Arkadaşlar sizlere müjdeli haberi getirdim. Birkaç ay önce demorilize olmayın dava devam ediyor demiştim. Şimdi dava sonuçlandı. Ve ve veeeeeeeeeeeeeeeeee hepinizin beklediği müjdeli haberi getirdim. Davayı kazandıkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk. Bununla ilgili tüm basına gönderdiğim duyuruyu ve yeni asır gazetesinde yarın çıkacak ( bu saatle bugün) haberi paylaşmak istiyorum. ( Bülent bu konuyu ayrı başlıkla mı verir bilemediğim için aynı başlığa ekliyorum ama konunun sadece İzmir'i bağlamadığını düşünürsek daha görünür kılınmalı diye düşünüyorum. Top Bülentte.
)
Engelliler artık Türk Yargısı sayesinde kırılmaktan korkmuyor?
Konu; İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne 11.03.2010 tarihinde avukatım Seher Delibayır aracılığı ile Özürlü Kartlarına 01.02.2010 tarihinde belediye tarafından getirilmiş olan, 750 biniş hakkı yüklenmesi ve 90 dakika içerisinde sınırsız aktarma hakkı verilmesine ilişkin kararın hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle iptali için açmış olduğumuz davayla ilgili İzmir 3. idare mahkemesinin aldığı işlemin iptaline yönelik kararı basın aracılığı ile kamuoyunu duyurmak.
Hatırlanacağı üzere, Engellilerin toplu ulaşım kartlarıyla ilgili İzmir Büyükşehir Belediyesi 01.03.2010 tarihinde UKOME( Ulaşım Koordinasyon Merkezi ) kararı ile yeni bir düzenleme yapmıştı. Bu düzenleme ile engellilerin ulaşım kartlarında daha önceden sınırsız olan ulaşım hizmeti 750 kontör uygulaması ile sınırlandırılmış, yani bir gidiş bir dönüş hakkı ve 90 dakika sınırsız aktarma hizmeti vermişti.
Ben de Belediye’nin almış olduğu bu kararının hukuka aykırı ve mağduriyet doğurucu nitelikte olduğu önceki uygulamaya göre kısıtlamaya gidildiğini ileri sürerek İzmir 3. idare mahkemesine 11.03. 2010 tarihinde Avukatım Seher Delibayır aracılığı ile yürütmeyi durdurma ve iptal istemiyle dava açmıştım.
Yine hatırlanacağı üzere 18.05.2010 tarihinde İzmir 3. Bölge İdare Mahkemesi talebimizi haklı bularak hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı vermişti.
Alınan bu kararla İzmir Büyükşehir Belediyesi bir üst mahkemeye yürütmeyi durdurma işlemini kaldırtmak için itiraz etmiş ve kaldırtmıştı. Ancak mahkeme devam etmekteydi.
İzmir 3. İdare Mahkemesine açmış olduğumuz bu dava yine İzmir 3. İdare Mahkemesinin vermiş olduğu kararla lehimizde sonuçlanmıştır. Yüksek mahkeme heyeti açmış olduğumuz davada gerekçelerimizi haklı bularak dava konusu işlemin Kanuna ve hukuka aykırı bularak iptaline karar vermiştir.
Bugün bu mahkemenin sonucuyla ilgili İzmir 3. İdare Mahkemesinin bize tebliğ edilmiş sonucunu sizlerle paylaşıp kamuoyunu bilgilendirmek istiyoruz.
Biz bu davayı açarken en büyük dayanağımız 4736 sayılı yasa idi. Çünkü bu yasa gereği özürlüler şehir içi toplu ulaşım araçlarından ücretsiz olarak yararlanabilmekte ve herhangi bir sınırlandırılmaya tabii tutulmamaktaydı.
İzmir Büyükşehir Belediyesi UKOME ( Ulaşım Koordinasyon Merkezi ) yönetmeliğine dayanarak böyle bir karar aldıklarını ileri sürmekteydiler.
Oysaki 2002/3654 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla 4736 sayılı Kanunun kapsamında engelliler ulaşım hizmetlerinde muaf tutulmuştur. 5378 sayılı Kanunla ( Özürlüler Kanunu) ile de koruma altına alınmıştır. Bakanlar kurulunun almış olduğu bu karar doğrultusunda yönetmeliklerle alınmış olan düzenlemeler ya da kararlar geçerli değildir.
