Böl ve Yönet) taktiğiyle muhalefeti parça pinçik ediyorlar.. "Seni, beni, bizi; senden, benden, bizden iyi tanıyorlar" dedim ya.. Karşılarında "güç" oluşmaması için, birbirimize düşmemiz için, en "hassas" olduğumuz noktaları kaşımayı ve kullanmayı iyi beceriyorlar.. Bu kimi zaman "din" oluyor, kim zaman "vatan, millet" kimi zaman "cinsellik". Bu "kaşıma" operasyonuna daha janjanlı deyişle "provokasyon" deniliyor.. Her türlü koşulda da provokasyona gelme üzerine üstümüze de yok..:(

Hadi bakayım.. Gel de kas yap..:(



Ayrıca "ayrımcılığı öldüreceğim" deyu yola çıkmamalısın..:p "Ayrımcılık ölmez" çünkü! Ayrımcılık, dünyadaki bütün dinlerin, bütün sınırların, (yani bütün otoritelerin) bütün ırkların, bütün cinslerin, bütün yaşların ortadan kalkmasıyla ölür! Yani bir tornadan çıkmış gibi olacak insanlar.. Bu da olmayacağına göre.. ;)

Bizim yapmamız gereken.. "Ayrımcılık" karşısında pozitif ayrımcılığın bayrağını yükseltmek olmalıdır! "Pozitif ayrımcılık" her ne kadar yeni yeni konuşulmaya başlanmışsa da, ilk kez on yıllar önce uygulanmaya başlamıştır. İşçi sendikaları ve toplu sözleşmeler; patron-işçi 'ayrımına' karşı 'pozitif ayrımcı' örgütlenme ve belgeleme çalışmalarıdır.. "1 Mayıs" da bunun simgesel olarak bütün dünyada kutlanageldiği gündür!
 
İzninizle bende bu fikir egzersizlerine katılıyorum...Daha önce böyle tartışmalara
girmediğim için eksikliklerim olacaktır elbette, şimdiden sürçü lisan edersem affola!:)

Tartışmalarınız da toplumsal bilinci yaygınlaştırarak, duyarlı bireylere, bu bireylerin oluşturduğu düşünceye, insanları inandırmaya çalışıyorsunuz... Doğru savlarla olaylara yaklaşmanız bende de duyarlılık yarattı diyebilirim…Sağ olun:) Yazdıklarınız o kadar zengin ki, ne yazsam yetersiz kalacak diye endişe etmeye başladım..:eek:

Sevgili pasaman, eylem yetersizliğinden dem vurup, eylem şeklini belirlemeye, bizleriniçindeki uyuyan devi uyandırmaya çalışıyor çok da doğru yapıyor. Sindikçe, bize verilenle yetinmeye çalıştıkça, yaşam alanımızın daraldığını görmeliyiz. Sağlıklı bireyin hakları neyse bizlere o haklar verilmelidir, elbet bu direnmeyle, mücadeleyle olabilecektir. Yine bilinçli örgütlenme ve bilinçlice hak isteme dilini yaygınlaşması akla geliyor peki bu bilince sahip engelli/engelsiz örgütlü toplum var mıdır ya da olabilecek midir? Şimdilik pek göremiyorum.

Çeşitli dernekler, sivil toplum örgütleri olsa da hak isteme, sisteme, varolan düzene muhalif olma yönünde tavır alındığını ne yazık ki göremiyorum. Her zaman siyasal iktidara yamanma, onlara boyun eğerek haklarını alacağını düşünerek, onlarda bir nevi şiddetin tarafı oluyorlar çünkü zalime başkaldırmadığı için bu şiddeti onaylamış oluyor...

Şimdi bunu şöyle açayım; insanları açlığa bırakmak da sistemin şiddetidir, kapitalist ya da sömürücü güçlerin insanları yoksullaştırdığında engelli/engelsiz/ kürt-türk, roman, arap diye kişileri ayırmadığı için şiddetin boyutu, etkisi herkeste aynıdır, çoğu insanın ya da şöyle diyeyim sağlıklı,ya da sistemin içinde yerini almış iş yeterliliği yönünden daha üstün olanlarda bu şiddet etkisi
azaltılabilmiş/azaltılabilmektedir. Her yerde güçlü olan bu ister engelli olsun ister engelsiz şiddet uygulayan konuma geçiş yapıyor. Bunun çeşitli şiddet yollarıyla yapıldığını görülmektedir. Elbette engelliler şiddet uyguluyor diye genelleyemeyiz...

