Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Benim Adım "AŞK"... ( İslami)

suat06

Üye
Üyelik
21 Tem 2010
Konular
10
Mesajlar
151
Reaksiyonlar
0
-- İlahi AŞK --​

Aşk, insan duygusal alanı içinde en karşı konulmaz olanlarından biri. Çağlar boyunca insanın insana, insanın hayvana, doğal dünyaya hatta kendine duyduğu sevgi karşı konulmaz seviyelere gelince bu isimle anılmış. Ümitsiz aşıklar, efsaneler, aşkı için ölenler, öldürenler, bir prensesin aşkı için savaşan toplumlar, işgaller, yazılan şiirler, her yere kazınan baş harfleri, balkon altı serenatlar, gönderilen çiçekler, parfümler, yemekler, dijital aşklar, platonik aşklar, hayali aşklar, tek yanlı ümitsiz aşklar, ömür boyu süren aşklar ve anlattıkça uzayan milyarlarca aşk öyküsü.

Varoluşuyla başlayan kimlik arayışı insanı çeşitli uygulamalara itmiş. Her araştırma yeni bir fikir yeni bir duygu getirmiş. Ancak dünyanın çeşitli zamanlarında ve yerlerinde bazı insanlar benzer şeyleri söylemiş, hissetmiş ve yansıtmış.

İşte Aşk, burada imdada gelir. Boşluk kadar, sonsuz sessizlik kadar yakan kavuran önünde durulmayan bir Aşk, her birinin hem dilinden hem eylemlerinden dökülür.

Aşk diyerek anlattıkları durumda çevrelerindeki herşeyi sevdikleri tanım ötesi olan, hakkında konuşulamayan, bilinç durumunun yansıması olarak görürler. Artık onlar ölümsüz bir oluş ve farkındalık içindedirler. Bilinç ve akıl doğacak ve ölecektir onlarsa dünyanın kendi içlerinde cereyan ettiğini söyleyecektir.

İlahi Aşk sırlarla dolu bir sırdır. Anlatması sırdır. Anlaması sırdır. Paylaşması sırdır.

Aşk öylesine bütünseldir ki “Onları affet” der “Ne yaptıklarını bilmiyorlar” Bu sevgi öylesine bütündür ki bir ata vurulduğunda kendi bedeninde hisseder acısını, öylesine nefes aldırmazdır ki semalara koşturur, şiirler dillendirir, en kötüye bağışlama yüreğini açar, en karanlığa ışık götürür.

İnsanlar benleriyle sevdikçe bu Aşk bilinmez. Sadece o Aşka dalanların pervaneler gibi o ışığın aşkıyla daldıklarını duyarsınız ateşe yanıp dirildiklerini tekrar yandıklarını tekrar attıklarını görürsünüz o ateşe. Mecnunlar bile utanır onların sevgisi karşısında İlahi Aşk işte öyle birşeydir.​


” Aşk nedir? dediler Mansur’a. Sabredip bekleyin dedi.
Üç güne varmaz görürsünüz. Önce kollarını ayaklarını kestiler
Her uzvu Aşk dedi. Astılar, bedenini o yine Aşk dedi.
Yakıp küllerini nehre saçtılar
Her bir zerresi Aşk ile Enel-Hak dedi.”

92190160un5.gif


Aşk
İşidin ey yârenler
Kıymetli nesnedir aşk
Değmelere bitinmez
Hürmetli nesnedir aşk

Dağa düşer kül eyler
Gönüllere yol eyler
Sultanları kul eyler
Hikmetli nesnedir aşk

Kime kim vurdu ok
Gussa ile kaygu yok
Feryad ile âhı çok
Firkatli nesnedir aşk

Denizleri kaynatır
Mevce gelir oynatır
Kayaları söyletir
Kuvvetli nesnedir aşk

Miskin Yunus neylesin
Derdin kime söylesin
Varsın dostu toylasın
Lezzetli nesnedir aşk
Yunus Emre​



anamak.png


alıntıdır

dnmektrsanirsinmarfet.png


Aşk bir gül gibidir Yusuf'a benzer...
Kokusunu almaya bir yakup ister...
Aşkı ALLAH korur kurda yem etmez.
-Hz.Mevlana-
 
leminnaknhayalgrdm.png


Ene'l Hak- Hallac-ı Mansur

Naklederler ki:
Onu darağacında astıkları vakit iblis yanına geldi ve;
"Bir Ene (ben) sen dedin, bir Ene de ben. (Sen Ene'l-Hak dedin, ben: "Ene hayrun minhü= Ben ondan hayırlıyım." dedim)

Nasıl oluyor da bu yüzden senin üzerine rahmet, benim üzerime lânet yağdırıyor?" diye sordu.

Hallâc-ı Mansûr şu cevâbı verdi:
"Sebep şudur. Sen "Ene" dedin, kendini ortaya koydun, ben Ene dedim, kendimi ortadan kovdum.
Benliği ortaya getirmenin iyi olmadığını, benliği ortadan kaldırmanın ise gâyet iyi olduğunu bilesin, diye bana rahmet, sana lânet etti."
 
Allah’ın halis kulları, O’ndan bir şey bekleyerek değil, Rabb olduğu için O’na kulluk edenlerdir. Allah cennet ve cehennemi yaratmasaydı bile, O’na karşı aynı şekilde kulluk ederlerdi.
herdoangneineryaakam.png


Şüphesiz Allah-u Zülcelal’in sevgisi, kulluğun en son makam ve en üstteki derecesidir. Tevbe ve sabır gibi diğer makamlar bu son makama ulaşmak için basamaklardır. Allah-u Zülcelal’i sevmek kalben maddi ve manevi manada O’na yakın olmak için istek ve iştiyak duymasıdır. Allah-u Zülcelal’e itaat ve ibadet etmek de bu sevginin ürünleridir.

Allah-u Zülcelal’i bizzat, O’nun Resulünü de O’nun hatırı için sevmek farzdır. Bu hususta bütün islam alimleri ittifak etmişlerdir. Çünkü çok sayıda ayet-i kerimede ve bir çok hadis-i şerifler bunu açıkca bildirmişlerdir. Bir ayet-i kerime de bütün mü’minleri, kapsayan bir ifade ile şöyle buyrulmuştur:
“İman edenler Allah’ı her şeyden daha çok severler.” (Bakara; 165)
Bir ayet-i kerime de ise muhabbetin bulunmaması veya az olması halinde kötü sonuçlara dikkat çekilerek şöyle buyrulmuştur:
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız mes-kenler size Allah’tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe; 24)
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir çok hadis-i şeriflerinde Allah-u Zülcelal’i sevmeyi imanın şartından saymıştır. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
“Biriniz Allah ve Resulünü her şeyden fazla sevmedikçe iman etmiş olamazsınız.”(Müttefekun Aleyh)

Rivayet edildiğine göre bir bedevi, Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in huzuruna gelerek: “Ey Allah’ın Resulü! Kıyamet ne zamandır?” diye sordu. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Kıyamete ne hazırladın?” buyurarak karşı bir soru sordu.
Bedevi: “Ona Allah ve Resulünün sevgisini hazırladım.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“(Ne güzel şey hazırlamışsın.) Çünkü (kıyamette) kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Müttefekun Aleyh)
Enes (Radıyallahu Anh) şöyle demiştir:

Müslüman olduğumuz günden beri bu habere sevindiğimiz kadar hiç sevinme-miştik. Çünkü biz de Allah’ı ve O’nun Resulünü seviyoruz. Bu yüzden, Kıyamet gününde sevdiklerimizle beraber olmayı umuyoruz.

