Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Önemsediğim içerikleri burada paylaşıyorum

Temel bilgilere dayanıyorum.Allahın hiç bir şeye ihtiyacı yoktur.Adaleti yeryüzünde tesis etmek Allaha bir getiride götürüde sağlamaz.Ama adalet varsa,ızdıraplar azalıyorsa bu sadece insanlar için ve allahın yarattıkları için.Yapılan herşey daha güzel bir yaşama yöneliktir.Kaynak istiyorsun.Allahın bizlere bahşettiği akıldan daha iyi bir kaynak olurmu.İlla bazı insanlar söylemeli mi birşeyin doğru olması için.Delil diyorsunuz bu yerinde ve doğru bir tesbit.Delil işte bu.Allah'ın büyük ve güçlü olması.Hiçbir şeye ihtiyaç duymaması.Ana hatları ile delil bu.şimdi Ben allah rızası için şavaşacağım dersen diyelimki doğru bir yol buldun.Peki Allah'a ne faydası olabilir.İnsanlara yaradılanlara faydası olur.Su getirirsin,yol yaparsın,iyilik yaparsın. Hepsi bir savastır. Ama allaha bir faydası yoktur. sadece insanlara veya başka canlılara fayda sağlarsın.Bütün bunlardan allah'ın bir faydası olmaz.Ama sen Allah hoşnut olur beni sever,ve cennete koyar diye umutlanırsın.Bütün bunlar yaradılmışlar içindir.Umarım ifade edebilmişimdir. saygılar
 
Allah ın boyası, Allah ın selamı, Allah ın kulu, Allah ın evi, Allah ın kitabı, Allah ın yardımı gibi pek çok tamlama kullanılmaktadır. Bunlar mecazi ifadelerdir. Allah ın davasını dava edinin şeklinde Mustafa İslamoğlu nun videolarını internette bulabilirsiniz. Mustafa İslamoğlu Arapça konusunda çok bilgili bir alimdir. Ben alim değilim ve benim dediklerime uyun gibi bir şey asla söylemem. Kaynağınız yoksa söylediklerinizin de benim açımdan bir bağlayıcılığı olmaz. Şahsınızla ilgili bir durum değil söyleyen kim olursa olsun ben kaynak ve delil isterim.

Tek gerçek Kur'an hakikatleridir ve bu hakikatleri de Arapça bilen alimlerden en iyi şekilde öğrenebiliriz.
 
Salât Allah’tan kula icabettir

Salât sadece kuldan Allah’a yükselen fiille desteklenmiş bir dua değil, Allah’tan kula da fiilî bir icabettir. Kul Allah’a salât ederse, Allah da kula salât eder. Allah’ın kula salâtı rahmetidir: “Namazı hakkını vererek kılın, zekâtı gönülden gelerek verin ve Rasul’ü izleyin ki merhamete mazhar olma umudunuz olsun!” (Nur 24/56). Salâtı ikame edenlere Allah’ın vaadi “tükenip bitmeyecek bir kazanç”tır (Fatır 35/29). İman eden, iyiliği önerip kötülükten sakındıran, salâtı ikame eden ve zekâtı gönülden gelerek verenlerin Rab’lerinden alacağı karşılık, “Geleceğe dair kaygı, geçmişe dair hüzün duymama” garantisidir (Bakara 2/277).

Kulun salâtına Allah’ın icabeti böyle olursa, ne olur? Kulun gözü aydın olur, gönlü aydın olur, aklı aydın olur, istikbali aydın olur. Allah’ın dinine adanmışlığı ve verdiği ömürlük destekle hayatını “salâta” çeviren Rasulullah’ın “namaz gözümün nuru kılındı” buyurması, yukarıdaki müjdelere görür gibi inanmasından olsa gerektir.


Mustafa İslamoğlu
 
Salât iman ailesine mensubiyettir

“Eğer kendilerini düzeltir, namazı istikametle kılar ve zekâtı gönülden gelerek verirlerse, o zaman sizin dinde kardeşiniz olmuş olurlar” (Tevbe 9/11).

Bu âyette görüldüğü gibi namaz müminler cemaatine intisabın alamet-i farikasıdır. Aynı hakikatin Tevbe Sûresi’nin 71. âyetinde daha güçlü bir biçimde dile geldiğini görüyoruz. Bundan bir ileri aşama salâtın imanın alametleri arasında yer almasıdır ki, şu âyet ebedi kurtuluşa eren müminlerin, kendilerini kurtaracak salâtı nasıl eda etmeleri gerektiğini söyler: “Onlar ki, namazlarında derin bir ürperti ve tevazu içinde olurlar” (Mu’minûn 23/2).

Salât ile iman ve müminler arasında kurulan bu sıkı irtibatın ardından, salâtı zayi edenlerin sonunda umutsuzluğun “ğayyasına” atılmakla tehdit edilmesi şaşırtıcı olmayacaktır (Meryem 19/59). Yalnız, âyetteki “salâtı zayi etmek”, “salâtı terk etmek” manasına indirgenemez. Zira “terk” de Arapça bir kelimedir ve böyle demek isteseydi Kur’an böyle derdi. Salât terk edilmeden de zayi edilebilir mi? Evet, edilir. İçi boşaltılır. İbadet öldürülür ve geriye cesedi kalır. Kuldan Allah’a yollanmış ibadet mektuplarının zarfları varır, fakat içinde mazrufu yoktur. İşte böyle yapmak, salâtı zayi etmektir.

