Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Huzur

İnsan öyle muhteşem bir mahlukat olarak yaratılmıştır ki.
Bunların içinde üzülme ve sevinme duyguları da mevcuttur.

Peki insan Neye üzülür ?
Neye sevinir ?
Sevindigi ve üzüldüğü sebepler gerçekten uzulecek ve sevinecek sebepler midir?

İnsan hayatta bazı noktaları göremez veya farkedemez. Bundan dolayı sevineceği şeylere üzülür;
Üzüleceği şeylere ise sevinir.

Başınıza bir musibet mi geldi hastalık mı geldi ağrı mi girdi kafanıza?
Bu zahiri olarak kötü rahatsızedici vede üzücü bir olaydır.
Peki ya batıni olarak ?
Bakın Allah azze e celle ne buyuruyor âyette;

Biz mutlaka sizi biraz korku ile, biraz açlık ile, yahut mala cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele. (Bakara 155. Ayet )

Ve bakın Hz. Muhammed aleyhissalâtu vesselâm ne buyuruyor.

Bir mümine yorgunluk, ağrı, kaygı, hüzün, gam, eza isabet etse, hattâ ayağına diken batsa, günahlarına kefaret olur. İbni Hibban. :)

Peki neye seviniriz
Çok parami?
Zengin bir eş mi?
Lüks bir araba mi?
Eğlence mi?

Eğlence demişken bakın ne diyor Allah azze ve celle ?

Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı!
Ankebut 64. Ayet.

Peki biz ne yapmalıyız?
Neye sevinip Üzüleceğiz?

Cevabı ise yine Kuran-i Kerim'de

Hadid 23. Ayet

(Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız (sevimeyiniz)diye açıklamaktadır. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.

Yani kazandığına Sevinme kaybettiğine de üzülme.

Sevinip üzülmek yerine
HAMD VE ŞÜKÜR İLE SABRETMELIYIZ..

Aynen Allah azze ve celle'nin âyette buyurdugu gibi

Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir. Bakara, 153. Ayet

Karışık olmuş olabilir.

Rabbim ders cikaranlardan hakkıyla kulluk edenlerden sabır şükür ve ibadeti devam ettirenlerden eylesin bizleri.

Selam ve dua ile :)
 
Şeyh Abdulmuhsin el-Kâsım
05.01.1422 hicri

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...
Muhakkak ki hamd Allah'adır. O'na hamdeder, O'ndan yardım ve bağışlanma dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizden Allah'a sığınırız. Allah kimi hidayete erdirirse onu saptıracak yoktur. Kimi de saptırırsa ona hidayet verecek yoktur. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur; O tektir ve ortağı yoktur. Ve şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. Allah O'na, ailesine ve ashabına salât ve çokça selam eylesin.
Bundan sonra; Allah'tan tam bir takva ile ve hakkıyla korkun ey Allah'ın kulları! Çünkü takva ile nimetler artar ve belalar uzaklaşır.
Ey müslümanlar!
Allah; yaratıkların kaderlerini ve ömürlerini belirlemiş, yapacaklarını ve sonuçlarını yazmış, kazançlarını ve mallarını paylaştırmıştır. Hangisinin güzel amel işleyeceğini imtihan etmek için hayatı ve ölümü yaratmıştır. Allah'ın kazâsına ve kaderine iman etmek, imanın rükunlarından biridir. Yeryüzünde gerçekleşen her hareket ve sükunet ancak Allah'ın dilemesi ve iradesiyledir. Kainatta olan her şey, Allah'ın takdiri ve yaratmasıyla vardır.
Dünya sıkıntılarla ve kederlerle doludur. Zorluklarla ve korkularla birlikte yaratılmıştır. Sıcak ve soğuk gibi engeller ve sıkıntılarla kişi mutlaka karşılaşır. (Andolsun ki, sizi biraz korku, biraz açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden yana eksiltmekle imtihan edeceğiz; sabredenleri müjdele.) Musibetler, samimi olanla yalancının ortaya çıktığı imtihanlardır. (İnsanlar, "inandık" dedikleri halde imtihan edilmeden terkedileceklerini mi sanıyorlar?)
Nefis ancak sınamayla arınır. Musibetler gerçek adamları ortaya çıkarır. İbnu'l Cevzi şöyle der: Selametinin ve afiyetinin musibetsiz bir şekilde devam etmesini isteyen, mükellefiyeti anlamamış ve teslimiyeti kavrayamamıştır. Mümin olsun ya da kafir olsun her nefis mutlaka acıyı tadacaktır. Hayat, meşakkatler ve tehlikeler üzerine kurulmuştur. Kimse imtihan edilmekten ve acılardan bütünüyle kurtulmayı ümid etmesin. Kişi ömrünü, nimetlerin değişmesi ve musibetlerin karşılanması ile geçirir. Adem aleyhisselam'a melekler secde eder. Bir süre sonra cennetten çıkarılır.
İmtihan, isteklerin ve dileklerin tersinin gerçekleşmesinden başka bir şey değildir. Herkes mutlaka imtihanın acısını tadar. fakat bazılarının imtihanı az, bazılarının çok olur. Mümin, kendisine azap edilmesi için değil, arınması için imtihan edilir. Mutluluk anında fitnelerle, sıkıntı anında musibetlerle sınanır. (Belki dönerler diye onları hem iyilikle hem de kötülükle imtihan ettik.) İstenmeyen şey, sevilen bir şeyi birlikte getirebilir. İstenen şey de sevilmeyen bir şeyi birlikte getirebilir. Sevindirici şeyler tarafından sana zarar gelmeyeceğini sanma! Zarar verici şeyler tarafından da sana sevindirici şeylerin gelmesinden ümidini kesme! (Bazan hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur. Sevdiğiniz bir şey de hakkınızda kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.)
Nefsini, başına gelmeden önce musibetlere karşı alıştır ki, gerçekleşince etkisi hafif olsun. Musibet karşısında kaygılanma! Belâların Allah katında belirli bir süresi vardır. Kızgınlıkla konuşma! Belki dilin söylediği bir kelime, insanı helak eder. Sağlam mümin, büyük olaylar karşısında dahi kararlılık gösterir. Kalbi değişmez ve dili şikayetçi olmaz. Sıkıntıların, şikayetçi olmadan geçmesi için, mükafatını hatırlatarak ve olayı basite indirgeyerek nefsine musibeti hafiflet. Akıllı kimseler, felaketler ile birlikte düşmanların alayına da uğramamak için musibetlere karşı tahammül göstermeye devam ederler. Düşman, musibete uğradığını görünce sevinir ve mutlu olur. Sıkıntıları ve acıları gizlemek, seçkin insanların özelliklerindendir.
Belanın ateşine sabret. Çünkü çok çabuk yokolur. İşin sonu, birkaç gün sabretmektir. Helak olanlar, ancak dayanıklılığı kaybettikleri için helak olmuşlardır. Sabredenler ise, sevabın en hayırlısıyla mükafatlandırılırlar. (Elbette sabırlı davrananlara yapmakta olduklarının en güzeliyle mükafatlarını vereceğiz.) Ecirleri kat kattır. Onlar, sabretmeleri ile iki kez, hatta hesapsız ecir kazanırlar. Allah onlarla beraberdir. Zafer ve kurtuluş, sabırlarıyla bağlantılıdır.
Ey imtihana tabi tutulan kimse! Rabbin ancak, sana vermek için alıkoymuştur. Bağışlanman için seni imtihan eder. Arınman için seni sınar. Nimetlerle imtihan eder ve musibetlerle nimetlendirir. Vaktini, senin için garanti olan rızkını düşünerek geçirme! Ömrün olduğu müddetçe rızkın gelecektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: (Yeryüzünde yürüyüp de rızkı Allah'a ait olmayan hiçbir canlı yoktur.) Hikmeti gereği yollarından birini sana kapatsa, sana ondan daha faydalı bir yolu rahmeti gereği açar. İmtihan olunmayla, hayırlı insanların değeri yükselir. İyilerin ecri artar. Sa'd b. Ebi Vakkâs şöyle der: "Ey Allah'ın Rasulü! İnsanlardan hangilerinin imtihanı daha şiddetlidir?" dedim. Şöyle buyurdu: "Peygamberler, sonra salihler, sonra üstünlük sırasına göre devam eder. Kişi, dini ölçüsünce imtihana tabi tutulur. Dininde sağlamlık varsa musibeti artırılır. Dininde zayıflık varsa musibeti hafifletilir. Mümin, yeryüzünde hiçbir günahı olmadan yürüyene kadar musibete uğramaya devam eder." Bu hadisi, Buhari rivayet eder.
İmtihan yolu zor bir geçittir. Adem, o yolda yoruldu. Halil (İbrahim), ateşe atıldı. İsmail, kurban edilmek üzere yatırıldı. Yunus, balığın karnına atıldı. Hastalık Eyyub'un belini büktü. Yusuf, düşük bir fiyata satıldı. Yalanla kuyuya atıldı. Zulümle hapse atıldı. Peygamberimiz Muhammed, çeşitli eziyetlerle karşı karşıya kaldı. Sen de, imtihan edilme yolunda yürümektesin.
Dünya hiç kimse için, her türlü problemden arınmış olmadı. Kimse ondan elde etmek istediğini elde edemedi. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: "Allah kimin hayrını dilerse ona musibet verir." Bu hadisi, Buhari rivayet eder. İlim ehlinden bazıları şöyle der: "Allah'ın cennet için yarattığı kimsenin başına sürekli sıkıntı gelir. Gerçekte musibet, dinde olan musibettir. Bunun dışındaki musibetler, derecelerin artırılmasına ve günahların silinmesine sebep olan bir afiyettir. Allah'a yaklaştırmayan her nimet bir beladır. Musibete uğrayan kimse, sevaptan mahrum olan kimsedir."
Düyadan elde edemediğin şeylere üzülme. İnsanlar dünyada, ona verdikleri önem nisbetince azap edilirler. Dünya ile sevinmek, üzerine üzülmek gereken şeyin ta kendisidir. Dünyanın; acıları lezzetlerinden, hüzünleri sevinçlerinden doğar. Ebu'd Derdâ şöyle der: "Dünyanın, Allah'ın yanında ne kadar değersiz olduğunun bir delili de, Allah'a ancak dünyada isyan edilmesidir. Allah katındakine de ancak, dünyayı terketmekle ulaşılır."
Eksiklerini tamamlama, hatalarından dönme ve Alemlerin Rabbi'nin kapısında durup yalvarma gibi yapamadığın ve sana daha çok fayda sağlayacak şeylerle uğraş!
 
