2 Mayıs 2012 Güncel:
_____________________
Yazan: Dikmen Bezmez
Bu sabah okuduğum haberin başlığı şöyle diyordu: Çift Kol ve Bacak Nakli Ölümle Bitti.
Haftalardır medya bacak, kol, yüz vs. nakil haberleri ile çalkalanıyordu. Bu haberlerin her birinin, aklımda oluşturduğu bir sürü soru işareti vardı. Bir ara zaman ayırmalı; oturmalı; düşünmeli; yazmalı diye günler geçti. Ne zaman ki, bu sabah yukarıdaki başlık ortaya çıktı, Düşünmeden, zaman kaybetmeden, pes yahu diyerekten yazmaya başlamalı diye hissettim. Bu yazı ile biraz çalakalem de olsa, işte bunu yapmaya çalışacağım. Haftalardır manşetlerde dolanan haberlere; bu haberlerin temsil ettiği sisteme ve o sistemin kurbanlarından biri olduğunu düşündüğüm hayatını kaybeden Şevket Çavdara dair yazmaya çalışacağım. Muhtemelen bu yazıda yanıtlardan çok, sorular ortaya çıkacak. Zaten dileğim de, hep beraber bir oturup düşünmemiz.
Belki en son söylemem gereken şeyi en baştan söyleyeyim ve olayın tazeliği ile de, analitik bir dilden uzak durma hakkımı kullanayım; hatta biraz da zamanında duyduğum ve sevdiğim bir ifade ile ciğerden yazayım. Geçtiğimiz haftalarda aynı anda çift kol ve çift bacak nakli yapılan, sonrasında bedeni eklenen uzuvları besleyemediği için sağlığı kötüleşen Şevket Çavdarın hayatını kaybettiğini bugün gazetelerden öğrendik. Benim açımdan burada söz konusu olan, kıymetli ve muhtemelen üzüntüsü-sevinci, hazzı ve sıkıntısı ile herkesinki kadar dolu dolu yaşanan bir hayatın, ne uğruna olduğunu düşündüğümüzde yanıtlayamadığımız bin bir soru işareti ile sona ermesidir. Bu son derece üzerinde düşünülmesi gereken bir durum bence. Haberin tazeliği içerisinde iki temel sorunun peşinden koşmak önemli gibi geliyor:
Bu sorulara şu anda aklıma düştüğü şekilde yanıt vermeye çalışacağım. Ancak esas amacım, bu soruları ortaya atmak ve tartışmaya açmak.
İlk sorunun yanıtını hepimiz biliyoruz. Sakat beden, kadın bedeni, şişman beden, kısa beden... Sayısal çoğunluğu oluşturmamıza rağmen, elimizdeki güç söz konusu olduğunda miniminnacık bir azınlığız. Bedenlerimiz evirilip çevrilmesi gereken objeler. Bir kere göze hitab etmemiz gerekiyor. Güzel , normal değilsek eğer etrafta pek görünür olmamamız gerekiyor. Bu başa çıkılması çok kolay bir durum değil. Çünkü tüm bu gerekliliklere rağmen ortalarda dolaşırsak, bedenlerimizin üzerine bakışlar dikiliveriyor. Bu bakışlar değişik şeyler söylüyorlar: Aaaa, ne garip!, Ne çirkin!, Şükürler olsun Rabbime ben böyle değilim, Aslında ilginç. Biraz daha baksam ne olur?, Dur şunu iyice süzeyim, Yahu ne cesaret, bu haliyle açmış bacağını. Yani bir yandan helal olsun ama, öte yandan da her şeyin bir şeyi var canım, Yazık , Görmek istemiyorum, Bu haliyle evlenmiş, Yanındaki kadın-adam da pek güzel. Neden birlikteler ki acaba? vs. vs. vs. Bütün bunlar dikilen bakışlarda okunuyor. Sokağa çıkıldığı anda dert başa alınıyor. İşte içinde yaşadığımız sistemin önemli bir parçası bu. Bundan dolayı kadınlar bıçak altına yatıyor, bundan dolayı sakat bedenler ne pahasına olursa olsun normalleşmeye çalışıyor. Her şeye değer (mi)?
