Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Latin Caz Blues 1

Bir de gençlerin kadın müzisyen denilince unutmamalarını istediğim bir isim daha var.

Veronique Sanson

Gençliğini görmeliydiniz. Ama inanın hiç bir şey değişmemiş müzik kalitesinde. Aslına bakarsanız Fransızcayı pek sevmem, kibar bir dil gibi ele alınırsa da bana sanki insan kusuyormuş gibi gelen bir dil gibidir

Veronique i aslında rock köşesine koymakta yarar vardır. Ama o denli farklı müzikler yapmıştır ki ve hemen hemen tüm müzisyenlerle çalışmıştır ki belli bir türe aittir demek biraz yanlış olur. Son derece güzel piyano çalar ve piyano çalarken tıpkı tori gibi o enstrumanla bütünleşir.

Şimdi bir Veronique kopyalayacağım sizlere yine yaşlı bir dinazor olan başka bir Fransızla yaptıkları düet,O da harika keman çalar bu arada. :D

entre elle et moi catherine lara et veronique sanson

Ve genç Veronique :D

Véronique SANSON BAHIA
 
bir de ben anlasam bu muziklerden...ama anlamasam da güzel şeyler paylaşıldıgı ortada ne hoş bişi:)
andante işin içinde olunca onun muzikle birlikte yorumları da hayli keyifli oldugunu bildiğim için genelde bu muzik resim kısacası sanat alemine de "sadece okuyucu " olarak katılıyorum. fakat işin açıkçası yabancı muzikle aram iyi değil. tam kara cahil oldugum alan:) sanki diğerlerinde iyiyim de:)
yalnız muzik paylaşımı, fotograf, kitap paylaşımıyla birlikte gösterdiğiniz dostluk performansı ve paylaşımlarınız cidden çok hoş...
siz kendi başınız ayazsanız da bunların takip edildiğinden emin olunuz. bu anlamda cidden iyi iş çıkarıyorsunuz. anlamasam da bu işlerden işin içinde bir "emek" ve "paylaşım " oldugunu sezebiliyor boyle farklı bir dunyayı ilgiyle izliyorum...
herşey boyle gönlünüzce olsun.yaşamınızın tıpkı bu sayfalarda oldugu gibi buyuk paylaşımlara gebe olmasını diliyorum:)
dostça ve hoşça kalınız...
ben izleyici ve okuyucu konumuma geçeyim artık...
 
Sevgili ileyda ister izleyici ol ister katılımcı ol biz burda gerçek anlamda bir mevlana felsefesini yaşatıyoruz müzik yoluyla...

Diana Krall dedin boğacığım gerçekten bu kadını da burada iyice tanıtmalıyız. Kesinlikle haklısın cazın devlerinden bence de o.. :D

Hadi iki caz ustasını beraber dinleyelim o zaman,

New York City with Ray Charles and Diana Krall
 
Tori Amos Norah Jones deyince benim trinity'nin son halkası aklıma geldi;

Regina Spektor:

regina-spektor-begin-to-hope.jpg


Harikalar diyarındaki Alice bu hanım kız. muzip bi kız çocuğu havasında şarkılarını söyleyen masallar diyarından gelmiş bi masal anlatıcısı. "kendi şarkılarını enstrümanıyla çalan(piyano) kadınlar" ekolünden. tori amos ve fiona apple familyasından gelmekte, onlarla olan benzerliği ise piyano çalarak şarkı söylemesi ve melek gibi olan sesini çok iyi kullanabilmesi sadece. henüz 27 yaşında ve şimdiden 3 tane albümü, birbirinden özel şarkıları var. hadi illa diretiyorsanız "tori amos'a benziyor" diye tori'nin hikaye anlatıcılığını; yok anacım fiona diyorsanız da fiona'nın ses rengini almış. klasik müzikten çokça etkilenmiş, beslenmiş. bir yönü ağırlıklı olarak piyanist. diğer isimlerden ayrılan temel özelliği doğaçlamaya son derece yakın piyano melodileri hatta çoğu şarkısı için melodik bile demek zor. kuralsız, kalıpsız ilerliyor. bu nedenle dinlemesi kimi zaman zor olabiliyor ama parçaları ikinci üçüncü dinleyişten sonra tanıdıklık haliyle sevmeye başlıyorsunuz. rus kökenli olmasından kaynaklanan değişik bir aksanı olmasına karşın bu aksan rahatsız edici değil, aksine gayet sevimli duruyor.