Sadece engelliler şiddete maruz kalmıyor ülkemizde herkesim yazarlar, aydınlar şairler kısaca sisteme başkaldırmasını topluma etki etmesini bilen herkes bu şiddete maruz kalıyor. Bizler engelli olgusunu kavramını ele aldığımız için sadece engellilerin şiddete uğradığını düşünüyoruz, ya da engellilerin şiddetini konuşuyoruz... Şimdi gelelim bireylerin bireylere ve toplumun bireylere şiddetine... Bir engelli olarak eziklik, kavga da güçsüz bileğimizin etkisizliği,
toplumdan soyutlandığımız gerçeğiyle beraber düşündüğümüzde benliğimizde koskoca bir boşluk, derin bir yaraya dönüşüyor. Bazen bu yaraya merhem oluyorlar tam iyileşip, kabuk bağladığını sanırken başka birileri bu kabuğu büyük
bir acı etkisi bırakarak koparıyor, her kopardıkça dolayısıyla çoğalıyor o yara.

Örgütsüzlük yada iktidara/sisteme bağlı örgütlülüğün neticesinde bireysel isteklerin ön plana geçmesi, sistemin sürekli rekabetçi birey istemi de şiddetin ön hazırlığı gibidir. Şöyle engelli yaşamsal hakkını ve yaşam araçlarını istemesi, bu isteme karşı direnme sesini çıkartanları ezmek o toplumsal sesi bastırmak için çeşitli şiddet yöntemlerini uyguladığını düşünüyorum

Şimdilik yazacaklarım bu kadar sağlıcakla kalın :eek:
 
Dili önemsiyorum. Bu anlamda, Türkçe’nin yabancı kökenli sözcüklerden arınmasını istiyorum. Dili önemsiyorum. Dil, duygu ve düşüncelerimizi anlatan bir araç… Dil propaganda amacıyla kullanıldığı gibi insanları etkilemek için de kullanılır. Reklamlar bunun en iyi kanıtıdır. Ya da dilin retorik amacıyla kullanılması bunun kanıtıdır. Veya erkek egemen kültürün pekiştirilmesi bunun kanıtıdır. Seninle bu konuda pek de farklı düşünmüyorum Kuyucak. Zaten ben de yukarıdaki iletimde dilin gücünden söz ettim. Kavramların nesnel bir gerçekliği yok. Yalnızca, nesnel gerçekliği belirlemeye yarayan bir araç… Yani, bir bildirim aracı…

Felsefe insana bakmaktır. Yalnızca, bir açıdan değil her açıdan insana bakmak… İşte bunun için felsefenin içindeyim. Tek yanlı olmamak için... Ya da ideolojilerin etkisinden kurtulmak için...

Felsefenin teorik olarak dili ağırdır. Tüm felsefe bilenlerin de felsefeyi "sokaktaki insanın " anlayacağı dile çevirmesi gerektiğine inananlardanım. Ben de o dili bulmaya çalışıyorum. Zaten ben felsefeyi biliyorum diye de bir iddiam yok. Hergün yeni bir şey öğreniyorum. Öğrendiklerimi, çıkarımlarımı gerek burada gerekse bulunduğum çevrelerde insanlarla paylaşmaya çalışıyorum. İzninle, eğer kızmazsan şunları söylemek istiyorum. Düşünürken yalnızca teoriden mi hareket ediyorum? Pratik olanı hep göz ardı mı ediyorum? Yoksa hem teoriden hem pratikten bir çıkarsama yapmıyor muyum? Ne demek istediğini anlamadım. :confused::confused: Peki sen hangisinden hareket ediyorsun? Doğrusu merak ettim:confused::confused:Neden kavramları tartışmıyoruz da “ben” ler üzerinden tartıştığımızı da ayrıca merak ettim:):)

Ben senin kaygılarını anlıyorum. Sana da hak veriyorum. Siyasal erkle tartışan, sorgulayan, onların aldığı kararları eleştiren bir sakatlar hareketi var mı Türkiye’de? Evet, bu konuda gelişmeler var. Ancak, yeterli değil. Belki bunun başlangıcı dil olmalı… Ama, biz daha kavramlarımız konusunda ortak bir noktada buluşamamışız. Halen Türkiye’de ve dünyada bir kavram kargaşası yaşanıyor. Sakata sakat mı diyelim. Engelli mi diyelim. Özürlü mü diyelim. Herkes farklı bir açıdan bakıyor konuya!

