Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Sakatlık ve Kimlik | Sibel Yardımcı

Sibel Yardımcı

Yeni Üye
Üyelik
17 Mar 2013
Konular
3
Mesajlar
10
Reaksiyonlar
0
“İktidar sizi nerenizden yaralarsa, orası kimliğiniz olur” demiş Kundera. Çok önceden aklımda kalan bu sözün kaynağını bulmak için Google’da bir hayli dolandım, yüzlerce sitede geçmesine ve Kundera’ya atfedilmesine rağmen, hangi kitabında olduğuna dair hiçbir bilgiye ulaşamadım; İngilizce veya Fransızca buna yakın hiçbir ifadeye de rastlayamadım.

Bizzat bu durum bile üzerinde durmaya değer. Bağlamı tam bilinmeden, çeşit çeşit sitede alıntılandığına, dilden dile aktarıldığına göre birilerinin yaralarına değmiş olmalı bu söz. Birileri kimliklerini birer yara gibi duyumsamış veya yaralarını sarmak için kimliklerine sarınmış olmalı.

Kimliklerimiz, Yaralarımız

Kendi adıma, kimliğin tümüyle vazgeçilebilecek bir kavram olduğunu düşünüyorum. Fakat biliyorum, pratikte bu hiç de kolay değil. Çünkü hepimizin yaraları var. Yıllardır süren bir iç savaş, bu ülkenin doğusunu batısından ayırmakla kalmadı büyük şehirlerini de mahalleler boyunca yardı. “Kürt”, “Kürtçe” gibi sözcüklerin ferah ferah dolaşıma girmesi çok eski değil; benim çocukluğumda bile bir sırrı ele verir gibi söylenirlerdi. “Uydurma” kavramlar oldukları da düşünülmüştü elbet. Yine şahit olduğum tarihten çekip çıkardığım bir acı var: 1993 Sivas yangını. Pir Sultan Abdal Şenliklerini kutladıkları için, Alevi oldukları için yananlar, bu kez de etnik değil fakat dini kimlikler yelpazesinin “yanlış” sayılan tarafına düşmüş bulunanlar, bunu canlarıyla ödediler. Aynı yelpazenin başka bir kutbunda üniversiteye başörtüleriyle girmek isteyen genç kadınlar, kapılardan geri döndüler. Benzer dini eğilimleri olan erkekler için durum şüphesiz çok daha kolaydı. Çünkü din kadar cinsiyet de bir kimlik, bir damgaydı ve yaşamı kolaylaştırıyor ya da zorlaştırıyordu. Kadın cinayetleri bugün de bütün protestolara rağmen sürüyor; eşlerini döven, öldüren erkeklerin büyük kısmı kayda değer bir ceza almadan tahliye olmaya devam ediyor. Keza LGBT bireyler, özellikle oranla yoksul olan, gece çalışan ve seks işçiliği yapanlar, neredeyse sürekli hayati tehlikeyle karşı karşıya. Örnekleri çoğaltmak, çeşitlendirmek mümkün.

Sakatlık-kimlik ilişkisini kurmadan iki noktaya daha dikkat çekmek istiyorum. Öncelikle şu çok önemli geliyor bana: tek bir kimliğimiz yok. Dolayısıyla dini, etnik, kültürel vb. muhtelif aidiyetlerin kesiştikleri bir kavşakta duruyoruz. Örneğin Hrant Dink’in öldürülmesine neden olan ötekiliği’nin öncelikle dini mi (Hıristiyan), yoksa etnik mi (Ermeni) olduğunu, hatta Hrant Dink’ten bağımsız olarak Ermeniliğin Türkiye’deki algısının öncelikle etnik mi, dini mi olduğunu söylemek kolay değil. Dink’in sosyalist olması ve aslında Ermeniler arasında da bir çeşit yabancılıktan sıyrılamamış olması da ötekiliğini çoğaltır üstelik. İkinci olarak, bu aidiyetler ve onlarla birlikte gelen ayrıcalık veya ayrımcılıklar her durumda aynı şekilde işlemiyor. Örneğin Kürt olduğu için ötekileştirilen bir aile, eşcinsel olduğunu keşfettiği oğlunu öldürmeye kalktığında; etnik yelpazenin dezavantajlı kanadındaki yerini, belki de genel kabul görmüş yargılara tutunarak telafi etmiş mi oluyor? Geleneksel değerlere (“erkek olmak”) ve dini inançlara (“eşcinsellik günahtır”) bağlılığını ispatlayarak, -ama bizzat birini öldürmenin günah sayıldığını unutarak- toplum içinde ve kendi gözünde daha iyi bir konuma mı göz dikiyor?

Sakatlık Bir Kimlik mi?

Peki sakatlığı bu saydığımız kimliklerden biri gibi görebilir miyiz? Bu başlık altında özellikle tartışılmasını dilediğim sorulardan biri bu. Sakatlık da aynı Laz olmak, siyah olmak, mülteci olmak, dindar olmak, kadın olmak veya eşcinsel olmak gibi varoluşumuzu belirliyor. Sakat olmak, bunlardan biri olmakla aynı şeydir, demek istemiyorum. Elbette değildir, bu kimliklerin hiçbiri birbiriyle aynı şey değildir zaten. Fakat yaşam koşullarımızı, kim olduğumuzu, kendimizle, yakın ve uzak çevremizle –ki yakın ve uzağın ne olduğu bile erişilebilirliğin sorun olduğu sakatlık örneğinde farklı bir gözle ele alınabilir kavramlardır- ilişkilerimizi belirleyen değişkenlerden biri olması itibariyle sakatlık da bir kimlik kategorisi olarak kabul edilebilir. Mi?

Burada ikinci bir soru ortaya atılabilir: Kimlik sonradan başımıza gelebilecek veya seçme şansımızın olduğu bir şey midir? Önemli feminist düşünürlerden biri “Kadın doğulmaz, kadın olunur” demişti (Simone de Beauvoir, İkinci Cinsiyet). Bunu söylerken, kadınların ezilmesini meydana getiren koşulların tarihsel ve toplumsal olduğunu vurgulamaya çalışır Beauvoir. Yani önemli olan nasıl bir bedenle doğduğumuz değil, o bedenden bir ayrımcılık hikayesi üreten koşullardır: önyargılar, sınırlamalar, şiddet biçimleri. Bu bağlam içinde yasaları da sayabiliriz, gelenekleri de, normları da. Bir deneyim, yaşamın bir yönü olarak sakatlığı da buna benzer süreçlerin bir sonucu gibi düşünebiliriz. Burada da önemli olan nasıl bir bedenle doğduğumuz değildir. Aynı bedenle çok daha kolay bir yaşam sürebilirdik! Binalarımız erişilebilir, işlerimiz bedenlerimize uygun, işverenlerimiz önyargısız olsalardı.

Çok uzatmadan, üçüncü ve son bir soru daha ortaya atarak konuyu toparlamak istiyorum: Toplum nezdinde olumsuz sayılan kimlikleri sahiplenmeli miyiz? Veya nasıl sahiplenebiliriz? Amerika Birleşik Devletleri’nde siyahların bir kısmı tarafından ortaya atılan “Siyah Güzeldir!” sloganı böyle bir örnekti. Özellikle sömürgecilik döneminde ortaya atılan ve siyahların yüz hatlarının ve iskelet yapılarının gelişmemiş ve maymuna yakın olduğu, tenlerinin çirkin bulunduğu şeklindeki görüşlerin tersine çevrilmesini amaçlamıştı. Peki sakatlığı da ayrımcılığa uğramış bir kimlik sayıp benzer şekilde sahiplenebilir miyiz? Yakın zamanda bu forumda tartışmaya açılan konulardan birisi “sakat çocuk doğurmak” meselesiydi. Kendileri sakat olan birçok kişi bu konudaki tereddütlerini aktardılar.

Öyleyse belki şu konular etrafında tartışmaya başlayabiliriz: Sakatlık bir kimlik midir? Kimlikse nasıl bir kimliktir? Diğer aidiyetlerimizle, örneğin ulusal kimliğimizle, veya cinsiyetimizle, cinsel yönelimimizle birlikte, sakatlığı nasıl düşünebiliriz? Ayrımcılığa uğrayan diğer kimliklerle dayanışabilir miyiz? Ve bütün bunları kimseyi dışarıda bırakmadan, zorlamadan, sıkmadan, yeni ötekiler yaratmadan nasıl yapabiliriz?

