Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

[Monalisa] Gurbete Düşmüş Yabancı

Sevgili Monalisa..
Sanırım insanın şefkate ihtiyacı oluyor.. Hele kış günleri bu istem dahada artıyor galiba.. Kendi adıma senin yazdığın her yazıyı okuyorum.. Hatta çok uzun süre saçmalama hakkın bile var bende.. Kolay vaz geçmem ben..
 
monalisa sana 14.şubat öykü yarışması için başarılar dilemek adına siteye geldim
orayı burayı kurcalamadan geçemedim ama yazılarını özlüyorum

sessizce girip okurdum sitedeyken şimdi yazıyım istedim
başarılar

iremsu
(çakı dayı arkadaşımın eşi yabancıdır ama enaz türkler kadar türk bakar etrafa :) )
 
Metalaşamaya karşı olmak güzeldir elbet...Ama emeğin sömürülmesinede izin vermemek gerekir...Sen diyorsun ki benim kalemim abartılacak kadar güzel değil...Bunu kabul etmiyorum...Okurun olarak,yaşamın içinden seçtiğin,kendinde dinlendirdiğin,edindiğin bilgilerle giydirdiğin kelimelerin ve oluşturduğun her metin bende meraktır....

Hacim olarak uzun hikayeyi terCih ediyormuşsun...Bu beni iki kat heyecanlandırdı...Bana örnek olarak sunduğun hikayelerinden" Bir Kadın Ve Bir Adam "içinde psikolojiyi,sosyolojiyi,yaşamı....içinde barındırıyor...Ve içimde bir okuma isteği kök verdi sökmek de istemiyorum...Ve yine örnek olarak verdiğin ilk hikayede tam bir ruh tahlili özelliğinin olması içimde uzun zamandır uyanan öykülerini okuma isteğimi kamçıladı...

Zaman elbet beni hikayelerinin içine atacaktır bundan eminim...Hikayelerinle buluşturucaktır..sanmaki işime şansa bırakacağım..ısrarcı tavrımdan vaz geçeceğim...:)Kitabının imza gününde bana kitabını imzalayarak verdiğinde bunu gözlerinin içine bakarak bir kez daha tekrarlayacağım:)
 
[FONT=Verdana]Perşembe günleri oldukça yoğun oluyorum. O yüzden siteye girip forumlara bakma olanağım pek olmuyor. Ancak, şimdi girip yazdıklarınızı okudum. Okudukça ruhum akıp gitti her sözcüğün peşine… İçimde bir şaşkınlık… içimde bir mutluluk… Hepiniz uzattınız dost ellerinizi… Tuttum her birinizin ellerinden sımsıcak sevgiyle… [/FONT]
[FONT=Verdana]O nedenle her birinize ayrı ayrı yanıt vermek istedim. [/FONT]

Mısra demiş ki:

Hani insanın içinde bir uçurtma vardır, rüzgarı bekler uçabilmek için...Sizin yazılarınız, şirleriniz ve öykülerinizde benim içimdeki uçurtmayı uçuran rüzgar oluyor, okudukça yükseliyor uçurtmam...Kaleminize sağlık monalisa...

[FONT=Verdana]Nasıl severim uçurtmaları bir bilsen Mısracığım! Ben gerçek yaşamda belki hiç uçurtma uçuramadım. Eğer, sözcükler uçup uçup senin yüreğine konuyorsa, birbirimize bir şeyler katabiliyorsak, bil ki, bir çocuk gibi neşeliyim. Çocukluğumda uçurtma uçuramadığım tepelerdeyim. Sağol, varol. [/FONT]

[FONT=Verdana]Sdsby demiş ki:[/FONT]
[FONT=Verdana]
Monalisa ablam, diyecek kelime bulamadım bu yüzden bugüne kadar hiç yazamadım, teşekkür etmek çok basit gelir diye düşündüm kendimce kelimeleriniz karşısında...Size hayranım, siz çok değerlisiniz, hep bilin lütfen...
[/FONT]


[FONT=Verdana][FONT=Verdana]Sevgili kardeşim Sdsby! [/FONT]
[FONT=Verdana]Eğer ben gerçekten anlatmak istediğimi anlatarak insana giden yolu bulabiliyorsam, bunda tüm öğretmenlerimin, tüm insanlara katkı yapan yazar, felsefeci, bilim insanlarının ve değerli arkadaşlarımın katkısı var. Birlikte varız. Çok teşekkür ediyorum.[/FONT]

Empatizan demiş ki:
Hiç muhalif olasım yok niyeyse :D
Sen de yerden göğe haklısın monalisa,
Bazen bir ses, bir yankı bekliyor insan karşıdan.
Onun için bu sitede değil miyiz zaten.
Kullanıcı ayarlarına baktım da, kendimi görünmez yapmışım. :eek:
Uzun uzun yazamasam bile, burada olduğum zamanlarda görünebilirim artık. :)

[FONT=Verdana]Canımsın! Şöyle, tatlı tatlı birbirimize muhalif olmayalı çok zaman oldu. Ben özledim muhalifliğini::):)[/FONT][FONT=Verdana] Hep birbirimizi onaylarsak, hep birbirimizi tekrar etmiş oluruz. Oysa, karşıt düşünceler insanı hep farklı yollara götürür. Ben farklı yollarda konaklamayı seviyorum. Sen de::):)[/FONT][FONT=Verdana])[/FONT]

[FONT=Verdana]Duru demiş ki: [/FONT]
[FONT=Verdana]
Düşüncelerinizi çok iyi anlıyorum inanın.insan beğeninin bir şekilde ortaya konulmasını istiyor.Lakin dedikleri gibi yorum konusunda biraz geri duruyoruz sanırım ya da ürkek davranıyoruz bazen.Neyse ben kendi adıma konuşayım.Yazılarınızı okuyorum ve oldukça başarılı buluyorum .Yeteneğiniz asla inkar edilemez bu konudaki yani.....Devamını en güzel şekilde sürdürmenizi temenni ederim canım..Elinize,yüreğinize ve kaleminize sağlık..
[/FONT]


[FONT=Verdana][FONT=Verdana]Sevgili Durucuğum,[/FONT]
[FONT=Verdana]Her övgü insanı yüreklendirir. Ama bir insana sürekli övgü yaparsak, o kişi kendini kaf dağında da görebilir::):)[/FONT][FONT=Verdana] Eleştiri de gereklidir ama kırmadan, dökmeden öyle değil mi? Sana da teşekkürlerimi sunuyorum. [/FONT]

Kuyucak demiş ki:
Sevgili Monalisa..
Sanırım insanın şefkate ihtiyacı oluyor.. Hele kış günleri bu istem dahada artıyor galiba.. Kendi adıma senin yazdığın her yazıyı okuyorum.. Hatta çok uzun süre saçmalama hakkın bile var bende.. Kolay vaz geçmem ben..

[FONT=Verdana]Yok! Ben çok ağırbaşlıyımdır. Almayayım dermişim::):)[/FONT][FONT=Verdana]) Ama saçmalamak da bir şey tabii! Bak! Ben bunu bir düşüneyim bari::):)[/FONT][FONT=Verdana]) Bu sitede bana katkı yapan, neyi bilip neyi bilmediğimi anımsatan insanlardan birisin. Sanatın kıyısında, sanatla iç içe forum tartışmalarında buluşmak üzere! [/FONT]
[FONT=Verdana]İremsu demiş ki: [/FONT]
[FONT=Verdana]
[FONT=Verdana]monalisa sana 14.şubat öykü yarışması için başarılar dilemek adına siteye geldim[/FONT]
[FONT=Verdana]orayı burayı kurcalamadan geçemedim ama yazılarını özlüyorum[/FONT]

[FONT=Verdana]sessizce girip okurdum sitedeyken şimdi yazıyım istedim[/FONT]
[FONT=Verdana]başarılar[/FONT]
[/FONT]


[FONT=Verdana][FONT=Verdana]Sevgili İremsu! [/FONT]
[FONT=Verdana]Yanılmıyorum değil mi? Yukarıdaki iletiyi yazan sensin değil mi? Sitedeki karışıklar olduğunda inan ki, çok üzüldüm. Zaten işin aslını da çözemedim. Gitmeni istemezdim. Ne iyi ettin de yazdın. Seninle site dışında da görüşebiliriz. Bunu çok isterim. Bu arada 14 Şubat Öykü Günü’nde öyküyle ilgili etkinlikler yapılacak. Bu bir yarışma değil. Bu yanlış anlamayı düzeltmek istedim. [/FONT]


[FONT=Verdana]Ve Öykü Ekin…[/FONT]
[FONT=Verdana]Senin iletin çok uzun::):)[/FONT][FONT=Verdana] Şimdi site yöneticilerini kızdırmayayım::)[/FONT][FONT=Verdana]) Onun için yalnızca yanıt vermek istiyorum. Hem bana da alınmayacağını biliyorum::)[/FONT]
[FONT=Verdana]Aristo, Metafizik kitabına şöyle başlar:[/FONT]
[FONT=Verdana]“ Bütün insanlar bilmek isterler” [/FONT]
[FONT=Verdana]Hani, merak deyince Aristo’nun bu sözleri aklıma geldi. Çünkü, Aristo tüm insanların merak duygusunu içlerinde barındırdığına inanıyor. İçi merak ateşiyle yanan bir insanın merakını nasıl öldürürüm::)[/FONT][FONT=Verdana] İstediğin, imzalı bir kitap olsun. Başım gözüm üstüne::)[/FONT]
[FONT=Verdana]Her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum yeniden… [/FONT]
[FONT=Verdana]Sizlerle aramızda mesafeler de olsa, bu mesafelerin eridiğine inanıyorum… [/FONT]
[FONT=Verdana]Bu dostlukları gerçek yaşama taşımak dileğiyle…[/FONT]
[FONT=Verdana]Hepinizi tanımak ve hepinizle görüşmek isterim… [/FONT]
[FONT=Verdana]İçimde öyle bir coşku var ki, dostluklarınızla sarhoş olmak isterdim… [/FONT]
[FONT=Verdana]Sevgiyle… [/FONT]
[/FONT]

[/FONT]
[/FONT]
 
[FONT=Calibri][SIZE=3]Birgün bir kapıdan içeri girdim. On beş on altı kadar insan toplanmış, Aristo’yu konuşuyorlardı. Sessizce bir köşeye geçip oturdum. Konuşulanları dinlemeye başladım. Poetika poetika deyip duruyorlardı. Mimesis de ne demekti acaba? Ontolojik bütünlük de neydi? Elejik ozan mı? Allahallah! Bunlar nece konuşuyorlardı? Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyordum. Arada bir anladıklarım da oluyordu tabii ki… Ama kafamda her şey bölük pörçüktü… [/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3][/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3]Bir gün bir kapıdan içeri girdim. Yirmi beş yaşlarında bir genç kız sular seller gibi anlatıyordu. Varoluş, varlığın içine atılmıştı. Fırlatılmışlık… Uzay… evren… bilinç… Sonunda da hiçlik… Bu Heidegger kimdi? Nasıl olurdu da beni bu kadar iyi anlatabilirdi? Kendimi dünyaya atılmış kadar yapayalnız duyumsuyordum. Öyle bir yaşamın içine sıkışmıştım ki, sürekli canım sıkılıyordu. Dünyayla ilişki kuramıyordum. Tıpkı onun dediği gibi…[/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3] [/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3]Bir işim, bir kocam, bir kızım vardı. Ama tüm bunlar bana yetmiyordu. Neden? [/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3][/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3]İşyerinde özelleştirmeden dolayı herkes tedirgindi. Yıllarca şef olmanın düşünü kurmuştum. Koca koca muhasebe kitaplarımı evime yığmış, sınavlara gireceğim sırada bir haberle yıkılmıştım. Ya işçi olup düşünü kurduğum konuma ulaşacaktım. Ya da memur olarak kalıp tüm düşlerime elveda diyecektim. Ben ikincisini yeğledim. Çünkü, daha önce bir kurumda çalışırken özelleştirmeden dolayı işten atılmıştım. Hem işimden çıkarılmaktan korkuyor, hem de Türkiye’nin en çok kar getiren bir kurumun satılmasına şiddetle karşı çıkıyordum. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3][/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3]İşyerinde bu patırtı- gürültü zaman zaman duruluyor, herkes yine aynı durağan yaşamına dönüyordu. Bir makinenin işleyişi gibi, sabah evden çıkıyor, akşamın karanlığında evime dönüyordum ben de… Sıradan bir kadındım. Hafta sonlarımı temizlik yapmakla geçiriyor, arada bir derneğe uğruyordum. Ben kimdim? Neyi seviyordum? Nelerden hoşlanıyordum? Kendimi bile tanımıyordum. Çünkü, hep başkalarına göre yaşamıştım. Eşim ne derse onu yapmış, kızımın bakımını üstlenmiş, ev işleriyle zaman tüketip durmuştum. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3][/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3]Ne zaman kızım büyüdü? Ne zaman saçlarıma aklar düştü? Zamanı nasıl da hor kullanmıştım. İçimdeki sıkıntıdan kurtulmak için farklı alternatifler aramaya başladım. İşyerinde herkes magazin konuşurken ben aldığım sanat dergilerden yazarların yaşamını okuyor, günlük gazeteleri takip ediyordum. Yıl 2003. Bu arada 22 yaşımda yazdığım öyküleri sakladığım kutudan çıkardım. Yeniden okudum, düzeltmeleri yaptım. Keşke çevremde edebiyattan anlayan birisi olsaydı? Bana yol gösterseydi? İşyerindeki insanları izliyor, konuşmalarını not ediyordum. Kitap fuarlarında yazarların seminerlerini takip etmeye başladım. Bir yazarın, gözü kulağı açık olmalıymış! Artık insanları izlemek bana keyif vermeye başlamıştı. Her biri hakkında belleğimde senaryolar yazıyordum. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3][/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3]Yıl 2004. Kardeşimden bir derginin yazarlık seminerleri verdiğini öğrendim. Yine de kararsızdım. Yazarlık yetenek işiydi. Ben kimdi? Yazar olmak kimdi? [/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3][/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3]Yazarlık seminerlerine gitmemeye karar verdim. 38 yaşından sonra yazar mı olacaktım? Ama kardeşim sürekli seminerlerde anlatılanları bana aktarıyor, anlattıkları ben de büyük bir merak uyandırıyordu. Bir gün, dinleyici olarak seminerlere katıldım. İşte o gün karar verdim gitmeye… Çünkü, semineri veren anlattıkça içim ürperiyor, ürperdikçe heyecanlanıyor, anlatılmaz bir duygu içinde kıvranıp duruyordum. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3][/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3]O günü çok iyi anımsıyorum. Bir gün, kömür gibi saçları omuzlarına düşmüş, gözleri ışıl ışıl parlayan bir edebiyat öğretmeninin öykü kitabının çıktığını duydum. Uzaktan hayran hayran seyrettim onu! Her davranışını, her tutumunu belleğime yazı yazar gibi yazdım. Gözümde öyle yüceltmiştim ki, benim onlar gibi olmam olanaksızdı. Kısaca şunu demek istiyorum. Benim edebiyat ve felsefeyle ilgilenmem 2004 yılında başlar. Topu topu altı yıllık bir geçmişim var. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3][/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3]Yazarlık yetenek değil. Her insanın içinde gizil bir güç vardır. Önemli olan, o gizil gücü harekete geçirmektir. İnsan isterse yazabilir. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3][/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3]Bir de, istemenin yanında iyi bir disiplin gerekiyor. Yazmayı sevenlere önerim budur. Mutsuzluklarımız, can sıkıntılarımız bizim dostlarımızdır… Çünkü, bize neyi isteyip neyi istemediğimizi gösteriyor. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3][/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3]Zaman zaman bu forumlarda tartışırken kimi arkadaşlarım, yazı biçimimin çok sert olduğunu söylemişti. Onlardan birine şöyle demiştim. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3][/SIZE][/FONT]
[FONT=Calibri][SIZE=3]“ Ben yürümeyi yeni öğrenen bir çocuk gibiyim. Bilgi öğrenmenin hazzına daha yeni yeni varıyorum. Bilgilerim öyle taze ve eskimemiş ki, bu hazzı duyarken kimi kez o coşkunun kollarında kendimi unutuveriyor, dengeyi şaşırıyorum” [/SIZE][/FONT]
[SIZE=3][FONT=Calibri][/FONT][/SIZE]
[SIZE=3][FONT=Calibri]Bu da benim hamartiyam::):)[/FONT][/SIZE]
 
Merak duygusunu harladığın için teşekkür ederim...

Benleri doyurmak gerek..ben'i bulmak için...perde aralanmış...bırak coşkun aksın...zamanla sakinleşecektir...birazda olsa adım atışlarını görmeye izin vermişsin...(bak hikayeler konusunda sustum artık ne yapalım ateşi tanrılardan çaldıkta senden çalamadık varsayalım:) )
 
Bazı yazılarda, düşündüğümüz ama dile getiremediğimiz şeyler sözcüklere dökülmüştür.
O yazılarda kendimizden bir şeyler buluruz. O yazı bizim dilimiz olur, sesimiz olur. Sahipleniriz o yazıları.

Sevgili monalisa,
Sınırlarınızı keşfetme ve daha kitabınız çıkmadan okurlarınızı fethetme yolculuğunuzu gıpta ile okudum yazdığınız gün.
Yolculuğunuzun geçmişteki rotası o kadar benden, o kadar beni anlatıyor ve değiştirdiğiniz rota o kadar gitmek istediğim yeri tarif ediyor ki sahipleniverdim, içselleştiriverdim yazdıklarınızı. :)
Hissettiklerimi dile getirip size iletebilmeyi ise ancak becerebildim :eek:
 
Bugün çok mutlu eve döndüm. Başım dönüyor mutluluktan... Hayal ettiğimden de güzel bir gün oldu öykü kutlaması... Çünkü, bu ortamda öykü yazarlarıyla tanışacağım, onlarla aynı havayı soluyabileceğim aklıma gelmemişti.

Günün en büyük sürprizi Lütfiye Aydın'la tanışmam oldu... Yanına gittim, öykülerini çok beğendiğimi söyledim. Kendimi tanıttım... Hemen anımsadı beni... Birkaç yıl önce onun öykü kitabının tanıtımını yapmıştım. Sonra da telefonla konuşma olanağım olmuştu. Ankara'dan İstanbul'a bu etkinlik dolayısıyla gelmiş. Ama hiç yüz yüze görüşmemiştik. Demek bugün tanışacakmışız. Yazarlar hep böyle hoş sohbet midir? Hep ağızlarından bal mı damlar? Kemal Bekir'le tanıştım. Sahnede anılarını öyle güzel anlattı ki, kendimden geçerek dinledim konuşmalarını...

Rüya gibi bir gündü... Halen o rüyanın etkisi altındayım. Böyle bir günde susmak da niye öykücüğüm! Sabahlara kadar öykü konuşalım seninle!

Ve... Sevgili Empatizan!

Eğer yazdıklarım senin gitmek istediğin yerse, demek kendime bir gönül yoldaşı daha edindim...

Ama tüm bunlar bugün için fazlaymış gibi geliyor bana:):)

Öykü günündeki izlenimlerimi zaman buldukça aktaracağım.

Görüşmek üzere!
 
Konuşalım soluksuz olsun konuşmalarımız...Lütfiye Aydın'ın mimikleri nasıldı?Ses tonu ?sen öykü olup çağladın mı?Edebiyat dünyasının oluşturduğu atmosfer sende nasıl yankı buldu?
çoşkun bana kadar ulaştı...Bilsen kanatlarım nasıl renkli...
 
[FONT=Verdana]14 Şubat 2010. Saat 13.30 suları… Telefonla Ayşegül’ü arıyorum yolu tarif etmek için… O çoktan internetten yolu öğrenmiş bile… Yavaş yavaş merdivenleri tırmanıyorum. Atölyenin kapısından içeri giriyorum… Arkadaşlarla selamlaşıyorum. Oyuncuların hepsi bir içim su… Siyah giysiler giyinmişler… Kardeşime de pek yakışmış üstündeki elbise… Yüzünde bir mutluluk… Onun mutluluğu beni de sımsıcak kucaklıyor. [/FONT]

[FONT=Verdana]O arada Ayşegül yeniden beni arıyor… Hangi katta olduğumuzu soruyor… Kapıda bekliyorum içimde bir heyecan… Yeni yeni insanlarla tanışmak beni bambaşka dünyalara götürür hep… Bundan mı heyecanım? Yoksa Ayşegül’ü yatılı okulda yakalayamadığımız paylaşımlarıma ortak etmek istiyorum da ne tepki vereceğini mi merak ediyorum? Belki de her ikisi… Bir çift mavi göz… Kumral saçlarını arkadan tutturmuş… Yüzünde bir yorgunluk var… El sallıyorum merdivenin başında… Annesiyle daha önce tanışmıştım… Saçları tamamen beyazlaşmış bu kadının insana güven bir duruşu var. Yüz hatları yumuşacık… Ayşegül’ün arkadaşı Figen’le tanışıyorum… Pek mesafeli davranıyor önce. Ama sonra yemekte aramızdaki mesafe aradan kalkıyor. İçeride koltuklarımıza geçip oturuyoruz. [/FONT]

[FONT=Verdana]Saat 14.00 Düşünen Adam oyunu başlıyor. Ülkelerin birinde bir adam… Dekart düşüne düşüne kendini bulmuş diye söze giriyor. Acaba ben de kendimi bulabilir miyim diye düşünmeye başlar. Böylece düşünen adamın serüvenini izlemeye koyuluyoruz. O serüvende neler yok ki… Önce karısı düşünen adama bu fırsatı vermez. Adam ülke ülke gezer… Nereye giderse gitsin, düşünen adam tartaklanır, suçlanır. [/FONT]

[FONT=Verdana]Kimileyin, yazar, tersinden bakmış olay ve olgulara… [/FONT][FONT=Verdana]Gezdiği ülkelerin birinde herkes uyumaktadır örneğin. Tek yaptıkları iş uyumaktır. Uyuyarak söylev verirler, uyuyarak örgü örerler, uyuyarak sevişirler, uyuyarak yemek yerler. [/FONT]

[FONT=Verdana]Bir diğer ülkede, huzuru bulmak için toplantılar yapılır. Söylevler, çekilir. Ancak, o söylevler sırasında delegeler arasında hep kavga çıkar, arbede yaşanır. [/FONT]

[FONT=Verdana]Başka bir ülkede, düşünmenin adı bile yasaktır. Kim düşünmenin adını ağzına alsa, birbirlerini suçlamaya, o suçluyu bulmaya çalışırlar. [/FONT]

[FONT=Verdana]Yazar, öyle dünyalara götürür ki bizi o dünyada kendi kendimizle yüzleşiriz. Bu dünyada yalnızca konuşan, hiç birşey üretmeyen, konuştuklarını pratik yaşama geçiremeyenlerin dramı anlatılır. [/FONT]

[FONT=Verdana]İnsan düşünen bir varlıktır. Ancak, günümüzde insan sorgulamamaktadır. Yazar, insanın düşünme yetisini öyle mizahi bir dille anlatır ki, kafamız, ayak parmağımızın ucundadır. Aslında sahnede olup bitenlere gülerken, bir yandan da düşünüyoruz. O aynada bizim insanımızı, kendimizi görüyoruz. [/FONT]

[FONT=Verdana]Sağlık sisteminin yetersizliği, uzmanlaşmanın insanı kuşatması, tembelliğimiz, politikacıların laf üretip hizmet üretmemeleri , insanların büyük bir sevinçle bir şeyler üretmek için bir araya gelmeleri, sonra da iş zora gelince herkesin bir kenara çekilmesi dile getirilir.[/FONT]

[FONT=Verdana]Oyuncuların hepsi arkadaşlarımız. Sahnede olağanüstü bir performans gösterdiler. Oyun sonunda hepsini teker teker kutladım. [/FONT]

[FONT=Verdana]Sonra da, Ayşegül’le annesi, Figen, kardeşim ve öykücü arkadaşlarla yemeğe gittik. Oyunu değerlendirdik. Zaman su gibi akıp geçti. [/FONT]

[FONT=Verdana]Saat 18.45’te atölyeye geldim. Salon tıklım tıklım dolmuş… Geç kaldığımdan kendime oturacak yer bulamadım. Kapının yanındaki sandalyeye iliştim. [/FONT]

[FONT=Verdana]Önce öykünün serüveni sinevizyon olarak gösterildi. [/FONT]

[FONT=Verdana]Kimler yoktu ki, bu serüvende… [/FONT]

[FONT=Verdana]Çehov, Sabahattin Ali, Sait Faik, Oktay Akbal, Ömer Seyfettin, Kemal Bekir, Güngör Gençay, Lütfiye Aydın, Demirtaş Ceyhun, Orhan Kemal, Cevat Şakir ve aklıma gelmeyenler… [/FONT]

[FONT=Verdana]Her birinin öykü anlayışı ve öykülerinden kısacık bölümlerin sunumu yapıldı. [/FONT]

[FONT=Verdana]Sonra da, öykü okuma programına geçildi. Lütfiye Aydın’dan Leylak Yorgunu, Tarık Dursun’dan Denklem, Güngör Gençay’dan Gammaz, Adnan Özyalçıner’den Bozkır, Oktay Akbal’dan Sen Bunu Biliyor musun, Kemal Bekir’den Pire, Sait Faik’ten Havuz Başı, Anton Çehov’dan Beceriksiz Kız adlı öyküler canlandırıldı ve okundu. [/FONT]

[FONT=Verdana]Hani, bu öyküler okunup canlandırılırken Aydın’ın şiir gibi diline, Akbal’ın duyguları ve düşünceleri anlatırken kullandığı sözcüklerin gücüne, Faik’in gözlemlerine ve insan sevgisine, Çehov ve diğer yazarların gerçekliği tüm çırılçıplaklığıyla okura yansıtmasına öykünmeden edemedim bir türlü… [/FONT]

[FONT=Verdana]Bu arada öykü aralarında yeni ve genç öykücüler kürsüye gelip konuşma yaptı. [/FONT]

[FONT=Verdana]Baha beni genç öykücülerimizden diye anons edince kendi kendime gülümsedim. Sonra da kürsüye çıkıp kendimi anlattım. Niçin yazdığımı anlattım. [/FONT]

[FONT=Verdana]Sevgili Hocam da kitabımdaki öyküler için çok önemli bir tesbit yapmış. Şöyle diyor” Kendisi için öykü yazmayı sorun eden bir yazar. Öyküyle varolmuş, yaşamın her anını öyküyle açımlama. Öykülerindeki derinliğin nedeni de bu. Öyküyle yaşama, yaşamı öyküleştirmede diyebilirim buna. “ [/FONT]

[FONT=Verdana]Çok haklı… Nereye bakarsam bakayım, öyküyle iç içeyim. [/FONT]

[FONT=Verdana]Ve… O gün… Ustalarla yan yana oturduğumda, onlarla aynı ortamı soluduğumda, bu duyguyla her gün… her gün… yeniden doğuyorum. [/FONT]

[FONT=Verdana]Sevgili Öykücüğüm, [/FONT]

[FONT=Verdana]Lütfiye Aydın’ın öykülerini okudun mu bilmem… Özellikle kadınların dünyasını büyük bir ustalıkla anlatıyor. Dili bir o kadar yalın ve şiirsel… [/FONT]

[FONT=Verdana]Öykülerini okuduğumdan beri kendisini merak ediyordum. Öyle sıcakkanlı bir insan ki… Kendimi tanıtınca ellerimi tuttu önce… Sonra sarıldı öptü beni… Sanki kırk yıllık dostmuşuz gibi… İçindeki insan sevgisi yüzüne vurmuştu sanki… Öyle sevecen, öyle şefkat dolu… Özellikle kadınların öykü yazmasına çok sevindiğini söyledi. Bunca yılın vermiş olduğu ezilmişliklerine, susturulmuşluklarına karşı çıkıyorlar dedi. Sahiden de, benim çevremde genç öykücüler hep kadınlar… Kıpır kıpır bir insan… Sahnede öykü okumaları yapılırken öyküdeki her heyecan fırtınası onu da sarıyor… Sonra da, onu bir biçimde yanındaki insanlara yansıtıyor… Nasıl mı? Bakışlarıyla, el hareketleriyle… [/FONT]

[FONT=Verdana]Yazın dünyasında yazarlarla buluşmanın en keyifli bir yanı bence şu. Okuduğumuz öykülerini nasıl yazdıklarını merak ediyorum ben en çok. Onların öykü anlayışlarını, yataklarını nasıl bulduklarını merak ediyorum en çok… Her ne kadar Aydın’la tüm bunları konuşma olanağımız olmadı. Öykü günü kutlamasının ardından küçük bir kokteyl verildi. Aydın başka bir yere gideceğimizden aramızdan ayrıldı. [/FONT]
[FONT=Verdana]Eğer yolumuz insan da kesişiyorsa, öykü ustalarıyla birlikte olmak, yaşamı yeniden kurmak için çıktığımız o yolda, ustaların kılavuzluğunda aydınlanmak demek… Hem kendini yeniden yaratacaksın. Hem de dünyayı… İşte var olmanın dayanılmaz hafifliği::):)[/FONT]
 
Soluksuz konuşman uzun zamandır katılamadığım ortamın kokusunu bana ulaştırdı...öykü okuma bende bir tutku... Öykü kitaplarının zenginliklerinin içinde kaybolmakta...izlenimlerin paylaştığın için teşekkür ederim...:):):)
 
Öykü gününe ilişkin anı ve izlenimlerinizi okumak benim için,
Lütfiye Aydın öyküleri okumaktan daha heyecan vericiydi monalisa:)
 
Sevgili öykü ve empatizan,

Sizlerle ve bu satırları okuyanlarla duygu ve düşüncelerimi paylaşmak yaşamı daha da güzelleştiriyor. Çok teşekkürler...
 
[FONT=Verdana] Hem kendini yeniden yaratacaksın. Hem de dünyayı… İşte var olmanın dayanılmaz hafifliği::):)[/FONT]

Var olmanın dayanılmaz hafifliğini ne güzel ifade etmişsin,Monalisa..Anılarını anlatma şeklinde çok hoş,sanki orada,o sıcak duyguları paylaşmış gibi hissettim...Yüreğine sağlık...
 
hani hikayelerin ...neden sustu kalemin konuşmuyor bizimle:(
 
[FONT=Verdana]FİLM GİBİ KADINIM [/FONT]

[FONT=Verdana]8 Mart 2010. [/FONT]

[FONT=Verdana]Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutlayacağız.[/FONT]

[FONT=Verdana]Bu günde Sophokles’in Antigone’sinden Brecht’in Antigone’sine kadar , Diriliş’ten Orhan Kemal’e kadar birçok öykü ve romanlardan bölümler canlandırılacak. [/FONT]

[FONT=Verdana]Benim hiç sahne deneyimim yok. Önce bu programın yalnızca roman ve öykülerin bölümlerinden okuma yapılacağı söylendi. Öyleydi de… Ben de güzel öykü okurum diyerek görev aldım biraz da kardeşimin ısrarıyla. Sonra süreç içinde program okuma tiyatrosu olarak değiştirilmiş. Tabii, tüm olanlardan benim sonraları haberim oldu. Duyunca, pek de kendime yediremedim vazgeçmeyi. Serde kadınlık var nasıl olsa:[/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT][FONT=Verdana]) [/FONT]

[FONT=Verdana]İlk gün çalışmalara gittiğimde Orhan Kemal’in Çamaşırcının Kızı adlı öyküsü elime verdiler. Hadi oku bakalım dedi Neşe. Ben hep okunduğu gibi söylüyorum diyalogları. Konuşur gibi söylemem gerektiğini konusunda sürekli uyarıyor Neşe. Bu karakter bana göre değil hiç diyorum. İşveli, evin içinde kombinezonla dolaşan bir kadını canlandırıyorum. Tam bana zıt bir karakter… Şuh kadın olmak kim! Ben kim! Kahkaha atmam gerekiyor falan filan… Önce çok zor geldi bana. Yapamam dedim. Çalıştıkça oluyor galiba diye kendi kendime telkinler veriyorum sürekli. Gülme teknikleri öğreniyorum.[/FONT]

[FONT=Verdana]Sonra başka bir sahnede anne rolünü canlandıracağım. O arada onbeş saniye içinde ışıklar sönecek. Ben hırkamı giyeceğim. Başörtü takacağım. Yerime oturacağım. O arada kızkardeşim sahneye gelecek. Tabii, kostümlerle hiç prova yapmaya zamanımız olmadı. İçimde bir tedirginlik… Ya aksilik olursa! Dışarda kardeşimle prova yapıyoruz. Ben sahneye geleceğim diyor. Sana hırkanı tutacağım. Arkasından başörtünü bağlayacaksın. Süre tutuyoruz. Onbeş saniyeyi aşmasın diye. Ancak, o arada o, hesapta olmayan bir şey getirmiş. Otururken örgü örecekmiş. Bu da nerden çıktı diyorum. Sahneye renk katsın diye getirdim diyor. [/FONT]

[FONT=Verdana]İlk kez sahneye çıkacağım. İçimdeki heyecanı bastırmaya çalışıyorum. Nihayet beklenen an geldi çattı. Üstümde kombinezon yerine bir elbise var. Ayakkabımın içindeki cihaza insanlar tuhaf tuhaf bakıyorlar. Burda da mı o ezici bakışlar! İçimde korkunç uçurumlar… Halbuki ne çok yazı yazıyorum bu konuyla ilgili. Okumuyorlar mı insanlar yazılarımı? Biliyorum, aldırmamam gerek! Niye sinir oluyorum o zaman? [/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Müzik başlayınca içeri gireceğim. Antre’de hiç ışık yok. İşte bunu hiç hesaba katmamıştım. Baha cep telefonunun ışığıyla yol gösteriyor bana. Sahne basamağını zor seçiyorum. Sahnedeyim artık. Herşey güzel başlıyor. Öykünün bir yerinde içeri gidip Neriman’ın istediği çanta, eldiven, iskarpin ve elbiseleri ona getirip veriyorum. O arada ne söyleyeceğimi unutuyorum. Elimdeki kağıda bakıp nerde kaldığımı bulmaya çalışıyorum. Neriman’ı canlandıran Nazlı şaşkın şaşkın bakıyor bana! Ben de ona! Ne kadar bekledim bilmiyorum. Kaldığım yerden devam ediyorum sonra.[/FONT]

[FONT=Verdana]İkinci sahnedeyiz. Işıklar söndü. Belleğim onbeş saniye, on beş saniye diye sinyal veriyor. Çok karanlık! Hırkamı giymek için elimdeki kağıdı nereye koyacağımı şaşırıyorum. Kardeşimin oturacağı sandalyeye bırakıvermişim! O da elindeki kağıtları oraya bırakmamış mı? Bana başörtüyü uzatayım derken üstüne de öreceği kazağı koymamış mı! Karanlık da elimi sandalyeye uzatıyorum. Bu da neyin nesi! Nereye gitti benim kağıtlarım! Başörtümü bağlıyorum. Yeniden sandalyeye elimi uzatıyorum. Kağıtların yerinde yeller esiyor. Ne cehenneme gitti bu kağıtlar! Yere eğilemiyorum. Ayağımdaki cihaz engel oluyor buna. Fısıltıyla Sadişş kağıtlar yok. Bulamıyorum. Bulamıyorum diyorum. Ben fısıltıyla söylediğimi sanıyorum. Zaten kısık sesle konuşmayı öğrenemedim bir türlü! Meğer ön sıralardakilerin hepsi duymuş söylediklerimi. Bulamıyorum… Bulamıyorum… Kağıtlar yok! Defalarca bunu yineliyorum. O arada salondan kahkahalar yükseliyor… Eyvah! Rezil olduk. Sonra bir alkış tufanı! Hâlâ biz kağıtları arıyoruz. Yere düşmüş olmalı! İyi de yer yarıldı da içine mi girdi utanmazlar! Kardeşim en sonunda “hain” kağıtları buluyor. Yerimize oturuyoruz. Işıklar yanıyor. Kardeşim benimkilerle onunkileri ayırt etmeye çalışıyor. Yahu! İşte benimkisi! En üstte. Renkli kalemle çizilmiş. Ona yardımcı olmak için kağıdımı alıveriyorum elinden… ( Şimdi bile kahkahalarla gülüyorum halimize) Sonra canlandırmayı hiçbir şey olmamış gibi sürdürüyoruz. [/FONT]

[FONT=Verdana]Benim sahnem bitiyor. Soluğu sahne arkasında alıyorum. Kasıklarım ağrıyıncaya kadar gülüyorum… Herkes iyiydiniz galiba diyor. Salon yıkıldı. Ne iyisi! Rezil olduk diyorum. Öyküye değil, bizlere güldüler diyorum. Başımıza gelenleri anlatıyorum. Bir kahkaha fırtınası! Nazlı beni taklit ediyor. Sadişş! Kağıtlar yok! Bulamıyorum. Bulamıyorum… Yerlere yatıyor gülmekten. Ya! İnsan antreyi aydınlatır biraz diye yakınıyorum. Haklıyım ama! Çok karanlıktı. Tabii, bir de benim acemiliğim. Kağıtları bacağımın arasına sıkıştırabilirdim! Hem kostümle hiç pravo yapmadık diyorum. Kendi kendime haklı gerekçeler yaratmaya çalışıyorum. Olan oldu artık. [/FONT]

[FONT=Verdana]Program bitiyor. Herkes bizi konuşuyor. Ünlü oldum ne de olsa! :[/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT][FONT=Verdana]) Koltuklarıma karpuz sığmıyor:[/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT][FONT=Verdana]) İsteseydim, bu kadar başarılı olamazdım hani:[/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT][FONT=Verdana]) Kaç kişi vardır acaba! Bizim gibi kağıtları karıştıran:[/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT][FONT=Verdana]) Sonra da yerlere düşüren:[/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT][FONT=Verdana]) Sahne arasında fısıl fısıl konuşan:[/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT][FONT=Verdana]) Hani, tiyatrocu olmak doğuştan yetenek ben de:[/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT][FONT=Verdana]) [/FONT]

[FONT=Verdana]Bir de sessiz konuşmayı öğrenebilseydim! Yedisinde neyse insan yetmişinden de odur derler ya! Ben de öyleyim işte! [/FONT]

[FONT=Verdana]Ön sıradakiler, tüm söylediklerimi duymuşlar! Sadişş! Kağıtları bulamıyorum… bulamıyorum… Arka sıradakiler ne olduğunu anlayamamışlar! Ya orada ışık yansaydı! O zaman daha beter naneyi yemiştik:[/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT][FONT=Verdana]) Neşe bir aksilik olduğunu anlamış. Işıkçıya süreyi uzattırmış. [/FONT]

[FONT=Verdana]Bir daha mı! Sahneye mahneye çıkmam… Neme gerek! Otur evinde, yaz öykülerini! Hep bunlar Sadiş’in suçu zaten. Ne işim vardı okuma tiyatrosunda! Hahaha! Hâlâ düşündükçe freni patlamış kamyon gibi koyveriyorum kendimi:[/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT][FONT=Verdana]) [/FONT]

[FONT=Verdana]Valla! Yasemin Yalçın gibi kadınım:[/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT][FONT=Verdana]) Neyim eksik [/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT]

[FONT=Verdana]Artık torunlarım bakar bakar gülerler!:[/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT][FONT=Verdana]) Anneannemiz film gibi kadınmış diye:[/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT][FONT=Verdana]) Kamera kayıtlarını büyük bir sabırsızlıkla bekliyorum. Bu gün 8 Mart 2010’da yaşadıklarımı günlüğüme not düşüyorum. Bu anıdan bir öykü bile çıkabilir a! [/FONT]
 
dokunduğum her kelime elimden tuttu...gülümsedi...seviyorum yazılarının içinde kaybolmayı...kullandığın dil çok güzel...
 
Öykü dediğiniz nedir ki monalisa;)
İşte güzel bir öykü gelmiş konmuş forumun sayfalarına ve ulaşmış okuyucularına. Çıktısını alırım, altına adınızı yazarım, hatta bir de imza attırırım size, işte yazarından imzalı öykü:)
Zevkle okudum. Teşekkürler bir bilgisayar ekranı kadar yakınımıza ulaştırdığınız için.
 
Yaşadığım en komik anlardan biriydi Öykücüğüm... Acemiliğin bu kadarı dedirtecek kadar:):) Sanırım, bu günü hiç unutmayacağım...

Zaten öykülerde yaşamın içinden çıkıp da yaşama yansımaz mı Empatizancığım... Benimki de o misal işte:):)

Herşeye karşın, tiyatronun çok büyük bir emek istediğini anladım ben bu süreç içinde...

Bizim zamanımız kısıtlı olduğundan ezber yapamadık. Kısıtlı olanaklar içinde kostümlerimizi kendimiz bulduk. O kostümleri bile deneyemedik. Ama birlikte birşey yapmanın hazzına vardık. Kadın sorununu öykülerde, romanlarda yeniden yaşadık.

Antigone'nin dimdik durarak törelere başkaldırması...

İsmene'nin edilgenliği...

Maslova'nın Nehludav'a sitemleri...

Neriman'ın düşleri...

Savaşa karşı koyan kadınlar... Ezilen, horlanan kadınlar... Hani, Nazım'ın dediği gibi bizim kadınlarımız...

Onlarla hüzünlendik. Onlarla ağladık. Onlarla güldük...

Bir de pravolar çok zevkliydi. İnsanların farklı yönlerini tanıyorsun. Yaptıkları hatalara birlikte gülüp birlikte eğlenmek işin farklı bir boyutu... Bu arada kendini tanıma olanağın oluyor. Örneğin, ben konuşurken sözcükleri uzata uzata söylüyorum. Şimdiye kadar bunun hiç ayrımına varmamıştım.

Sonra sahneye çıkmanın heyecanı... İnsan, herşeyi yaşamalı demişti bir yazar. Kimin olduğunu şimdi anımsamıyorum. Bir de sahnenin tozunu, dumanını yutmak, bambaşka bir duygu!

Ayy! Duyan da beni tiyatrocu olmuş sanacak:):)
 
tiyatro sözcüklerin bedene bürünmüş hali..bir defa sahne tozu yutmuşsan eğer bırakmaz seni bilesin...belki yazdığın ya da yazacağın bir oyunu sahnede gösteriye sunarsın...o zaman gör birde kendini...çocuğunu seven bir anne gibi gurur duyarsın eserinle...
 
evet...ben uzun süre tiyatro tozu yutan biri olarak kesinlikle diyorum ki yuttun bir kere o tozu çıkamazsın....gittiğin her yerde istemesen de seni sahneye çeken gizli bir el olacaktır..
 
Lise öğrencisiyken bir okul piyesinde sahne tozu yutma deneyimim olmuştu. Oyuna hazırlandığımız süreçte kendimi dünyanın en büyük, en yetenekli oyuncusu zannediyordum. Provaların sürdüğü 2 ay boyunca tüm dünyam o oyunun etrafında dönüyordu. Rolüm de topu topu 10 dakikalık bir hizmetçi rolüydü.:):)
Dersleri fazlaca boşladığımı fark eden ailem bir başka piyeste rol almamı usturuplu bir biçimde engellemişti.
Büyüyünce bırakın oyunda rol almayı, tiyatro izlemekten de pek hazzetmemeye başladım. Çok ayıp, biliyorum ama itiraf ediyorum, tiyatro sahnesi yapay, zorlama geliyor bana. Sanki izleyici salak da onun gözüne soka soka verilmesi gereken bir mesaj varmış gibi bir duygu işte.
Bazen tiyatro kulübündeki öğrencilerimin ya da arkadaşlarımın elime biletini tutuşturup, mutlaka sizi de bekliyoruz dedikleri oyunlara icabet etmek zorunda kalırım. Duymasınlar ama, en fazla 15 dakika sonra kimseye görünmeden nasıl sıvışabileceğimin hesaplarını yaparken buluyorum kendimi.:eek::eek:
Ne yapayım,böyleyim işte. Sanat bana gerçeklik duygusunu yaşatmadığı sürece anlamıyorum ben o sanattan.
Mesela sizin öyküleştirdiğiniz anınız. Bana gerçeklik duygusunu yaşattıysa ve okumaktan zevk aldıysam benim için sanat diyebilirim…
Soyut resimler ya da plastik sanatlardaki soyut objeler de tiyatroya benzer duygular uyandırıyor bende.
Bir sanatçı adayı olan kızıma da hep söylerim. Ben sanattan anlamıyorum:(
 
ülkemizdeki sorunlardan biridir zaten ...iyi bir tiyatro izleyicisi bulmak...zordur aslında tiyatro...hata payını sahne arkası olarak veremiyorsunuz..sesinizi daha iyi kontrol edebiliyorsunuz...siz tam yutamamaşsınız sahne tozunu sayın empatizan...
 
Sahne tozu yutmak kim, ben kim öyküekin. Yukarıdaki sadece lafın gelişiydi. :)
İnsan takipçisi bile olmadığı sanatın tozunu nasıl yutsun:eek:

Tiyatro neden zor bilmiyorum. Muhtemelen pek çok insan, benim gibi gerçeklik duygusunu yaşayamadığı için zevk almıyordur tiyatrodan.
Saygım sonsuz olmakla birlikte ben almiim derim hep:p
 
dilin dışarda kalmış..ama:(sevimli durmuş...:)
 
Sizlerle karşılıklı oturmuş da, sohbet ediyor gibi duyumsadım kendimi...

Doğrusu Empatizan'ın yazdıklarını okuyunca şaşırmadan edemedim. Demek ki, seni hep kafamda farklı çiziyorum Empatizan:):)

Bana tiyatro hep gerçekçi gelmiştir... Sinemadan çok tiyatroyu severim örneğin. Çok iyi bir tiyatro izleyicisiyimdir... Bayılırım sahnede olup bitenlere... Adeta kendimden geçerim... Çok ağır bir oyun olsa bile asla herhangi bir tiyatrodan sıkıldığımı anımsamıyorum...

O an, bir oyunu seyrederken karakterin biri elime dokunur... Bir öteki kulağıma fısıldar... Başka biri yüreğimin en derinliklerine uzanır... Tanrım! Sanatın gücü işte bu!

Ben de eskiden soyut resimden pek anlamazdım. Daha sonra estetik seminerlerinde bilincim açılmaya başladı. Şimdi Salvador Dali'nin resimlerini seyrederken onun hayal gücüne hayran olmadan edemiyorum. Ya! Picasso'nun resimleri... Eskiden ne kübizmden ne de resimde üçüncü boyuttan haberim vardı. Bir sanat dalında birikiminiz arttıkça yaratıcılıktan daha fazla haz alıyorsunuz. Ya da eleştirisel gözle bakabiliyorsunuz. İşte o zaman anlıyorsunuz Picasso'nun büyüklüğünü... Daha bir çok ressamı da...

Bugünlerde tragedyaları inceliyoruz. Gel de Sofokles'e hayran olma! İnsan olmanın tüm anlamları var tragedyalarında... Sözcükleri ilmek ilmek dokumuş! Gel de Brecht'in Antigone'sini okuyunca savaşa karşı olma! Nasıl da eleştirir 2. Paylaşım Savaşı sırasında dünyayı kana bulayan faşizmi... Öyle güzel imgeler ve simgeler kullanır ki Hitler'i yerin dibine sokar... Evet, sanat... Hep yolumu gösteriyor bana... Ya! İsmene! Tipik bir kadındır o! Geleneklere başkaldıracak gücü yoktur... Biraz da korkaktır... Ama Ritsos bu karakteri alır. Adeta devleştirir. Karşımıza bir başka İsmene çıkar... Hele zamanın akışını öyle bir anlatır ki, o hem zamandır hem de İsmene'dir... Ablasının nişanlısına aşık olan İsmene... Bir yazarın/şairin öznel ahlakı olamaz yapıtlarında... O hep nesnel olmalıdır... İşte sanat bana insanı anlamayı öğretiyor... Yargılamamayı... Suçlamamayı...

Sanat, şeytanla kavga yapmaktır kimi zaman. Dostoyevski'nin dediği gibi... Sanat, hep güzeli aramaktır... Yine, Kant'ın dediği gibi, sanatçının amacı, ereksiz erek olmalıdır...

Laf lafı açtı. Nerelere geldim yine... Eee... Böyle dostlarla sohbet güzel olunca... Benim de çenem düşüyor...

Haklısın Empatizan... İnsan takipçisi olmadığı şeye yabancılaşır... Bu çok doğal...

İnan ki, öykücüğüm, sahnenin tozunu aldım mı, bilmem... Zira, tiyatro çok emek isteyen birşey... Çok boş zamanın olacak... Kardeşimden biliyorum... 3 saatlik bir oyunu çıkarmak için 1,5 yıl çalıştılar... Tabii, yalnızca Pazar günleri... O da 4 saat kadar birşey işte...
 
“Tiyatro sevmiyorum” diyenleri cahil, sanattan anlamaz, sığ insanlar olarak betimlemeyelim, kafalarımızda onlar için farklı çizgiler oluşturmayalım derim tiyatro severler. (Kendimi tenzih ediyorum – yani bu şekilde betimlenmek ve tiyatro severler tarafından böyle damgalanmak beni zerre kadar rahatsız etmez):).

