[size=4][...] Özürlülük, hangi tipte olursa olsun bugüne dek ağırlıklı olarak medikal model açısından irdelenmiştir. Medikal model çerçevesinde, özürlülük büyük ölçüde bireyin yetersizliğine, patolojisine dayalı olarak açıklanmaktadır. Başka bir deyişle Özürlü bireyler çeşitli engelleri, yetersizlikleri olması nedeniyle toplumda ' normal ' bireylerden ayrı bir konumdadırlar.
Özürlü bireyleri böyle ele alış, pek çok sorunun oluşumuna yol açmaktadır. Bunların başlıcaları Özürlü bireylere yönelik ayırımcı, damgalayıcı tutumlar olarak özetlenebilir. Birey, özürlü oluşu nedeniyle 'aciz', 'yetersiz' olarak tanımlandığında bu doğrultuda müdahalelere de hedef olmaktadır. Özürlü bireye 'rağmen', onun adına çeşitli düzenlemeler yapılmaktadır. Oysa özürlüler kendilerini ilgilendiren konularda yine kendilerinin karar vermeleri gerektiğini düşünmekte ve buna ihtiyaç duymaktadırlar. Bunun tersinin olması, özürlülerin kendilerini daha da sınırlandırılmış hissetmelerine neden olmaktadır. Buna bağlı olarak özgüvenleri, özsaygıları sarsılabilmektedir. İntihara dek uzanan başta depresyon olmak üzere çeşitli ruhsal sorunlar geliştirebilmektedirler.
Yaşanılan bu sıkıntılar, özürlülüğe farklı bir bakışın gelişmesine yol açmıştır. Bu yeni bakış, sosyal model olarak tanımlanabilir. Sosyal model, bireyleri Özürlü kılan durumun, onların 'özürlülükleri' olmadığını ileri sürmektedir. Özürlü kılan temel faktör, toplumun kısıtlayıcı, damgalayıcı, ayırımcı ve dolayısıyla engelleyici tutumlarıdır. Bu bakış, özürlü bireylerin kendilerini toplumdan soyutlanmış değil tersine toplumla bütünleşmiş hissetmelerine ortam hazırlamaktadır. Sosyal modelin Özürlüleri toplumdan soyutlayıcı değil tersine toplumla bütünleştirici yaklaşımı günümüzde giderek artan ölçüde kabul görmektedir. Özellikle özürlü bireyler ve onların yakınları (akraba, arkadaş, vb.) böyle bir yaklaşıma büyük ihtiyaç duyduklarını dile getirmektedirler.
[...]
Medikal model 1800'lü yılların ortalarında tıp ve rehabilitasyon alanlarındaki gelişmelerle birlikte ortaya çıkmıştır (22). Bu model 'ahlaki çöküntü'den çok 'patoloji' ile sınırlıdır. Ahlaki model kadar 'kötüleyici' olmasa da 'özürlülüğü olan bireye' ya da özürlülük yaşantısına değil de 'özürlülüğe' odaklanmıştır. Medikal model tüm özürlü bireylerin otomatik olarak 'kısıtlı' olduğunu varsaymaktadır (5: 22) . Buna paralel olarak da özürlü bireylerin yaşadıkları sorunlar-ahlaki modelin yükledikleri kadar çok olmasa da- ciddi bir artış göstermiştir. Olumsuz toplumsal tutumlar (damgalama, aşağılama, vb) özürlü bireylerin dışlanmasına, onların toplumsal yaşama etkin biçimde katılamamalarına neden olmuştur. Kendilerini damgalanmış, toplumdan soyutlanmış, hatta adeta düşmanlıkla çevrelenmiş hisseden özürlüler mevcut potansiyellerini ortaya koyabilecek fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel olanaklardan da çoğu kez yoksun bırakılmışlardır.
[...] Türkiye de dahil olmak üzere pek çok ülkede medikal modelin 'normal'-'anormal' şeklinde yaptığı sınıflamanın özürlü bireylere yönelik ayırımcı tutumları güçlendirdiği söylenebilir. Ayrıca modelin özürlü bireyleri 'tam' değil de 'daha az' kabul etmesi, insanların 'farklılıkları' olabileceği gerçeğine ters düşmektedir. Bu doğrultuda bazı bilim adamları medikal modeli, bir tür 'sosyal ırk ayırımı' (social apartheid) ile ilişkilendirmektedirler. Bunun nedeni medikal modelin -bazı vakalarda- özürlü olmayanların (genellikle de sağlık profesyonellerinin) özürlüleri zor kullanarak toplumdan uzaklaştırmalarını onaylamasıdır (14). Hatta Hunt (11) , özürlü bireylerin hastanelerde ve bakımevlerinde sistematik olarak 'ayaklarının kaydırıldığını', başka deyişle 'sağlıkları
ÖZÜRLÜLÜK HAKLARI HAREKETİ VE SOSYAL MODEL
Özürlülük Hakları Hareketinin başlıca amaçları şöyle özetlenebilir:
- Özürlülerin kendi seslerini dayanışma içinde toplumda en etkili şekilde duyurmak
- Özürlülerin bağımsızlığı ve 'kendi kaderini belirleme' ilkesini hayata geçirmek
- Özürlü bireylerin toplumla gerçek anlamda bütünleşmelerinin önündeki engelleri yıkmak ve savunuculuk yapmak üzere kendi inisiyatiflerinde olan örgütler oluşturmak
- Özürlü bireylerin özel ve kamusal yaşamlarını etkileyen ve düzenleyen her türlü yasayı özürlülere yönelik ayırımcı hükümlerden tümüyle arındırmak.
Anlaşılacağı üzere, Özürlülük Hakları Hareketi esas olarak Özürlülerin vatandaşlık haklarını vurgulamaktadır. Bunun temel nedeni, özürlü bireylerin sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, sağlık, eğitim vb. haklarının sistematik olarak görmezden gelinmesi hatta çiğnenmesidir.
[...]Sonuç olarak, Özürlülük Hakları Hareketinin medikal modele adeta bir meydan okuma olarak doğduğu, hareketin zamanla özellikle ABD ve Avrupa Topluluğu ülkelerinde güçlendiği, özürlü bireylerin haklarına özgü 'Özürlü Bireylerin Sağlık. Durumlarına Karşı Anti Ayırımcılık Kanunu' gibi (10) yeni yasal düzenlemelerin oluşumuna ortam hazırladığı söylenebilir.
Özetle böyle bîr ortam, Birleşmiş Milletler Özürlü Bireylerin Hakları Beyannamesinde de vurgulandığı üzere özürlülüğü olan bireyin (14);
- Saygı görme ve değer verilme
- Mümkün olduğunca özgüveninin yükselmesine yardımcı olma
- Öğretim, eğitim görme ve çalışma
- Aile ve sosyal yaşam kurma
- Ayırımcı tedaviden korunma
yönündeki haklarının korunmasına ve söz konusu hakların kullanılmasının Önündeki engellerin aşılmasına fırsat verecektir.
ÖZÜRLÜLÜK SOSYAL MODELİ
Özürlülük Hakları Hareketinin ivme kazanmasıyla özürlülüğün yapısal kaynakları daha fazla tartışılmaya başlanmıştır. Artık özürlülüğün bireyin 'özür durumu'ndan çok toplumun koyduğu engellerden kaynaklandığı, bu engellerin özellikle ayırımcılık ve önyargıyla biçimlendiği görülmeye başlamıştır. Bu doğrultuda da sosyal model ortaya çıkmıştır. Sosyal modelin temel iddiası özürlülüğün, bireyler arasındaki fiziksel, zihinse vb farklılıkların bir yansıması olmaktan çok toplumdaki ayırımcılığın, önyargının ve dışlamanın bir ürünü olduğudur (5; 7; 8; 14; 18). Yine sosyal model özellikle özürlülük hareketi doğrultusunda özürlü bireylerin özürlülüğü olmayanların oluşturduğu bir dünyada ciddi bir 'sindirmeye' hedef olduklarını ileri sürer. Bu doğrultuda özürlü bireylerin 'Özürlülük durumları’ çevre koşullarının bireyin durumuna ne denli uygun olduğuna bağlıdır. Başka bir deyişle çevresel, fiziksel, mekansal koşullar toplumsal tutumlarla birlikte bireyi özürlü kılmaktadır. Bu koşullar altında olumlu yönde tutum değişikliği yaratmak sorunları hafifletebilecektir.
Ancak değişim kendiliğinden olamaz. Ciddi politik düzenlemeler zorunludur. Dolayısıyla özürlü bireyi ve koşullarını daha fazla dikkate alan kapsamlı sosyal politikalar ve özürlülük politikaları değişim yaratmada ve hızlandırmada en temel araçlar arasında sayılabilir (8) . Politika belirleme boyutunda adımlar atarken ayırımcılığın aşılması yönündeki tedbirlere ayrıca önem verilmesi gerektiği de vurgulanmalıdır. Kuşkusuz açıkça ayırımcı tutumlar sergilenmeyebilir. Ancak özürlüleri ve onların sorunlarını, ihtiyaçlarını ve beklentilerini görmezden gelmek ya da önemsememek de ayırımcılık kategorisinde değerlendirilebilir. Böylece özürlülerin gerçekten 'açınılacak' bir konuma sürüklenmelerine uygun ortam hazırlanmış olur.
Özürlülük hareketinin ürünü olarak ortaya çıkan sosyal model, özürlü bireylerin zihinsel ya da fiziksel durumlarından ötürü toplumla bütünleşmelerinin engellendiğini savunmaktadır. Bu engeller tekerlekli sandalyeyle çıkılamayacak basamaklar, yüksek kaldırımlar, duvarların yüksek kısımlarına monte edilen elektrik anahtarları gibi mekansal engeller olabileceği gibi özel alt sınıflar gibi eğitimsel nitelikli engeller de olabilir. Bunların yanı sıra depo niteliğindeki tedavi ve bakım kurumları da tıbbi engeller kategorisinde düşünülebilir.
Özürlülük Hareketinin oluşturduğu zemin üzerine inşa edilen sosyal model medikal modelin adeta anti tezidir. Light (18)'in da belirttiği gibi modelin oluşumu, 1983 yılında İngiliz Vic Finkelstein, Mike Oliver ve Colin Barnes ile ABD'li Gebren De Jong gibi kendileri de fiziksel özürlü olan akademisyenlerin öncülüğünde gerçekleşmiştir. Model hernekadar fiziksel özürlü bir grup akademisyen tarafından gerçekleştirilmiş olsa da kısa sürede tüm dünyada her özür grubundan insanı kapsamıştır. Özürlülük, sosyal model çerçevesinde 'bir bozukluğa veya noksanlığa sahip olmanın sosyal sonuçlan' olarak tanımlanmıştır (18). Bu açıdan bakıldığında sosyal model, medikal modelin 'özürlü bireyin yetersiz kabul edilmesi' yönündeki tezinden çok daha farklı bir tez ileri sürmektedir.
Sosyal model ile medikal model arasındaki temel bakış farklılığı, fiziksel özürlülük örneğinden hareketle şöyle özetlenebilir (13):
MEDİKAL MODEL
SORUN ÜZERİNDE ODAKLAŞMAKTADIR
- Kavanoz kapaklarını, kapıları açmakta zorlanan veya açamayan eller
- Uzun süre ayakta kalmakta zorluk çekme
- Binalardaki merdivenleri çıkmakta başarısız olma
-Yapamayacağını düşündükleri için insanların Özürlü bireye İş vermemeleri
SOSYAL MODEL
ÇÖZÜM ÜZERİNDE ODAKLAŞMAKTADIR
- İyi düşünerek dizayn edilmiş kavanoz kapakları, otomatik kapılar
- Kamuya ait yerlerde oturabilecek daha fazla sayıda koltuk
- Tüm binalarda rampa ve asansörler
- İnsanları 'sorun aramak' yerine özürlülerin 'yeteneklerini görmek' yönünde eğitmek
Medikal model, özürlü bireyi genel olarak tekerlekli sandalyeye ve eve mahkum, merdivenleri çıkamayan, yardıma ihtiyaç duyan, tedaviye ihtiyaç duyan, ellerini kullanamayan, yürüyemeyen veya göremeyen, doktora veya kurumsal bakıma ihtiyaç duyan insanlar olarak görür. Böyle gördüğü için de özürlü bireye genellikle şunları söyler (13):
- Sen acı çekiyorsun
- Sen bir 'sorun'sun
- Özürlülüğünün tedaviye ihtiyacı var
- Yaşamına ilişkin kararları veremezsin
- Profesyoneller tarafından bakılmaya ihtiyacın var
- Asla özrü olmayan birine eşit olamayacaksın.
Sosyal model, toplum sahnesinde oynanan 'oyun'da baş kahramanın özrü bulunmayanlar olmasına karşı çıkar. Modele göre oyunun kahramanları özürlü veya özürsüz olabilir. Ancak sosyal model şuna da dikkat çeker: Filmlerde 'esas kahraman'lar bugüne dek hep 'sağlıklı1, 'özrü olmayanlar' olmuştur, özürlüler genellikle ya kötü rollerde (şeytan, büyücü, vb) ya da acınacak durumda öne çıkmışlardır. Gerçek yaşamda da beyaz perdedekine benzer bir durum söz konusudur. Bu örnekten de anlaşılacağı gibi toplumsal yaşamda genel olarak medikal modelin izleri görülebilmektedir. Başka bir deyişle 'farklılık' ya da 'noksanlık'tan hareket edilmektedir.
Sonuç olarak, medikal model özürlülüğe 'ayırım', 'farklılık' ekseninde bakarken sosyal model 'bütünleşme', 'kaynaşma' ekseninde bakmaktadır.
SONUÇ
Medikal modelin tersine, sosyal model, özürlü bireyin kendisinin değil toplumda ona dayatılan engellerin sorun oluşturduğunu ileri sürmektedir. Gerçekten de özürlü bireyler, olumsuz toplumsal tutumlar, istihdam koşullarının yetersizliği, işsizlik, yoksulluk ve düşük gelir, özürlüleri dikkate almayan yapılaşma (iyi dizayn edilmemiş binalar, vb.), kaynaşmış değil ayrışmış eğitim sistemi, fiziksel, duygusal ve cinsel şiddet gibi çok çeşitli ve çok boyutlu sorunlarla karşı karşıyadırlar. Sosyal hizmet uzmanları bu sorunlar karşısında örgütlü davranabilme ve özürlüyle beraber düşünebilme becerisine sahip olmalıdırlar. Sosyal model aracılığıyla toplumun özürlü bireyi daha da kısıtlamasının, sindirmesinin ve engellemesinin önlenmesinde etkili olabilirler. Böylece özürlülerin toplumla gerçek anlamda bütünleşmeleri için uygun zemin hazırlanmış olacaktır.
Doç. Dr. Çiğdem ARIKAN
Hacettepe Üniversitesi
Sosyal Hizmetler Yüksekokulu
Öğretim Üyesi
Makalenin tamamı:
www.engelliler.biz/SosyalBakis/smcoy_cigdem_arikan.htm
[/size]