Bu, belki de yepyeni bir dünya demek.
 
Bu konu nedense bana şu başlığı hatırlattı:http://www.engelliler.biz/forum/sakatliga-dair-calisan-akademisyen-ve-ogrenciler/58111-dezavantajli-gruplarin-birbirlerine-bakisi-cercevesinde-engelliler-arastirma.html


Buradaki tartışmalara bir makalede de değinilmişti. Sanırım makaleyi yazan da sizsiniz zaten. Şurada makalede adı geçen arkadaşlara makalede isimlerinin geçtiğini haber vermiştim. Görmemiş olacaklarını düşündüğümden: http://www.engelliler.biz/forum/sak...sinde-engelliler-arastirma-7.html#post1111934

Zaten haberleri de yokmuş:)


Burada ise daha çok "sakatlık" üzerinde durulacak galiba. Bir de en önemlisi ve güzeli de sizler tartışacakcısınız. Takipteyiz:)
 
Özgüven sorunumuz nedeniyle bizim ülkemizde mesleğimiz kimliğimiz olur genelde,ancak sakat olunca hem sakatlık hem meslek birlikte kimlik oluyor:)
 
selam arkadaşlar ben ilker ortaç,
konu kimlik meselesi çok kısa bir kaç kelam,
buyursunlar,
2007 idi sanırım, Beyoğlu'nda Abdullah isimli trans öldürüldü. Bunun ardından, 'Hepimiz ibneyiz, hepimiz Cansuyuz' söylevi çıktı.
Aykırı kimlik, nedense bu olay sonrasında paylaşılıp, sahiplenildi,
Bunu takip eden, Toroğlu'nun, Besiktaş'lı Pascal Nouma'ya "zenci arkadaş..." diye baslayan bir cümle kuran hakemin;
protesto edilmesi gayesiyle İnönü Stadında açılan pankartı da anımsıyor eş bir örnek tutup, devam ediyoruz,

Hrant'ıda ...

Bu sonrasında da, samimiyeti pek steril buluyor değilim, keza; akşam travesti ile birlikte olan sabah yolda görüp kafası çeviren buralardan birileri de olabiliyor.

Kimlik meselesi çok can yakabildi, yakacak da, bugün seks işçileri yaptıkları iş yüzünden hedef arz ettiği vakit, ben kendi adıma 'ben orospu çocuğum' diyebilirim, hatta şimdiden diyeyim,

zira, bir kere daha olay tespiti ve dahi empati ile çözüm arasında sıkışıp kalıyoruz.

odur.

Feminist, solcu, sağcı, vatanperver, eşcinsel gibi kimliklerden çok önce; kendini unutturmuş değil, kendini unutmuş olmak da, devrim için seçilecek bir yol.
Sakatlık bence kimlik zaten değildir. Hanginiz Sakat Ayşe, Topal Muhtar, Cüzamlı Pakize gibi niteleme sıfatlarından haz alıyor. Bakın; sakatlık
onda ya da bunda olan bir kimlik değildir; seni ve beni birbirimize bağlayan ortak dünyanın, birbirimizle ilişki kurmamızın koşulları ile ilgilidir, hepsi bu.
Bu dünya bana göre tasarlanmış, normali dışarıda bırakmış, en iyi ihtimal sonradan hatırlamıştır. Çünkü bu dünya emek üzerine kurulmuş iken,
herkesten çok emek koyanlar biz olsak da, bunu kimlik meselesinden türetmiyor; yüreğimizin özünden, sakatlara uygun tuvaletler yok iken sokaklara etmektense, birilerinin kahramanı olup, yapıyoruz.
EEE napalım ....?!

____________________________
Karl Marx kapitalizmin neredeyse her biçiminin sadece engelsizliğe ihtiyaç duymakla kalmadığını ("O, ancak [sağlıklı, fit, yetili] fizik özne olarak işçidir"), karı maksimize etmek için bununla beraber sakatlığı da arzuladığı ima eder: "Ürünü ne kadar biçimliyse, işçi o kadar biçimsizdir." Endüstriyel kapitalizm doğarken, engelsizliğe o kadar ihtiyaç duyuyordu ki, yeni bir kimlik üretti: engelsiz işçi; hatta verimlilik uzmanları bu kimliğin sözde gerçekliğini filme aldı: Engelsiz işçinin hareketlerini saniye saniye belgelediler. Ancak engelsiz-bedenliliğinin bu haliyle tanınabilmesi için, farklı, yaftalanmış bir kimlik de gerekti: sakatlık kimliği. Bazı durumlarda, karın maksimizasyonu dürtüsü sonucu, sınai kazalar ve iş kazalarıyla, bu kimlik gerçekten de üretildi -- Helen Keller'in söylediği gibi. Fakat, aşırı sakatlık sistemi tökezletme ya da çökertme tehdidini getirir; bu nedenle, kapitalizm engelsiz-bedeni tanımlamak ya da karı maksimize etmek için sakatlığı arzulasa da, onu yadsıdı, kurumlara kapattı, ya da sokaklarda ölmeye bıraktı.
 
Sakatlık da bir kimliktir bence.

İki şey var aklımda: Birincisi, dahil olduğum halde (mesela sakat) kimliğimi önemsiz sayıp öne çıkartmasam bile, toplum büyük çoğunlukla bunu benim alnıma yapıştırıveriyor. Yani, sadece "Bülent" olmak istesem dahi bu mümkün olamıyor. Dolayısıyla kimliği reddetmek bu açıdan kolay değil.
İkincisi, aslında kimliklerimiz sadece onlar öne sürülerek mağdur edildiğimiz, yaralandığımız zaman önem kazanıyor. Buradan bakınca, kimlik olarak tutunduğumuz şey bir yandan bam telimize dönüşüyor ama, bir yandan da mücadele açısından bir tutunacak dal oluyor. Bir başka deyişle "sakat doğulmuyor, sakat olunuyor"un da ötesinde, sakat olunmuyor, insanı sakat ediveriyorlar aslında, ve bu halle varolabilmemin tek şartı da, kimliğimi sahiplenip mücadele etmek oluyor! Bu da olumsuz sayılan -sakat- kimliğimi sahiplenmek dediğin şey işte...

Siyah, sakat, LGBT, Ermeni, Kürt, başörtülü kadın ve benzeri kimlikler hiç bir şeydir aslında. AMA! "siyah çirkin, sakat kötü, LGBT ahlaksız, Ermeni düşman, Kürt kart-kurt, başörtülü kadın yobazsa", hadinordan babında, ben siyahım-sakatım-LGBT'yim-Ermeniyim-Kürdüm-başörtülü kadınım!

Sakat kimliğimin beni halden anlar kıldığını düşünüyorum. Bu kimliğimi sahiplendikçe, ezilen tüm kimlikleri de sahiplendiğimi hissediyorum. Beni "sakatlayan" toplumsal kurguların istisnasız hepimizi sakatlamaya çalıştığını biliyorum. Elbette sakat olmak bi anda beni iyi insan olmaya itmiyor; işte, bir bakmışsın bir yerinden "sakatlanmış" biri başka bir "sakat"ın canına ot tıkayabiliyor! Ama yine de bu ortak kaderin bizi yakınlaştıracağını ummak bence geleceğe umutla bakmanın ön şartlarından biri. Bunu durmadan dillendirmek gerek. Namussa, ahan da hepimizin namus borcu!


DSE.with.words.2012.jpg
 
Merhabalar tekrar,

Kalem,
Çok dikkatli bir okuyucusunuz:) Söz ettiğiniz başlığı açan benim bir öğrencimdi, gerçekten sonra ben de kullandım oradaki ifadeleri. Benim o zaman da şimdi de tartışmaya değer bulduğum sakatlığın bir kimlik olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve diğer kimliklerle ilişkisi.