şarkılarında hep edebi göndermeler bulunuyor. bir öyküde anlatılabilecek gibi duran bir olayı notaların arasına yerleştirmeyi başarıyor. (bkz: chemo limo).

bu ablamızın tori amos'dan ve fiona apple'dan ayrılan bir diğer yönü de şakılarında pek de öyle hanım hanımcık olmaması. kırılganlık, narinlik yok kesinlikle kimseyi umursamayan bir havası var. tori bir tanrıça fiona da bi cool abla ya regina işte bunların hiç biri değil! kendi halinde hani nasıl desem diyelim misal herkes bir bahçede toplanmış yemek var kutlama yapılıyor bu kız kendi halinde neşeli neşeli salıncakta sallanır ordan oraya koşturur durur :) .

bir konserinde sesinden yaşlıca bi amca olduğu anlaşılan (ya da yaşlı değildir çok sigara içiyor da olabilir) bir adam çıkıyor ve "you are jesus" diyor. regina da kahkahalara boğuluyor. buyrun burdan yakabilirsiniz:

http://www.youtube.com/...a spektor aceos piano

(burdan bir eliyle piyano çalan diğer eliyle de bagetlerlerle sandalyede ritm tutan bu ara bir de şarkı söyleyen bir yetenek olduğunu da anlıyoruz)

chemo limo şimdiye kadar dinlediğim en ilginç şarkılardan hayran kaldım benjamin franklin bile konuk karakter şarkıda. the flowers ise giriş melodisinden yakalıyor insanı. "the flowers you gave me are rotting and still i refuse to throw them away" diyor başında. hani bilindik bir rus melodisi vardır duyunca herkes tanır o şekilde sonlanıyor sesini mükemmel kullanıyor bu parçada. us ise sözleri ile güldürüyor insanı "they made a statue of us and and put it on a mountain top now tourists come and stare at us blow bubbles with their gum take photographs for fun"

magazinvari bişeyler de söylemek istiyorum :) bu hanım kız pek güzel kıvır kıvır saçları masmavi gözleri şirin bi güzelliği var. kadınsı değil.

kendisini dinlemeye başladığımdan beri sesi kulaklarımdan gitmiyor fonda hep regina var. hani bazı dönemler vardır ya geriye dönüp baktığınızda her bir şeyle hatırlarsınız. bundan bir sene sonra bu zamanı bu ayı düşündüğümde ms. spektor gelecek aklıma soviet kitsch albümüyle...
 
Nerelerdeydin canım dostummmmmmm sen hoşgeldin, gitar öğretmenlerin canına okudu değil miiiiii

Seni tekrar buralarda görmek beni acayip keyiflendir tekrar hoşgeldin, köşen seni bekliyor
 
sevgili andante bu başlık altında yazışanlar konuyu bildikleri için kendi aralarında paslaşıyorlar.
diyorum ki..
merak edip sayfaya girenlere de bu müzik türleri hakkında kültür mahiyetinde bi ön bilgi verilse.
örneğin jazz bana icrasından sonra bestelenen tek müzik türü olarak çok ilginç gelir. sanat müziğimizdeki taksimlere benzetirim. başlangıçta notaya bağlılık yoktur. sanatçı içinden ruhundan geldiği gibi asılır entrümanına.
ne biliim bunun gibi şeyler işte.
konu senin :lol:
 
Hoşgeldin dostum pathetique! Özlemiştik seni buralarda...
"Dönüşüm muhteşem olacak" dememiştin belki ama "Regina Spektor - Fidelity" muhteşem! Teşekkür böyle bir hatundan haberdar ettiğin için ...
Sevgilerimle
 
hoşbulduumm ben de sizleri çook özledim! sevgili Sanemim gitar hocam okuyo canıma evet!! bir de üstüne konserler festivaller vs eklenince hiç vaktim olmaz oldu!...

"fidelity" gerçekten en iyi parçalarından biridir canım dostum sevgili alperstein ha bir de "apres moi" aklında bulunsun derim ben. "apres moi le deluge, after me comes the flood" diyor kendisi biraz fransızca biraz ingilizce eh ne de olsa 7 dil konuşabiliyor bu harika hatun! :) ...

Burda bir diğer harika insan olan Fiona Apple tanıtılmış mıydı acep? bakacam eğer yoksa Fiona ile geri dönecem "muhteşem" olarak! malum Fiona çok muhteşem çünkü :) ...
 
A benim canım :D

Fiona Apple i tanıt tabikii gerçekten tanıtılmayı hakedenlerden. Bir tek şeyi çok fazla anlayamadım;

Sakın kızma ama!!!

Regina Spektor ı özel yapan gerçekten nedir? :D Fionay la kıyaslanmaz bile diye düşünüyorum.