Şehadet Etmek
Allah'tan başka ilah olmadığına, Hz.Muhammed'in O'nun resulü olduğuna şehadet etmek. Bu şehadet islamın anahtarı ve üzerinde kurulduğu temeldir.
“La İlahe İllalah”ın manası şudur: bir tek Allah'tan başka gerçekten ibadete layık hiç bir ilah yoktur. O, hak ilahtır. O'ndan başka bütün ilahlar batıldır.
“İlah”ın manası ise kendisine ibadet edilen demektir.
Hz.Muhammed'in Resulullah olduğuna şehadet etmek ise; getirdiği haberleri tasdik etmek, emrettiği şeyi yapmak, yasakladığı şeyden kaçınmaktır. Allah'a onun şeriat kıldığı dışında hiçbir şekilde ibadet edilmez.

Namaz Kılmak
Gece ve gündüz bir günlük süre içinde beş vakit namazı kılmaktır. Allah'ın, verdiği nimetlere şükretmiş olmaları ve kulları üzerindeki hakkını yerine getirmeleri, bu esnada kulun Rabbi ile arasında bir bağ kurarak yalvarıp dua etmesi ve müslüman kişiyi kötülükten ve hayasızlıktan alıkoyması için farz kıldığı bir ibadettir.
Dinin güzel, imanın sağlam olması, Allah'ın yakın ve uzak mükafatlarına kavuşmak namazın kılınmasına bağlıdır. Kul bu dünyada ve ahirette kendisini mutlu edecek ruhi ve bedeni rahatı namaz kılmakla elde edebilir.

Zekat Vermek
Zekat, üzerine vacip olan herkesin, her sene fakir yahut muhtaçlardan onu almak durumunda olan insanlara veya zekat toplayıcısı memurlara vermesi gereken sadakadır. Zekat fakirlere vacip değildir. Dinlerinin tam olması, ahlak ve davranışlarının düzelmesi, bütün faydalı işlerin yapılması bütün müminler için gereklidir. Bununla birlikte Allah'ın kendilerine verdiği mal ve rızık yanında zekat olarak verilen miktar çok düşüktür.

Oruç Tutmak
Hicri ayların dokuzuncusu olan mubarek Ramazan ayında bütün müslümanların fecrin başlamasından güneş batıncaya kadar gündüz vakti yemeyi, içmeyi ve şehevi arzuları terk ederek oruç tutmalarıdır. Buna karşılık Allah onların dinlerini kemale erdirir, imanlarını arttırır, günahlarını bağışlar, derecelerini yükseltir. Bunlara ilave olarak orucun hikmetinden dolayı bu dünyada ve ahirette kullarına bir çok ikramlarda bulunur.

