Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Fotoğrafların Diliyle Gündem (1)[Hadi Konuşalım/ DÜNYA]

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Sevgili Babür abi asla ve asla bu başlıkta yorum yapılmamasına sitem değil bizim ki sadece tepkisizliğe tepki verdim. Bu kadar duyarsız olunmasına tepki verdim. Bir maç yüzünden böyle önemli bir konuda anlamsız kalışımıza tepki verdim, verdikkkkk. Bu başlıkta toplum olarak eylemdeki tavrımızın küçük bir örneği oldu. Burada da tepkisiz kalınmasına tepki verdim. Diyorsan ya düşünmeyi bilmeyen insana düşünün demek komik oluyor diye. Haklısın galiba. Ben burada bu sözünü yine senin çok sevdiğin bir karikatürle dile getireceğim üstüne kim alır bilemem. Gerçi üstüne alan zaten düşünüyordur. :wink:



İşte bu karikatürdeki öküz herşeyi özetliyor sanırım. :wink:
 
Şimdi de ben güldüm açıkcası sevgili baben... :D :D :D :D :D

Sitem, evet ilginç bir kelime sitem gerçekten.

Önemsediğin birinden tam istediğin karşılığı almadığında arabeskçe bir yaklaşım sitem.

Sitem değil en azından benimki Oya adına bir şey diyemem...

Benim ki ne mi?

Ürkmek, gerçekten korkmak, kendi adıma mı???

Hayır gelecek günler adına belki emek verdiğim öğrencilerim adına, dünyaya getirdiğim kızım adına, henüz tanımadığım tanıyamayacağım insanlar adına...

Müzik adına, sanat adına yaşama ait her şey adına...

Sitem olabilir mi acaba demekten kendimi alakoyamıyorum :D Kör uçuşlardan nefret ediyorum, hiç bir şey yokmuş gibi yaşantıya devam edilmesini hazmedemiyorum ve bunları bir şekilde dile getirirken sitem olarak algılanıyorsa yaptıklarım, varsın sitem olsun.

Ben en azından sitem de bulunuyorum peki ya diğerleri???? :D :D :D :D
 
bak beş dakka insan dünyaya tek başına soluk aldırabilir mi?
aldırrım abi:)
kapattım her bişeyi "aha sayemde dunya soluk aldı" dedim ...

İşte İLAYDA'nın dediği gibi asıl vurgulamak istediğimiz buydu beş dakika sadece beş dakika dünyaya yeniden soluk aldırmak için biz neredeydik? Bunun için örgütemi gerek var? Hepimizin bunda suçu yok mu? Duyarsızlığın kılıfı örgütsüzlük mü? Ben bir birey olarak beş dakikalık eyleme duyarsız kalan topluma tepki verdim. Bu tepkiyi verdim karanlığa daha fazla gömülmemek için. Yukarıda da söyledim bunu. İLAYDA söylediği gibi beş dakkika çok önemli yitip giden dünyamız için. Ama görüyorum ki hala uyuyoruz.
 
Stronsium 90

Acayipleşti havalar
bir güneş, bir yağmur, bir kar.
Atom bombası denemelerinden diyorlar

Stronsiyum 90 yağıyormuş
aşa, süte, ete,
umuda, hürriyete
kapısını çaldığımız büyük hasrete

Kendi kendimizle yarışmadayız gülüm
Ya ölü yıldızlara götüreceğiz hayatı
Ya dünyamıza inecek ölüm

Nazım Hikmet
Kaç sene önce yazdı bunu Nazım Hikmet!!! Ama hiç bugün kadar üşütmedi bu şiir beni.Baktığım zaman dünyaya;

Ne büyük bir sükunet değil mi?
Bu kadar mı özlenir sessizlik?
Bir toz bulutu olup savrulup
Kaybolmak
ve belki de büyümek
sessizliğin dinginliğinde....

Düşünüyorum da;

Bu gezegende bir erkek ve bir kadınla başlatıldı yaşam..
hem çok uzun hem akreple yelkovan arasına sıkışmış kısa bir an,
bir darlık gibi...

Yok , yok, yokk !!! ilgilenmek ve bilmek nefesimi kesiyor;

"uzay"ı kapsama alanım dışına çıkardım. 'Uzay ve gelecekten' çok 'Dünya ve geçmiş' ilgimi çekmeye başladı..

Neden olmasın bir örtünün ardında saklamak gerçekleri daha iyi değil mi?

BU DÜNYAYA HER BAKTIĞIMDA BİR UMUTSUZLUK KAPLIYOR İÇİMİ Kİ SORMAYIN

HER GEÇEN GÜN BİRAZ DAHA SÖNEN BİR YILDIZ GÖRÜYORUM KARŞIMDA.ÇOĞU ZAMAN VE BELKİDE UMUTLANMAK İÇİN, POLYANACILIK YAPIP DÜNYAMIZIN GÜZELLİKLERİNDEN BAHSEDERİZ.AMA NE YAZIK Kİ DURUM HİÇ İÇ AÇICI DEĞİL

"umutsuzluk" yok!
"paydos" yok!
"pes" hiç yok!
biz bu yeryüzünün yaşlı ve belki son çocuklarıyız!
ne fark eder ki!
orda yunus kadar neşeliyim. orda dağlar kadar güçlü orda gökyüzü kadar umudum ben . hatta umudun ta kendisi!
biz umuduz. umudun çocukları...
aşkın çocukları..
yuvasına sevgiyi sunan "bahar"ın çocukları..

Dilin kemiği yok ama kemiği kırar, demiş atalar.

Sözün gücü anlatılmak istenmiş.

Şimdi gel de anlat bu sözle burada hissettiklerini.

Hangi kelimelere yüklesem elimdeki anlamları, çoğu elimde kalıyor yine.

Çaresizliğin en büyüğü bu mudur?

Üstelik kelimelere yüklediğim anlamlar da gittiği yere girmeyecek biliyorum.

Gidilen diyarların vasfınca çoğalıp azalacak sözcüklerimin taşıdığı anlamlar. Belki de bambaşka bir vasfa bürünecek.

'Araba' desem ne belirir ki zihninizde? Mercedes de olur bizim Levent n hurdası da. Sizce, bizce şekillenir anlam.

Yani diyeceğim o ki; zordur anlatmak. Gel bana aşkı anlat hadi. Yükle kelimelerin sırtına, bak taşıyabilir mi dizleri kelimelerin...

İşte, sözcükler yetersiz olunca, yürektekileri anlatmaya böyle fotoğraflar gerekir. Söylenenlerden çok daha fazlası hissedilir çünkü.

Ben bişey demeyeceğim, 'hissedececeğim' desem ancak hani.

Aşk mı kardeşlik mi desem dağların omuzdaşlığına...

Birlikte olmanın tamamlanmanın dayanılmaz büyüsü nasıl hissedilmez ki...

Tıpkı kozanın (Dünya) dışında görülen devasa boşluk karşısında ürkülmesi gibi.

Ama bu ürküntünün içinde bir yerlere serpilmiş umut tohumları...Kozanın sıcaklığı ve dışarının gizlediği olasılıkların çekiciliği.

Ve geleceğin inanılmaz yolculuları. Kahramanlıklar da değişecek mi?

40 bin kelime girdi ingilizceye ikinci dünya savaşında. daha önce hiç bilinmeyen.

Dünyayı terketsek ve açılsak derinliklerin kahredici sonsuzluğuna nece olur dilimiz?

Bambaşka gerçeklikler karşısında nasıl bir çaresizlik yaşarız. dilde karşılığı olmayınca nasıl düşünebiliriz ki?

Bambaşka diyarlardan dönerken ya da dönmeden çıkarken diyelim, hepimizin ermeni ya da Türk olması ne kadar önemli olacak ki?

İnsan tasavvur edebildiğince düşünür. Tasavvur edemediklerimi tasavvur etmeye çalışıyorum. Dünyanın küçüklüğü, kozamızın küçüklüğü, Platon un mağarasından çıkmak gibi gölgeler dışı bir dünyanın fotoğrafını seriyor önümüze.

Bunları düşündükçe büyüyor ve küçülüyorum. Aynı anda büyümek ve küçülmenin duygusunu kelimelere dökmeyi bilmiyorum.

Ve çocuklarımız var değil mi bu mavi gezegende? Geleceğimizi emanet edeceğimiz büyülü yaratıklarımız…

Körlüğün görememekle ilgisi yoktur bazen.Çocuk olmanın da yaşla alakası

yoktur.Kimi çocuk olamadan büyütülür,hayat sevincini ‘absorbe’ eden

aygıtın emeçleri çocuğun her bir yanını iyice kavrar.Sülük bile daha

merhametlidir.Ebeveyn bir vampirden daha acımasız,bir parazitten daha

noksandır.
Çocuk düşünür:Mutualist rejimin gerekçelerini görür.Pasta yemesi

öngörülen kişi de çocuktur.

Çocuğum olsun ismi Magna olacak;nüfus müdürlüğüne bir iade-i ziyarette

bulunup onbir haneden oluşan numaralı bürokratik varlığımın bana verdiğ

haklara dayanarak soy ismimi Carta yaptıracağım.

İsmiyle yaşasın derler.