İkinci sorunun yanıtı üzerine sanırım bir kitap yazmak bile yetmez. Biraz örneklerden yola çıksak? Günlerdir flaş, flaş, flaş haberleri takip ettiniz mi? Bir google taraması ile çıkanlar: Yüz nakli olan Uğur Acar tıraş oldu; Genç olsaydım seninle evlenirdim, sakallı halin daha iyi; Uğur yarın kamera önüne çıkacak; İlk kez yürüdü ve basın karşısına çıktı; İlk iş teklifini aldı; Uğur Acarın annesi ve ağabeyi duygularını anlattı; Yüz nakli röportajı krize neden oldu; Uğur Acar bahçede yürüyüş yaptı; doktorun söylediği: Yolu biz açtık; Yeni yüzü için tercihi top sakal; Hafta sonu Uğuru göreceksiniz; Yeni yüzünü ilk kez televizyonda gördü -bu favori manşetimdi-; Uğur gözlerini açtı ve bu işareti yaptı Biliyorum artık durmam gerek; bu manşetlerin her biri aynı yere çıkıyor ve uzatmanın âlemi yok, ama kendimi durduramıyorum. Onca gün maruz kaldıktan sonra, bir fırsatını bulmuşum, bırakın sıralayayım Bu manşetlerin dışında televizyon görüntüleri de aklımda. Uğur başparmağını kaldırıyor ve her şey harika işareti yapıyor. Uğur gazetecilerin sorularını az ve öz şekilde yanıtlayıp muhabbeti kısa kesmeye bakıyor gibi geliyor bana, ama kimse peşini bırakmıyor. Uğur biraz yorgun bir ifade ile etrafı süzüyor, gazeteciler ve medya temsilcileri arka planda sanki Amerikan Futbolu oynamaktalar, birbirlerinin üzerindeler, flaş, flaş, flaş ve olan oluyor tabii sonunda, Uğur yeni yüzünü ilk kez televizyonda görüyor.
Bakın burada medya bayram etti -Allahım ne sansasyon ne sansasyon-; bizler bayram ettik -Hanım mutfağı bırak da gel Uğur yüzünü gösteriyor-; doktorların bayramına dair bir temsili alıntı yapmama gerek bile yok. Onların bayramı kimseninki ile yarışamaz. Kanımca, yukarıdaki sansasyonel başlıklar bu ilişkiler ağından bağımsız düşünülemez. Burada her birimizin bir takım çıkarları var; bu çıkarlar bu sistemin pekişmesini sağlıyor ve bu sistem, önce bedenlerimizden nefret etmemize sonra da onları düzeltebilmek için hayatımız pahasına riskler alabilmemize yol açıyor. İşte bu sistem dün hayatta olan Şevket Çavdarı bugün aramızdan alıyor. Belki manşetlere çıkmak yerine, dinlenmeye ihtiyacı olan bir yüz nakli hastasını, oturma odalarımıza taşıyor.
Gerçekten şapkamızı önümüze koyalım ve düşünelim: Şevket Çavdarın dün bir hayatı varken bugün neden yok?
Antalya'da 21 Ocak'ta çift kol nakli yapılan Atilla Kavdır da saat 16:00'da kalp ve böbrek yetmezliği sebebiyle hayatını kaybetti.
Cihan Topal'dan sonra Türkiye'nin ikinci çift kol nakli yapılan Atilla Kavdır, iyileşip hastaneden taburcu olduktan sonra, aşırı ilgiden rahatsız olduğunu söyleyerek bir ay önce hastaneye dönmüştü. Fizik tedavi gören Kavdır, çift kol naklinden 101 gün sonra bugün saat 16.00'da, böbrek ve kalp yetmezliğinden hayatını kaybetti
_____________________
Yazan: Dikmen Bezmez
Bu sabah okuduğum haberin başlığı şöyle diyordu: Çift Kol ve Bacak Nakli Ölümle Bitti.
