GURBETE DÜŞMÜŞ YABANCI
Felsefeci, kendi ülkesinde gurbete düşmüş yabancıdır diyordu Farabi.
Günlük yaşamın içindeyim. Her şey bir devinim içinde… Zaman ilerliyor… Tik… tak… Zaman süreksiz mi? Bölünemez mi? Bölüyoruz ama… Belleğimde düşünceler… Kopuk kopuk… Çevremde dedikodular… Dizi filmlere kendini kaptıranlar… Magazin ve kadın programlarının hastası olanlar… Futbolla yatıp futbolla kalkanlar… Söylenmiş her sözün karşıt anlamı olabileceğini bilmeyenler… Dalkavuklar… Yalnızca olgusal bilinçte yaşayanlar… Bilip bilmeden konuşanlar… Bir tek kendinin doğruyu bildiğini iddia edenler…
Uzaktan bir yabancı gibi izliyorum. Fizik gereksinmelerinden, kendi bedeninin tutsaklığından kurtulamayan prangalı köleler gibi geliyorlar bana.
Sistem bireyi her anlamda kuşatıyor.
Sistem tüm çalışanların çalışmadıkları zamanları şiddetli bir mücadele ile kendi içine haps ediyor. Tüm iletişim araçlarıyla… bilimiyle… sanatıyla… internetiyle…
Sonra da, bu zamanda insanın peşinden koşacağı, insanı insanlıktan çıkaran, insanı meta düzeyine düşüren “değer”ler üretiliyor. Böylece insan, alışveriş yaparken, gülerken, film izlerken, roman okurken, internette tartışırken kendi insanını yeniden yeniden üretiyor.
Sorgulamayan, düşünmeyen, düşüncelerine dayanak oluşturmadan konuşan bireyler ortaya çıkıyor.
İnsan… İnsana ne oldu? Ona ne yaptılar? Tüm kuramlar, tüm öğretiler hep onun ters giden alınyazısını düzeltmek için değil miydi? Onu geliştirmek, onu yetiştirmek, rahat ve huzura kavuşturmak için değil miydi? Ama ortada insan yok. İnsan bu basitliğin önünde diz mi çökecek? Yoksa insana giden yolu mu bulacak?
O insana nasıl ulaşacağım? Tüm derdim bu. Ya erdemli, güzel bir ilişkinin içinde olacağım? Ama kiminle… Ya da onlardan uzak duracağım. İşte çıkmaz bir sokak… İyiyi, güzeli, erdemi sürekli kılamıyorum. Çünkü, birşeyi bilmek yetmiyor. Uygulayamadıktan sonra… Sorun, her saniye, her an erdemli davranmak… İki saniye erdemli kalıp on dakika boş konuşmanın, bayağılığın içinde mi yüzeceğim? Bunun ayrımına vardığımda ya da sıradanlığa doğru kaydığımda alabildiğine yalnızlaşıyorum. Ağzımı bıçak açmıyor. Suskunum.
Benim dışımda o ne mi söylüyor. O böyle gelmiş böyle gider diyor. O başkaları gibi ol diyor. O felsefeyle, sanatla ilgilenme diyor. O neden her şeyde bir dayanak arıyorsun diyor. O politikada her gelenin aynı olduğunu söylüyor. O insanın bencil olduğunu söylüyor. O geyik yapıyor. O her espriye gülüyor. Senden de tüm bunlara ortak olmanı söylüyor.
İçim daralıyor. Bir çağlayan olup gürül gürül akmak istiyorum. Onların rüzgarına kapılacağıma onları sıradanlaştıran havadan uzaklaşmak istiyorum. Böyle anlarımda iyice yalnızlaşıyorum. Çelişkinin ağırlığını yaşıyorum. Entelektüel yalnızlık dedikleri bu olsa gerek. Bilginin denizinde kaybolmak, sarhoş olmak istiyorum. Ama kiminle? İnsanlarla tabii ki… Oysa insanlar bu noktanın çok gerisinde. Ne yapmalıyım? Onlara yaklaşıp kendime çekmeye çalışsam itici oluyorum. Suçlanıyorum. Onlara karışıp aynı potada erisem bu kez yok oluyorum. Geriye tek seçeneğim kalıyor. Yalnızlığım. Kulağıma Aragon fısıldıyor.
Yalnız kadın (adam) bir merdiven.
Bir yere götürmez insanları.
Ve sarayların tüm kapıları
Farksızdır ona zulümden.
Neruda araya giriyor.
Duyan var mı? Öldürücü bir arabanın vicdan azabını?