Rekücüğüm!

Sakatlık bir sorundur dedim. Sorun sözcüğü çok anlamlı bir sözcük. Bana göre sorun olan sana göre sorun olmayabilir. Ben kendi öznel düşüncemi söyleyerek sakatlığı yalnızca biyolojik açıdan ele alarak bir değerlendirme yaptım. Sorun sözcüğü gibi çok anlamlı sözcükler, ya da “iyi” “kötü” gibi sözcükler, işin işine karıştığında duygusal bir tavrımızı ya da tepkimizi de dile getiririz. Bu konuda da uzlaşmak zorunda değiliz::):)) Çünkü, bu gibi kavramların anlamları kişiden kişiye göre değişebilir.

Evet, dilin insan üzerinde belirleyici bir etkisi var. En başta yaptığımız kategoriler bizleri birçok zahmetten kurtarırken aynı zamanda belleğimizde kimi önyargıların, simgelerin oluşmasına neden olmakta… Ben bu konuda tüm insanlara kategorik bakmamayı yeğliyorum. Haa! Bu söylediğin yukarıda söylediklerinle çelişiyor diyebilirsin. Çünkü, sana göre, böyle söylemekle sakatlığa bir negatiflik yüklüyorum. Oysa, ben de diyorum ki, yalnızca bir saptama yapıyorum. Çünkü, bir şeyin sorun olduğunu gördüğünde o sorundan çıkmak için türlü çözümler üretirsin. Örneğin, ben miyobum. Ama gözlük kullanarak bu sorunu mu gideriyorum. Artık, uzağı görmeme benim için bir sorun değil… Bilmem anlatabildim mi?

Kaldı ki, sakatlığın negatiflik olarak algılanmasının bir sürü nedeni var. Bunun nedeni yalnızca dil değil. Sakatlığın tarihsel gelişimi, ekonomik, kültürel, psikolojik, sosyolojik, ideolojik, biyolojik bir sürü şey… Hepsinin de ayrı ayrı incelenmesi gerektiğini düşünenlerdenim.
 
Bazı noktaların altını vurgulamak zorunda kalıyorum sık sık kusuruma bakmayın..

-Sistem/İktidar tarafından ezilen gurupların (sınıfların) şiddete maruz kalmasını elbet istemem. Böyle bir şiddetin varlığını kabul ediyorum. Tarih denen olgunun sınıfların mücadelesi olduğu fikrine yakın bir insanım.. Hatta şu günlerde Ülkemizde uygulanan politikaların barbar kapitalizmin faşist dönemlerine denk geldiği görüşündeyim. Bu sisteme karşı mücadele edilmelidir.. Bu mücadele içine sistem/iktidar tarafından sömürülen, baskı altında tutulan ve şiddete maruz kalan tüm kesimler katılmalıdır.. Biz engellilerin yeri de bu mücadeleye katılan insanların yanı olmalıdır..