İlker "sakatlık seni ve beni birbirimize bağlayan ortak dünyanın, birbirimizle ilişki kurmamızın koşulları ile ilgilidir, hepsi bu" demiş. Tümüyle katılıyorum. Fakat kendimizle de kurduğumuz bir ilişki aynı zamanda. Kendimizi nasıl görüyoruz? Kimse kendini "Topal Muhtar" demez diyor İlker, ama çevresi muhtarı böyle çağırdığında ne oluyor?
Sonra sadece sakatlık değil ki! Kadınlık-erkeklik de var, gençlik-yaşlılık da bu işin içinde örneğin. Nazmiye Güçlü engelliler.biz'e de yazmıştı, aynı isimde bir kitabı var: "Araba aldım kadın oldum".
Şöyle diyordu:

"Kırmızı ışıkta durdum. Yanımdaki arabanın şoförü bir şey söylüyor gibi geldi. Camı tamamen açıp dikkatli bir şekilde baktım, ne söylediğini anlamak için. "Çok güzelsin yavrum!" dedi.
O güne kadar sadece sakattım, araba alınca birden kadın olmuştum. Güldüm, teşekkür ettim.
Adam şaşırdı.
Yeşil yanınca gaza basıp gitti. Ben de gaza bastım. Heyecandan her yanım titriyordu. Otuzbeş yaşımdaydım ve hayatımda ilk kez bir erkek bana laf atıyordu.
Sonradan düşününce bunun aslında bir taciz olduğunu, başka bir kadının kızacağı bir şeyden hoşlandığımı fark ettim.O gün pek çok erkek laf attı. Kırmızıda durduğumda ya da trafik sıkışıp yavaşladığımda... Hepsi de hoşuma gitmişti, ama diğerlerine teşekkür etmedim.
Yıllardır sokakta yürürken sadece alay etmek amacıyla, "Bak topal geçiyor!", "Vah vah pek de güzelmiş" gibi laflar atmıştı bana erkekler. Oysa şimdi kadın olduğum için laf atıyorlardı".

Belki başımızdan geçen böyle olaylar üzerinden tartışabiliriz. Mesela kadın ve sakat olmak nasıl bir deneyim?

OturanBoğa'ya tümüyle katılıyorum: "hadinordan" babında tüm bu adlandırmaları sahiplenebiliriz!
 
Kimlik bir kaderdir esasen.

Varlığı istenilse de reddedilemicek bir oluşum.

Sakatlık da diğerleri gibi bir alt kimliktir. Siyah adam, sakat kadın, kürt kız, laz çocuk.
Aslolan kimliğimiz "insan" olmak, sonrasında kadın/erkek olmak derken, birbirini takip eden alt kimlikleri vardır herbirinin "bence".

Toplum nezdinde olumsuz sayılan kimliğe zaten sahip isek, örneğin;zaten sakat isek, buna sahip çıkmayıp da reddetsek neye yarar ? Siyah bir adamın aynı şekilde sırf toplum nezdinde olumsuz olduğu için bunu reddetmesi neye yarar, adam zaten siyah iken.

Red/inkar/isyan adına her ne derseniz sadece daha fazla hüzne boğar insanı. Demem o ki, ufacık bir adım da saysanız siz çoğunluğa uymayarak, sakat azınlık, siyah azınlık olarak kimliğinizi kabullenip, sahip çıkarak yolunuza devam ediniz.
 
Bence kişinin kimliğini toplum ve iktidar belirler fakat kişinin kendini gelistirdigi sınır eşik ana etmendir bunda, gelişmişlik düzeyin sinir eşiği gectiginde toplumda hukumetide toplumdaki kimliğinde kişi kendi belirler. Çünkü o noktada hukumetlerde, toplumda bireyin altında kalır, kısaca sihirli kelime bireyin gelişmişlik düzeyidir
 
sakat kadın olmak, sakat erkek olmaktan daha dezavantajlı. Kadın ne kadar güzel, çekici, alımlı, kültürlü olsa da, esasında ilk kimliği sakattır. Çocuk yapamaz, yapsa bakamaz, evini temizleyemez (başkalarının tabiri ile evini b.k götürür), haa birde en önemlisi tepsi taşıyamaz. Tepsi deyip geçmeyin o kadar önemlidir ki bu tepsi olayı..Yıllar önce bu siteden birinden, tanışma bağbında bu soruyu bana sorduğunda çok şaşırmıştım vee yıllar sonra bu konu halen gündemde olunca kankim sema ile tepsi konusuna geniş açıdan bakmaya çalıştık. Mesala göğüs üzerinde tepsi taşıma teknikleri geliştirilebilir, tasarımcılar bu konuya bir el atıversin;) Hatta bu konuyla ilgili bir karikatür vardı, bulursam sizlerle paylaşırım. Ahh ahhh bu konuda yazacak o kadar çok şey var ki...
 
Bu konu cevap bulmaktan çok soru sormaya teşvik ediyor insanı.Benim sıkça sorduğum bazı sorular şunlar; bir birey etnik , dinsel, cinsel, yada fiziksel özellikleri dolayısıyla toplum tarafından kendine uygun görülen kimlikler ve bunlara dayanan kalıp yargılar dışında bir kimlik oluşturabilir mi? Kategorize edilmekten kurtulmak mümkün müdür? Mesala başbakana alevilikle ilgili sorulan bir soru ve buna verdiği cevap benim için çok ilginçti.Soru cemevlerinin ibadet hane olmasına ve alevilerin diyanetteki temsiline ilişkindi. Başbakan cevabın bir yerinde "Alevilerin ateisti de vardır" gibi bir cümle kurdu. Bir ibadet hanenin ve bir inanç biçiminin başbakan tarafından yargılanması başlı başına saçma olmakla birlikte bu cümle yukarıdaki sorular yönünden çok dikkat çekici. Düşünsenize birey özgür iradesi ile ateizmi seçmiş olsa bile Alevi bir anne babanın çocuğu olarak doğmuş olduğu için en fazla "Alevinin ateisti" oluyor. Bu bu durum sakatlık içinde geçerli özgür iradenizle oluşturduğunuz herşey seçemediğiniz bir özelliğin gölgesinde kalıyor. "
 
Düz yazıyı seviyorum cümlesini anlatan en güzel cümle ; düz yazıyı seviyorum cümlesiydi :)

ve yine sonra, düz yazı ile anladığını, anlamadığını, çelişkilerini anlatabilme durumu, bilmenin bilmemenin birbirine açılan kapıları olarak, uçların varlıklarının bizlere anlam katmasını istemek, diye karmaşık bir cümle kurarak kendini ifade edebilmek hiç kolay değildi yine de :)

Kişinin sakatlığı, elbette ezber bozuyor, sakat olmadan önce sakatlara bakışım nasıldı diye düşünüp, sakatlara karşı davranışlarım nasıldı diye düşünmüşümdür çoğu zaman, ya gerçekten söyleyeceğim gibiydim, ya da anımsamıyorum varsa bir üstten bakışım, ötekileyen vb. Hemen bir örnek vereyim, sözü gelince herkesle paylaştığım bir anımı paylaşmak istiyorum.

İlkokul üçüncü sınıfa giderken, okula cüce dedikleri, kısa boylu olan biri gelmişti, bir çok çocuk peşinden koşup cüce cüce diye bağırıyorlardı, bense sağa sola kaçıyor kızarıyor utanıyordum, dedikten sonra, ben de onlar gibi çocuktum ben de öyle bağırabilirdim ve sonrasında, '' çocuk işte yapmasa iyiydi ama... '' deyip durumun normal olduğu söylenmesi gibi bir şeydi, evet sakat olmadan önce sakatlara ne acıdığımı ne de yok saydığımı anımsıyorum...

Oysa sakat kaldıktan sonra,arkadaş olacağım kişiyi özellikle kadınları, sakatlık derecesiyle kategorize ediyorum zaman zaman, işin kötü yanı böyle olmaması gerektiğini binlerce defa biliyorum... ve yine ilginç bir refleks olmuş bir durum söz konusu, otobüste ayakta kalıp, ayakta duramayacak hale geldiğimde, '' pardon ayağım protez de,bu yüzden zor oluyor'' gibi bir cümle kuruyorum... yukarıda söylediğim kişileri sakatlık derecesiyle sınırlandırma gibi bir durumum oluyor demiştim, aslında tam olarak öyle değil, sanki durum şundan ibaret. Bazı sakat olan arkadaşlarla benzer zevklerimiz, düşüncelerimiz olmayışı söz konusu, dolayısıyla bir kategorize etme durumu yok.
Bu arada kişisel hallerimden bahsederek bu konuda, ne denli bir etki yapabildim, hiç sanmıyorum,bunları söyleme gereği duydum ki asıl konuya gelince, önce fotoğrafın arabını paylaşayım, sonra ne kadar söyleyebilir sem, konu hakkında bir şeyler söyleyeceğim.

