“Tiyatro sevmiyorum” diyenleri cahil, sanattan anlamaz, sığ insanlar olarak betimlemeyelim, kafalarımızda onlar için farklı çizgiler oluşturmayalım derim tiyatro severler. (Kendimi tenzih ediyorum – yani bu şekilde betimlenmek ve tiyatro severler tarafından böyle damgalanmak beni zerre kadar rahatsız etmez)
.
Tiyatroyu sevmiyorum çünkü gözüme soka soka abartılı bir şekilde -mış gibi yapanları izlemek sıkıcı geliyor. Oyuncu, sahnedeki mimikleri görülebilsin diye abartılı sahne makyajı yapmak zorunda , mimikleri tüm izleyiciler tarafından görülebilsin diye mimiklerini abartmak zorunda, aynı şekilde jestlerini abartmak zorunda. Sesi tüm salondan rahatlıkla duyulabilsin diye sesini abartmak zorunda. Oysa sinemada oyuncunun yakın plan çekilmiş göz ya da yüz ifadesiyle herhangi bir abartıya gerek kalmıyor. Fısıltıyla konuştuğunda da seyirci onu duyabiliyor. Oyun derme çatma bir dekor yerine gerçek bir mekanda çekiliyor. Sinemada bir oyunu gerçek duygusundan kopmadan, gerçekmiş gibi izleyebiliyoruz. Sinemanın icadından çok çok önce –mış gibi yapma eylemi insanları eğlendiriyordu. Tiyatro, matbaanın olmadığı,düşüncelerin,eleştirilerin,görüşlerin insanlara kolaylıkla yayılamadığı dönemlerde çok etkili bir iletişim aracı, bazen bir silah, bazen eğitim ve öğretim kanalı vs olarak kullanılıyordu ama gelişen teknoloji ya da değişen çağlarla birlikte sanatın tanımları, algılanışı da değişmeye başladı. Tüm dünyada azalan tiyatro izleyicisi de bunun bir göstergesi.
Elbette ki sinema ve tiyatro birbirlerinden çok farklı sanat alanları. İkisi arasında bir karşılaştırma yapmak çok da anlamlı olmayabilir.
Kimisi; olaylar gözlerinin önünde gerçekleşmiyor diye, ya da alkışlamanın coşkusunu, beğendiği eserin sevincini kimselerle paylaşamadığı için, seyirci ve oyuncu arasında yaşanan yoğun elektrik alışverişini hissedemediği için sinemayı sevmez, kimisi de benim gibi tiyatroyu sevmez.
Dünyanin en prestijli tiyatro Topluluğu sayılan Royal Shakespeare Company’nin oyuncusu ve yönetmen, Shakespeare uyarlamalarıyla tanınan Kenneth Branagh’ın, Hamlet'i dört saatlik bir film olarak sinemaya aktarmasının sebeplerinden birisi de mutlaka daha çok izleyiciye ulaşmasıydı. Ve benim için, farklı tiyatro uyarlamalarını her seferinde bir kabus gibi izlediğim Hamlet’i sinema filmi olarak izlemek, son derece güzeldi.
Sahi bir de soyut resim- soyut plastik sanatlar vardı. Picasso’nun parçalanmış gerçekliğini ya da Dali’nin gerçekliği ti ye aldığı abuk sabuk resimlerini pek beğenirim çünkü benim zihnimdeki gerçeklik duygusuyla, ya da benim estetik anlayışımla örtüşürler. Ama mesela Bedri Baykam’ın soyut ifadeleri ya da Jale Yılmabaşar’ın soyut dışavurumcu seramikleri benim estetik duygumu harekete geçirmiyor, beğenilerimle, gerçeklik duygularımla ya da zihnimdeki kavramlarla örtüşmüyor. Benim beğenilerime, zihnimdeki gerçekliğe ya da estetik anlayışıma uygun olmayışı da onların eserlerinin sanat eseri olmadığı anlamına gelmiyor falan filan…
Öfff nereden nerelere gelmişiz. Sevgili monalisa, 8 Mart kadınlar gününde yaşadığınız oyunculuk deneyiminizi zevkle okudum. Rahatlıkla empati kurdum. Yazdığınız her cümle duygularınızı bana hissettirdi, yaşadıklarınızı yaşattı. Ama bu güzel yazınızı ve coşkunuzu severek okumak, benim tiyatro sevmemi gerektirmiyor diye bitirsem