Hac Yapmak
İslam şeriatında belirtildiği gibi özel bir zamanda Allah'a özel bir ibadeti yapmak kasdıyla Mekke'deki Beytullah (Kabe)’a gitmektir. Allah'u Teala güç yetirebilene ömründe bir kere bu ibadeti yapmasını farz kılmıştır. Hacda dünyanın her yerinden gelen müslümanlar yeryüzünün en hayırlı beldesinde toplanarak ve yönetici yönetilen, zengin fakir, beyaz siyah farkı olmaksızın tek bir elbiseye bürünerek tek olan Allah'a ibadet ederler. Bu ibadetin en önemli bölümü Arafat'ta vakfeye durmak, (Müslümanların kıblesi) Kabe'yi tavaf etmek, Safa ve Merve arasında sa’y yapmaktır. Hacda sayılmayacak kadar çok dini ve dünyevi faydalar vardır.

Selam ve dua ile...
 
[FONT=arial]Bir şahıs, Harem-i Şerîfin kapısında,[/FONT]
[FONT=arial]“Ey doğrulara yardım eden, haramlardan kaçınanları koruyan Allâhım!..” diyerek hep aynı duâyı okuyordu.[/FONT]
[FONT=arial]Ona, Sen başka duâ bilmez misin? dediler.[/FONT]
[FONT=arial]O şöyle açıkladı, bu duâyı tekrar etme sebebini:[/FONT]
[FONT=arial]Ben Beyt-i Şerîfi tavâf ederken ayağıma takılan bir şeyi eğilip aldım. Bir de baktım ki, içinde bin altın bulunan bir kese.[/FONT]
[FONT=arial]Şeytanımla îmânım mücâdeleye tutuştular.[/FONT]
[FONT=arial]Bin altın çok para, senin bütün ihtiyaçlarını karşılar dedi şeytanım.[/FONT]
[FONT=arial]Îmânım ise, Bu haramdır, boşuna saklama; sahibini bul, teslim et! dedi.[/FONT]
[FONT=arial]Ben böyle mücâdele içinde iken, birinin sesi duyuldu:[/FONT]
[FONT=arial]Burada, içinde bin altınım bulunan kesem kaybolmuştur. Kim buldu ise getirsin, ona otuz altın müjde vereyim! Bin haramdan otuz helâl hayırlıdır, diyerek keseyi sahibine teslim ettim.[/FONT]
[FONT=arial]O da bana otuz altın verdi. Bunu alıp bakırcılar çarşısında gezerken, bir Arap kölenin bu paraya satıldığını görünce, hemen satın aldım.[/FONT]
[FONT=arial]Bir müddet sonra bu kölenin yanına bir kısım Araplar gelip gizlice konuşmaya başladılar. Köleden ne konuştuklarını sordum.[/FONT]
[FONT=arial]Saklamayıp aynen anlattı: Ben Mağrip sultânının oğluyum. Babam, Habeş melikiyle cenk edip savaşı kaybetti. Beni de esir alıp buralarda sattılar. Babam bunları göndermiş, elli bin altın da vermiş ki, beni satın alıp götürsünler. Sen bana çok iyilik ettin, kendi evlâdın gibi baktın. Bundan dolayı memnun kaldım. Bunlar beni satın alacaklar; sakın az altına râzı olma, elli bin altına sat beni.[/FONT]
[FONT=arial]Dediği gibi oldu. Elli bin altına sattım köleyi. Bu kadar büyük sermaye ile bir kısım mallar alıp Bağdata gittim. Orada açtığım dükkânda mallarımı satıyordum. Bir tanıdığım gelip, Meşhur bir tüccar dostum vefât etti, ay gibi güzel kızcağızı yalnız kaldı. Gel bunu sana alalım dedi. Ben de kabul ettim. Kızın, çeyiz olarak getirdiği birtakım tabakların üzerinde içi altın dolu keseler vardı. Hepsinin üzerinde de biner altın yazılı iken, birinde dokuz yüz yetmiş altın yazılı idi. Bunun sebebini sorduğumda kızcağız dediki:[/FONT]
[FONT=arial]Babam bu keseyi Harem-i Şerifte kaybetmiş. Bulan bir helâlzâde keseyi iâde edince, otuz altını ona müjde olarak vermiş, ondan geriye kalanlardır bu kesedeki altınlar. Bunun üzerine ben Allâha hamd ve şükürlerde bulundum; bunlar hep doğruluğun, iyiliğin bereketi, diyerek hâdiseyi kızcağıza anlattım. Sürur ve saâdetimiz daha da perçinlenmiş oldu!..[/FONT]
[FONT=arial](Nevâdir-i Süheylî, Sayfa: 280-81)

Rabbim bize helalinden yiyip helalinden kazanmayı her işimizde helal olanı gözetmemizi nasip etsin :) amin

selam ve dua ile.....[/FONT]
 
1.KUDSİ HADİS

Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

"Ey âdemoğlu!

Öleceğini kesinlikle bilen bir kimsenin, nasıl sevindiğine şaşarım!

Yine, hesaba çekileceğine kesin olarak inanan bir kimsenin nasıl mal topladığına, kabre gireceğini kesin olarak bilen bir kimsenin nasıl güldüğüne şaşarım!

Âhirete inancı olanın dünyada nasıl huzur bulduğuna, dünyanın geçiciliğini bilen birinin ona nasıl güvenip bel bağladığına şaşarım!

Yine dili ile âlim kalbi ile cahil olana, su ile bedenini yıkayıp temizleyen fakat kalbi temiz Olmayana insanların kusurları ile meşgul olduğu halde kendi kusurlarına hiç bakmayana şaşarım!

Yüce Allah’ın kendisini gördüğünü bildiği halde O’na isyan edene şaşarım!

Tek başına öleceğini, kabre gireceğini, hesap vereceğini bilen birinin beni bırakıpta nasıl insanlarla yakın dostluk kurduğuna şaşarım!

Hiç şüphesiz benden başka ilah yoktur ve Muhammed benim kulum ve resulumdur.


“ Ey Rabbim !

Beni insanların nazarında büyük, Kendi nazarında da küçük eyleme… ”

___ Hz. Ebû Bekir ( R.Anh )


2.KUDSİ HADİS

Yüce Allah c.c. şöyle buyurmaktadır:

Ben, benden başka ilah olmadığına, hiçbir ortağımın bulnmadığına ve Muhammedin benim kulum ve elçim olduğuna kendi nefsimi şahit tutarım.

Her kim benim kaderime razı olmaz, verdiğim belaya sabretmez, nimetlerime şükretmez, verdiğim rızka kanaat etmez ise benden başka bir rabbe kulluk etsin.

Her kim dünya için hüzünlenir ve kederlenirse bana kızmış gibidir. Kim bir musibetten şikayette bulunursa benden şikayette bulunmuş olur.

