İbret alınacak gerçek bir öykü…
İbret alınacak gerçek bir öykü…
O zamanlar özel sektörde çalışıyordum. Daha yeni işe başlamıştım. Tabi ben özel sektörde işe başlarken engelli kadrosundan girmedim. Fakat engelli kadrosunda yaklaşık olarak 30 kişi falan çalışıyordu. Beni öyle bir işe verdiler ki; tam görmeyle alakalı bir iş, ben kısmen görme engelli olduğum için sıkıntı yoktu. Yani işimde de oldukça başarılıydım. Bunun üstüne zaten 4 ay sonra vardiya sorumlusu (ustası) oldum. Kendi çalıştığım vardiyanın ustası olduğum için bütün arkadaşları da tanıyordum. Bundan dolayı iyi bir ekip olarak güzel bir çalışma ortamı oluşturmuştuk.
Engelli olanları ise, eşit olarak her vardiyaya dağıtmışlardı. Fakat engelinden dolayı vardiyaya gelemeyecek olan kişilerde, sürekli olarak gündüz vardiyasında çalışıyorlardı. Tabi vardiyada çalışan kişilerde engeline göre uygun olan işlerde çalıştırılıyorlardı.
Bir gün işletme şefimiz, bütün vardiya ustalarını toplayarak bir toplantı düzenledi. İşletme şefimiz önce kendisi kısa bir konuşma yaptı ve daha sonra herkesin sorunlarını anlatmasını istedi. Herkes sorunlarını anlatırken sıra bayan olan bir usta arkadaşımıza geldi. Arkadaşımız kendi vardiyasıyla ilgili sorunları anlattı. O arkadaşımızın vardiyasında çalışan ve engelli olan kişilerden verim alamadığını vurguladı. Bu sorun benim dikkatimi çekti. İşletme şefimizde eğer verim alamıyorsak müdürle görüşeyim, gerekirse tazminatlarını verelim, işten çıkartalım dedi. O an böyle bir şeyin olması beni o kadar üzdü ki, anlatamam. Sadece engelli değil, normal kadroda çalışan bir kişinin dahi işten çıkartılması beni üzerdi. Sonra sıra bana geldi. Ben kendi vardiyamla ilgili sorunları aktardıktan sonra, engelli olan arkadaşları, işten çıkartmak yerine ben kendi vardiyamda çalıştırabileceğimi söyledim. Arkadaşlara böyle bir fırsat verelim dedim. İşletme şefimizde bu öneriyi olumlu karşıladı. Bu arkadaşlarımızdan 2 tanesi benim vardiyama geçti. Ekip olarak çok güçlü ve organizeli bir ekip olduğumuz için, bu arkadaşlarda o ekibe ayak uydurarak, güzel bir çalışma ortamı sağlandı. Tabi ay sonlarında herkesin üretimleri oransal olarak belli olduğu için, benim üretimimde bırakın düşmeyi, çok daha verimli bir ay oldu. Yani insanları idare ederek, insanları iş konusunda iyi bir şekilde yönlendirmek çok önemlidir. Tabi çalışma arkadaşlarımın fedakârlığı da en az bunun kadar önemlidir.
Daha sonra o bayan olan vardiya sorumlusu arkadaşımla bu konuyu görüştük. Ben kendisine böyle bir şeyi gündeme getirmesinin yanlış olduğunu söyledim. Engelli diye, zayıf ve güçsüz diye, insanları sınıflandırmanın yanlış olduğunu belirttim. Tabi bu arkadaşımla bu konu da benimle hemfikir değildik. Belki iyi niyetliydi, ama ısrarla engelli insanların bu tür işlerde çalışmasının uygun olmadığını savunuyordu. Ben de zaten fazla ısrar etmedim.
Aradan yaklaşık olarak bir yıl falan geçmişti. Ben daha işten saat gece 12:00 de çıkmıştım. Yani o bayan arkadaşıma vardiyayı teslim ettim, eve geldim. Yattım uyumak üzereydim bir telefon geldi. Arayan işyerindeki güvenlikçi arkadaşlardı. Araba gönderiyoruz hemen işyerine gel, işlere bakacak kimse yok dediler. Bir anda şaşırdım! Ben vardiyayı arkadaşa teslim ettim dedim. Ne oldu bir şey mi var? Dedim. Sen gel dediler. Neyse işyerine gittim. Gördüklerim karşısında şok oldum. O an ki; manzara insanın tüylerini diken diken edecek kadar dehşet vericiydi. Bayan olan vardiya sorumlusu arkadaşımız, geçirmiş olduğu iş kazasında elinin bileğine kadar olan kısmını, makine içine almış. Öyle bir şekilde olmuş ki; elinin kemiklerinin, her bir parçası pirinç tanesi kadar olmuş. Etraftaki kan izleri, makinedeki yapışmış olan kemik ve et parçaları hâlâ güzümün önünden gitmiyor. İnsanların korku dolu bakışları, olayın etkisinde kalınarak düşülen psikolojik durum, insanlarda etkin bir şekle görülüyordu. O arada kendi arkadaşının öyle bir durumda olduğunu görmek insanı o kadar etkiliyor, o kadar ürkütüyor ki; gerçekten çok kötü oluyor. Bu karşılaştığım durum benim hayatımdaki en üzücü ve en etkileyici anlardan birisi olarak hafızamda yer etmiştir.