Kur’an münafıkların salâta üşengeç davrandıklarını söyler (Tevbe 9/54). Buradan, salâtın nifakın panzehiri olduğunu da çıkarabiliriz. Münafık biri eğer namaz kılıyorsa, bunun sebebi bellidir: Gösteriş. Kur’an bunu şu insanı titreten üslupla dile getirir: “İkiyüzlüler Allah’ı aldatmaya çalışıyorlar, oysaki O onların aldanmalarını sağlıyor. Üstelik onlar namaza kalktıklarında, gönülsüzce, yalnızca insanlar görsün diye kalkar” (Nisa 4/142).


Mustafa İslamoğlu
 
Salât müttakilerin özelliğidir

Takva, insanın iradesiyle elde edip çoğaltabileceği en yüce değerdir. Takva hidayet öncesi için de hidâyet sonrası için de geçerlidir. Takva, sorumluluk bilincidir. Bu bilinç insanı hidâyetin önüne getirir. Hidâyetin iç göstergesi gayba iman, dış göstergesi namaz ve infaktır (Bakara 2/2-3). Muttaki, salâtı bir erdem kaynağı olarak görür. Bu yüzden de, vahyin bütün emirlerinin birbiriyle kopmaz bağlara sahip olduğunu bilir. Tıpkı insan bedenindeki eller, ayaklar, gözler, kulaklar nasıl bir bütünün parçaları ise, namaz da dinin emirler ve nehiyler bütününün bir parçasıdır. Bunların akide, ibadet veya ahlak alanına dâhil olması fark etmez. Bu bütünlük bozulursa takva bozulur. Bakara Sûresi’nin 177. âyeti işbu gerçeği beyan eder.


Mustafa İslamoğlu
 
Peki dostempati kardeşim.Ben sizi yarattıklarımın en gelişmisi ve en şereflisi olarak yarattım diyor yaradan.diğerlerinden farklı olarak sana birde akıl bahşettim diyor.Ayrıca size verdiğim bir nefesin,bir tüyün bile hesabını soracağım diyor.Allah bizlere bir akıl diye harika bir şey bahşetmiş. sizler bu verdiklerimi kullanın diyor.Hep başkalarından talimat almak,hep birilerinin dediğini yapmak ve ona tabi olmak. size göre burada bir yanlış yok mu?.Yaradanın vermiş olduğu akıl nerede onunla ne yapıyorsunuz?.Sizin fikriniz sizin düşünceniz,sizin mantığınız ,sizin teraziniz nerede?.Koyunları çoban otlatıyor ve bir köpek te idare ediyor.Papağan ne söylersen tekrar ediyor.Size göre Allahın verdiği aklılla ne yapacağız hiç düşünmeyecek ,hiç farklı bir şey tassavvur edemeyecekmiyiz?.Birşey yapmak,bir şey üretmek için hep birilerinden emir ve talimatmı almak gerekiyor?
yarın ömrümüzü tamamladığımızdaAllah bize sormazmı sana verdiğim akılla ne yaptın diye. Ozaman ne cevap vereceğiz birilerinin talimatına uydummu diyeceğiz.Papağanlarda başka canlılarda yaşıyor hep talimatla .Yaradaılanların en şereflisi,en gelişmişi olarak bizim farkımız ne bu canlılardan. Saygılar
 
Salât destektir

Salât duadır, dua ise edilen kimseye destektir. Kişi kendisi için dua ediyorsa destek istiyor demektir. Salât istiğfardır, istiğfar af için destek istemektir. Salât ibadettir, ibadet, kişinin imanına sunduğu destektir. Salât davettir, davet kişinin dinine ve ait olduğu türe desteğidir. Allah’ın kuluna salâtı, ona desteğidir. Şu âyette vahiy Allah’ın desteği olarak sunulur: “O melekleri eşliğinde üzerinize indirdiği (vahiyle) size salât eder ki, bu sayede sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarsın” (Ahzab 33/43). Ahzab 56’da bir tek fiil, üç ayrı fail vardır: Allah, melekler ve iman edenler. Yusallûne fiiline bir makamda üç ayrı anlam vermek gibi dil kurallarının tümünü altüst eden bir yaklaşım revaç bulmuştur. Oysa bir kelime bir makamda bir mana ifade eder. Eğer sözü söylemekten maksat bir mana murad etmekse, bu böyledir. Bu ilkeyle çok-anlamlılığı karıştırmamak lazımdır. Bir kelimenin çok-anlamlı olması ayrı, bir kelimenin bir makamda bir anlam ifade etme ilkesi ayrıdır.

