Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

[Monalisa] Gurbete Düşmüş Yabancı

ÖTEKİ OLMANIN YALNIZLIĞI

Öteki olmanın yalnızlığını bilirim… Öteki olmanın dışlanmışlığını bilirim… Yalnızlığın derin anlamını ve acısını…

Oyundan dışlanmış bir çocuğun, terk edilmiş ve dışlanmış bir kadının dramını çok gördüm… Paylaştım…

Bir halkın, bir ulusun, bir azınlığın yalnızlığa mahkum edilişini çok gördüm… Dramatik öykülerini çok dinledim…

Öteki olmanın verdiği ağırlıklar ruhumda kimileyin derin yaralar açtı… Çünkü, en büyük acı dışlanmışlık ve yalnızlık sonucu oluşur.

19 Ocak 2007’de barışa atılan kurşunlar yüreğimi deldi, geçti…

Bir bebekten katil yaratan zihniyeti sorgulamalıyız.

Tüm tabular yıkılmalı…

Herkes düşüncesini özgürce açıklamalı…

Düşünceye vurulan prangaları kınıyorum…

Yalnızım, yabancılaşmanın ve bencilliğin dünyasında çok yalnızım. Ama çaresiz ve umutsuz değilim. Direniyorum... Bir bebekten katil yaratan karanlığa... Yaşamda yalnızlığı yaratan yabancılaşmaya karşı...

Ve... biliyorum...

Karanlıkları delip geçecek şiirin keskin dili... Umudun öyküsünü... barışın öyküsünü... insan olmanın öyküsünü yazacak şairler... Biliyorum... alay ederek gülümseyecekler karanlıklara[SIZE=3][FONT=Times New Roman]... [/FONT][/SIZE]
 
İnsan olan güvercinlere dokunur mu?Ama dokunuyorlar dokunmakla da kalmayıp kanatıyorlar.Başka bir dünya mümkün yeter ki hep birlikte yaratmak isteyelim.Düşenlerin yerine başkaları söylemeli yarım kalan şarkıları...
 
İnsan olan güvercinlere dokunur mu? Ne güzel söylemişsin öykücüğüm...

Başka bir dünya kurmak olanaklı... Evet, haklısın... Umut can çekişmemeli yüreğimizde...

Ben şair değilim... Ama şairleri severim... İmgeleri severim... Şiirleri severim... Onlar, insanlığın ortak dili olmalı Kalemciğim! Sen de haklısın...
 
SEVGİYE GÜVENMEK

Neden evli erkek ya da kadınlar bir başka cinsle yapılan arkadaşlığı kabul edemiyorlar? Bu konuda sorun yaşayan birçok kadın ya da erkek gördüm.

Sorun nerde? Sanırım, sorun sevme biçimimizde…

Evli olan kadın/erkek eşinin karşı cinsle olan arkadaşlığını kıskanıyor. Çünkü, onu kaybetmekten korkuyor. İyi de bir insan karşısındaki insana hükmetmeye çalışıyorsa, bunu da yaşam biçimi durumuna getirmişse, o insan da sevilecek bir yan kalır mı?

İnsan ezmeyi başardığı birini sevebilir mi?

Ya da insan kendini ezen birini sevebilir mi?

Sevmek, bir başkasında kendini silmek değildir. Sevmek, sevdiğinin arkasında olmaktır. Sevmek, anlamaktır. Sevmek, gözlerinin içine bakınca onu kendi gözlerinde bulmaktır.

Ancak, sevmek karşılıksız vermek değildir. Sevmek de teslimiyet yoktur. Sevmek içinde başkaldırıyı da barındırır. Sevmek, karşındaki insanı kendi olmaya davet etmektir. Sevmek, sevdiğinin başka insanlarla ister kadın olsun ister erkek olsun iletişimini engelleme hakkını kendinde görmemektir.

Burada hemen şu geliyor aklıma. İki kişi bu kadar bireyselliklerini özgürce yaşarsa bir yerde yabancılaşma başlamaz mı?

Evet, eğer iki kişi birbirini tamamlayamıyorsa ya da birliktelikleri bir kısırdöngüye girmişse, bu özgürlük ortamında kadın ya da erkek başka arayışlar içine girebiliyor. Özgürlükten her şeyi kafama göre yaparım ya da cinsel özgürlüğü kastetmiyorum. Özgürlük, tüm insanları sevme becerisini kazanabilmek ve insanlık yararına ortak hareket etmektir. Özgürlük, birlikte gelişebilmektir. İnsan toplumsal bir varlıksa, her insandan alabileceğimiz şeyler varsa, kadın/erkek demeden başka insanlarla da iletişim içinde olmamız çok doğaldır.

İşte bu aşamada erkek feodal değerleri kıramıyor. Kadın ise, dünle bugün arasında bir sıkışmışlık yaşıyor. Bu noktada bu sistemde aşk ya da sevgi yaratılamıyor. Sevgi sahiplenmek değildir çünkü…

Siz bir insanı sınırlandırarak ya da hareketlerine kısıtlama getirerek o insanı elinizde tutmak isterken aslında o insanı itiyorsunuz. Sevgi, kendi benliğimizin beklentileri olmamalı… Sevgi, birlikte güzellikler yaratmalı…

Bu güzellikler yaratılamayınca, evlilik de bir kısırdöngüye giriliyor. Sonra da küçük kaçamaklarla yaşama renk katılmaya çalışılıyor. Küçük heyecanlar, hazza dayalı birliktelikler, karşılıklı beğeni ya da hoşlanma... Böylece bu kısırdöngüden kurtulmaya çalışılıyor.

Çünkü gerek kadın gerekse erkek, kurduğu düzeni bozmak istemiyor. Hele bir de çocuklar varsa, küçük kaçamaklarla evlilik iki yüzlü bir biçimde sürdürülmeye çalışılıyor. Kısacası, evlilik bir çıkar ilişkisi olup çıkıyor.

İkiyüzlü, maskelerle yaşadığımız bu dünyada estetik ilişkiler kurup nasıl yaşacağız? Kadını cinsel bir meta olarak gören erkek anlayışını nasıl yıkacağız? Böyle bir dünyada kendimiz nesne olmadan nasıl özne olup yaşayacağız?

Bence, önce kendi değerlerimizi kendimiz belirleyip o değerlere göre yaşayacağız. Benim bilinçlilik durumum ne kadarsa sevgim de o kadardır. Değerlerini yitirmiş insan sevgiden söz edebilir mi? Ama her alandaki değerlerin yitirilmesinden söz ediyorum ben… Siyaset, edebiyat, sanat, medya v.s. v.s.

Bu kirlenmeye dur demek için önce iki kişinin birlikteliğinin kale gibi olması gerekir. Hiçbir yalanın dolanın olmadığı, iki kişinin birbirine bakarak birbirlerini kandırmadığı, ikiyüzlü olmayan bir yaşam… Sevgi de gizlilik yoktur. Sevgi, tüm çirkinlikleri kırıp parçalamalı…

Çürümüşlüğe karşı birlikte mücadele etmek, önce kendimizin yaşamından başlamaktır.

Sevgiye güveniyorum.
 