Doğsun.Sol kulağına bir Şaman türküsü fısıldayayım.Pagan kardeşlerinin

yanına salayım;özgürcülük oynasın,orkide taklidi yapsın,görsünler kızımı

nasıl da yakalıyormuş haşaratları.Canlarını acıtmadan salıveriyorlarmış

tekrar doğaya.

Bir ‘Beşeriyatname’ yazmak gerekli.Tüm gerçeklikleri hapsetmeli

içine.Emperyalizmi,liberalist demokrasiyi,diyalektik yoksunu dogmatik

kutsallıkları….

Çocukları salmalı kalan boşluğa.

Atom çağının kıyamete tekabül ettiğinin habercisiyim.İsrafil sur’a

üflemeden önce netten download ettim sur taksimlerini deccalin göz

bebeğinde yansıdı ‘tracklist’i.beşeri inanışlar takviminin son yaprağında bir

çocuk resmi olsun istediler,kamuoyu çocuktan yanaydı.Deklanşörler önem

kazandı,çocuğa tetik çeken parmaklar çocuk fotoğrafları çekiyordu .

Bütün bunlardan sonra bir şarkının anlamını mı konuşmalıyız anlamsızlığını mı?

Bir kıvılcım düşer önce
Büyür yavaş yavaş
Bir bakarsın volkan olmuş
Yanmışsın arkadaş

Dolduramaz boşluğunu
Ne ana ne kardaş
Bu en güzel bu en sıcak
Duygudur arkadaş

Ortak olmak her sevince
Her derde kedere
Ve yürümek ömür boyu
Beraberce el ele

Olmayacak o ta içten
Gülen gözlerde yaş
Bir gün gelir ayrılsak da
Seninle arkadaş

Dost olarak kalacak mıyız ey sevgili dünya seninle hııııı?

Bu yazı; engelliler.biz sitesinin üyelerinden; oturanboğa, baben, ezgi,oya tekin,ileyda, sunburn , masiva,pegasus,bayke, serkanerol,cincin ve andante tarafından hiçbir şekilde örgütlenmeye tabii olmadan sadece kişisel düşünceler ve kaygılarla oluşmuştur.Kuşkusuz örgütlenmeyle çok daha iyi işler paylaşılabilir. Ama bazen bunu beklemeye ne zaman ne de mekan hazırdır.Bir şeyler yapılması gerekir ve yapılmalıdır da. Bir avuç insan dünyanın kötü gidişatıyla ilgili olarak şimdilik sadece bunları yapabildi.
 
andante' Alıntı:


Ürkmek, gerçekten korkmak, kendi adıma mı???

Hayır gelecek günler adına belki emek verdiğim öğrencilerim adına, dünyaya getirdiğim kızım adına, henüz tanımadığım tanıyamayacağım insanlar adına...

Müzik adına, sanat adına yaşama ait her şey adına...


E .. burada "teslim oluyorum" demem gerekiyor galiba.. :) Ya da şapka çıkartmam.. Ya da sevgili bayke'nin zaman zaman dediği gibi "verin misketlerimi, ben oynamıyorum" demem..

Çünkü, Sanem Hocam bizlerde olmayan bir "güdü" den söze girdi: Analık içgüdüsü! Anlaşıldı.. O yüzdendir ki; geleceği geçmişten daha çok önemsiyor.. O yüzdendir ki; şu Kızılderili atasözünü şiar edinmiş: "Biz dünyayı, atalarımızdan miras değil; çocuklarımızdan ödünç aldık!"

Yalnız bir düzeltme yapayım (gözümden kaçtı sanılmasın :D ): "Dünya ve geçmişle ilgilenmek" gerçekleri saklamak değildir! Eeeeeer bi şeyin geçmişi de var.. :p Müziğin de, sanatın da, yaşama ait her şeyin de.. Bunları daha iyi bilmek, bişeyleri saklamak olamaz!!




Valla ben "örgütlenmek" diyeyim, siz "organize olmak" deyin.. Ya da başka bir ad da bulabilirsiniz isterseniz.. Ama şimdiye kadar "öcü" gibi gösterilen bu konu, göründüğünden de önemli! Çünkü aslında "devlet" de bir örgüt, ya da örgütler entegrasyonudur. Ama "resmi"dir. E, hepimiz de biliriz, biz Türklerde devlet diyince akan sular durur, anamız, babamız her bişeyimizdir. ;) O varken başka örgüte ne gerek var, diye düşünülür. Vb. vb. Bir de üzerine bilinçsizlik artı, deyim yerindeyse, "üniversite düzeyinde bile kara cahillik" eklenince ortaya hiç de güzel olmayan bir manzara çıkıyor. :( Yani sorumlu olan o akşamki maç da diildir Oyacım ;) Maç olmasa eylemin başarıya ulaşacağını, söyleyebilir misin bana?

İLAYDA' Alıntı:
bizim insanımız önce tek başına adım atabilmeyi ögrensin öğrenelim..

Bunun nasıl olacağını düşünüyorsun acaba? Uzaydan birileri mi gelip, bize "tek başına ayakta durmamızı" öğretecekler?

Cem Karaca'nın bir şarkısı daha vardı benim gençliğimde söylediği. Ama ben bunu hiiiiiç sevmezdim. :( .."Ben görmedim, bir gün sen görürsün mutlaka yavrum, yavrum".. derdi rahmetli..

O da uzaylıları bekliyordu heral.. :p




Oya Tekin' Alıntı:
bak beş dakka insan dünyaya tek başına soluk aldırabilir mi?
aldırrım abi:)
kapattım her bişeyi "aha sayemde dunya soluk aldı" dedim ...
İşte İLAYDA'nın dediği gibi asıl vurgulamak istediğimiz buydu beş dakika sadece beş dakika dünyaya yeniden soluk aldırmak için biz neredeydik? Bunun için örgütemi gerek var? Hepimizin bunda suçu yok mu? Duyarsızlığın kılıfı örgütsüzlük mü? Ben bir birey olarak beş dakikalık eyleme duyarsız kalan topluma tepki verdim. Bu tepkiyi verdim karanlığa daha fazla gömülmemek için. Yukarıda da söyledim bunu. İLAYDA söylediği gibi beş dakkika çok önemli yitip giden dünyamız için. Ama görüyorum ki hala uyuyoruz.


Oya'cım, olayın adını değiştirelim istersen. ;) Tamam, "örgüt" deyince tabelalı, yönetim kurullu vb. resmi bir olay anlaşıldı. "ORGANİZE OLABİLME BİLİNCİ" diyelim.. Bu bilinç olmayınca o dediklerinin hiç biri olmaz! Ortalığı "öküz"ler ya da aşağıdaki gibi "ayı"lar sarar. :(


Haa sahi bu eylem Dünya çapındaydı değil mi? Acaba sadece Türkiye'de mi yapılmadı, dünyanın diğer ülkelerinde de "hâlâ öküz"ler var mı? Gazetelerden falan bir link verebilir misiniz, bizahmet.

Havayı biraz yumuşatalım: ;)

KÜRESEL ISINMANIN FAİLLERİ BULUNMUŞTUR!

 
Sen çok yaşa emi sevgili babür!!!!

Biliyormusun dostum bir konuyu itiraf etmemiz gerekiyor. Sanırım 24 yıllık öğretmen olmanın bir avantajı bu. Kişiyi kışkırtarak konuya çekmeyi iyi beceriyorum değil mi? :D :D :D :D :D

Farkına vardığın bölümü özellikle yazarken gözünden kaçmayacağını ve bunun kasıtlı yapıldığını bilmeni isterim. Bak sonuca ulaştım da. Çok ukalayım biliyorum :D

Canım dostum Amerikalı yazar William Faulkner benim çok sevdiğim bir yazardır. Gerçi pek sevilecek biri değil. Çünkü kitabını okumaya başladığın zaman ya ilk satırda bu da ne diye bırakırsın kitaplarını, yada elinden düşürmeden bir solukta bitirmeye çalışırsın.

Yıllarca bu adamın kitaplarının Türkçe çevirisini aramakla geçti ömrüm. Onu tanıdığım yıllarda henüz Türkçeye çevrili kitapları yoktu. Bu sayade de ingilizce öğrendim Amerikan Kültür Derneğine iki yıl devam ederek İzmir de.

Adamın bir tek cümlesi 1600 kelimeden oluşabiliyor ve aynı cümle içersinde 500 parantez içinde kelimede var. Gel de oku bu adamı. :D

Bu adama bir gün gazeteciler bir soru soruyor;

Neden bu kadar uzun cümleler kuruyorsunuz diye.

Çok şaşırıyor William Faulkner, bir şeyi anlatabilmem için belki bazen tek kelime bile yeterlidir ama bir konuda bir şey söyleyeceksem bunun nedeni benim dünyaya geliş tarihimle doğru orantılı olarak bir geçmişi de içinde barındırır. Kısa kesemem ki der.

Ve devam eder;

Zaman tek bir olgudur. Başladığı andan itibaren devam eden ve hiç bitmeyen bir süreci içinde barındır. Biz insanlar konuşmaya kolaylık getirebilmek için zamanı bölerek onlara isimler vermişiz.Dün gibi bugün gibi, yarın gibi, kış gibi yaz gibi.... oysa zaman bildik hızıyla akmaya devam ediyor.

