Kaldığımız yerden devam edelim o zaman...
Hormonal tedaviler çok başarılı değil demiştik.... Bunun en önemli nedeni kişinin zihinsel olarak yanlış bir bedende hapis kalmış olmasıdır. Yani, hormon vererek bir kişiyi daha erkeksi veya kadınsı hale getirmek mümkündür... ama cinsel kimliği değişmez.
Örneğin, hadım edilen kişiler biraz kadınsı olur. Agresiflikleri azalır. Cinsel arzuları körelir, maçolukları falan ortadan kalkar... Ama cinsel kimlik olarak hala erkektir.
İyi bildiğimiz ve hepimizin saygıyla bir zamanlar (ve hala) dinlediği Zeki Müren ise, erkek bedeninde doğmuş bir kadın kimliğidir. Hormon da versen, psikoterapi de uygulasan kendini öyle (yanlış cinsiyette) hissedecektir.
Peki, denilebilir ki, neden bazı kişiler böyle bir kimlikle doğuyor... yaksa bu kimlik sonradan mı ediniliyor? Bu sorunun yanıtı net değil. Eskiden cinsel kimliğin 3-4 yaş civarında geliştiği, bu dönemde yanlış yönlendirilirse (örneğin kız çocuğun tabanca tüfek araba ile oynaması veya erkek çocuğun evcilik oynaması gibi) cinsel kimlikte sapmalar olacağı düşünülürdü. Ancak, zaman içinde bunun pek doğru olmadığı, cinsel kimliğin neredeyse daha embriyo halindeyken şekillenmeye başladığı, sonradan yanlış yönlendirilse bile cinsel kimliğin pek değişmediği anlaşıldı.
Örneğin, küçük yaşta veya ergenlik döneminde, biraz da karmaşık hormonal bir dönem olmasının etkisiyle sınırlı eşcinsel ilişki yaşayan veya taciz edilen çok sayıda kişi olmasına rağmen, bunlardan çok çok azı erişkin hayatında böyle bir yaşam seçmektedir. Yani, kolay kolay hiç kimse "benim daha önce eşcinsel ilişkim oldu, ben artık öyle devam edeyim" demez. Hatta gazetelerin, dergilerin falan cinsel danışma köşelerine çok sayıda sorulan sorulardan biri "zayıf bir anımda böyle bir ilişkim oldu, ben eşcinsel miyim?" şeklindedir. Doğal olarak bu soruya uzmanlar, merak edilecek bir şey olmadığını, bu tür deneyimlerin cinsel hayatı etkilemeyeceğini söylerler.
Kişilerin gerek cinsel kimlikleri, gerekse kişilik özelliklerinin de doğuştan, yani genetik kökenli olduğuna dair çok sayıda işaret vardır. Bir örnek vermek gerekirse, köpek yetiştiricileri sakin bir yavru arıyorlarsa, sinirli bir köpeğin yavrusunun alınmaması gerektiğini bilirler. Elbette bunun anlamı eşcinselin çocuğu eşcinsel olur değildir. Zaten eşcinselin çocuğu olması da zordur.
Ancak, bu bilginin insan genlerinde olduğunu, belli bazı şartlarda ortaya çıkabildiğini gösterir. Yani eşcinsellik bir beyaz koyun sürüsü içinde kara koyun olmaktır. Bu potansiyel mevcuttur ve bazı kişilere piyango vurur.
Kişinin toplumdan almış olduğu olumsuz etkileri kişiyi nasıl olurda fuhuşa ve cinsel bir takım sapkınlıklara iter? bunu bir türlü algılayamıyorum. Bir örnekle şu soruyu sormak isterim.
Öncelikle, kişinin toplumdan aldığı olumsuz etkiler kişiyi kolay kolay fuhuşa veya cinsel sapkınlıklara itmez! Hep yozlaştığı iddia edilen batı toplumlarında bile bu tür şeyler yanlış görülür. Ama burada kasdettiğim şey, toplumun davranışıyla inanlar eşcinsel oluyor veya fuhuş yapıyor değildir. Zaten önceki yazdıklarım bunun tersini iddia eder. Ancak;
Eşcinselliği veya transseksüelliği aleni olan bir kişinin toplum içinde yaşaması çok zorlaşır. Ev kiralayamaz, okula gidemez, işe giremez, saygın işerde çalışamaz, gittiği her yerde taciz edilir, dalga geçilir, horlanır, küçük görülür. Ama bu insanlarında herkes gibi arzuları, hedefleri, hayalleri vardır. Bu durumdaki kişiler için pek çok ülkede geçinmenin yegane yolu fuhuştur. Çünkü normalde toplum içinde dışlanan bu kişiler, fuhuş sektöründe hem talep edilir, hem de kıymet görür. İşin acı tarafı ise, bu kişileri fuhuş için talep edenlerin çoğunun toplumda "normal veya saygın" kabul edilen kişiler olmasıdır.