Haftalardır medya bacak, kol, yüz vs. nakil haberleri ile çalkalanıyordu. Bu haberlerin her birinin, aklımda oluşturduğu bir sürü soru işareti vardı. Bir ara zaman ayırmalı; oturmalı; düşünmeli; yazmalı diye günler geçti. Ne zaman ki, bu sabah yukarıdaki başlık ortaya çıktı, Düşünmeden, zaman kaybetmeden, pes yahu diyerekten yazmaya başlamalı diye hissettim. Bu yazı ile biraz çalakalem de olsa, işte bunu yapmaya çalışacağım. Haftalardır manşetlerde dolanan haberlere; bu haberlerin temsil ettiği sisteme ve o sistemin kurbanlarından biri olduğunu düşündüğüm hayatını kaybeden Şevket Çavdara dair yazmaya çalışacağım. Muhtemelen bu yazıda yanıtlardan çok, sorular ortaya çıkacak. Zaten dileğim de, hep beraber bir oturup düşünmemiz.
Belki en son söylemem gereken şeyi en baştan söyleyeyim ve olayın tazeliği ile de, analitik bir dilden uzak durma hakkımı kullanayım; hatta biraz da zamanında duyduğum ve sevdiğim bir ifade ile ciğerden yazayım. Geçtiğimiz haftalarda aynı anda çift kol ve çift bacak nakli yapılan, sonrasında bedeni eklenen uzuvları besleyemediği için sağlığı kötüleşen Şevket Çavdarın hayatını kaybettiğini bugün gazetelerden öğrendik. Benim açımdan burada söz konusu olan, kıymetli ve muhtemelen üzüntüsü-sevinci, hazzı ve sıkıntısı ile herkesinki kadar dolu dolu yaşanan bir hayatın, ne uğruna olduğunu düşündüğümüzde yanıtlayamadığımız bin bir soru işareti ile sona ermesidir. Bu son derece üzerinde düşünülmesi gereken bir durum bence. Haberin tazeliği içerisinde iki temel sorunun peşinden koşmak önemli gibi geliyor:
1- Nasıl bir sistem içerisinde yaşıyoruz ki, bedenlerimizi olabildiğince normal hale getirmek için hayatlarımızı riske atmaya hazır hale gelebiliyoruz? Yani gerek sakat kişiler olarak, gerekse bedenini değiştirmek için risk almaya hazır olan diğer kesimler olarak, -Zayıflamak için bıçak altına yatan kadınları düşünün. Onların da bir kısmı hayatları pahasına almıyorlar mı bu riski?- nasıl bir sistematik düşünce şekli ile çevriliyiz ki, bedenlerimizi normal kılabilmek için, her şeyi ama her şeyi yapmaya hazır hale geliyoruz?
Dün Şevket Çavdarın bir hayatı vardı; bugün yok. Bu hiçbir zaman değişmeyecek.
2- Neden böyle bir sistem içerisinde yaşıyoruz? Yani burada nasıl çıkar ilişkileri dönüyor olabilir ki, bu sistem hayatlarımızı riske almamızı sağlayacak kadar güçlenebiliyor? Tekrar duvar gibi yüzümüze çarpıyor:
Şevket Çavdar dün vardı; bugün yok. Bu hiçbir zaman değişmeyecek.
Dün Şevket Çavdarın bir hayatı vardı; bugün yok. Bu hiçbir zaman değişmeyecek.
2- Neden böyle bir sistem içerisinde yaşıyoruz? Yani burada nasıl çıkar ilişkileri dönüyor olabilir ki, bu sistem hayatlarımızı riske almamızı sağlayacak kadar güçlenebiliyor? Tekrar duvar gibi yüzümüze çarpıyor:
Şevket Çavdar dün vardı; bugün yok. Bu hiçbir zaman değişmeyecek.
Bu sorulara şu anda aklıma düştüğü şekilde yanıt vermeye çalışacağım. Ancak esas amacım, bu soruları ortaya atmak ve tartışmaya açmak.