Ancaaaaaaaaakkkk.. Bizim bir yönümüz daha var onlardan ayrı şiddet gördüğümüz.. Onlar bunu görmüyor, ses çıkarmıyor.. Şimdiye kadar ses çıkarmadılar.. Bunu sorun olarak görmediler.. Yani en açık deyişle, toplumun bize karşı işlenen şiddete ses çıkarmadığına inanıyorum.. Yani bu toplum, iktidarın/sistemin engellilere karşı işlenen suça, şiddete karşı çıkmayı bırak, ortaklık ediyor.. İşçi ve memur sendikaları, köylü ve esnaf örgütlenmesini sağlayan odalar, meslek örgütlenmeleri ve sivil toplum kuruluşları kendilerini tehdit eden şeylerin içinde, sakatların bu yaratılan sistemde nefes alamadığını görmüyorlar, dile getirmiyorlar..Kurulan sistemde her hakkımızın olduğunu, ancak hiçbir hakkımıza ulaşamadığımızı, bunun insanlık suçu olduğunu, şiddet olduğunu, hiçbir zaman ön plana çıkarmıyorlar.. Üç beş yuvarlak kelime ile geçiştiriyorlar.. Onlar için ücretlerin yüzde beş yukarı çıkarılması, mazotun beş kuruş daha ucuza satılması, bizlerin şehirlerde dolaşmasından, ulaşımdan yararlanmasından, sosyal, kültürel ve eğlence hayatına katılmasından daha önemli..
Bu nasıl bir şey biliyormusunuz? Komşum açken ben yemek yiyemem denirde: Komşumu hiç suçu olmadan eve hapsettiler bende çıkmam o zaman dışarı demezler.
İşte o yüzden suskun kardeşim; Bizim dışımızdakilere iktidar/sistem uyguluyor şiddeti..Oysa engellilere sistem/iktidar/toplum uyguluyor şiddeti. Hem de en az toplumun uyguladığı şiddet de öteki kadar acıtıcı.. Umarım bir gün bunu da tartışırız.. Kölelerin de kendi içinde şiddeti en az efendileri kadar acımasız olabiliyor..Öteki ötekileştirilenler sınıf mücadelesi veriyorsa, Bizler insanlık mücadelesi, insanlık onuru mücadelesi veriyoruz diyelim... Bizler için elzem olan onlar için elzem olandan çok fazla ve bazı yerlerde çok farklı.. Umarım bir gün birleşir.

-İnsan olmak bir sorundur.. Bu cümle nasıl algılanır ve neler çağrıştırırsa sakat olmak sorundur aynı şeyi çağrıştırmaz.. Çünkü başındaki sakat kavramı bir niteleme, belirleme kavramı olmaktan çıkmış negatifliği anlatan bir kavrama dönüşmüştür.. Zaten sizinle tartıştığımız her konuda anlatmak istediğim budur Monalisa.. Kavramlar iletişimi bitirmiştir..
Sakatlık kavramı bile insanlar arasında iletişimi bitirebilmektedir. Çünkü sakatlık bize göre eksik bir organı ifade ederken toplumda negatifliği ifade etmektedir.. Sakat/lar kavramının toplumdaki çağrışımları ise sanırım binlerce olabilir..

Kişi olarak beni tanıyan kimse beni sakatlığımla nitelemez.. Fakat beni kişi olarak tanımayan toplumunun bireylerinin beni negatif olduğunu bildiğim bir kavramla nitelemesi şiddettir bence.. Sevgiler herkese.
 
Buna kısaca "engellilik bilinci" diyebilir miyiz, Hasanım?

Lâkin , "engellilik bilincini" henüz kendi içimizde oluşturamamışız ki, toplumun diğer kesimlerine anlatalım?
İşin başındayız henüz.. ;)

Sistem/iktidar ile mücadele ayrı, topluma kendini kabul ettirmek ayrı.. Çünkü; ilkine karşı muhalefeti diğeriyle birlikte yapmak ZORUNDAYIZ! Ondan ayrı düşünerek/ona karşı da aynı biçimde mücadele vererek değil!

Hem "yanınızdayız" deyip, hem onlarla da aynı biçimde mücadele etmek biraz garip durmuyor mu?:confused:


Artı, Afrika kökenlilerin kendilerine nigger denildiğinde dünyanın değişmesi gibi, "sakat" nitelemesinde de süper alınganlık göstereceksek "işimiz çok" demektir.. Varsın seni tanımayan "sakat" desin.. Tanıdıktan sonra değişecektir söylemi.. Ama önce TANIT kendini.. ;) Alınganlıkla önyargılar kırılmaz!
 
Kavramların nesnel bir gerçekliği mi var da kavramlar iletişimi bitiriyor? Yoksa, belleğimizde sarsılmaz doğrularımız, inançlarımız var da biz o inançları değiştirmemekte mi direniyoruz?

Kavramların ne suçu var ya! Bir insan mı? Bir özne mi? Düşüncelerimi değiştirme gücü benim elimdedir.

İnsan, doğru inandığı bir şeye inanabildiği gibi yanlış olana da inanabilir. Önemli olan sözkonusu olguyla kurduğumuz ilişkidir. Bu ilişki ise, kişinin yüklediği anlama göre değişir.

Öyleyse, niye farklı düşüncelerimiz iletişimi bitirsin! Tersine , bir şeyin doğru olabilmesi için yanlışın da olabilmesi gerekir. Yoksa, doğruyu nasıl bileceğiz?

Tek, değişmez, mutlak bir doğru mu var? Ama ortak olanda buluşabiliriz diyorum.

Sakat olmak ya da sakatlık benim kimliğim değil diyorummmm….

Benim topal olmam benim kişiliğimi belirlemiyor diyorummmm…. Bana topal desinler… Bana körsem kör desinler… Kendimi öylece kabulleniyorum. Çünkü, gerçekten ayağım aksıyor. Ya da gözüm görmüyor… Ama sözkonusu olan benim ayağımın aksaması değil, toplumun yüklediği anlam…

Evet, toplumda sakat olmak bir negatiflik olarak algılanıyor… Hiç kimse bunu yadsımıyor… Ben de yadsımıyorum… Nasıl yadsıyabilirim ki… Yıllarca bunun için mücadele ettim.

Aslında Rekü ve Oturan Boğa şunu demek istiyor. Toplumun baskısı sonucu sakatlığın negatif algılanması bireyi de etkiliyor. Birey kendine toplumun gözünden bakıyor. Böylece kendi kendini değersiz olarak görmeye başlıyor. Toplumun birey üstündeki gücünü nasıl red edebiliriz?

Belki de burada bu satırları okuyanlara vermemiz gereken en önemli mesaj bu… Kendinize toplumun gözünden bakmayın… Sizin bir ayağınızın, bir kolunuzun olmaması sizi değersiz kılmıyor. Sizin kambur, cüce olmanız sizin sevilmemeniz anlamına gelmiyor… Çünkü, toplumda var olan bir güzellik anlayışı var… O da güzellik idesinin hep göze göre belirlenmesi… Böyle bir güzellik anlayışını red ediyorum… Güzellik, insana katkı yapmaktır diyorum.
 
Sakatsan eşit haklar aramayacaksın.Ararsan kimse gözün yaşına bakmaz.

Hiç unutamıyorum birgün babam bana ''Allah sana hak ettiğin için böyle yaptı'' dedi.

o sözler beynimi ve kafatasımı patlatan bir kurşun gibi zihnimi paramparça etti.

Sakatsan susup oturacaksın yapılan her haksızlığı çevrendeki yanlışları görmeyeceksin yoksa öz baban bile düşman kesiliyor.
 
Bizim derdimiz 'eşit hak' değil ki, tekecig..

Eşitleyici hak istiyoruz biz..

Bu ikisi farklı.. Yani "yarışa geriden başlıyoruz. Biz de aynı çizgiden başlayalım.. Böyle de devam etsin.. 'Ak koyun, kara koyun ondan sonra belli olsun' diyoruz..

Örneğin, seçimlerde herkese bir oy hakkı verilmiş. Haklar eşit yani.. Ama engelli eleman tekerlekli sandalyesi ile rampası ve asansörü olmayan okulun üçüncü katına çıkıp oyunu kullanamıyor.. Olay bu!..

Bütün ötekiler için bu böyle.. Yani kadını için de, çocuğu için de, yaşlısı için de, derisinin rengi kara, sarı, kırmızı olan için de vb. vb.

E.. Ortadaki pastanın boyutları belli. Daha çok büyümüyor*.. :( Eleman düşünüyor: "Bu pastadan niye ben daha çok yemeyim de 'öteki' yesin.."

Örneğin, neden üniversite mezunu sakatların(tüm ötekilerin de diyebiliriz) iş bulmakta daha bir zorlandığını, bulsalar bile terfi etmek için ağızlarıyla kuş tutmaları gerektiğini, neden bir ötekinin yüksek yerlere gelmek için mutlaka sistemin çarkına uyum sağlaması gerektiğini düşünüp, doğru cevabı bulabiliyor muyuz?

İşte hep bu büyümeyen "pasta" yüzünden.. bkz

Sonuçta; bütün "ötekiler" üzerinde şiddet yolu seçiliyor! Kolaylarına gidiyor bu.. Tarihteki tüm din, ırk, devlet/millet savaşları/insanlararası savaşlar hep öteki-beriki savaşıdır aslında! Kim kime üstünlük sağlarsa o beriki, yenilen öteki oluyor..:(

* Aslında büyür de.. Herşeyden önce düşünce sisteminin değişmesi gerekir.. Bu da yine altyapıya/ekonomik sisteme bağlı..


