Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

[Tartışma] Red Etmek Üzerine Dünya Görüşü ve Sanat...

Babama İkinci mektup....

Sevgili babacığım;

Seni kaybedeli üç yıl olmasına rağmen, sızım hala dinmedi. Pek dinmesini de istiyor değilim açıkcası. Çünkü yaşantımda kabullenmekte zorlandığım tek şey seni kaybetmek oldu. Hala seni kaybetmiş olma gerçeğini sindiremiyorum.

O kadar alakasız bir konudan yine aklıma birden bire geldin ki, seninle dertleşmek ve konuşmak isteğiyle yarın sabah mezarlığa gitmeye karar vermiş olmama rağmen dayanamadım, bu ikinci mektubumu sana yazıyorum.

Seni son günlerde daha çok özlüyorum baba. Nedenini bilmiyorum, Aslına bakarsan yaşam hiç kötü gitmiyor bizim cephemizde. Herhangi bir yaramazlık yok yani anlayacağın ama buna rağmen yüreğimin bir yerlerinde derin derin kanayan bir yara da var.

Bilirsin benim için yalnızlıkla tek başınalık birbirinden farklıdır. Yalnızlığı severim, çünkü yalnızlık diye bir şey yoktur, yalnızlık çoğulluktur bana göre. Ama tek başına olmak çok daha farklı ve insanı zorlayan bir olgu da aynı zamanda. İşte kendimi tek başına hissediyorum babacığım, onca kalabalığın arasında üstelik.Gelip geçici bir duygu bu biliyorum ama yine de hissettiğim bu, sana hiç yalan söylemediğim için bunu da açıklama gereği hissettim sadece.

Seni hatırlarken zaman zaman gözlerim dolsa da gülümsediğim de olmuyor değil. Biliyormusun babacığım, ben seni uzun zaman kasap sanmıştım.

Hatırlıyormusun, Almanyadan kesin dönüş yapıp bizleri Erzincan dan alıp İstanbul a yerleştikten sonra "Artık kendimin efendisi olacağım " diye bir büfe açmıştın ya Aksaray da....Annemle yine o çok sevdiğim kavgalarınızdan birine tanık olmuştuk abimle yine birlikte.

Ne güzel kavga ederdiniz annemle baba ya, bir çocuğun dünyasında belki kabus olabilecek bir olgu nasıl başardığınızı hala çözemediğim garip bir duyguyla büyük bir serüvene dönüşürdü bizler için. Birbirinize en hararetli konuşmaları yaparken bile saygı sınırını aşmayan ve bittiği anda söyleyecekleriniz, hiç bir şey olmamış gibi kaldığınız yerden sevgiyle başlayan ilişkinize hep hayran olmuşumdur.

Annem senin ticaretten hiç anlamayacağını savunarak bildiğin işi yapmanı istiyordu, sen ise büfe açmaya kararlıydın. Bilemiyorum bize eve her gelişinde salam vs. gibi şeyler getirdiğindenmidir ben de senin kasap dükkanın var sanıyordum baba.

Sizlere yaşadığım süre boyunca kızgın olacağım tek şey beni yaşıtlarımla aynı sınıfa göndermeyip Almanya dönüşü denklik sınavı nedeniyle iki sınıf atlatmış olmanızdan başka bir şey olmadı bilesin. Ve öğretmen fen dersi için göz istemişti ben de babam kasap diyerek getirebileceğimi söylemiştim.

Anneme, babam bana yarın göz getirebilir mi diye sorduğumda aldığım yanıtı da uzun bir süre anlayamamıştım açıkcası;

Niye baban getirsin ki ben hallederim.... :D

Halletmişti de bir kaç gün sonra fen dersinde annemin okula getirdiği gözü inceliyorduk. Daha sonraları senin iş yerin uzak olduğu için karşıya taşınma olasılığı çıktığında öğretmenim sayesinde senin kasap olmadığını öğrenmiştim. Haklıydı kadın, kasap dükkanını neden burada açmıyorsunuz diye sormuştu anneme.

Annemde; ne kasabı deyivermiş doğal olarak...

Bu sayede senin kasap olmadığını öğrenmiştim. Bunu duyduğunda attığın kahkahayı şu an bile duyuyorum babacığım. Kendimi nasıl aptal hissettiğimi de... Ama ne güzel bir babaydın sen, o kadar kısa sürdüki kendimi aptal hissedişim, yine bir anda senin sevgili, akıllı ,güzel kızın oluvermiştim.