Kanatıyoruz adına aşk ya da sevgi diyoruz.Bireyin birey olma hakkını elinden alıyoruz adına yine sevgi ,aşk diyoruz.Görüp tanıdığımız ve sevdiğimiz yönlerini imzadan sonra değiştirmeye kalkıyoruz adına sevgi ve aşk diyoruz.Elimizde tutmak için maskeler takıyoruz sırıtarak sevgi ve aşk diyoruz...Baskılıyoruz,yasaklar koyuyoruz aşkın yasasına ters olan yasaklar adına yine arsızca aşk diyoruz...Arkadaşlıkların,dostlukların cinsiyeti olmaz bunu hep unutuyoruz...Bizden önce var olan yaşam alanını tarumar ediyoruz bundan büyük zevk duyuyoruz adına aşk adına sevgi diyoruz...Sevgi ya da aşk kendi nehrinde -zaten bu tür yasakları zorbalıkla getirmesek- kendi yasasını koyacak gelgitler yaratacak ve verimli toprakları serecektir ayaklarımız altına ...yeşersin diye yağmurlarda yağdıracaktır...
 
Monolisa çok güzel yazmışsın sevgiyi güzel anlatmışsın. Ama sevgiye çok fazla güvenimiz kalmadı maalesef.
 
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Sevmek, bir başkasında kendini silmek değildir. Sevmek, sevdiğinin arkasında olmaktır. Sevmek, anlamaktır. Sevmek, gözlerinin içine bakınca onu kendi gözlerinde bulmaktır. [/SIZE][/FONT]

inanılmaz güzel monaliza....teşekkürler....
 
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]BAKIŞLARINDA YILDIZ TAŞIYAN ADAM VE BEN [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]3 Aralık 2009… İstanbul’un üzerine kara bulutlar çökmüş… Donuk, bulanık bir karaltı… Evden dışarı çıkmak üzereyken telefon çalıyor… Arayan liseden bir arkadaşım… Ne zamandır dışarıda görüşüp buluşmak istiyoruz. İşlerimizin yoğunluğundan bir türlü bir araya gelip buluşamıyoruz. Yine özür diliyorum. Atölyeye geç kalacağım… Son günlerde atölyede yaşadığımız gerginlikler belleğimi darmadağınık etti. [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]İnsanım, seni sana söylemek istiyorum diyor Erhat. Sen kimsin? [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Günlerdir bu sorunun yanıtını arıyorum. Bizler, göklerde pırıl pırıl parlayan güneşe varmak istiyorduk! Varılır mıydı? Niye varılmasın ki! Düşler olmadan gerçekliğin bulanık yüzüne ışıldak tutabilir miydik! Gözüm, kulağım, belleğim birgün varılacak yerdeydi! [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Sen de öyleydin yıldızları bakışlarında taşıyan adam! [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]3 Aralık 2009’da aldım ölüm haberini! Her ölüm erkendir belki… Ama ben sana ölümü hiç konduramadım… Yüreğimin kıyılarına senin umutlarını asmıştım… Biliyordum, alnını usulca saracak, dökülecekti göğsüne direncin… Yenecektin hastalığı… Çok yorulmuştun belki… Yalnızca bir iki günlük dinlenceydi senin ki… [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]3 Aralık 2009’da aldım ölüm haberini… Atölyedeydim… Acımı içime gömdüm… İçimde denizler kabardı, kapkara bir gece çöktü gökten aşağı! Gece çalkalandı, şafak karanlığın arkasına saklandı… İçimi yakan ateşten kurtulmak için denizler, akarsular, dereler aradım… Gece tek bir kökten fışkırdı, tüm bedenimi kuşattı… İnsanlar vardı çevremde… Oturan, birbiriyle konuşan, gülüşen insanlar… Yorgundum… [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Sen de öyleydin! Uyku dökülüyordu gözlerinden… Şimdi bir kutupyıldızının kıyılarında zeytinlikler arasında derin derin uyuyordun… Biliyordum… [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Hani, sen belleğinde tüm karanlıkları kendi ışığınla aydınlatırdın… Bir türlü karanlığı görüp onunla yüzleşemezdin… Kızardım sana… Kırılırdın bana… Gözlerinden anlardım… Seni gördüğün rüyadan uyandırmak isterdim… Gerçeklerin bir top gibi seninle oynamasına dayanamazdım… O gerçeklikler bir leke gibi yapışırdı boğazına… Nefessiz kalacağından korkardım… [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Ben korktuğum anlarda, şaşakaldığım zamanlarda kapını çalardım… [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Sesin çalılıkların arasından çıkan zıplayarak koşup gelen bir kuş kadar cıvıl cıvıl… [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Bakışlarında yıldız taşıyan adam, içimi yıkardı pırıl pırıl… [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Kimdin sen? Kimdi bu adam? [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Hep seni çözmeye çalıştım… [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Bir o kadar insan sevgisi vardı içinde… Şimdi nasıl alışacağım yokluğuna! [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Türkiye Sakatlar Derneği İstanbul Şubesi, nefessiz kaldı… [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Hani, geçen kış, İstanbul sokakları evinken… Üşümediğini söylerken yalan söylediğini bal gibi biliyordum. Sen sokaklarda yatarken isyan ettim kapitalizme… İsyan ettim insanlara ve kendime… Hangi kapıyı çaldıysam, ellerim boş kaldı… Yoksa ben de eleştirdiğim insanlar gibi duyarsız mıydım? Şimdi kuruntularım içimi sinsi bir ateş gibi yakıyor… [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]İki senedir bayramlar felaket getiriyor bana… [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Her şey belirsiz, her şey bir sır sanki… [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Ya da yaşamın kendisi uzaklardaki bir yabancıya dönüştürüyor beni… [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Bilmiyorum… [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Ama bildiğim bir şey var… [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Bakışlarında yıldız taşıyan adam! [/SIZE][/FONT]

[SIZE=3][FONT=Times New Roman]Düşlerinle vardın… Ölünceye kadar o düşlerinden hiç vazgeçmedin… Düşlerin umudun oldu… Yaşamın eskimesine o düşlere sarılarak izin vermedin. Türkiye Sakatlar Derneği İstanbul Şubesi’nin demirbaşlarındandın. Her gelen yeni üyeye kendinden çok şeyler kattın. Direncini yitirmedin. Senden geriye Türkiye Sakatlar Derneği İstanbul Şubesi’nin camlarına, duvarlarına, masalarına bakışlarından yayılan ışıklar kaldı. [/FONT][/SIZE]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Ben o ışıklara bakarak yolumu bulacağım… [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Sen Özdemir abimdin benim… [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Nasıl alışacağım yokluğuna! [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Ama seni öykülerimde yaşatabilirim... Yaşatacağımı biliyorum... [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]07.12.2009[/SIZE][/FONT]
 
[FONT=Arial][SIZE=5]Özdemir’le çok iyi zamanlar geçirdim bende.. En iyi arkadaşım değildi.. Ama iyi arkadaştık.. [/SIZE][/FONT]

[FONT=Arial][SIZE=5]O neye çabaladıysa tersi oldu.. Neye çabaladıysa o çaba ters olarak ona döndü.. Ticaret yaptıkça battı.. İnsanları mutlu etmek istedikçe kendisi mutsuz oldu.. Ailem dedikçe sokaklara düşme noktasına geldi.. Düztabansın sen derdim oda gülerdi bana..[/SIZE][/FONT]
[FONT=Arial][SIZE=5]Fakat onda bitmez tükenmez bir umut vardı .. Daha bu yaz, Ağustos ayında, yaşı benden büyük ama hevesleri 18 yaşında bir adam olarak sıfırdan başlamanın şevki parlıyordu gözlerinde.. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Arial][SIZE=5]Beyefendiydi.. Görgülüydü.. Kadınları çok severdi, kadınları vefasız çıktı.. Bilirdi bunu aslında, en iyisini aramanın nesi kötü derdi ..[/SIZE][/FONT]
[FONT=Arial][SIZE=5]Güya bir daha gelişimde bira içecektik, Sarayburnunda, sahilde kayaların üstünde.. Bir abi olarak bana çok nasihatlar edecekti..[/SIZE][/FONT]
[FONT=Arial][SIZE=5]Sigara içmeeeee .. İçki içmeeeeee …[/SIZE][/FONT]