Her kim bir zenginin yanına çıkar ve ona sırf zenginliği sebebiyle tevazuda bulunursa dininin üçte biri gider.

Biri öldü diye dövünerek yüzünü yırtan kimse, mızrağını alarak benimle savaşmış gibidir. Bir kabrin üstündeki bir ağacı kesen kimse, eliyle kabemin kapısını yıkmış gibidir.

Kazancını hangi yoldan elde ettiğine aldırış etmeden yiyen biri; Allah’ın onu hangi kapıdan cehenneme atacağına aldırış etmiyor demektir.

Her yeni gününde dini için kazançta olmayan herkes kayıptadır. Kayıpta olan kişi için de ölüm daha hayırlıdır.

Her kim ki bildiğiyle amel ederse Allah ona bilmediği ilimleri öğretir.

Emelini uzun tutanın ameli hâlis olmaz."


“ Ey Rabbim !

Beni insanların nazarında büyük, Kendi nazarında da küçük eyleme… ”

Kudsi Hadisler - İmam Gazali

Allah azze ve celle bizleri kendine hakkıyla kul olanlardan eylesin bizleri iyilik ile yogursun Rabbim bizlere iyilik versin iyilik göstersin iyilik yaptırsın. Rabbim bizleri şirke uzak ibadet e yakın eylesin dertlilere davalar borclulara edalar hastalara şifalar versin. Bekar olanlara imanlarinı kuvvetlendirip allaha yaklastiracak eşler evli olanlara hayırlı ve sağlıklı evlatlar nasip etsin. Rabbim razı olacağı ömür yasatsin bizlere razi olacağı ameller işlemeyi nasip etsin. AMİN.
 
[FONT=arial black]Resulullah (sav) buyurdular ki:[/FONT]​
[FONT=arial black][/FONT]​
[FONT=arial black]"Allah Teala Hazretleri diyor ki: Ben, kulumun benim hakkımda yaptığı zanna göreyim. O , beni zikretti mi onunla beraberim. Eğer o beni nefsinde zikrederse ben de onu onunkinden daha hayırlı bir cemaat içerisinde zikrederim. O bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir zira yaklaşırım, o bana bir zira' yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim." [Buhari, Tevhid 50; Müslim, Zikr 2, (2675); Tirmizi, Da'avat 142, (3598)][/FONT]​
[FONT=arial black][/FONT]
 
İslam hangi alanlara müdahale eder?

1. “Sesini yükseltme” diyen İslam, sese müdahale eder. ( وَٱغۡضُضۡ مِن صَوۡتِكَۚ) [Lokmân suresi 19]

2. “Gözlerini (harama) kıs” diyen İslam, gözün görüş açısına müdahale eder. (قُل لِّلۡمُؤۡمِنِینَ یَغُضُّوا۟ مِنۡ أَبۡصَـٰرِهِمۡ وَیَحۡفَظُوا۟ فُرُوجَهُمۡۚ) [Nûr suresi 30]

3. “Şımarık şımarık yürüme” diyen İslam, yürüme şekline müdahale eder. (وَلَا تَمۡشِ فِی ٱلۡأَرۡضِ مَرَحًاۖ) [İsrâ suresi 37]

4. “Kimsenin sözlerini dinlemek suretiyle casusluk yapma” diyen İslam, dinleme şekline müdahale eder. (وَلَا تَجَسَّسُوا۟) [Hucurât suresi 12]

5. “Kaş, göz ve dil ile kimseyi incitme” diyen İslam, kaşına, gözüne ve diline müdahale eder. ( وَیۡلࣱ لِّكُلِّ هُمَزَةࣲ لُّمَزَةٍ) [Hümeze suresi 1]

6. “Yemekte israf etme” diyen İslam, yeme-içmene müdahale eder. ( وَكُلُوا۟ وَٱشۡرَبُوا۟ وَلَا تُسۡرِفُوۤا۟ۚ إِنَّهُۥ لَا یُحِبُّ ٱلۡمُسۡرِفِینَ) [A'râf suresi 31]

7. “İnsanlarla güzel konuş” diyen İslam, nezaket üslubuna müdahale eder. وَقُولُوا۟ لِلنَّاسِ حُسۡنࣰا Bakara Sûresi 83

8. “Ölçü ve tartıyı adaletli yapın” diyen İslam, alış verişine müdahale eder. (وَأَوۡفُوا۟ ٱلۡكَیۡلَ إِذَا كِلۡتُمۡ وَزِنُوا۟ بِٱلۡقِسۡطَاسِ ٱلۡمُسۡتَقِیمِۚ) [İsrâ suresi 35]

9. “Temiz ve helal yiyin” diyen İslam, yediğine müdahale eder. (یَـٰۤأَیُّهَا ٱلنَّاسُ كُلُوا۟ مِمَّا فِی ٱلۡأَرۡضِ حَلَـٰلࣰا طَیِّبࣰا) [Bakara suresi 168]

10. “Bilgiyi araştır” diyen İslam, bilgi kirliliğine ve kaynağına müdahale eder. (وَلَا تَقۡفُ مَا لَیۡسَ لَكَ بِهِۦ عِلۡمٌۚ) [İsrâ suresi 36] (یَـٰۤأَیُّهَا ٱلَّذِینَ ءَامَنُوۤا۟ إِن جَاۤءَكُمۡ فَاسِقُۢ بِنَبَإࣲ فَتَبَیَّنُوۤا۟) [Hucurât suresi 6]

11. “Sabah namazı kıl” diyen İslam, uykuna müdahale eder. (أَقِمِ ٱلصَّلَوٰةَ لِدُلُوكِ ٱلشَّمۡسِ إِلَىٰ غَسَقِ ٱلَّیۡلِ وَقُرۡءَانَ ٱلۡفَجۡرِۖ ) [İsrâ suresi 78]

12. “Kimseyi incitmeyeceksin” diyen İslam, başıboşluğuna ve duyarsızlığına müdahale eder. (فَأَمَّا ٱلۡیَتِیمَ فَلَا تَقۡهَرۡ ۝ وَأَمَّا ٱلسَّاۤىِٕلَ فَلَا تَنۡهَرۡ) [Duhâ suresi 9 - 10]

13. “Elbiseni temiz tut” diyen İslam, temizliğine müdahale eder. (وَثِیَابَكَ فَطَهِّرۡ) [Müddessir suresi 4]

14. “Cimri olma” yüzü asık olma, cömert ol, diyen İslam, ahlakına müdahale eder. (وَلَا تَجۡعَلۡ یَدَكَ مَغۡلُولَةً إِلَىٰ عُنُقِكَ وَلَا تَبۡسُطۡهَا كُلَّ ٱلۡبَسۡطِ فَتَقۡعُدَ مَلُومࣰا مَّحۡسُورًا) [İsrâ suresi 29]