Yani sevgili dostum gelecekten söz ederken tıpkı William Faulkner gibi dünü bugünü birbirinden ayırt etmeden bir bütün olarak ele aldığımı düşünebilirsin. Geleceğin olmaması demek geçmişin de yok olması anlamını taşıyor benim için.

Seneler önce bir şiir yazmıştım ve o şiirde ölmek istemediğimi belirtmiştim. Çünkü demiştim;

Daha dinlemediğim milyonlarca müzik var ve olmaya devam edecek

Daha tanımadığım milyonlarca insan var ve olmaya devam edecek...

Kısacası canımcım bugün bir şeyler yapılmazsa ne geçmiş elimizde kalır ne de geleceğimiz olur.

Seni seviyorum. :D
 
Edecek edecek İlayda bu sefer işlediğimiz konu dünyayı yok edişimizdi buna dikkat çekmekti. Az olsada katılım dikkat çekebildik birşeylere. Bundan sonra sıradaki diğer konularımızla devam edecğiz. Her konuda önce resimler konuşacak sonra siz anlatacaksınız hepsinin sonunda ortak metinle gündemi belirleyeceğiz. Daha sırada ne konular var ne konular bekleyin bakalım bunu daha noktalamadık. :wink:
 
Sevgili ileyda yazılarımızı, ki onlar bizim!!!! ne kadar güzel değil mi birlikte bir şey çıkartmak, beğenmene sevindim. Bu bölümün ilk kısmıydı. Ama dünyaya devam edeceğiz. Yani ikinci perde kaldığı yerden devam edecek, tam olarak bittiğinde yeni konularla yine gündem yapacağız.

Sevgili arkadaşlarım, fotoğraf bölümümüz sizlere açıktır bildiğiniz gibi. Fotoğrafı bir sanat gibi ele aldığımız için, ve fotoğraf bir sanat olduğu için hiç şüphesiz, bu bölümde farklı bir şey yaratmak istediğimizi sanırım anlamışsınızdır.

Size yasaklar koymak vs. gibi bir anlamdan yola çıkmayın. Fotoğraf bölümümüzde istediğiniz fotoğrafları gayet güzel paylaşıyorsunuz zaten. Biz sadece değişiklikten yanayız. Hep aynı şeyleri yapmayalım ve üyelerimizin yeteneklerini ortaya çıkaralım da istedik.

Fotoğraflara bakınca "sadece çok güzel "cümlesinin ötesine geçmeyi hedefledik.Ve gündemi yakalayıp fotoğraflarla birlikte düşünmeyi paylaşmayı istedik.

Ben de ortaya çıkan yazıdan son derece memnunum. İyiki varsınız. Sizlerin tek cümleleri bile biz bilincinin ortaya çıkmasında en büyük mutluluktur bizler için.

Sitemizin diğer formlarında bildiğiniz gibi bir sürü paylaşım alanları var. Tartışmakta bir paylaşımdır. Biz burada düşüncelerimizi ve duygularımızı paylaşırken daha farklı bir alan yaratıp , yapılanların dışına çıkmayı hedefledik.

Bir fotoğraf sergisini gezerken ben bu fotoğrafı istemiyorum buraya bu fotoğrafı koymak istiyorum gibi bir seçme şansımız olmadan bir bütünü değerlendirirken ,sizleri bir sergide düşüncelerinizle başbaşa bırakmayı da hedefledik.

Ama herşeyden çok fotoğrafı bir araç gibi kullanıp aslında düşüncelerimizle yaratacaklarımızı görmek istedik.Hepinize teşekkürler.

Arkadaş olabilirmiyiz diye sorduk dünya ya???

Kimbilir?... fotoğraflar belirlesin bakalım bundan sonraki düşüncelerimizi...
 
Bütün bunların yapılabilmesi için önce birbirimizle arkadaş olmamız da şart değil mi İlayda?

İyi de nasıl, böyle mi?



30 Temmuz 2006 foto muhabiri Rıza Özel Kana’da İsrail hava saldırısı sonucu bombalanan binanın enkazından çıkarılan çocuk cesetleri.




Foto muhabiri Kürşat Bayhan Kana katliamında milyonları yasa boğan 9 aylık Abbas Mahmut Haşim.




Ruanda, 1994 Fotoğraf:Coşkun Aral




Lübnan, 1982-1997 Fotoğraf:Coşkun Aral




Lübnan, 1982-1997 Fotoğraf: Coşkun Aral

Bunlar günümüzün savaşları, tarih kitapları Timur'un Ankara savaşında savaşmak için getirdiği fillerini Ankara'nın ormanlarında sakladığını yazıyor. Koca hayvanları saklamak için Ankara'nın ormanını kullanıyor. Şaka gibi değil mi????

Savaşlarımızla ne kadar zarar verdik arkadaşımıza acaba? Tarih kitaplarında yer almayan daha ne zararlarımız var dersiniz?



1 şubat 2006'da Filistin'de Batı Şeria'da İsrail güçleri bir Yahudi yerleşim yerini boşaltırken, tek kadın yerleşimci, koca bir polis taburunu tam 'o' anda durduruyordu. Ancak insanın direniş gücü açısından bakıldığında kadın durdurmayı sürdürmekten öte galip geliyordu. (AP / Oded Balilty)

İnsan sevdiğini yerden yere vururmuş diye bir söz vardı, buna mı inandılar acaba?
 
Hani dedik ya dost kalabilir miyiz? Bu resimlere bakınca belki ne kadar dost kaldığımızı görürüz diyorum ben.Neden, insanlar en acımasız, en yıkıcı davranışlarını, "savaş" adını verdikleri bir makineyle ifade ediyor, ardından da kendi yaratmış oldukları şiddet seremonisine tapıyorlar... İnsanlık tarihi kadar eski olan savaşlarda ölen milyonlarca insanın bedenleri üzerine kurulu bu yaşlı dünyanın "öteki" yüzüne baktığımızda bunun nedenlerini, o korkunç manzarayı görebiliriz. Bin yıldan beri savaşlarda ölen 147 milyon insanın tek tek öyküsü bile bu yaşlı dünyanın en büyük ayıbı değil mi? Yaşlı dünyanın mı dedim yok yanlış söyledim onun dostuyuz diyen bizlerin ayıbı. Bugün dünyanın birçok yerinde 30'dan fazla savaş var. Üstelik, bunların çoğunun görüntülerini gelişen teknoloji sayesinde rahat koltuklarımızda otururken anında seyredebiliyor; ölenlerin yüzde 80'nin sivil, bunların da önemli bir bölümünün kadın ve çocuk olduğu bu savaş görüntülerinden sıkıldığımızda ise televizyonumuzun düğmesini kapatabiliyoruz. Sonra da her şeyi unutmak istiyoruz. İnsan oğlunun yaptığı en iyi şey unutmak çünkü.

"Savaşın kaynağı korkudur." İnsanoğlu bu korkuyu üzerinden attığı gün belki savaşlar da bitecek. Savaş kelimesi, eline silah yerine bilgiyi alan insanların oluşturduğu bir dünyada belki de sözlüklerden çıkacak ve bir daha hatırlanmayacak. Fotoğraflara baktığımda aklıma gelen iki sözü de yazmadan edemeyeceğim. " Bernard Shaw demiş ki; "Hiç bir askerden düşünmesini beklemem ben" ne kadar doğru bir söz değil mi? Diğerinin söyleyenini hatırlayamıyorum ama şöyle diyordu ölen çocuk bedenlerine bakınca aklıma geldi. "Hepsini öldürün! Tanrı kendininkileri ayıracaktır." Bu tablolara baktıktan sonra hala dost olabildiğimizi söyleyebilir miyiz acaba?
 
Ölü bir beden…
Bir beden, ölmüş…
Ölmüş, beden
Beden, ölmüş
Ölmüş.
Ölmüş…

Nasıl ölmüştür; Önce kalbi mi durmuştur yoksa bilincini mi yitirmiştir?

Acı çekmiş midir ölürken?

Ölürken bir daha yaşamayacak olduğunu düşünmüş müdür?
En son aklında ne vardı acaba?

Nasıl görünüyor?

Evet, sorular dökülüyor.

Ağlama hissiyle doluyorum.

Sebebi bu fotoğraflar değil. Bu fotoğraflara bakarken hissettiğim ikiyüzlülüğümüz.
Kendimizi sarmaladığımız tüm duyarlılık pozlamalarına karşın diplere itmeye çalıştığım ama her seferinde su yüzüne çıkıp çirkin suratını gösteren o korkunç gerçekliğimiz.
Dikizciliğimiz…

Pornografiyi çoğumuz cinsellik sanarız.
Oysa gerçek anlamında pornografi ‘bakılmaması gerekene bakmak’ anlamına gelir. Yani seks yapan bir çifti izlemek ile bir ölüye bakmak aynı şeydir. Bir ceset sergilemek de pornografidir. Bir başkasının ölü bedenini izleriz. Yetmez, onu bir fotoğrafa kareler ve gözlerin şölen etmesi için piyasaya sunarız.