Dolayısıyla yasalaşan bu kanun kapsamıyla muaf olarak görülen özürlüler sınırlandırılması, kısıtlanmasını öngören UKOME kararlarının hiçbir yasal dayanağı yoktur.
Diğer yandan İçişleri Bakanlığı Büyükşehir Koordinasyon Merkezleri Yönetmeliğinde UKOME’nin görev ve yetkilerini tanımlarken engellilere yönelik hiçbir maddesinde özürlüleri ücretlendirmesine ilişkin bir madde de yoktur.
Bu yönetmeliğe göre UKOME’nin engellilerle ilgili izin verilen otoparklar ile karayolu üzerindeki park yerlerinde özürlüler için işaretlerle belirlenmiş bölümler ayrılmasını sağlamaktan başka, engellilerle ilgili karar verme yetkisi yoktur.
Milletlerarası Engelli Hakları sözleşmesine göre de eksiksiz olarak yaşama katılmasının önündeki engeller kaldırılmalıdır der.
Tüm bu nedenlerle de görüldüğü gibi Belediye yapmış olduğu uygulamayla engellilerin hayatını zorlaştırmaya katkı sağlamaktan başka bir şey yapmamıştır almış olduğu bu kararla.
Davanın önemini bir kez daha anlatırsak bu dava her ne kadar İzmir’de açılmış olan bir dava olsa da tüm Türkiye genelinde ki engellileri bağlamaktadır. ha önceki basın açıklamalarıma gerekçesiyleti açmış olduğumuz davada gerekçelerimizi haklı bularak dava konusu işlemin iptalin
Engelliler yıllardır, dolaylı ya da doğrudan ayrımcılıkla karşı karşıya gelmektedir.
Ayrımcılık, erişilebilirliği engelleme, sosyal yaşama katılımını engelleme sağlığını riske atma, daha birçok konuda yapılmaktadır…
Uluslararası sözleşmelerde, bildirgelerde, anayasalarda, yasalarda ne kadar aksine hükümler bulunsa da engelliler; şu veya bu biçimde görmezden gelinen, dolayısıyla hesaba katılmayan bir kesim olarak ötekileştirilmişlerdir.
Yaşanan tüm ayrımcılıklara karşı hukuksal girişimlerde de bulunsalar henüz Türkiye’de çok yeni gelişmekte olan
engelli hukuku karşısında kendilerini yeterince anlatamamaktadırlar.
Bu yüzden de davayı kaybetmek bir engelli için kırılmaktır. Kaybettiklerinde çok kırılıyorlar çünkü bir kez daha kendilerini ifade edememiş, anlatamamış oluyorlar, bir kez daha haksızlığa uğramış, reddedilmiş oluyorlar.
Ret edilme korkusunun ne demek olduğunu hepimiz biliriz. İşte bu Ret edilme korkusuyla da Anayasayla güvence altına alınmış olan ayrımcılığa karşı bile dava açmaktan geri durmaktadırlar.
Yani dava açmaktan değil kırılmaktan korkuyorlar.
İşte bu dava engelliler açısından bu yüzden önemlidir. İzmir 3. İdare Mahkemesi heyetinin vermiş olduğu bu kararla kendilerini yalnız hissetmeyeceklerdir. Her şeyden önce hukuka olan inançları güçlenecek, kendilerini anlayan, anlatabildikleri, anlatabilecekleri tek sistemin hukuk sistemi olacağına olan inançları güçlenecek, pekişecektir.
Zira biz bu davayı açarken tek güvencim, güvencimiz olan hukuk sistemi beni yanıltmadı.
Biz bu davayı açarken meselemiz 750 konturun yetip yetmeyeceği meselesi değildi.
Asıl meselesinin engellinin erişim hakkına yapılan bir kısıtlama olduğunun engellinin neden ulaşımda sınırsız ve ücretsiz binmesi gerektiğinin anlaşılmasını sağlamaktı. İşte yüksek yargımız bu nokta da bizleri çok iyi anladı ve hukuksal açıdan da bir ihlal olduğu kanaatine vararak engelliler lehine kararını verdi.
Bu yüzden basın yoluyla Yüksek mahkemeye sonsuz teşekkürlerimizi sunuyor bu davanın birçok konuya oluşturacağı emsal adına önemli buluyoruz ve önemli olduğunun anlaşılmasını istiyoruz.