Tiyatroyu sevmiyorum çünkü gözüme soka soka abartılı bir şekilde -mış gibi yapanları izlemek sıkıcı geliyor. Oyuncu, sahnedeki mimikleri görülebilsin diye abartılı sahne makyajı yapmak zorunda , mimikleri tüm izleyiciler tarafından görülebilsin diye mimiklerini abartmak zorunda, aynı şekilde jestlerini abartmak zorunda. Sesi tüm salondan rahatlıkla duyulabilsin diye sesini abartmak zorunda. Oysa sinemada oyuncunun yakın plan çekilmiş göz ya da yüz ifadesiyle herhangi bir abartıya gerek kalmıyor. Fısıltıyla konuştuğunda da seyirci onu duyabiliyor. Oyun derme çatma bir dekor yerine gerçek bir mekanda çekiliyor. Sinemada bir oyunu gerçek duygusundan kopmadan, gerçekmiş gibi izleyebiliyoruz. Sinemanın icadından çok çok önce –mış gibi yapma eylemi insanları eğlendiriyordu. Tiyatro, matbaanın olmadığı,düşüncelerin,eleştirilerin,görüşlerin insanlara kolaylıkla yayılamadığı dönemlerde çok etkili bir iletişim aracı, bazen bir silah, bazen eğitim ve öğretim kanalı vs olarak kullanılıyordu ama gelişen teknoloji ya da değişen çağlarla birlikte sanatın tanımları, algılanışı da değişmeye başladı. Tüm dünyada azalan tiyatro izleyicisi de bunun bir göstergesi.

Elbette ki sinema ve tiyatro birbirlerinden çok farklı sanat alanları. İkisi arasında bir karşılaştırma yapmak çok da anlamlı olmayabilir.
Kimisi; olaylar gözlerinin önünde gerçekleşmiyor diye, ya da alkışlamanın coşkusunu, beğendiği eserin sevincini kimselerle paylaşamadığı için, seyirci ve oyuncu arasında yaşanan yoğun elektrik alışverişini hissedemediği için sinemayı sevmez, kimisi de benim gibi tiyatroyu sevmez.

Dünyanin en prestijli tiyatro Topluluğu sayılan Royal Shakespeare Company’nin oyuncusu ve yönetmen, Shakespeare uyarlamalarıyla tanınan Kenneth Branagh’ın, Hamlet'i dört saatlik bir film olarak sinemaya aktarmasının sebeplerinden birisi de mutlaka daha çok izleyiciye ulaşmasıydı. Ve benim için, farklı tiyatro uyarlamalarını her seferinde bir kabus gibi izlediğim Hamlet’i sinema filmi olarak izlemek, son derece güzeldi.

Sahi bir de soyut resim- soyut plastik sanatlar vardı. Picasso’nun parçalanmış gerçekliğini ya da Dali’nin gerçekliği ti ye aldığı abuk sabuk resimlerini pek beğenirim çünkü benim zihnimdeki gerçeklik duygusuyla, ya da benim estetik anlayışımla örtüşürler. Ama mesela Bedri Baykam’ın soyut ifadeleri ya da Jale Yılmabaşar’ın soyut dışavurumcu seramikleri benim estetik duygumu harekete geçirmiyor, beğenilerimle, gerçeklik duygularımla ya da zihnimdeki kavramlarla örtüşmüyor. Benim beğenilerime, zihnimdeki gerçekliğe ya da estetik anlayışıma uygun olmayışı da onların eserlerinin sanat eseri olmadığı anlamına gelmiyor falan filan…

Öfff nereden nerelere gelmişiz. Sevgili monalisa, 8 Mart kadınlar gününde yaşadığınız oyunculuk deneyiminizi zevkle okudum. Rahatlıkla empati kurdum. Yazdığınız her cümle duygularınızı bana hissettirdi, yaşadıklarınızı yaşattı. Ama bu güzel yazınızı ve coşkunuzu severek okumak, benim tiyatro sevmemi gerektirmiyor diye bitirsem :)
 
Sevgili Empatizan..
Bu günkü tiyatro yapanların yarattığı imaj bu galiba diyeceğim ama akran sayılırız..
Keşke bir Genco Erkal'ı seyretseydiniz diyesim geldi.. Belki de seyrettiniz, bilmiyorum..
Ancak inanın o yapmacıklığı hiç görmedim ben onu seyrederken.. Aksine sahnede oynayanın gerçek birebir enerjsisi geçti bana.. Genco Erkal sadece bir örnek.. Daha bir sürü gerçek oyuncu var.. Ancak son dönemlerde tek kişilik oyunlar ve illa komedi zorlamaları sanırım yapmacıklık olayını epey yaygınlaştırdı..
 
[FONT=Verdana]Ahh! Empatizancığım,[/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Sözcükleri öyle düşünerek seçiyorum ki, karşımdaki insanın beni yanlış algılamasını istemiyorum... Hani, tiyatroyu sevmeyenleri "sanattan anlamıyorlar" diyerek de onları sığ olarak nitelendirmiyorum zaten. Tiyatroyu kimi sever, kimi sevmez. Zevkler ve renkler tartışılmaz. Yalnızca ben seni kafamda farklı kurguladım demek ki:[/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT][FONT=Verdana]) Bu çok öznel olsa gerek:[/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT][FONT=Verdana]) [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Hani, bir oyunu izlemeye gittiğimde, koltuğuma kurulup oturduğumda, tiyatro bana sinemadan daha gerçekçi geliyor. Ama sen de farklı izlenimler yaratmış tiyatronun atmosferi. Tabii ki, olabilir. İnan, buna hiç bir itirazım yok. Kaldı ki, sinemayı da severim. Ama tiyatro benim için hep ön planda. [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Zaten şurda biz bize sohbet ediyoruz[/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT][FONT=Verdana] Laf lafı açıyor… O konudan bu konuya atlayıveriyoruz. Kötü de olmuyor hani:[/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT][FONT=Verdana]) Hem birbirimizi daha iyi tanıyor, hem de düşünce alışverişinde bulunuyoruz. Yoksa, tabii ki, “ illa ki, tiyatroyu sevmelisin” diye bir dayatmam olamaz. Dışarıdan öyle mi gözüküyor:[/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT][FONT=Verdana]) Hani, demişler ya! Göz görür, ama kendini göremez:[/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT][FONT=Verdana]) [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Ama her ikimizde kendi öznelliğimizden sıyrılıp bir sanat eserinin estetik kriterlerinin olup olmadığını tartışacak, isek, işte o zaman, o kriterlerin ne olup olmadığını konuşabiliriz diye düşünüyorum. Hangi sanat eseri güzeldir? Neye güzel diyeceğiz? İşte burada bir sanat dalının güzel olup olmadığına ilişkin değerlendirme yapmak için gerçekten de, o konuda bir birikim gerekiyor. Ben kendimden biliyorum. [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Örneğin, Sakıp Sabancı Müzesi’ne gittiğimde, eğer ben kübizmin ne olduğunu bilmeseydim, Picasso’nun resimlerini anlamayacaktım:[/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT][FONT=Verdana])[/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Ya da benim öykülerimi kızım beğenmiyor:[/FONT][FONT=Wingdings][FONT=Wingdings]J[/FONT][/FONT][FONT=Verdana] Çünkü, bilinç akımı yöntemini kullanıyorum. Çünkü, paralel kurgu yapıyorum. Bu da ister istemez okura karışık geliyor. [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Diyeceğim, o ki, bir sanat eserinden hoşlanma ayrıdır. Kişiden kişiye göre değişebilir. Ama estetik yargı verirken, her ne kadar bu estetik yargının bir ayağı öznel olsa da, diğer ayağı da, nesneldir. [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Örneğin, bir estetik yargı da, kişi ahlaki değerleriyle yargıda bulunmamalı bana göre… [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Kısaca, bir sanat eserinin evrenselliği güvence altına alan şey, nesnelliğidir. [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Onun için de ben o yönüyle değerlendirmeyi her zaman yeğlerim. [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3] [/SIZE][/FONT]
 
Üst Alt