Gözler bir ölüden neden hoşlansın ki değil mi? Şaşırdınız belki. Oysa acıya, merhametsizliğe, çaresizliğe bakmak korkunç bir eğilimdir içimizde. Yolda bir kavga gördüğümüzde neden durur izleriz? Büyülenmiş bir maymun gibi şiddetin çekiciliğine kapılıveririz. Bir kopmuş kol görsek bakma dan geçer miyiz? Bu fotoğraflara neden bakarız peki? Neden gösteririz bunları herkese? “Bakın ne korkunç acı çekiyor bu kişi” sözünün altında yatan nedir?

İnsanlar neden gazetelerde vahşet ve cinayet haberlerini okurlar? En çok okunan haberlerin bu üçüncü sayfa haberleri olmasının sebebi nedir? Sakın zulmetmeye, kötülüğe yönelik gizli eğilimimiz olmasın…

Hayır, lütfen bana “bu görüntüler insanın vahşet karşısında daha güçlü olmasını sağlar” ya da benzer şeyler söylemeyin. Çünkü bu olasılık kadar bu görüntülerin bu acıları normalleştirmemize yol açması da mümkündür.

Bu fotoğraflar sadece bir katliamın görüntüsü değiller bence.
Bunlar bu katliamı normalleştiriyor ve bu yüzden bu ve benzer acıların düzeltilemeyeceği duygusu uyandırıyor.
Benzer şeyler sakatların acılarının sunuluşunda da yapılıyor.
Oysa birileri bu acıların sergilenmesini hep boş bir umutla fayda getireceğini düşünmüştür.
Bu, büyük bir yanlış olmanın ötesinde içimizde acıya duyduğumuz dikizciliği saklamak için de oldukça işlevseldir.

Ağlamak hissiyle doluyorum.

Çünkü bu fotoğraflara bakarken “ben öldürülmüyorum, ben yaralı değilim, ben sakat değilim, ben tutsak değilim” düşüncesindeyiz hepimiz. Bir tür acıdan arınma ritüeline dönüşüyor ve bulunduğumuz biricik! Mutluluğumuzu kutsamaya. Yüzümüze yerleştirdiğimiz tüm o acıma ifadelerinin arkasında iğrenç bir şükretme hali var oysa…

Kimindi hatırlamıyorum bir yazar vardı. Kadındı sanırım. Auschwitz kampında Nazilerin komutanı bunları bir yandan doğrarken bir yandan klasik müzik dinliyordu. O komutandan bir farkımız var mı? Oturmuşuz bilgisayarın karşısına ve insanların acılarından "etkilenmişiz" gibi yapıyoruz. Biraz sonra bu sayfadan çıkacak ve normal hayatımıza devam edeceğiz. Hiçbir şey olmamış gibi. Oysa birşeyler olmuştur, tatmin olmuşuzdur! Tıpkı elinde cips paketi haberlerde insanların ölüm görüntülerini görsel bir şölen gibi izleyen her insan gibi… İğrenciz değil mi? Evet, bencede...

Ama asıl iğrençliğimiz nerede biliyor musunuz? Şimdi biz o küçük çocuğun ölüsüne bakıyoruz ya. Ve kendimizi çok üzülmüş gibi düşünüp o çocuğa sempati beslemeye çalışıyoruz. Eğer böyle bir sempati gelişmezse varmış gibi yapmak zorunluluğu beliriyor. Oysa ortaya çıkartmaya çalıştığımız sempatik yavşaklığımız sadece ikiyüzlülüğümüzün yansıması değildir. Bu sayede suçsuz olduğumuzu düşünüyoruz. Öyle ya, bakın ölü çocuğa sempati duyduk ve her şey bitti! Üzerimize düşeni yaptık yani! Ölen çocuk için "yüce yüreğimizden" bir sempati ve duygudaşlık parçası lütfettik... Görevimiz bitti! Yani şimdi diğer sitelere girebiliriz bu gönül bulantısından kurtulmak için. Hatta bir arkadaşımızla gün içinde gelişen olaylar hakında geyik çevrilebilir msn de, uygundur. O çocuğun katliamına bakışımız bundan ibarettir.

İkiyüzlüyüz ve ben ağlamak hissiyle doluyum

O ölü çocuğun görüntüsü karşısında küçükten hislenme triplerimiz masum olduğumuz inancını iyice hissetmek içindir. Oysa yüreğimiz korkunç ve onulmaz bir şekilde yırtılmalıydı. O görüntünün ardından asla eski bizler olmamalı ve öyle bir şey bir daha yaşanmasın diye yollar aramaya başlamalıydık. Yaptık mı? Hayır. Ne yaptık? Birazcık üzüldük. Aferin bize…

Aynı şey sağlam insanların sakatlara bakışında da yok mu? Sağlam, engelli birine ne kadar acırsa onun içinde bulunduğu “acınası” durum için o kadar masum olduğu hissini yaşayabilir... Ne alışveriş ama! Bu kişi sakat bireye acıdığı için masum olduğu duygusunu elde eder. Bir tür alışveriştir bu ama hiçte adil olmayan bir alışveriş. Bu alışverişte bir şey gizlidir. Masumluk duygusunu alan ‘acıyan’ bu sakat kişinin içinde bulunduğu "acınılası" platformun kendisinin de içinde bulunduğu platform olduğunu ve bu hali düzeltmek için hiçbir şey ama hiçbirşey yapmadığı gerçeğini yadsımakta ve gizlemektedir. Tıpkı bu fotoğraflara bakarken...

Tam burada mystification anlatılmalı değil mi? Yok konu dağılmasın.

Bilişsel bir gerçeklik nedeniyle bir görüntü ne kadar korkunç olursa olsun arkadaşlar, gösterilme sıklığı veya mecrası nedeniyle kanartıcasına zihinlerimize kazıması gereken etkisi azalır. Uclarına kadar gittiğimiz duyarlılıklarımız artık işlemez hale mi geliyor? Ya da ben bu son soruyu hiç sormamalı mıydım?

Bu görüntülere bakmaktan duyduğumuz gizil pornografik haz acaba bu görüntüleri yaratanlara karşı geri dönülmez bir mücadele hissi mi doğuruyor; yoksa bu düzenin devamının kaçınılmaz ve normal olduğu hissini mi? Bu görüntülerin bile normalleştiği, bir seyir malzemesi olduğu bir dünyanın nasıl anlamsızlaştığını ve içinde debelendiğimiz anlamsızlaşmanın bizi ne hale getirdiğini görebiliyor musunuz?

Peki, her cümlemizde belli bir bilişsel olgunluğa eriştiğimizi ispatlama hevesindeki bizler bu olaylar karşısında sadece üzülerek görevimizi yerine getirdiğimizi düşünerek satın aldığımız masumluk duygumuzu bir kenara koyacak olursak bu olaylardan kimlerin sorumlu olduğunu ve bizlerin bu konuda hiçbir şey yapmadığımız gerçeğinden nasıl sıyrılacağız?

Bu ıstıraplardan kimler sorumludur sorusunu sormamak bir sakat insanı gördüğünde ona “acıyarak” o kişiye karşı görevini yaptığını düşünen bir sağlam bedenin bu durumda kendi boş vermişliğinin bir payı olup olmadığını sorgulamaması gibi bizlerde diri tarafından harika birer sahtekârız. Bu fotoğraflar “acımanın” sahtekârlığından sıyrılıp umursamazlığımızın suçluluğuyla yüzleşmemizi sağlamadığı müddetçe hiçbir anlamı yoktur.

Hepimiz sahtekâr birer tüccarız ve ben ağlamak hissiyle doluyum.

Almanya da ikinci dünya savaşında dresten bombalamasında öldürülen insanların dörtte üçünün kadın olduğunu okumuştum biryerlerde. Durup dururken aklıma o kadınlar geldi. O kadınların bombalarla nasıl öldüklerini düşünüyorum. Bir kadın nasıl öldürülür? Aklım almıyor. Aklıma okulda felsefe konuştuğum Alman asıllı hocam geliyor. Gözleri geliyor aklıma. Ölen Alman kadınların gözleriyle birleşiyor. Acı dolu bir ışıltıyla düşünemiyorum o gözleri. Buna rağmen içim anlatılamaz bir gönül bulantısıyla doluyor. Neden ikinci dünya savaşı? Neden günümüz değil? Neden Irak değil mesela? Çok mu alışıldık geldi? Yoksa suskunluğumdan ve hiçbirşey yapmadığım gerçeğinden bir kaçış mı eskideki bir şeylere acımak???


Ağlamak hissiyle dolu olup ağlamamak ne acı...

Gerçek ölüm bu mu yoksa?
 
İşte bu sevgili pegasus !!!

Yazdığın her kelimenin altına imzamı atıyorum sevgili kardeşim.

Gerçekten ikiyüzlülüğümüzle karşı karşıyayız. Büyük içtenlikle vahhh derken, içimizde kendimizden bile sakladığımız bir ses "tanrım iyiki bu durumda değilim " diyor.

Bu sebeplede bir dilenciye sadaka verirken, ona yardım etmenin ötesinde, yine bu durumda olmadığımız için mutlu olmanın bir yansıması var davranışlarımızda.