Ötekiliği ve ardından, onu anlayabilmek için, bir farkındalığı konuşabilmek, eş cinsel den,sakatına,kürdüne, alevisine vb etnisitesine,topluluğu vb gibi ,bir çok ötekiler sayabiliriz elbette de, peki bu durumun daha hangi hallerini, dile getirilmesi gereken ne gibi yanları var diyerek sesli düşünüyorum :) bir yere varamıyorum, Hrant'ın cenazesinde yapılan empati bile, farklı kıyaslamalarla küçümsenmişti,her seferinde şaşırsam da şaşırmıyorum, çünkü yürüyen yüzbinler oradaki kişilere bir şeylerin değişeceğini muştular gibiydi,öylesi bir acıyla bizi sınamış olsa da...zaman zaman şunu diyorum '' Hranta yapılan o saldırı '' olurken orada olsaydım, bağırsaydım arkandaaa diye hayıflanıyorum :(

diyeceğim o ki, Hrant vurulduğunda, yüzbinler yürürken şişli de, o gününün milat olduğunu düşünür hissederken, mahalle kahvesin de '' ermeni yi vurmuşlar lan gibi laflar edilmişti '' ve çok değişecek bir şey değil gibi bu konuda ümitli değilim...

En iyisi,yaşamı yazdıkları tartışılır sevilir olan Charles Bukowskinin bir şiirini paylaşayım, ortalama bakışımızı güzel özetliyor deyip susayım.


[FONT=Trebuchet MS]Kitlelerin Dehası[/FONT]
[FONT=Trebuchet MS]Ortalama insanda
Herhangi bir günde herhangi bir orduya
yetecek kadar ihanet,
nefret, şiddet
ve saçmalık vardır.
VE Cinayet konusunda En Becerikliler
Cinayet Karşıtı vaaz verenlerdir
VE Nefreti En İyi Becerenler
Sevmeyi Vaaz Edenlerdir
VE-SON OLARAK-
SAVAŞI EN İYİ BECERENLER
BARIŞ VAAZI
VERENLERDİR

Tanrıyı Vaaz Edenlerin
Tanrıya İhtiyacı Var
Barış Vaaz Edenlerin
Huzuru Yok
SEVGİYİ VAAZ EDENLER
SEVGİSİZDİR
VAAZ VERENLERDEN SAKININ
Bilmişlerden Sakıının.

DURMADAN
KİTAP
OKUYANLARDAN
Sakının
Yoksulluktan Nefret Edenlerden
Ya da Gurur Duyanlardan Sakının
Övgü Göstermekte Hızlı Davrananlardan SAKININ
Karşılığında ÖVGÜ Beklerler

Sansürlemekte Hızlı Davrananlardan SAKININ
Bilmedikleri Şeylerden
Korkarlar

Sürekli Kalabalıkları Arayanlardan Sakının;
Tek Başlarına
Bir Hiçtirler

Ortalama Erkekten
Ortalama Kadından
Sakının
Sevgilerinden SAKININ

Sevgileri Vasattır, Vasatı
Aranır Dururlar
Ama Nefretleri Dahiyanedir
Nefretleri Seni Beni
Herkesi Öldürebilecek Kadar
Dahiyanedir.

Yalnızlığı İstemezler
Yalnızlığı Anlamazlar
Kendilerinden Farklı
Herşeyi
Yoketmeye
Çalışırlar

Sanat
Yaratamadıklarından
Sanatıı
Anlayamazlar
Yaratma Başarısızlıklarını
Dünyanın Beceriksizliğine
Yorarlar

Kendileri Tam Sevemedikleri İçin
Senin Sevginin
Eksik Olduğuna İNANIR
VE SENDEN
NEFRET EDERLER

Ve Nefretleri
Parlak Bİr Elmas
Bir Bıçak
Bir Dağ
Bir KAPLAN
Bir Baldıranotu Gibi
Mükemmeldir

En Usta Oldukları
SANATTIR
NEFRET!
[/FONT]
[FONT=Trebuchet MS]Charles Bukowski[/FONT]
 
1. Sakatlık bir kimlik midir?
Bence öyledir. Varoluşumuzun başlangıcından, ya da belirli bir döneminden itibaren birlikte olduğumuz, üstelik de yaşantımızı büyük ölçüde şekillendiren bir "durum"u, kimliğimizden ayrı düşünmek bana doğal gelmiyor. Diğer yandan, "sakatlığımız = kimliğimiz" ya da "kimliğimiz = sakatlığımız" mıdır? Hayır, asla. Önyargılar bu gerçeğin benimsenmesini engellese de, bize ait pek çok özellikten sadece biridir sakat olmak.

2. Kimlik sonradan başımıza gelebilecek veya seçme şansımızın olduğu bir şey midir?

Ben tercihlerimizi bu dünyaya gelmeden yaptığımızı düşünüyorum. Bu nedenle, aslında "başımıza gelen" hiçbir şey yok. Sadece, yaptığı tercihlerin farkında olmayan insanlar var. Dolayısıyla, kimliğimizin öğelerinin farkında olmak da bizim seçimimizdir diye düşünüyorum.

3. Toplum nezdinde olumsuz sayılan kimlikleri sahiplenmeli miyiz? Veya nasıl sahiplenebiliriz?

Bu soru bence, kendimizi ne kadar topluma dahil gördüğümüzle alakalı. Sonuçta, o kimliğin olumsuzlanmasına ne kadar karşı çıksak da, eninde sonunda boyun eğen ve durumu kabullenen bizleriz. Oysa toplumu sadece sağlamlar oluşturmaz. Sağlamların "Sakat" algısı sağlıklı değilse -ki değil- bunda bence "Sakat kimliğimizi" yeterince sahiplenemememizin payı çok büyüktür.
 
"İktidar sizi nerenizden yaralarsa, orası kimliğiniz olur"... Bu ne kadar güzel bir ifadeymiş. Az laf ile ne kadar çok şey anlatıyor. Kesinlikle katılıyorum. Kendimce bir örnek: 11 Eylül olayları gerçekleştiğinde ABD'deydim. Din ile pek ilişkimin olmadığını -hatta hiç ilişkimin olmadığını- söylemeliyim. Ancak 11 Eylül sonrasında Müslümanlar öyle bir yaftalanmaya başlandı ve ben de çevre tarafından öyle bir Müslüman görülmeye başlandım ki, aaaaa bir baktım gerçekten kimliğimin bir parçası olmaya başlamış. Bunun üzerinden sinirlenmeye, tepki göstermeye, sıkılmaya vs başlamışım. Ve bu beni çok rahatsız etti. Olmadığım birşeye dönüş(türül)mek ve bundan kaçamamak, bunun bir şekilde benim gündelik hayatımın öyle ya da böyle içine girmeye başlaması beni rahatsız etti. Bu ben değildim ki...Hiçbir zaman böyle olmamıştım...ama işte muhtarın "topal muhtara", başörtülü kadının "yobaz kadın"a dönüşmesi gibi, sistem de beni birşeyler ile itham etmeye, yaftalamaya başlamıştı. Bundan kaçmak çok zor pratikte ve tabii o noktada da insanın içinden şunun geçmesi çok kolaylaşıyor: "Ne var yani, topalım; Yobazım işte ne yani sana mı soracağım? Evet kadınım, bekarım, 10 tane de sevgilim var, oooooooooooooooh üstüme afiyet; İbneyim sana ne? Seviyorum ben ibne olmayı, sana mı soracam?" vs. vs. vs.