Tamam iyi piyano çalıyor , oldukça ilginç bir kişi ve çok hareketli de müzikte ne var??? Ya ben sağır mı oldum acaba? :D :D :D :D :D
 
Sakın kızma ama!!!

Regina Spektor ı özel yapan gerçekten nedir? Fionay la kıyaslanmaz bile diye düşünüyorum.

Tamam iyi piyano çalıyor , oldukça ilginç bir kişi ve çok hareketli de müzikte ne var??? Ya ben sağır mı oldum acaba?

ııh yok kızmam hatta hemencecik cevaplayabilirim de :) :

Regina'yı gerçekten özel kılan gerçekten özel nedeni sana bir ara "özel" olarak söylerim sevgili Sanemim. siteye reklam olmaya gerek yok şimdi :D ...

onun dışında regina'yı (kendisiyle çok samimi olduğumuzu söylemiş miydim?) özel yapan tarafı herhangi bir müzikal kalıba sokulamayışı yani müziğinin fazlasıyla özgür ve serseri ruhlu olması aynen kendisi gibi. yaptığı müzik kendi ekollerinden (hani şu enstrümanıyla şarkı söyleyen kadınlar ekolü) hiçbirine benzemiyo. bu müzikal otoriteler bi ara müziğine anti- folk yaftası yapıştırdı (bu yafta lütfen kötü olarak algılanmasın) ancak müziğinin herhangi bir anti- folk kalıbının içinde olmadığı da belli başlı bazı parçalarında gayet aşikar (bkz: lacrimosa) (bkz: fidelity) vb...

hani demiştim ya bi yerde piknik yapılsa herkes toplansa bu kız tek başına bi köşede kendi kendine takılır diye müziği de tamamen kendine has ve özgü. mzik dünyasının herhangi bi köşesinde öyle kendi halinde ve gayet radikal olarak takılıyor ve regina'nın bu özelliği benim gerçekten çok hoşuma gidiyor. belki yapmak istediğim bazı şeylerle de örtüştüğü için böyledir....

ha müzikal bazı sorunlarının farkında değil miyim? elbette ki farkındayım bir kere modülasyonlarda çok daha yaratıcı olabilir müzikal cümleleri çok daha iyi genişletebilir ve kullanabilirdi bazen çok da tekrarladığı yerler olmuyor değil. fazla teknik ayrıntıya girmek istemiyorum tabii yoksa müziğinin( her parçası için değil) form tablosu gayet açık. analizi kolay olurdu :) . ama yine de canlı performanslarında bazen coşuyor ve harika emprovizasyonlar sayesinde stüdyo kaydından çok daha farklı şekle bürünüyor parçaları ha bu arada stüdyoda coştuğu zamani emprovizeleri de pek tatlı :) ...

kesinlikle sağır olduğunu sanmıyorum! :) (yoksa? :D ) ama sanırım biraz da ruh meselesi bu bazen çook basit minicik bi melodi bile insanı çok derin etkiyebilir bazen basit alelade cümlelerin altında çok derin anlamlar yatabilir vs. müzik kişisel işte. yorumunu buna yoruyorum :) ...

ha bir de son olarak küçüklüğümden beri masal dünyalarını pek sevmişimdir. regina'masallar diyarından gelen bi masal anlatıcısı olduğunu söylemiştim değil mi? :)
 
değerli abilerim ablalarım biz niye
rock yazıp rak
blues yazıp buluus okuyoruz da...
sıra caz'a gelince jazz yazmayıp caz yazıyoruz :roll:
caz babamızın oğlu mu?
bu ayrımcılığa şiddetle karşıyımmm
başlıktaki caz'ın jazz olarak değiştirilmesini talep ediyorum
ya da rock'ları rak blues'ları buluus yazalım ki eşitlik olsun.

kıllığa devammm :lol:
imza:
sınıfın yaramaz ve tembel çocuğu :twisted:
 
bayke baba >>>> Mütişssin yahuu :)
Seni Ayakta alkışlıyorum. :mrgreen: Evet abii Ben de kınıyom bu durumu :)

Yok Baba Tabii Böle gitmez bu iş. Kınıyorummmmm ....
ve sonuna kadar destekliyorum.


Ver Çoşkuyu Kolonlara Bayke baba :)
 
Şimdi müzik öğretmeni ben olduğuma göre burda da öğretmenliğe devam edeyim olur mu???

Haklısınız dostlar!!!!

Bu ne saçmalık, böyle ayrımcılık olmaz!!!!

Bundan sonra caz yok gerçek adıyla konuşalım ve jazz diyelim

Yok cız yaparım hepinizeeeeeeeeeeee :D :D :D :D :D
 
Evet sınıfımızın yaramaz ve tembel çocuğu baykenin isteklerini yerine getirmeye başlayalım derim ben.