Bu durumda baban da kendine göre haklı aslında! Çünkü, binlerce yıldır "kendi kafasıyla" düşünmek, sorgulamak, tartışmak öğretilmemiş.. Hep ezberletilmiş, hep ezberletilmiş.. :( Böyle bir insandan sağlıklı düşünmesini bekleyemezsin.. Açıklayamadığı bir konuyu Allah'a havale etmekten başka bir şey yapamaz yani.. Onu suçlamak gereksiz.. :) Evrim eksikliği var..;)

***

'Kavram'larla iletişimin ilişkisini hâlâ anlayamadım ben…:(

Mona haklı "kavramların ne suçu var?" Her topluluğun içinde zamanla bir 'elit tabaka' oluşuyor! Bu da, sistem/lerin (ideolojilerin/dinlerin/yönetim biçimlerinin) daha da kastlaşmasına/kemikleşmesine kadar gidiyor.. Sonrasında kapitalist sistemin devasa eşitsizliği ile sınıflar arasındaki uçurum büyüdükçe büyüyor.. Uçurumun bir tarafındaki eleman (atıyorum) günlük ortalama 100 kelimeyle anlaşabiliyorsa, berikisi 1000 kelime konuşmayana burun kıvırıyor!.. Al sana iletişimsizlik.. 'Kavram' bunun neresinde?:confused:
 
arkadaşlar bir soru yönelttim hepiniz oyun oynuyorsunuz bir dinleyin bakalım

lütfen birbirimizin sorunlarını oyun oynayarakmı çözeceğiz iananamıyorum herkes oyun peşinde
 
Anlaşıldı.. Seninle önce ayrımcılığın tanımında anlaşmamız lâzım..

Sence nedir ayrımcılık ve pozitif ayrımcılık?

Ben yazmıştım (neredeyse 3 yıl olmuş):
Ayrımcılık Üzerine

Nedir burada katılmadığın?

"Öldüreceğim" diyorsun..

Ülkeleri birbirinden ayıran sınırlar "ayrımcılığın sınırları"dır.. Bir ülkedeki, diğer ülkedekilere göre ötekidir! Bütün sınırlar kalktığı zaman ölmüş demektir ayrımcılık! Nasıl kaldıracan sınırları de bakayım?;)


Yeryüzünde 256 çeşit din ve büyük mezhep varmış.. Ahan da
[SPOILER=Dünya üzerindeki dinler haritası] [/SPOILER]

"Ayrımcılık öldü" dediğin zaman bu haritanın tek renk olması gerekir. Nası becerecen o işi? Merak ettim..

Diğerlerine hiç girmeyim..


Bizim "pozitif ayrımcılık" dediğimize sen "denklik" demişsin.. Pozitif ayrımcılık, ayrımcılığın %100 tersidir.. Ama içinde "ayrımcılık" geçiyor diye aynı safta görmek; çok çok çok yanlış bir yaklaşımdır.. Üzgünüm :(


O kiwiciği daha önce de izlemiştim. Güzel bir animasyon.. Ama o, orada kas falan yapmıyor ki.. Çünkü tek başına.. Bi Allah'ın kulu yok yanında..Biz öyle miyiz ya? 8.5 milyon Türkiye'de, 800 küsur milyon da Dünya üzerinde sakat var.. Bizcileyin.. Ben 'kas yapmak'tan, hepsinin değilse bile etkili bir çoğunluğunun bilinçlenmesini + örgütlenmesini anlarım arkadaşım.. (Tabii sadece sakatlar değil bütün ötekiler!!) Yoksa "yol bulamazsan yol aç" geyiği, ya da Hz. İbrahim'i söndürmeye giden karınca kıssası beni açmaz..:(




Not: "Gel de kas yap" demem bir tür ironi/kinaye idi..
 
Sn Baben ,

Babamla yaşadığım acı olayı belirtmemedeki kastımda buydu.Pastadan dilim kapılacağı zaman kimse kimsenin gözün yaşına bakmıyor.

Sakat bir insanın toplumda etkin bir konuma yöneleceği kanallar açılırsa.Ona avantaj sağlayacak imkanlar verilirse ,

Bu onu aynı zamanda hedef haline getirecektir.