İkinci bir nokta da çok kimliklilik meselesi. Sibel çok önemli birşey söylediğin. İki kimlik ile yaftalanıyorsak en çok ve ikisi de birbirinden yaralı kimliklerse- yani toplum nezdinde matah değilse- nasıl hissedeceğiz? Birini sahiplenip öbürünü iteleyecek miyiz? İkisini de mi benimseyeceğiz? Nasıl gerçekleşiyor bu süreçler? En son okuduğum bir yazı Virgina Woolf ile ilgiliydi. Yazarın yaftalandığı iki temel kimlik var yazıya göre: sakatlık ve kadınlık. Yazının iddia ettiği, Woolf'un kadınlık kimliğini benimserken, sakatlığı itelediği idi. Ve hatta yazı yazarın sakatlığı kadınlığı yüceltmek için itelediğinden söz ediyordu. Yani mesela şöyle diyordu yazar: "Kadınlar sosyal hiyerarşide sakatlardan bile aşağıda". Belki de insanoğlu şöyle bir ruh haline giriyor: " Ya iki kimlikle yaftalanıyorum; ikisi de birbirinden zor. Bari birini ben de dışlayayım da, hiç değilse biraz gün yüzü göreyim." Benzer şekilde 11 Eylül sonrasında ABD'li Afrika kökenli Müslümanlar kendilerini Orta Doğu kökenli Müslümanlardan ayrıştırmak için büyük çaba içine girdiler; hatırlıyorum. "Biz zaten çekiyoruz; bir de sizin yaptıklarınızın cezasını da üstlenmek istemiyoruz" gibi bir tutumdu sanırım çıkış noktaları. Çok karışık yazmış olabilirim. Sibel'in yazdıkları aklımda bu düşünceleri canlandırdı.
 
Çok teşekkür ediyorum yorumlarınız için. Ben de biraz daha katkıda bulunmak ve birkaç örnek daha ortaya atmak istiyorum. Yeni sorular sorabilelim diye:) (CPATİR çok teşekkürler, gerçekten cevaplara varmaktan çok soru sormakla ilgileniyorum)

Yorumlar bana iki şey düşündürdü:

1. deLy "sahiplenmeyip ne yapacağız?" demiş. aslıdincman da ""sakatlığımız = kimliğimiz" ya da "kimliğimiz = sakatlığımız" mıdır? Hayır, asla" diyor. CPATİR "kategorilerden nasıl kurtulabiliriz?" diye soruyor. Bu üç yorumu, Oturanboğa'nın "hadinordancı" sahiplenmesiyle birleştirerek "stratejik sahiplenme" diye birşeyden söz etmek istiyorum. Fakat bunun için biraz sözlerimi toparlamam lazım.

2. Öte yandan, yandan Selda'nın "tepsi" tespitinden de (itiraf ediyorum, okurken kocaman gülümsedim) devam edebiliriz. Kadın ve sakat olmak zor, elbette. Fakat erkek olmak da kolay değil. Bir zaman önce Ayşe Arman'ın gazilerle yaptığı röportajları okumuştum. Şu link'lerden bakabilirsiniz:
Hrriyet
Onlar ana kuzusuysa, biz neydik?
Hrriyet

Özellikle üçüncü yazının başını alıntılamak isterim:

"...Aralarından biri, adını açıklamak istemedi, fotoğrafları da tanınmayacak şekilde çektirdi.
“Neden?” diye sordum [Arman].
“Yakınlarımız çocuğumuzun normal yollarla olduğunu sanıyor, öyle bilmeye devam etsinler!” dedi [adını vermeyen gazi].
“Ne var ki tüp bebek yöntemiyle olmuşsa?” dedim.
“Engelliyseniz bir dolu şeyle boğuşmak zorunda kalıyorsunuz. Cinsel hayatımız yok sanırlar. Bir de bununla uğraşmayalım...”

Özetle "erkeklik" de (aynı kadının tepsi taşıması gibi) sürekli ispat edilmesi gereken bir şey olarak dikiliyor ya karşımıza! Belki bununla ilgili fikirlerinizi de paylaşmak istersiniz.

Buradan hareketle bir başka çağrışım: Türkiye'de sakat erkeklere yaptırılan "sembolik askerlik". Mesela,
Milliyet - Engelli gençlerin sembolik askerlik heyecanı

Askerlik militarizmin temel ekseni, ölmek, öldürmek demekken bu heyecan neden? Erkeklik meselesiyle bir ilişkisi olmalı bunun. Fakat "vatandaş" olmakla da var sanıyorum. Askere gitmiyorsanız "çürük" sayılırsınız, erkekliğinizden şüphe duyulduğu gibi vatandaşlığınızdan da duyulur. Çünkü ulus-devlet esas sayılmayan etnisiteleri (Kürt kimliği gibi) nasıl dışlıyor ve homojen bir ulusal kimlik kavramına dayanıyorsa, aynı şekilde sağlamlığı da var ve kendine koşul sayar. Çünkü "sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur". ABD'ye göç etmek isteyenler için transit merkezi olarak kabul edilen Ellis Adası arşivlerinde yapılan bir çalışma var (Bakmak isteyenler için: Sakatlık Çalışmaları kitabında Türkçesi çıktı). Burada da göçmenlerin tasnifinde sakatlığın önemli bir kriter olduğunu görüyoruz. Özellikle alt sınıflardan gelenler burada dikkatli denetimlere tabi tutulmuş ve bulaşıcı haktalıkları ve sakatlıkları olanlar "kamuya yük" sayılmış, ABD vatandaşlığına kabul edilmemiştir.

Öyleyse ulus kimliğiyle de sağlamlığın/sakatlığın bir ilgisi olmalı.
 
Özellikle alt sınıflardan gelenler burada dikkatli denetimlere tabi tutulmuş ve bulaşıcı haktalıkları ve sakatlıkları olanlar "kamuya yük" sayılmış, ABD vatandaşlığına kabul edilmemiştir.

Öyleyse ulus kimliğiyle de sağlamlığın/sakatlığın bir ilgisi olmalı.

olmaz olur mu! :)


kendisi alman, eshi hollandali bi adamla sohbet etmishtim bi ara... eshinin hem zihinsel hem bedensel agir engelli kiz kardeshiyle birlikte yashiordu bu cift... bütün ugrashmalarina ragmen eshinin kizkardeshi icin sürekli oturum hakki alamadiklarindan, her yil uzatmak zorunda birakildiklarindan yakiniordu... oysa saglam olan hollandali eshine hic bir sorun cikartilmamshti; o, ab-vatandashlarina taninan haklardan rahatlikla faydalanirken, kizkardeshinin (her iki anlamda) "tam ab vatandashligindan" shüphe duyuluordu anlashilan... bunun istisnai bir bürokratik hata falan oldugunu düshünMüyorum - kasit var... yüksün sen diorlar, yük!...


diger yandan shöyle bir durum da var; örnegin ben alman vatandashligi icin müracat ettigimde ishlemleri yapan kadin sevincten neredeyse elimi ayagimi öpücekti desem cok abartmish olmam heralde... "eli bicakli türk abilerinin" ve babasinin baskisindan kurtulmush (evet, türk kizlarinin/kadinlarinin yashadigi shartlar ile ilgili öyle kaliplashmish garip bir resim var bircok almanin kafasinda), sakatligina hic aldirmadan saglamlar gibi bagimsiz yashamaya calishan, hatta üniversitede okumak gibi planlari bile olan, hic bir almani aratmicak kadar sular seller gibi shakir shukur almanca konushan (bayke'yi rahmetle aniorum) liseli bir türk kizi olarak tam anlamiyla "basharilmish bir entegrasyon" abidesiydim besbelli ki gözünde... benim gibi kendini her acidan entegre edebilmish genc bi kizin müracatina cok sevindigini dile getirmekten yorulmamishti cünkü bir türlü...


kafamda bir bash örtüsü olsaydi ve/veya kendi kicimi kendim temizleyemior olsaydim yine o kadar sevinir miydi ki acaba? :rolleyes:... artik o hollandali kadin gibi insanlara yapilanlari örtmek icn midir bilemem ama, mümkün mertebede kendilerine benzettiklerini düshündükleri nümunelere müthish derecede ihtiyac duyuyor "normal olan budur" diye dayatanlar...
 
Bütün kimliklerimizi bir tarafa bırakıp salt sakat kimliğimizden yola çıkarak olaylara bakmak daha kolay olacak.Toplumsal bir varlık olarak insana özgü olan belirti, nitelik ve özelliklerle, birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan şartların bütününe kimlik diyoruz.Sakat olmamız bizi diğer insanlardan ayıran bir durum olduğuna göre bu kimliği istesekte istemesekte kabullenmek durumundayız.
Ama sadece kabullenmekle kalmayıp bu kimliğimiz altında oluşan birliktelikteki gücümüzü kullanarak yaşam şartlarının lehimize çevrilmesini sağlamaya çalışmalıyız.9 milyon engellinin yaşadığı bir toplumda hiçbirşey yapılamıyor yada çok az şey yapılabiliyorsa burda bir sakatlık var demektir.
 