[FONT=Arial][SIZE=5]O kişisel bir tükenişin öyküsü değildir bence.. Bir çok değerin, vefasızlığın tükenişinin öyküsüdür onun öyküsü.. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Arial][SIZE=5]Umarım aradığın her şeyi bulursun gittiğin yerde.. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Arial][SIZE=5]Hem Cenani abisi, Şükrü Kravat abisi bulmuşlardır onu çoktan..[/SIZE][/FONT]
[FONT=Arial][SIZE=5]Başlamıştır onlara akıl almaz Ticari sırlarını anlatmaya.. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Arial][SIZE=5]Ne farkı var ki Özdemir’in sokakta hayalleriyle avunan, çırpındıkça batması kaderi olan milyonlardan.. Toprağın bol olsun..[/SIZE][/FONT]
 
Derneğe gelip de üstünde Özdemir abinin emeği olmayan var mıdır? Bilmiyorum... Ama benim üstümde çok emeği vardı kendisinin...

Sakatlığı nedeniyle eğitim alamamıştı... Ama kendisini geliştirmişti...

İnsanlarla iletişimi çok güçlüydü... Hiçbir ayrım yapmadan her gelen üyeye kapılarını açardı...

Yardımseverdi... Cömertti...

Ahh! Kadınlar... Kadınlara zaafı yüzünden yaşamı ters düz olan birçok insan tanıyorum... Ve bir hocamın sözleri geliyor aklıma... Yaşamda iki şey tehlikelidir... Biri kadın, öteki para... Bu ikisinden uzak duracaksın derdi erkek gözüyle...

Geçen sene dernekte yılbaşı kutlamalarında gözlerinde gürül gürül akan bir su görüyordum... Özdemir abi yeni sulara yelken açıyordu... Sevmenin, sevilmenin coşkusu okunuyordu gözlerinde... Ellialtı yaşındaki bu adama hayretle bakıyordum... Yüreği liseli aşıklar kadar canlıydı... En sonunda da üçüncü evliliğini yaptı... Sevdiği kadın kurtuluşu oldu... Ölümünden birkaç gün önce hastane odasında " ben burada kalmak istemiyorum, sevgilimi getirin bana" diyecek kadar...

Bir İstanbul beyefendisiydi... Parasız da olsa beyefendiliğinden hiç vazgeçmedi... Hep düşünmüşümdür... Alışkanlıklar bu kadar mı insanın yaşamını belirler diye... Kimileyin onu anlayamazdım... Çünkü, o yoksulluğun içinde kimi konforlarından ödün vermedi. Parayı bulduğunda har vurup harman savuruyordu. Ona ne kadar da bunun yanlış olduğumu söylesem, söylediklerim bir kulağımdan girip öteki kulağından çıkıyordu. O karakterini yaşadı. Karakteri, kaderiydi.

Çok güzel bir tespit yapmışsın Kuyucak arkadaşım. Evet, o kişisel tükenişin öyküsü değildir... Bir çok değerin, vefasızlığın tükenişinin öyküsüdür... Bu kadar çok seveni olan bir insan, nasıl düşkünlüğün pençesinden kurtarılamıyordu?

Gerçi, bu konuda genelleme yapmak doğru olmaz. Çünkü, çevresinde az da olsa ona destek verenlerin olduğunu biliyorum ben... Kendi adıma da onun bir kızı olarak ( kızım derdi bana) üstüme düşen sorumlulukları yaptığıma inanıyorum. Ama kimileyin daha fazlasını yapabilir miydim diye de sormuyor değilim kendi kendime.

Sözün kısası, Özdemir abi, ne yaptıysa, kendi kendine yaptı... Herkese iyiliği vardı ama kötülüğü kendineydi.

Tek tesellim, yaşamının son zamanlarını mutluluk içinde geçirmesidir... El birliğiyle derme çatma bir ev bulundu. Tamir ettirildi. Oturulur duruma getirildi. Başını sokacak bir evi oldu. Sonra da evlendi. Ama çektiği yoksulluk ve düşkünlük bedeninden çıktı işte...

Yaşamımda çok özel bir yeri olan bu insanı unutmayacağım... Toprağı dediğin gibi bol olsun...

Derneğe gittiğimde gözlerim hep onu arayacak... Silüeti olmasa da yüreğimde hep yaşayacak...

Bu arada teşekkürler yaren arkadaşım... Hepimizin ve tüm sevenlerinin başı sağolsun...
 