Ben babamın almak üzere olduğu yanlış bir karardan vaz geçirmek için ona sebep ve sonuçlarıyla aldığı kararın bize ne kadar pahalıya patlayacağını ortaya sermek için örf ve töre içerisinde saygıyla konuştum.

Benim babamın üzerinde bir yaptırım gücüm yoktu.Beni dinlemeye mecbur değildi.Susup yinede bildiğini okuyabilirdi.

Ama yanlışlarını göstermiş olmamı hazmedemeyerek benim canımı yakmak için bu sözü bana söyledi.Ve nitekim ön görülerim gerçekleşti ve sıkıntıyada düştük.

O gün aramızda başlayan çatlak her geçen gün biraz daha büyüdü..Bu gün aynı evin içinde ama iletşimi nerdeyse sıfır olan iki insan haline geldik.

Yani engelli insan toplumdaki pozisyonunu genişletme yolunda adım attıkça karşılaşacapı muhalefet dahada sert olacaktır.

Ve işin içine duygusal ve fiziksel şiddette girecektir.
 
Tekecig..

Amacımız toplumdaki o gizli duyguları açığa çıkartmak değil mi zaten? O gizli duyguların üzerine projektörleri tutarsak, toplum kendi yüzünü görecek aynada.. Kendini görecek.. Hadi biraz daha ileri gidelim, Dünya görecek..
Özel durumuna üzüldüm. Fakat senin bu olayda başka türlü davranman yanlış olurdu.. Düşündüğünü söylememek kendine saygıyı yitirtecekti belki.. Şiddet toplumda öyle kanıksanmış ki en küçük kavgada bile en büyük taşla vuruluyor insanlar.. Babanda öyle yapmış.. İyi ki halkımızın evlerinde atom bombası yok, yoksa çoluk çocuk kavgasında bile onu kullanır halkımız..
Fakat bu olay seni gereğinden fazla etkilemiş.. Neredeyse karşı çıkarsak, kavgaya girersek, başımız daha büyük belalara girer, rahatımız kaçar demeye getirdin işi.. Ben kendi adıma zaten rahat değilim, başım ne kadar belaya girerse de umurum olmaz.. Kavga da birkaç yumruk yemezsek kavgaya girdik sayılmaz be Tekecig..

Ya evlerde mutosyona uğrayacağız bu gidişle, yada karşı çıkıp kavgada yok olacağız.. Ben mutosyona! uğrayıp başka bir tür olmak istemiyorum.. Bakarsın kazanırız be Tekecig.. Hem yenilmek de güzeldir.. Hatta sapına kadar yenilmek bile olsa aslolan kavgada olmaktır bence..
 
Sevgili pasaman,

İfade şeklinin de ahım şahım bi önemi yok burada! :) Aynı olaya; tdk, "ayrıcalık" demiş, OturanBoğa, "pozitif haklar" diyor, pasamanca'da "denklik enstrümanı" deniyor, Baben "Yarışa başlarken - (eksi)de olanları, 0 (sıfır) noktasına getirme çabaları.." demiş.. Vb.. Öyle gider.. Hatta en güzeli Ek$i Sözlükteki hede galiba.. :p

..Bi nevi otorite denilen (kimi zaman hükümet kimi zaman toplum v.s v.s v.s v.s ne deniyorsa o işte……) denkliği gözetmek ve işlevselliğine çomak sokmamak zorundadır…

İşte dananın kuyruğu burada kopuyor! :) Ayrımcılığı da yapan devlet, pozitif ayrımcılığı da (hedeyi de :p) yapan devlet! Burada "noooluyoz" diyoruz.. "Birileri kafa mı buluyo bizimle?" :eek:

Ama olayı tarihsel boyutunda inceleyince bazı şeyler daha netleşiyor.. Çünkü; devlet/otorite çooook eski.. Binlerce yıllık.. Ama bu "hede" daha bebe.. :p Yani devletlerin kuruluşunda böyle bir denklik, işlevsellik bıdı bıdısı :p yok meydanda.. Zaman içerisinde şekilleniyor. Ve yazılı hâle getirilip devletin görevi durumuna sokuluyor.

...O sayılanların hiç birisi ayrıcalık tanıma değil bence.Devlet burada vatandaşının yaşam hakkını muhafaza edip bu gibi şartlar ile uygun koşulları sağlamakla görevli.