1.si sakat kelimesini kullanmayın, 2.si sakat kelimesiyle birlikte o ucube görüntüleri siluetleri hiç kullanmayın lütfen...
 
Sakat kimliğim ve erkek kimliğim arasındaki ilişkiye değinmek istiyorum. Sakat olmak -ki hep söylerim her sakatlık aynı kalıplaşmış etkiyi getirmez- erkek kimliği için epeyce sorunlu. Ayşe Arman'ın röportajında buram buram koktuğu gibi sakatlanmak erkeklik kayıbını doğurur. Zira erkek çalışır, dövüşür, sevişir, savaşır... Sakat isen, çalışamazsın iş yoktur, zaten iş yapamaz gözü ile bakılırsın, ya da gerçekten iş yapamayacak durumdasındır. Dövüşmek ve savaşmak senin harcın değildir. Gönül almak için bir günlük askercilik oynamana izin verirler. Neyi tatmin edeceksen artık. İyi bir asker, iyi bir silah olarak bakmazlar sana, işe yaramazsın. Sevişmek dersen -omurilik zedelenmesi için söylüyorum- senin ERKEKLİĞİN bitmiştir. (Bu arada başka sakatların ise cinsel güçlerini abartırlar) Sakatların çalışabileceğini, sevişebileceğini bilmezler. Sakatlar savaşmasın, hiç dövüşmesin diyeceğim de bu da doğru değil maalesef. Her insan gibi, sakat savaşmanın da dövüşmenin de yolunu bulur.

Demem o ki, sakat erkek isen, erkek kimliğin zedelenmiştir. Biraz kadın, biraz çocuk olmuşsundur. Korunması, kollanması gereken zayıf bir yaratıksındır. (Kadınlar zayıf yaratıklardır demiyorum, toplumun yargısından bahsediyorum) Kızarsın; hoş görün derler. Sana kızarlar; "Allah cezasını vermiş zaten" derler. Seversin, evlenirsin "evine bakabilecekmisin; karını tatmin edecek misin; çocuk yapabilecek misin" derler. Karın ya melektir insanların gözünde ya kendini yamamış bir ezik.

Sakat erkek olmak zordur, sakat erkek isen, erkek kimliğin rütbe kaybetmiştir. Erkek olmanın aşamalarını daha iyi hisseder insan. Askere gitmeyen, kucakta taşınan, yardıma muhtaç erkek nasıl olur? Bacak ve kol nakli olmak için canını bile tehlikeye atan erkekler birazdan bundan değil mi? Şevket Çavdar askere gitmek istiyorum, kamyon şöforu olmak istiyorum demiyor muydu!
http://www.engelliler.biz/forum/ayr...i-bugun-yok-neden-tartisma-9.html#post1027160

Yani erkekliğin ve erkek egemen toplumun tuhaf yaratıklarıdır, sakat erkekler. Arafta kalmış, erkekliklerini arayan, erkekliklerini kaybetmiş zavallılar.
 
Demem o ki, sakat erkek isen, erkek kimliğin zedelenmiştir. Biraz kadın, biraz çocuk olmuşsundur. Korunması, kollanması gereken zayıf bir yaratıksındır. (Kadınlar zayıf yaratıklardır demiyorum, toplumun yargısından bahsediyorum)


"kadindi-erkekti"'yi bi an icin kenara birakicam; sakatsan eger, aseksüel bir varlik "oluverip" cikarsin kenara... ama erkegin aseksüelleshmesi genelde trajik bir durum olarak algilanirken, sakat kadinlar ne kadar aseksüel "olursa" o kadar iyidir, hic olmazsa "kötü yola düshmezler", kimsenin namusunu kirletmeye kalkishmazlar... hele bir de tepsi bile tashiyamiosa eger, aklinin ucundan dahi gecirmesin zaten cinselligi... e, olur da tüm "tepsi-sorununa" ragmen bi erkek onu kabul ederse de aseksüelliginin bi önemi olmaz; usulünce tepsi tashiyabilmek de her gece tecavüze ugramanin önüne gecmeyebilior nasil olsa...


düshünüorum da hangisi daha yaralayici, karar vermek pek kolay gelmior... peki hangi tarafim daha cok yaralanior bu durumdan?... beni sakat kadin/erkeklerle birleshtiren sakat tarafim mi; yoksa sakat/saglam kadinlarla birleshtiren kadin tarafim mi?... bunun yaniti daha kolay geldi, cünkü yazmaya bashlarken sakat kimligimle yola cikmish olmama ragmen kadin kimligim kabardi, sakat kimligimi bastiriverdi :)...


eger bir toplumda, sakat erkegin kaybettigi sanilan cinselliginin arkasindan neredeyse agitlar yakilirken, sakat kadinin cinselliginin kayboldugu sanilarak neredeyse kina yakiliorsa, bu bir sakat-saglam meselesinden cok kadin-erkek meselesidir bana göre; ve toplum nezdinde kadinin cinselliginin ne kadar ayaklar altinda oldugunun kanitidir... (eshcinsellik tartishmalari da genelde erkeklik üzerinden yürütülüyor, lezbiyenlik o tür tartishmalarla "onurlandirilmayi" hak edicek kadar ciddiye alinmior - "zorla evlendürürük, giki bile cikamaz" diorlardir heralde)...


bir de evlilik dishi cinselligi (özellikle de kadinlara) yasaklayan türk kimligimizi ve/veya diini kimliklerimizi unutmamak lazim; onlar da ishin icine girdi mi hepten karishabilior sakatin hali :)... gerci sakat erkegin/kadinin erkekligini/kadinligini kaybetmesi cinsellige indirgenemez tabe, biliorum; daha bunun askerligi var, tepsisi var, tentenesi var, var da var! :)... ama shöyle biraz mesafeli bakinca toplum/sistem tarafindan cizilen haritayi nasil da birbirine karshtirior "sakatlik", bunu görmek cok enteresan degil mi?! :)... biliorum, eglenceli bir konu degil aslinda, cok cok canlar yakan ciddi bi konu ama o sinirlari nasil da bulandirdigimizi görmek eglenceli gelior bana :)... hoshuma gittigini bile söyleyebilirim galiba (her zaman degil tabe, ruh halime bagli olabilior)...


her sheyi alt üst eden sakatlik, saros1'in cok güzel ifade ettigi gibi, "calishan, dövüshen, seviship, savashan - vatani milleti koruyup kollayan" yüce varlik olan erkegi "biraz kadin, biraz cocuk, korunup kollanmasi gereken zayif bir yaratik" haline getririo :)... peki kadini?... o zaten hep cocuk gibi korunup kollanior, yeni bishe degil ki onun icin "zayif bir yaratik" olmak - hatta sakatlaninca biraz erkeklesherek, (woolf'un degindigi gibi) hierarshide biraz yükseliordur bile :)... burdan yola cikinca, az önce zorlandigim soruyu cevaplamak kolaylashior; sakat erkegin erkekliginin taninmamasi daha yaralayici bir durumdur diye düshünüorum, cünkü hierarshinin daha yüksek bir mertebesinden düsherek cok daha fazla shey kaybediorlar kadinlara göre - hatta biraz kadin olucak kadar... hehehe :)...


ayrica, woolf'a katilmiorum, kadin kimligini yüceltmek icin sakat kimliginin itelenmesi, dishlanmasi gerektigini düshünmüorum... tam aksine, kadin kimligimi daha farkli bir ishik altinda, daha farkli acilardan görmemi saglior sakat kimligim, ya da ben öyle saniorum :)...


:) shöyle bir bakiorum da, sakat kimligimle yola ciktim, kadin kimligim kabardi, sakat-erkek kimligini daha bi anlar oldum, tekrar sakat kimligime döndüm, kadinligimi daha bi sever oldum :)... ve bütün bunlar olurken, kendini bildi bileli almanya'da yashayan "türkdeutsch" kimligim arkaplanda siritip durdu :)... yahu, ben bu bashligi cok sevdim! :)...



edit;

yok, görmemishtim, iyi oldu gösterdigin :)... burda adi gecen diger bashlik (tikla) gündemdeyken almanya'daki eshcinsel sakatlarin ne alemde olduguna bi bakiym demishtim; özellikle lezbiyen sakatlarin, ne feministler ne sakatlar ne de lgbt'ler tarafindan anlashilabildikleri, kendilerini her üc hareket tarafindan da dishlanmish hissettikleri ile ilgili shikayetler/yorumlar cok ilgimi cekmishti...
 