15. “Zekât ver” diyen İslam, para ve mal varlığına müdahale eder. (وَأَقِیمُوا۟ ٱلصَّلَوٰةَ وَءَاتُوا۟ ٱلزَّكَوٰةَ) [Bakara suresi 43]

16. “Örtüneceksin, iffetli olacaksın” diyen İslam, giyim kuşamına müdahale eder. (یَـٰۤأَیُّهَا ٱلنَّبِیُّ قُل لِّأَزۡوَ ٰ⁠جِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاۤءِ ٱلۡمُؤۡمِنِینَ یُدۡنِینَ عَلَیۡهِنَّ مِن جَلَـٰبِیبِهِنَّۚ) [Ahzâb suresi 59]

17. “Oku” diyen İslam, cehaletine müdahale eder. ( ٱقۡرَأۡ بِٱسۡمِ رَبِّكَ ٱلَّذِی خَلَقَ) [Alak suresi 1] ( قُلۡ هَلۡ یَسۡتَوِی ٱلَّذِینَ یَعۡلَمُونَ وَٱلَّذِینَ لَا یَعۡلَمُونَۗ إِنَّمَا یَتَذَكَّرُ أُو۟لُوا۟ ٱلۡأَلۡبَـٰبِ) [Zumer suresi 9]

18. Dernek, vakıf ve stk kurmayı emreden İslam, yalnızlığına ve bireysel yaşama biçimine müdahale eder. (وَلۡتَكُن مِّنكُمۡ أُمَّةࣱ یَدۡعُونَ إِلَى ٱلۡخَیۡرِ وَیَأۡمُرُونَ بِٱلۡمَعۡرُوفِ وَیَنۡهَوۡنَ عَنِ ٱلۡمُنكَرِۚ وَأُو۟لَـٰۤىِٕكَ هُمُ ٱلۡمُفۡلِحُونَ) [Âl-i İmrân suresi 104]

19. Cihat yapmanı emreden İslam, hayat hakkına ve sivil hayatına müdahale eder. (وَجَـٰهِدُوا۟ فِی ٱللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِۦۚ ) [Hac suresi 78]

20. “Çalmayacaksın, öldürmeyeceksin, fitne çıkarmayacaksın” diyen İslam, toplum kurallarına uymayanlara müdahale eder. (وَٱلسَّارِقُ وَٱلسَّارِقَةُ فَٱقۡطَعُوۤا۟ أَیۡدِیَهُمَا ) [Mâide suresi 38] ( وَٱلۡفِتۡنَةُ أَكۡبَرُ مِنَ ٱلۡقَتۡلِۗ) [Bakara suresi 217]

İslamın müdahale alanı elbette bunlarla sınırlı değildir. Bundan daha fazlası da vardır...
 
Hepsi toplum ve insanın iç dünyasına yönelik.Bunları uygulasa idi insanlar refah ve huzura kavuşurdu.
 
Uygulayip uygulamama konusunda Haklısın malesef ki

Okuduğunuz için teşekkür ederim sungate_ ☺
 
O ne güzel rehberdir okuyup anlayıp uygulayana
 
Kolaylaştırmak veya Zorlaştırmak
Kırmak veya onarmak,
dürüst olmak yada dürüst olmamak
samimi olmak yada samimiyetsiz davranmak
düşünceli olmak veya bencil olmak
saygı duymak veya saygısızlık yapmak
sevgi duymak yada sevgi göstermemek
iyilik yapmak veya kötülük yapmak
anlamak yada anlamamak
huzur vermek veya huzursuzluk çıkartmak
mutluluk vermek veya mutsuzluk vermek
Destek olmak veya köstek olmak
gülümsemek veya kaşlarını çatmak
tebessüm etmek yada sinsi davranmak
inanmak veya inanmayıp kuyu kazmak
güven vermek veya güvensizlik
kalp kırmak yada bir kalbi onarmak
sevmek sevilmek huzur vermek saygı göstermek

Bir insanın kalbinde en güzel köşesinde yer almak :eek: insana kalacak olan bu dur

en önemlisi en güzeli ve en fayda vereni ise tüm bu iyilikleri ve güzellikleri;

ALLAH azze ve celle için yapabilmek...
Bakın Allah azze ve celle ne buyuruyor kur'an -i kerimde;
[FONT=medium-content-serif-font]"İnsana ancak çalıştığının (yaptığının) karşılığı vardır."[/FONT](Necm suresi 39 ayet)

Allah'ın rızasını kazanan kullardan olmak duasıyla,

SELAM VE DUA İLE :eek:

Evet arkadaşlar bunların hepsi bedava (İYİ VEYA KÖTÜ) istediğinizi yapabilirsiniz :eek:
 
Alemlere rahmet iki cihan serveri Efendimiz (sav) bize sadakayı çok vermemizi telkin etmektedir. "Verecek bir şeyimiz yok Ya Rasülallah" diyenlere de "İnsanlara tebessüm etmeniz de bir sadakadır" buyurmuşlardır.
Bu da bedava siz siz olun bol bol sadaka verin.
 
Son düzenleme:
Allah korkusu ile ağlamak göz yaşı dökerek olabileceği gibi, kalbin hüzünlenmesi ile de olabilir.

İşlenen suçların ve günahların çoğunu, bunları yapan kişilerde Allah korkusunun bulunmayışına bağlarız. “Bu kimseler Allah’tan korkup Onun azabından çekinselerdi, bu işleri yapmazlardı.” deriz. Acaba Allah korkusu nasıl olmalıdır? Yalnızca dehşet ve korku üzerine kurulmuş bir disiplini, İslâm'ın hoşgörü muhtevası ve Cenab-ı Hakk'ın sonsuz rahmetiyle nasıl bağdaştırabiliriz?

Kur’ân-ı Kerim’de mü’minler şöyle anlatılır:

“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’ın adı anıldığı zaman kalbleri titrer. Kendilerine Onun âyetleri okunduğunda imanları artar ve onlar yalnız Rablerine tevekkül ederler.” 1

Bu âyetten anlaşıldığı gibi, iman nurunun artmasıyla Allah korkusunun kalbde yerleşmesi arasında çok yakın bir ilgi ve irtibat vardır. Allah’ın âyetleri okundukça imanın ziyadeleşmesi ne demektir? Bu hususu merhum Elmalılı şöyle izah eder:

“İlim ve amel cihetinden gelen deliller arttıkça tahkikî iman inkişaf eder. Yakîn ve iman ziyadeleşir.”2

Tahkikî imanın da mertebeleri vardır. Bunlardan ilmelyakîn mertebesi, delillere dayanarak şüphelere karşı koyar. Taklidî, yani anne ve babadan devralınan ve derin bir araştırmaya dayanmayan bir iman, bazan tek bir şüphe karşısında bile mağlûp olabilirken, delillere dayanarak elde edilen bir iman sayısız şüphe karşısında dahi sarsılmaz.

Tahkikî imanın ikinci bir mertebesi aynelyakîndir ki, onun da kendi içinde mertebeleri mevcuttur. Allah’ın kâinatta tecellî eden güzel isimleri ve bu isimlerin mertebeleri kadar mertebesi vardır. Mü’min o tecellîleri görüp okuyabilme kabiliyeti nisbetinde sağlam ve sarsılmaz bir imana sahip olur. Bu safhanın en yüksek mertebelerinde artık kâinatı bir Kur’ân gibi okuyabilecek dereceye gelmiştir. Yani, meselâ bir çiçek üzerinde Cenab-ı Hakk'ın Halık, Musavvir, Müzeyyin, Mülevvin, Cemil, Rahim gibi isimlerini okur. Onu yaratan, sûret veren, süsleyen, renklendiren, güzelleştiren ve şefkat ve merhamet gösteren bir yaratıcısının isimlerinin tecellilerini seyreder.

Üçüncü mertebe de hakkalyakîn olarak isimlendirilir. Bu dereceye ulaşan bir kimse artık varlık âlemlerini saran perdeleri geçmiş ve şüphelerin ordular halinde hücumu karşısında dahi sarsılmayacak bir imana erişmiştir.3

Peygamberlerin ve maneviyat rehberlerinin imanı bu derinliğe sahiptir. Miracda Cenab-ı Hakk'ın cemâl ve kelâmına muhatap olan Resul-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) ve onun izinden giderek yerde iken Arş-ı Âlâyı temâşâ edebilecek kadar ruhen terakkî eden Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin kuvvetli imanları bu mertebeye misal olarak verilebilir.

Bu umman misali imana ancak ilim yoluyla ulaşılabilir. Tabiî ki, bu ilmin, insanı imana götüren bir ilim olması şarttır. İşte her an ilimle bu iman mertebelerinde yükselenlerin, Cenab-ı Hakk'ın huzurunda imişçesine duydukları haşyet ve ürpertiyi tarif etmek mümkün müdür?

“Allah’tan ancak ilim sahipleri korkar.”4

meâlindeki âyet-i kerimede bu hakikat ifade edilmektedir. Bu hürmet ve haşyet, her mü’minde imanın derecesine göre tecellî eder.

Çünkü insan ilim vasıtasıyla Rabbini tanıdıkça Ona olan sevgisi ve saygısı artmaktadır. Zira bütün kemâl mertebelerinin üzerindeki sonsuz bir kemâl, elbette ki sonsuz bir hürmete lâyıktır. Üstün vakarıyla ve eşsiz şahsiyetiyle erişilmez bir mertebeye sahip bir maneviyat büyüğünün huzurunda nasıl içimizi sevinçle karışık bir ürperti kaplıyorsa, onun sayısız defa üstünde bir kemâlin sahibi olan Cenab-ı Hak katında nasıl bir ruh hali içine gireceğimizi düşünelim.

Allah sonsuz rahmet ve şefkat sahibi olduğu gibi, sonsuz derecede gayret ve izzet sahibidir aynı zamanda. Pekçok Kur’ân âyetinde tekrarlandığı üzere, Allah hem Rahîm’dir, hem Azîz’dir. Rahîm isminin gereği olarak bütün varlık âlemini sonsuz şefkat ve rahmetiyle kucaklarken, Azîz ismiyle de, kanunlarına isyan edenleri ve bu isyanlarıyla izzetine dokunanları cezalandırmaktadır.

Bu itibarla, Cenab-ı Hakkın huzurunda olan bir kul, bir taraftan o sonsuz rahmetin câzibesiyle kendisinden geçmiş, diğer taraftan da gazabının dehşeti karşısında kalbi titrer bir vaziyettedir. Böyle bir insanın Allah’ın emirlerine isyan edip yasaklarını çiğnemesi mümkün müdür?

Bu korku da, tıpkı sevgi gibi, insanı Allah’a götürür. Bediüzzaman’ın izah ettiği gibi,

“Halik-ı Zülcelâlinden havf etmek [korkmak], Onun rahmetinin şefkatine yol bulup iltica etmek demektir. Havf [korku] bir kamçıdır, Onun rahmetinin kucağına atar. Mâlûmdur ki, bir vâlide, meselâ bir yavruyu korkutup sînesine celb ediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü şefkat sinesine celb ediyor. Halbuki, bütün vâlidelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem’asıdır [parıltısıdır]. Demek, havfullahta [Allah korkusunda] bir azîm [büyük] lezzet vardır.” 5

Şu halde, korkunun veriliş maksadı da insanı Allah’a götürmektir. Bu bakımdan, bu duygumuzu başka yerlerde kullanıp asıl maksadından uzaklaştırırsak, büyük zararlara uğrarız. Nasıl sevgimizi yanlış yerlerde kullandığımızda, sevdiklerimizden karşılık görmemek; aksine onlar tarafından tahkir edilmek ve kalbimizdeki onca sevgiye rağmen onlardan ayrılmak gibi acılarla o sevgi bizi ıztıraplar içinde boğan bir duygu haline gelir. Aynı şekilde, korku duygusunun yanlış yerde kullanılması da, insanın hayatını zindana çevirir. Çünkü korkulmaya değmediği halde korktuğumuz varlıklar bize gayet sıkıntılı bir zillet yaşatmaktan başka hiçbir şey yapamazlar. Ne yardımcı olabilirler, ne de korkumuzu teskin edebilirler. Aksine, duygusuz bir merhametsizlikle sırtlarını çevirerek veya hücumlarını şiddetlendirerek bizleri perişan ederler.

Korku hissinin iman ve tevekkülle olan alâkası Sözler’de şöyle anlatılır:

“Tam münevverü’l-kalb bir âbidi [kalbi nurlanmış bir mü’mini] küre-i arz [dünya] bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz. Belki, harika bir kudret-i Samedâniyeyi [Allah’ın kudret tecellîlerini] lezzetli bir hayret ile seyredecek. Fakat meşhur bir münevverü’l-akıl denilen [aklını ilim ve düşünce ile aydınlattığı iddia edilen] kalbsiz bir fâsık feylesof ise, gökte bir kuyruklu yıldızı görse yerde titrer. ‘Acaba bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın mı?’ der, evhâma düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan Amerika titredi. Çokları gece vakti hânelerini terk ettiler.)” 6

Dipnotlar:

1. Enfâl Sûresi, 2.
2. Hak Dini Kur'ân Dili, 3:2367
3. Bediüzzaman Said Nursi. Emirdağ Lahikası-I, s.102, 103.
4. Fâtır Sûresi, 28
5. Sözler, s. 331
6. age.