Hz. Davud (Aleyhisselam)’a indirilen Zebur’da şöyle yazılı olduğu rivayet edilmiştir:
“Allah’ın halis kulları, O’ndan bir şey bekleyerek değil, Rabb olduğu için O’na kulluk edenlerdir. Allah cennet ve cehennemi yaratmasaydı bile, O’na karşı aynı şekilde kulluk ederlerdi.”

Allah-u Zülcelal’i severek O’na ibadet ve kulluk etmek, O’ndan dünya ve ahiret için iyilikler umarak bunu yapmaktan daha üstündür.
Ahirette en mutlu olanlar, bu dünya hayatında Allah-u Zülcelal’i en çok sevenlerdir. Çünkü bunlar Allah-u Zülcelal’i sevince, Allah-u Zülcelal’de onları sever.
Allah sevgisinin aslı ve çekirdeği bütün mü’minlerde vardır. Çünkü bunların sahip oldukları iman, ma’rifet ve sevgiden oluşan bir cevherdir. Ma’rifet Allah-u Zülcelal’i tanımak, muhabbet ise O’nu sevmektir. Bunları kemal derecesine ulaştırmak için çalışmak gerekir.
Allah-u Zülcelal’i tanımak ve bilmek lazımdır. Çünkü O’nu sevmenin kuvveti O’nu tanımanın ve bilmenin derecesiyle orantılıdır. İnsan başka şeyleri tanıdıkça sevgisi azalır, Allah-u Zülcelal’i tanıdıkça da sevgisi artar. Bundan dolayıdır ki, Allah-u Zülcelal’i en çok seven, O’nu en çok tanıyan ve bilen Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) olmuştur. Allah-u Zülcelal’i daha çok tanımanın ve bilmenin yolu ise daha çok tefekkür, zikir ve ibadet etmektir.

Anlatıldığına göre, Şuayb (Aleyhisselam) aşkından muhabbetinden daima ağlardı. Üç defa gözleri görmez hale gelmişti. Her defasında Allah-u Zülcelal şifasını vermekte idi. Sonunda şu vahy ile karşılaştı:
Ey Şuayb! Ateşten korkarak ağlıyorsan, ağlama artık seni ateşten korudum. Cennet arzusu ile ağlıyorsan, onu da sana nasip ettim.
Bunun üzerine Şuayb (Aleyhisselam) şöyle yalvardı:
Ey Rabbim! Onlar için ağlamıyorum. Sana kavuşmak için ağlıyorum.
Bu sefer ikinci bir vahy geldi:
Ağla ey Şuayb! Beni isteyenlere, bu alemde ağlamak düşer. Bu ağlamaya bana kavuşmaktan başka çare yoktur.

Sırrı-i Sakati şöyle anlatmıştır:
Kıyamet günü ümmetler Peygam-berlerin adıyla çağrılacaklardır. Mesela; ey Musa’nın, ey İsa’nın ümmeti diye sesleneceklerdir. Yalnız Allah’a muhabbet edenlere: “Ey Allah’ın velileri! Allah-u Teala’ya buyrun.” diye seslenilecek ve bunlar neşe ve heyecandan çıldıracak hale geleceklerdir.

Yahya b. Muaz şöyle demiştir:
Muhabbet ile bir hardal tanesi kadar ibadet, sevgisiz yetmiş senelik ibadetten, benim için daha makbuldür.

Bilindiği gibi, ahirette insanların en mutluları, Allah’ı en çok sevenlerdir. Ancak bu ni’metler sevginin kuvvetiyle ölçülür. Kul, Allah sevgisini ancak dünyada kazanır. Sevginin kemali kalbin bütünüyle Allah-u Zülcelal’i sevmesindedir.

Buna göre, kendi varlığını seven insan, onu yaratanı da sever. Çünkü eğer Allah-u Zülcelal onu yaratmasaydı o var olmazdı. Bu konuda güç ve tasarruf sahibi O’dur. O’nu sevmek varlığı sevmek gibi zorunlu hale gelir. Bundan dolayı Hasan-ı Basri şöyle demiştir: ‘Allah-u Teala’yı tanıyan O’nu sever.’
 
gifdivers61el3.gif

Aşk'tan kanatlar ver bana RABBİM!​

Aşk'tan kanatlar ver bana RABBİM!​

Uçayım taşayım koşayım !sana mekke sokaklarında!​

AŞK'tan kanatlar ver bana hasretin dindireyim​

seninle dolayım RABBİM !EFENDİME kavuşayım!​

susamadan acıkmadan günlerce oruç tutayım​

kendimi unutayım Zikrinle doyayım​

Ne olur aşk tan kanatlar ver bana​

Esman'a kanayım dilimde nurunla uyanayım​

Aşktan kanatlar ver bana​

Nefsi ve şeytanı bıktırayım​

seninle aramda tüm perdeleri kaldırayım​

izin ver RABBİM!​

ırmak olup taşsın gözyaşlarım​

demlensin aşkınla yüreğim​

küfrün benlerini kırayım​

küfrü gözyaşlarımla boğayım​

İzin ver bana dinine sahip çıkayım​

her gördüğüme seni tanıtayım​

her görene halimle seni hatırlatayım​

aşktan kanatlar ver bana RABBİM!​

Aşk şarabına kanayım​

iman kevserine dalayım​

zikrinle doyayım​

esma ve salavatlarla nurlanayım​

aşktan kanatlar ver RABBİM!​

SENSİZ SÖZLERİ SUSTURAYIM​

SENİ ANMAYANLARA KAN KUSTURAYIM​

AŞKINLA BÖLÜNÜR UYKULARIM​

AŞKTAN KANATLAR VER RABBİM CANLANDIR BİZİ​

UYANDIR AŞKINLA HEPİMİZİ​

AŞKINLA NURLANDIR BİZİ!​

-İKTİBAS-​
 
39215918pu7.gif

AŞK-I İLAHİ VE MARİFETULLAH LEZZETİ​

Rivayete göre İsa -aleyhisselam-, teninde alacalar bulunan ve iki şakağı da çökmüş bir adama rastladı. O şahıs, üzerindeki hastalıklara aldanmayarak:​

"-Ya Rabbi! Sana sonsuz hamd-ü senalar olsun ki, mahlukatın pek çoğunu müptela kıldığın dertten beni halas eyledin!.." diyordu.​

İsa-aleyhisselam-, muhatabının fikriyatının idrak ve kemalini yoklamak maksadıyla ona:​

"-Ey kişi! Allah'ın senden giderdiği hangi dert var ki"!." dedi.
Hasta şöyle cevap verdi:​

"-Ey Ruhullah! En feci hastalık ve bela, kalbin Hak'tan gafil ve mahrum olmasıdır.Şükürler olsun ki Allah Teala, beni bundan muhafaza buyurmuştur.Zira ben Cenab-ı Hakk'ın kalbime verdiği aşk-ı ilahi ve marifetullah lezzetinin neşesi içindeyim.
Onun dışındaki dünya nimetlerini görmüyor ve hissetmiyorum bile."​

Böyle aşık ve arif gönüller, Cenab-ı Hakk'a muhabbet ve aşkın mekanı, marifetullah hazinesinin en ihtişamlı sarayıdır.
Bu sebeple kamil insanın kalbine, bir manada beytullah denilmiştir.​

Hasılı muhabbet ve marifet nuru, bütün aşıklar ve arifler için iki dünyayı da cennete dönüştüren birer ilahi nasip, feyiz ve sır olarak telakki edilmiştir.​

gnlarzularsen.png
 
sunu1.png

Hakk'a aşık oldun ise
Muhabbetle doldun ise
Candan O'nu buldun ise
Geceleri uyku niye?​

Muradına erdin ise
Hakk rızasın verdi ise
Allah için verdin ise
Verdiğinde gözün niye?​

Sönmüş ocak yaktın ise
Gönüllere aktın ise
Bir yoksula baktın ise
Başa kakan sözün niye?​

Bir hastaya vardın ise
Hatırını sordun ise
Yarasını sardın ise
Kalbindeki hüzün niye?​

Hak yolunda olsun ise
Nurlarıyla dolsun ise
Rızasını buldun ise
Cennetinde gözün niye?​

Seccadeye durdun ise
Hakk kapısın vurdun ise
Öbür dünya yurdun ise
Bu dünyada gözün niye?​
 
4fb406eb6de945909b17897.gif

Âşık ve maşuk birbirilerini çok seviyorlar,
ancak bir türlü birbirilerine açılamayıp sevgileri ortada kalıyor.​

Bir gün âşık dayanamayıp maşuğun evine gidiyor, kapıyı çalıyor.
İçerden bir ses
—kim o?
Âşık cevap veriyor
-BEN'im
Maşuk içerden sesleniyor.
—git buradan​

Âşık şaşırıyor.
İnanamıyor, ama ayrılıyor kapıdan üzgün bir şekilde.
Dağlar, ovalar dolaşıyor maşuğun aşkından ölecek duruma geliyor olaylarla anlam veremiyor, dayanamayıp tekrar maşuğun kapısına geliyor,kapıyı çalıyor,
içerden bir ses
—kim o? Diyor
Âşık cevaplıyor
-BEN'im.
Maşuk içerden sesleniyor.
—git buradan
Âşık deliye dönüyor.
Bir türlü anlamıyor aşkının niye böyle yaptığını. Kendini yollara vuruyor.
Aşkıyla eriyor da sebebi bulamıyor. Günler ayları, aylar yılarlı kovalıyor.
Âşık kendini maşuğun evinde buluyor bir gün.
Kapıyı çalıyor.
İçerden bir ses
—kim o?
Âşık cevaplıyor.
-SEN'im
Maşuk içerden sesleniyor.
—gir içeri o zaman​


AŞK, SEN'im diyebilmektir.​

suatuysal.png

Anlatıldığına göre, Şuayb (Aleyhisselam) aşkından muhabbetinden daima ağlardı.
Üç defa gözleri görmez hale gelmişti.
Her defasında Allah-u Zülcelal şifasını vermekte idi.
Sonunda şu vahy ile karşılaştı:
Ey Şuayb! Ateşten korkarak ağlıyorsan, ağlama artık seni ateşten korudum.
Cennet arzusu ile ağlıyorsan, onu da sana nasip ettim.
Bunun üzerine Şuayb (Aleyhisselam) şöyle yalvardı:
Ey Rabbim! Onlar için ağlamıyorum. Sana kavuşmak için ağlıyorum.
Bu sefer ikinci bir vahy geldi:
Ağla ey Şuayb! Beni isteyenlere, bu alemde ağlamak düşer.
Bu ağlamaya bana kavuşmaktan başka çare yoktur.​
 
yarabbelyakilekl.png


AŞK ile bir konu açılırda LEYLÂ ve MECNÛN dan bahsetmemek olur mu hiç...​


LEYLÂ ile MECNÛN​

LEYLÂ ile MECNÛN Mecnun bir kabile reisinin dualar ve adaklarla dünyaya gelmiş olan Kays adlı oğludur. Okulda bir başka kabile reisinin kızı olan Leyla ile tanışır. Bu iki genç birbirlerine aşık olurlar. Okulda başlayıp gittikçe alevlenen bu macerayı Leyla'nın annesi öğrenir. Kızının bu durumuna kızan annesi, kızına çıkışır ve bir daha okula göndermez. Kays okulda Leyla' yı göremeyince üzüntüden çılgına döner, başını alıp çöllere gider ve Mecnun diye anılmaya başlar. Mecnun' Un babası, oğlunu bu durumdan kurtarmak için Leyla'yı isterse de Mecnun (deli, çılgın) oldu diye Leyla' yı vermezler. Leyla evden kaçarak, Mecnun' u çölde bulur. Halbuki o, çölde âhular, ceylanlar ve kuşlarla arkadaşlık etmektedir ve mecâzî aşktan ilâhî aşka yükselmiştir. Bu sebeple Leylâ' yı tanımaz. Babası Mecnûn' u iyileşmesi için Kâbe' ye götürür. Duâların kabul olduğu bu yerde Mecnûn, kendisindeki aşkını daha da arttırması için Allahü Tealâya duâ eder: "Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni." Duâsı neticesi aşkı daha da çoğalır ve bütün vaktini çöllerde geçirmeye başlar. Diğer tarafta ise Leylâ da aşk ıstırabı içindedir. Bir zaman sonra âilesi, Leylâ' yı İbn-i Selâm isimli zengin ve îtibârlı birine verir. Ancak, Leylâ kendisini bir perinin sevdiğini ve eğer kendisine dokunursa ikisinin de mahvolacağını söyleyerek İbn-i Selâm' ı vuslatından uzak tutmayı başarır. Mecnûn, çölde, Leylâ' nın evlendiğini arkadaşı Zeyd' den işitince çok üzülür. Leylâ' ya acı bir sitem mektubu gönderir. Leylâ da durumunu bir mektupla Mecnûn' a anlatır. Kendisini anlamadığından dolayı o da sitem eder. Bir müddet sonra Mecnûn' un âhı tutarak İbn-i Selâm ölür. Leylâ baba evine döner. Bir çok tereddütten sonra her şeyi göze alarak, Mecnûn' u çölde aramaya başlar. Fakat Mecnûn, dünyadan elini eteğini çekmiş ilâhî aşk yüzünden Leylâ'nın maddî varlığını unutmuştur. Leylâ, çölde Mecnûn' u bulduğu hâlde, Mecnûn onu tanımaz. Leylâ onun erdiğini anlarsa da yine onsuz yaşayamaz. Hastalanıp yataklara düşer. Kısa zaman sonra da ölür. Mecnûn, Leylâ' nın ölüm haberini öğrenir. Gelip mezarını kucaklar, ağlayıp inler; "Ya Rab manâ cism ü cân gerekmez Cânânsuz cihân gerekmez." Der, kabri kucaklayarak ölür. Bir müddet sonra Mecnûn' un sâdık arkadaşı Zeyd Rüyasında, Cennet bahçelerinde birbiriyle buluşmuş iki mesut sevgili görür. Bunlar kimdir? diye sorunca, derler ki: "Bunlar Mecnûn ile onun vefalı sevgilisi Leylâ' dır. Aşk yoluna girip temiz öldükleri, aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluştular."​
 
عن أمير المؤمنين أبي حفص عمر بن الخطاب (رضي الله عنه) قال: سمعت رسول الله (صلى الله عليه وسلم) يقول: "إنما الأعمال بالنيات و إنما لكل امرئ ما نوى، فمن كانت هجرته إلى الله ورسوله، فهجرته إلى الله ورسوله، ومن كانت هجرته لدنيا يصيبها أو امرأة ينكحها، فهجرته إلى ما هاجـر إليه" (رواه البخاري والمسلم)​


Hadisin Tercümesi​


Mü'minlerin emîri Ebü Hafs Ömer İbni Hattab (ra), Resülullah (sav)'i şöyle buyururken işittim, dedi:
"Ameller ancak niyetlere göredir Herkes için niyet ettiği şey vardır Kimin hicreti Allah'a ve Resulüne ise, onun hicreti Allah'a ve Resulünedir Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için hicret etmişse, onun hicreti de hicret ettiği şeyedir" (Buhari ve Müslim)​

Mü'min kulun niyeti amelinden hayırlıdır. Zaten kul'a düşen vazife de istemektir.
Gerek fiili gerek kavli duamızla istemek...​

“İnsan için ancak çalışmasının karşılığı vardır” (Necm, 53/39)​

“Şimdi düşünsenize o akıttığınız meniyi! Onu yaratıp insan haline getiren siz misiniz, yoksa Biz miyiz?” (Vakıa, 56/58-59)​

“Ektiğiniz tohuma baksanıza! Siz mi onu yetiştiriyorsunuz Biz mi?" (Vakıa, 96/63-64)​




Allah'ım gönlümüzün istediğini hakkımızda hayırlı eyle, hakkımızda hayırlı olanı gönlümüze razı eyle... Amin.

Hasan ( madralı ) arkadaşım. Hep beraber inşallah...​
 
14e6be10c5ec4b8fa5f759e.gif

Gül yüzünü rüyamızda​

Gül yüzünü rüyamızda
Görelim ya RESULALLAH
Gül bahçene dünyamızda
Girelim ya RESULALLAH
* * *
Sensin gönüller sultanı
Getiren yüce Kur'anı
Uğruna tendeki canı
Verelim ya RESULALLAH
* * *
Aşkınla yaşarır gözler
Hasretinle yanar özler
Mubarek ravzana yüzler
Sürelim ya RESULALLAH
* * *
Veda edip masivaya
Yalvarıp yüce Mevlaya
Şefaat - Mustafa' ya
Erelim ya RASULALLAH
* * *
Levlake dedi sana Hak
Bağışla yüzümüze bak
Huzurullaha yüzü ak
Varalım ya RASULALLAH
* * *
Derviş der ki kardeşlere
Çok selavat ver kardeşlere
Gül yüzünü göre göre
Ölelim ya RASULALLAH
* * *​
 
ALLAH (cc), Cümlemizin YAR ve YARDIMCISI olsun, ALLAH (cc) Cümlemizden Razı Olsun. Teşekkürler.​
 
hareketliallahlafzserif.gif

Bana Allahım gerek..​

Bir Allah dostu derki;​

Ehli dünya dünyada
Ehli ukba ukbada
Her biri bir sevdada
Bana Allahım gerek
***​

Allahü teala buyuruyorki;
"İnsanlardan bazısı Allahtan başka varlıkları O'na eş koşar ve onu allahı sever gibi sever.İman edenlerin Allaha sevgileri ise daha şiddetlidir." (bakara 2-165)​


♥ ♥ ♥ ♥​


Bir gün Mecnun hasta olup yatağa düşer.
Tedavî için bir doktor çağırırlar.
Doktor "Damardan kan almak gerek'" diyerek Mecnun' un kolunu bağlar.
Tam iğneyi batıracağı sırada Mecnun bağırır;
"-Ey doktor, bırak! Ücretini al ve git. Bu hastalıktan öleyim, zararı yok. Vazgeç kan almaktan. "
Doktor Mecnun'a
"-Sen çöllerde kükremiş arslanlardan korkmuyorsun da koluna bir iğne batmasından mı korkuyorsun?"
diye sorar.
Mecnun'un cevabı şu olur;
"-Ben neşterden korkmuyorum. Benim vücudum,
varlığım Leyla ile doludur. Korkarım ki benim kolumu
yararken Leyla'yı incitirsin, işte ben bundan
korkuyorum."​
 
34971879.jpg

Cenabı Hak her insanın kalbine muhabbetullah denen çekirdeği koymuştur.
Bu muhabbetullah çekirdeğinin neşvu nema bulup cennet meyveleri vermesi ise o çekirdeğin Kuranın havasıyla,
marifetin tohumuyla ve sünnetin suyuyla beslenmesine bağlanmıştır..
İlahi kaynaklardan beslenen kalplerde hep yaz, hep sürur, hep neşe, hep saadet cıvıltıları vardır..
Veli kullar hep kalplerinde bu muhabbetullah meyve ve çiçeklerini beslemiş ve büyütmüşler.
Bu marifetullah çiçeklerini Alemi insaniyete ahlak, fazilet, kemalat olarak koklatmışken;. Nice kalpler de marifet ve muhabetullahın eksikliği ile çorak, susuzlukla kurumuş ve kavrulmuş,hep kışta, hep sonbaharda ve hüzünde kalmıştır.
İnsanın kalbinden marifet ve muhabbetullahı çalıp hüznü verenlerin başında nefis ve şeytan gelmektedir.
Bu düşmanlar kalpteki marifet ve muhabbetullah çiçeklerini günah ve haramın kezzap suları ile çürütüp kurutmuşlar,
yerlerine zakkum çiceklerini dikmişlerdir. Şeytan insanı cennetten kovdurduğu gibi kalp ve ruhundan da marifet ve muhabbetullahı haram ve isyanlarla kovdurmaya çalışıp,o kalbin manevi bir cennet misali olmasına engel olmaya çalışmaktadır.​
 
qyzhnrmm95zygq8huog.jpg


Kıssa...

Yaşlı kadın oldukça dini bütün bir insanmış..
Her sabah kapısının önüne çıkar ve bağıra bağıra dua edermiş:​

Allahim bize verdiklerin için sana şükürler olsun!"
Ve ardından her seferinde de yan komşusunun sesi duyulurmuş​

ALLAH yok kadııın ALLAH yok!!!"​

Yaşlı teyze ne kadar sinirlense de yine her sabah dua edermiş,
öteki komşu da inadından her seferinde ona öyle bağırırmış..
Neyse.. Bir akşam, komşusu yaşlı teyzeye bir oyun etmeye kalkmış..
Markete gidip bi sürü meyve sebze, ekmek vs. alıp torbalara
doldurmuş, yaşlı teyzenin kapısının önüne bırakmış...
Ertesi sabah teyze kapıyı açıp da yiyecekleri görünce çok şaşırmış
ve sevinçle bağırmış:
"Sana şükürler olsun ALLAHim bu gönderdiğin yiyecekler için sana
şükürler olsun!!!"​


Ve ağacın arkasından onu seyreden komşusu seslenmiş:
"ALLAH yok kadıııın ALLAH yok!!! O yiyecekleri ben aldııııım!!!"​

Yaşlı teyze hiç istifini bozmamış:
"Yüce ALLAHIM sana ne kadar şükretsem azdır!!!! Hem bu yiyecekleri
göndermişsin, hem de parasını şeytana ödetmişsin!!!"
 
hepsi birbirinden güzel ve anlamlı:rolleyes: Allah razı olsun:)
 
ALLAH (cc) sizden, bizden, hepimizden, cümlemizden razı olsun.
Teşekkürler...​
 
yazıların hepsi birbirinden güzel paylaşım için teşekkürler allah razı olsun cümlemizden
 
allahmuhammed1jpg1.jpg

Ebu Derdâ (r.a) Ka´b´ul-Ahbar´a: ´Tevrat´taki en hususî ayeti bana haber ver!´ dedi.​

Ka´b dedi ki: Tevrat´ta şöyle buyurulmuştur:​

Ebrârın, mülâkatıma olan iştiyakı uzadı.
Oysa ben onların mülâkatına, şevk bakımından daha şiddetliyimdir.​

Ka´b dedi ki:
Bu ayetin yanında da şöyle yazılıdır: ´Beni arayan beni bulur. Benden başkasını arayan beni bulamaz!´​

Bunun üzerine Ebu Derdâ şöyle dedi: ´Ben Hz. Peygamber´in (sav) de bunu söylediğine şehadet ederim´.​

Hz. Dâvud´un haberlerinde Allah Teâlâ´nın Hz. Davud´a şöyle bu-yurduğu vârid olmuştur:​

Ey Dâvud! Arzımın ehline tebliğ et ki ben beni sevenin dostu-yum. Benimle oturanın arkadaşıyım.
Zikrime ünsiyet ede-nin mûnisiyim. Bana arkadaşlık yapanın arkadaşıyım. Beni seçeni seçerim.
Bana itaat edeni severim. Ne zaman kulu-mun beni sevdiğini bilirsem, onu nefsim için kabul eder,
onu öyle bir sevgi ile severim ki mahlukâtımdan hiçbiri bu hususta onun önüne geçemez.
Kim hak ile beni ararsa bulur. Kim gayrimi ararsa bulamaz!
Ey yeryüzünün ehli! Dünyanın aldanışında sizde olanı terkediniz.
Benim kerametime, arkadaşlığıma, benimle oturmaya geliniz! Benimle ünsiyet ediniz ki sizinle ünsiyet edeyim ve muhabbetinize koşayım! Muhakkak ki ben, dostlarımın çamurunu dostum İbrahim´in, kurtardığını (kulum) Musa´nın ve seçtiğim Muhammed´in çamurundan yarattım.
Müştakların kalplerini nûrumdan yaratıp, celâlimden nimetlendirdim.​

Seleften bir zattan rivayet ediliyor ki Allah Teâlâ, sıddîklardan birine vahiy göndererek şöyle buyurmuştur:
"Benim birtakım kullarım vardır, beni severler. Ben de onları severim. Onlar bana müştaktırlar, ben de onlara müştakım. Beni anarlar! Ben de onları anarım. Bana bakarlar! Ben de onlara bakarım. Eğer onların yolundan gidersen seni sever, ayrılırsan senden nefret ederim.
O zat ´Yârab! Onların alâmetleri nedir ´ diye sorunca Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
Onlar şefkatli çobanın sürüsünü gözetmesi gibi, gündüzleyin gölgeleri gözetirler. Kuşun, güneş battığı zaman yuvasına müştâk olduğu gibi, güneşin batışına müştaktırlar. Ne zaman ki karanlık gelir, yataklar yayılır, tahtlar kurulur ve her dost dostu ile başbaşa kalırsa, onlar ayaklarının üzerine dikilirler. Yüzlerine doğru yayılırlar. Kelâmımla bana müracaat ederler. Kendilerine vermiş olduğum nimetlerimden ötürü bana yalvarırlar. Onlar bağıran ve ağlayanlar, ah çekenler ve şikayet edenlerdir. Ayakta duran, oturan, rükû ve secdede bulunanlardır. Benim gözümle benim için tahammül ederler, benim kulağımla benim sevgimden şikayet ederler. Onlara ilk vereceğim üç şeydir: Nûrumdan onların kalbine atarım. Onlardan haber verdiğim gibi onlar da benden haber verirler. İkincisi, eğer gökler ve bunlarda bulunan şeyler onların terazilerinde olsa bunları onlar için az görürüm. Üçüncüsü, yüzümle onlara yönelirim. Yüzümle kendisine yöneldiğim bir kimseye vermek istediğimi kim bilebilir"​
 
semazenoc4.jpg

Çün sana gönlüm müptela düştü
Derd ü gam bana aşina düştü​

Zühd ü takvaya yar idim evvel
Aşk ile benden hep cüda düştü​

Vaiz eydür gel aşkı terk eyle
Bendeyim sabrım bi-vefa düştü​

Nice terk etsin aşık şol aşık
Ona karşı sen mehlika düştü​

Vechini görsem dağılır aklım
Zülfün ona çün mukteda düştü​

Kim seni buldu, kendi yok oldu
Vaslına ey dost can baha düştü​

Aşka uşşakın davet etmişsin
Can kulağına ol seda düştü​

Bu niyazi'nin hiç vucudunda
Zerre kalmadı hep yaka düştü​

eydür : der ki
bendeyim : kul köleyim
bi-vefa : vefasız
mehlika : ay yüzlü yar
vechini : yüzünü
Zülfün ona çün mukteza düştü : Çünki aklım zülfüne takıldı
baha : bedel
uşşakın : aşıklarını
seda : ses
yaka düştü : yaktı​

Elif_gibi, Cümlemizden ALLAH (cc) razı olsun. Çok teşekkür ederim hepinize...​
 
e634452767854e9395b43ca.gif

Süheyl ve Hifa​


Yıl asrısaadet yılı aşkların en güzelinin yaşandığı mekân ve zaman...​

Ölümsüz sevdaya doğru yol alan ilahi aşkın sırrına mahzar olan ve kalplerinde sadece onun sevgisini taşıyanların yılı.​

İşte o yıllarda vuku bulan bir aşk kıssası… Hifa ve Süheyl.​

Hz peygambere teslimiyetin güzel bir vesikası… Hifa ve Süheyl.​

Madde den geçip mana ikliminde aşkı yaşayanların hikâyesi… Hifa ve Süheyl.​

Hifa genç güzel şan-şöhret sahibi ve oldukça zengin bir kadın;​

Güzelliği dilden dile dolaşan şan şöhreti saraylara kadar ulaşan​

Birçok kimsenin kendisi ile evlenmesi durumunda her şeyini feda edebileceği birisi… hifa​

Öyleki hifayı duymayan güzelliğini bilmeyen kimseler kalmamış sevda çöllerinde​

O kadar güzel ki hifa… ;krallar saray anahtarlarını getirip önüne bırakıyor​

Zamanın zenginleri kervan yükü kadar mücevher ve altın vaat ediyor​

Sahabe eşleri ise Hifa ile akraba olabilmek için Hifa yı kocalarına istiyorlar​

Aman ya rabbi… Bu ne aşk bu ne seda ve bu ne güzellik ki insanlar onunla eş olabilmek için kıyasıya yarışıyor; tüm zenginliklerini mal varlıklarını mevki ve makamlarını onun önüne seriyor ama o bunların hiç birine bakmıyor ve yanaşmıyor​

Bu nasıl bir edadır ki ya rab; insanın başını döndüren kanını kaynatan sarhoş eden bu tekliflere karşı “rıza en lillah” çizgisini koruyan bir ruh var bedende.
Beden de ruh tende hifa var…​

Ama ilahi bir saygı var hifa da; o bu ilgi ve alakadan rahatsızdır çünkü O olup bitenden dolayı gerçekten çok üzgündür​

Düştüğü bu müşkül vaziyetten kurtulmak için hz peygambere (sav) giderek durumu ona arz eder​

Ve cennetin yolunu göstermesini ister​

Hifa ALLAH resul’ünün kendisine çeşitli​

Dersler ve ibadetler vereceğini bekler.​

Oysa Hz peygamber (sav) hifa ya cennetin yolu olarak evlenmeyi tavsiye etmiştir​

Bu durum karşısında Hifa ALLAH‘ın resulüne (sav) şöyle der​

—Ey ALLAH’ın resulü (sav), madem evlenmeyi öneriyorsunuz;​

Öyle ise kiminle evleneceğim hususunda da karar vermeme yardımcı olunuz Buna karşılık hz peygamber (sav) pratik bir çözüm bularak;​

şöyle dedi;
--Yarın sabah namazına mescide ilk giren kim olursa onunla evleneceksiniz Sonucu da size bildireceğim, der ve hifa oradan ayrılır​

sonra hz peygamber (sav) mescide giderek bunu herkese ilan eder.​

Bu duyuru dilden dile kulaktan kulağa dolaşır ve ahalide büyük bir heyecan başlar.​

Öyle ya birçok kimsenin güzelliği şanı şöhreti ve zenginliği için evlenmeyi arzuladığı kervanlar dolusu altın ve mücevher vaat ettiği evli olan kadınların bile sadece akraba olabilmek için kocalarına istedikleri hifa artık evlenmeye karar vermiştir.​

O gece heyecan ile birlikte bir koşuşturma başlar sokaklarda.​

Sabah namazına mescide erken gidebilmek için çeşitli hazırlıklar yapılır ve tedbirler alınır.​

Bazıları erkenden yatar ve uyurlar Kimileri evdekilere ricada bulunarak uyumamalarını söylerler ki erkenden kaldırılıp mescide gidebilsinler. Hatta o gece bir kısım insanlar ise sabaha kadar uyumamayı bile göze almışlardır.​

Sabah namazı için hazırlıklar yapıla dursun, fakat sahabeden öyle birisi de vardır ki, ne olup bitenden haberdar nede olup bitenle ilgilenecek durumdadır. O kendi halinde kendi derdinde kendi meşguliyetinde kendi aczinde; fakir yetim öksüz ve gariptir.​

İşte o kimse de hiçbir şeyle ilgilenecek durumda olamayan Süheyl' dir.​

Süheyl mescidin etrafında yaşayan ashabı suffadandır.​

Yani o ne harcayacak bir dirhemi ne başını koyacak bir evi nede üzerindekilerden başka giyecek bir elbisesi olmayan fukara ve sersefil bir sahabedir. Tabi üzerindeki elbiselere de elbise dersek…​

Diğer taraftan hazırlıklar tamamlanmış bütün tedbirler alınmış ve herkes sabah namazı için kendisini ayarlamıştır.​

Sabah namazı için peygamber mescide gelerek beklemeye başlar.​

Az sonra bir gölge belirir mescidin kapısında ve içeriye giren Süheyl’dir.​

Hz peygamber (sav) Süheyl’e; "seni bu vakitte buraya getiren nedir" diye sorar.​

Çünkü mescide ilk girendir Süheyl.​

Tabi Süheyl’in olanlardan haberi olmadığı için; sabah namazına geldim ya resul ALLAH der.​

Hz peygamber (sav): "hifa olayından haberin yokmu senin" diye sorar.​

Süheyl: "Haberim yoktur ya resul ALLAH; hem haberim olsa dahi benim hifa ile ne işim olabilir ki " der.​

Bunun üzerine hz peygamber (sav) hifa meselesini Süheyl’e anlatır.​

Dinlediği olay karşısında şaşkın ve hayretler içindedir Süheyl.​

“ALLAH o gece Medineli erkeklerin gözlerine derin bir uyku koymuş ve kimseler sabah namazına mescide gelememişlerdir”​

Sonra sabah namazı vaktinin çıkmasına yakın bir zaman kala cemaat mescide gelmeye başladı.​

Ve gelen herkes merakla talihlinin kim olduğunu sordu​

—Hz peygamber (sav):​

Mescide ilk gelenin Süheyl olduğunu ilan etti.​

Hemen akabinde ise hifaya haber gönderildi ve Süheyl ile evleneceği belirtildi.​

Hifa da teslimiyete yaraşır bir şekilde tereddütsüz bunu kabul etti.​

Ne var ki hifanın duyulmuş olan şanı şöhreti güzelliği ve zenginliği kadar;​

Süheyl’inde kimsesizliği çelimsizliği fakirliği ve yetim oluşu biliniyordu çevrede.​

Zaten herkesi hayretler içinde düşündüren kısmı da buydu ya.​

Hifa gibi bir kadına Süheyl gibi bir eş…​

Sonra Hz peygamber (sav ) hifa ile Süheyl’in nikâhlarını kıyar ve Süheyl’e bakarak; Eşine bir hediye almasını söyler.​

Süheyl mahcup bir eda ile başını önüne eğer ve oldukça kısık bir sesle; "Ey ALLAH’ın resulü değil hediye almak üzerimde bana ait bir dirhemim bile yoktur" der.​

Bunun üzerine hifa oradan kalkar ve eve gider İçinde 100 dirhem bulunan bir kese göndererek; "Bunlar Süheyl’indir istediği gibi kullansın" der.​

Dirhemleri alan Süheyl çarşıda gezerek iki dirheme bir hediye alır ve akşam karanlığında hz peygamberin (sav) nikâhlarını kıydığı eşi hifanın evine gider.​

Bu gece Süheyl’in zifaf gecesidir. Çarşıdan almış olduğu hediyeyi hifaya takdim eder.​

Ve şöyle der: "Ey hifa, bundan sonra sana benimle evlendiğin için sabretmek düşer"​

"Bana da senin gibi birisi ile evlendiğim için elbette ki şükretmek düşer.​

Sana sabretmek düşer çünkü benim gibi çelimsiz fakir perişan hiçbir şeyi olmayan biriyle evlendin​

Bana da gerçekten şükretmek düşer çünkü senin gibi güzel zengin ve varlıklı birisi ile evlendim" Ve şöyle devem eder Süheyl:​

—ALLAH’ın bize bahşettiği bu evlilik için gel bu geceyi ona ayıralım ve ibadetle geçirelim​

Ben şükrümü sen sabrını eda et Umulur ki ben şükredenlerden sende sabredenlerden yazılırsın.​

Ve her ikisi o geceyi sabah namazı vaktine kadar ibadetle geçirirler.​

Rablerine dua ve niyazda bulunurlar kendilerince sabır ve şükürlerini eda ederler.​

Sabah namazı vakti girince Süheyl mescidin yolunu tutar.​

Mescide vardığında hz peygamberin (sav) kendisini karşıladığını görür.​

Sonra içeri girer girmez ALLAH resulü (sav) Süheyl’e sorar;​

-Ya Süheyl siz bu geceyi nasıl ihya ettiniz ne amel işlediniz de yüce Mevla’yı bu kadar kendinize razı ettiniz o da müjdeleyen bir eda ile Cebrail’i gönderdi Müjdeler olsun ya Süheyl müjdeler olsun !!!​

Bu sözleri duyan Süheyl kendinden geçmiştir artık. Boynu bükülüvermiş sesi kısılmıştır artık ve mahcup bir eda ya bürünerek;​

Biz bu geceyi sadece rabbimize ibadet ederek geçirdik diyebilmiştir.​

Ve… İnen ayette yüce Mevla şöyle buyurmuştur:​

—"Ne mutlu o kimselere ki; rabbine ibadet etmeyi kendi zevklerine tercih ettiler. Bizde o kulları affettik"​

Sonra Süheyl ellerini açarak; ”ya rabbi sen ki beni affettin bağışladın tekrar günah işleyerek yaşamak istemiyorum senden niyazım sana kavuşmak” diye dua etti Ve duasından sonra ruhunu teslim etti.​

—ALLAH resulü (sav) buyurdular ki gidin ve bakın hifada şu anda ruhunu teslim etmiştir.​

Ve her ikisi yan yana açılan kabirlere defnedildiler​

Ölümsüz aşka ölümsüz sevdaya doğru...​
 
jks6cagwnhntcakfkv6zcah.jpg

- Allah Aşkı -​

ALLAH aşkıyla yanıp, kavrulmuş bir dertliye bir gün "bize Allah sevgisini anlat" derler.
O, "siz anlamazsınız" der Anlatmaya yanaşmak istemez. Israr ederler.
Mecbur kaldığını hisseder:
Allah Aşkı ! "-Siz anlamazsınız ama bu kuş anlar" deyip pencerenin pervazındaki serçeciği gösterir.
Ve sonra dilinin bütün yetkinliğini, gönlünün bütün ateşini dışarı vurur.
Anlatır Anlatır Anlatır...
Serçecik olduğu yerde durur. Hiç kıpırdamadan dinler, dinler, dinler...
En sonunda cansız bedeni pervazdan düşene kadar.
Aşık insanlara döner:
"-İşte" der, "ALLAH aşkı böyledir"​


♥ ♥ ♥ ♥ ♥​


61n40b8.jpg


- Ahmak Aşık -​

Ahmak bir aşık sevgilisine tenha bir yerde ulaşınca, onu hemencecik sarıp öpmeye kalkıştı ...​

O dünyalar güzeli sevgili geri geri çekilerek o aptal aşığı azarladı .​

- "Küstahlık etme, edebsizliğin, hayasızlğın lüzumu yok, aklını başına topla!.." diye bağırdı.​

Aşık bunun üzerine şaşırıp kaldı.​

- "Burası ıssız tenha bir yer ikimiz yapayalnızız in yok cin yok, su ortada duruyor, suyun başında da benim gibi çılgın bir susuz, artık nasıl sabredebilirim.​

Görüyorum ki hafif hafif esen aşk rüzgarından başka bir şey yok, vuslatımıza kim mani olabilir, kim halimizden haberdar olabilir." dedi.​

Sevgili sesini daha da yükselterek aşığını iyice azarladı :​

- "A!.. akılsız aşık.. Meğer sen aşık değil budalanın tekiymişsin. Sen bilmiyor musun ki her hareket edeni bir hareket ettiren vardır. Rüzgarı esiyor gördün mü, bil ki onu bir estiren bir harekete getiren var. O da her şeyi Yaradan Yüce Allah'tır!.." dedi.​

Hz.Mevlana'dan.​
 
emeğinize sağlık çok güzel paylaşımlar yapmışınız:)
 
jdr6024.jpg

- Cariyenin seçimi -​

“Hikâye edilir ki Harun er-Reşid, köle, cariye ve hizmetçilerine her yıl çeşitli hediyeler dağıtırdı.​

Bir yıl da, yine hepsini bir araya topladı.
Çeşitli giysiler, süslemeler, altın ve gümüş eşyayı ortaya getirterek:
—Herbiriniz, beğendiği şey üzerine elini koysun, ben bunu istiyorum desin, diye emretti.
Bunun üzerine herkes gözüne kestirdiği, eşyanın yanına koştu, elini onun üstüne koydu.
Bu arada bir cariye de gelmiş elini Harun er-Reşid'in başına koymuştu.​

Harun er-Reşid şaşırarak:​

— Ne yapıyorsun? dedi.​

Cariye :​

—Siz, herkes sevdiği şey üzerine elini koysun, buyurmuştunuz; ben ise sizin mübarek başınızı sevmekteyim, diye cevap verince​