Stratejik sahiplenme üzerine yazacağımı söylemiştim. Burada doğrudan başka bir yazardan ilham alıyorum aslında. Beatriz Preciado. Bir yazısını yakın tarihte derlediğimiz bir kitaba da dahil etmiştik (Queer Tahayyül, Sel Yayınları, 2013). Preciado'nun burada söz ettiği şey “stratejik özdeşleşme”. Yani (onun örneğinde) beyaz, sömürgeci, heteroseksüel kimliğe karşı; ikincil, madun, kötü şöhretli kimliklerle özdeşleşmek. OturanBoğa'nın dediği gibi "hadinordan" babında bir özdeşleşme bu. Her tür özcülüğü, tarihsel kökeni ve doğallığı dışarıda bırakan, stratejik (yüzeysel) bir ilişkilenme biçimi. Daha açık bir ifadeyle, madun bir kesimin mağdur edilmiş kimliğini değil; tam da herkesin hiçbir aidiyet/temsiliyet ilişkisi içinde olmadığı konumları sahiplenmesini içeriyor.

Bu hem kendimizle hem başkalarıyla ilişkiyi yeni bir biçimde düşünmeyi gerektiriyor. Ben içinde bulunduğum konumu, olmuş bulunduğum kişiyi tarihsel bir kavşak, bir kesişim noktası gibi almayı tercih ediyorum. Akan zamanın herhangi bir noktasında, Türklüğün, kadınlığın vb. niteliklerin belirli biçimlerinin (çünkü her kadın aynı şekilde kadın da değildir) kesişiminde şekillenmiş biri olarak. Bu noktanın değişmezliğini değil olumsallığını (yani başka türlü de olabilir'liğini) vurgulamak önemli. Hepimiz hem herhangi bir anda çelişkili, çatışkılı varoluşlar, düşünceler, eylemler içinde olabiliriz, hem de zamanla değişebiliriz. Bu anlamda kimlik değişkendir. Bu, alışkanlıklardan, damgadan, ayrımcılıktan kolayca kurtulabiliriz demek değil elbette. Ama tüm varoluşumu değişmez bir şekilde belirleyen bir öz'ümüz yok demek. Böylece politik eylem de tümüyle yeni bir şekilde düşünülebilir hale geliyor: Bir şey olduğumuz için değil, bir derdi sahiplendiğimiz için yaptığımız bir tercih, giriştiğimiz bir mesele, katıldığımız bir protesto. Sakat olduğum için değil, kentin erişilebilir olmasını istediğim için katıldığım bir imza kampanyası. Kadın olduğum için değil, kadınlar şiddet görmesin istediğim için katıldığım bir yürüyüş. Bakın, ne kadar daha kalabalık bir yürüyüş veya imza kampanyası demek bu!

Bu perspektiften bakıldığında kimlik, ancak stratejik olarak alıp bırakabileceğimiz bir araç. Onu, olabileceğimiz ve yapabileceğimiz şeyler için bir başlangıç noktası veya bunların tek belirleyicisi, kendi başına bir amaç olarak aldığımız sürece ise, hareket alanımızı daraltan bir engelden başka bir şey olmaz bence.
 
Bizim toplumumuz açısından bakarsak ''kadın '',kimliği sosyal sorunlardan daha çok ve yoğun etkilenmektedir.Toplumda kadına has bazı sorumluluk ve roller var'ki bunlar zorunluda bırakılıyor. Eğitimde kız çocukları hala okula gitme sorunu yaşıyorsa, iş ararken bu kadın işi değil deniyorsa, evde tutuğunu koparan diktiği giyilen, pişirdiği yenen, bal dök yala bir evi olan, tepsi taşıyabilen (bende böyle bir soruyla karşılaşmıştım evde akülü arabayı kullansan tepsi bile taşırsın demişti biri,bir tepsiyi bile taşıyamıyoruz) kadın isteniyorsa.Ve daha bir çok konuda kadın hakları ihlal ediliyorsa'ki ediliyor.Bence ''sakat kadınlar''bunlardan iki kat daha fazla sorun yaşamaktalar.Kadın olmanın ve kadınlara yönelik olumsuzluklarının zorluğunu sakat, bedenleriyle göğüslemektedirler...
......

Sakatlık kimlik midir, evet bir çok kimliğimizin yanında sakatlımız da kimliğimizdir.Hatta bu kimliği bazen bende kullanıyorum.Bir kaç gün önce bir telefon görüşmesin de,ben yürüyemiyorum ordan anlaşılır diye bir ifade kullanmıştım.Bu gibi açıklamar yapmakdan rahatsızlık duymuyorum..:)
Birde denizde yüzerken kimlik, değiştiriyormuşum bunu da geçen seneye kadar fark etmemiştim.Ben yüzerken bir tanıdığım uzaktan yanıma gelerek, yaaa ben seni tanıyamadım dedi, neden dedim yüzme bileceğini hiç düşünmemiştim, sana benziyor diye baka baka yanına kadar geldim sen olduğunu anlamadan dedi bana, :)buda bayağı ilginçti..Meğer ben denize girerken sakat kimliği sahilde kalıyormuş..:)
 
Toplumsal kurgular insanı bir köşeye sıkıştırmıştır hep. Delirdiysen bir zamanlar ilk kurşun gelir otoriteden:"O delidir kaçın".
Evet, deli ilan edildim burada. Bunu bilirken yani deliliğim ve davranışlarım yüzümden dışlandığımı bilirken, onların istediği bir kimlik için mi savaş vermeliydim? akıllı mı olmalıydım? Cevabım "hayır" oldu.

Giydik deli gömleğini. Daha beter sahiplendik "hadinordan!" dedik otoriteye.
Kovulduk buradan. Kovanlar sakatlara ve delilere anlayışla bakan sakatlardı bir de. Tuhaf. Onların dışlanmasına karşı çıkan sakatlardı.
Kovulduk. Kendimizi sildirdik yani.
hadinordan! Siz kimsiniz kovacaksınız? dedik.
kalınca yine iftiralaar. Niye halen buradayız?
Ama parsellenmişti burası. Herkes hadinordan diyemezdi.
...
sonra iyi bir ders verdik. Unutamayacakları bir ders.
E madem akıllanmamız isteniyor hade akıllanalım bari dedik.
uslu durduk. Uslu yazılar yazdık. Yönetime "he" dedik. eleştirmeyi bıraktık. İşimize baktık. Saçmalamayı ve deliliği bıraktık:)
Sadece işimizle ilgilendik. Sorunlarla. Soru cevapladık vs.
Yine iftiralar.
Öne çıkma kaygısı vs. yaranmak içinmiş vs. Geçiorum bu ucuz şeyleri:)
strateji dedik. Sağlam kimliğini sahiplendik.
Valla tuttu bu!:)
E sonra da birileri bir deliye nasıl tahammül ettiğinin ve ona artık anlayışla bakmanın lutfuyla övünürken, güldük hallerine:) "Artık zulmetmemek de övünülecek bir halse yani" dedik güldük:)

İşin özü her gömleğe uygunuz vesselam!
Deli de oluruz akıllı da.
Bu arada o delilik sürecinde kimliğimizi değiştirmek(yok etmek) için olağan üstü gayret sarfeden sayın genel yayın yönetmenine teşekkürlerimi sunuyorum.
teşekkürler.
Bu kimlik de güzelmiş:)
Şİmdi sağlamım.
 
"Nerden yara alıyorsanız kimliğiniz odur" şeklinde biliyorum ben bu sözü. Birisi aktif bir durum birisi pasif bir durum içeriyor.
 