6 Mayıs 2009
Felsefeci, kendi ülkesinde gurbete düşmüş yabancıdır diyordu Farabi.
Günlük yaşamın içindeyim. Her şey bir devinim içinde… Zaman ilerliyor… Tik… tak… Zaman süreksiz mi? Bölünemez mi? Bölüyoruz ama… Belleğimde düşünceler… Kopuk kopuk… Çevremde dedikodular… Dizi filmlere kendini kaptıranlar… Magazin ve kadın programlarının hastası olanlar… Futbolla yatıp futbolla kalkanlar… Söylenmiş her sözün karşıt anlamı olabileceğini bilmeyenler… Dalkavuklar… Yalnızca olgusal bilinçte yaşayanlar… Bilip bilmeden konuşanlar… Bir tek kendinin doğruyu bildiğini iddia edenler…
Uzaktan bir yabancı gibi izliyorum. Fizik gereksinmelerinden, kendi bedeninin tutsaklığından kurtulamayan prangalı köleler gibi geliyorlar bana.
Sistem bireyi her anlamda kuşatıyor.
Sistem tüm çalışanların çalışmadıkları zamanları şiddetli bir mücadele ile kendi içine haps ediyor. Tüm iletişim araçlarıyla… bilimiyle… sanatıyla… internetiyle…
Sonra da, bu zamanda insanın peşinden koşacağı, insanı insanlıktan çıkaran, insanı meta düzeyine düşüren “değer”ler üretiliyor. Böylece insan, alışveriş yaparken, gülerken, film izlerken, roman okurken, internette tartışırken kendi insanını yeniden yeniden üretiyor.
Sorgulamayan, düşünmeyen, düşüncelerine dayanak oluşturmadan konuşan bireyler ortaya çıkıyor.
İnsan… İnsana ne oldu? Ona ne yaptılar? Tüm kuramlar, tüm öğretiler hep onun ters giden alınyazısını düzeltmek için değil miydi? Onu geliştirmek, onu yetiştirmek, rahat ve huzura kavuşturmak için değil miydi? Ama ortada insan yok. İnsan bu basitliğin önünde diz mi çökecek? Yoksa insana giden yolu mu bulacak?
O insana nasıl ulaşacağım? Tüm derdim bu. Ya erdemli, güzel bir ilişkinin içinde olacağım? Ama kiminle… Ya da onlardan uzak duracağım. İşte çıkmaz bir sokak… İyiyi, güzeli, erdemi sürekli kılamıyorum. Çünkü, birşeyi bilmek yetmiyor. Uygulayamadıktan sonra… Sorun, her saniye, her an erdemli davranmak… İki saniye erdemli kalıp on dakika boş konuşmanın, bayağılığın içinde mi yüzeceğim? Bunun ayrımına vardığımda ya da sıradanlığa doğru kaydığımda alabildiğine yalnızlaşıyorum. Ağzımı bıçak açmıyor. Suskunum.
Benim dışımda o ne mi söylüyor. O böyle gelmiş böyle gider diyor. O başkaları gibi ol diyor. O felsefeyle, sanatla ilgilenme diyor. O neden her şeyde bir dayanak arıyorsun diyor. O politikada her gelenin aynı olduğunu söylüyor. O insanın bencil olduğunu söylüyor. O geyik yapıyor. O her espriye gülüyor. Senden de tüm bunlara ortak olmanı söylüyor.
İçim daralıyor. Bir çağlayan olup gürül gürül akmak istiyorum. Onların rüzgarına kapılacağıma onları sıradanlaştıran havadan uzaklaşmak istiyorum. Böyle anlarımda iyice yalnızlaşıyorum. Çelişkinin ağırlığını yaşıyorum. Entelektüel yalnızlık dedikleri bu olsa gerek. Bilginin denizinde kaybolmak, sarhoş olmak istiyorum. Ama kiminle? İnsanlarla tabii ki… Oysa insanlar bu noktanın çok gerisinde. Ne yapmalıyım? Onlara yaklaşıp kendime çekmeye çalışsam itici oluyorum. Suçlanıyorum. Onlara karışıp aynı potada erisem bu kez yok oluyorum. Geriye tek seçeneğim kalıyor. Yalnızlığım. Kulağıma Aragon fısıldıyor.
Yalnız kadın (adam) bir merdiven.
Bir yere götürmez insanları.
Ve sarayların tüm kapıları
Farksızdır ona zulümden.
Neruda araya giriyor.
Duyan var mı? Öldürücü bir arabanın vicdan azabını?
6 Mayıs 2009