Elbette görevli! Ama ne zaman görevlenmiştir? Çağdaş devlet varlık kazandıktan, engelli bilinci ortaya atıldıktan sonra. Yani yüzyıllarca süren mücadelelerle kazanılmış bir "hak". Çok değil, devletlerin 100 yıl önceki yasalarında, bu tür maddelerin yeri olabilir miydi?

Sen, "ayrıcalık"ı 'üstünlük' olarak ele aldığın için, kabul etmiyorsun.. Oysa onun
ayrıcalık İng. royalty, privilege
Herhangi bir konuda, bir kişiye ya da kişilere belirli koşullarla tanınan hak.
BSTS / Yapım İyeliği Terimleri Sözlüğü 1971 tdk
'Hak' anlamı da var.. Yani senin adamın da 'ayrıcalık'ı beyninde 'üstünlük' olarak algıladığı/tanımladığı için yapmış "trip"ini..

Kimse kimseyi sevmek zorunda değil ki!Ya da benimsemek zorunda,ya da aynı olmak zorunda, ya da aynı şeyleri sevmek zorun da değilki!Ne bileyim Türk kürdü,dinli dinsizi,Allahlı Allahsızı,siyah beyazı,komünist milliyeçiyi v.s……………………….. sevmek zorunda değil ki!İnsani ve hakkani şartlara uydukları sürece hepsi denk olduğunu bilsin,yaşamsal haklar konusunda birbirlerine göre herhangi bir önceliği olmadığını bilsin,özgürlük sınırlarını bilsin ve başka sınırlara tecavüz etmesin kafi…

Toplulukların birbirlerini sevmesi, sevmemesi, nefret etmesi falan değil ki burada söz konusu olan.. Çünkü; ayrımcılığı başlatan onlar değil, başlarındaki "otorite"dir. Bunlar; kimi zaman hakan, kimi zaman bey, ağa, kimi zaman kral, padişah ve benzerleri olmuştur.. Uzaydan inmemişlerdir! ;) İçimizden çıkmıştır.. Senin benim gibi insanoğludur.. Ama değişik bir tane daha şapkaları vardır! :p "Ayrımcılık" yapacakları zaman onu takar gavatlar! :mad: Öyle de punduna getirirler ki, anlayamazsın bile.. Sonra da* ünlü "emsal mekanizması" çalışır.. "O yapıyo da ben niye yapamıyom.. Benim başım kel mi?" derler toplulukların diğer üyeleri.. Al sana ayrımcılığın katmerlisi.. (Yani topluma yayılmışı/birbirlerini 'ötekileştirme'leri.)

Ve bunları yaparken; töre kurallarını, gelenek-göreneği, din kurallarını, ideolojileri, her türlü mevzuatı da öyle bir kullanırlar ki.. En çok da o "kor" adama.. :( Çünkü topluluklar "samimi" bir şekilde inanmıştır bunlara ama.. Altından neler çıkar neler.. Yani; sorgulamadan, tartışmadan yargıya varıldığında ayrımcılığın fideleri sulanıyor demektir.. Ve bu 'sorgulamanın, tartışmanın, yargılamanın' kuralları kimselere öğretilmez..

[SIZE="1"]* İlla bir sıralama şartı da yoktur..[/SIZE]

Hakkani şartlar dediğin hikâye.. Karşındaki, "onu senin 'Hak'kın diyor.. Benim 'Hak'kım başka türlü der"** diyor.. Ne diycen bakıyım o elemana? ;)

[SIZE="1"]** Burada da cinas yapayım dedim..[/SIZE]:)
 
Neredeyse karşı çıkarsak, kavgaya girersek, başımız daha büyük belalara girer, rahatımız kaçar demeye getirdin işi.. Ben kendi adıma zaten rahat değilim, başım ne kadar belaya girerse de umurum olmaz.. Kavga da birkaç yumruk yemezsek kavgaya girdik sayılmaz be Tekecig..

Sn kuyucak ,

Rahatı feda etmek sorun değil.Zaten fedada ettik .

Hayat kavgasına her halukarda sürükleniyoruz .Biz istesekte istemesekte...
 
İnsanların ön yargılarını değiştirmek çok zordur, önemli olan sizin kendinizi nasıl gördüğünüzdür. başkasının sizi bu hayatta nereye koyduğu değil sizin kendinizi nereye koyduğunuz önemlidir.
 
Üst Alt