Ortada tıbbi açıdan irdelenmesi gereken elim bir durum mevzu bahis. "Doktor hatası mıdır; insanlık için, ileriye dönük çığır açma adına yapılmış bir hamle midir; şova dönük bir hadisenin peşine düşülüp, ilgili hastanın kandırılması mıdır; pisi pisine bir ölüm müdür.........vs..." Buna benzer tüm sorular, konuda uzman olanların mecrasına bırakılacak bir mevzu. İşin ilmi/tıbbi boyutu ile ilgili yorum yapmaktan kendi adıma kaçınacağım. Umarım Sevgili MeTePe bu başlığı okuyordur da, işin o penceresinden kendi bilgisi dahilinde kelamını bizden esirgemez...
...
Değerli arkadaşım,
Daha önce artık forumda yorum yapmama kararı aldığımı ifade etmiştim. Ancak konu medyatik hale gelince, siz de pas atınca dayanamadım.
Herkes gibi, hastanın yaşamını yitirmesine ben de çok üzüldüm. Gerçekten hiç birimiz gencecik bir insanın kol-bacak gibi hayati olmayan uzuvlar nedeniyle canından olmasını kolay kolay kabullenemiyoruz.
Ancak; her olayda olduğu gibi, bu olayda da yeri gelince duyguları bir kenara öteleyip "gerçekler" (yabancıların tabiriyle fact'ler") açısından da konuyu değerlendirmemiz lazım.
Öncelikle Sağlık Bakanlığı çerçevesinde uzuv nakilleri için bir sistem oluşturulmuş durumda... Bu sisteme göre sırada olan hastane Hacettepe idi. Yani nakil tercihi hastanenin veya doktorların inisiyatifinde değil... Hacettepe karşısına bu imkan çıktığında elbette bunu değerlendirmek istemiştir. Çünkü kime ne zaman tekrar sıra geleceği pek de kesin değildir. Her zaman kol-bacak bağışlayan birilerini bulamazsınız. Ayrıca, Hacettepe bu tür işlemlerde Türkiye'nin, hatta dünyanın sayılı yetkin hastanelerinden biridir.
Uzuv nakil imkanı ortaya çıktığında ilgili bölümler ya "bunu yapmayız" diyeceklerdi, ya da eldeki imkanı kullanacaklardı. Kısacası, "reklam, tanınma, sidik yarıştırma vs." gibi bir durum söz konusu olduğunu sanmıyorum.
İşin teknik yönüne gelince... aslında uzuv dikilmesi artık oldukça sıradan hale gelmiş bir işlemdir. Özellikle Hacettepe gibi araştırma hastanelerinde kol-bacak gibi uzuvların tekrar yerine dikilmesi sık sık yapılır ve işin mekanizması oldukça iyi bilinir. Buradaki esas zorluk cerrahi işlemler değil, ameliyat sonrası bakım işlemleridir. Her organ nakli (kendi organı olsa dahi) travmatik bir işlemdir. Vücutta pek çok denge değişir. Genellikle takılan organda hızlı bir yıkım gerçekleşir. Bu yıkıma bağlı kanda çok çeşitli zararlı kimyasallar oluşur. Vücut yeni organı reddebilir. Reddetmese bile kanda oluşan çok miktarda metabolit böbrek ve karaciğerde ciddi hasara yol açabilir.
Bunların hepsi bilinen risklerdir ve her organ naklinde yaşanabilir.
Şimdi kaybettiğimiz Şevket Çavdar isimli hastaya işlem öncesinde bu risklerin tümü anlatılmıştır. Hatta basından anladığım kadarıyla sadece kendisine değil, yakınlarına da büyük risk olabileceği anlatılmış. Ancak yaşamını elleri ve kolları olmadan geçiren, tüm yaşamı başkalarına muhtaç olarak geçen bir kişinin psikolojisini anlamak pek kolay değildir. Eğer kendisinde en ufak bir tereddüt olsa eminim ki doktorları bu ameliyatı yapmazlardı.
Yine basından edindiğimiz bilgilere göre yorumlayacak olursak; nakillerin cerrahi kısmının başarılı geçtiğini, mekanik bir sorun olmadığını anlayabiliyoruz. Ancak ameliyattan sonra ifade edilen bir şey var... 200 üniteden fazla kan kullanıldığı söyleniyor. Bu ameliyatlarda bu kadar kan gerekmeyeceği için, bu miktarın başka amaçla yani bedendeki kanı yıkamak için kullanıldığı tahmin etmek zor değil. Bunun nedeni ise bedende oluşan çok miktardaki zararlı kimyasalları filtre edip karaciğer, böbrek gibi diğer organlar üstündeki zararı engellemek. Görünen o ki; yapılan işlemlere rağmen bedende oluşan bu elektrolit denge bozukluğu gittikçe kötüleşmiş, düzeltilememiş.