(Mehmed Paksu, Çağın Getirdiği Sorular)


Selam ve dua ile...:eek:
 
İşlenen fiil kalbe sıkıntı verirse akan gözyaşı o vakit değerli. Diğer türü dünyalık içindir
Malda yalan mülkte yalan var birazda sen oyalan
 
Allah razı olsun,emeğinize sağlık.Çok güzel bir yazı.:)
Sevgi ve korku bağlantılı duygular gerçekten,bir pilin iki kutbu gibi.Sevgi korkuya,korku sevgiye götürür.İnsan sevgisi kadar korkuyor rabbinden ve hakeza her şeyden.Rabbini seven onun rızasından mahrum olmaktan,yaratılmış bir insanı seven onu kaybetmekten ve hakeza malını seven de malını kaybetmekten..Korkularından kurtulmak için çabalar durur insan habire.Halbuki bu beyhude bir çabadır.Korku fıtridir ve onu bertaraf etmek mümkün değildir.Önemli olan korkuyu doğru yere yerleştirip(rıza-i ilahi) Cenab-ı Allah’ın sevgisini kesbetmektir.
 
(ben);bt18660' Alıntı:
İşlenen fiil kalbe sıkıntı verirse akan gözyaşı o vakit değerli. Diğer türü dünyalık içindir
Malda yalan mülkte yalan var birazda sen oyalan

Tam anlayamadım ama kusura bakmayın (ben)
İşlediğimiz iyi ve hayırlı amelleri yaparken kalp değil eğer nefis rahatsız oluyorsa o zaman tamamdır

Haklısınız dünyada malda talan o yüzen birazda,
ALLAH yolunda oyalan desek daha doğru olur :eek:
 
Estağfurullah hocam, işte o sıkıntı gözyaşı olursa değerli olur
Bu dünya oyun oyalanma yeri
 
Amin inşa ALLAH rabbim sizden de razı olsun. Rahmetini üzerimizden eksik eylemesin. :eek:
Aynen insan malesef ki bu sevgi ve korku duygusunu genellikle dünyalıklar üzerine kuruyor. Ve ne yazık ki dünyalık üzere kurulduğu için üzülmek kırılmak incinmek kaçınılmaz oluyor. Ve korku ile sevgiyi böyle kullandığımız müddetçe üzülmemizde bu hep böyle Devamlı olacaktır.. sizinde dediğiniz gibi bu beyhude bir çabadır..rabbim bizleri böyle duygu ve çabalardan muhafaza eylesin.

Fıtridir korku evet çünkü allah azze ve celle havf ve reca arası olun demiştir.
Bunu söylerken bizleri uyarmak mahiyetinde söylemiş ve yaşantımıza hal ve hareketlerimize helal haram yönlerine haklara haksızlıklara kötülüklere saygisizliklara vb. Durumlara dikkat etmemizi istemiştir. Burası havf yani korku tarafıdır egerki bunları hakkıyla gözetebilirsek o zaman bize reca yani ümit kapısı da açılır :)

Ve zaten önemli nokta havf ve race meselesi ;
Allah azze ve celleden korkun korkarken haram işlemeden günaha girmeden ümit ile bekleyin zira böyle yapınca kurtuluşa erenlerden oluruz inşa ALLAH .

Rabbim bizleri iman üzere yaşayan ve iman ile vefat edip rızasını kazanan kullarindan eylesin amin inşa ALLAH :eek:
meryemce - selam ve dua ile :eek:
 
(ben);bt18665' Alıntı:
Estağfurullah hocam, işte o sıkıntı gözyaşı olursa değerli olur
Bu dünya oyun oyalanma yeri
Aynen

RABBİM rahmeti ile bizleri doğru yoldan ayırmasın rızasına uygun bir ömür nasip etsin.
Ve göz yaşını allah için akıtan kullardan olmak dileğiyle
Amin inşa ALLAH selam ve dua ile :)
 
Allahın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun
 
Sonuna kadar okuyun 😇

Tevekkül[/B
],
sözlükte “birisini vekil edinmek, işini ona bırakmak, işi başkasına ısmarlamak” gibi manalara gelir. Kavram olarak ise tevekkül,“Bir sonuca alaşmak için gerekli olan sebeplere teşebbüs ettikten sonra başarıyı Allah’dan beklemek, Onun takdirine razı olmak.” demektir.

Müslümanın tevekkül anlayışını en veciz biçimde ifade eden şu hadis-i şerifi beraber okuyalım:

“Çalışmak âdetim, tevekkül hâlimdir.”(1)

Ve Risale-i Nur’da geçen özlü bir tevekkül tarifi:

“Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek ve esbaba teşebbüs ise bir nevi dua-yı fiilî telâkki ederek, müsebbebatı yalnız Cenâb-ı Hakk’dan bilmek, neticeleri O’ndan istemek ve O’na minnettar olmaktan ibarettir.”(2)

Müslüman, dünya hayatını daha güzel imkanlarla ve daha rahat bir şekilde geçirmek için gerekli sebeplere tam olarak teşebbüs eder, ama şunu da çok iyi bilir ki, "Bu dünya zevk ve lezzet yeri değil, ancak imtihan meydanıdır ve âhiretin tarlasıdır. İmtihanda, tarlada, sıkıntı vardır. Ferah, imtihan ötesi ve hasat sonrasıdır.” Bunun için dünyanın musibet ve sıkıntılarına karşı psikolojik olarak bir ön hazırlığa sahiptir.

O, herkesi misafir ve her şeyi geçici bilir. Hiçbir hâdiseye olduğundan fazla kıymet vermez. Ve ömrünü huzur içinde geçirir.

Gerçekten de tevekkül en büyük bir huzur kaynağıdır. İnsanın önünde çok menziller var. Kabre girmeden önce çoğu zaman, hastalıklara, musibetlere, çaresizliklere, ihtiyarlığa da uğrar. Bütün bu safhalarda insan tevekkülsüz yaşayabilir mi?

Bir hasta, muayene olma ve ilâç alma safhalarından sonra şifa bekleme dönemine girer. Doktoru da yanıbaşında onun iyileşmesini beklemektedir. Bu ikili bekleyiş Allah’a tevekkülden başka bir şey değildir.

Tevekkül, hastalığa olduğu gibi, ihtiyarlık mevsimi ile insanın yüzüne daha fazla vuran, ölüm habercisi soğuk rüzgârlara karşı da en sağlam zırhtır. Bundan mahrum olanların tenleri hangi cins kumaşla sarılı olursa olsun, canları her an iğnelenmekte, huzurları daima zedelenmektedir.