Bu makamda salât’ın çok anlamlı ve çok çağrışımlı bir kelime olduğunu itiraf edip, kök manasını vermek daha isabetli bir yaklaşım olsa gerektir: “Şu kesin ki Allah ve O’nun melekleri Peygamber’e salât ederler/desteklerler; ey iman edenler siz de ona salât edin/destekleyin!” (Ahzab 33/56). Salât’ın kök manası olan “destek”, Allah, melekler ve müminlerden oluşan üç fail için de caizdir. Fakat salât’a tek başına “dua”, “istiğfar” veya “rahmet” manaları vermek üç fail için caiz değildir. “Allah Peygamber’e dua eder” veya “salevat okur” şeklinde anlamak caiz olmaz. Mümin, Peygamber’e rahmet eder” şeklinde de caiz olmaz. Bu sefer dil kurallarını zorlayarak, tek fiile bir makamda üç ayrı mana vermek çıkış yolu olarak görülmüştür. Âyette salât üç faile nisbet edildiği halde selâm sadece iman edenlere nisbet edilir. Bu durum, bir fiilin bir makamda üç ayrı anlam taşıması ihtimalini dışlamaktadır. Âyet salevat edebiyatı kapsamında değerlendirildiği için, bazı meal sahipleri, yusallûne fiilini yakra’ûne’s-salevate/yetlune’s-salevate gibi alarak, “salevat okurlar” şeklinde mana bile verebilmişlerdir. Oysa Hz. Peygamber’e salevat, sünnet ahkâmına müteallik bir meseledir. Her müminin namazların son oturuşlarında ifa ettiği sünnet bu sünnettir.

Hz. Musa’nın vahyi ilk aldığı Tuva vadisinde emredilen salât da “destek ve çabayı seferber et” vurgusuyla kullanılsa gerektir: “Artık sadece bana kulluk et, adımın anılıp şanımın yücelmesi için salâtı ikame et/destek ve çabanı ayağa kaldır” (Taha 20/14).


Mustafa İslamoğlu
 
Salât ikame edilince kıymetlidir

Salât ikame edilir. Kur’an’da yalınkat salâtın emredildiği yer nadirdir. Çoğunlukla “salât etmemiz” değil “salâtı ikame etmemiz” emredilir. Salâtı emreden âyetlerin muhatabı salâtı eda etmeyenlerdir. Fakat salâtı ikameyi emreden âyetlerin muhatabı namaz kılan müminlerdir. Bir şeyin ikamesi, onun doğru dürüst yapılması ve hakkının verilmesidir. Esasen ikame, “doğrultmak, ayağa kaldırmak” demektir. Kaldırmayınca yere düşen, konumunu kaybeden değerler için kullanılır. Salât da böyledir. İkame edilen salât sahibini doğrultur. Problem sadece namazı eda etmeme değil, eda edilen namazı ikame etmeme problemidir. Kur’an, namazın ikamesinden söz ettiği her yerde, zımnen bu probleme dikkat çekiyor demektir.

İkame edilmiş bir salât insanı ateşten kurtarır, ikame edilmemiş bir salât ise ateşte doğrultulur. Salâ (s-l-y) kökünün bir anlamı da “ateş”tir. Kelime bu tâli anlamı, ateşe yaslanan odun ateşle özdeşleştiği için almış olsa gerektir. Zira salât ile aynı kökten gelen se-yaslâ naran (Ateşe yaslanacak) ibaresinde, ateş tümleç olarak ayrıca zikredilmiştir. Bu da, sonucu teyit eder. Salât kelimesinin kökeniyle ilgili olarak kullanılan salleytu’l-‘ud bi’-n-nâr örnek cümlesinin anlamı “Değneği ateşte fırınlayarak doğrulttum” anlamına gelir. Manidardır. Bu kök anlamından şu ibretli sonucu çıkarabiliriz: Salâtla dünyada doğrulmayan ve salâtını dünyada doğrultmayanı, Allah âhirette ateşle doğrultacaktır.

Salâtı eda ettiği halde salâtı ikame etmeyen müşrik bir tipten söz eder Ma’ûn Sûresi… Bu tipin özellikleri sûrede şöyle dile gelir: 1) Dini yalanlayan kimsedir. 2) Yetimi itip kakan kimsedir. 3) Yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen kimsedir. 4) Salâtı amacının dışına çıkarıp içini boşaltan kimsedir. 5) Salâtı gösteriş için kullanan kimsedir. 6) En küçük bir yardımı bile çok görüp engelleyen kimsedir. Kur’an, özelliklerini saydığı bu tür birinin üzerini şöyle çizer: “Yazıklar olsun böylesi salât sahiplerine!” (Ma’ûn 107/4).

Şu halde salâtı ikame etmenin içerisine, sadece Allah’ın hukukunu gözetmek değil, kulun hukukunu gözetmek de girmektedir. Sözün özü: İkame edilen salât kıymet kazanır. Tersi, salâtın içini boşaltmaktır ki, bunu yapanlar Yahudileşmiş İsrailoğullarıydı (Bakara 2/43, 83, 110; Nisa 4/162).


Mustafa İslamoğlu
 
Salât devamlı kulluktur

İnsan kuldur. Kulluk süreklidir. Salât da süreklidir. Zira salât kulun Allah karşısındaki esas duruşudur. Kul kulluğundan tehlike ânında da vazgeçemez: “Fakat tehlikedeyseniz, yaya ya da binek üzerinde (namazınızı) eda edin!” (Bakara 2/239). Kulluk savaşta dahi terk edilemez. Sıcak bir çatışma ihtimali varsa, namaz tek rekâta kadar düşürülebilir. Teçhizatını kuşanmış olan müfreze nöbetleşe namazını eda eder (Nisa 4/101). Bu Kur’anî talimatın söylediği hakikat şudur: Sadık bir kulu Allah’a ibadetten can korkusu bile vazgeçiremez.


Mustafa İslamoğlu
 
Salât davettir

Salâtın davet oluşunun en güzel örneğini Hz. Şuayb vermiştir. İnkârcı kavim ona şöyle soruyordu: “Ey Şuayb! Atalarımızın taptıklarını ya da mallarımız üzerinde keyfimizce tasarrufta bulunmayı terk etmemizi senin salâtın mı emretmektedir?” (Hûd 11/87). Hz. Şuayb’ın salâtı öyle etkili bir davetti ki, muhatapları bu tür bir salâtı şirklerine ve dünyevileşmelerine en büyük engel olarak görüyorlardı.

Hz. Ebubekir’in namazı nasıl davete dönüştürdüğünü biliyoruz. Mekke müşrikleri onun namazıyla yaptığı bu davetten rahatsız olmuşlar, namazda okuduğu Kur’an’ın etkisine kapılan insanlara bakıp, onu hâmîsi İbn Duğanne’ye şikâyet etmişlerdi. Yine Ammar b. Yasir’in namazı da bir davete dönüşmüştü. Evinin avlusunda kıldığı namazdan insanların etkilendiğini gören müşrik Mekkeliler onu kendisine eman veren Ebu Cehil’e şikâyet etmişler ve işkence sürecinin başlamasına sebep olmuşlardı.

Namazın davet niteliğini en güzel ifade eden sözler, tescilli İslâm karşıtlarından olan Fransız şarkiyatçı Ernest Renan’ın şu sözleridir: "Bir mescide girip de ta içten etkilenmediğim ve hatta diyebilirim ki, Müslüman olmadığıma hayıflanmadan çıktığım ân olmamıştır."


Mustafa İslamoğlu
 
Salât keffarettir

Salât keffarettir. Hz. Peygamber ile özel görüşme talebine “necva” diyor Kur’an. Bu iş birileri tarafından istismar ediliyor. Hz. Peygamber’i gereksiz yere meşgul edenler çıkıyor. Allah istismarcıları ayıklamak için “özel görüşme sadakası”nı emrediyor. Kısa zamanda istismarın önü alınıyor. Tabii ki amaç gerçekleştiği için bu sadakayı vermek vacip olmaktan çıkarılıyor. Bu olayı aktaran âyet, kalkan sadaka yükümlülüğünün ardından namazı keffaret olarak takdim ediyor: “(Elçi ile) özel görüşme talebinizden önce sadaka türü bir şeyler vermekten dolayı sizde şafak attı, öyle mi? Hemen belli oldu bunu yapamayacağınız ve Allah sizin pişmanlığınızı kabul etti. Haydi, artık namazı hakkını vererek kılın, zekâtı gönülden gelerek verin, Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin: zira Allah yaptıklarınızdan ayrıntısıyla haberdardır” (Mücadile 58/13).

Namazın keffaret olma özelliğini, Müzzemmil Sûresi’nde de görüyoruz. Zira gece ibadetinin hafifletilmesinin ardından gelen üç emirden biri namaz oluyor (Müzzemmil 73/20).


Mustafa İslamoğlu
 
Merhaba arkadaşlar.Burada gördüğüm şöyle birşey.insanlar bir fikri savunmaya çalışıyor.Ama bunu yaparken kolay yolu seçiyor.Kopyala/yapıştır yöntemi uygulanıyor.Neden böyle oluyor dersek çok kolay.bir kaset çaldığınız zaman onun motoru çalışır,elektronik devreleri çalışır vs.bir papağana birşey öğrettiğiniz zaman hayvan belli bir efor sarfeder.Ama burada iş çok kolay.pastala ve yapıştır.Yani iki tık tık,bir şık şık. oh ne ala.insanlar ne çok şey biliyorlar yahu.kopyalanılan metinlerin bir satırını anlayabiliyorlarmı?.Bence anlayamıyorlar.Eğer anlayabilselerdi kendi fikirlerini kendi düşüncelerini söyleyebilirlerdi.söyleyemezler,söyleyemiyorlar. neden derseniz düşünmek çok zor birşey. Herkesin harcı değil.Burada mustafa islam oğlu diye bir kimse olmadığına göre mesela bu arkadaşımızın bütün bu fikirleri bu formda ne arıyor.Eğer yazan mustafa islam oğlu ise mesele yok. yok değilse sizin adınıza girilen formda sizin fikirleriniz nerede. siz onun adına mı formdasınız yoksa kendi adınızamı?.
omuzlarınızın üstünde taşıdığınız başta Allahın size verdiği muhteşem akıl mı var( bana sorarsanız ben allahın yarattığı herşey in şahane olduğunu düşünüyorum sizin aklınızda buna dahil) yoksa başka bir insanın mesela mustafa islam oğlu nun mu aklı var.Ben prensiplerden bahsediyorum. kişilerle bir alakam yoktur. sizi buradaki tavırlarınız belirler. buna göre konuşulup eleştiriler yapılır. mustafa islam oğlu ile bir meselem yoktur. tanımam kendilerini. Ben siz bütün bu anlattıklarınızın neresindesiniz, sizin bir fikriniz bir düşünceniz varmı diyorum saygılar.
 
çok güzel,ders vericci,eğitici,öğretici paylaşımlar dostempati,sağolun varolun..Allah M.islamoğlundan ve sizlerden razı olsun..vahyi anlama ve yaşamayı hepimize nasip,müyesser kılsın..amin.
 
Sayın mugoaytu,

Değerli yorumlarınız için teşekkür ederim.

Yüce Rabbim İslam a hizmet eden, Allah ın davasına gönül vermiş tüm erenlerden razı olsun. Yüce Rabbim bizleri Kur'an mucizesinden hakkıyla yararlanabilenlerden eylesin...amin...
 
KURBAN

Kurbanı açıklamak için tek başına akıl yetmez. Aşk gerek, aşk. Kurban akılla değil aşkla açıklanır.

Göğsünde yürek yerine taş taşıyanlar nasıl anlasınlar kurbanı? Koca bir ömrü yemekhane, yatakhane, abdesane, işhane arasında, hayatın bundan öte, daha yüce bir anlamı olduğunu fark etmeden geçirenler nasıl anlasınlar kurban eden İbrahim’i, kurban olan İsmail’i?

Sevemeyenler, sevecek yerlerini öz elleriyle kundaklayanlar, “Halilullah” (Allah sevgilisi) olan İbrahim’in rüyasını, hülyasını, sevdasını nasıl hayra yorsunlar? “Sahibi benim” dediklerinin eline zincirlerini verip altında binek olanlar, “sahibi benim” dediklerinin gerçekten sahibi olan ve sırtına binip onu aşkın yolculuğunda bir binek olarak kullananları nasıl anlasınlar?

Bakınız etrafınıza; kurban olmayan birini görebilir misiniz? Kimi kara sevdasının, kimi ak sevdasının kurbanıdır. Dünyaya, paraya, makama, mala, şöhrete, alkışa, servete kurban olmak ve kurban etmek için kuyruğa girenlerin haline bakın.

Bakmayın siz “Ben hiçbir şeye kurban olmam!” diye iddialı konuşanlara; aslında onlar benliklerine ve bencilliklerine kurban olmuş birer zavallıdan başka bir şey değildirler.

Onların gerçekte hiçbir şeyleri yoktur ki “adayabilsinler”. İçgüdüleri, ayartıcı özbenlikleri, sevgi adını koydukları tutkuları, aşk adını verdikleri libidoları, servetleri, makamları, şöhretleri, malları onların sahibidirler, efendisidirler.

Köle efendisini nasıl azat eder?

Ya adar ve adanırsınız ya da harcar ve harcanırsınız.

Üçüncü bir şıkkı yok mu?

Yok, bence yok. Baksanıza etrafınıza: En yüce sermayesi olan hayatlarını kendilerinden aşağı değerdeki şeyler uğruna hovardaca harcayanların haddi hesabı yok.

İşte İbrahim ve İsmail, insanın adi şeyler uğruna harcanmaması için en yüce değer uğruna adamanın ve adanmanın yolunu gösterdi. Kurbanın sembolize ettiği derin hakikat budur.

Bu hakikati anlamayan için kurban bir “hayvan”, kurban bayramı da “et festivali”dir.

Adayacağı ve adanacağı gerçek kapıyı bilenleri kimse daha aşağı bir değer uğruna harcayamaz, kullanamaz, kurban edemez.

Hangi ateş imanı yakabilir ki?

Hz. İbrahim önce canla sınandı, sonra cananla.

Can sınavını ateşte verdi. Yanmadı, çünkü iman yanmazdı. Aşkını imana, imanını hayata dönüştürmüş birini yakacak ateş bulunabilir miydi; tıpkı bir gönül erinin dediği gibi:


Eğer âşık isen yare
Sakın aldanma ağyare
Düş İbrahim gibi nare
Bu gülşende yanar olmaz

Aşkı İbrahimce olanın, yüreği dağca olur. İbrahimi bir aşka talip olursanız, aşkınızın ateşi Nemrutların yaktığı ateşi söndürecektir, hiç kuşkunuz olmasın.

Dört bin yıllık süreç?

Yarın arife. Milyonlar bir sesin çağrısına uyup Mekke’de Arafat tepesine koşacaklar. Dünyanın dört bir yanından, beyaz, siyah, kızıl, sarı derili milyonlar. Asyalı, Afrikalı, Avrupalı, Amerikalı milyonlar.

Bu ses İbrahim’in dört bin yıl öteden gök kubbeye saldığı bir ses. Nemrud’un ütopyasına benzemez bu; tam dört bin yıllık yaşanan canlı bir süreç.
“Lebbeyk Allahumme lebbeyk!” diye yüreklerini dua makamında İbrahim’in, İsmail’in, hicretin gelini Hacer’in korosuna katan milyonlar, bu sürecin her şeye rağmen süreceğini muştuluyorlar.

Gök kubbede baki kalan işte bu sadadır.

Bu imanın sadasıdır.

Siz de katın sesinizi bu ilahi koroya. Unutmayın; adak değerini adandığı kapıdan alır. O’nun kapısı en yüce kapıdır ve bir tek O’dur insana gerçek değerini bahşeden. Yalnızca O’dur kendisine teslim olan insanı istismar etmeyen.

O halde haydi hep bir ağızdan ses katın İbrahim’in gök kubbede yankılanan sesinin yanına:

“Lebbeyk Allahumme lebbeyk: Buyur Allah’ım emrine amadeyim!”


Mustafa İslamoğlu
 
Kurbanı Anlamak

Allah, "insana şah damarından yakın olan"dır. Bu yüzdendir ki O, insana, nefsinin neleri hangi gerekçelerle fısıldadığından haberdardır.

Bu nedenle kurban, Allah'ın insana yaklaşmasını değil, insanın Allah'a yaklaşmasını ifade eder. Şahdamarından uzak olan, Allah'dan haydi haydi uzak olur. "Şahdamarından uzak olmak" demek, kendinden uzak olmak demektir. Kendine yakın olmak ise, "Allah'a yakın olmak" demektir.

İnsana şahdamardan daha yakın olan, tüm damarların kendisine açıldığı kalptir. Kalp, daha içeride, daha merkezdedir. Şahdamar, ona açılan "yol"dur. Allah "yolda" değildir, "yolcu" değildir. Merkezdedir; hayatın ve varlığın merkezinde. Yolda olan, yolcu olan insandır. Uzaklaşır ve yaklaşır. Yasa gereği O'ndan gelmiş ve O'na dönecektir.

İnsan damardan uzaklaştığında, "dem-i mefsuh" (atık kan) hükmünü alır. Hayatın ve sağlığın sebebi iken, ölümün ve hastalığın sebebi olur. Kalbe, yani yolculuğunun anlamını bulduğu yere dönmelidir. Kalbe dönüş, kendine dönüştür. Kalpten uzaklaşma, kendinden uzaklaşmadır. Şahdamar, kanın "sırat-ı müstakimi"dir. Dosdoğru yola giren insan da, manevi bedenin kalbine giden yola girmiş demektir.


Mustafa İslamoğlu
 
Kurbanı Anlamak

Kur'an'da "kurban" teriminin kullanıldığı nadir yerlerden biri olan Maide 27. ayet, Adem oğullarından ikisinin kurbanla sınanmasından söz eder. Bu, neyi gösterir? Birincisi, Kurban ibadetinin insanla yaşıt, hatta insanın ilk ibadeti olduğunu. İkincisi, insanın cevherle cürufunun sınanmadan denenmeden ayrışmadığını. Üçüncüsü, kişi ne kadar kendinden ve Allah'tan uzaksa, mülkiyet tasavvurundaki çarpıklığın da o kadar vahim olduğunu.

Hz. İbrahim ve Hz. İsmail'in sınavı anlaşılmadan, kurban ibadeti anlaşılamaz. Bu yüzden ilahi vahiyler bu örnek olaydan söz ederler. Kur'an Saffât suresinde, konuya ayrıntılı olarak yer verir. Buna göre, Hz. İbrahim, Nemrud'a karşı verdiği tevhid mücadelesinde can sınavından geçer. Sınavını başarıyla verir. Bu kez sıra "can yarısı" sınavına gelmiştir. Bir gece rüyada, kendisini, uzun bir mahrumiyetten sonra kavuştuğu oğlunu boğazlarken görmüştür.

"Bu oğul kimdir?" sorusu, sadet haricidir. Kur'an açıkça isim vermez. Yahudiler, bu oğlun İshak olduğunda ısrarcıdırlar. Daha birinci kuşaktan itibaren bu tezi destekleyen birçok otorite bulmak mümkün. Yahudiler, bu seçimi "kutsal ırk" tezi üzerine oturturlar ve hem yabancı hem de cariye olan bir annenin oğlu olan İsmail yerine, Sare'den olma İshak'ın "zebîh" olmaya daha layık olduğunu dile getirirler.

Tüm veriler bu oğlun ilk oğul olduğunu gösterir. İlk oğlun İshak olduğunu söylemek, Hz, İbrahim'in hayatı hakkındaki tüm bilinenleri yok saymak anlamına gelir. Hacer'in, Sare'den uzaklaştırılmasının nedeni onun çocuk sahibi olmasıdır. Kurban edilenin ilk oğul olduğunu, Hz. İbrahim'im Kur'an'da dile getirilen duasından anlıyoruz: "Rabbim bana Salihlerden olacak bir (evlat) bağışla" (37:100). Bu duanın, çocuk hasretinin ardından geldiği açık. İlk çocuğun da İsmail olduğu tarihsel olarak kesindir. Kurban edilen, "aşk modunda" yapılan bir duanın mahsulü olan işte bu çocuktur.

Bize öyle geliyor ki, bu "dua meselesi", kurbanı anlamada anahtar konumundadır. Kur'an'da, çocuk hasretiyle geçen uzun yılların ardından, yürekten yapılan bir dua ile çocuk bahşedilen örneklere bakalım:

Hz. İbrahim'e, evlat hasretiyle yapılmış bir dua ile Hz. İsmail bahşedildi.

İmran'ın karısı Hanne'ye, uzun bir süre sonra bir dua ile Hz. Meryem bahşedildi.

Kendisi yaşlı eşi de kısır olan Hz. Zekeriyya'ya, Hz. Yahya bahşedildi.

YA ADAYAN OLA HANNE GİBİ

YA ADAK OLA MERYEM GİBİ

YA ADANANLARA BAHÇİVAN OLA ZEKERİYYA GİBİ

SAKIN DÖRDÜNCÜSÜ OLMA, HELAK OLURSUN


Mustafa İslamoğlu
 
Salât ibadetler mecmuasıdır

Namaz toplayandır. Bu özelliğiyle dinin amelî yönünü bütünüyle kuşatır. Namazın toplayıcı özelliğini dört başlık altında ele alabiliriz:

1. İçinde ibadetleri toplayandır: Zira namazda Kur’an’da her biri ayrı ayrı emredilen birçok ibadet namazda cem olmuştur. Tekbir (kebbirhu), tertil (rattil), kıyam (ekim), ibadet (v’a’bud), dua (ud’ûnî), tesbih (sebbih), zikir (fezkurunî), kıraat (fakra’û), rükû (verke’û), secde (vescüd), şükr (en-işkurlî) bunlardandır.

2. Müminleri bir araya toplayandır: Zira İslâm cemaatinin tesisinde namaz bir numaralı rol oynar. Cuma’ya, müminleri bir araya getirerek cemaat yaptığı için bu ad verilmiştir.

3. Müminleri bir mekânda toplayandır: Cami, namaz müminleri bir araya topladığı için bu adı almıştır. Cami ilk İslâm müessesesidir. Allah Rasulü’nün Medine’yi teşriflerinde ilk yaptığı iş, evinden önce bir mescid bina etmek olmuştur. Cami, başlangıçta hem medresenin hem de tekke ve zaviyenin işlevini üstlenmişti. Medeniyet sürecinde bu kurumlar camiden bağımsızlaşacak ve ayrı birer kurum halini alacaktır.

4. Dağılmış hayatı toplayandır: Salât kozmik uyumun ibadete dönüşmüş biçimidir. Uyum esastır. Uyumsuzluk kaostur. Kaos Şeytan’ın düzenidir. Kozmik uyumun ibadete dönüşmüş hali olan namaz, bırakın sadece birbirine yakın hayat alanlarını, birbirine en uzak hayat alanlarını dahi toplar ve bir araya getirir. Mesela sevincin dorukta olduğu bayramlar ve hüznün dorukta olduğu ölümler. Bayram namazı ile cenaze namazının ortak yanı içerisinde yer alan ziyade tekbirlerdir. En sevinçli ve en hüzünlü anımızda salât bize Allahu Ekber demeyi öğretir. Zira salât, sevinç ânında da hüzün ânında da insanın dağılmasına, Allah’tan kopmasına mani olur. Onu duygu, düşünce ve eylem olarak toplar ve Bir’in huzurunda birlik ve dirlik halinde tutar.


Mustafa İslamoğlu
 
Salât Allah ile sohbettir

Salât ilâhî randevuya gelmektir. Allah’la iletişim kurmaktır. Yani salât sohbet-i Rahman’dır. Namazda okunan Kur’an üzerinden insan Rabb’iyle söyleşir. Hz. Peygamber Fatiha’yı Allah-insan arasında bir diyalog olarak okumuştur.

Kul, “Hamd olsun âlemlerin Rabb’ine” dediği zaman Allah der ki:

—Kulum bana hamd etti.

“Er-Rahman er-Rahim” dediği zaman Allah der ki:

—Kulum beni sena etti.

Müzzemmil Sûresi’nin ilk âyetleri Hz. Peygamber’in bu okuması ışığında bir daha anlaşılmalıdır: “Sen ey ağır yük yüklenen (Nebi)! Kalk gecenin ilerleyen bir vaktinde! Gece yarısı, ondan biraz önce ya da sonra (fark etmez); ve oku Kur’an’ı sindire sindire. Çünkü biz sana ağır bir söz indireceğiz; elbet şu gece dirilişi var ya: işte o pek derin bir iz bırakır ve okuyuş açısından daha bir etkilidir” (Müzzemmil 73/1-6).

Salâtın en büyük tarafı, Kur’an’ın şahadetiyle zikrullah oluşudur: “Salâtı ikame et, çünkü salât (insanı) bellibaşlı her tür çirkinlikten ve kötülükten alıkoyar; hele zikrullah en büyük boyutudur” (Ankebût 45).

“Zikrullah”, iç içe geçmiş iki anlamı birden barındırır: “Allah’ı zikir” ve “Allah’ın zikri”. Zaten sohbet de iki taraf ister. İnsan salât ile Allah’ı zikreder. Gerçekte Allah insanı zikredince insan salâtla buluşur. Salâtla buluşan secdeyle buluşur. Secdeyle buluşan Allah’a yaklaşır (‘Alak 96/19).


Mustafa İslamoğlu
 
Salât yaratılış amacını bilmektir

Anlamlılık ve amaçlılık yaratılışın temel kanunudur. Hiçbir şey anlamsız ve amaçsız yaratılmamıştır. Bir varlığın yaratılış amacına uygun hareket etmesi o varlığın salâtıdır. Tıpkı kuşların salâtından bahseden şu âyette buyrulduğu gibi:

“Sen (ey insan)! Göklerde ve yerde bulunan her bir varlığın -kanat çırpan kuş katarlarına varana dek- Allah’ın yüce kudretini dillendirdiğini fark etmez misin? Doğrusu onların hepsi de, O’na salâtı bilmektedir. Allah onların hareketlerini de bilmektedir” (Nûr 24/41).

Yukarıdaki âyette salât olarak geçen şey, şu âyette tesbih olarak karşımıza çıkar: “Yedi gök ve yer ve onlarda yaşayan her bilinçli varlık O’nu tesbih ederler” (İsra 17/44).

Mustafa İslamoğlu
 
Salât arınmaktır

Salât her tür arınmadır. Hatta Şah Veliyullah Dihlevi’nin dediği gibi, din baştan sona temizlikten ibarettir. İman kalbin arınması, İslâm ikrarın arınması, namaz hayatın arınması, zekât malın arınması, oruç bedenin arınması… Namaz için şart olan abdest, organların arınmasıdır. Namazın kendisi ise tezkiye-i nefstir. Allah Rasulü, namaz kılan bir müminin durumunu günde beş kez ırmağa girip yıkanan kimseye benzetmiştir.