İlk sorunun yanıtını hepimiz biliyoruz. Sakat beden, kadın bedeni, şişman beden, kısa beden... Sayısal çoğunluğu oluşturmamıza rağmen, elimizdeki güç söz konusu olduğunda miniminnacık bir azınlığız. Bedenlerimiz evirilip çevrilmesi gereken objeler. Bir kere göze hitab etmemiz gerekiyor. Güzel , normal değilsek eğer etrafta pek görünür olmamamız gerekiyor. Bu başa çıkılması çok kolay bir durum değil. Çünkü tüm bu gerekliliklere rağmen ortalarda dolaşırsak, bedenlerimizin üzerine bakışlar dikiliveriyor. Bu bakışlar değişik şeyler söylüyorlar: Aaaa, ne garip!, Ne çirkin!, Şükürler olsun Rabbime ben böyle değilim, Aslında ilginç. Biraz daha baksam ne olur?, Dur şunu iyice süzeyim, Yahu ne cesaret, bu haliyle açmış bacağını. Yani bir yandan helal olsun ama, öte yandan da her şeyin bir şeyi var canım, Yazık , Görmek istemiyorum, Bu haliyle evlenmiş, Yanındaki kadın-adam da pek güzel. Neden birlikteler ki acaba? vs. vs. vs. Bütün bunlar dikilen bakışlarda okunuyor. Sokağa çıkıldığı anda dert başa alınıyor. İşte içinde yaşadığımız sistemin önemli bir parçası bu. Bundan dolayı kadınlar bıçak altına yatıyor, bundan dolayı sakat bedenler ne pahasına olursa olsun normalleşmeye çalışıyor. Her şeye değer (mi)?
İkinci sorunun yanıtı üzerine sanırım bir kitap yazmak bile yetmez. Biraz örneklerden yola çıksak? Günlerdir flaş, flaş, flaş haberleri takip ettiniz mi? Bir google taraması ile çıkanlar: Yüz nakli olan Uğur Acar tıraş oldu; Genç olsaydım seninle evlenirdim, sakallı halin daha iyi; Uğur yarın kamera önüne çıkacak; İlk kez yürüdü ve basın karşısına çıktı; İlk iş teklifini aldı; Uğur Acarın annesi ve ağabeyi duygularını anlattı; Yüz nakli röportajı krize neden oldu; Uğur Acar bahçede yürüyüş yaptı; doktorun söylediği: Yolu biz açtık; Yeni yüzü için tercihi top sakal; Hafta sonu Uğuru göreceksiniz; Yeni yüzünü ilk kez televizyonda gördü -bu favori manşetimdi-; Uğur gözlerini açtı ve bu işareti yaptı Biliyorum artık durmam gerek; bu manşetlerin her biri aynı yere çıkıyor ve uzatmanın âlemi yok, ama kendimi durduramıyorum. Onca gün maruz kaldıktan sonra, bir fırsatını bulmuşum, bırakın sıralayayım Bu manşetlerin dışında televizyon görüntüleri de aklımda. Uğur başparmağını kaldırıyor ve her şey harika işareti yapıyor. Uğur gazetecilerin sorularını az ve öz şekilde yanıtlayıp muhabbeti kısa kesmeye bakıyor gibi geliyor bana, ama kimse peşini bırakmıyor. Uğur biraz yorgun bir ifade ile etrafı süzüyor, gazeteciler ve medya temsilcileri arka planda sanki Amerikan Futbolu oynamaktalar, birbirlerinin üzerindeler, flaş, flaş, flaş ve olan oluyor tabii sonunda, Uğur yeni yüzünü ilk kez televizyonda görüyor.
Bakın burada medya bayram etti -Allahım ne sansasyon ne sansasyon-; bizler bayram ettik -Hanım mutfağı bırak da gel Uğur yüzünü gösteriyor-; doktorların bayramına dair bir temsili alıntı yapmama gerek bile yok. Onların bayramı kimseninki ile yarışamaz. Kanımca, yukarıdaki sansasyonel başlıklar bu ilişkiler ağından bağımsız düşünülemez. Burada her birimizin bir takım çıkarları var; bu çıkarlar bu sistemin pekişmesini sağlıyor ve bu sistem, önce bedenlerimizden nefret etmemize sonra da onları düzeltebilmek için hayatımız pahasına riskler alabilmemize yol açıyor. İşte bu sistem dün hayatta olan Şevket Çavdarı bugün aramızdan alıyor. Belki manşetlere çıkmak yerine, dinlenmeye ihtiyacı olan bir yüz nakli hastasını, oturma odalarımıza taşıyor.
Gerçekten şapkamızı önümüze koyalım ve düşünelim: Şevket Çavdarın dün bir hayatı varken bugün neden yok?