Tabi arkadaşımızı hastaneye göndermişler. Bütün herkes işyerinde olayın şokunu yaşıyordu. İnsanların o durum karşısındaki duygularını anlamak ve bazı şeyleri anlatmak çok zor oluyor. Adeta sözün bittiği anlar oluyor diyebilirim. Ben o gün sabaha kadar işyerinde kalmak zorunda kaldım. Sabah işten çıkınca direk olarak hastaneye gittim. Tabi ailesi, akrabaları bütün herkes oradaydı. Hepsi üzüntü içerisindeydi. Annesinin o anki hali çok kötüydü. Kadın gözyaşları içerisinde bir köşede sessizce ağlıyordu. Arkadaşımızla görüştüm. Geçmiş olsun dedim. Zaten kendisi pek konuşacak durumda değildi. Gerçekten zor bir durumdu. Aradan birkaç gün geçtikten sonra, işyerindeki arkadaşlarla hep beraber arkadaşımızı hastaneye ziyarete gittik. Arkadaşımız bizi görünce gözyaşlarını tutamadı. Bütün arkadaşlar kendisine teselli olmak için içlerinden gelenler söylediler. Tabi o an duygular çok yoğundu. Hatta bazı bayan arkadaşlımın gözyaşlarına hâkim olamadıklarını gördüm.
Aradan yaklaşık olarak 4 ay falan geçti. Arkadaşımız işyerine döndü. Tabi eli olmadığı için vardiya ustalığı yapamıyordu. Birkaç gün benimle çalıştı. Benim vardiyamda çalıştığı süre içerisinde, bütün arkadaşlar gerekli hassasiyeti göstererek, arkadaşımızı hayata bağlamak adına, herkes üzerine düşeni yaptılar. Daha sonra arkadaşımızı idari kısma aldılar. Orada kendisine uygun bir iş verildi. Aradan biraz daha zaman geçtikten sonra, işyerimizin sahibi arkadaşımızın elinin yerine protez kol taktırdı.
İlerleyen zaman içerisinde, bir gün bu arkadaşımız benim yanıma gelerek şöyle bir şey dedi; hatırlıyor musun? İşletme şefiyle yaptığımız toplantıyı, o toplantıda engelli olan kişilerden verim alamadığımı söylediğim günü dedi. Ama bunu söylerken de gözyaşlarına hâkim olamadığını gördüm. Ve devam etti, Aslında sen beni uyarmıştın fakat ben daha fazla üretim için, seni dinlemedim dedi. Bir süre ağlamaktan konuşamadı. O an geçmişte yaptığı hatadan dolayı kendisini suçluyordu. Bu durum karşısında bende aşırı bir duygu yoğunluğu yaşadım. Bende kendisine her insanın hata yapabileceğini, fakat bu saatten sonra bunları düşünmenin hiç kimseye bir yarar getirmeyeceğini anlattım. Kendisine teselli vermeye çalıştım, ama bir noktada sözlerin kifayetsiz etmediğini gördüm. Yani kendisini suçlama psikolojisini yenemediğini gördüm. Ama ilerleyen zaman dilimi içerisinde bazı olayları daha iyi anlatma fırsatı buldum.
Arkadaşımız bütün bu yaşadıklarına rağmen hayatta mücadele etmesini başarabildi. Yani sonradan engellide olsa, yaşanan olayların etkisinden kurtulabildi. Aynı zamanda çok neşeli ve güler yüzlü bir arkadaşımızdı. Engelli olduktan sonra da yine kendisinin yüzündeki tebessümü hiç eksilmedi. Zaten bu çok önemliydi.
Daha sonra benim en iyi arkadaşlarımdan birisi oldu. Hatta ben kendim için sağlık kurulu raporunu almayı ve birçok engelli haklarının nasıl olduğunu onunla birlikte araştırarak öğrendim.
İşte olayları şöyle bir özetleyecek olursak, “hayatta insan ne oldum dememeli, ne olacağım demelidir.” Bu örnekte de olduğu gibi insanın hayatta başına ne geleceği hiç belli olmuyor. Hiç kimse ben sağlıklı bir insanım, bana bir şey olmaz dememelidir. Engellileri küçük görmemelidir. Engellilerinde bu toplumda herkes gibi yaşamaya haklarının olduğunu bilmelidir. Bunu düşünerek! Hareket etmelidir. Zira yarın engelli olmayan bir insanın kendiside engelli olabilir veya en sevdiklerimizde engelli olabilir, bunu iyi hesap ederek olaylara geniş bir açıdan bakmalıyız. Şunu da iyi bilmeliyiz ki, “Son pişmanlık asla fayda vermiyor.” İşte bunun için olayları değerlendirirken sadece kendimizi değil, karşımızdaki insanı da düşünerek geniş bir yelpazeden bakarsak, doğruları görmemiz ve anlamamız daha kolay olabilir.
Hayatta hiç kimse engelli olmasın. Fakat herkes engelliyi anlasın.