Serttin aslına bakarsan, ancak o dengeyi nasıl kurardın anlayabilmiş değilim, şımaramazdık ta ama bilirdik ne yaparsak yapalım ne edersek edelim, hatalarımızla doğrularımızla sevecektin bizi.

İşte anlıyormusun babacığım kendimi neden tek başıma hissettiğimi?

Öylesine değişti ki insanların anlayışları. Sanki her şey siyah ve beyaz gibi davranılıyor. Grilere yer yok artık insanların yaşantılarında. Ya iyisin ya kötü. Ya güzelsin ya çirkin.. Çekilmez oldu insan ilişkileri aslına bakarsan babacığım.

Şu anda istediğim tek şey var baba.Yapamayacağımı çok iyi bildiğim bir şey . Yine senin elini tutmak, ve sana sımsıkı sarılmak...

Çok şey istedim değil mi....Şımarıklık ettim kusura bakma baba....
 
Seni sanırım epey zamandır tanıyorum andante ,gözlerin hep kalabalık bakar senin ,wattabede gözlerin ıssız gelmişti bana kendi kendime ne ki bu demiştim uzun konuşma derin anlaşma imkanımız olmadı hiç ,ama bu mektup beni senin ıssız bölgene gönderdi gzlerim yaşardı tam tersi bir babaydı benim babam (ve ilk kez benim babam yazdım ömrümde ) berbat bir evlilikti onlarınki 52 yaşlarında boşandılar gece babamı düşündüm bende onu tanıma fırsatım olsaydı ıssız bölgelerinde neler vardı acaba ?Yazınla gözyaşlarım yuvarlandı yarısı size, yarısı bize özlemek çok güzel bişi andante sevmenin zirvesidir çok şey iste şımar andanteciğim baban bizi vekil atadı bize şımar arkadaşım .... :)
 
mevlana;
Yanımda kimse olmadığından değil yalnızlığım,
yalnız olduğumu söyleyebileceğim kimsem olmadığından yalnızım ben.

demiş
bak yalnızlığını söyleyebildiğin binlerce kişi var bu sitede
demek kiii...!
neymişşş
yalnız değilmişizzzz :wink:
 
İşte bunu kız çocukları başarabilir sadece. Çünkü baba-kız ilişkisini en iyi anlatan bir kız evlat yüreğidir. İyisiyle kötüsüyle...
Bana da yazılsın isterim doğrusu. Çünkü özlemler yaşatır gidenleri.
İçten satırların için ve daha önemlisi duygularını paylaştığın için teşekkürler sevgili andante;-)
İyi adammış rahmetli diyelim de belki duyuyordur bizi;-)
Sevgilerimle
 
Canım dostum alper bir mail göndermişti bana, okuduğum zaman içime yayılan sıcaklığın nasıl bir şey olduğunu sizlerde çok iyi biliyorsunuz.

Çünkü o yazısını sitemizde de yayınladı ve sizlerin ona cevap olarak yazdıklarını gördüğümde aynı sıcaklığı yaşayanlar olarak bütünleştik.

Bu yazıyı ilk aldığımda ; cevabı yazılacaktır diye belirttim can dostuma da bir türlü yazmaya fırsatım olmadı.Düşünmedeydim.... :D

Biliyormusun dostum, yazındaki can noktasının dışında senin yazın bana bir çok şey hatırlattı aslına bakacak olursan.Senin tersine aslında ben kış mevsimini daha fazla sevenlerdenim. Biliyorum, kışın zorluğu başka, kış ağır bir mevsim. Ama yine de yaşadığımı hissettiğim mevsimdir kış benim için.

O kadar uzun zamandır çalışma hayatının içindeyim ki, bana soracak olursan doğduğum günden beri sürekli çalışıyorum gibi geliyor.Hiç durmadan bir yerden bir yere koşturmak, çabalamak, biraz soluklanmak için bir sürü yöntemler bulmak hepsi ama hepsi kış aylarında yaşadıklarım.

Öylesine bütünleşmişim ki aslına bakacak olursan kış aylarıyla, yaz aylarında da ister istemez sıcağın o insanı bunaltan anlarında serin bir denize girmek falan kesmiyor alışkanlıklarımı. Benim için ölü dönem yaz.

Ne kadar garip değil mi? Sadece sıcağa isyan ettiğim ve üretkenliğimin neredeyse sıfıra geldiği bir dönem yaz ayları.

Yüzüme tokat gibi vuran fırtınayı özlüyorum yaz aylarında...Kendime geliyorum.

Yağmur yağarsa tabii, ıslanmayı seviyorum. Hiç telaşsız ıslana ıslana ve hasta olmayı göze alarak dolanıyorum kış aylarında. Yağmur damlalarının yüzümde bıraktığı ıslaklığı seviyorum ve bu yüzden şemsiye de kullanmıyorum.

Ah!! bir de kar yağarsa... ayaklarımın altında gacır gıcır eden o seslerin garip senfonisini seviyorum. Bir de sobalıysa ev, eski günlerimdeki gibi, kestanelerin sobada çatırdayan seslerini işitmeye bayılıyorum.

Sana garip gelecek belki ama boza ya bayılıyorum. Sırf boza için kışı bekliyorum hele bir de sahlep yok mu o sahlepppppppp.

Odamın bir köşesinde büzüşmüş olarak elimde bir kitap ve çayımı yudumlarken aldığım zevki yaz aylarında alamıyorum be bir tanem. :D

İnsanların hep acelesi var kışın. Ordan oraya giderken koştururcasına yürürler biliyorsun değil mi?İçlerinde kimbilir hangi keder vardır, yada hangi coşku.... İşte bu hareketliliği seviyorum.Birilerinin bir yerlerde bir telaşının olması bana dünyanın döndüğü izlenimini veriyor.

Kederlerle, mutluluklarla, sevinçlerle, kahkahalarla, gözyaşlarıyla insana ait ne varsa görebiliyorum kış mevsiminde.

Yazın insan daha bir planlı, bir şeye koşullanmış bir robot gibi geliyor bana. Eylenmeli, mutlu olmalı, dinlenmeli., bir de evlenmeli :D .. meli malı... mevsimi benim için yaz.

Ama sen hangi mevsimde olursan ol benim canımcığımsın.Koşulsuz, olduğun gibi, hangi mevsimde tanıdığımı unuttuğum, tanıdığım için mutlu olduğum, dokunabildiğim, duyabildiğim dostumsun.

Seni seviyorum can dostum...
 
Yarın 6 ekim 2007, yani güzel, efsunlu kentim İstanbul un düşman işgalinden kurtuluş günü.

Bu İstanbulluların bile bilmediği önemli tarih cumartesine geldiği için okulumuzda İstanbul un kurtuluşu ile ilgili kısa bir program bugünden yapıldı benim okulumunda.

Fonda büyük besteci Göksel Baktagir in İstanbul u her şekliyle hatırlatan müziği eşliğinde şiirler okundu , konuşmalar yapıldı.

Yapılan konuşmaların dinlendiğini pek sanmıyorum. Ama yinede sesini çıkartmamaya özen gösterebiliyor minik öğrenciler. Birden birinci sınıf öğrencilerinden birine gözüm takıldığında ağladığını gördüm. Öylesine güzel ağlıyordu ki ... O güzel minik yüzünden aşağıya doğru akan gözyaşlarının nedenini merak etmemek mümkün değildi. Sonunda öğretmenide fark etti ve neden ağladığını sordu usulca.

Duygulandım, cevabı karşısında bende duygulandım.... :)

Artık müziğin etkisiylemidir yada konuşmaların içindeki anlamı keşfetmiş olabilme olasılığımıdır bilmiyorum ama minik bir öğrenci ağlıyordu....

Kendimi konuşmalardan sıyırarak müziğe verdim.

Nasıl da güzel çalıyordu Göksel Baktagir..... Okulumuzun o tarihi dokusu etrafında İstanbul a yakışan bir müzikle , bu efsunlu kenti ilk kez gördüğüm beş yaşıma kadar gittim....

Bu yaşıma kadar geçen süre son derece modern bir şehirde Hamburg ta geçmişti. Nasıl olduysa o yıl benim sevgili babam yaz tatilini istanbul da geçirmeye karar vermiş olmalı ki, uzun bir yolculuktan sonra gözlerimizi yine ilk kez göreceğimiz babaannemlerin ahşap iki katlı evinde açıvermiştim.

İnsanları hayal mayal hatırlıyorum o ilk günkü karede. Ölesiye uykum vardı ve belkide yastığa 15 santim kala uyuyuvermiştim.

Ebeveynlerin istedikleri türden bir çocuktum. Asla ama asla onlara söz gelecek bir şey yapmazdım. Kurallara uyar bana izin verildiği sürece başka sınırlara girerdim.Asla katı bir kural yok tu ama önce annemin gözlerine bakıp ondan belli belirsiz bir onay almadan herhangi bir şeyi yaptığımı hatırlamıyorum.

O ahşap evde gözlerimi ilk açtığımda dışarıdaki odada sohbet eden insanların sesleri de vardı. Yatakta şöyle bir doğruldum ve kocaman bir yatağın içinde buldum kendimi. Bizim evdeki eşyalara hiç benzemeyen son derece garip eşyalar vardı ve gerçekten büyüleyiciydi.

Şu yaşımda bile eğer dünyanın en zengini olsam isteyeceğin ilk şey nedir diye sorsalar hiç tereddüt etmeden parfüm diyebilirim. :D

Bin tane parfümüm olsa binbirinciyi isterim. Tek lüksüm budur.

Güzel koku.....

Tam karşımda konsolun üzerinde birbirinden güzel minicik şişelerde bir şeyler duruyordu. Öylesine gözalıcıydı ki, dokunmak istiyordun.

İlk kez annem yanımda değilken, ondan onay almayı beklemeden o minik şişelere dokundum ve açtım kapağını.

Tanrım !!!! O ne inanılmaz kokuydu. Şu an bile o kokuyu hatırlayabiliyoruım.

İstanbuldaydık ve İstanbul güzel kokuydu.

Bir ona bir buna derken kokular birbirine karıştı ve birden bire açılan kapıdan beyaz saçlı bakımlı güzel bir kadın giriverdi. Öylesine korkmuştum ki döküverdim şişelerden birini...

Kokunun hırsızlığı yapılmaz dedi beyaz saçlı güzel kadın.

Nasıl utandım, anlatamam.

Ta içeriye kadar gitmiş parfümün kokusu. O zamanlar bildiğimiz parfümler şeklinde değildi kokular. Esans denilen küçücük püskürtmesi de olan son derece güzel şişelerde bulunuyordu.

Babaannemmiş o beyaz saçlı güzel kadın.

Dökülen şişeye hiç aldırış etmeden sadece;

Bunlar senin için çok ağır kokular gel şimdi sana başka kokular sürelim dedi ve beni mis gibi kokan bir banyoda kendi elleriyle yıkadı...

Mis gibi sabun kokuyordum.

İstanbuldaydık ve İstanbul sabun kokuyordu.

Şaşkındım, herşey ne kadar farklıydı. Almanca konuşmayı çok iyi bilen büyükbabam gizli bir sözü nedeniyle bizimle hiç Almanca konuşmadı ama abimle yaptığımız konuşmaları dinlerken söylediklerimizi anlamış olmasının şaşkınlığını da hiç unutamamıştım. Nasıl bilebilirdiki????

Ellerimizden tutup Kuşdili çayırına götürdüğü ertesi günü hatırlıyorum.Bana ormana geldik gibi gelmişti. Her yer nasılda ağaçlarla kaplıydı ve yaşlıca bir adam şimdiye kadar hiç görmediğim garip bir bisikletle çocukları para karşılığı ormanda gezdiriyordu.

Büyük babam bizleri o garip bisikletle gezdirtti o adama. Pırıl pırıl bir güneş ağaç yapraklarının arasından süzülürken hiç duymadığım başka kokular geliyordu burnuma...

İstanbuldaydık ve İstanbul yaprak kokuyordu, toprak kokuyordu...

Bugün üzerinden arabamla geçerken içimin sızladığı yol, Küçükyalı da, son derece güzel bir plaja gittik bilmem kaçıncı gün. Hamburg ta da limanda çalışırdı benim babam. Onu ziyaret ederdik ama deniz hiç bu kadar mavi değildi orada .

Ailece Küçükyalı plajında denize girerken mutluluk seslerimize başka kokular karışıyordu.

İstanbuldaydık, ve İstanbul tuz kokuyordu.

Güzel bir gündü benim için bugün.

Hiç tatmadığım kokuları ilk kez duymamı sağlayan güzel kentim, kurtuluşunun bilmem kaçıncı yılı kutlanacak yarın, şimdi hangi istilalardasın hiç fark edilmeden......
 
Üst Alt