KURBAN
Kurbanı açıklamak için tek başına akıl yetmez. Aşk gerek, aşk. Kurban akılla değil aşkla açıklanır.
Göğsünde yürek yerine taş taşıyanlar nasıl anlasınlar kurbanı? Koca bir ömrü yemekhane, yatakhane, abdesane, işhane arasında, hayatın bundan öte, daha yüce bir anlamı olduğunu fark etmeden geçirenler nasıl anlasınlar kurban eden İbrahim’i, kurban olan İsmail’i?
Sevemeyenler, sevecek yerlerini öz elleriyle kundaklayanlar, “Halilullah” (Allah sevgilisi) olan İbrahim’in rüyasını, hülyasını, sevdasını nasıl hayra yorsunlar? “Sahibi benim” dediklerinin eline zincirlerini verip altında binek olanlar, “sahibi benim” dediklerinin gerçekten sahibi olan ve sırtına binip onu aşkın yolculuğunda bir binek olarak kullananları nasıl anlasınlar?
Bakınız etrafınıza; kurban olmayan birini görebilir misiniz? Kimi kara sevdasının, kimi ak sevdasının kurbanıdır. Dünyaya, paraya, makama, mala, şöhrete, alkışa, servete kurban olmak ve kurban etmek için kuyruğa girenlerin haline bakın.
Bakmayın siz “Ben hiçbir şeye kurban olmam!” diye iddialı konuşanlara; aslında onlar benliklerine ve bencilliklerine kurban olmuş birer zavallıdan başka bir şey değildirler.
Onların gerçekte hiçbir şeyleri yoktur ki “adayabilsinler”. İçgüdüleri, ayartıcı özbenlikleri, sevgi adını koydukları tutkuları, aşk adını verdikleri libidoları, servetleri, makamları, şöhretleri, malları onların sahibidirler, efendisidirler.
Köle efendisini nasıl azat eder?
Ya adar ve adanırsınız ya da harcar ve harcanırsınız.
Üçüncü bir şıkkı yok mu?
Yok, bence yok. Baksanıza etrafınıza: En yüce sermayesi olan hayatlarını kendilerinden aşağı değerdeki şeyler uğruna hovardaca harcayanların haddi hesabı yok.
İşte İbrahim ve İsmail, insanın adi şeyler uğruna harcanmaması için en yüce değer uğruna adamanın ve adanmanın yolunu gösterdi. Kurbanın sembolize ettiği derin hakikat budur.
Bu hakikati anlamayan için kurban bir “hayvan”, kurban bayramı da “et festivali”dir.
Adayacağı ve adanacağı gerçek kapıyı bilenleri kimse daha aşağı bir değer uğruna harcayamaz, kullanamaz, kurban edemez.
Hangi ateş imanı yakabilir ki?
Hz. İbrahim önce canla sınandı, sonra cananla.
Can sınavını ateşte verdi. Yanmadı, çünkü iman yanmazdı. Aşkını imana, imanını hayata dönüştürmüş birini yakacak ateş bulunabilir miydi; tıpkı bir gönül erinin dediği gibi:
Eğer âşık isen yare
Sakın aldanma ağyare
Düş İbrahim gibi nare
Bu gülşende yanar olmaz
Aşkı İbrahimce olanın, yüreği dağca olur. İbrahimi bir aşka talip olursanız, aşkınızın ateşi Nemrutların yaktığı ateşi söndürecektir, hiç kuşkunuz olmasın.
Dört bin yıllık süreç?
Yarın arife. Milyonlar bir sesin çağrısına uyup Mekke’de Arafat tepesine koşacaklar. Dünyanın dört bir yanından, beyaz, siyah, kızıl, sarı derili milyonlar. Asyalı, Afrikalı, Avrupalı, Amerikalı milyonlar.
Bu ses İbrahim’in dört bin yıl öteden gök kubbeye saldığı bir ses. Nemrud’un ütopyasına benzemez bu; tam dört bin yıllık yaşanan canlı bir süreç.
“Lebbeyk Allahumme lebbeyk!” diye yüreklerini dua makamında İbrahim’in, İsmail’in, hicretin gelini Hacer’in korosuna katan milyonlar, bu sürecin her şeye rağmen süreceğini muştuluyorlar.
Gök kubbede baki kalan işte bu sadadır.
Bu imanın sadasıdır.
Siz de katın sesinizi bu ilahi koroya. Unutmayın; adak değerini adandığı kapıdan alır. O’nun kapısı en yüce kapıdır ve bir tek O’dur insana gerçek değerini bahşeden. Yalnızca O’dur kendisine teslim olan insanı istismar etmeyen.
O halde haydi hep bir ağızdan ses katın İbrahim’in gök kubbede yankılanan sesinin yanına:
“Lebbeyk Allahumme lebbeyk: Buyur Allah’ım emrine amadeyim!”
Mustafa İslamoğlu