Mümin, sebepler dünyasında yaşadığının, ekmeden biçemeyeceğinin şuurundadır. Bunun yanında toprak zerrelerinin insanı tanımaktan onu merhamet etmekden çok uzak olduğunu ve gıda maddelerini yapacak ilme, kudrete ve iradeye de sahip bulunmadıklarını da çok iyi bilir.

Sebeplere teşebbüs ettikten sonra Allah’a tevekkül eder. Zira, ağaçtan meyve topraktan hububat ve topyekûn kâinattan insan süzüp çıkaran O’dur.

Sebeplere teşebbüs etmemeyi Allah’ın bu kâinatta koyduğu fıtrat kanunlarına isyan olarak değerlendirir. Ama, neticeyi sebeplerden değil, Allah’dan bekler; duasını, niyazını, şükrünü ancak O’na yapar.

Peygamberimiz (asm.),

“Senin en büyük düşmanın nefsindir.”(3)

buyuruyor. Bu ikazın ışığında şunu hemen söyleyebiliriz: Biz bu en büyük düşmanımıza karşı, Rabbimize en azim bir tevekkülle sığınmak mecburiyetindeyiz.

En büyük düşmanımız nefis ve onun teşvik edicisi şeytandır. Önümüzde, dünya sevgisi, mahlûkata güvenme, makam sevgisi, desinler, demesinler, kibir, gurur, hırs, tamah, haset, gıybet, iftira... herbiri nice ruhları yaralımış, nice imanları götürmüş korkunç dalgalar var.

Bu dalgaları aşmak için Allah’ın emirlerine uyma ve yasaklarından kaçınmayı müteakip, ellerimizi Dergâh-ı İlâhî’ye açıp, O’na dua etmek, O’ndan yardım dilemek ve yalnız O’na tevekkül etmekten başka bir çaremiz var mı?

Tevekkül, bütün canlıların hatta cansızlar âleminin de yaratılışlarında var.

Toprağın altında bekleşen tohumlar, yumurtalarını uzak denizlere bırakıp geri dönen balıklar, rızık kaygusuna düşmeden ve doğum kontrolu hesabına girmeden yavru yapan hayvanlar ve nihayet yollarını bilmeden süratle dönen gezegenler birer tevekkül sahnesi sergiliyorlar.

Başta da işaret ettiğimiz gibi, tevekkül yüksek bir haslet, ulvî bir seciyedir. İnsan ruhu için ayrı bir terakki vesilesidir. Kul ile Rabbi arasında manevî bir rabıtadır.

Allah’a tevekkül eden insan, kalben O’na teveccüh etmiş demektir. Bu teveccüh, başlı başına bir salih ameldir, bir ibadettir. İstenen dünyevî maksat gerçekleşsin veya gerçekleşmesin, uhrevî mahsûl alınmış; ruh, huzurun zevkine ermiş, Allah’ı anmanın safâsını sürmüştür.

Allah’ı zikretme, yâni O’nu hatırlama, yâd etme sadece bildiğimiz ibadetlere mahsus değildir. Sabır, teslim, rıza, havf, reca da ayrı birer zikirdirler. Tevekkülü de böyle ulvî bir zikir olarak kabul etmek gerek.

Tevekküle karşı çıkanlar, nefislerine itimad ederler, Allah’ın lütfunu, yardımını, keremini hiç düşünmezler. O’nun mülkünde yaşadıklarından ve varlık adına her neleri varsa, hepsini O’nun bahşettiğinden gafildirler. Bedenlerindeki her hücrenin ve kâinattaki her sistemin İlâhî iradeyle terbiye edildiğini unuturlar.

Aslında bu kişiler, alemlerin Rabbine bilmeyerek de olsa itimad etmekle hayatlarını endişesiz sürdürürler ve bir nevi tevekkül içinde yaşarlar. Yatağa girip gözlerini kapadıklarında kendilerini ve çevrelerindeki bütün eşyayı mutlak bir iradeye teslim etmekle rahatça uyuyabilirler. Yemek yedikten sonra sindirim faaliyetlerini hiç düşünmez kendi işlerine bakarlar. Ama tevekkülden bahis açıldı mı hemen enaniyetleri kabarır ve bu ulvi meziyyete şuursuzca karşı çıkarlar.

Allah’a tevekkül etmeyen insan, bütün ihtiyaçlarını kendi gücüylü karşılayabileceği ve yine bütün düşmanlarını da o aciz kuvvetiyle etkisiz hale getireceği vehmine kapılar. Böyle bir kişiye soralım:

- Zelzele olmasın diye yerin derinliklerine sağlam kazıklar mı çakacaksın?

- Başımıza yıldızlar yağacak olsa yer ile gök arasına sedler mi kuracaksın?

- Yağmur “gelmiyorum” dedi mi, denizi buharlaştıracak ve o buharları rüzgara yükleyip muhtaç beldelere sevkedecek bir gücün mü var?

- İhiyarlığa ve ölüme durun diyebiliyor musun?

- Işığı azalmasın diye güneşe yakıt mı ihraç edeceksin? Ondaki kara lekeleri sulu boyayla gidermeyi mi plânlıyorsun?

- Arz küremiz arıza yapsa, aşağı inip arkadan itekleyeceğini mi sanıyorsun?

- Korkusunu yenmek için, karanlık sokaklardan şarkı söyleyerek geçen bir çocuk psikolojisi içinde, ölüm korkusunu kahkahayla boğmaya mı çalışıyorsun?

Mü’minin ruhu bütün bu ve benzeri gülünçlüklerden arıdır, temizdir, sâfidir. Çünkü o, kul olduğunu bilir. Bütün alemleri Allah’ın terbiye ettiği inancını taşır. Bütün mülk aleminin yegane maliki olarak Allah’ı tanır. Onun izni olmadan kimsenin ne zarar ne de fayda vermeye güç yetiremeyeceğine inanır. Kendine düşen görevleri eksiksiz yerine getirdikten sonra, bütün sonuçlar için Rabbine tevekkül eder. Onun takdirini rıza ile karşılar. Bu tevekkül ve teslim şuuruyla daha bu dünyada iken manevi bir cennet hayatı yaşar.

Dipnotlar:

(1) bk. Hadis-i şerif.
(2) bk. Sözler, Yirmi Üçüncü Söz.
(3) bk. Aclûnî, Keşfü'l-Hafa, Beyrut, I/143, Hadis No: 413.

Rabbim tevekkül içinde kulluğumuzu hakkıyla yerine getirmek için çaba gösteren kullarından eylesin bizleri
Ve rahmetini üzerimizden eksik eylemesin iman üzere yaşamayı ve iman üzere vefat etmeyi nasip etsin.
Amin inşa ALLAH 😇
Dualarda buluşmak dileğiyle
Selam ve dua ile :)
 
Üst Alt