Özet olarak; kişinin cinsel tercihini unutup bir kenara koyarsak; karşımızda diğer yönlerden tamamen normal olan bir kişi, normal yaşama şansına sahip olsa neden fuhuş gibi bir yolu tercih etsin ki... Onlar da aşık olur, bazı kişilerden hoşlanır, bazı kişileri itici bulurlar. Ne çare ki bu kişiler doğru cinsten değildir.
Çoğu eşcinselin hayali sorulduğunda, ileride evlenip çocuk çocuk sahibi olmayı arzuladıklarını söylerler. Evinin kadını(!) veya erkeği(!) olmayı isteyenleri vardır.
******************
Ancak burada bir konuyu da karıştırmamak lazım.... Psikopatik kişilikle birlikte cinsel sapkınlık da çok görülür. Burada kişi gerçek anlamda eşcinsel değildir. Eşcinsel ilişkiye (ve hatta her türlü ilişkiye) ve hatta sado mazışizme kadar giden her türlü ilişkiye giren kişilerdir. Bu kişilerde cinsel kimlik sorunu değil, genel olarak kişilik bozukluğu mevcuttur. Bu da ayrı bir tartışma konusu...
*************************
Şimdi diğer bir soru... mütevazi bir hayat yaşayan, gizli bir eşcinseli kim nereden bilecek, kime ne zararı var diyorsunuz...
Pek öyle değil!
Eşcinsel olan kişilerde cinsel kimlik farklılığı da olduğu için ister istemez davranış farkları da ortaya çıkacaktır! Eminim sizin de çevreniz de "Yumuşak mı bu?" benzeri sorular sorulan kişiler olmuştur. Kaldı ki, böyle bir kişinin de cinsel gereksinimleri vardır. Tümüyle gizli bir hayat sürmesi mümkün değildir.
Ha, nefsini köreltsin diyebilirsiniz. Ancak cinsel güdüler, canlılarda neredeyse hayatta kalma veya açlık güdüleri kadar güçlüdür. Tamamen cinsellikten uzak bir hayat yaşamaları çok zordur.
Bu durumları bir kez aleni olduktan sonra ise, hayat çok zorlaşacaktır. Çoğu eşcinsel kendi öz anası babası tarafından bile kabul görmez. Değil ki, toplum tarafından benimsensin.
*********************
Çok eşliliğe dinin bakışı ayrıdır... Bazı dinlerde serbesttir, bazılarında sınırlıdır, bazılarında yasaktır. Orası ayrı bir tartışma konusu.
Ancak, sosyolojik bir olgu olarak, çok eşlilik (veya buna erkeğin evlilik dışı ilişkilerini ekleyelim) neredeyse bütün toplumlarda hoş görülür... en azından fazlaca eleştirilmez. Ancak kadın için kesinlikle yasaktır.
Ama biliyoruz ki, gerek hayvan dünyasında, gerekse insan dünyasında dişilerde sadakatsizlik de oldukça yaygındır.
(Sanıldığının aksine katı dini kurallarla yönetilen toplumlarda bile böyledir.)
Burada ben yine doğal ilkeye döneceğim.... Kadının sadakatsizliği kabul görmez. Çünkü, erkek, kadının doğuracağı yavrunun kendine ait olmasını garantiye almak ister ve mümkün olduğunca çok kadından mümkün olduğunca çok çocuk sahibi olmak ister. Kadın ise, mümkün olduğunca çok erkek ile birlikte olarak hem genetik çeşitliliği arttırmaya çalışır, hem de üreme şansını... Ne çare ki, insan erkeği dominant yapıda olduğu için çok eşliliği aleni hale getirebilir... kadın bunu aleni yapamaz.
Sürü halinde yaşayan ve doninant bir erkeğin sürü lideri olduğu hayvan gruplarında bile, tüm dişiler liderin haremi gibi görünürken, yavrular arasında yapılan genetik çalışmalar, yavruların en az yarısının dişilerin başka erkeklerden doğurduğu yavrular olduğu anlaşılmıştır. Yani, onlarda bile çok eşlilik mevcut.
Ancak insanlarda genetik baskılar kadar, toplumsal öğeler de önemlidir. İnsan tamamiyle çok eşli bir doğaya sahip değildir. Yavruların güvenliği ve soyun sürekliliği için tek eşliliğin avantajlı olduğu baskılar söz konusudur. Böyle durumlarda çok eşlilik ister dinen, ister toplumsal olarak hoş görülse bile, kendiliğinden tek eşliliğe evrilir. Nitekim, dünyanın genellikle gelişmiş ülkelerinde artık insanlar tek eşliliği daha fazla yeğlemektedir.