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]13 Aralık 2009. Günlerdir A’yı bekliyorum… Tam bir buçuk ay oldu. Bana cumartesi akşama kadar kapak resmi göndermeye söz verdi. Heyecanla bekliyorum. Ancak, içimi kemiren güvensizlik… Son günlerde kimseye güvenemez oldum. En sonunda akşamüzeri “hotmail.adresime “ baktım. Yine göndermemişti. Durmadan beni atlatması canımı sıkıyor. En sonunda, kızkardeşimi arayıp hangi yolu izleyip izleyemeyeceğimi sordum. "Yeniden ara “ dedi. “Bu işi ciddiye aldığını bilsin.“ [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]İstemeye istemeye A’yı aradım. Buz gibi bir ses… Daha gece bitmemişmiş! Bir sürü laf… Bir de zeytinyağı gibi üste çıkması iyice canımı sıktı. Ne farkı var bu insanın sorgulamayan, düşünmeyen, yaşamın akışı içinde sürüklenen insanlardan? Oysa ben yaratıcı olan insanların daha duyarlı olduğunu düşünürdüm. Düşüncelerim paramparça oluyor… Ben Platoncu muyum? İnsanları idealleştiriyor muyum? [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]14 Aralık 2009. Saat 13.30. Hamartia’ı konuşuyoruz. Hamartiya, hata ya da yanılgı demekmiş! Kral Oudipus’un hamartiasının ne olduğunu konuştuk! O, tanrısal olanla, bireysel olanın birleşimiydi. Günümüze getirdiğimizde, tanrısal olan yerine, sistemi ve kuşatılmışlığı koyabileceğimizi düşündüm konuşmalar boyunca… İnsan bilmeden hata yapabilirdi… Tıpkı benim gibi! Kimileyin, niye bu kadar kör olduğumun yanıtını veremiyorum… En sonunda gittiğim yer, ya yabancılaşma ya da Platonculuk oluyor… Acı çeke çeke olgunlaşıyorum… [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Saat 16.00. Kavram realizmi, kavramcılık, adçılık ve tümeller kavgasını anlattım. Kavram realizmin tam karşısındayım. Oysa, geriye dönüp baktığımda, Platonculuğun etkisinde kalarak yaşamışım. Belleğimde kavramların bir anlamı var… Belleğimdeki aşkı, dostluğu, sevgiyi arıyorum. Yine tartışma çıktı aramızda… Bay X, "dostluk yok "dedi. "Dostluk yalnızca bir ad " dedi. Ben de:[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]-[/SIZE] [SIZE=3]“Hayır, dostluk var. İnsanın paylaşmaya, konuşmaya gereksinmesi var. İnsan toplumsal varlık. Aksi olursa, kendi yalnızlığımızın labirentlerinde boğuluruz, dedim. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]-[/SIZE] [SIZE=3]İyi paylaş, paylaş da K’nin başına gelen senin de gelsin. Anlat, her şeyini dost dediğin insanlara! Anlat da, kıçının üstüne otur! [/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]-[/SIZE] [SIZE=3]Tersi olursa, yaşam anlamsızlaşır. İnsana her şey, bomboş gelmeye başlar. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]-[/SIZE] [SIZE=3]Dost dediğin insanlara özelini anlatmak zorunda değilsin. Benim D arkadaşımdı. Ama biz yalnızca entelektüel şeyleri konuşurduk, dedi. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]-[/SIZE] [SIZE=3]Öyleyse, hep korkarak mı yaşayacağız, dedim. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]-[/SIZE] [SIZE=3]Evet, her şeyden kuşku duyacaksın, dedi. Hani, nerde dostluk! Görmedin mi yaşadıklarımızı!Bak! Ben deneyimlerimden yola çıkarak söylüyorum, dedi. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]-[/SIZE] [SIZE=3]Onlar, yalnızca içselleştirememişler, dedim.[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Bir başkası araya girdi. “Dostluk bir süreçtir, “dedi. Bu sürece, hiç bitmeyecekmiş gibi bakmamalıyız. [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Daha sonra, beklentilerimizi konuştuk… Mutlu olmak için beklentilerimizi sıfırlamalıyız denildi… Aslında öyle! Ama insanlara hiçbir anlam yüklemeyince, kendimi ıssız bir yerde kimsesiz buluveriyorum… Galiba şu önemli! Gerçeğe bakarak hareket etmek! Ama o gerçek benim gördüğüm gerçek değilse ya! İşte Platon burada araya giriyor! Şimdiye kadar, sevdiklerimi görmek istediğim gibi görmüşüm! Yani, Platonculuğun etkisi! Belleğimde onları bir yere oturtmuşum! Sevgiyi, aşkı, dostluğu belleğimdeki gibi biçimlendirmişim… Sonrası mı? Bıçak yarası gibi! [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Saat 18.00… Bay X’e bana önsöz yazıp yazamayacağını sordum… "Önsöz yazdıklarım birer birer gittiler, "dedi. “ Sen de mi gideceksin” Bu sözü içimi burktu. Acıdım bay X’e. Sanırım, onun hüzünlü bakışını hiç unutamayacağım. İnsanın emek verdiklerince, arkadan vurulması, ihanete uğramasının anlamını kim benden daha iyi bilebilir ki! İhanet ve kahpelikle yüzleşmem gerek! Bunu biliyorum. Ama halen kaçıyorum… Çünkü, yaralarımı elimle onaracak gücüm yok henüz. Bunun ilacının zaman olduğunun ayrımındayım. [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Şimdi ise… Öykü günü için deneme yazmam gerek! Ama nerden başlayacağımı bilemiyorum… Kalem nereye götürürse oraya gideceğim… [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]15.12.2009[/SIZE][/FONT]
 
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Gök yorganım[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Boşluk yatağım[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Ellerim zincirli[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Göğün direğine[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Bedenime yazılmış[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]İşlediğim suç…[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Cezalıyım [/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Gölgesiz uçurumlarda…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Çullanıyor ejderhalar[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Pamuk tarlası yüreğime[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Bedenim çıplak…[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Üşüyorum.[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Bakışlar kırbaç mı ?[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Cezalılar kolonisinde[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Ejderhalar yargıç mı? [/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]İnfazımı beklediğim günde?[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Tepeden bakıyorum[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Boşboğaz yarlara…[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Zincirlense de ellerim[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Sürü insanının parçası değilim[/SIZE][/FONT]


[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Evet, Zerdüşt şöyle diyordu:[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Bu benim sabahım![/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Bu benim gündüzüm![/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Sabah… Çiğ düşmüş toprağın yüzüne… Güneş açıyor peçesini… Yıkıyor yeryüzünü… Ya ben?[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Pencereyi açıyorum. Toprağın kokusunu çekiyorum içime. Güneşin renkleri konuyor yüreğime. [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Sonra da avazım çıktığı kadar bağırıyorum. [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Bu benim sabahım![/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Bu benim gündüzüm! Kime ne?[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Uçurumlardan atlamak kolaydır. Ama yaşamak;[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]O uçurumun kenarında durup ejderhalar tırmıklasa da yüzünü… [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Hançerler saplansa da yüreğine…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Yeniden… yeniden… Acıyı bal eyleyerek yaşamak değil de nedir?[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Sonra da;[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Erdemin patronluğunu yapanların yüzüne tükürmek…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]İsteyerek bilgisiz kalıp, istemeyerek bilgili gözükenlerin…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]İsteyerek ahlaksız olup, istemeyerek ahlaklı gözükenlerin…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]İstemeyerek karanlıkla doyumsuzluk sağlayan,[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]İsteyerek karanlıkta kalan,[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Bir dünya insanına…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Cevabım net ve açık…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Hayır, hayır, hayır…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Hoşgörülü değilim. Belki demiyorum. Sempatik değilim. Öyle bir derdim yok. Kimi zaman buz gibiyim. Ama duyarsız değilim. Düşünüyorum. Sokakta parklarda yatan çocukları… Aldatılan, sokağa atılan kadınları… Yeni bir dünya düzeni kurmak için öldürülen çocukları…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]İyi insan mıyım? İyilik nedir?[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Dünya tatlısı bir insan iyi midir?[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Kim koymuş bu değerleri?[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Değer nedir?[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]İşte yine kavramların esiri oldum. Kavramlardan bilinmeden değerler sorgulanır mı?[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]İnsanın bir işinin olması, çoluk çocuğunun olması, ne bileyim seveninin olması, sevilmesi iyi bir yaşam mıdır?[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Yaşam nedir?[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Özgürlük parayla satın alınır mı?[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Alıyorlar işte…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Oysa özgürlük…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Beşinci senfoniyi dinlemektir. Notalar yüreğinin nağmeleri olur… Sevdiğinin gülüşü soğuk bir kış gününde hırka giydirir sırtına. [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Efendilerin onaylamasını beklemek niye?[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Çalışan demir ışıldarmış! Hadi canım sen de…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Zincirlerim yoksa bir köle ahlakının belirtileri mi?[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]“Bugünlerde çok çalışıyorsun kızım “ diyor müdürüm arkadaşıma![/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]“Sayenizde efendim” diyerek yanıtlıyor başını eğerek![/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Haaha ha haaaa![/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Başka seçeneği var mı?[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Ama hoşnut yaşamından…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Çünkü efendinin işine gelen iyi, işine gelmeyen kötüdür![/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Görmeyeceksin… Duymayacaksın… İyi insan olmak için…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Öyleyse…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Kafamda yok benim! Yüreğimde…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Niye başkalarına göre yaşar insan![/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Red etmek, özgürlüğün kapılarını açar.[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Çünkü red etmek, sürü insanından kopuştur. [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Sürünün değerleriyle yaşayan insan, kendi değerlerini yaratamaz. [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Kimi kez, çevremdeki arkadaşlarım felsefeyle ilgilenmeme şöyle diyorlar:[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]“Felsefe seminerlerine mi gidiyorsun. Ya boş ver felsefeyi. İşin mi yok senin …“[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]İşte o an sadece gülümsüyorum. [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Nedense içimden bir şey demek gelmiyor…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Aslında belki gözlerim yanıtlıyor… [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Ama onlar anlamıyorlar…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Bana yine susmak düşüyor…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Aynı ortamı solusak da…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Aramızda metrelerce yükseklikte uzanan duvarlar var sanki…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Ve… Elim hep o duvarların en dibinde…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Omuzlarımdan aşağı düşüyor…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Elim kopuyor…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Elim can çekişiyor… Debeleniyor… Kanıyor… Tanrım! O eli uzanıp bedenime yapıştırmak hep bana düşüyor…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Onlar anlamasa da beni…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]İçimde yollar çiziyorum mavi kanatlı turkuaz renkli yollar… Işıl ışıl… Ay gibi parlak… Geceye yıldızlar yüklüyorum. [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Sonra da eğilip…[/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Yüzünü öpüyorum güneşin…[/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3][/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3][/SIZE][/FONT]
 
Yüreğim ve gözlerimde yıldızlar kaleminiz her daim yazsın ....
 
[FONT=Verdana]Var olmanın kesin bir tanımı var mı? En azından benim açımdan mutlak bir tanımı yok. Kimi kez bir hüzün, kimi kez bir neşe, kimi kez bir acıda var olduğumu duyumsuyorum. Yani, insana ait ne varsa ordayım. Sözcüklerle istediğim gibi oynadığım, yaşamın esnek olduğu ama belirsiz olmadığı yerdeyim. Toplumsal ve bireysel sorunları ele alırken gerçekliğin tüm çıplaklığıyla parıldadığı dünyadayım. Öznelliğimi bir kenara bırakarak nesnel olanı anlatmak için gerçeklikle kucaklaştığım evrendeyim. Hani, kimileyin öfke, korku, sevinçlerim kuytuluklarda yakamı silkelemiyor değil! Kendi kendimi araştırırken insanı buluyorsam ve bu güçle yeniden… yeniden demir atıyorsam iç dünyamın merkezine… İnsana dokunduğum , insana karıştığım bir katmandayım… Uzaklardan ışıltılı yüzüyle insana koşup insana sarılıyorsa öykü, yabancılaşmanın kırıldığı atmosferdeyim… Öykü, iç dünyamın kapılarını sonuna kadar açıp özgürlüğe kanat çırpmak… Öykü, insanlık yürüyüşüne katılarak yağmur olup yağmak, sel olup akmak, güneş olup ısıtmak … Öykü, kulaklarıma fısıldananları tuzla buz etmek … Öykü, kimseye bağlı ya da bağımlı olmadan, engellenmeden, zorlanmadan koskoca bir dünyaya sığmak demek… [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Öykü, insanlarla doğal ilişki kurmaktır. Diğerlerinin, acılarına, sevinçlerine katılmaktır. Bu açıdan öykü yazmak, toplumsal ortaklığın bir ürünüdür. [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana] Öykü, karanlığı, tutsaklığı, adaletsizliği, eşitsizliği yok etme düşüncesinin eylem gücü kazanmasıdır.

Öykü, insanı, doğayı, toplumu, evreni anlatarak insanın kendisiyle bütünleşmesidir. Çünkü, tüm evrenle ilgili olmak beni çoğaltıyor.
[/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Öykü, insanlığın sorunlarına kulak tıkamamaktır. Vercors’un dediği gibi, insanı insan yapan başkaldırmasıdır. Öykü, insanlık adına hep yeni bir şeyler söylemek, ezber bozmaktır. [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Öykü, insanı tanımak ve anlamaktır. Dünyadaki, çirkinlikleri, haksızlıkları değiştirip düzeltmek için çaba harcamaktır. [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Öykü, insan türüne katkı yapmaktır. İnsanın insan bilincine ulaşabilmesi için tür bilincine ulaşması gerekir önce. Biz, ateşi bulan, tekerliği bulan insana borçluyuz. İnsanın emeğinde tüm insanlığın sesini duyuyorum. Yazarın görevi, insanlığı yükseklere çıkarmak, aşkı, erdemi, acıma duygusunu, sevgiyi, dostluğu, cesareti, onuru, insana anlatarak insanlığa bir halka eklemektir. Bu halka, insanlık adına geleceği yaratacak olan direklerden biri olmalıdır. [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Öykü, bir olay, bir sorun, bir durum ya da bir düşünce olabilir. Öykü, sınırlanmamalı bana göre… Kimileyin ise, öykü, tüm bu öğelerin birbiri içine girmesidir. Ancak, yazar okura, nesnel gerçekliği anlatırken, o gerçekliğin perdesini örtmemeli, gerçekliği bütünlük içinde yansıtmalıdır. [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Öykü, yaşamın her kesiminden olabilir. Yazar, nesnel gerçekliği öznel bilincinin süzgecinden geçirerek yaşamın bir anını konu olarak seçebilir. Yazar, kimileyin bir haksızlığa tanık olur. Bu tanık olma durumu, konunun niteliğini belirler. Kimileyin, yazarın söyleyecekleri vardır topluma. Güzeli bulmak istiyordur yaşamda. Sanat, düşündürüp insan olma yönünde dönüştürmek ise insanı, insanın insanla yüzleştiği andır öykü… [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Yazmak, düşüncelerimizi, duygularımızı, tasarladıklarımızı ya da yaşadıklarımızı karşımızdakine aktarmaktır. Kısaca, öyküleme, sorunları, söylemek istediklerimizi, izlenimlerimizi ya da düşlerimizi bir olaya ya da duruma bağlayarak anlatmaktır. Bir konuyu yazmak için mutlaka yaşanmış olması gerekmiyor. Yazar, yaşanmamış bir olayı ya da durumu da kurgulayarak anlatabilir. Ancak, neyi, nasıl yazacağımızı belirlemek için iyi bir gözlemci olmak, nesnelerin ayırt eden özelliklerini görmemizi sağlayacaktır. Bakmak ile görmek arasında bir ayrım vardır. Kimileyin, çevremize bakarız. Ama görmeyiz. İnsan, bilincini geliştirerek görmeyi de öğrenebilir. Öykü, yaşantımızı zenginleştirmektir. [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Yazmak için yalnızca görmek ve nesneleri uzun uzun incelemek yeterli değildir. Yazar, üzerinde yazacağı konuyu iyi bilmeli, bilmiyorsa araştırma yapmalıdır. [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Bir öykünün kurgusunu yaparken konuyu bütünsellik içinde tasarlamalıyız. Eğer, belleğimizde öykünün iskeleti oluşmamışsa yönümüzü şaşırabiliriz. Böylece nedensel bağlar kopar. Öykü bütünselliğini yitirir. Kimileyin, yazarken öykünün planı belleğimizde tasarladığımız gibi gelişmeyebilir. Araya kimi çağrışımlar girebilir. Yazarken araya giren çağrışımların etkisiyle yaptığımız değişikler, eğer öyküdeki bütünselliği bozmuyorsa, belleğimizdeki kurguyu değiştirebiliriz. Belleğimizdeki tasarı bir amaç değil, araçtır. [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Öyküde amaç önemlidir. Niçin bir gözlemi, bilgiyi, olayı, durumu bir diğerine aktarmak istiyoruz? Birey olarak insanlarla etkileşim içindeysek, bir diğerine kanılarımızı, duygularımızı ya da düşüncelerimizi aktarmaktan daha doğal ne olabilir? Ancak, yazarın insanlığa katkı yapmak yanında insan bilincini de temizlemek gibi bir sorumluluğu vardır. Yazar, bu sorumluluğun bilincinde olmalı ve öznelliğinden sıyrılarak, nesnel bir tutumla hareket etmelidir. Edebiyatı para kazanmak için yapmamalı, insandan yana tavır almalı, gelecekte gerçekleşecek olan eşitlik, özgürlüğün kılavuzluğunu yapmalıdır. [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Öykü, eylem ve olguların birbirlerini etkilemesinden doğan bir anlatım biçimidir. Bir görüntüden diğerine geçiş öykünün başat özelliğidir. Öykü boyunca, değişim ve gelişmelerin zincirleme birbirini izlemesi, ortaya konulan izleğin çevresinde yoğunlaşmasıdır. [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Öyküde örge, neden-sonuç bakımından sıkı bir ilişki içinde olmalı ve anlamsal bütünlük sağlanmalıdır. Olayların nedenleri, kişiye göre değiştiği için bir öyküde karakterler önemlidir. Öykü karakterlerinin istençleri, tutkuları, duygu ve düşünceleri o öyküde olayların gelişimini de hazırlar. Öyküde kişiler, kendi karakterine göre konuşturulmalıdır. Bu, kişinin ideolojisine, kültürüne, yetiştiği çevreye, eğitimine ya da diğer eğilimlerine göre konuşması demektir. Bir karakteri oluşturmak demek, olayların karşısındaki tepkisiyle gösterileceği gibi, bireysel bir saplantı, özlemle de gösterilebilir. Böylece, o kişiyi davranış ve eylemleriyle tanırız. Yazarın çevresindeki insanları gözlemlemesi, davranışlarını çözümlemeye çalışması, o yazarın, karakter oluşturma yetisini geliştirebilir. [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Öyküde bir durumdan diğer bir duruma geçiş belli bir zaman dilimi ve mekan ekseninde olur. Yazar, ister klasik öykü anlayışına göre, öykünün akışını oluşturur. İsterse, dramatik öğeyi başlangıç olarak seçer, zamanın düzenini değiştirir. [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Dille düşünce arasında sıkı bir ilişki vardır. Bu anlamda, Türkçe, Arapça, Farsça ve yabancı kökenli sözcüklerden arınmalıdır. Yazar, gerçekliği dille örtmemeli ve halkın anlayacağı yalın bir dille öykülerini yazmalıdır.

[/FONT]
Not: 14 Şubat 2010'da tarihinde kutlayacağımız dünya öykü günü için yazdığım yazıdır...
 
Uzun zaman oldu soluksuz okumamıştım...Öykü yazmak roman yazmaktan daha zorludur...özellikle kesit hikayeleri için görmek gerekir..yazmanın ham maddesi yaşamdır...yazınızı okumak okurken yazının içine girebilmek çok güzeldi...
 
Kimbilir! Belki de haklısın. Çünkü, roman yazmanın tekniğini bildiğimi söyleyemem... Ama öykü yazmanın tekniğini gittiğim seminerde öğrendim diyebilirim. Hani, tekniği bilmek ve uygulamak farklı şeyler... Çünkü, ben her ne kadar tekniğini bilsem de, hiçbir zaman kafamdaki kurguyla yazım aşamasında öykünün omurgası çoğunlukla birbirini tutmuyor... Araya hep farklı çağrışımlar giriyor... Bir anlamda belleğim beni farklı alanlara çekiveriyor... İşte o zaman öykü bütünselliğini yitiriyor...

Haklısın... Öykü, yaşamdan çıkar, yaşama yansır... Ama en temel öğesi, insandır... Öykü ve roman yazmak için belli bir birikim gerekiyor... Hiçbir zaman, gözlemlediklerimiz ya da deneyimlerimiz tek başına yeterli değil. En başta, psikoloji ve sosyoloji bilmek gerekiyor. Bir de, tabii ki, sevmek gerekli...

Bir gün, öykülerimle bir derginin kapısını çaldığımda, oradaki genel yayın yönetmeniyle sohbetimiz olmuştu... Çok karamsardım o günlerde... Yaşadığım, gördüğüm haksızlıklar, insanların ikiyüzlülüğünden bıkıp usanmıştım. İnsanları sevmediğimi söylemiştim... İnsanı sevmeyen birisi öykü yazamaz demişti bana...

O sözü belleğime çakıldı kaldı... Sonra hep anımsarım Sait Faik'in sözünü...

" Bir insanı sevmekle başlar herşey"

İnsan olan yerde, ihanette oluyor, öç alma duygusu da oluyor, kötülük de, iyilik de... İşte bugün bunun ayrımındayım.

Yazarların yaşamını okuduğumda, verdikleri mücadeleleri gördüğümde, sanatla ilgili düşüncelerini okuduğumda, her biri beni büyülüyor adeta.

Hayıflanıyorum kendi kendime... Niçin 20 yaşımda okumamışım bunları! Tanrım! Ne büyük bir yabancılaşma!

Niye ben Fahri Erdinç'i tanımamışım! Niye ben Gobelyan'ı okumamışım! Niye ben en çok satan kitapların peşine takılıp gitmişim!

Niye ben Goethe Schiller yazışmalarını okumamışım! Daha neler... neler...

Neyse... Bir zamanlar, Oktay Akbal'ın denemelerinde edebiyatla iç içe dostlukları, arkadaşlıkları okuduğumda imrenirdim... Çok geç de olsa, öyküyle ilgilenen, öykü irdeleyen, öykü konuşan insanlarla olduğum için mutluyum.

Sait Faik'i, Sabahattin Ali'yi, Orhan Kemal'i konuşmak, toplumcu gerçekçi öykülerden söz ederek sanatsal anlayışlarını paylaşmak her gün bana yepyeni ufuklar açıyor...

14 Şubat dünya öykü gününde sanatseverlerle buluşacak olmak beni şimdiden heyecanlandırıyor... Kimileyin, inanamıyorum... Düş mü gerçek mi diye...

Olmak istediğim dünyadayım... Bundan daha ne güzel olabilir!

İnsanları seviyorum...

Bir insanı sevmekle başlar herşey... Sait Faik'i bu sözüyle yeniden anıyorum... Bana öyküyü sevdiren bu büyük öykücünün öykücülüğünü bir gün sanatseverlere anlatmak istiyorum... Şimdiden düş gibi geliyor bana...

Ama içimden bir ses bana o da olacak diyor... Neden olmasın?
 
14 Şubat Dünya Öykü Günü amacıyla gideceğin etkinlik ile ilgili gözlemlerini,hissettiklerini bize aktarıp seyre daldırırsan sevinirim..
Sait Faik Türk Edebiyatı'nda önemli bir yere sahip haklısın..Kesit(durum)hikayeciliğinin temsilcisidir...Hikayelerinden bir bölüm sunarsan sevinirim...Eğer kesit türünde hikayen mevcutsa (olay hikayesi de olabilir) okumak isterim
 
O gün bir gelsin de tabii ki, anlatırım öykücüğüm...

Seni mi kıracağım:):) Denize Şiir okumak adlı öykümden küçük bir bölüm şimdi...


[SIZE=3][FONT=Times New Roman]Törpülemek… Gösterişli… El değiştiren… İdollar… Tespih… [/FONT][/SIZE]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]"Tespih vardı elinde. Ceketi omzundaydı. Odanın içinde volta atıp duruyordu. Gri saçları hapishaneden yeni çıkmış biri gibi kısacık kesilmişti. Yüzüne akşamüstünün alacakaranlığı çökmüştü. Bakışları bir kaplan gibi yırtıcıydı. Öyle ki, bu kaplan keskin dişleriyle karşısındakini parçalayıp yok etmek için pençelerini açmış bekliyordu. O bakışlarda ölümün kokusunu duyumsayınca içine bir sıkıntı oturdu. Ölüm, sinsi sinsi odanın bir köşesinde pusu kurmuş bekliyordu. Herşeye düşmandı. Herkese düşmandı. Herkese güvensizdi. Öldüremeyeceği değer yok gibiydi. [/SIZE][/FONT]

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Adnan, oturduğu geniş, deri koltukta bunları düşünüyordu. Bir yandan da gömüldüğü koltukta büzüldükçe büzülüyor, adamın gözlerine bakmaya cesaret edemiyordu. Başını önüne eğmişti. Bakışlarını kehribar tespihiyle oynayan adamın parmaklarından alamıyordu. Tesbih, biraz sonra ateş edecek bir silah gibi geliyordu ona. Bu; vurmaya, kırmaya hevesli adam kimdi? Bir katil miydi? Yoksa yarı insan, yarı hayvan bir varlık mı? Ya da dramatik bir film çekiyordu da, o filmin hem başrol oyuncusu hem de yönetmeni miydi? Sonra da oturmuş dekorların nasıl olacağını mı düşünüyordu? “Keşke “diyordu içinden. “ Gördüklerim sahte bir dekorun parçası olsaydı. “ Düşüncelerini parsellemişlerdi de, o bu parselleme eylemi karşısında şaşakalmıştı. Ne yapacağını bilemiyordu. Arada bir kendini toparlamaya çalışıyor, düşünceleri gördüklerinin etkisiyle içinde patlayıveriyordu. İşte o an yeniden bilinci yerine gelir gibi oluyordu. Düşünüyordu. “ Bu adam kime benziyordu? Neye? Ama o da neydi? Gözlerinde bir ışık parçası var gibiydi. Gözlerinde bir şefkat… Yoo! Hayır, ona öyle geliyor olmalıydı. Bu bakışlarda sevgiden kırıntı yoktu. Ölü balık gözü… Öyle mat… Öyle donuk… Ya! Ağzından dökülen sözcükler… Sözcükler gerçeği anlatabilir miydi? Ya da en çok gerçeği gizlemek için kullanmıyor muyduk sözcükleri. “ [/SIZE][/FONT]

İnsan Kokusu adlı öykümden...

[FONT=Times New Roman][SIZE=3]"Başını incecik saçlarının arasına gömdü. Sonsuza dek öyle kalabilirdi. Nefes aldığını duyumsadı. Yaşıyordu. İçinde sevinçler en yumuşak ezgileri söylüyordu. Yüzüne baktı. Duruşunda beyaz bulutların aklığı vardı. Gözlerindeki lekeleri öptü. O an, yaşadıklarını anlatmak için sözcük bulamıyordu. İçinden gökyüzüne şunları yazmak geldi. “ Down sendromlu bir çocuğu görürseniz gözlerinin içine bakın. O gözlere baktığınızda ay ağılı göreceksiniz. “ Çekik gözlerinin kıvrımlarını okşadı. Yeniden sarıldı. Sımsıkı sarıldı. Özlemişti insan kokusunu. Tüm gücüyle sarıldı. Tuttu iyice. Aradığını bulmuştu. İnsan kokusu… Mis gibiydi. İçine çekti doya doya. Yüreğinde devinen korkular birer birer yıkıldı. [/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Pencere açıktı. Bir kuş sürüsü geçiyordu yanlarından çığlık çığlığa. Nasıl da görkemli kanat çırpıyorlardı maviliğe doğru. Düşündü. İnsanoğlu barışa karşı savaşı, masumiyete karşı suçu, tokluğa karşı açlığı yeğlemişse özgür olmamayı yeğlememiş midir? [/SIZE][/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3]Uzun uzun baktı Marmara’nın ufukla birleştiği yere. Yüreği dolmuştu esenlikle. Gördü ufuk çizgisinde görüneni… "[/SIZE][/FONT]

Bir adam bir kadın adlı öykümden...

[SIZE=3][FONT=Times New Roman]"Bir gün, iri memeleri karnına doğru uzanmış, oldukça şişman, hamur topağı gibi göbeği baldırlarına sarkan bir kadın, mağazadan içeri girmişti. Bedene oturan dantelalı bluzlardan istemişti. Kadına bluzu uzatırken ilk ayırt ettiği kadının kollarındaki altın bilezikler oldu. Üzeri pırlantalarla ve fantezi desenlerle süslü bu bilezikler, sürekli deviniyordu. O devinme sırasında, kimi birbirine yaklaşıyor, kimi sessizce köşesine çekiliyor, kimi de derin bir sarsılmayla diğerlerinden uzaklaşıyordu. Bu yuvarlaklar, her başını oynattıklarında, çevreye, saydam olmayan, karmakarışık, kesintisiz olarak kıpırdayan bir parıltı yayıyordu. O parıltının içinde, varsıllığın belirtileri gözüne pek saydam göründü. O an, kıskançlığın dişleri arasında ezildiğini duyumsadı. Bilmediği bir dünyanın anahtarının kendinde olabileceğinin ayrımına vardı. Özenle döşenmiş, geniş odaları olan, kaloriferli ya da doğalgazlı bir ev de yaşamak için bu kadından neyi eksikti? Dahası fazlası vardı. Hele o evin bir de koskocaman bir mutfağı varsa, öyle bir mutfakta yemek yapmak pek zevkli olurdu. Yemek yerken bile televizyon seyredebilirdi. Akşam işten eve dönünce jakuzili bir küvete uzanıp yatmak günün yorgunluğunu alırdı. Jakuzi olmasa da olurdu. Banyoda sıcak su aksın yeterdi. Bunları düşünürken sepetlerdeki gömlekleri raflara diziyordu. Birden kulakları sağır eden korkunç bir patlama sesi duydu, yüreği ağzına geldi, ellerinden gömlekler birer ikişer yere düştü. Ardından bir uğultuyla nabız atışları hızlandı. Telaşla ne olduğunu anlamak için merdivenleri bir çırpıda indi. Soluğu giriş katında aldı. "[/FONT][/SIZE]

[SIZE=3][FONT=Times New Roman]Şimdilik bu kadar yeter sanırım... [/FONT][/SIZE]

[SIZE=3][FONT=Times New Roman]Sevgiyle... [/FONT][/SIZE]
 
Evet ben hikayelerinden bölümleri okurken,olay ağırlıklı hikayelerinin içinde kesiti sunan türü düşündüğümde-ki bence bu var-kesit bölümlerinden mesela mekanın tanıtıldığı bölümler kişilerin ruhsal durumlarını ortaya koyacak derece güçlü bir anlatım yaratmışsın(dır)...Ama devamı da olmalı haksızlık oldu bu :(Elinden şekeri alınmış bir çocuk gibi kalakaldım...(Ben can simitlerimi taktım...hikayelerinin içinde yüzmeye hazırım :) )

Dünya Öykü Günü ile ilgili gözlemlerini,duyumsamalarını merak ediyorum...Paylaşacağın anı büyük bir heyecanla beklemedeğim...

Kırmayıp paylaştığın için teşekkür ederim..
 