Biz bu davayı açarken pilot olmayı hedeflemedik, ortada olan mağduriyetin doğuracağı hasarların bilinciyle açtık bu davayı. Kaybetme riskini göze alarak açtım bu davayı. Bir kez daha engelliyi anlatamama riskini göze alarak açtım, açtık bu davayı. Çünkü biliyordum, biliyorduk galiptir bu yolda mağlup. Biz bunu kaybetsek dahi en azından bu konuyu tartışmaya açarak bir sonraki açılacak olan davanın kazanılmasının önünü açacaktım, açacaktık. İşte bu yüzden diyorum galiptir bu yolda mağlup.
Ama biz mağlup olmadan galip olduk. Çünkü kendimizi, engelliyi, mağduriyetini anlayacak birilerini bulduk karşımızda. Dinleyenin olmadığı yerde anlatmanın önemi yoktur. Ama bizi dinleyen yüksek yargımız vardı ve bizde anlattık. Ve anlaşıldık.
Bu davada anlaşılması gereken en önemli şey şudur;
Neden engelliler ücretsiz ve sınırsız olarak ulaşımdan yararlanmalıdır?
Gelişmiş ülkelerde 1990 yılında başlayan başta Amerika’da ADAF ve İngiltere’de DAN olmak üzere başlamış olan sakat hareketleriyle kabul edilmiş Engelli hakları, Engelli Hakları Sözleşmeleriyle de sakatlar güvence altına alınmış sosyal hayata katılımlarının önündeki tüm engellerin kaldırılması tam katılımın sağlanması istenmiştir. Tam ve etkin katılımındaki istemin nedeni ise
görünülebilirlikleridir.
Çünkü özürlüler görünmedikleri, göz önüne çıkmadıkları için toplumun hemen her katmanında dikkatlerden kaçmakta, gündemlerden dışarıda kalmaktadırlar.
Toplumda özürlülük yoksullukla, cahillikle ilintili olarak görülüyor, gösteriliyor. Yani bu vatandaşların da benim gibi hakları vardır, benim gibi ihtiyaçları vardır, biçiminde değil de acıma hisleri ile engelliye bakmaktadırlar. Oysaki ona acıyarak bakmak yerine onun da ihtiyaçları olduğu düşünülmelidir. Çünkü acımak hiçbir problemi çözmüyor. Bu yüzden engellinin toplumla ve toplumun da engelli ile bağının çok iyi kurulması gerekmektedir.
Bunun içinde engellinin mümkün olduğu kadar halkın içinde, gözler önünde olması şarttır.
Özür kişinin kendisinden değil toplumun kişiye yaşattığı engeller sonucu oluşur. Çevresel düzenlemeler yeterince gerçekleştiğinde sakatlarında diğerleri gibi sosyal yaşamdan faydalanabileceği ortamlar oluşacaktır. Başka bir değişle
engellenmemiş olacaktır.
Sadece ortalama insan düşünülerek yapılan düzenlemelerin değişmesi gerekmektedir.
Ülkemizde mimari engelleri tamamlanmamış, rampa asansör, yönlendirici yer döşemeleri, uyarıcı zemin dokuları, ses sistemleri gibi daha sayısız erişim engeline neden olan koşullar tam kalkmadan bir de üzerine
ulaşım sınırlaması getirilmesi engellileri hayattan uzaklaştırmaktan başka bir şey değildir.
1990’lı yıllarda sokaklarda engelli göremediğimizi hatırlarsak ulaşımdaki sınırsızlığın engelliler için ne anlam taşıdığı daha iyi anlaşılır.
Engelliler zaten sakat bedenlerinde oluşan kısıtlamayla özgürlüğü fiziksel anlamda sınırlıyken kendini bir kez daha sınırlayan sistemlerle iç dünyasına gömülerek gözden uzaklaşacaktır. Ki yapılan uygulamanın işlediği sürede engellilerin nasıl gözden kaybolduğu ortadadır.
Ortopedik özürlü bir birey bırakın bir durak yürümeyi elli metre bile yürürken zorlanmaktadır. Bunun içinde otobüse binmek zorundadır tek durak için bile olsa. Kendini güvende hissetmesinin yürürken yaşayabileceği zorlukların ya da tehlikelerden korunmanın en güvenli yoludur çünkü otobüse binmek. Bu düşünülmeden daha doğrusu engelli ne hisseder ne yaşar düşünülmeden bir karar alınmıştır sana 750 biniş hakkı veriyorum ve 90 dakika da sınırsız ulaşım denmiştir.
Sağlıklı bir birey bile 90 dakika koşturmasında birçok tehlike ile karşı karşıya iken engelli bir bireyin yaşayacağı tehlikeleri düşünün…
Otobüse yetişmek için koşan bir engelli düştüğünde protezine gelebilecek hasarı belediye mi karşılayacaktır?