Ve bir başka pencereden öylesine tanıdık ki artık tüm fotoğraflar, enformasyon çağındayız değil mi??? Bilgi öylesine hızlı ulaşıyor ki gözlerimize, kulaklarımıza, henüz biri için üzülmeye fırsat bulamamışken bir başka fotoğrafın yansımasıyla kanıksıyoruz. Ve donuklaşıyoruz artık.

Hızla ölüme yaklaşıyoruz, belki de öldük farkında değiliz. :D Nefes alıp vermek değildir yaşamak. Bu sebeple öldüğümüzün farkında bile değiliz artık bana göre de.

Donuklaşan, matlaşan, yavaşlayan bakışlarımızla etrafımızdaki onlarca rengi, onlarca kokuyu zaten ne duyuyor ne de hissedebiliyoruz.
 
Pegasus' Alıntı:


Ağlama hissiyle doluyorum.

Sebebi bu fotoğraflar değil. Bu fotoğraflara bakarken hissettiğim ikiyüzlülüğümüz.

Yok be Sevgili Pega, "ikiyüzlülük" bu değil!!

Bu fotoğraflarda görülen; öylesine karmakarışık (hani arapsaçı derler ya!) ilişkilerin sadece bir parçası, devasa bir buzdağının ortada olan ufacık bir yüzü, epeyce zengin olduğunu sandığım kütüphanenin orta kalınlıkta bir kitabı kadar..

Birey olarak, kişi olarak, insan olarak; yapabildiğimiz yegâne şey: Büyük bir sinema perdesinde ya da tek kanallı bir TV'de, hiç de sevmediğimiz bu filmi izlemek zorunluluğudur!

Yapabileceğimiz başka şeyler olup da yapmıyorsak, o zaman ikiyüzlülük olur işte!

Pegasus' Alıntı:


Kimindi hatırlamıyorum bir yazar vardı. Kadındı sanırım. Auschwitz kampında Nazilerin komutanı bunları bir yandan doğrarken bir yandan klasik müzik dinliyordu. O komutandan bir farkımız var mı?

Evet, var.. O "taraf"tı. Biz, çeyrek yüzyıldır, kavgayı kaybetmiş olan tarafın yanındayız.. O yüzden başımız eğik. Ama bu sürekli "bunalım takılma"mızı, depresyonlara düşmemizi, kendimizi suçlamamızı gerektirmez! Çünkü yaşam devam ediyor. Çünkü:

Nazım Hikmet' Alıntı:
[size=4]
...
Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
ölülerimizin başlarına basarak
yükseliyoruz
güneşe doğru!

Ölenler
döğüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
...
[/size]




Pegasus' Alıntı:

O görüntünün ardından asla eski bizler olmamalı ve öyle bir şey bir daha yaşanmasın diye yollar aramaya başlamalıydık. Yaptık mı? Hayır. Ne yaptık? Birazcık üzüldük. Aferin bize…

Yok.. bu bizi aşar ağbi :D

Koskoca devletler başa çıkamıyorlar, yollar bulamıyorlar.. Bizler neyiz ki; birey olarak, kişi olarak, insan olarak.. Herkes haddini bilmeli!..

Şimdi yine kızacak İLAYDA, :p ama söylemeden edemeyeceğim: Çağımızda tepki koymak, bunun için yol aramak ve o yoldan yürümek, tek tek bireylerin değil, "bilinçli + örgütlü" toplulukların işidir! İlkokul 3 düzeyinde eğitimi olan insanlarla mı bu işi yapacağız? Olmayan örgütle mi bu işi yapacağız?

Duyarlılık, insanlık onuru vb. kavramları konuşabilmek için olayın içerisinde olmalıyız, olayları film izler gibi izleyen taraftan değil! "Niye olayın içerisinde değiliz?" diye kendimizi suçlamak da anlamsızdır, diye düşünüyorum. Don Kişot muyuz biz? :p

Selamlar..
 
BEN…

İnsan-Eti Endüstrisinin kanla beslenen havuzuyum.Denizim,okyanusa taşıyorum,kuşatıyorum, çiğ kızıllığımla gezegenin maviliğine kan kusuyorum.İşgal ettim metropolleri şebekelerimle,musluklarınızdan akarım,merhametin mukavemetine karşı dirayetimdir akışkanlığım….

Suretimde cazibe gizlidir.Çekingenliğinize rağmen çekiciliğime kapılırsınız. Kokum yayıldıkça Pan’dan kaçışan mahlukatlardan da daha çok zavallılaşırsınız.İçinize sıcaklığım yayıldıkça artan öfkenizle sahibiniz olurum.Efendinizimdir.Hükmüme boyun eğmiş et yığınları sizi!

Saflarıma doluşmuş besili piyonlarım vardır ki onlar da sizin suretinizdedir.Ayırt etmesi güçtür,hatta gereği bile kalmamıştır.Parçanızım,ruhunuza erişmiş olabilecek kadar hadden yoksunumdur.Sizleri merhamet yoksulu kılan kimdir deyü meraka düşeniniz olursa…İşte o da benim!

Size şah damarınız kadar uzak kalmış ‘tanrınız’-ile- ar damarınız kadar yakın ‘sahipsizşeytan’ arasında sallanan Foucalt Sarkacı modelli vicdanlar teslim ettiler.Sıfır model ve meta-fabrika çıkışlı hırslarınızla beni yarattınız.Siz ki kusursuz yaratanın sözde yaratılarıydınız ; bihabersiniz; ancak ben söyleyeyim yine de.SİZLER EL YAPIMI BİR TANRI YARATTINIZ GÖREMEDİĞİNİZ. ELLERİNİZLE ÖLDÜRDÜNÜZ ÇOCUKLARI,ELLERİNİZLE KEŞFETTİNİZ MADDENİN ÖLÜM HALİNİ.SUYUN KALDIRMA KUVVETİNDEN ÖNCE BOĞMA KADRİNE ERİŞTİNİZ.KENDİ YAŞAM ALANINIZI KATİL LORDLARINIZA MABEDLER İNŞA EDEREK YOK ETTİNİZ.MUKADDERAT DEDİNİZ SONRA. Kendinize-birbirinize-tanrınıza- yalanlar söylemekte ustalaştınız.Yalanlar medeniyeti kurabilecek çağlara eriştiniz.Okullarınızda yalan üzerine tahsil gören çocuklarınızı pohpohladınız.Yalanı meşrulaştırdınız.

Katillerin soyu yaşadı.Habillerin değil..Kabillerin soyu!Teolojik öğretileriniz yaşattı onu!

Dünyayı 1/1 ölçekli haritalarınıza benzettiniz.Kandan sınırlar çizdiniz.Onu bir boyama kitabı gibi kullandınız.Sınırların ortasında kalan boşlukları da kırmızıya boyadınız.Tek renk kırmızıydı!Pıhtı Kırmızısı!

Çağlarınızı çağlayan kan nehirleriyle böldünüz!

Ucuz tetikçileri başınızın tacı yapıp kokuşmuş kahramanlarınızla böbürlendiniz.

BEN…

İnsan Eti Endüstrisinin yarattığı kirliliğe kucak açmış anaç bir çukurum.Rahmime gömülen İnsanlık.Çukurum büyüdükçe folloşluk katsayısı artmış or.spu bir dünyanın ahlaki yıkıntılarına gömülün.Skolastik devrin cennetten köşk satmasının postmodernist karşılığı rahmime sığınmanızdır!Nefret bulamaçlarından lezzetler sunarım sizlere.

BEN…kimim ben?
 
Pegasus' Alıntı:
Oysa gerçek anlamında pornografi ‘bakılmaması gerekene bakmak’ anlamına gelir. Yani seks yapan bir çifti izlemek ile bir ölüye bakmak aynı şeydir. Bir ceset sergilemek de pornografidir. Bir başkasının ölü bedenini izleriz.

Ne ilgisi var yav. :) :)

Pegasus' Alıntı:
Oysa birileri bu acıların sergilenmesini hep boş bir umutla fayda getireceğini düşünmüştür.

Yok mu saymak daha doğru? Bahsetmemek ve göstermemek. O zaman mı düzelecek? :)

Pegasus' Alıntı:
Sakın zulmetmeye, kötülüğe yönelik gizli eğilimimiz olmasın…

Hah işte bunun bir kısmı doğru. :) Peki sence bunu nasıl değiştirebiliriz?
 
Neptün fotoğrafla ilgilendiğini görmek ne güzel.

"Ne alakası var yav" dediğin cümle öylesine sarfedilmedi. Özellikle Saddam ın idamının görüntülenmesinin ardından çokça tartışılan 'şiddetin pornografik özelliği' medyamıza da yansıdı. Zahmet edip ilgilenirsen bu konuda çok ilginç bulgulara erişeceğini biliyorum. Bu konuda şimdilik pornografinin sadece cinselliği değil başka bir formuyla şiddeti de kapsadığını belirtmekle yetineyim

Bu görüntülerin gösterilmesini eleştirmiyorum. Gösterilmediği taktirde sorunun çözülmeyeceğinin de farkındayım. Beni üzen bu görüntüler karşısında girdiğim/iz tavırdır. En azından tepkimelerimizi dürüstçe analiz etme erdemini göstermelyiz değilm mi...Bu görüntülerin bizdeki yansımaları hakkında dürüst tespitler yapmayı beceremeden bu görüntüleri ortaya çıkartan sistemle mücadele etme isteği anlamsızlaşıyor çünkü.

Sorun şu ki çözüm noktasında senden daha ileride değilim. Zihnimde dönüp duran çözüm stratejilerini uygulayabilecek bir kollektif donanım görmüyorum ortada. Umutsuzluğumun sebebi liberallerin insanlık hakkındaki önermelerinin mevcut düzlemde haklı görünüyor olmasındandır.

Anladın sen onu...


Baben abi sorun ne biliyor musun; hep umut etmek zorunda kalacağını görmek... Yani o hep anlatmaya çalıştığın renkli günlerin hiç gelmeyecek olmasının farkına varmak. En azından görünür gelecekte böyle bir şey olmadığını karamsarlığından değil rasyonalite gereği kavramak. (Mantıksal bir akıl yürütme olumsuzluğa vardırıyorsa bunun adı karamsarlık olmamalı). Bu yüzden değil mi o eski hızlı devrimcilerin! günümüzde iyi birer kapitalist olması. Hemde reklamcılık sektöründe! Görünür gelecekte kollektif mutluluk görmeyenlerin uluyarak bireysel mutlulukların peşine düştüğü bir dünyada değil miyiz. Var sen buna üzülüyorum say. Ama bir yandan ağlarken bir yandan hızlı adımlarla damadın evine giden gelin gibiyiz... Varsay timsah gözyaşları bizimki...
 
Evet, fotoğraflara bakarken, sadece buradaki fotoğraflara değil, genel anlamda fotoğraflara bakarken, fotoğrafın insanın yüzüne inen tokat gibi yapısını sevrim.

Aman ne güzel lerin ardında genel anlamda en masum fotoğraflarda bile bir anlatım saklıdır benim için.

Buraya bu fotoğrafları seçerken ve bunlarla gözlerimin ilk buluştuğu anda " aman allahım!!!" cümleriyle bezeli düşüncelerin bende yarattığı etkiyi anlatmanın imkanı yok.

Ürkmenin ve korkmanın ardında saklı duran, iyi ki bu durumda değilim in de gizli kodlarını yüksek sesle haykıramasam bile bedenimin her hücresinde bu durumda olmamanın mutluluğunu yada bu bencilliğini diyelim hissedebilmek söz konusu.Ve bu duygu kısa sürede(bereket versin!) o insanın yada olayın içinde kendimi hissettirmesine de sebep olurken, üşürüm.....

İşte yaşamda tıpkı bu gelgitler gibi bir şey. Sürekli olarak gözlerimize bir şeyler değiyor.Sadece değiyor genel anlamda, saplanıp kalması ve ne yapmalıyı da düşündürmediği sürece hiç bir şeyin anlamı yok.

Tek başına birşeyler yapabilmek pek o kadar kolay değil. Bunların farkında değilmiyiz sanıyorsunuz? Ama bir şey yapamayacak olsak bile bir şeyler yapmış olmanın en azından düşünmüş olmanın, ve yine en azından ne oluyor sorusunu sorabilmiş olmanın veya sorgulamanın her şeyin ötesinde bir şeyler yapmış olmaya adım oluşturduğunu da biliyorum.
 
baben'in n.hikmet'in güneşi içenlerin türküsü şiirinden yaptığı alıntıyı okuyunca şiirin içinde geçen:

ölenler döğüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!

mısralarını ve bi anımı hatırladım.

12 eylüle çeyrek var. okula haber geldi bilmem nerede bilmem ne olmuş.
protesto ediyoruz..
edelim nasını satiim..!
eylem koyacağız..
koyalım nasını satiim..!
yıldız teknik'in önünde korsan atılcak.
atalım nasını satiim..!
üçerli beşerli olarak DMMA (şimdiki yıldız ünv.) önünde toplanılcak..
toplandık..
50 kişi falan varız ama dağınık durumdayız.
DMMA nın önünde de var bi 50 kişilik faşo (!) gurubu ama toplu vaziyetteler.
bizim guruptan üç kişi ellerinde sopalarla öne çıktı sloğan atıyo.
arada da bağıırıyor.

Akın var akın
güneşe akın!
...

karşı guruptan tabancalı iki kişi sıyrılıp üstümüze ateş etmeye başladı.
..ve bi yandan da:
- gelin ulan mına dumun çocukları "sizi güneşe gönderiim" diye bağırıyordu.

bizde silah yoktu..çil yavrusu gibi dağıldık...
yani az daha güneşe gömülüyorduk :D

meraklısına şiirin tamamı:
GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜ

Bu bir türkü:
toprak çanaklarda
güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü:
alev bir saç örgüsü!
kıvranıyor;
kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor
esmer alınlarında
bakır ayakları çıplak kahramanların!
Ben de gördüm o kahramanları,
ben de sardım o örgüyü,
ben de onlarla
güneşe giden
köprüden
geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
Ben de söyledim o türküyü!

Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını
yırtarak
gerindik!
Sıçradık;
şimşekli rüzgâra bindik!.
Kayalardan
kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor
şaha kalkan atlarını!

Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!

Düşmesin bizimle yola:
evinde ağlayanların
göz yaşlarını
boynunda ağır bir
zincir
gibi taşıyanlar!
Bıraksın peşimizi
kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!

İşte:
şu güneşten
düşen
ateşte
milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!

Sen de çıkar
göğsünün kafesinden yüreğini;
şu güneşten
düşen
ateşe fırlat;
yüreğini yüreklerimizin yanına at!

Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!

Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
toprak kokuyor bakır sakallarımız!
Neş'emiz sıcak!
kan kadar sıcak,
delikanlıların rüyalarında yanan
o «an»
kadar sıcak!
Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
ölülerimizin başlarına basarak
yükseliyoruz
güneşe doğru!

Ölenler
döğüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!

Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!

Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
Kalın tuğla bacalar
kıvranarak
ötüyor!
Haykırdı en önde giden,
emreden!
Bu ses!
Bu sesin kuvveti,
bu kuvvet
yaralı aç kurtların gözlerine perde
vuran,
onları oldukları yerde
durduran
kuvvet!
Emret ki ölelim
emret!
Güneşi içiyoruz sesinde!
Coşuyoruz,
coşuyor!..
Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!

Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!

toplumun vicdanını gıdıklamak gerektiğinde illaki çocuk (resmi-görüntüsü) kullanılacak.
erkeğin cüzdanında gözün varsa yarı çıplak güzel kadın (resmi-görüntüsü) kullanılacak.
resim seçimi pazarladığın şeye bağlı.

TKP nin legal örgütlendiği semt kültür derneklerinde fotağraf kolundaydım.yıl 1976
gecekondu mahallelerinde çıktığımız ilk alan çalışmasında sıkı sıkı tembihlemişlerdi.
- kanalizasyon suyunda oynayan çocukları çekin.
oysa mevsim bahardı ve ben çiçek açmış kiraz ağaçlarını çekmek istiyordum.
ııhhh dediler olmasss..!
- çeşmeden yalın ayak su taşıyan hamile kadını çek.

ve yukardaki asker resimleri..onlar mehmetçikse..aslanlarım koçlarım benim.
ABD li ise tuu kaka..
kafatası resimleri:
yıllar önceydi..tv de gördüm, erzurum'da ermeni çetecilerin katlettiği köylülerin kafatasları..
- vayy lanet herifler..!
sonra bu kafataslarının yakınında haçlı kolyeler bulundu. film tersine döndü.
ölenler ermeniymiş.
düşüncelerimiz hemen değişti.
- ee savaş bu olur böyle şeyler..hem onlarda rahat dursaymış canım..!

objektifin çektiğine objektif olamıyoruz.
subjektifiz subjektif.
 
Kabul etmiyorum canımcım, :D

Bir tartışmada daha söylemiştim aynen tekrarlayayım.

Bir kişi bile olsa, ve o da ben olsam genellemeyi kabullenemem.

Son derece objektif bakıyorum, ve kendi adıma konuşuyorum.Kim olduğu ve ne olduğu hiç umrumda değil.Bir bataklığa çeviriyoruz dünyayı hem düşünsel olarak hemde fiziksel olarak.

Buradaki fotoğraflarda ne savaşın kötülüğünü ve anlamsızlığını anlatmaya çalıştık ne de sevgi barış tantanasında bulunmaya....

Bunlar güzel konulardır; sevgi barış vs.... Ama bizim konumuzdan çok ayrı konulardır.

Öyle yada böyle savaşlarla kirletiyoruz dünyayı.Hiç kimse bana savaşın ahlaklısını anlatmaya kalkışmasın. En haklı savaşta bile , ne demekse haklı savaş,birileri kaybediyor. Birileri yok oluyor,birileri acı çekiyor....

Olan insanlığa oluyor, doğaya oluyor ve bu yaşlı ve yorgun mavi gezegene oluyor.

Burada konumuz bu. Dünyayı hangi yollarla yok ediyoruz.Elimizden bir şey gelirmi?İşte bunu, vallahi de bilmiyorum billahi de bilmiyorum......
 













Kendine bıraktığında böylesine muhteşem işte bu dünya. Ama insan eli değdiğinde olanları hepimiz biliyoruz.Bu umursamazlık ve kendimize ihanet niye?
 