Ben öyküyü sınırlandırmıyorum öykücüğüm,

Kimi kez, olayın içinde bir durum, kimi kez, bir düşünce, kimi kez, bir saplantı... Beni etkileyen olayları, içimden geldiği gibi kaleme alıyorum... Yazmanın en çok bu yanını seviyorum... Ucu bucağı olmayan bir özgürlükle dans ediyorum:))

Bundan daha ne güzel olabilir::))

Temmuz ayından bu yana bir kitap çıkarmak için uğraşıyorum...

Hep birilerini beklemek zorunda kalıyorum...

Eminim, kitabım yakında çıkacak...

Devamını o zaman okursun haa!
 
Kitabının çıkmasını sabırsızlıkla beklerim ama içimdeki Öyküekin çok merak ediyor...Kitabının bir an önce çıkmasını diliyorum...Ama o zamana kadar bana biraz torpil geçsen(Bunu yazarken sevimli sevimli sana baktım işi yarar mı :) )

Dans etmek diyorsun ya , ucu bucağı olmayan dansınla buluşmak istiyorum...Hikayelerinde işlediğin düşünceleri,durumları,saplantıları,olayları ve bunları buluşturmanı,ayrıştırmanı görmek,hissetmek bende nedense saplantı oldu:)Bende istiyorum ki her kelime beni sarsın...(belki beni içine almayan kelimelerinde olacaktır...) Ben onlara sarınayım..

Hikaye kitabın çıktığında haberimiz olur değil mi?
 
Ne diyeceğimi bilemiyorum bak:) Şimdi utandım:):) Ah be! güzelim! Benim öykülerimin çoğunluğu uzun öyküler... Onun için bu forumlara koyamıyorum...

Ben çok detaycıyım galiba! Bir türlü kısa öykü yazamıyorum::))

Yok! yok! O kadar da büyütme:):) Yani, doğuştan yazar filan değilim:):) Hatta bir edebiyat dergisinde yayınlanan öykülerimi beğenenler olunca, beğendiklerine falan inanamıyorum. Kimileyin de, kendi öykülerimi okuyunca bunları ben mi yazdım diye şaşırıyorum... Tabii, bu arada eleştirenler de oluyor öykülerimi... Onları da dikkate alıyorum... Ama yine de bildiğimden şaşmıyorum:):) Örneğin, insanlığın geleceği sakat bir çocuğa yüklenir mi? Kimileri bunun yanlış olduğunu söyledi. Oysa, zaten ben sağlamcı anlayışı protesto etmek için insanlığın geleceğini sakat bir çocuğa yükledim. Yani, bilinçli bir seçimdi. Bu gibi konularda ödün vermiyorum. Doğru bildiğimi söylüyorum.

Sen yine de fazla beklenti içine girme e mi? Valla! Ben deha falan değilim:):) Yalnızca, yazmayı seviyorum o kadar... Bana bulunduğum çevrede "yeni öykücülerimizden" diyorlar ama ben hala kendimi öykücü olarak göremiyorum... Ama böyle söylemeleri hoşuma da gitmiyor değil hani:):)

Öykü kitabım çıktığında tüm reklam panolarında göreceksin dermişim::)) Şaka tabii ki... Biz sanatta star sistemine de, edebiyatın metalaşmasına da karşıyız.

Ama bu forumlarda kitabım çıktığında duyuru yaparım tabii ki... Şimdiden hayranlarım olmuş baksana:):) Onları üzer miyim:):)

Hani, sen de olmasan bu forumlarda kendimi iyice yalnız duyumsayacağım... İyi ki varsın diyorum...

Öykülü günlerde buluşmak umuduyla...
 
Sevgili monalisa,
İnsanların yazmamaları, okumadıkları anlamına gelmiyor.
(hani kendinizi yalnız duyumsamamanız adına ve kendi adıma bir hatırlatma;))
 
Peki niye kalemimizle yanında değiliz Kalem:confused:
Hadi ben anlatacaklarımı, duygularımı, düşüncelerimi üç beş kelimeye sığdıramıyorum.
Eline sağlık, emeğine sağlık, yüreğine sağlık falan gibi bir şeyler yazmak da anlamsız geliyor.:eek:
Yazacak vakit bulamayınca da sessizce okumayı tercih ediyorum.
Oysa senin adın Kalem. Konuştur kalemini be Kalem:)
 
monalisa arkadaşımızdan azıcık sitem kokusu aldım.. bende hatırlatayım.. bir çok arkadaşım gibi seninde yazılarını okuyorum ve hiç birinize mesaj yazmıyorum.. yazılarının hepsi birbirinden güzel monalisa.. tebrik ediyorum ve başarılar diliyorum :)
 
Haklısın be empatizancığım! Haklısın da...

Hani, kimileyin insan sevildiğini bilmek ister...

Hani, kimileyin insan onaylanmak ister...

Hani, kimileyin insan duyumsamak ister...

Evet... Sözcükler... Kimileyin, bizim üzerimizde ne kadar da güçlüdür... Öyle ki, gün gelir, inancımız kırılır... O an, yalnızca bir desteğe gereksinmemiz vardır... Bir söz bizi bulunduğumuz dipsiz kuyudan kurtaracak bir el olur...

Benim ki, yalnızca bir serzenişti... Senin burada olduğunu anımsatman, nasıl da iyi geldi bana... Ben de çoğunlukla karşıt düşüncede olan insanlar iz bırakıyor... Sen de onlardan birisin... Devinimi seviyorum :):)

Ama sen de azıcık burada olduğunu göstersen diyorum:):) Ben müneccim değilim:):) Nerden bileyim dermişim:):)

Ama şimdi burada olduğunu anımsattın. Değme keyfime!
 
Ben sevgili arkadaşım empatizana ileti yazarken, sevgili kalem ve vertigo'dan da ileti gelmiş! Teknolojinin hızına yetişemiyorum bir türlü:):)

Hepinize çok teşekkür ediyorum. Koltuklarım kabardı şimdi::)) Beni fazla şımartmayın emi:):)

Şaka bir yana, düşüncelerimizi, duygularımızı paylaşmak yaşamı paylaşmaktır diyorum... Ben de sizlerle yaşamı paylaşarak çoğalıyorum...

İnsan adına...
Sevgi adına...
Barış adına...
Dostluk adına...
Özgürlük adına...

Daha yaşanılabilir bir dünya için...
Hep yeniden doğalım sevgili kalem...

Kalemin susmasın... Susmayalım... Birlikte güzelleştirelim yaşamı...
 
Hani insanın içinde bir uçurtma vardır, rüzgarı bekler uçabilmek için...Sizin yazılarınız, şirleriniz ve öykülerinizde benim içimdeki uçurtmayı uçuran rüzgar oluyor, okudukça yükseliyor uçurtmam...Kaleminize sağlık monalisa...
 
Monalisa ablam, diyecek kelime bulamadım bu yüzden bugüne kadar hiç yazamadım, teşekkür etmek çok basit gelir diye düşündüm kendimce kelimeleriniz karşısında...Size hayranım, siz çok değerlisiniz, hep bilin lütfen...

Saygılarımla...
 
Hiç muhalif olasım yok niyeyse :D
Sen de yerden göğe haklısın monalisa,
Bazen bir ses, bir yankı bekliyor insan karşıdan.
Onun için bu sitede değil miyiz zaten.
Kullanıcı ayarlarına baktım da, kendimi görünmez yapmışım. :eek:
Uzun uzun yazamasam bile, burada olduğum zamanlarda görünebilirim artık. :)
 
Üst Alt