Harun er-Reşid çok duygulandı ve:​

— Madem ki sen de beni tercih ettin, o halde ben de, malım, mülküm de senindir, dedi. O cariyeyi derhal azad eyledi; daha birçok ihsan ve ikramlarda bulundu. Bütün diğerlerine ona saygı göstermelerini emretti.​


Ey mü'min! Sen de bu dünyanın fani lezzetlerine kapılmaz, gönlünü samimi olarak -u Teàlâ'ya bağlarsan, her şey senin kulun kölen olur, ahirette de cemalini müşahedeye erersin, inşâallah.”​


( Mensur Yüz Hadis-Yüz Hikâye Kitabı, 37. hikâye)​



- Teşekkürler Gülay hanım -



semazen02kj81.jpg

Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:​

“İblîs’in, Âdem’in cesedine takıldığı gibi sen de velîlerin cesedlerine takılma! Onlardaki halîfetullâh sırrını gör.
Allâh’ın; peygamberleri, sıddîkları, şehîdleri ve sâlihleri birbirine dost yapıp: «Onlar ne güzel dostlardır!» buyurduğunu işitmedin mi?”
“Bilmez misin ki dosttan ayrılan rüzgâr, bir daha kımıldayamaz. Ocağından ayrılan ateş söner ve kül hâline gelir.
Bağlar ve bahçeler, suya bîgâne kaldığı an kuruyup çoraklaşır.”
“Bilmez misin ki, gönülden gönüle pencereler vardır. Birbirine bağlı gönüller, birbirlerinden ayrı değildirler. Bedenler uzak düşse bile onlar yine de beraberdirler.
Tıpkı iki kandil gibi. Kapları ayrıdır, ama nûrları birbirine karışıp birleşmiştir.
Dolayısıyla hasret ateşi, bedenleri eritiyor görünse de onun nûru, gönlü sevgilinin nûruyla kucaklaştırmaktadır.”
“Kâinâta bak; gece ile gündüz de birbirini kucaklarlar, sevgi ile birbirlerinin arkasından birbirlerine koşarlar. Onlar görünüşte ayrıdırlar, ama hakîkatte birdirler. Faydalı olmak ve hizmet etmek için elele vermişlerdir.”

ydndamdrhidoduungn.png
 
sair14.jpg


Yûnus ne güzel söyler:

“Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil…”

Dünyâya gelmekten asıl maksad, sonsuz devlete ve ebedî seâdete nâil olabilmektir. Bu itibarla basîret sahipleri, bedenin fânîliğine aldanmaz ve ebedî olanın tedârikiyle meşgul olurlar. Çünkü bedene âid olan her şey, neticede toprağa verilecek bir kurbandır. Eğer bir kimse Allâh’ın verdiği mümtaz vasıfları bir kenara bırakır da rûhunu nefsine kurban ederse, onun kazancı hüsrandan başka bir şey değildir. Ama rûhunu kuvvetlendirip nefsine galebe çalarsa, kâmil bir insan olarak asıl vatanına ulaşmaktan gayri hiçbir maksada meyletmez.

Bu yolda ölüm bile kendisi için bir lutuf ve vuslat hâline gelir.

Bunun içindir ki bir Allâh dostu:

“Cânân cihânının gülşeni varken, beden cihânının külhanı çekilmez!” demiştir.


♦ ♦ ♦ ♦



mevlana.gif


Hazret-i Mevlânâ buyurur:

“Fânîlerin aşkı bâkî değildir. Mevtâlar tekrar bize dönmezler. Dâimâ yaşayanların aşkı ise, her dakîka goncadan daha taze ve daha latîftir. Sen bunu bil de fânî aşklara kanıp sarhoş olup erime! Bütün peygamberlerin, velîlerin kudret ve seâdet buldukları o gerçek aşkı seç! Çünkü bâkî olanın aşkı, seni gerçek mâşuka âşık eyler. Gerçek aşkın yerini işgal eden her fânî aşk, kalbin muhabbetullâha yükselmesinde bir nevî merhale olmadıkça merdûddur. Zîrâ kalbi Leylâ’ya takılıp kalan, Mevlâ’ya ulaşamaz ve sükûn bulamaz.”


nefsinelindenkurtuluhmk.png


Nefsin elinden kurtuluş, hümâ kuşunun kafesten kurtulmasına benzer ki,
artık ona göklerdeki ulvîliklerin kapıları aralanmıştır.​
 
hamdmpitimyandm.png


Aşk İlahidir; imanla başlar, vahdete götürür. Gönülde doğar, gönülde yaşar. Sırrı saklamayanlar, başını verir.

Salt sırdır aşk. Aşk bir kişilik sırdır, iki kişiye müsaadesi yoktur. Zaten aşk tekildir. Sevilen hiçbir zaman aşkın içinde değildir. Aşkın içinde seven vardır o kadar. Sevilenin haberi bile olmayabilir aşktan, olması önemli de değildir üstelik. Aşk tekil olduğu için sırları da, kederleri de, acıları da, firkati de, hicranı da, gözyaşı da, ateşi de tekildir. Yani içinde bulunduğu ateş sadece bir kişiyi yakar, gözyaşı da bir kişiden akar, ayrılığı bir kişi çeker. Aşkı bunlar çoğaltır, aşkın "eksilmeyen fakat artan" özelliği aynı zamanda buradan beslenir. Gözyaşı aşkı artırır, hicran, hasret bu duygular aşkı devamlı büyütür, katmerler, yuvarlar bir çığ gibi. Yani aşk, acı çekmeyi baştan göze almayı gerektiriyor.

Aşkın bir tarifi de acı ve bütün bu acılardan duyulan mutluluk. Onun ötesinde de insanın kabiliyeti. Aşk her gönülde aynı kıvamda varolamaz. Gönül medeniyetindeki gönüllerimiz aşkı değişik boyutlarda alacaktır, o zaman işin içine sırrı da girer. Yani benim sırrım benim kalbime sığacak olan kadardır, daha ötesini kaldıramaz. Sır, acı ve hasret varsa aşk vardır ve o aşk tekildir bir kişiyi ilgilendirir.

Alem bir aşk için yaratılmış ve "Aşk imiş her ne varsa alemde!.."


Sevgi üzerine kullanılabilecek bütün mecazları üstüne alınmadır aşk. Aşk acıdır, hasrettir. Hicran ve hayrettir, firkat ve gurbettir.


Kalplerimizin incelmesi, yüreklerimizin güzellikleri tatması ve tanıması açısından her insanın aşka ihtiyacı vardır. Çünkü aşk olgunlaştırıcıdır.


Aşkın en büyük özelliği ruh terbiyesine müsait olması. insanın yaratılışındaki özü, mutlak suretle hissetmesini sağlayacak bir acı ve kederle kalbi yumuşatmak, mumları eritmektir. Kalp mumlaşıp mum da eriyince ister istemez bir yanış, " Hamdım, piştim, yandım" olur. Yanma son noktadadır..​
 
Üst Alt