Sevgili bayke istersen önce blues la başlayalım. Jazz dan önceye gidiyor tarihi ister istemez önceliği ona verelim derim ben.

Bildiğiniz gibi blues Afrika kökenli bir müzik türüdür.Köle ticaretiyle Amerikaya apar topar ve son derece kötü koşullarda getirilen zenciler neye uğradıklarını şaşırmış bir durumda olayı kavramaya çalışırken başlarına gelenleri biliyorsunuz.

Kuşkusuz bulunduğun yerden sana hiç sorulmadan böylesine insanlık dışı bir şekilde getirildiğinde sahip olduğun kültürünü korumak gibi bir olgu içinde olursun.Bunun dışında içinde biriken öfkeyi, acıyı vb. duyguları dışa vurmak adına bir şeyler yapman gerekir.

Zencilerin Amerikaya getiriliş tarihi 1600 lü senelere denk geliyor. Bu yılın hemen başı gibi. Kuşkusuz blues hemen ortaya çıkmadı ama bazı müzik tarihçileri blues un ortaya çıkışını bu tarihle eş değerde tutarlar.

Siz ne düşünürsünüz bilmiyorum ben sadece durumu sizlere aktarmaya çalışıyorum.Ve yaklaşık bu köle ticareti 200 yıl sürüyor.

Missisipi nehrinin kıyılarında pirinç tarlalarında çalıştırılan bu köleler, çalışma anında bir çok nedenle hep birlikte şarkı söylemeye de başlıyorlar.O zaman bu kölelerin hep birlikte söylediği şarkıların sözlerine baktığımız zaman haksızlığa uğrayan insanların feryatlarını,özgürlük kavramını,beraberliği ve ümidi içinde barındırıyordu.

Kuşkusuz kölelerin sahipleri bu durumdan pek hoşnut değildi. Ama kaybedecek bir şeyi olmayan bu insanlar çalışmaları esnasında her türlü engellemeye karşılık şarkı söylemeye devam ediyordu.Bu durum karşısında köle sahipleri en azından onlara bir gün vererek bu duygularını dile getirmeleri için şarkı söylemelerini ellerinde tutacaklarını sandılar. :D

Tam tersine bu bir günlük ve cumartesi günleriydi onların eylenmelerine izin verilen gece,özgürlük ateşini daha da canlandırmaya başladı. Ve bu eylencelerde doğaçlama yani o anda içinden geldiği gibi şarkı söyleme ve başkalarının bu ortaya çıkan melodiyi tekrarlaması şeklinde bir biçime yavaş yavaş dönüştü. İlk blues eserleri işte bu eylenceler arasından çıkmıştır.

Ya çok mu uzun olacak? Keseyim yarın devam edeyim mesela ne dersiniz?????

Jammin' the Blues by Gjon Mili

Bu arada sevgili dostlarım biraz blues dinlesin tıklayın yukarıyııııı :D
 
Şincik Ben bunları yazdım deye başta bayke olmak üzere andante ve de bilimum form izleyenleri kızacak emmeee yapcek de bişi yok vallahi.

Efenim rock köşesin de ve de jazz köşesinde halihazırda tartışıldığı üzere; anatolian rock varmıdır yokmudur meselesi devam ederkene,ben size buranın önemine münasıran bir şahsiyetten ve yaptığı mözikten bahdeceğim.

Şöle bir baktım ki kimseler ondan bahsetmemiş kısacık da olsa :( Oysa ne Mötiş bir şahsiyet.

>>>JAN GARBAREK<<<

Yani bir çok şahsiyet dinlerim zaman zaman jazz semaların dan emme Jan Garbarek benim için hep farklı olmuştur nedense.Kızan kızar kızmayan sağlar bizim olur düşüncesi ile,şu İskandinav ülkelerinin yaptığı müzikler şu gözelim dünyamız için çok büyük bir değer diyorum ben.Özellikle Rock,metal ve jazz dallarında kendilerine haz üslup ve tarzları ile bizleri kendimizden geçirdikleri de aşikar.

Ahan da Jan Garbarek’de Norveçli bir üstad. Kimilerine ve bana göre >>>nordic jazz <<<
Kimilerine göre de improvisational,fusion veya experimental jazz yapan bir kişilik Jan Garbarek.1969 yılında çıkardıkları ilk albümleri olan Jan Garbarek/Terje Rypdal/Arild Anderson/Jon Christensen: Esoteric Circle den başlayarak 2004 yılında çıkardıkları son albümleri; In Praise of Dreams ile beraber toplam; yirmi yedi mükemmel albüme imza atan Jan Garbarek’in 1999 yılında çıkarmış olduğu Selections from 'Rites' ile bir Ep’si ve biri 1985 yılında çıkardığı; Works diğeri 2002 yılında çıkardığı; Selected Recordings (rarum II) adlı iki de Compilation’u bulunmaktadır.Özellikle 2004 yılında çıkardığı; In Praise of Dreams adlı albümde işin içine keman ile saksafon grince ne de datlı oluyormuş demekten başka bir şeyler de söylemek isterdim.Gerçekten de mükemmel uyum.Bu Albumü dinlerken rahatladığımı hissediyorum.Özellikle üçüncü parça>>> one goes there alone <<< 10 üzerinden on .offf offff beyaaa :)

Keşke bu parçaları size bulabilseydim de paylaşabilseydim. Ama muhakkak bir yerlerden bulun ve kesin kezzzzz dinleyin derim.

Saygılar.
 
Yok be dostum ne diye kızalım ki

Burada araya sevgili baykenin ve birde benim sevgili öğrencimin dileğini yerine getirmek için biraz tarihinden de söz etmekte fayda var diye düşündük. Zaten bildiğiniz gibi burada kişisel tercihlerimizin ötesinde bilgi vermek ve paylaşmak zemininde bir amaç için varız.

Yoksa kişisel tercihlerimiz işin içine girdiğinde burası okunamayan ve gezilemeyen bir yer haline gelebilir. Her aklına gelenin bir başlık açtığını düşünebiliyormusunuz, binlerce müzisyen ve tarz var neredeyse.

Başlıkları toplamak ve bilgi vermek üzerine bir paylaşım en doğru olanı.

Ayrıca JAN GARBAREK bulunmayacak biri değil bu arada. Sevgili üyelerimiz emule den onlarca eserini indirebilir. Bildik ve önemli bir müzisyen çünkü. :D
 
Evet..........

Bende kaldığım yerden biraz daha devam edeyim malum bugün cumartesi ve ben evdeyim zamanım var demektir bu :D

Şimdi az biraz Amerikan tarihine giriyoruz bu ara :D Bu kölelik bittince özgürlüklerine kavuşan yada kavuştuklarını sanan zenciler kuzeye doğru gitmeye başladılar.Bu kuzeye yöneliş sırasında Amerika ya göç eden bir sürü göçmenlerle de karşılaştılar. İster istemez bir kültür alışverişinde bulundukları söylenebilir.

Afrikadan geldiği söylenilen banjo nun dışında diğer göçmenlerin kullandıkları bazı çalgıları öğrenmeye başladılar.Örneğin İrlanda ve İskoçlardan kemanı,güneyli göçmenlerden de mandolin ve gitarı öğrendiler.

Yani bu konuda yetenekli oldukları da su götürmez bir gerçek bildiğiniz gibi.1900 lü yılların başına geldiğimizde ise işler yavaş yavaş daha bir şekillenmeye başlamıştı.Özellikle Memphis şehrinde zenci şarkıcılar ve söz yazarları çoğalmıştı.Ve blues müziğinin altın çağı 1909 yılında Memphis şehrinin belediye başkan adaylarından biri yeni yeni kurulmaya başlayan blues guruplarından birini seçimlerinde propaganda yapabilmek için kullanmak istedi. :D

Ya bu tarih ne ilginç değil mi??? Yıllarca kök söktüreceksin ve acı vereceksin sonrada bir şey yokmuş gibi yine kendi çıkarın için bunlardan yardım bekleyeceksin.

Neyse ben müziğe devam edeyim. :D

İşte bu blues guruplarından Handys Bandden ,Mr. Crump adlı bir şarkıyla belediye başkanına belediye başkanlığını kazandırdığı gibi, Memphis blues olgusu da çok daha geniş bir kitleye tanıtılmış oldu.

Anlaşılacağı gibi blues denilince tek bir tip müzik aklımıza gelmesin. Hemen hemen her gurubun kendi stiliyle birlikte etkilendiği kültür ve etnik değerleri de işin içine katan bir sürü farklı tarzları vardır.Yani o dönemde blues bölgelere göre farklı farklı algılanıyor ve çeşitlilik gösteriyordu.

1930 lu yıllara gelmeden önce de jazz müziği kendini yavaş yavaş gösteriyordu. Bu yıllardan sonra blues ve jazz ın bir birlikteliğine ve iç içe geçmiş hallerine de tanık olacaktık.

Booker White - piano boogie

Booker White - Aberdeen Mississippi Blues HIFI
 
Yahu niredeyse yirmi gündür bu mekana kimse uğramamış… Allah Allah nerede bu millet gardeşim ?