Basında ve çoğu arkadaşın aklında "kalbi kan pompalamaya yetmedi" gibi bir algı var. Sorunun bu olduğunu sanmıyorum. Çünkü vefat etmeden önce son verilen bilgide hastanın karaciğer ve böbrek yetmezliğine girdiği, o yüzden tüm uzuvların alındığı söylenmişti. Hastanın kalbinin yükü taşıyıp taşımayacağı ameliyat öncesi mutlaka değerlendirilmiştir. Zaten eğer gerekseydi hasta kalp-akciğer makinasına da bağlanır ve kalbe destek sağlanırdı. Sorunun bu kadar basit olduğunu sanmıyorum.
Ancak şu var ki; beden çok hassas dengeli bir makinedir. Eğer dengenin bozulması kritik bir noktayı aşarsa hep yokuş aşağı gitmeye başlar. Hiç bir sağlık sorunu yokken sadece tırnak çektirme gibi basit işlemlerden bile ölümüm eşiğine kadar gelen hastalar vardır. Sanıyorum bu talihsiz arkadaşımız da böyle şanssız bir döngüye girdi.
-------------------------------------
İşin etik yönüne bakacak olursak; tüm risklere rağmen bu riskleri seve seve üstlenecek hastalar her zaman olacaktır... Bu hastalar için riski göze alan doktorlar da olacaktır. Bu doktorların hastaları denek gibi kullandığı yanılgısına kimse kapılmasın. Bu tür karmaşık işlemler önce kadavra, sonra hayvanlar üstünde defalarca denenir. İlgili hekimler benzer işlemlerde deneyim sahibidir. Kendileri nakil yapmamışsa bile nakil yapılan merkezlerde eğitim almıştır. Yani hiç bir doktor "ya bismillah.. hadi şunu bir deneyelim" demez. Bu hem etik olarak yanlıştır, hem de hekim için kötü bir üne neden olur.
Bazı kişiler bu risklere gerek olmadığı görüşünü savunabilir. Bunda ters bir şey yok. Ama bir kişiye hayat boyu diyalize bağlı yaşamak mı, yoksa böbrek nakli yaptırmak mı istediğini sorarsanız tereddütsüz nakil isteyecektir. Nakil olan hastanın da kalan yaşamı pek kolay değildir. Ağır ilaçlar kullanmak ve yaşam boyu nezle dahi olmamaya çalışarak yaşaması gerekir. Ama yine de insanlar bunu tercih eder.
Benim kişisel düşüncem; yüz nakli fazla hayati risk içermediği için oldukça mantıklı... ayrıca düzgün bir yüzü olmayan kişinin toplumsal izolasyonu kolu bacağı olmayanlara göre çok daha fazladır... ama uzuv nakli çok da zorlanmaması gereken bir şey. Yüz için protez kullanma imkanımız yok.. ama yapay uzuvlar için özellikle son 8-10 senede inanılmaz gelişmeler oldu... Bu gelişmeler katlanarak hızlanacak ve önümüzdeki 8-10 sene içerisinde belki de doğal uzuvları dahi aratmayacak hale gelebilecektir. O yüzden; bir hastaya uzuv naklini düşünmeden önce biyonik uzuvlardan yarar görüp görmeyeceğinin ciddi şekilde değerlendirilmesi gerekir. Çünkü her ne kadar doğal uzuv nakli yapsanız da bu uzuvlar ne his, ne de fonksiyon olarak asla istenildiği gibi olmaz. Hastanın hayat boyu kullanması gereken ilaçlar da ayrı bir sorundur.
Sonuç olarak; gelinen noktada ne doktorların, ne hastanenin, ne de merhum hastanın bir hatası, yanlış kararı olduğunu düşünmüyorum. Herkes en doğru kararı verdiğini düşünerek hareket etmiştir. Bazen işler umulduğu gibi gitmez. Bu işe en fazla üzülenler de sanırım hastanede 3-4 gündür nöbet tutan 200-300'e yakın personeldir. Ellerinde bulunan her türlü teknik imkanı kullanarak hastayı hayatta tutmaya çalıştıklarından eminim. Bazen olmuyor işte... Hiç bir hekim veya sağlık personeli hastasını kaybetmek istemez...hatta kaybetme riskini göze almak dahi istemez. Risk yüksekse hiç bir şey yapmamayı tercih eder. Ayrıca bu olayda tek bir doktorun değil, neredeyse bir ordu gibi heyetin takdiri ve çabası söz konusudur.
Merhuma rahmet, yakınlarına da başsağlığı diliyorum. Dilerim diğer hastada umulandan daha yüksek bir başarı sağlanır da bir nebze olsun bu talihsiz olayın acısını hafifletir.