Mustafa İslamoğlu
 
Sual: Biz namazı kılarsak, namaz da bizi kılar mı?

Cevap: Elbette! Eğer biz namazı Kur’an’da yer alan bütün boyutlarıyla kılarsak, namaz da bizi kılar. Namaz bizi kılınca, biz kabul olmuş ibadet oluruz. Varlığımız salât olur. Bu, varlığımızın Allah’a ve O’nun dinine “destek” olması demektir. Varlığı Allah’a ve O’nun dinine destek olanın desteği Allah olur: “Ey iman edenler! Siz Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar” (Muhammed 47/7).

Sual: Şu halde, insan namazı terk edebilir mi?

Cevap: İnsan namazı, ancak namaz insanı terk edince terk eder. Bu ise insanın kendi kendini terk etmesi manasına gelir. Kendini terk eden, kendini kaybeder.

Allah’ım! Salâtımızı hayatımız, hayatımızı salâtımız kıl! Âmin.


Mustafa İslamoğlu
 
Salât sadece kuldan Allah’a yükselen fiille desteklenmiş bir dua değil, Allah’tan kula da fiilî bir icabettir.

Namaz müminler cemaatine intisabın alâmet-i farikasıdır.

Salât duadır, dua ise edilen kimseye destektir. Kişi kendisi için dua ediyorsa destek istiyor demektir. Salât istiğfardır, istiğfar af için destek istemektir.

Salât ibadettir, ibadet ise kişinin imanına sunduğu destektir. Salât davettir, davet kişinin dinine ve ait olduğu türe desteğidir.

Allah’ın kuluna salâtı, ona desteğidir.

Salâtla dünyada doğrulmayan ve salâtını dünyada doğrultmayanı, Allah âhirette ateşle doğrultacaktır.

Din baştan sona temizlikten ibarettir. İman kalbin arınması, İslâm ikrarın arınması, namaz hayatın arınması, zekât malın arınması, oruç bedenin arınması.


Mustafa İslamoğlu

Kur’anî hayat dergisi, ocak-şubat 2010
 
HZ. MUHAMMED SAV. İN TAİF SEFERİ DÖNÜŞÜ YAPTIĞI DUA

İşte İbn Hişam'ın Sîra'daki metninden Türkçeleştirdiğim dua:

Allah'ım!
Kuvvetimin tükendiğini sana arzediyorum.
Gücümün azaldığını,
İnsanların gözünde küçük düştüğümü sana şikayet ediyorum.
Ya Erhamerrahimin!
Sensin ezilmişlerin Rabbi!
Sensin benim Rabbım!
Beni kimlerin eline bıraktın?
Bana gaddarlık yapan yabancıların eline mi?
Yoksa, dâvamı ipotek edecek bir düşmana mı?
Eğer sen bana gücenmedinse,
kesinlikle bunlara aldırmıyorum.
Lakin iyiliğin beni rahatlatacaktır.
Senin nuruna sığınırım;
karanlıkları aydınlatan nuruna,
dünya ve ahiretimi kurtaracak nuruna...
Gelecek gazabın, bana ulaşacak öfkenden
kaçıp kurtulacak bir sığınak arıyorum.
Sana sığındım, yeter ki razı ol.
Güç ve kuvvet sendendir,
yalnız senden. (11/29-30)


Mustafa İslamoğlu
 
BİZ KİMİZ?

BİZ; Yahudilerden değil, Yahudileşmekten korkanlardanız.

Zira Yahudileşmek ümmet-i Musa'ya has bir sapma değildir. Eğer bu süreç Kur'an'da ümmet-i Muhammed e sekiz yüz ayetle anlatılmışsa, biz inanırız ki o ayetlerin muhatabı bizleriz. Onun için Yahudilerden değil, Yahudileşmekten korkarız.


Mustafa İslamoğlu
 
BİZ KİMİZ ?

BİZ; ''Salavat''; mü'minlerin salavatı Allah Rasulune desteğidir diyenleriz.

Allah Rasulünün sünnetine destek vermeyip, onu yaşatmayıp, onu çağa taşımayıp, hatta onu buharlaştırarak hayatın dışına çıkarıp, ondan sonra da salavatı dile indirgeyerek ona karşı vazifelerinin gereğini yerine getirdiğini düşünenlere;''Siz Allah Rasulüne rüşvet veriyorsunuz!''diyenlerdeniz.


Mustafa İslamoğlu
 
BİZ KİMİZ ?

BİZ; Keramet istikamettir diyenleriz.

''Neyinizle övünüyorsunuz?''diye soranlara; ''Kulluğumuzla iftihar ediyoruz. Başka bir sıfat istemeyenlerdeniz.''diyenleriz.


Mustafa İslamoğlu
 
BİZ KİMİZ ?

BİZ; Bireye karşı, şahsiyeti savunanlarız.

Modern çağda bireyciliğin yüceltildiği,' 'gemisini kurtaranın başarılı kaptan''ilan edildiği, herkesin ''nefsi!''diye bağırdığı, kendi saadetini başkalarının felaketi üzerine bina eden bir dünyada;

BİZ ASLA BÖYLE YAPMAK İSTEMEYENLERİZ!


Mustafa İslamoğlu
 
Üst Alt