Arkadaşlar bu başlığı açarken her fotoğrafı bağımsız olarak sunmak adına açmadık. Yani sadece savaş yada sadece barışı anlatmak değildi amacımız. Baştan itibaren yer alan fotoğraflarla konuyu bir bütün olarak yani insan olarak dünyaya verdiğimiz zararları her boyutuyla ele alarak size sunduk ve değerlendirirken bu şekilde bakalım lütfen. Yani konumuz savaşı tartışmak değil savaşla dünyaya verdiğimiz zararlar ve diğer zararlar. Bu dip notu düştükten sonra geliyorum konumuza. Ormanlar orman yangınları ve bizim bilerek isteyerek akciğerlerimize verdiğimiz zararlar.

*Ormanlar 50 metre genişliğindeki bir otobanın trafik gürültüsünü 20-30 desibel azaltıyor.

*Yapraklı ağaçlardan meydana gelen bir orman bölgesinde 50 kuş türü barınıyor.

*Ağaçsız bir alana göre 8 kat daha fazla humus oluşturan ormanlar toprak canlılarının yaşamasına olanak sağlıyor.

*25 metre boyunda ve 15 metre tepe çatısına sahip bir kayın ağacı saatte 1.5 kilogram oksijen üretiyor.

*Bir hektar ladin ormanı yılda 32 ton, kayın ormanı 68 ton, çam ormanı ise 30-40 ton toz emiyor.

*Hava kirliliğinin yaklaşık yüzde 50'si ormanlar tarafından temizleniyor.

*Ormanlar, egzoz ve benzeri zehirli gazlar ile kirli suları temizleme özelliğine sahip.

*100 yaşındaki bir kayın ağacı saatte yaklaşık 40 kişinin çıkardığı 2.35 kilogram karbondioksiti tüketiyor.

*100 metrekare alanda yer alan 25 metre boyunda ve 100 yaş civarındaki bir kayın ağacı, kökleri ve kılcal damarları aracılığıyla yılda 30 bin litre su çekiyor ve verimli toprağın akmasını önlüyor.

*Kayın ağacı bir yıl içinde 300 kilogram zehiri emiyor ve dışarı süzüyor.

Gördüğümüz gibi ormanlar hem ekonomik hem de sosyal yaşama doğrudan ve dolaylı olarak katkıda bulunmaktadır. Peki biz yaşam kaynağımız olan ormanlarımıza ne yapmaktayız. Yok etmekteyiz neden? Tarla açmak için,Hayvan otlatmak için, odun kesmek için, sanayi için ve yeni binalar yapmak için ormanlarımıza zarar vermekteyiz. Akciğerlerimizi kendi menfaatlerimiz için yok etmekteyiz. Bir ağacın yetişmesi için 15-20 yıl gerekirken binlerce ağaç yangınlarla bir saatte yok olmaktadır. Çoğunluğunun nedeni ise rant elde etmek. Bu resimlere baktıktan sonra hala dostuz diyebilir miyiz doğaya sizce?
 
sevgili andante propaganda amaçlı ajitatif fotoğraflara bence sadece duyguları körelmış ya da artık kanıksamış kişiler objektif bakabilir. önemli olan analitik düşünebilmek. çok yönlü düşünebilmek.
yani düşünmemizi istedikleri şeyin tam tersini da düşünebilecek bilgi birikimine sahip olabilmeliyiz.
o zaman tam objektif olabilir miyiz..? hayır.
sadece kolay kolay gaza gelmeyiz.
örneğin orman yangını resmine bakar bakmaz ilk aklımıza gelen yakanlara/sebep olanlara lanet okumak yada insan olarak kaybettiklerimize üzülmek dii mii?
ama ben orman yangınlarının bazı durumlarda faydalı olduğunu hatta zaman zaman tanrının yıldırım düşürerek bu dengeyi sağlamaya çalıştığını da bilmeliyim.
 
andante' Alıntı:


Bir kişi bile olsa, ve o da ben olsam genellemeyi kabullenemem.

Son derece objektif bakıyorum, ve kendi adıma konuşuyorum.Kim olduğu ve ne olduğu hiç umrumda değil.Bir bataklığa çeviriyoruz dünyayı hem düşünsel olarak hemde fiziksel olarak.

...

Genellemeye karşı olunup genelleme yapılmış, gibi gördüm ben. Yanılıyor da olabilirim.. :roll:

Oya Tekin' Alıntı:


Gördüğümüz gibi ormanlar hem ekonomik hem de sosyal yaşama doğrudan ve dolaylı olarak katkıda bulunmaktadır. Peki biz yaşam kaynağımız olan ormanlarımıza ne yapmaktayız. Yok etmekteyiz neden? Tarla açmak için,Hayvan otlatmak için, odun kesmek için, sanayi için ve yeni binalar yapmak için ormanlarımıza zarar vermekteyiz. Akciğerlerimizi kendi menfaatlerimiz için yok etmekteyiz. Bir ağacın yetişmesi için 15-20 yıl gerekirken binlerce ağaç yangınlarla bir saatte yok olmaktadır. Çoğunluğunun nedeni ise rant elde etmek. Bu resimlere baktıktan sonra hala dostuz diyebilir miyiz doğaya sizce?

Burada da genelleme yapılmış! Ben hayatımda orman yakmadım! Tarlam da yok, sanayi bölgesi ya da yeni binalar yapmak gibi bir niyetim de yok.. Bunları yapanlar, yukarıdaki karikatürde olduğu gibi "hâlâ öküzüm" diyorlarsa, ben niye onlarla aynı kategoriye giriyorum yahu? :evil:
 
Ee buda bir teknik Babür abi yazdırmanın suskun bırakmamanın bir yolu. :wink:
 
Yok gerçekten bir şeyler oldu son zamanlarda hepimize. :D :D :D

Küresel ısınma her şeyi yok ettiği gibi insanlar arasındaki iletişimi de zedelemeye başladı. Anlaşamıyoruz yaaaaaa.

Ve ben bu durumdan rahatsız olmaya başladım. :D

O fotoğraflara bakarken objektif olmak başka genel anlamda objektif olmak çok başka. Senin cümlelerinle baykecim gördüğüm bir dehşet fotoğrafında yani savaş fotoğrafında o fotoğraftaki kişinin Türk olması yada olmaması beni hiç ilgilendirmiyor. Onlara sadece acı çeken insanlar olarak bakarım diyorum ben.

Genelleme yaptığım zamanlarda olur sevgili baben, ama genellikle genelleme yapmadığım kesindir. Bir düşünceyi dile getirirken bana göre diye bir şey kullandığımı genellikle göreceksin. İfadelerim sadece ve sadece bana ait olanlardır.

Eğer bayke hemen hemen herkes objektif olamıyor gibi bir cümle kullanmış olsa asla itirazım olmaz. Çünkü burada bir genelleme yok. Ama hiç kimse objektif bakamıyor derken bu genellemeye girer ve ben o genellemenin içinde değilim ben objektif bakıyorum diyorum anlatabiliyormuyum?

Nefret ediyorum şuna benzer cümlelerden;

Türkiyede insanların en büyük eylencesi televizyon....

İşte bu bir genellemedir ve yanlış bir cümledir. Hayır kardeşim benim en büyük eylencem televizyon değildir o halde bu cümleyi doğru kur ve deki; Türk insanının büyük bir kısmının eylencesi televizyondur.Anlatabiliyormuyum???????Buradaki cümleye göre ben Türk olmuyorum anlamını da çıkartabilirm pekala :D

Bu arada gerçekten senin baben, yada senin bayke bu olayın özüyle ilgili olarak söyleyecekleriniz yok mu? Sizce savaşlar kirlilik değilmidir, insanlar kendi elleriyle katletmiyormu dünyayı ? :D :D :D Konu bu sevgili dostlarımmmmmmmmm, öpüldünüz, :lol:

( Bu arada sevgili baben vallahi bende orman hiç yakmadım ağaç bile kesmedim, ama dünyanın kirlenmesinde benim de katkım var. Kusura bakma senin de vardır. En azından insan olarak dışkılarımız biz istemesekte yanlış uygulamalar sonucu bir yerlere dökülüyor. :D )
 
















İnsana ait atıkların yanında daha iyi yaşayabilmemiz için ortaya çıktığı savunulan kimyasallarımız ve yaşantımızda olmazsa olmazlarımızla kirlettiğimiz başka güzelliklerimiz......
 
Bu arada sevgili ilayda, buradaki her fotoğrafı konusuna uygun bir şekilde müziklendirebilirim de. Ama istersen senin bu isteğini son bölüme koyalım. Bunu yapacağımdan emin olabilirsin.... :D

Ama şimdi birden bire en sevdiğim müzikal geldi aklıma o ölü balıklara bakarken.

Buraya onu eklemede hiç sakınca görmüyorum. Bu müzikalde de insan yerine kediler vardı. kediler müzikalinden en tanınmış parça memory, nasıl olsa herşey bir süre sonra anı olmayacak mı?

İlayda bu parça senin için:

Memory
 
Parçayı cuk oturtmuşsun Sanemcim. Sözlerini anlamasamda kadının yüz ifadesi hareketleri bana çok şey anlattı. Yaşlanmış köşeye atılmış bir kedi kadın . Tıpkı dünya gibi. Yüzündeki hüzün ne yapıyorsunuz der gibi. Peki biz ne yapıyoruz?
 
Kaynaştırma öğrencim çok resim yapar. Ünite konularımızla ilgili çalışma yapmasını söylediğimde hiç yapmadı. Gülerek resmine devam ederdi. İstediği resmi yapardı ille.
Kışkırtırdık onu sınıfça... İlle bildiğini okurdu.
Geçen ünite konumuz gereği sınıfa görev verirken, ona da verdim. Dünyamızın ve ay'ın resmini yapmasını istedim. Yine umudum yoktu.
Ertesi gün sınıfa gittiğimde koştura koştura geldi masama yaptığı resmi bıraktı. Aynı hızla yine sırasına koştu. Asla sırasından kalkmaz:) sadece meyve suyunu içtikten sonra kutusunu saklar, derste ben arkamı döndüğümde, büyük bir hızla ayağa kalkar, meyve suyu kutusuna basıp, patlatır ve yine son hızla sırasına kaçar:)
Neyse… Baktım resme. Kâğıt öyle kirlenmiş ki:) resmi yaparken baya uğraştığı belli.
Ev yapmış. Ağaçları... Güneş ve ay’ı... boyamış bir güzel... Gülümseyerek yanına gittim öptüm kafasından:) çünkü çoktan sırasına abanmış, yüzünü saklamış... Yanağını bulup, öpmek ne mümkün:)
Ve o resmi panomuza astım. Tabi adını yazmamış. Okuma yazma bilmiyor. Yazmaz da bakarak bile:)
Ben yazdım adını ve panomuza astık o resmi.
Şükür gidip alıp yırtmadı.
...
Herkesin yapabileceği bir şey vardır. Fakat öyle bir şey var ki insanın önünü tıkıyor.
Her şey mükemmel olunca, mükemmellik kaygısı taşıyınca insan duruyor orda.
Cesaret edemiyorlar. Bilirsiniz panoya en güzeller seçilir güya... İmaj kaygısı taşır.
Benim sınıfımda imaj kaygısı yaşamıyoruz. Herkes kendini ortaya koyuyor. Çünkü herkes kendisiyle yarışmak zorunda. Başkasıyla değil.
Özgünlük güzeldir. ve öğrencilerimin hepsi kendisinin başta özgünlüğünü kabul ediyor. Haylazlarım aşırı özgün gerçi:)))
Nerden geldim buraya?
Bu site aşırı mükemmellik kaygısı taşıyor.
Engelliler sitesi. Engellilerin derdinden anlayacak yer burası olmalı!
Ama bakınız panosuna!
Yazılara...
Bu site panosunda herkes olmalıydı.
İki cümle, üç cümle, karmakarışık anlamsız cümleleriyle herkes...
Onlar “biz”iz...
Toplum bu insanları dışlıyor. İki kelimeyi bir araya getiremediği için güya...
Ya da anlatamadığı için.
Ya da ciddi bir olaya değinmediği için.
İnanın öyle yazılar yazılıyor ki bir cümle... Ya da öyle resimler yapılıyor ki korka korka getiriliyor. Ya da kelimeler öyle anlamsız çıkıyor ki bazen.
"çocuklar yazın! Konuşun! Yapın! Vallahi sizin ağzınızdan çıkan bir kelimeye kurban olurum ben "diyorum...
O anlamsız kelimeler yavaş yavaş anlam kazanıyor. Konuştukça, yazdıkça onlar kendilerini yeniyorlar.
Onlar sadece kendileriyle yarışmalı biliyorum bunu.
Çünkü her insan ayrıdır.
Evet, panomuzda “emeğin” olduğu her çalışma yer alıyor.
Kaynaştırma öğrencim de bunu gördü. Cesaret buldu ve yaptı o resmi.
Ve arkası gelecek biliyorum.
Evet, ben de şimdi şunu soruyorum?
Bu sitenin panosunda her çalışma yer alıyor mu?
İyiden kötüye, güzelden çirkine bildiğimiz her çalışma...
Site panosu mükemmellik kaygısına girmiş!
Tıpkı toplum gibi...
...
Evet, ağaçları yakmak beş dakika... Ağaçları büyütmek ise seneler alıyor. Ama değiyor!
İnsanı durdurmak da çok kolaydır.
Ama önemli olan insanın ağaç gibi büyümesine imkân vermektir.
Filizlenmesine, yeşermesine...
Yani diyeceğim şu: önemli olan yazdırmak değil... Yazıların devamını sağlayabilmektir. Bir kelime yazana koşmak. Bir paragraf yazana koşmak gerek.
Anlatamayana ne anlattığını sormak gerek.
Burası engelliler sitesi... Parsellenmemeli asla!
Hiç kimse burada ağaçlara duyarsız değildir. Hiç kimse ölen çocuklara duyarsız değildir.
Engelli birey engelliliği çeken olarak, acıyı çok iyi tanır! Bu resimlerde gördükleri herkesten çoktur. Ama çekingenler bence...
Çekiniyorlar. Yazmak sizce kolay mıdır öyle?
Düşüncelerini iletmek kolay mıdır?
Biri dünyaya küsmüş yargılanıyor hemen! Niye hayata küsmüş? Suç oluyor!
Biri akıllıca değerlendirmemiş olayı!
En akıllıca ve mantıklı yazmasını istersek böyle olur işte!
ağaçlarrrrrrrrrrrrrr! İşleri toprağa düştüğünde filizlenmek, dünyamızı yeşertmek!
Ama sınır konuluyor...
Tıpkı engellilere konulduğu gibi...
Bir ağaç, toprağa kavuşunca yeşilleniyor kaygısızca...
Ama engelli birey toprağa bile ulaşamıyor...
Betonlara tosluyor. Uygun ortam, yuva bulamıyor!
Kelimelere tosluyor...
Nitelik kaygısıyla çarpışıyor.
Kayboluyor.
Güzel bir site yaratılıyor burada...
En küçük çirkinlikte(!) yakılıyor, yıkılıyor ama...
tartışmaya kurban gidiyor burada engelli..insan ve toplum kavgalarına hem de…
İnsanın savaşta kurban gittiği gibi... Ağaçların yangınlara kurban gittiği gibi.
Engelliler evet konuşsun. Ama bırakalım istediği gibi konuşsun. Sınırlamayalım.
Başımıza ne geldiyse konulan sınırlar yüzünden geldi zaten...
Çok mu önemli burada bir üyenin yazdığı iki kelimeden, bu güzellik nitelik kaygısı!
Sonra silinir be! (orman yakmak gibi de olmaz.)
Zor mu bunlar?
Ha burası okul değil... Biz de öğretmen değiliz öyle mi?
Bunu toplum da diyor...
Kaynaştırmaya herkes karşı!
Çünkü yine nitelik kaygısı taşıyor. “o öğrencilerle” uğraşıncaya kadar “diğerlerine” yazık oluyor. Başarı düşüyor!
Onlar başka yerlere postalanmak isteniyor.
Burası neresi?
Toplumun ta kendisi...
evettttttttttttttttt! her şeye rağmen dünyayla dost olabiliriz biz....
Çünkü dünya insanın niteliğine bakmıyor!
"insan" olmasına bakıyor.
Toprak, ağaca seçim yapmadan büyüme şansı veriyor.
Evet, sadece insan "seçerek" yok ediyor...(bu ormanlara yaptığı gibi… Yer açmak için )

Tıpkı bizler gibi...
Sınıfımın bütün öğrencileri kaynaştırma öğrencimle dost olmak için yarışta!
Ama o haylazım tınmıyor:)))) Canına okuyor sınıfımın...
Onun yazdığı her harf her kelime kıymetli... Öyle aç bıraktı ki bizi öğrencim her kelimesi bizde olay!
Bize ödül verdi sayıyoruz.
Sevindiğimizi gördükçe o da bizle paylaşıyor kelimelerini...
Kelimelerinin kıymetini biliyor çünkü...
Bugün ağladı! Anlatmadı niye ağladığını... Sümükleri aktı sırasına, başını kaldırmadı, ağladı mahvoldu. Sınıfça öğrenemedik niye ağladığını...
Onun bir kelimesi bir kelimesi bizi çıldırtacaktı. Ama öğrenemedik!
O bir kelimeyi esirgedi bizden!
...
biz onla dost olmak için can atıyoruz!
...
Evet, dünyayla biz böyle dost olabiliriz! Farklılıklarımızla aynı ortamı paylaşarak.
Farklılıklarımıza saygı duyarak!
Çünkü dünya farklılıklara hep saygı duyuyor! Biz farklı olana saygı duyduğumuz sürece o, bizle dost olacaktır.
Ha! Buna uymayanlar ise kendisi kaybeder. “Biz” değil!

not: andante bu ne hız:) ben yazıyı yazana kadar resim değişmiş:) ayrıca tskler:))) daha bakamadım yazıyla ugraştıgımdan. yeni gördüm.
ya burayı çok sevdim ben. özgürlük kokuyor burası... özgürce insan düşüncelerini aktarıyor. sınırı kendimiz koyuyoruz...
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt