Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Bediüzzamandan güzel anlamlı sözler

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

ibo3535

Üye
Üyelik
28 Nis 2011
Konular
34
Mesajlar
191
Reaksiyonlar
0
Hastalığın hikmetleri

Ey hastalıktan şekva eden biçare adam! Hastalık bazılara ehemmiyetli bir definedir, gayet kıymetdar bir hediye-i İlahiyedir. Her hasta, kendi hastalığını o neviden tasavvur edebilir. Madem ecel vakti muayyen değil; Cenab-ı Hak, insanı yeis-i mutlak ve gaflet-i mutlaktan kurtarmak için, havf u reca ortasında ve hem dünya ve hem ahireti muhafaza etmek noktasında tutmak için, hikmetiyle eceli gizlemiş. Madem her vakit ecel gelebilir; eğer insanı gaflet içinde yakalasa, ebedi hayatına çok zarar verebilir.

Hastalık gafleti dağıtır, ahireti düşündürür, ölümü tahattur ettirir, öylece hazırlanır. Bazı öyle bir kazancı olur ki; yirmi senede kazanamadığı bir mertebeyi yirmi günde kazanıyor. Ezcümle, arkadaşlarımızdan -ALLAH rahmet etsin- iki genç vardı. Biri İlama'lı Sabri, diğeri İslamköy'lü Vezirzade Mustafa. Bu iki zat, talebelerim içinde kalemsiz oldukları halde, samimiyette ve iman hizmetinde en ileri safta olduklarını hayretle görüyordum. Hikmetini bilmedim. Vefatlarından sonra anladım ki; her ikisinde de ehemmiyetli bir hastalık vardı.

O hastalık irşadıyla, sair gafil ve feraizi terkeden gençlere bedel, en mühim bir takva ve en kıymetdar bir hizmette ve ahirete nafi' bir vaziyette bulundular. İnşaALLAH iki senelik hastalık zahmeti, milyonlar sene hayat-ı ebediyenin saadetine medar oldu. Ben onların sıhhatı için bazı ettiğim duayı, şimdi anlıyorum dünya itibariyle beddua olmuş. İnşaALLAH o duam, sıhhat-ı uhreviye için kabul olunmuştur.

İşte bu iki zat, benim itikadımca, on senelik bir takva ile elde edilecek bir kazanç kadar bir kar buldular. Eğer ikisi, bir kısım gençler gibi sıhhat ve gençliğine güvenip, gaflet ve sefahete atılsaydılar; ölüm de onları tarassud edip tam günahlarının pislikleri içinde yakalasaydı; o nurlar definesi yerine, kabirlerini akrepler ve yılanlar yuvası yapacaklardı.

Diriliş

"Evvel yaratılışı düşünür. Der ki: Nutfeden alakaya, alakadan bir çiğnem ete, bir çiğnem etten ta insanın yaratılışına kadar olan oluşumumuzu görüyorsunuz. Nasıl oluyor ki, yaratılışı inkar ediyorsunuz?.. O, onun misli, belki daha kolayıdır. Hem Cenab-ı Hak, insana karşı ettiği ihsanat-ı azimeyi kelimesiyle işaret edip der: "Size böyle nimet eden bir zat, sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız.

" Hem işareten der: Ölmüş ağaçların dirilip yeşillenmesini görüyorsunuz. Odun gibi kemiklerin hayat bulmasını kıyas edemeyip inkar ediyorsunuz. Hem gökyüzünü ve yeri yaratan, gökyüzü ve yerin meyvesi olan insanın hayat ve ölümünden aciz kalır mı? Koca ağacı idare eden, o ağacın meyvesine ehemmiyet vermeyip başkasına mal eder mi?

Bütün ağacın neticesini terketmekle, bütün kısımlarıyla hikmetle yoğrulmuş yaratılış şeceresini faydasız ve boş yapar mı zannedersiniz? Der: kıyamet günü sizi diriltecek zat öyle bir zattır ki, bütün kainat O'nun emrine hazır askeri hükmündedir. ALLAH'ın ol emrine feyekûne karşı tam bir teslimiyet ile boyun eğer. Bir baharı yaratmak, bir çiçek kadar ona kolay gelir. Bütün hayvanatı icad etmek, bir sinek icadı kadar kudretine kolay gelir bir zattır..."

İhlas

Ey biçareler! Mezaristana göçtüğünüz zaman, "Eyvah! Malımız harab olup, sa'yimiz heba oldu; şu güzel ve geniş dünyadan gidip, dar bir toprağa girdik." demeyiniz, feryad edip me'yus olmayınız... Çünki sizin herşey'iniz muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetiniz kaydedilmiştir.

Hizmetinizin mükafatını verecek ve her hayır elinde ve her hayrı yapabilecek bir Zat-ı Zülcelal, sizi celb edip, yer altında muvakkaten durdurur. Sonra huzuruna aldırır. Ne mutlu sizlere ki; hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti, rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet, meşakkat bitti; ücret almağa gidiyorsunuz.

Evet geçen baharın defter-i a'malinin sahifeleri ve hidematının sandukçaları olan tohumları, çekirdekleri muhafaza eden ve ikinci baharda gayet şaşaalı, belki yüz derece aslından daha bereketli bir tarzda muhafaza eden, neşreden Kadir-i Zülcelal, elbette sizin de netaic-i hayatınızı öyle muhafaza ediyor ve hizmetinize pek kesretli bir surette mükafat verecektir.

Ahireti unutanlar

Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubudiyet neticesiz midir, ücreti az mıdır ki, sana usanç veriyor? Halbuki bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa, akşama kadar seni çalıştırır ve fütursuz çalışırsın. Acaba bu misafirhane-i dünyada aciz ve fakir kalbine kut ve gına ve elbette bir menzilin olan kabrinde gıda ve ziya ve herhalde mahkemen olan Mahşer'de sened ve berat ve ister istemez üstünden geçilecek Sırat Köprüsü'nde nur ve burak olacak bir namaz, neticesiz midir veyahut ücreti az mıdır?

Bir adam sana yüz liralık bir hediye va'detse, yüz gün seni çalıştırır. Hulf-ul va'd edebilir o adama itimad edersin, fütursuz işlersin. Acaba hulf-ul va'd hakkında muhal olan bir zat, Cennet gibi bir ücreti ve saadet-i ebediye gibi bir hediyeyi sana va'd etse, pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede seni istihdam etse; sen hizmet etmezsen veya isteksiz, suhre gibi veya usançla, yarım yamalak hizmetinle onu va'dinde ittiham ve hediyesini istihfaf etsen, pek şiddetli bir te'dibe ve dehşetli bir tazibe müstehak olacağını düşünmüyor musun?

Nefis

Ey nefsim! Deme 'zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder. Derd-i maişetle şarhoştur.' Çünkü ölüm değişmiyor. Firak, bekaya kalbolup başkalaşmıyor. Acz-i beşeri, fakr-ı insani değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sürat peyda ediyor.

Şeytanın mühim bir sinsi planı, insana kusurunu itiraf ettirmektir, ta ki bağışlanma ve ALLAH'a sığınma yolunu kapasın. Hem nefsi insaniyetinin enaniyetini tahrik edip, ta ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin, adeta kusur ve günahlarından takdis etsin..

Nefsini suçlayan kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, bağışlanma diler. Bağışlanma dileyen ALLAH'a sığınır. ALLAH'a sığınan şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse affa müstehak olur.

ALLAH'a hakiki abd olan, başkalarına abd olamaz.

Madem her yer misafirhanedir. Eğer misafirhane sahibinin rahmeti yar ise, herkes yardır, her yer yarar. Eğer yar değilse, her yer kalbe bardır ve herkes düşmandır

İmana gel ki, elemden emin olasın. Kadere teslim ol ki selamette kalasın.

İnsan eğer kesrete dalıp kainat içinde boğulup dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fanilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasarete düşer. Hem fena, hem fani, hem ademe düşer. Hem manen kendini idam eder. Eğer insan-ı Kuran'dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubudiyetin miraciyle arş-ı kemalata çıkabilir. Baki bir insan olur.

Dine hizmet

Dine hizmet ederken müspet hareket etmek ve menfi hareketlerden kaçınmaktır.

Bizim vazifemiz müspet hareket etmektir, menfi hareket değildir. Rıza-i İlahiye karışmamaktır. Bizler aşayişi muhafazası netice veren müspet iman hizmeti içinde her yıl bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz. Kardeşlerim! Hastalığım pek şiddetli, belki yakında öleceğim veyahut bütün bütün konuşmaktan, bazen men olunduğum gibi men edileceğim. Onun için benim nur ahiret kardeşlerim, ehven-ü şer deyip bazı biçare yanlışçıların hatalarına hüçum etmesinler. Daima müspet hareket etsinler. Menfice hareket vazifemiz değil. Çünkü dahilde hareket menfice olamaz.

Gençlik

Sizdeki gençlik katiyen gidecek. Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız, o gençlik zayi olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem ahirette kendi lezzetinden çok ziyade belalar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslamiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarf etseniz, o gençlik manen baki kalacak ve edebi bir gençlik kazanmasına vesile olacak.

Dünyada gençliğe muhabbet, yani ibadette gençlik kuvvetini sarf etmenin neticesi: dar-ı saadette edebi bir gençliktir.

Yalnızca Allah'a dayanıp güvenmek

Ey insan! Eğer yalnız Ona abd olsan, bütün mahlukat üstünde bir mevki kazanırsın. Eğer ubudiyetten istinkaf etsen, aciz mahlukata zelil bir abd olursun.

Her kim kendisini Allah'a malederse, bütün eşya onun lehinde olur. Ve kim Allah'a mal olmasa, bütün eşya onun aleyhinde olur. Allah'a mal olmak ise, bütün eşyayı terk ve her şeyin Ondan olduğunu ve Ona rücu edeceğini bilmekle olur

Dost istersen ALLAH yeter
Yar" istersen KUR'AN yeter
Mal istersen kanaat yeter
Düşman istersen nefis yeter
Nasihat istersen ölüm yeter....(Bediüzzaman Said Nursi)

'senin iktidarın kısa, bekan az, hayatın mahdud, ömrünün günleri ma'dud ve herşeyin fanidir. öyle ise şu kısa fani ömrünü fani şeylere sarfetme ki , fani olmasın'
bediüzzaman

Sırf dünya için mi yaradılmışsın ki bütün vaktini ona sarfediyorsun..??"

"İman hem nurdur hem kuvvettir..Hakiki imanı elde eden adam kainata meydan okuyabilir.."

"BismiLLah her hayrın başıdır..Biz dahi başta onla başlarız.."

bediüzzaman

Insan bir yolcudur. Sen burada misafirsin. Ve buradan da diger bir yere
gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremedigi birseye kalbini baglamaz.
Bu menzilden ayrildigin gibi, bu sehirden de çikacaksin. Ve keza, bu fani
dünyadan da çikacaksin. Öyle ise aziz olarak çikmaya çalis. (Bediüzzaman)
 
Allah ramet eylesin ne güzel sözler yazmış allah ondan razı olsun
 
Bediüzzaman büyük bir İslam alimidir. Allah ın davasını dava edinmiş ve gece gündüz davası için mücadele etmiştir.

Allah ın davasına hizmet edenlerden Yüce Rabbim razı olsun...amin...
 
Gençlik Rehberi benim için ilaç olmuştur hele bizim gibilere umutsuzluk lügatımızda yoktur Mevla herşeyin sahibidir herkese gereğinden fazla yük yüklememiştir...
 
[FONT=Comic Sans MS]YİRMİ BEŞİNCİ LEM'A[/FONT][FONT=Comic Sans MS]
[/FONT]
[FONT=Comic Sans MS]HASTALAR RİSALESİ
[/FONT]
[FONT=Comic Sans MS]Yirmi Beş Devâdır
[/FONT]
[FONT=Comic Sans MS]Hastalara bir merhem, bir teselli, mânevî bir reçete, bir iyâdetü'l-marîz (hasta ziyareti) ve geçmiş olsun makamında yazılmıştır.
[/FONT]

[FONT=Comic Sans MS]İHTAR VE İTİZAR[/FONT][FONT=Comic Sans MS]:[/FONT][FONT=Comic Sans MS] Bu mânevî reçete, bütün yazdıklarımızın fevkinde (üstünde) bir sür'atle telif edildiği gibi, hem umuma muhalif olarak, tashihata (düzeltmeye) ve dikkate vakit bulmayarak, telifi gibi gayet sür'atle, ancak bir defa nazardan geçirildi. Demek, müsvedde-i evvel hükmünde müşevveş (düzensiz) kalmıştır. Kalbe fıtrî bir surette gelen hâtırâtı san'atla ve dikkatle bozmamak için, yeniden tetkikata lüzum görmedik. Okuyan zatlar, hususan hastalar, bazı nâhoş ibarelerden veyahut ağır kelimelerden ve ifadelerden sıkılıp gücenmesinler, bana da dua etsinler.[/FONT]

[FONT=Comic Sans MS]
"O kimseler ki, başlarına bir musibet geldiğinde 'Biz Allah'ın kullarıyız; dönüşümüz de ancak Onadır' derler."
Bakara Sûresi, 2:156
[/FONT]
[FONT=Comic Sans MS]
"Beni yediren ve içiren Odur. Hastalandığımda bana şifa veren de Odur."
Şuarâ Sûresi, 26:79-80.
[/FONT]
[FONT=Comic Sans MS]ŞU LEM'ADA, nev-i beşerin ( insan gruplarının) on kısmından bir kısmını teşkil eden musibetzede ve hastalara hakikî bir teselli ve nâfi (faydalı) bir merhem olabilecek Yirmi Beş Devâyı icmâlen (özetle) beyan ediyoruz (açıklıyoruz).


Bediüzzaman Said Nursi
[/FONT]
 
[FONT=Comic Sans MS]25. Lem'a[/FONT][FONT=Comic Sans MS]
[/FONT]

[FONT=Comic Sans MS][FONT=Comic Sans MS]BİRİNCİ DEVÂ

[/FONT]Ey biçare hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil, belki bir nevi dermandır. Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor. Hastalık, senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor. Hem ömrün çabuk geçmesine meydan vermiyor, tutuyor, uzun ediyor-tâ meyveleri verdikten sonra bırakıp gitsin. İşte, ömrün hastalıkla uzun olmasına işareten bu darbımesel dillerde destandır ki,
"Musibet zamanı çok uzundur; safâ zamanı pek kısa oluyor."


[SIZE=2]Bediüzzaman Said Nursi[/SIZE]
[/FONT]
 
[FONT=Comic Sans MS]25. Lem'a

[FONT=Comic Sans MS][/FONT][/FONT]
[FONT=Comic Sans MS][FONT=Comic Sans MS]İKİNCİ DEVÂ[/FONT][/FONT][FONT=Comic Sans MS][FONT=Comic Sans MS]
[/FONT]

[FONT=Comic Sans MS]Ey sabırsız hasta! Sabret, belki şükret. Senin bu hastalığın, ömür dakikalarını birer saat ibadet hükmüne getirebilir. Çünkü ibadet iki kısımdır. Biri müsbet ibadettir ki, namaz, niyaz gibi malûm ibadetlerdir. Diğeri menfi ibadetlerdir ki, hastalıklar, musibetler vasıtasıyla musibetzede aczini, zaafını hisseder, Hâlık-ı Rahîmine iltica eder, ( merhamet sahibi yaratıcısına yönelir) yalvarır. Hâlis, riyâsız, mânevî bir ibadete mazhar olur.
[/FONT]

[FONT=Comic Sans MS]Evet, hastalıkla geçen bir ömür, Allah'tan şekvâ (şikayet) etmemek şartıyla, mü'min için ibadet sayıldığına rivâyât-ı sahiha vardır. ( Doğru Hadis rivayetleri - el-Elbânî, Sahîhu Câmii's-Sağîr, 256.) Hattâ bazı sâbir (sabreden) ve şâkir (şükreden) hastaların bir dakikalık hastalığı, bir saat ibadet hükmüne geçtiği ve bazı kâmillerin bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçtiği, rivâyât-ı sahiha ve keşfiyat-ı sadıka (doğru keşifler) ile sabittir. Senin bir dakika ömrünü bin dakika hükmüne getirip, sana uzun ömrü kazandıran hastalıktan teşekkî (şikayet) değil, teşekkür et.[/FONT]

[/FONT]
[FONT=Comic Sans MS][SIZE=2]
Bediüzzaman Said Nursi
[/SIZE]
[/FONT]
 
[FONT=Comic Sans MS]25. Lem'a

ÜÇÜNCÜ DEVÂ
[/FONT]

[FONT=Comic Sans MS]Ey tahammülsüz hasta! İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine, mütemadiyen gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaşması ve mütemadiyen zeval (yok olma) ve firakta (ayrılıkta) yuvarlanması şahittir. Hem insan, zîhayatın ( hayat sahibi) en mükemmeli, en yükseği ve cihazatça en zengini, belki zîhayatların sultanı hükmünde iken, geçmiş lezzetleri ve gelecek belâları düşünmek vasıtasıyla, hayvana nisbeten en ednâ (aşağı) bir derecede, ancak kederli, meşakkatli bir hayat geçiriyor. Demek insan bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safâ ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki azîm (büyük) bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile, ebedî, daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür.
[/FONT]

[FONT=Comic Sans MS]Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve âfiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterir, âhireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor. Sermaye-i ömrünü bâd-ı hava (nefis rüzgarı) boş yere sarf ettiriyor. Hastalık ise, birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki: "Lâyemut (ölümsüz) değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni Yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan."
[/FONT]

[FONT=Comic Sans MS]İşte hastalık bu nokta-i nazardan hiç aldatmaz bir nâsih (nasihatçı) ve ikaz edici bir mürşiddir. Ondan şekvâ değil, belki bu cihette ona teşekkür etmek, eğer fazla ağır gelse sabır istemek gerektir.


Bediüzzaman Said Nursi
[/FONT]
 
Ne zaman saadet asrını düşünsek,
Arkadaşlarından,
O güzîde ashabından biri ağlar gönlümüzde.
Önce sen ağlarsın.
Abdullah bin Mesud’a
“Bana Ku’ran oku” demiştin.
“Ya Rasulallah! Kur’an sana indirilmişken
Sana mı Kur’an okuyayım” demişti.
“O’nu başkasından dinlemeyi de severim” buyurmuştun
İbn-i Mesud, Nisa suresini okumuş,
Bir ayete gelmişti:
“Her ümmetten birer şahit,
Onların üzerine de Habibim
Seni bir şahit olarak getirdiğimiz zaman
Onların hali nice olur”
“Şimdi yeter” demiştin.
İbn-i Mesud gözlerini kaldırıp bakmıştı sana,
Gözyaşların mübarek sakalına inmişti.
Bir defasında ashabına Kur’an okuyordun
‘Sakının o ateşten ki o’nun yakıtı insanlar ve taşlardır’diyordun.
Önünde oturan siyahi bir adam yüksek sesle ağlamaya başlamıştı
O ağlayışa Cibril inmişti semadan
Ya Resuallah huzurunda ağlayan bu zat kimdir ? demişti,
Sende Habeşli biri demiş ve o’nu övmüştün
Cebrail ise şu müjdeyi vermişti ; Allah buyuruyorki ;
‘İzzet ve Celalime Arş üzerindeki Hakimiyyetime Yemin Ederimki,
dünyada Benim korkumdan ağlayan bir kulun gözünü Cennette çok güldürüceğim’
ne zaman saadet asr-ı’nı düşünsek arkadaşlarından o güzide ashabından biri,
hesap gününden korkar gönlümüzde
Şeddat bin Evs korkar yatağına girdiğinde sağına soluna döner durur uyuyamaz.
‘Allahım’ der.Cehennem ateşi uykumu kaçırdı.
Sonra kalkar sabaha kadar namaz kılar,
Ebu’d Derda düşer gönlümüze,
‘Keşke ailemin koçları olaydım da kendilerine misafir geldiğin de beni yedirselerdi’ der,
İmran bin Husayn düşer gönlümüze ‘Keşke bir tepede kül olaydım da fırtınalı bir günde rüzgar savursaydı’ der
Ne zaman saadet asr-ı’nı düşünsek arkadaşlarından o güzide ashabından biri, Peygamber sevgisini öğretir bize
Ashabından biri Sana gelmişti ,
Ya Resulallah demişti, ‘seni öyle seviyorum ki aklıma geldiğinde gelip seni görmesem canım çıkacak gibi oluyorum, sonra ahireti düşünüyorum cennete girsem bile Seninle birlikte olamıyacağım aşşağı mevkilerde kalıcam buda zoruma gidiyor istiyorum ki ahirette de yanında olayım’ Kaynakwh webhatti.com:
Sende ‘Kişi sevdiğiyle beraberdir’ buyurmuştun,
Abdurrahman bin Sad anlatıyor ya Resulallah
Diyorki ;
‘Bir gün Ömerin oğlu Abdullah ile otururken ayağı kasılıp kaldı
ayağına ne oldu dedim şuradan itibaren sinir toplandı dedi,
Bende dedim ki En çok sevdiğin insanın adını anda iyileşsin’
Ya Muhammed dedi ve hemen ayağını uzattı,
Ya Resulallah Sen abdest aldığın da ashab-ı güzin efendilerimiz koşarak abdest suyunu alır yüzlerine sürerlermiş
Bir defasında sormuşsun:
-‘Niçin böyle yapıyorsunuz ?’
-‘bereket ve hayır umuyoruz’ demişler, Sende buyurmuşsun ki ; ‘Allah ve Resulu’nun sevgilisi olmak isteyen doğru söylesin emanete riayet etsin komşusunu incitmesin’
Ne zaman saadet asr-ı’nı düşünsek arkadaşlarından o güzide ashabından biri hamd eder Allah’a şükrü öğretir bize
Ebu Eyyub El-Ensari ona öğrettiğin kelimeleri söyler
‘Allah’tan başka ilah yoktur, Mülk ve saltanat O’nundur Hamd O’nun hakkıdır, O’nun ortağı yoktur.
 
[FONT=Comic Sans MS]25. Lem'a

DÖRDÜNCÜ DEVÂ
[/FONT]

[FONT=Comic Sans MS]Ey şekvâcı (şikayetçi) hasta! Senin hakkın şekvâ değil, şükürdür, sabırdır. Çünkü senin vücudun ve âzâ ve cihazatın, senin mülkün değildir. Sen onları yapmamışsın, başka tezgâhlardan satın almamışsın. Demek başkasının mülküdür. Onların mâliki, mülkünde istediği gibi tasarruf eder.
[/FONT]

[FONT=Comic Sans MS]Yirmi Altıncı Sözde denildiği gibi, meselâ gayet zengin, gayet mâhir bir san'atkâr, güzel san'atını, kıymettar servetini göstermek için, miskin bir adama modellik vazifesini gördürmek maksadıyla, bir ücrete mukabil, bir saatçik zamanda, murassâ (kıymetli taşlarla süslenmiş) ve gayet san'atlı diktiği bir gömleği, bir hulleyi (elbise) o fakire giydirir. Onun üstünde işler ve vaziyetler verir. Harika envâ-ı san'atını (sanatının çeşitleri) göstermek için keser, değiştirir, uzaltır, kısaltır. Acaba şu ücretli miskin adam, o zâta dese: "Bana zahmet veriyorsun, eğilip kalkmakla verdiğin vaziyetten bana sıkıntı veriyorsun. Beni güzelleştiren bu gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun" demeye hak kazanabilir mi? "Merhametsizlik, insafsızlık ettin" diyebilir mi?
[/FONT]

[FONT=Comic Sans MS]İşte, aynen bu misal gibi, Sâni-i Zülcelâl (Celal ve yücelik sahibi sanatkar Allah) sana, ey hasta, göz, kulak, akıl, kalb gibi nuranî duygularla murassâ olarak giydirdiği cisim gömleğini, Esmâ-i Hüsnâsının (güzel isimlerinin) nakışlarını göstermek için, çok hâlât (haller) içinde seni çevirir ve çok vaziyetlerde seni değiştirir. Sen açlıkla onun Rezzâk (rızık veren) ismini tanıdığın gibi, Şâfî (şifa veren) ismini de hastalığında bil. Elemler, musibetler bir kısım esmâsının ahkâmını (isimlerinin hükümlerini) gösterdikleri için, onlarda hikmetten lem'alar (parıltılar) ve rahmetten şuâlar (ışıklar) ve o şuâât içinde çok güzellikler bulunuyor. Eğer perde açılsa, tevahhuş (korku) ve nefret ettiğin hastalık perdesi arkasında sevimli, güzel mânâları bulursun.


Bediüzzaman Said Nursi
[/FONT]
 
[FONT=Comic Sans MS]25. Lem'a

BEŞİNCİ DEVÂ
[/FONT]
[FONT=Comic Sans MS]
Ey maraza (hastalığa) müptelâ hasta! Bu zamanda tecrübemle kanaatim gelmiştir ki,
hastalık bazılara bir ihsan-ı İlâhîdir, bir hediye-i Rahmânîdir. Bu sekiz dokuz senedir, liyakatsiz olduğum halde, bazı genç zatlar hastalık münasebetiyle dua için benimle görüştüler. Dikkat ettim ki: Hangi hastalıklı genci gördüm; sair gençlere nisbeten âhiretini düşünmeye başlıyor. Gençlik sarhoşluğu yok. Gaflet içindeki hayvânî hevesattan (isteklerden) bir derece kendini kurtarıyor. Ben de bakıyordum, onların tahammül dahilindeki hastalıklarını bir ihsan-ı İlâhî olduğunu ihtar ederdim. Derdim ki:
[/FONT]

[FONT=Comic Sans MS]"Kardeşim, senin bu hastalığının aleyhinde değilim. Hastalık için sana karşı bir şefkat hissedip acımıyorum ki, dua edeyim. Hastalık seni tam uyandırıncaya kadar sabra çalış. Ve hastalık vazifesini bitirdikten sonra, Hâlık-ı Rahîm inşaallah sana şifa verir."
[/FONT]

[FONT=Comic Sans MS]Hem derdim: "Senin bir kısım emsalin sıhhat belâsıyla gaflete düşüp, namazı terk edip, kabri düşünmeyip, Allah'ı unutup, bir saatlik hayat-ı dünyeviyenin zâhirî (dış görüntüsü) keyfiyle hadsiz bir hayat-ı ebediyesini sarsar, zedeler, belki de harap eder. Sen hastalık gözüyle, herhalde gideceğin bir menzilin olan kabrini ve daha arkasında uhrevî menzilleri görürsün ve onlara göre davranıyorsun. Demek senin için hastalık bir sıhhattir; bir kısım emsalindeki sıhhat bir hastalıktır."


Bediüzzaman Said Nursi
[/FONT]
 
[FONT=Comic Sans MS]ALTINCI DEVÂ
[/FONT]

[FONT=Comic Sans MS]Ey elemden teşekkî eden hasta! Senden soruyorum: Geçmiş ömrünü düşün ve o ömürde geçmiş lezzetli safâ günleri ve belâ ve elemli vakitlerini tahattur et (hatırla) . Herhalde ya oh, ya ah diyeceksin. Yani, ya "Elhamdü lillâh, şükür," veyahut "Vâ hasretâ, vâ esefâ!" kalbin ve lisanın diyecek.
[/FONT]

[FONT=Comic Sans MS]Dikkat et, sana "Oh, elhamdü lillâh, şükür" dediren, senin başından geçmiş elemler, musibetlerin düşünmesi, bir mânevî lezzeti deşiyor ki, senin kalbin şükreder. Çünkü elemin zevâli lezzettir. O elemler, o musibetler, zevâliyle ruhta bir lezzet irsiyet bırakmış ki, düşünmekle deşilse, ruhtan bir lezzet akıyor, şükürler takattur ediyor(damlıyor).
[/FONT]

[FONT=Comic Sans MS]Sana "Vâ esefâ, vâ hasretâ!" dedirten, eski zamanda geçirdiğin lezzetli ve safâlı o hallerdir ki, zevalleriyle senin ruhunda daimî bir elem irsiyet bırakıp, ne vakit düşünsen o elem yine deşiliyor, esef ve hasret akıtıyor.
[/FONT]

[FONT=Comic Sans MS]Madem bir günlük gayr-ı meşru lezzet bazan bir sene mânevî elem çektiriyor. Ve muvakkat bir günlük hastalıkla gelen elem, çok günler mânevî lezzet, sevapla beraber, zevâlindeki halâs ve kurtulmaktan gelen mânevî lezzet vardır. Senin başındaki şimdilik bu muvakkat hastalığın neticesi ve içyüzündeki sevabı düşün. "Bu da geçer, yâ Hû" de, şekvâ yerinde şükret.


[SIZE=2]Bediüzzaman Said Nursi[/SIZE]
[/FONT]
 
üstadın hastalı risalesi, bela, musibet ve hastalığa uğramıışların el kitabı olmalıdır. müthiş güzel.
 
Bence ümmü mektunu hayatını okusunlar nasıl bi sahibiymiş ve neler yapmış sonrada düşünsünler bol bol

Abdullah İbni Ümmi Mektum, Peygamber’imizin ilk eşi Hz Hatice vâlidemizin dayısı Kays İbni Zâide’nin oğludur Annesinin adı Âtike binti Abdullah’tı
Cennetle müjdelenen ilk ama sahabi Abdullah İbni Ümmü mektum Kendisi annesine nispetle ‘Ümmi Mektum’un oğlu’ anlamında İbni Ümmi Mektum ismiyle meşhur olmuştur Çocukken gözlerini kaybetmiş olduğunu şu mukaddes sohbetten öğrenmekteyiz: Hz Enes’in rivayet ettiğine göre, bir defasında Hz Cebrail, Peygamber’imizin huzuruna geldiğinde İbni Ümmi Mektum da orada bulunmaktaydı Cebrail, “Gözünü ne zaman kaybettin?” diye sorunca o da “Çocukken” cevabını vermiştir Bunun üzerine Cebrail kendisine şu müjdeyi vermiştir: “Allah, buyuruyor ki: ‘Ben bir kulumun gözünü aldığım zaman ona cenneti mükâfat olarak veririm’ Bu hadis-i kudsi sâyesinde Abdullah İbni Ümmi Mektum, dünyada iken cennet müjdesini almış oluyordu Bir Kur’an âşığı olan Abdullah, Peygamber’imizin huzurunda bulunmak, O’nun manevî atmosferinden istifade etmek ve O’ndan Kur’an’dan âyetler öğrenmek için, sık sık Resulullah’ın yanına giderdi Bir gün Abdullah, bu niyetlerle Peygamber’imizin huzuruna gelir Bu esnada da Resulullah, belki içlerinden birkaçı imana gelir ümidiyle Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerine canla başla İslâm’ı anlatmaktaydı Abdullah, meclise gelerek Peygamber’imize hitaben, “Yâ Resulallah, bana Kur’an okut Allah’ın sana öğrettiğinden bana da öğret” dedi


Resulullah, müşriklerin üzerinde daha fazla durma gereği duyduğundan, O’nunla yeterince ilgilenemedi Abdullah, arzusunu birkaç defa tekrar etti Resulullah, ona aldırmayıp yüzünü buruşturup döndü, sözünün kesilmesini istemedi ve misafirlerle sohbet etmeye devam etti Fakat çok sürmedi, tam sözünü bitirip kalkacağı sırada İlâhî ikaz geldi: “Yanına âmâ geldi diye yüzünü ekşitip döndü! Nereden bileceksin, belki de o günahlarından arınacaktı! Yahut o öğüt alacak ve o öğüt kendisine fayda verecekti! Öğüde ihtiyaç duymayan kimseye gelince sen ona yöneliyorsun Onun inkâr ve isyan pisliği içinde kalmasından sen mesul değilsin! Sana koşarak gelen ve Allah’tan korkan kimseyi ise ihmal ediyorsun! Sakın! O Kur’an bir öğüttür” (Abese Sûresi; 1, 10)

Bu hadiseden sonra Resulullah, Abdullah’a daha çok iltifat ve ikramda bulunmuştur Ne zaman onu görse, o hadiseyi hatırlatarak, “Ey Rabb’imin beni ikazına sebep olan kardeşim, merhaba!” diye onun gönlünü alırdı Abdullah, ilk Müslümanlardan olduğu gibi, ilk muhacirlerden olma şerefine de nail olmuştu Peygamber’imizden önce, Medine’ye Musab b Umeyr ile ilk hicret edenlerdendi Peygamber’imizden Kur’an âyetlerini ezberleyen ve bu şekilde hafız olan Abdullah, Musab ile birlikte Medineli Müslümanlara Kur’an öğretmiştir Görme özürlü olmasına rağmen, Hz Peygamber onu Bilal ve Ebû Mahzûre ile birlikte Mescid-i Nebevî’de müezzinlikle görevlendirmiştir Hz Bilal-i Habeşî olmadığı zaman Eb’u Mahzûre, o da bulunmadığı zaman Abdullah ezan okurdu Ramazan aylarında ise sahurun bittiğini ilan etmek için ayrıca ezan okurdu Abdullah Bunun için Resulullah müminlere “Bilal ezanı gece okuyor, İbni Ümmi Mektum ezan okuyuncaya kadar yiyip içiniz” buyurmuştur

Abdullah (ra) dinde çok hassastı Mesela cihadın fazileti ile ilgili âyetler indiğinde, sanki bu âyetlerin kendisini muhatap kıldığı kaygısı ile bir gün Peygamber’imize gözyaşları ile gelerek: “Ya Resulallah! Vallahi, cihat etmeye imkânım olsa, ederdim!” diyerek Rabb’ine yönelmiş ve “Ya Rab; Özrümü beyân eden âyet indir! Özrümü beyân eden âyet indir!” diye yalvarmıştır Peygamber’imizin kâtibi, Zeyd İbni Sâbit bu hadiseyi şöyle rivayet etmektedir: “İbni Ümmü Mektum, Resulullah (sas) bana vahyi yazdırırken gelmiş ve bu sözleri söylemişti Bu sırada Resulullah’ın dizinin bir kısmı dizimin üzerine geliyordu Birden dizi ağırlaşmaya başladı Vahiy başlamıştı Dizim ezilecekti zannettim Biraz sonra hafifledi Bana dönerek, “Zeyd, yazdığını oku!” buyurdu Okudum: “Müminlerin savaşa katılmayıp oturanlarla, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihat edenler bir değildir” Resulullah ilâve etti ve yazmamı söyledi: “Özürlü olanlar hariç” (Nisâ; 4, 95, 96)

Hakkında ayet inerek muaf tutulmasına rağmen, cihada katıldı ve sancak taşıdı Ancak, Resulullah döneminde her sefere katılamazdı Çünkü Efendimiz onu Medine’de vekil bırakarak, imamlığı ona veriyordu İslâm Peygamberi ona, toplam on üç kez Medine’de vekillik, “kaim-i makam”lık vermiştir İslâm’da özürlülerle ilgili çeşitli hükümlerin belirlenmesi, onun sâyesinde mümkün olmuştur Veda Hutbesi’ni cemaate yüksek sesle tekrarlamıştır Hz Abdullah, Hz Ömer’in halifelik döneminde İran’ın fethinde bulundu ve şehid oldu(Miladî 636)
 
arkadaşlar sadece merakımdan soruyorum tarihte saidi kürdi diyen geçen bu zata bedilik ünvanını kim hangi alimler kurulu bu ünvanı vermiş vermişse nerde yazıyor çok araştırdım böyle bi ünvanı ona veren bi alimler kurulu bulamadım varsa bi bilginiz paylaşsanız
 
kurul die bişey yok halk dilinde denilmiş cağın güneşi anlamında nasıl ki peygamber efendimize muhammedin emin die emin ismi halk dilinde hiç yalan söylmediği için emin insan olduğu için düşmanları bile muhammedi emin die seslenirlerdi işte buda böyle halk dilinde üstün zekalı olduğu için üstad hz o cağın alimi tabi alim derken evliyalarda vardı onun zamanında onun üstün zekasi limle bilimi birleştirmesi oldu şu anda muhterem fetullah gülen hoca efendini yaptığı gibi bazıları türkiye için hiç bir şey yapmadı dienler için yazıyorum ruslarla savaştı talebeleriyle bir cok talabesi öldü ve kendisi esir düştü sonradan serbest bırakıldı risela nuru bilmeyen okumayan bazı arkadaşlar yorum yapıyor kuranla ilgisi yok die risele nur die özelikle ALLAH sadık kulu filimin yorumlarını okudum mynette ne kadar cahil insanlar olduğunu gördüm
 
walera

o namı ona onu seven halk verdi ve onlar onu said i kürdi olarak değil said-i nursi olarak görürler.kürdiliği kürtçülük yaptığından değil, milletindendir. kürttür ama kürtçü hiç değildir.onun ruslara karşı destansı mücadelesi bile onun ne kadar vatanperver olduğunu gösterir.
 
gercek adı nifus cüzdanında adı SAİD OKUR gercek ismi onun için kürt türk arap yada farklı bi ırk fark etmiyor onun derdi müslümanlar kardeşliği ALLAH birliği peygamberin birliği dinin birliği vatanın birliği bayrağın birliği bu kadar biriz neden kavga ederiz derdi devamlı
 
anlattıklarınız ilginçte diyorsunnuz ku ozamanlar evliyalarda vardı peki bu evliyalardan biri saidi kürdi için bedi lakabı kullanmışmı kullanmışsa hangi evliyaymış onlar çok merak ettim ibo kardeşim
 
Suriyede bütün dünya alimlerine hutbe vermiştir cuma namazı kıldırmıştır bütün dünya alimlerine böyle büyük zaatı muhteremden bahsediyoruz
 
Alim olabilir. Muhterem olabilir.
Ondan daha büyük alimler varken bu tv de film falan çekilecek binlerce daha yüce zat varken bu zat onların yanında damla kalmazmı:confused:
Benim anlamadığımda budur.

Sakallısı varken (Sünnet) Sakalsızı ondan sonra gelse gerek!
İllada film çekicekseniz F. Sultan Mehmet Han a çekin. Akşemsettine çekin daha layıktır.
İstanbul bugün İslam diyarıysa onun eseridir...
 
Elbette onlarda büyük zatlar onlara filim cekilmesi lazım amerikanın geçmişi bizim osmanlı gibi olsa 300 sene adamlara mahzeme cıkar öyle filimler cekerlerdi ki biz ağzımızı acar bakardık bizim koskoca osmanlı geçmişiz var 600 sene zaten abd filim cekse bizim gibi muhteşem yüzyıl gibi yarım yamalak tarih bilmeyen insanların yazdığı filimler cekilmezdi
 
suriyede diyorsun vaaz vermiş onun vaaz vermesi onun çok alim biri allah dostu olduğunamı delildir ona bakarsan bu gün kadyanilik var nusayrilik var onlarında alim dedikleri insanlar var vazz veriyorlar diğe allah dostu mu oluyorlar bide anlamadığım burası özürlüler sitesimi dini bilgi anlatılacak sitemi eğer birazda gerçekleri araştırırsanız, benim daha önceki yazılarımda bütün kürtçülük akımlarında onun adı geçer tam yakalancağı zaman ben halkı sakinleştiriyordum diye sıyrılır bunu görürsünüz sizler buralarda islami konular açtıkça bizde gerçekleri yazacaz tarihte şeyhsaite yazdığı ve daha sonra şeyh saidin idamından sonra kürt saidin şu sözü çok manidardı şeyh saidi kasderek ekberi azam olan biraderim öcünü kalemimle aldım bu gün bakıyoruz daha geçen ay bütün tv kanallarında çıktı fetullah güvenin trdeki temsilcileri pkk temsilcileri ile görüştüler neydi bu görüşmenin amacı bütün tv kanallarında çıktı hemde cematın ileri gelenleri çok manidar şeyler sizin anlattığınız insan kürt ırkçılığıyla islami ümmeçiliği birbirine karıştırıp sonrada işleri berbat eden bi insandır çok yerde hayatını okudum medresedn kovuluyor senin akln almıyor diye sonra ne hikmetse aradan zaman geçiyor birileri kalkıyor bedii ünvanı veriyor
 
onları gözleri vardır görmezler kulakları vardır duymazlar kalpleri mühürlüdür şimdi sana ne yazsak gökten zembil melek inse mulahif olacaksın ozaman senin yolun kendine benim yolum kendime yazacak bişey bütün dünyada kabul görmüş zatı muhteremden basediyoruz eğer sen yalnış tanıyorsan bu senin cehaletin ne diyeyim
 
Allah sana akıl fikir versin fetullah gülen hoca efendi risele nur okuya okuya bu güne geldi ve onun önderliğinde türk okulları kuruldu türkçe olimpiyatları yapılıyor sen halla üstadın kürtlüğünü türklüğünü sorguluyorsun kaç bin kişi ve ailesi dünyanın hemen hemen bütün ülkesinde türkçe kouşur halle geldi sen daha kürt mü türk mü onun peşindesin üstadımız kürttür ama hiç bir zaman kürtlük türklük peşinde olmadı bulunduğu bütün zamnalarda derdi hep okuldur öğrenci yetiştirmektir başka derdi hiç bir zaman omamıştır ülke savunması gelince ruslara karşı bütün öğrencileri ve kendisi savaşmıştır bir cok sevdiği yetiştirdiği öğrencisi şehit kendiside esir düşmüştür halla neyin peşinde olduğunuzu anlamadım

hey kara cahil insan medredesen gönderilmesi sebebi artık o kadar zeki olmuş ki öğretmeni öğretecek bişey bulamamış zekası o kadar fazlaki 2 yıldaa okunacak kitapları iki cuma arasında okunuyor en iyi hocası en iyi ilim aldığı hocası medrese hayatından önce şeyh MUHAMMED DİYADÜDDİN HZ BU MUBAREK DAYANDIĞI NOKTA ŞAH-İ NAKŞİBEND (KS) HZ SONRA ŞEYH SEYİT ABÜLLKADİR BURALARDAN DAYANRAK GELYOR ÜSTADIMIZ YANİ HOCASINI ADINI YAZDIM HOCALARIN HOCASIDA İŞTE BU MUBAREK ZATLARDIR

Ayrıca ALLAH dostlarını eleştirme bence onları koruyan ve himaye eden kızar dostlarına kötü laf denmesinden hoşlanmaz birde yazılarına kaynak gösterde bizde görelim bi yazı yazıyorsun duydum yada bi yerde okudum die kaynağın nedir ne kadardır doğruluk derecesi görelim
 
[FONT=Comic Sans MS]ALTINCI DEVÂ
[/FONT]

[FONT=Comic Sans MS]Ey dünya zevkini düşünüp hastalıktan ıztırap çeken kardeşim! Bu dünya eğer daimî olsaydı ve yolumuzda ölüm olmasaydı ve firak ve zevâlin rüzgârları esmeseydi ve musibetli, fırtınalı istikbalde mânevî kış mevsimleri olmasaydı, ben de seninle beraber senin haline acıyacaktım. Fakat madem dünya birgün bize "Haydi, dışarı" diyecek, feryadımızdan kulağını kapayacak. O bizi dışarı kovmadan, biz bu hastalıklar ikazatıyla (ikazlarıyla) şimdiden onun aşkından vazgeçmeliyiz. O bizi terk etmeden, kalben onu terke çalışmalıyız.
[/FONT]

[FONT=Comic Sans MS]Evet, hastalık bu mânâyı bize ihtar edip der ki: "Senin vücudun taştan, demirden değildir. Belki daima ayrılmaya müsait muhtelif maddelerden terkip edilmiştir. Gururu bırak, aczini anla. Mâlikini tanı, vazifeni bil, dünyaya niçin geldiğini öğren." Kalbin kulağına gizli ihtar ediyor.[/FONT]

[FONT=Comic Sans MS]Hem madem dünyanın zevki, lezzeti devam etmiyor. Hususan meşru olmazsa, hem devamsız, hem elemli, hem günahlı oluyor. O zevki kaybettiğinden hastalık bahanesiyle ağlama; bilâkis hastalıktaki mânevî ibadet ve uhrevî sevap cihetini düşün, zevk almaya çalış.


Bediüzzaman Said Nursi
[/FONT]
 
Yüzyılımızın yetiştirdiği önde gelen İslâm mütefekkirlerinden biridir. 1876'da Bitlis'in Hizan kazâsına bağlı İsparit nâhiyesinin Nurs köyünde dünyaya gelmiş, 23 Mart 1960'da Şanlıurfa'da Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Keskin zekâsı, hârikulâde hâfızası ve üstün kâbiliyetleriyle çok küçük yaşlardan itibâren dikkatleri üzerinde toplayan Said Nursî, normal şartlar altında yıllar süren klasik medrese eğitimini üç ay gibi kısa bir zamanda tamamlamıştır.Gençlik yıllarını alabildiğine haraketli bir tahsil hayatı ile değerlendirmiş; ilimdeki üstünlüğünü, devrinin ulemâsıyla çeşitli zeminlerde yaptığı münâzaralarda fiilen ispatlamıştır. Bu meziyetleriyle ilim çevresine kendisini kabul ettirerek, "Bediüzzaman" , yani "çağın eşsiz güzelliği" lâkabı ile anılmaya başlamıştır.



Said Nursî medrese eğitimiyle dini ilimlerde kazandığı ihtisası, çeşitli fenlerde yaptığı tetkiklerle tamamlamış; bu arada devrinin gazetelerini takip ederek ülkedeki ve dünyadaki gelişmelerle ilgilenmiştir. Diğer taraftan, doğup büyüdüğü şark topraklarının sıkıntı ve problemlerini bizzat yaşayarak gören Said Nursî, en zarurî ihtiyacın eğitim olduğu kanaatine varmış; bunun için de şarkta din ve fen ilimlerinin birlikte okutulacağı bir üniversite kurulmasını temin için yardım istemek maksadıyla 1907'de İstanbul'a gelmiştir. İstanbul'da da ilim dünyasına kendisini kısa sürede kabul ettiren Bediüzzaman, çeşitli gazetelerde yazdığı makalelerle, o günlerde Osmanlıyı ve İstanbul'u çalkalayan hürriyet ve meşrûtiyet tartışmalarına katılmış; meşrûtiyete İslam nâmına sahip çıkmıştır. 1909'da patlak veren 31 Mart Olayında yatıştırıcı bir rol oynamış; buna rağmen, haksız ithamlarla Sıkıyönetim Mahkemesine çıkarılmış, ancak beraat etmiştir. Bu hadiseden sonra İstanbul'dan ayrılarak şarka geri dönmüştür.



Bediüzzaman, talebeleriyle birlikte gönüllü milis alayları teşkil ederek cepheye koşmuştur. Vatan müdâfaasında çok büyük hizmeti geçmiş; savaşta bir çok talebesi şehit olmuş; kendisi de Bitlis müdâfaası sırasında yaralanarak esir düşmüştür. Yaklaşık üç yıl Rusya'da esâret hayatı yaşadıktan sonra Varşova, Viyana ve Sofya yoluyla İstanbul'a dönmüştür.



İstanbul'da devlet ricalinin ve ilim çevrelerinin büyük teveccühüyle karşılanmış; Dârü'l-Hikmeti'l İslamiye âzâlığına tayin edilmiştir. Bu devrede, resmî vazifesinden aldığı maaşla kendi kitaplarını bastıran ve bunları parasız dağıtan Bediüzzaman, İstanbul'un işgâli sırasında neşrettiği Hutuvât-ı Sitte adlı broşürle büyük hizmet etmiş ve işgal kuvvetlerinin plânlarını bozmuştur. Kezâ, işgalcilerin baskısı altında verilen ve Anadolu'daki kuvâ-yı milliye hareketini "isyan" olarak vasıflandıran şeyhülislâm fetvasına karşı, mukabil bir fetva vererek millî kurtuluş hareketinin meşrûiyetini îlân etmiştir. Bu hizmetleri Anadolu'da kurulan Millet Meclisi'nin takdirini kazanmış ve Bediüzzaman bizzat Mustafa Kemal tarafından ısrarla Ankara'ya dâvet edilmiştir.



Bu mükerrer dâvetler neticesinde 1922 sonlarında Ankara'ya gelmiş ve Meclis'te resmî bir "hoşâmedî" merâsimiyle karşılanmıştır. Ankara'da kaldığı günlerde, yeni kurulan devlete hâkim olan kadronun dîne bakış tarzının menfî olduğunu görünce, on maddelik bir beyannâme hazırlayarak Meclis âzâlarına dağıtmıştır. Bu beyannâmede yeni inkılâbın mîmarlarını İslam şeâirine sahip çıkmaya çağırmış; akabinde Mustafa Kemal'le bir kaç görüşmesi olmuştur. Kendisine şark umumî vâizliği, milletvekilliği ve Diyanet âzâlığı teklif edilmiş; ancak Bediüzzaman bu teklifleri kabul etmeyerek Van'a dönmüştür.



O sıralarda çıkan Şeyh Said hâdisesiyle hiç bir ilgisi olmadığı, hattâ hâdise öncesinde kendisinden destek isteyen Şeyh Said'i bu niyetinden vazgeçirmeye çalıştığı halde, Bediüzzaman hâdise sonrasında, Van'da ikâmet ettiği uzlethanesinden alınarak Burdur'a, oradan da Isparta'nın Barla nâhiyesine götürülmüştür. Burada "mânevî cihad" hizmetini başlatmış, birbiri peşi sıra telif ettiği eserlerde îman esaslarını terennüm etmiştir. Bu eserler, îmanını tehlikede hisseden halkın büyük teveccüh ve rağbetine mazhar olmuş; elden ele dolaşarak hızla yayılmıştır. O devrede elle yazılarak çoğaltılan eserlerin toplam tirajı 600.000'i bulmuştur. Başlattığı hizmetin halka mal olması, devrin idârecilerini rahatsız ettiğinden 1935'te Eskişehir, 1943'de Afyon, 1952'de de İstanbul mahkemelerine çıkarılmıştır. Bunlardan netice alınamamış, ancak Bediüzzaman yine rahat bırakılmamış; Kastamonu'da, Emirdağ'da, Isparta'da sıkı tarassud ve takip altında yaşamaya mecbur bırakılmıştır.



Ömrünün son günlerine kadar keyfî muâmele ve eziyetlerden kurtulamayan Bediüzzaman, buna rağmen, îman hizmetini büyük bir kararlılıkla devam ettirmiş; o zor şartlar altında telif ettiği 6000 küsur sayfalık Risâle-i Nur Külliyatı'nı tamamlamaya ve yaymaya muvaffak olmuştur. Kur'ân'ı bu asrın idrâkine uygun ve ikna edici bir üslupla izah ve ispat eden ve vehbî olarak kaleme alınan bu eserler, onun çileli hayatını en güzel meyvesidir.
 
yazmıyacaktım ama sen bana kara cahil dedin ibo3535 ozaman oku be Saidi Nursi, Kürdistan Azmi Kavi Cemiyetinin arzusu üzerine mahalli Kürt kıyafeti ile, boynunda dürbün, belinde tabanca ve kama, ayağında lapçin ve başında poşu olduğu halde İstanbul’a gelmiş ve büyük bir cüretle dönemin padişahı II.Abdülhamit’e cemiyetin “Sait” imzası altında yazdığı ve esası kürtçe öğretim yapacak okullar açmaya dayanan dilekçeyi sunmuştur. Daha sonra yazdığı yazılar neticesinde de,Padişah tarafındanToptaşı tımarhanesine kapatılmış,bir süre sonra affedilip memleketine yollanmıştır.
İkbal-i millet Dergisi
Ebnâ-i cinsime burada birkaç söz söylemezsem, bence bahs nâtamam kalır. Ey Asurîler ve Keyânîlerin cihangirlik zamanından pişdar, kahraman askerleri olan arslan Kürtler!... Beşyüz sene yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa sahrâ-i vahşette vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir. Hikmet-i ilâhî denilen makine-î alemin nizamı ve telgraf hattı gibi umum âleme mümted ve müteşa'ib kanun-i nûrân-î ilâhînin müessisi olan hikmet-i ilâhî ufk-i ezelden engüşt-i kaderi kaldırmış, size emrediyor ki, tefrika ile katre katre müteferrik su gibi zayi olan hamiyet ve kuvvetinizi fikr-i milliyetle tevhit ve mezcederek zerrâtın câzibe-i cüz'iyyeleri gibi gibi bir câzibe-i umum-î millî teşkili ile Kürt gibi bir kütle-i azîmi küre gibi tedvir ederek şems-i şevket-i islâmiyye Osmâniyyenîn mevkibinde bir kevgeb-i münevver gibi câzibesini ittiba ile muvazene ve âheng-i umumiyyeyi muhafaza ediniz.
Divan-i Harb-i Örfî, İkbal-i Millet
Günümüz Türkçesi :
İnsan için çalışmaktan başka yol yoktur" sözünün öteki ifadesi, şahsî teşebbüstür. Her kemâlin kurucu ve koruyucusu olan cesaret ve millî namus emrediyor ki, şimdiye kadar nasıl maddi şecaatte terakki ettinizse, şimdi de akıl ve medeniyet meydanında millî namusu çiğnetmeyiniz. Millî duyguların mâkesi olan, kıymetinizin ölçüsü olduğu halde ihmalinizle gayet çapraşık bununan diliniz, tûbâ ağacı gibi bir ağacın tecellisine müstatken, böyle kurumuş, perişan ve edebiyatsız kalmış olduğundan, diliniz sizden millî hamiyete şikâyette bulunuyor. İnsanda kaderin sikkesi sikkesi lisandır. Anadil tabiî olduğundan, kelimeler zihne kendiliğinden gelir. Zihin çatallaşmaz, O zihne giren bilgiler taş üzerinde oyulmuş gibi bâki kalır. Millî dille görünen herşey hoş gelir. Millî hamiyetin bir misalini size takdim ediyorum. O da Mutkili Halil Hayâlî Efendi'dir. Millî hamiyetin her şubesinde olduğu gibi, dil alanında da dilimizin esası olan elifbe, sarf (gramer) ve nahvini (sintaksını) vücuda getirmiştir. Hakikaten Kürdistan madeninde böyle bir hamiyet cevherine ratgeldiğinden, istikbalimizi onun gibi birçok cevherler ışıklandıracaktır
Osmanlı Şeyhulislamlardan Mustafa Sabri’nin (*) “Kürd Said’in Mezhebi Hakkında Reddiye Armağanı” adlı kitabında, çağdaşı ve bir süre birlikte çalıştığı Said-i Nursi hakkındaki yazılarından biri
Bismillah, Hamdele, Salvele.. Saidi Kürdi meselesini tetkik ederken başlıca iki nokta üzerinde durmak icabeder. Birincisi; Müridlerinin SAİDİ i’zam edeceğiz diye küfre kadar varan sözleridir. İkincisi ise; SAİD’in izharı keramet etmesi ve sureyi Nurun asıl muhatabının kendisi olduğu hakkındaki zu’mu batılı.. Belki de bu sözleri iğfalatı şeytaniyeyi, ilhamatı hakikiye zannedecek kadar ihtiyar ve mağşuş olmasındandır
Müritlerinin sözleri mücmelen şunlardır : Sait layuhitidir, hatasızdır, yanılmaz ve günah işlemez. Resulü Ekremden sonra Alemi İslamda böyle büyük bir adam gelmemiştir.. Sözleri aynen Kur’andır.. Beşeriyeti, Risaleyi Nur ve Sait kurtaracaktır.. Dünyada iki milyon kadar nurcu vardır. Bu insanlar dünyanın hakiki Müslümanları ve Müslümanlığı yegane anlayan insanlardır.. Bu zata dil uzatanlar kafirler ve masonlardır.. Sait’in kitabını bir dinsiz okusa itiraz edemez.. vesaire
Sait ise müritlerinin hilafına kendisi için iki şahsiyet tanır. Birincisi : Eski Sait’tir. Kürtçülük meselesiyle uğraşmış ve siyasete dalmış Saiti Muhti’dir. (Yani günahkar Sait’tir.) Diğeri de Lahuyti, (günahsız), ikinci veya yeni Sait’tir. Kendisine göre sureyi Nurdaki manalar bu asra göre ve kendisi için nazil olmuştur. Keramet ehli, siyasetle meşgul olmıyan ve bu Asra zamanın kutbu olarak bakan bir insandır. Sureyi Nur’daki bu meseleyi ebced hesabı ile Mısır (?) uleması bulup Said’e haber vermişler.. Yani Said’in Cebraili ebcedci alimler oluyor. (Asayı Musa ve Zülfikar adlı kitaplara bakılsın..)
Şu iki kısaltmada görüldüğü gibi Saidi kürdi, Müritlerinden daha insaflıdır. Hiç değilse yaşadığı ömrün bir kısmı için hata kabul ediyor.. Müritleri ise onun tırnaklarını ve saçını saklayarak her şeyine bir kudsiyet izafe ediyorlar. Malumatı diniyyeye, esasatı şeriyyeye vakıf olmayan bu insanlar çok büyük hatalara düşüyorlar. Biz hem onları, hem de sair Müslümanları fıkhı müdevven haricinde (dinin belirli hükümleri dışında) teşekkül etmiş veya etmek istidadında bulunan bilumum nevpeyde (yeni çıkan) mezhep ve cereyanlara karşı müteyakkız (uyanık) bulunmaları için bu satırları yazdık
Bu kadar büyütülen Saidi Kürdi kimdir
Sait, kürt cemaatından, şafii mezhepli, nakşi tarikatlı, okur fakat yazmaz, imla bilmez, seksen sene içinde yaşadığı millet olan Türk’ün lisanına hakkıyla vakıf olamamış, felaketten felakete sürüklenmiş, bir hapishaneden diğerine sürülmüş ve bugün seksen yaşını geçmiş ihtiyar bir adamdır
Devletin büyük makamlarını uzun bir zaman ellerinde tutan bir zümre, bu adamcağızı lüzumsuz yere mahkemeden mahkemeye ve hapisten hapise sürükleyerek kahramanlaştırdılar ve zamanın müçtehidi mübeşşiri haline getirdiler. Halbuki Deli Said’in ilim ve diyanetle ne alakası var? Halk, üzerinde bu kadar ısrarla durulan bu şahısta bir şeyler var zannile büyüttükçe büyütmüş ve bu güne kadar gelmiştir. İşte bu idare zümresinin milletin başına sardığı belalardan birisi de budur. İ’zam etmeyi bu gençlik onlardan öğrendi. Bu da antitez olarak böylece doğdu.
Hayatı ömrünün üçte birini hapishanelerde, polis ve jandarma nezaretinde geçiren bu şahsın akibetini, Sultan Abdulhamit Han’a dil uzatan insanların çektiği ve düçar olduğu azap ve felaket muvacehesinde görüyoruz.
Elmalılı Hamdi ve benzerleri gibi selahiyetli din adamlarının nedametleri Mason Cemiyetinin reisi olan Rıza Tevfik’i bile intibaha getirmiş ve nedametini izhar etmiştir. Sait’te buna ait bir satır yazıya rastlamak hala mümkün olamamıştır. Hatta, baştan başa Sultan Abdulhamit Han’a hücum eden “İki mektebi musibetin Şehadetnamesi” isimli kitabı yeniden basılmış ve mahkemede hürriyet aşıkı ve kahramanı olduğuna delil gösterilmek istenilmiştir.
Sait, Kürdistan Azmi Kavi Cemiyetinin arzusu üzerine mahalli Kürt kıyafeti ile, boynunda dürbün, belinde tabanca ve kama, ayağında lapçin ve başında poşu olduğu halde İstanbul’a gelmiş ve büyük bir cüretle Cuma selamlığında Padişaha cemiyetin “Sait” imzası altında yazdığı ve esası kürtçe tedrisat yapacak mektepler açmaya dayanan arizayı takdim etti. Memleketin ve milleti islamiyenin ittihadını bozmak gayesine matuf olan bu hareketi canianesinden dolayı haklı olarak tımarhaneyi boyladı. Sonra affolup memleketine yollandı
Kürtçülük uğrunda kendi padişahına sövecek kadar akıl ve iymandan bi behre (nasipsiz) Sait, bugün sahneye müçtehidi mübeşşir veya kutbu azam olarak çıkmış görünüyor ve cehelei nas da bu delinin etrafında haleleniyor. Kendini Kuranı aziymmüşşanın müdafii gibi gösteren Sait bizzat kendisi Kuranı aziymüşşana muhalefet etmektedir. Gaybı yalnız Allah’ın bileceğini, Kuranı Keriymin kaç kere tekrar etmiş olmasına rağmen Sait, Hazreti Ali’nin Celcelutiyye kasidesinde risalei Nur ve Siracünnur’un geçtiğini, bunu keşfettiğine bizi inandırmak ister (İkinci Şua, Sahife 53).
İnsanın aklına öyle geliyor ki; “Acaba ben de Risalei Nur adlı bir kitap yazsam o zaman kasidedeki siracünnur kastı acaba hangimizin kitabı olur?” diyorum.
Risalelerin yazılışı da pek acayiptir. Bilmem kaçıncı Lem’anın kaçıncı şuasının şu meyvesi zühre yıldızından gelmiş beşinci noktası olarak yazılıyor. Sonra bunlar birleşerek Kuran cüzlerine imtisal derecesine, Lemaat, Şuaat, Mektubat vs. Olacakmış.. Sözleri de “Sözcat” olmasa bari.
İşbu reddiyeyi, hasreti ile yandığım vatanıma ve uğrunda bir ömür çürüttüğüm dinime ihaneti düşünen gerillacı asi Said’e son ihtar olarak yazdım. Damarında bir damla Türk kanı olan her Müslümana, bu adamın Mason ve Komünist kadar tehlikeli olduğunu ehemmiyetle hatırlatırım.
Tımarhaneye kapatılmasına yol açan yazılarından ve sözlerinden bazıları
Risale-i Nur'un "Hizmet Risalesi" bolumunde gecen sozler
Risale-i Nur'a karsi cikilamaz (itiraz) . yapilacak her itiraz en ulu kisilerden , Kutbu'l Azam'dan da gelse aldirirs edilmemeli…
Kuran-i Kerim ve Risale-i nur Rahman ve rahim olan Allah'in bir indirisidir." Kuran-i Kerim ve Risale-i Nur'un indirilisi aziz ve hakim olan Allahtandir....iste o nur hem Kuran-i Kerim dir hem de Risale-i Nurdur
Risale-i Nur'un 129 parcasi Kuran'dan uzanan elektrik telinin ucuna takilan 129 elektrik lambasi gibidir...Bu oyle bir kitaptir ki insanlari karanliktan isiga cikarsin diye sana indirdik (Secde suresi). Burada bahsi geçen nur, benim risalemdir
Risale-i Nur" u ovmektedir: "Risale-i Nur Kuran'in aynasidir, bir mucize niteligindedir." Sonmez Risalesi
Said Nursi’nin Hristiyanlığa ve misyonerliğe bakışı, dinler arası diyaloğun ilk tohumları
Birinci Dünya Savaşı’nda bizimle savaşmış da olsa, bir Hristiyan ölmüşse şehit sayılır, ahirette mükafatı vardır.” (Kastamonu Lahikası,s.45)
Ne dinden olursa olsun bir nevi şehit hükmündedir. Mükafatı büyüktür, belki onu cehennemden kurtarır. Elbette şimdi fetret gibi karanlıkta kalan ve Hz. İsa’ya mensup Hristiyanların mazlumlarının çektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denebilir.” (Kastamonu Lahikası,s.75)
Hatta o mazlumlar kafir de olsa, ahirette kendilerine göre o dünyevi afattan çektikleri belalara mukabil rahmet–i ilahiyenin hazinesinden öyle mükafatları var ki, eğer perde–i gayb açılsa o mazlumlar haklarında büyük bir tezahürü rahmet görünüp, “Ya Rabbi şükür elhamdü lillah diyeceklerini bildim ve kati surette kanaat getirdim.” (Kastamonu Lahikası,s.45)
Müslümanlık – Hristiyanlık ittifakını bozmaya çalışanlara karşı üç zümre; Nurcular, Hristiyan ruhaniler ve misyonerler uyanık olmalıdır.” (Emirdağ Lahikası I, s. 1712, Tarihçe–i Hayat, s.434’den nakleden Prof. Dr. Yumni Sezen, Dinlerarası Diyalog İhaneti, Kelam Yayınları)
Misyonerler ve Hristiyan ruhanileri, hem nurcular çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü herhalde şimal cereyanı, İslam ve İsevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etme fikriyle İslam ve misyonerlerin ittifakını bozmaya çalışacak.” (Lem’alar,111,141)
Küre–i Arz’ın şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakikatlerine taraftar çıkması ve İslamiyetle Asya ve Afrika’nın saadet ve sükünet ve müsalaha bulacağına (barış bulacağına) karar vermesi ve yeni doğan İslam devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması, kırkbeş sene evvel olan müddeayı isbat ediyor, kuvvetli şahit olur.”(Tarihçe– Hayat , 88, Arabi Hutba–i Şamiye Eserini tercümesi / Birinci Kelime / Haşiye, İçtima–i Reçeteler II/101, Arabi Hutbe–i Şamiye Eserinin Tercümesi / Birinci Kelime/Haşiye)
Tercümesi: Amerikanın dünyanın en kuvvetli devleti olduğunu ve dini hakikatlere sahip çıktığını iddia ediyor ve ”Amerika, Asya ve Afrika’da İslamiyetle beraber huzur ve saadet geleceğine karar verdi, Amerika yeni doğan İslam devletlerini okşadı ve onlarla ittifak etti” diyyor.
Mustafa Sabri (* )Kürd Said’in Mezhebi Hakkında Reddiye Armağanı, 2.bâb İngiliz Hükümetinden, kuvvetli, mütefennin, her surette müterakki, hami-i insaniyet bir hükümetin mevcudiyetini hala mutasavver mir?"
Nisan 1909 tarihli Volkan gazetesi. yetermi daha yazayımı ey cahil adam