>>> Nothin' But A Woman <<< dinlerken >>> Robert Cray <<< den Soul ve rhythm & blues’un büyük ismi ölümünün Seksen Dokuzuncu gününde rahmet ile andığımız >>>James Brown<<< çok bilindik ve bir o kadar da coşkulu parçası >>>I Feel Good <<< geldi aklıma.

Robert Cray de soul ve blues da James Brown kadar olmasa da çok değerli bir müzik adamı.En Popiler albümü 1986 yılında çıkardıkları >>> Strong Persuader<<< Bence es geç memek gerekli.

Aynı Albümden : >>> Right Next Door (Because Of Me)<<<

http://www.youtube.com/watch?v=LL-QktSM93E

Robert Cray ve blues in bir diğer güzel insanı >>> Eric Clapton<<< ile berber GÖRÜNTÜLERE BOŞ VER SESE VE SOLOYA KULAK VER !!! :D :shock: çalışması

http://www.youtube.com/watch?v=_6lTw37OYd4

Müziksiz kalmayın :)
 
Gerçekten ara verdik mi iyi ara veriyoruz ya buraya ve ben yarım kalan işlerden pek hoşlanmıyorum.

Anlatmaya devam edelim bakalım bu arada belki güzel parçalarda ekleriz hani...

1930 lu yıllara gelmişiz demek!!!

1930 lu yılların başında sonradan ünü tüm dünyaya duyulacak olan Louis Armstong trompetiyle müzik sahnelerinde yerini almaya başlıyordu.

Gerçekten blues un çok farklı türleri vardı.Çeşitli bölgelerde yaşayan müzisyenler kendi bölgelerine ait özellikleri de bu müziklerine katmayı ihmal etmiyorlardı.Blues un alt yapısı yazılıyor ve genellikle de gitarcıların özel yetenekleriyle farklılıklar oluşmaya başlıyordu.Daha sonra da bunlar bölgelerine göre çağrılmaya daha doğrusu isimlendirilmeye başlanacaktı.

Memphis Blues

Delta Blues

Texas Blues gibi.....

1940 lı yıllara gelindikçe teknoloji de ister istemez gelişmeye başladığından bu yerel bölgelerdeki müzisyenlerin eserleri hemen hemen Amerikanın her yerine taşınmaya başlamıştı.

Gelişen yıllarda daha da komik durumlar söz konusu olmaya başlayacaktı yeni yeni müzisyenlerle birlikte.Blues un üzerine ritimler değiştirilerek konulacak ve ortaya çok daha geniş bir kitleye ulaşacak rockn'roll çıkmaya başlayacaktı.

Biz buralara gelmeden blues ta biraz daha takılmaya devam edelim derim ben.

What a Wonderful World - Louis Armstrong

louis armstrong - adios muchachos

Devam ederiz sonra... :D
 
ACID JAZZZZZZZZZZZZZ VE HUZURLARINIZDA FRANSIZLARIN GURURUUUU :) ACID JAZZ VE JAZZ HOUSE UN BİRİCİĞİ. BOL BOLLLL BASSS VE DRUM MACHINE DALGASI ARASINDA GİDİP GELEN MUSON RÜZGARLARINDA VER ÇOŞKUYU KOLONLARA DİYECEĞİMİZ BİR ER KİŞİ :twisted: >>> ST GERMAİN <<<

SONDAN BİR ÖNCEKİ 2000 YILINA AİT ALBÜMÜ >>> TOURIST <<< VE COOL PARÇASI >>>SURE THING <<<<

http://www.youtube.com/watch?v=HHzhSztFvdc

MÜZİK SİZ KALMAYIN EFENDİM :)
 
VİCTOR LEMONTE WOOTEN, NAMI DEĞER İSMİ İLE KISACA VİCTOR WOOTEN DÜNYANIN EN İYİ BAS GİTARİSTİ,FUNK JAZZ IN DİŞLEK ÇOCUĞU DAHA 3 YAŞIN DA BAŞLAMIŞ BAS GİTAR ÇALMAYA, BEN BAS GİTARDA JOHN PATİTUCCİ ABİMİZİ BİLİRDİM AMMA ONDAN İYİLER VARMIŞ ABOWW DEDİRTTİ BE GARDEŞİM.RESMEN SOLO MANYAĞI YAPTI BENİ ( MERMİ MANYAĞININ BİR TÜRÜ )

http://www.youtube.com/watch?v=Vk5VGcPgz00&mode=related&search=

ABİLERİ İLE VERMİŞLER COŞKUYU

İZLEYİN ANACIM. HAKVERENLER OLUR SANIRSAM.

İzledim ve bayıldım. Abooww da dedim valla.
 
Güzel bir tatile başlamak üzereyim. :D

Tatilime çok sevdiğim bir parçayı sizlerle paylaşarak girmek istiyorum. Jazz tarihinin belkide en fazla tutulan parçalarından bir tanesi.




Dave Brubeck - Take Five
 
Harikasın yaa.. Bi tanesin sen.. :)

29 yıl önceye götürdün beni yine.. (O yıllardan hiç dönmem aslında.. Ama o uzun hikaye. ;) )

Çok çok çok çok teşekkürler.. :oops: :oops: :oops: :oops:
 
Harika ..
Çok Severim bu parçayı.
Teşekkürler Sanem Ablacım ..
İyi tatiller ..
 
Beğendiğinize sevindim arkadaşlar.

Bazı eserlerin farklı tarzlarla yorumlanmasını çok seviyorum. Fazıl Say da bu anlamda iyi örneklerden bir tanesi. Gerçi magazin dünyasında ismini duymaktan pek hoşnut olmasam da piyanistliğine diyecek yok gerçekten.

Fazıl Say dinleyelim, ilginç bir yorumla.

Bu arada bu eserin Türk Marşı olarak bilinmesine de acayip bozuluyorum, uygun bir zamanda bunu da açıklarım. :D

Fazıl Say Turkish March
 
Gerçekten duyduğum zaman inanmak istemediğim haberlerden bir tanesi oldu bu da. :(

Türkiye de gerçek anlamda sanatçı öylesine zor yetişiyor ki.

Sesiyle duruşuyla kısacası herşeyiyle bence usta olan kişiyi de kaybettik. Yenileri yetişir mi bilmem.Yetişmeli ama diyorum başka bir şey diyemiyorum.

Kimi eleştirmenlere göre kendi kuşağının en iyisi, divasıydı. Aileden gelen müzik tutkusu ona küçük yaşlarda büyük işler yaptırdı.

Tatbikî Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü’nde eğitim gördüğü 60’lı yıllarda Türkiye’nin en popüler kadın caz vokalistiydi.

Kendisine göre profesyonel caz şarkıcılığına 1974 yılında İsviçre’de başladı. O dönemde İsviçre ve Norveç’te Emin Fındıkoğlu ve Tommy Dodd orkestralarında çalıştı.

1977’de Türkiye’ye döndükten sonra verdiği konserlerle cazın Türkiye’de daha çok tanınması ve sevilmesine önemli katkıları oldu; ama kendisini daha fazla müziğe vermek, cazla daha çok beraber olmak istiyordu.

Bu yüzden 1979’da ABD’nin ünlü caz konservatuarı New York Conservatory of Music’te şan eğitimi aldı. 1982 yılından sonra da Türkiye’de çeşitli gruplarla çalışmaya devam etti.

Doksanlı yıllarda Ruacan adlı bir plak da hazırlayan sanatçı, Kültür Bakanlığı adına Çin ve ABD’de konserler verdi.

Caz müziğinin Türkiye’deki diğer önemli isimlerinden Neşet Ruacan’ın kardeşi olan Nükhet Ruacan, son 10 yıldır Bilgi Üniversitesi müzik bölümünde caz müziği dersleri veriyordu.

56 yaşındaki Ruacan ayrıca bu yıl NTV Rradyo’nun sponsorluğunda yapılan ‘Nardis Genç Caz Vokalistleri Yarışması’nda jüri başkanlığını üstlenmişti.

Bir süredir kanser tedavisi gören Türk cazının divası, yarın öğleyin İstanbul Moda Camii’nde kılınacak cenaze namazının ardından Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verilecek.

Kaynak
 
NÜKHET RUACAN HANIMA TANRIDAN RAHMET DİLİYORUM :( :(
 
[Albüm tanıtımı] Lee Ritenour - Overtime

Sevgili dostlar,
Caz başlığı yine öksüz... Bugün dinlediğim, aslında arşivimde uzun zamandır bulunan albümü tanıtmak istiyorum jazz, popjazz, funk dinleyicilerimize.
Lee Ritenour - Overtime

51SW2P4XXFL._SS500_.jpg


Çıkış Tarihi: (June 7, 2005), Yapımcı Şirket: Peak Records,

Overtime albümü, dünyaca ünlü jazz gitaristlerinden biri olan Lee Ritenour`un şimdiye kadar ki tüm müzik hayatını özetlediği ve müziğine ilham veren sanatçılara adadığı bir albüm. Lee Ritenour, merakla beklenen albümünde bizlere, fusion, funk, smooth, latin ve contemporary gibi birçok jazz türünden örnekler sunmaya çalışmış. Tabi ki, 30 yıllık bir müzik kariyerini 74 dakikalık bir albüme sığdırmak mümkün değil. Bu yüzden bu canlı performans albümünü, Lee Ritenour`un favori meslektaşlarıyla yaptığı bir özet çalışma olarak görmek hiçte yanlış olmaz. Albüm Wes Montgomery`nin artık standartlaşmış şarkısı “Boss City” ile başlıyor. Lee Ritenour, bir röpörtajda kendisine bunun sebebini soran http://www.allaboutjazz.com web sitesine, Wes Montogomery`nin kensini en çok etkileyen jazz gitaristi olduğunu söylüyor.

“Boss City” parçasının hareketli gitar ve saksafon sololarının hemen ardından, klasik bir Miles Davis kompozisyonu olan “Blue In Green” parçasının güzel bir yorumuyla karşılaşıyoruz. Miles Davis`in ilk olarak 1959 yılında “Kind of Blue” albümünde çaldığı şarkıda, Lee Ritenour`a melodik piyano sololarıyla Dave Grusin eşlik ediyor.

Brezilyalı sanatçılar, Ivan Lins and Vitor Martins tarafından yazılan“She Walks This Earth” parça (aynı zamanda Sting tarafından da yorumlandı.), vokalde ünlü jazz ses sanatçısı Lins`in de katkılarıyla bir jazz ziyafetine dönüşüyor. Eğer şarkının sözlerine bakarsak ünlü jazz standardı “The Girl From Ipanema” nın devamı niteliğinde olduğunu görebiliriz.

“Sugarloaf Express” şarkısında Brezilya esintileriyle süslenmiş bir latin jazz parçası ile karşılaşıyoruz. Şarkı hiç şüphesiz, yıllarını Rio de Janeiro şehrinin jazz kulüplerinde çalarak geçirmiş olan Lee Ritenour tarafında, orada bulunan Sugarloaf Dağı`na itafen yazılmış.

Sly and the Family Stone şarkısı “Papa Was A Rolling Stone”, daha önce de birçok projede Lee Ritenour`a eşlik etmiş olan trompet sanatçısı Chris Botti`nin lezzetli melodileriyle süsleniyor.

Lee Ritenour`a, bir fusion parçası olan “P.A.L.S.” adlı şarkının açılımı sorulduğunda, şarkıyı çalan müzsiyenlerin isimlerinin bir kısaltması olduğunu söylüyor. - Patrice, Alex, Lee and Steve

Albümdeki funk parçalar tam anlamıyla birinci kalite. “Night Rhythms” adlı parçada Melvin Davis`in bass gitarıyla yarattığı mucizeler göz dolduruyor. Tenor saksafoncu Eric Marienthal ile birlikte Melvin Davis bu parçada Lee Ritenour`un yerini profösyonellikleriyle çalıyorlar diyebiliriz.

Albümün son parçası, “Is It You” vokallerde Kenya Hathaway ve Grady Harrell ile birlikte bir smooth jazz klasiği olmak için sınırları zorluyor. Vokalistlerin R’&B’ balladlarıyla beraber şarkı içerisinde smooth jazz`ın sınırlarını Lee Ritenour ve ekibi aşıyorlar.

CD boyunca Lee Ritenour`un hatasız gitar liklerinin parıltısı dinleyiciye zevk veriyor. Ağır gitar tonlarından kaçınarak, kendisine üstat olarak gördüğü Wes Montgomery`nin kullandığına yakın tonlarlar karşılaşıyoruz. Konu jazz gitar olduğu zaman, Ritenour`un mükemmelliyetçi bir kişiliğe sahip olduğu tüm albüm boyunca hissediliyor.

Albümün şarkı listesi şu şekilde;
01. Boss City (Wes Montgomery) 5:49
02. Blue In Green (Miles Davis) 9:15
03. Ocean Ave. (Lee Ritenour) 4:30
04. She Walks This Earth (Ivan Lins, Vitor Martins) 5:01
05. Sugerloaf Express (Lee Ritenour) 5:14
06. Possibilities (Kenya Hathaway) 4:39
07. Papa Was A Rolling Stone (Barrett Strong & Norman Jess Whitfield) 6:53
08. Morning Glory (Lee Ritenour & Bill Champlin) 5:44
09. Captain Fingers (Lee Ritenour) 7:29
10. P.A.L.S. (Lee Ritenour) 3:47
11. Night Rhythms (Lee Ritenour) 5:57
12. Lil' Bumpin (Lee Ritenour) 5:00
13. Is It You? (Lee Ritenour, Eric Tagg & Bill Champlin) 4:30

Kaynak
 
Üst Alt