Sibel Hanım, ben "Temsili Askerlik" safsatasını -tabir için özür dilerim ama öyle düşünüyorum- erkeklik ispatı, ulus-devlet vb. derin kavramlarla da bağdaştırmıyorum. Basitçe, "Çocuğunun sakatlık kimliğini benimseyemeyen ailenin, onu 'NORMALLEŞTİRME SANISIYLA' kendini avutma çabası"... Konuyu dağıtmamak için detaya girmiyorum.
 
bence gir detaya, sevgili asli dincman!... dagitalim konuyu, tozu dumana katip, tekrar toparlayalim, öylesi daha güzel olur bence :)... "'NORMALLEŞTİRME SANISIYLA' kendini avutma çabası" da iyiymish :)...

***

Böylece politik eylem de tümüyle yeni bir şekilde düşünülebilir hale geliyor: Bir şey olduğumuz için değil, bir derdi sahiplendiğimiz için yaptığımız bir tercih, giriştiğimiz bir mesele, katıldığımız bir protesto. Sakat olduğum için değil, kentin erişilebilir olmasını istediğim için katıldığım bir imza kampanyası. Kadın olduğum için değil, kadınlar şiddet görmesin istediğim için katıldığım bir yürüyüş. Bakın, ne kadar daha kalabalık bir yürüyüş veya imza kampanyası demek bu!
aslinda hayal edip durdugum bisheyi tarif ediorsun burda! :)... ve sevgili mineknc'nin erishilebilirlik bashligindaki cok beyendigim mesajinda degindigi gibi, birileri (shiddete ugrayarak, ashagilanarak, hesaba katilmayarak, susturularak vs.) dishlanirken sadece o dishlananlarin degil, bizzat kendimin neler kaybettigimin bilincinde olarak yaparsam bu sahiplenmeyi cok daha degerli/verimli olabilecegine inaniorum... bu, ilk bakishta "peh, dishlananlari düshündügünden degil ya, kendini düshünüo bencil!" dedirtebilir belki :)... ama öyle bir "bencilligi", kendini "bashkalarinin derdi" icin heder eden yüce gönüllülüge tercih ediorum shahsen...

yalniz, dayatilan adlandirmalari "hadinordan" babinda sahiplenmenin bu sürecteki yerini tam anlayamadim?... biraz daha acar misin?... örnein ben beyaz, heteroseksüel, saglam, atletik ve cogunlugun sahiplenmish oldugu dinin mensubu bir erkeksem ve kadinlarin shiddet görmesinden rahatsiz oluorsam, o derdi sahiplenebilmem icin hangi kimligi nasil sahiplenmeliyim?... ve "beyaz", "heteroseksüel", "erkek" vs. de birer kimlik mi, yoksa sadece "yaralayan damgalar" mi kimlik olabilior?...
 
Herkesten özür diliyorum, birkaç gündür yazamadım.

Çalık, haklı olabilirsiniz, ben de alıntının orijinalini aradım yazdığım gibi, fakat ulaşamadım.

aslı dincman, keşke açsanız konuyu hakikaten. Haklısınız, müthiş bir normalleştirme var tabii ama normallik de ne erkeklik ispatından, ne de ulus-devlet inşasından tümüyle bağımsız. Bunlar birbirine geçmiş bence.

Rekursion, Hrant Dink vurulduğunda lolipoplara yazılan "Hepimiz Ermeniyiz!" sloganını örnek olarak düşünebiliriz. Orada da kendini Ermeni kökenli saymayan binlerce insan bu kimliği sahiplenmişti. Erkek kimliği için de aynı şey düşünülebilir, fakat genellikle mağdur edilen kimlikler arasında olmadığından ancak bunun tersinden bir örneği var, aklıma gelen: Biz Erkek Değiliz İnisiyatifi. Yani tam da erkekliğin/erilliğin temsil ettiği şeyleri, şiddeti reddetmek için erkek olmadıklarını söyleyen erkekler. Sonra Rahatsız Erkekler kuruldu: Rahatsız Erkekler
Bu blogda da cinsiyetçilik üzerine birçok tartışma var.

Sakat kimliği ile ilgili şöyle bir alıntıya rastladım, onu da paylaşmak istiyorum. Sakat ve kuramcı Rosemarie Garland-Thomson'dan alıntılıyorum:

"Örneğin bazı arkadaşlarım bana olan saygılarını, “ama ben seni sakat olarak görmüyorum” diyerek ifade ediyorlar. Böyle bir iltifatla, aslında, değerli, engelsiz ve sevecen bir kişi olarak bana dair algıları ile tam da benim zıddım gördükleri kültürel sakat figürü (değersiz, engelli ve sevimsiz) arasındaki çelişkiyi ortaya sermiş oluyorlar. Sakat kişiler düzenli olarak kendilerini sakat olarak görmediklerini söylerler. Elbette bunu çoğu zaman sakat kelimesinin düz anlamını reddetmek için yapıyor olsalar da, sözleri onları bir kimlik grubu olarak sakatlardan ayırmaya hizmet etmektedir. Kültürümüzde sakat kimliğiyle özdeşleşmenin önünde birçok güçlü caydırıcı varken, getirdiği ödül çok azdır. Bu tür ifadelerin sorunlu yanı, başka şeylerin yanı sıra, kötürüm, topal, aptal, idyot ve moron gibi sakatlık tabirlerinin küçümseyici sözcükler olarak kullanımına da izin veren baskıcı kalıpyargıları sorgulamadan bırakmasıdır. Sakat kimliğini benimsemeyi reddetmek kısmen sakatlığı baskıcı olmayan bir biçimde anlama ya da ondan baskıcı olmayan bir biçimde bahsetme yollarının eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Sakat kişiler ve onlara değer verenler kötürüm ya da biçimsiz tabirlerinin dilinden kaçıyorlar, ama bunun alternatifi de yok. Halbuki yurttaş hakları hareketi ve ona eşlik eden “siyah güzeldir” kimlik siyaseti, siyah arkadaşlarımıza “seni siyah olarak görmüyorum” demenin hangi anlamda sorunlu olduğunu beyaz kültüre genel olarak göstermiştir. Yine de, çoğumuz, sakat kimliğini sahiplenmekten kaçınarak, görünür biçimde “gerçekten” sakat insanlara ilişkin baskıcı anlayışları kalıcılaştıran bir suç ortaklığına girişerek, değersizleştirilmekten kurtulmayı öğrendik. Böylece, ellerindeki teneke bozuk para kutularını tıngırdatan ya da sokak köşelerinde bağırıp çağıran, kâh tehditkâr kâh zavallı bu kültürel figürleri hep beraber üretir olduk, kendilerini sakat olmayanlar şeklinde tahayyül edenlere kıyasla daha çok kaçar olduk onlardan".

Böyleyken böyle:)
Geçen Sakatlık İnisiyatifi'nin geçen haftaki tartışma konusu Sakatlık ve Kimlik'e katılan herkese çok teşekkür ediyorum. Tartışmaları takip etmeye devam edeceğim. Katkılarınız sürerse çok sevinirim.
 
yaa niye engelli olmak kimlik oluyor.bana göre hiç birimiz engelli değiliz asıl engelli bize engel olanlardır.burada birşeyler paylaşıyormuyuz paylaşıyoz eee bizim neremiz engelli.engelli kime denir farkındamısınız toplu ulaşım araçlarında engellilere yer vermeyenler hatta tekerlekli sandalyeliler engellilere özel yapılmış otobüsleri tıklım tıklım dolduran şoför ve yöneticiler tekerlekli sandalyeliler için ayrılmış kaldırımlara araç parkedenler engellileri deli salak olarak gören kişiler asıl engelli onlar.forumda olsun sohbette olsun kimse benim şu engelim var demesin bana göre sizler engelli değilsiniz
 
Sakatlık ve kimlik, aslında olguların her anlamda değişmesi ve dönüşmesi genelde toplumlar için sancılı olur. Çünkü yeterli kavramlara ve argümanlara sığ olmamış toplumlar bu kimlikleri onlarca yıl daha arayabilir. Bunu ilk başta bulacak insanlar engelliler olmalı ki, topluma bunu tarifini ve reçetesini yapabilsin. .Akademik bir ürün gibi algılanmasın. Toplumların yeterli düzeyde gelişmediği alanların, o eksiklik olarak görülen kesimlerce doldurulması ve gösterilmesi gerekir.
Kimlik olarak kendimizi bedenimiz üzerinden mi adapte edeceğiz topluma yoksa, bu kimliği topluma dayatarak mı göstereceğiz.
 
Üst Alt