Ya da örneğin ben her ne şekilde düşersem, düşeyim bir daha yürüyememe riskiyle karşı karşıyayken bu uygulamanın koşturmasında düştüğüm takdir de belediye benim için ne tür bir mucizeyi bu meclis kararı dosyasında koruma altına almıştır?
Görme engelli bir arkadaşımız 90 dakika koşturmasında hangi yöne savrulacağını kestirmek için belediyeden ne tür bir yardım alabilecektir?
Epilepsi nöbeti geçiren bir birey bu koşturma stresiyle nöbeti tetiklendiğinde hangi ilk yardımla belediye nöbetlerini güvence altına alacaktır?
Ya da tekerlekli sandalye ile ulaşımdan yararlanan kaç tane 90 dakika otobüsü vardır belediyenin?
Zaten her alanda korkularla yaşayan engelliler bir de böyle bir korkunun içine hapis edilerek sindirilmeye çalışılmaktadır, çalışılmıştır.
Bugün verilen konturların çoğu harcanmamıştır engelliler tarafından bunun asıl nedeni işte bahsettiğim bu korkulardır. Kaldı ki engellinin günde ne kadar otobüse bindiği değil bilinçaltında yaşayacağı korkulara sebebiyet vermemek bu korkulardan arınmasını sağlamak gereklidir.
Söylenecek çok şey olmakla beraber bu davadaki tek ve önemli gerçek şudur.
Belediye bu kararı alırken durumun ciddiyetini tam araştırmadan almıştır. Sakatların özgürleşmesine yönelik politika geliştirmek yerine onları yok sayarak zaten kısıtlı olan yaşam koşullarına bir kısıtlama daha getirerek onları hayatın içinden dışlama yoluna gitmiştir. Bir anlamda empati kurmamıştır.
Bugün sağlam bireylere 24 saatlik bir süre için sakat olsaydınız neler yapardınız diye bir soru sorulmuş olsaydı hiçbir sağlam birey bu soruya cevap veremezdi. Oysaki soru ters çevrilip sakatlara sorulmuş olsaydı 24 saate sığmayacak sağlam olma hayallerini anlatırlardı.
Çünkü sakat olmak bir tercih değildir ama sağlam olmak bir tercihtir. Yani sakatlar istedikleri için sakat olmamışlardır doğanın öngörüsüyle bu yaşam koşuluyla yaşamak zorunda kalmışlardır.
Ama insan gibi yaşamak herkes gibi yaşamak bir tercihtir ve her insan gibi onlarında hakkıdır.
Tüm bu hukuksal ve sosyal nedenlerden açtığım dava insanca yaşama mücadelesinde ötekileştirilmeye bir başkaldırıştı.
“Engelliler üzerinden siyasi emelleriniz için ellerinizi çekiniz, onların insanca yaşama hakkını gasp etmeyiniz, toplumla aralarına kendi siyasi ve ticari emelleriniz için uçurumlar koymayınız” demenin yasal mücadelesiydi bu dava.
Bir engelli olarak hiçbir derneğe bağlı olmadan bireysel hak mücadelesi yapılabilineceğinin bir örneği olsun istemiştim bu davayı açarken.
Yine bu dava sadece İzmir Büyükşehir Belediyesi değil tüm bu tarz uygulamaları uygulayan belediyelere de örnek teşkil edecek bir dava olması adına açmıştım bu davayı.
İşte biz başından beri bu davada bunları anlatmak istedik ve yüce Türk adaletine bunu anlatmayı başardık.
Zayıf ama haklı olanların en güçlü olmaları adliyemizin en belirgin özelliği ve ülküsüdür diyen İzmir adliyesi bunu almış olduğu bu olumlu kararla bir kez daha ispatladı ve engellileri kırılma korkusundan, ret edilme korkusundan kurtardı.
Tekrar yüksek mahkeme heyetine teşekkür ediyor almış oldukları bu kararla engellilerin hayata katılımlarında ki bir engelin daha kalmasında ki katkının önemini herkes tarafından iyi anlaşılmasını diliyorum, diliyoruz.
Tüm kamuoyuna bu dava ile ilgili bilgilendirmeği basın aracılığı ile bildirir, ilgilerinize sunarım.
Oya Tekin
30.01.2011
Yeni Asırda çıkan Haber tıklarsanız haberin detayına ulaşabilirsiniz.