siz burda kahraman olmayan güya din adına çıkışlar yapan ama gerçekte kürtçülük akımlarının içinde bire bir yer alan şey saitle ilişklierini ortaya koyan tımarhaneye yollanan bu adamı islam alimi diye yutturmaya uğraşıyorsunuz yine söylüyorum from yetkililerine sesleniyorum burası dini konuların anlatılacağı öğrenileceği biyermidir insanlar biri çıkar şualar lemalar diye bi kitap yazar onu da kuranı kerim ile eş değede görür yeter bu saçmalıklar şu sorumada cevap yazmamışsın ibo efendi geçen ay çok muhterem dediğiniz fetulllah qülenin cemaatının önde gelen adamlarının pkk liderleriyle yaptığı konuşmayı bi açıklayın inanmıyorsan veya tv seyretmediysen kanallara soara bilirsin bu görüşmeyi neydi bu görüşmenin sebebi acaba bunlar uzun yıllardırpkk ile eş güdüm içinde çalışan insanlar şunuda çok merak ederim niye pkk birtane bile narcematından bi insanı öldürmezde gerçek müslümanların canına kıyar hiç bir yerde birtane nurcu öldürüldüğünü duymadık ama gerçek anlamda müslimanlllık için savaşan islamı cihat örgütünden çok kişiyi pkk öldürmüştür niye bitane nurcu yok ölen pkkdan dolayı olmaz çünkü nurculukla pkk zihniyeti aynıdır pkk kanla ülkeyi bölmek ister nurcular ise amerikan emperyalizmine hizmet ederek ülkeyi bölmek ister çok muhterem dediğin o fetulllah güven değilmiydi isaride ölen yahudi çocukları için ağlıyorum diye ama müsliman çocukları için aynı cümle yok o muhterem değilmiydi papanın elini öpüpte müslümaları küçük düşüren o muhterem değilmiydi papaya müslümanları şikayet eden bi mektup yazan okadar muhteremde niye ülkesine dönmüyor çünki hakkında amerikan ajanı olduğu söyleniyor siz gerçekleri anlatın bizde anlatalım bu yarayı daha çok kaşırsanız muhterem dedğiniz fetullah gülen hakkında onun dine ters sözlerinide yayaınlarım
 
kesin cumhuriyetgazetesi yazarlarını alıntıları bunlar sol görüşlü dinsiz ALLAH KORKUSU HATTA atist görüşlü insanların yazsı bu
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt