Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Tıp İnsanlığa yararlı mı yoksa zararlı mı? [Tartışma]

Rekursion' Alıntı:
hem de ne duman! :)
birileri oturanboa'nin OMOsuyla etrafi accik silip süpürse de gözümüzün önünü görsek biras :p:)...

Anlaşılmayacak birşey yok aslında.

Bence konu şu; Tıp tıplığını,insanlığın sağlığı açısından üzerine düşen görevleri yerine getiriyormu :?: hımm getiriyorsa daha sağlıklı olalım ve hatta geçirdiğimiz yada geçirmekte olduğumuz hastalıkları ettikleri hipograt yeminine bağlı va sadık olarak insanlık içinmi yapıyorlar :?:

Örneğin Hipograt andında der ki ;"hayatımı insanlık hizmetlerine adayacağıma" Böyle bir söze sadık kalan kaç hekim tanıyorsunuz :?: Salt bütün varlığı ile insanlık adına harcanmış topyekün bir hayat.Bu hayatta maaş kaygısı olmayacak,türlü akademik entrikalar da olmayacak.Sadece sağlık için verilmiş bir yürek olacak.Bütün bunlar insanlık için öngörülür ve hayata geçerken devlet de tabiki yan gelip yatmayacak.Yatmayacak ki oturan boğanın da yazdığı gibi bizler sadece beyazlığın temiz olduğunu düşünmeyeceğiz ve ötekileşmeyeceğiz.
 
Sevgili oturanım önce acaba yanlış mı anladım diye çekinmiştim hafiften ama cevabına bakılırsa sen harbiden ama harbiden deterjan reklamındaki "beyazlatma" özelliğini ırk anlamında "beyazlaşma" mantığına bir paralellik arzettiğini düşünerek yadsımaktasın.

Sevgili kardeşim orda söz konusu olan beyazlıktan kastedilen temizlik. Ne yani şimdi dünyada bazı beyazlar "beyaz" kavramını bir şekilde kendi iktidarlarını yüceltmek için kutsuyor diye artıık temizlik kavramını sembolize etmek için "siyah" mı kullanalım?

Yani tamam anladık iktidar ilişkilerine ve onların kendi iktidarlarını çağrıştıracak sembol kullanımlarına dikkat çekmeye çalışıyorsun da burda ipin ucu kaçmış resmen. Deterjan reklamını deterjan kullanımının kitlesel tüketime yöneltici mantıgını irdelesen kendi içinde bir tutarlılık bulacağım ama burda "beyaz" üzerine resmen paranoya yapmışsın kardeşim.

Buna göre zenciler deterjan üretse herhal de onalrın deterjanı siyah olacak! Ve yıkadıkları çamaşır da kopkoyu bir siyahlıkta...Ve reklam söylemi de şöyle olur sanırım; "Gecenin en karanlığını çamaşırlarınızda DOMO ile yakalayın..." "kararmak güzeldir" zenci zenciye baka baka kararır, neden; çünkü baktığı da domo kullanır da ondan" :)

Valla hayal gücü iyi bişeydir de abartmayalım lütfen...



Tıp meslegine yonelik eleştirilere serpiştirilen ve hafif marksizm kokan eleştirel yaklaşım bence kapitalizme yönelik karşıtlığının zayıflıgını da gözler önüne seriyor. Söylemler hep deontolojik etik kapsamında sekilleniyor. Buna karsılık kapitalizmin kendince bir mantıgı var ve bu mantıga karşı gercekten küçük bir cocuk sızlanması dısında geliştirebildigimiz bir tarzımız yok. Marksist eleştiri frankfurt okulundan, Gramschi ye Lukas tan Althusser e bir çok çırpınış içi,ne giriyor ama hepikmizin bildiği kapitalizmin iğrençliklerine bir alternatif getiremiyor. Çünkü maalesef gerek tıp gerek hukuk ve diğer meslek dallarında da bireysel mutlulugu esas alan teleontolojik yani sonuç ahlakı olarak ifade edilen mantıga alternatif geliştiremiyor. Ancak mızmızlanmakla yetiniyoruz. Çünkü maalesef insan dediğimiz şey bu ve insanı anlamakta kapitalizm bu marksist temelli sol kanırtmalardan daha basarılı. Kapitalizm insanın "iyi" olmadıgını çoktan çözmüş. Sizin gibi romantik arkadaslarımız hala " ama insan iyidir insanı kötü yapan bu sistemdir" deyip duruyor. Hayır bu sistem kötüdür ve bu yüzden de bir doktor bu sistemde kendi karını düşünen bir ücretliden ibarettir. Tıpkı sizin gibi. Bu genel olarak çok olumsuz olabilen sonuclar doguruyor evet ama neylersiniz ki insanlık maalesef (sizler bile) o sosyalist ütopistlerin sandıgı kadar iyi olmadıgını her seferinde tanıtlamakta ve Hobbes hep haklı cıkmaktadır.

Yav bi düşünün, niye hiç savaşlar bitmiyor. Sürekli savasan, birbirini katleden insanoğluna siz neden karınızı düşünüyorsun sen doktorsun avukatsın esnafsın cartsın curtsun denir mi?

Denmez :D
 
-Güneş tutulması şu tarihte, şu saat, şu dakika filan ülkenin üzerinde gerçekleşecek ve çıplak gözle
görülebilecektir. Bu bir bilgidir.
-Dünyanın içinde sıvı halde bulunan magma tabakası , dünyanın dönüşünden kaynaklanan bir dönme
olgusuna tabi kalmakta, ancak buna direnen yer kabuğunu da zaman zaman kırmaktadır.Bu depremdir.
Bu da bilgidir.
-Bilgi insanlığın uzun yıllar deneylerinin, birikimlerinin bir toplamıdır. Ancak şunu hemen belirteyim,
Güneş tutulması, yada depremler insan biliyor diye olmaz…Onlar olduğu için biz biliriz. İnsan bu bilgiyi
elde edince, biz bildiğimiz için bunlar oluyor sanrısına kapılabilir. En kötüsü de ‘’insan’’ olduğunu
unutarak ‘’müdahale’’ edebileceğini sanır. Değiştirebileceğini (bu düşünce ne kadar soyluda olsa)
sanır…Şimdilik, yani şu anki bilgi birikimi ile insan ancak ve ancak doğaya uyum sağladığı ölçüde
güçlüdür. Sizinde çok iyi bildiğiniz şu deprem tartışmasını kısacık bir hatırlayın;
-Bütün medya (istisna yok) bütünden bir eksik, yerbilimcileri toplayıp, aylarca hatta yıllarca bize
depremle ilgili bilgiler aktardı…Belki de dünyanın , yer bilimlerini en iyi bilen ulusuyuzdur.
Arabistan yarımadası bir kafa atıyor Anadolu’ya…Anadolu’da kıçın kıçın gidiyor Marmara’ya doğru…
Marmara kırılmadığı içinde beklenen depremin şiddeti acayip olacak…Bu bilgidir…İnsana nerede yarar?
Bir tek soylu adam çıktı orada, diğerleri kendilerini medya maymunu yaparken, halkı psikopatlaştırırken;
O dedi ki: Bunları sizin bilip bilmemeniz önemli değil…Sizin bilmeniz gereken korunma yollarıdır.
Siz bunları bilseniz de deprem olacak bilmeseniz de…Evlerinizi sağlamlaştırın…Evlerdeki eşyalarınızı
sabitleyin..Kamu binalarınızı gözden geçirin, yollarınızı çoğaltın…Ona depremin zamanı ve şiddetini,
önceden haber verilip verilemeyeceği sorularını hep tersledi…Korkmayın , ona uyum sağlayın dedi…
Bu soylu adam Ahmet Mete Işıkara’dır.

İşte tıp’ta böyle…İnsanları, sakat bırakan, hasta eden, mutsuz eden nedenler, bilgi birikimi olarak var
elinde. İnsanlığın belki de acılarının % 90 nın şu anki (sistemden demezsem bazıları kızıyor, ama ben
yine de) tüketim endüstrisinden kaynaklandığını en iyi tıp biliyor. Ancak;

-Yukarıda değindiğim gibi, bilmekle, değiştirme gücü at başı gitmiyor. İnsanların üzerinde yap/boz
deneylerle bir yerlere varmaya çalışıyor. Çoğu zamanda insanlar üzerinde korkunç hasarlar da bırakıyor.
Aynı sitede doktor hataları diye bir bölüm var, vakalar tüyler ürpertici, taammüden olmasa da ikinci
derece cinayet…Bu durumunu saklamasa bile, halkın anlayabileceği dilden anlatmıyor. Üstüne üstlük
rekabet konusu yapıyor, gerçeklerin üzerine tül örtüyor. Sağlığına kavuşmak isteyen her hastaya
saygım sonsuz, ancak merhum Yıldırım Aktuna bile bu yaratılan sahte büyüye kapılıp, acılarına
son vermek için ‘’olmayan bir tıp’’ peşine düşebiliyor.

-Yine tekrar ediyorum…Bu ‘’ büyülü tıp’’ insanların bir şekilde olağanüstü saygısını kazanmış durumda.
Bu saygı insanların bilinçaltına kazınmış bir ön yargı…İnsan bu ön yargı ile fütursuzca bir tüketim
sarmalı içinde, hem kendine, hem diğer insanlara hem de yabancılaşmış durumda…Yani her şeyi
yok ediyor, hem kendini, hem diğer insanları hem de doğayı… Çocuklar artık kendini çizgi film
kahramanları gibi, kırılırsa hemen tekrar eskiye dönüverecek gibi görmeye başladı dersem abartmış
olmam. Buna hepiniz şahitsinizdir. Uçmaya kalkışanlar bile var.

-Kendimi tekrarlamak/vurgulamak adına diyorum ki; Tam tersi bir işlev görerek, insanı tüketimin
kölesi durumuna getirecek tüm bilgileri de, tüketim endüstrisi emrine veriyor. Çünkü insan denilen
yaratığın zaaflarını en iyi o biliyor…

İşte benim buradan vardığım sonuç; Tıp kendi IŞIKARA’ larına kavuşmalı…Bilgileri yine onların olsun
ama bize tüketimi asgaride tutarak yaşamayı öğretecek, çocuklarımıza buna anlatacak, kötü tüketimi
anlatacak bir DEPREM DEDE gibi TIP DEDE’ler lazım diyorum. Tüketimden kastımı sanırım anlatmıştım.
Deprem dede bunları anlatırken: Benim görevim değil demedi...Bu işlerin sorumlusu siyasilerdir demedi…
Belediyelerdir demedi…Mimarlar ve mühendisler odası demedi…Uzatılan her mikrofona; Kendinizi koruyun dedi ve diyor.
Sevgili Andante, ne anladıysan , doğru anlamışsındır. Ben balığı yakalamaya çalışıyorum, malum çok
kaygan olduğundan, neresinden tutacağımı bilmiyorum bazen…Minerva teşekkür ederim..
Sevgili Oturanboğa, ben yordum, sen de vur, devir…Saygılarımla.
 
kuyucak' Alıntı:
Sevgili Oturanboğa, ben yordum, sen de vur, devir…Saygılarımla.

Misaller ii de sevgili oturanboğamı silah gibi kullanmakta mecazi sanırım.Mecazi de olsa kim kimi deviriyo. yada hakkaten devirilmesimi yoksa yapılanmasımı lazım malumun :?:

Anlayamadım sorry :?
 
İşte tıp’ta böyle…İnsanları, sakat bırakan, hasta eden, mutsuz eden nedenler, bilgi birikimi olarak var
elinde. İnsanlığın belki de acılarının % 90 nın şu anki (sistemden demezsem bazıları kızıyor, ama ben
yine de) tüketim endüstrisinden kaynaklandığını en iyi tıp biliyor.

Hasan abi burada kastettiğin tüketim kültürünün insanı mutsuz ettiği eleştirine katılabilirim kısmen ama tıp burda bu mutsuzlugun neden muhatabı olsun ki? Yani Tüketim kültürü insanları mutsuz ediyorsa onların medikal ihtiyaçlarına cevap veren tıp neden suclu olsun.

O zaman gel bi ayrım yapalım. Tıbbı insanların ihtiyaçlarına ve arzularına hitap edecek sekilde ikiye ayıralım. İnsanların normal hastalıklarına care arayan tıpla insanların estetik yoluyla daha da güzelleşmek isteyenlerin arzularına cevap veren tıbbı ayıralım. Çünkü ikincisi tam da tüketim kültürünün yansıması olan arzu toplumunun ihtiyaçlarını gidermeye yarayan bir pratik halinde. Ama bu ayrım da ne kadar sağlıklı olur bilemiyorum. Bedenini bir arzu nesnesi haline getirmek isteyen biri evet tüketim kültürünün tam da istediği kişi kıvamına gelmiştir ama buradaki arzuya cevap vermek tıp bilimini suclu kılar mı? Tıp insanların arzularının dısında kalmayı basarabilir mi dahası bunu yapmalı mıdır?

Dahası biz vahşi viktorya donemi kapitalizmine karşı geliştirilmiş söylemlerle "işçi" kavramının bile nerdeyse tarihten silineceği yeni düzeni kavrayabiliyor muyuz? Tamam kapitalizmi eleştirelim de bu yeni düzene karşı nasıl bi konumlanma içindeyiz? Bunları biliyor muyuz?

Çok mu karıştı. Haklısınız bencede...:)
 
hey gidi tıp...

Haticeciğim anlamadım derken konu amacından sapıp başka mecralarda bo göstermiş,buna istinaden öyle dedim.Hem konu tıp insanlığa yaralı mı zararlı mı insanlıkta sadece biz Türkler mi varız.Çoğunlukla Türkiyeden esintiler yapılmış eleştirilerde.
Öncelikle tıbbın tanımı ile başlıyorum,çünkü biraz kelime anlamından fırlayıp zavallı nerelere gitmiş.
Tıp, sağlık bilimleri dalı. İnsan sağlığının sürdürülmesi ya da bozulan sağlığın yeniden düzeltilmesi için uğraşan, hastalıklara tanı koyma, hastalıkları tedavi etme, ve hastalık ve yaralanmalardan korumaya yönelik çalışmalarda bulunan birçok alt bilim dalından oluşan bilimsel disiplinlerin şemsiye adıdır. Hem bir bilgi alanı – vücut sistemlerinin ve bunların hastalıklarının ve tedavilerinin bilimi – hem de bu bilginin uygulandığı meslektir.
.Kuyucak kişi bas bas ben sigara içip intahar edeceğim diye tutturuyorsa,bırak koruyucu tıp en alası destek olsa yine bir işe yaramaz..Kişi kendi kendinin dr.udur.
Bu mesleğe olan saygımdan diyorum bu kadar olumsuz eleştiriyi tıp haketti mi?O zaman gitmeyin dr.'a ya da hastaneye...Kendinizin dr.u olun.
Kanserojen etki yapan ajanlar zaten araştıran öğrenen bilinçli tüketicilerin malumudur,onları kullanmamaya özen göstereceksin.Tıp kime demiş bu ajanları kullan ben sizi iyileştiririm.Hem sihirli değnek mi bu.Hemen herşeyi iyileştirecek.Tıbbın çözemediği ve çözemeyeceği çok hastalıklar var ve olacaktırda.Konu parçalanmış ,gitmiş yine izmlere.Tıp bir izm miydi yoksa?
Deprem baba örneğine gelince.Işıkara şöhret yaptı ve diğerleri gibi bitti.Var mı şimdi adı sanı medyada,yok.Işıkara koruyun kendinizi derken,tedbirinizi alın(devamındada şunu dedi dilinden çıkmasada takdir Allahtan diye) dedi.Bu hastalıklar içinde geçerli al tedbirini o zaman.Tıp dedeye ne hacet,bir İbni Sina’mız,Lokman Hekimimiz vardı onlarda malum.İbni Sina’nın(batıda avicenna olarak tanınır)Batıda tıp fak.lerinde okutuluyor,ama bizde gölgesi bile yok. el-Kanun fi't-Tıb1593, "Tıpta Kanun"(Tıp ile ilgili zamanının bilgilerini ihtiva eder. Orta çağda dört yüz yıl Batı'da ders kitabı olarak okutulmuştur. Latinceye on çevirisi yapılmıştır.) Tıp dedemiz vardı zaten,sahip çıkıldı mı ona.
Nice bilime önem veren parlak kişiler Türkiyede yapamayınca kapağı yurt dışındaki john Hopkins kliniklerine,harwardlara attı.Beyin göçü gerçekleşti.Bilimsel araştırmaya ayrılan bütçe belli.Hala bilimsel araştırma merkezimiz bir tane,TUBİTAK.Tabi ne kadar araştırma yapılıyor orası da muğlak.
Kuyucak:
-Yine tekrar ediyorum…Bu ‘’ büyülü tıp’’ insanların bir şekilde olağanüstü saygısını kazanmış durumda.
Bu saygı insanların bilinçaltına kazınmış bir ön yargı…İnsan bu ön yargı ile fütursuzca bir tüketim
sarmalı içinde, hem kendine, hem diğer insanlara hem de yabancılaşmış durumda…Yani her şeyi
yok ediyor, hem kendini, hem diğer insanları hem de doğayı… Çocuklar artık kendini çizgi film
kahramanları gibi, kırılırsa hemen tekrar eskiye dönüverecek gibi görmeye başladı dersem abartmış
olmam. Buna hepiniz şahitsinizdir. Uçmaya kalkışanlar bile var.

Ben bu düşünceyi paranoid olarak algılıyorum.Bu bilinçaltını tıp mı inşa atmiş yoksa evlerdeki mabedlerin baş köşesi tv mi?Her gün yeni ürünlerin reklamı.Çöken aileler.Hem halkımız bilinçsiz ve araştırıp öğrenmeye kapalıysa tıp ne yapsın bunlara.

Tabiiki insanlar tıbba saygı duyacak,hastalanınca koşacakları yeri biliyor.Tıp dediğimiz bilimsel disiplinin nadide elemanları dr.lar bu mesleğe ulaşmak için nelerini feda ediyor bir bilsen.Gerçi dr. arkadaşlarınız da varmış bilirsiniz muhakkak.

Paradigmamız ne ise o şekilde düşünürüz.
Not:kuyucak beyefendi konuyu siz açtığını için ve ifadeleriniz o kadar çarpıcı ki bu sebepten sizin yazdıklarınızı alıntıyorum.
Kuyucak:
İşte tıp’ta böyle…İnsanları, sakat bırakan, hasta eden, mutsuz eden nedenler, bilgi birikimi olarak var
elinde. İnsanlığın belki de acılarının % 90 nın şu anki (sistemden demezsem bazıları kızıyor, ama ben
yine de) tüketim endüstrisinden kaynaklandığını en iyi tıp biliyor. Ancak;

-Yukarıda değindiğim gibi, bilmekle, değiştirme gücü at başı gitmiyor. İnsanların üzerinde yap/boz
deneylerle bir yerlere varmaya çalışıyor. Çoğu zamanda insanlar üzerinde korkunç hasarlar da bırakıyor.
Aynı sitede doktor hataları diye bir bölüm var, vakalar tüyler ürpertici, taammüden olmasa da ikinci
derece cinayet…Bu durumunu saklamasa bile, halkın anlayabileceği dilden anlatmıyor. Üstüne üstlük
rekabet konusu yapıyor, gerçeklerin üzerine tül örtüyor. Sağlığına kavuşmak isteyen her hastaya
saygım sonsuz, ancak merhum Yıldırım Aktuna bile bu yaratılan sahte büyüye kapılıp, acılarına
son vermek için ‘’olmayan bir tıp’’ peşine düşebiliyor.

Sakat kalan kişiler tıptan mı sakat kaldı yoksa tam ehil olmayan kişilere emanet edildiği için mi?Bilinçli olacaksın,dr.a gittiğinde soracaksın araştıracaksın.Mesela kişi dr.a gidiyor ilaç veriyor dr. Ne verdi diye soruyorum bilmemki diyor.Sor kardeşim,neye yararmış,yan etkileri ne imiş.Bilmezsen soracaksın.Ama eğer soru sormayıda komplex haline getirirsen,kullandığın ilacın yan etkilerini görmeye başlarsın.
2003 yılında mitral kapak repairing operasyonu geçirdim.Tıp bu kadar ilerlemiş olmasaydı şuan burada bu yazıyı da yazamıyor olacaktım.İlk seferde yapılan tetkiklerde trombositlerim düşük çıktı,ben ısrarla söyledim dr.a bizim genetik hastalığımız diye.Sonra dr. Beni ameliyata almaktan vazgeçti ve bir süreliğine hastalığım araştırıldı.Yurtdışındaki benim gibi hastalara ne uygulanıyor ona bakıldı.Önceki şartlarda benim bu ameliyatı gerçekleştirmem olanaksızdı.Pıhtılaşma hücrelerim kemik iliğindeki yetersizlikten dolayı adet olarak yeterli değil.Kalp ameliyatı sürecinde kalp pompaya bağlanır ,kan dolaşımı onun sayesinde olur.Yurtdışından getirilen pıhtılaşmayı önleyici ilaçlar sayesinde kanamam kontrol altına alındı.Bolca da trombosit enjekte edildi.Elhamdulillah şuan sağlıklıyım.
Bu son yazdıklarım bizzat kendim canlı şahit olduğum için.Laf olsun diye anlatmadım kendi ameliyat hikayemi.
Hakkını yememek lazım bu tıbbın.Yoksa tıp artık öcü mü oldu?
Kuyucak:

Bu yeni ''ideoloji'' aslında ne zaman anlatacak insana, kendini; Kardeşim sen, bir el araba dolusu sakatat ve kemikten ibaretsin... Kendine dikkat et... Sen kırılgan, hassas ve zayıfsın... Benim yapabileceklerim asla eskiye döndürmez seni. Dikkatli ol... DER Mİ ACABA? Yada bu yaratılan TÜKETIP TİP dinler mi onu?

Peki nerde bu insanın ruhu ve iç organları denir insanlarda.Sakatat ise veterinerlikte kullanılır.Bu tıp hiç mi dikkatli olun demiyor.

Siz kendi kendinizin dr.u olun.



halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi...

Tıp faydalıdır elbette.Halk arasında her söylenene tıp olarak kalmaz isen.
Kalın sağlıcakla.(servisi kaçıröak üzeryim)
 
Tıp da bir tüketim sektörü ve kapitalizm tüm mekanizmaları orada da işliyor, diye iddia ediyorum. Eleştirdiğim de bu yanı. Yoksa doktorları yokedelim demiyorum :=

Şunu söylüyorum:
Bugün Türkiye'de gerçekleştirilen stand takma işlemlerinin yüzde 90'ının, by-pass ve bel fıtığı ameliyatlarının yarısından fazlasının gereksiz olduğu iddia ediliyor.
Türkiye MR başta olmak üzere (radyoaktif anlamda büyük tehlikelere yol açan) görüntüleme cihazlarının çöplüğü halindedir. Neredeyse bütün Avrupa'daki MR vb. görüntüleme cihazları kadar cihaz Türkiye'de kullanılmaktadır! Her doktor ota-b.ka MR ve benzeri tetkik talep etmektedir. Ve tabii ki bu işlemler ÖZEL laboratuvar veya hastanelerde gerçekleştirilebiliyor; devlet kurumlarında 6 aydan 2 yıla kadar sıra beklemeniz gerek! Paranız yoksa, ve tabii bir de doktorun dediği yerde çektirmiyorsanız MR'ı, yandınız...
1 yıla yakın bir süre hastanede yattım ilk felç olduğumda. Gidip gelip doktorlar telkinde bulunuyorlardı: "senden 3-4 defa -şurada!!- ürodinami çektirmen şart", mutlaka -şurada!!!- özel fizik tedavi almalısın", "şu uzun bacak cihazını -şurada!!!- yaptırmalısın, sağlığın için çok önemli" vs.vs.vs Oysa sağlıklı benim için 3-5 yılda bir ürodinami çektirmek bile gereksiz, fizik tedavi hareketlerini evde yapmak mümkün, binlerce dolartlık o uzun bacak yürüme cihazı tamamen çöpe gitti (çöpe atmayan bir kişi varsa dişimi kırarım!). Dahası, bana, "şunu mutlaka yapmalısın" vs. diyen kişiler, yan odadaki yoksul insanlara, "yapacak bişey yok hanım, eve gidin" diye kolayca söyleyebiliyor.
Artık teşhis için de tedavi için de ne kadar paranızın olduğu önemli. Ne kadar paran varsa o kadar değerli(bir müşter)sin. Devlet hastanesinde hastalara köpek muamelesi yapan doktor, özel muayenehanesine yönlendirdiği hastalarına -hem de aşağıladığı yoksulların arasında- "baba şfkati" gösterebiliyor kolayca.
Acil kapısından parası yok diye içeri alınmayan hastalardan, parası yok diye rehin tutulan bebeklerden, sağlıksız olduğu halde sırf çıkarı olduğu için ameliyatlarda kötü medikal ürün kullanan doktorlardan, hastalardan ameliyata girmek için "bıçak parası" adı altında alınan haraçlardan, "oda yok" diye kapıdan çevrilen hastaları özel muayenede 200 YTL yatırınca "buyrun odanız hazır" diye kapıda karşılayan hastane yöneticilerinden, "siz de topallıyorsunuz, neden protez taktırmıyorsunuz" diyen ahbabına, "yahu ne gerek var, insan bünyesine yabancı bir şey koymak akıl karı mı" diyen ortopedi profösörlerinden, hergün onlarca hastasına lens, katarakt ameliyatı vb. tedaviler öneren ama kendisi gözlük kullanan göz doktorlarından, ailesine -bırakın ağır ilaçları- basit bir ağrı kesici dahi kullandırtmayan doktorların hastalarına torba torba ilaçları -sırf ilaç firmasından çıkarı olduğu için- yazdığından vs. hiç bahsetmiyorum bile!
Hele ilaç sektörü... Maliyeti arttırır diye ilaçların yüzde 90'ı kadınlar için yeteri kadar test edilmiyor bile! Prospektüslere bakıldığında, "hamile kadınlarda, çocuklarda etkisi konusunda yeterli çalışma yapılmamıştır" diyorlar utanmadan! Bugün piyasada olan ilaçların büyük çoğunluğu erkekler üzerinde yapılan deneylerle piyasaya sürülüyor. İlaca erişemeyen ve ölen milyarlarca insan var bugün; ve aynı dünyada milyarlarca kutu ilaç son kullanma tarihi geçtiği için çöpe atılıyor! Afrika'da aids'ten ölen milyonlarca insan var... Aşı yokluğundan sakat kalan veya ölen milyonlarca çocuk var. Beslenemediği için ya da başka sebeplerle anne karnında ölen ya da sakat doğan milyonlarca insan var. "Öksüz hastalık" dediğimiz hastalıklarla mücadele eden yüzbinlerce insan, "araştırması maliyetli" diyerek kaderlerine terk ediliyor.

Ve tıp bunları görmüyor, sadece önlerindeki -paralı- insanlarla doktorculuk oynuyor.

Böyle sıralayınca biraz sert gelebilir, ama "her şey süper" denilince bunlar da görülsün istiyorum. ETİK diye bir şey var, bu hatırlansın istiyorum. Ayrıca etiğe uyan kişileri tabii ki tenzih ediyorum, ama işte sonuçta bunlar da var; hatta bunlar çoğunlukta bugün.

Sadece şu soru sorulabilir kanımca: İyi de hangi sektör kapitalimzden kurtulmuş da tıp kurtulacaktı?
İyi ya, madem kurtulamadı, o zaman bari "kurtulmuş" demagojisi yapmayalım.
 
İşte bu, son derece açık bir dille anlatmışsın sevgili bülent!!!!

Bu yazdıklarına "hayır " diyebilen birinin olabileceğine kesinlikle inanmıyorum. Kuşkusuz yazdıkların tıb ı genel anlamda içine almıyor. Bunun çok dışında ciddi anlamda tıb hizmeti vermeye çalışanlarda var. Ama ben yine de diyorum ki daha önce yazdıklarımı da hesaba katarak bu mükemmeller bile var olan koşullarda bir şey yapamaz durumdadır.

En doğru ve net cümleni sonunda kullanmışsın.

Sadece şu soru sorulabilir kanımca: İyi de hangi sektör kapitalimzden kurtulmuş da tıp kurtulacaktı?
İyi ya, madem kurtulamadı, o zaman bari "kurtulmuş" demagojisi yapmayalım.

:lol:
 
ehehe.. :lol:

Bu tartışmayı izlemek giderek daha keyifli oluyor.. Ping pong maçı gibi oldu. Ya da sanırım :roll: Şansal Büyüka'nın futbol terminolojisine kazandırdığı şu geyikteki gibi: "Top bir o kalede, bir bu kalede." :D
 
hehehe...Babür abi birde şu topa doğru bakıpta ne olduğunu anlasak, değil mi ama.Tekrar yazıyorum konumuzu Türkiye'deki sağlık sektörünü sorgulamak ya da olumsuzlukları değil.Eğer böyle olsaydı da önce olumlu olandan başlardım,sonra olumsuzluklarından.Ama konumuz tıbbın insanlığa etkisi.Yok eğer Türkiyedeki sağlık sistemi konuşulacaksa başlığı değiştirelim.Kavram,terim,kelime karmaşası olmasın diye yazıma tıbbın tanımıyla başladım.Bu da olmadı,dam üstünde saksağan,vur beline kazmayı.Başlığa bakınca aaaa süper bir konu açılmış dedim,birde baktımki sağlık sektörünün ki bu da Türkiye'de olan kısmının tartışması.Bende konuyu anladığım şekilde irdeledim.Omo,beyazlar falan filan derken ,dr.ların giydiği beyaz önlükler çağrışım yaptı bende.


Ne TOPu Babür abi konumuz TIP.
 
Buradaki bazı arkadaşların garibine gidiyor ama; tartışılan konularda çok kelalaka şeyler olmadıkça sınırlama olmamasından yanayım. Ortaokul münazarası yapmıyoruz di mi? :wink:

Bir de "laf lafı açar" diye bir deyime sahip Türkçemiz.. İzin verin "güneşin altında söylenebilecek her kelime söylensin" burada.. "Konu başlığına uymak" adına kendinizi ve başkalarını kasmayın. :wink: Hair müzikalindeki gibi: "'Let the sun shine in' -Bırak güneş içeri girsin!" Çok ters bir durum olursa admin ve moderatör müdahale eder zaten..

Ayrıca konu başlığına ne yazık ki bir cümleden fazla yazılamıyor.. :( Tersi olsaydı en az bir paragraf yazmak durumunda kalırdık başlık olsun diye.. Ama pek şirin durmazdı.

"TIP bir o kalede bir bu kalede" mi diyecez yani şimdi? O da pek olmadı gibi. :roll:
 
Tamam Babür bey ,güneşe izin verelim...Çok güneşli günlere ihtiyacım ve ihtiyacımız var.Dediğiniz gibi yazılanlarda kelalaka yok.Ben abartmışım demek.

:lol:
 
Bundan 3 gün önceydi Antalya/ Falezler’e oturup 6 kişi uzo’ladık… Yaşamla ölüm arasında sadece 25 cm.lik bir kaldırım vardı… Fakat biz uzo’layıp, türküler tutturduk… Katılanlar;

Kuyucak; Çocuk felci, önleyici tıp yetersizliği kurbanı (?)… Tekerlekli sandalyeli…
Dante; Bir yerini düzeltirlerken mi desem, hayatını kurtarırlarken mi desem, beli kırılmış selvi…
Kuetzakoalt; En gencimiz ve en fırlama olanımız… Ben anlatmamayım, günün birinde kendi anlatacakmış hekimlerin ona yaptıklarını… Tekerlekli sandalyeli… Yani o da tıp kurbanı…
Kaan; Doğum esnasında oksijensiz kalmış, spastik… Akülü sandalyeli… Cinsel açlığı başına vurduğunda, ondan uzak durun…
Emel-Ulaş siyam ikizleri; Ulaş doğarken oksijensiz kalmış, zihinsel engelli yani… O günden beri annesi Emel hanımla ikiz olmuşlar… Hangisinin yaşamı daha zor diye bahse tutuşulabilir.
Ulaş bizim Dante’nin uzun saçlarına aldanıp, yanından hiç ayrılmadı…

İyileştirici Tıp elbet çok şeylerde başarıyor… İnkar etmem… Ama buradan gözükenlerde bunlar…
Korunmak en iyisi… Hani bir halk sözü var ya ,‘’ Allah insanı hastahanelere düşürmesin’’ diye.. ‘’Amin’’ demenin ötesine geçip, hastalık/sakatlık üreten bataklıklara savaş açmak şart… Madem insanlık adına yemin eden ve eğitilen tek meslek hekimlik, buyrun görevinizi yapın diyorum…
Çıkın dışarı, göreviniz saha sizin… Hız yapanı, silah kullananı, kötü gıda üreteni, çocukların her birini götürün ortepedi, kardiyoloji yada beyin hastalıkları servislerine.. Deyin ki; Sen busun biz de buyuz…
 
Allah insanı hastahanelere düşürmesin

Üç dört yıl öncesiydi bağırsaklarımdaki sorun nedeniyle hastanede bir hafta kadar yatmış ve nihayet taburcu olacağım gün gelmişti işlemleri bitirdikten sonra veda etmek için Doktorum olan Prof.d.r Mehmet derya onuk beyin odasına gittim bir iki konuştuktan sonra “- Allaha ısmarladık deyip elini sıktım oda “- Güle güle umarım yine görüşürüz dedi. Yine görüşürüz sözünü hiç sevmemiştim :) hafifce gülümseyerek “-Bir daha görüşmesek daha iyi olur dedim :) kendisine. Önce biraz kızardı sonra espiri yaptığımı anlayarak hastane ortamın da değilde başka şartlar altında görüşmeyi kasdettim diyerek kıvırdı.. :)

Kuyucak ağabeynin sözü bana bu anım hatırlattı neyse konuya döneyim.

Türkiye’deki en ünlü kalp cerrahlarından biri olan Binnur Sönmez katıldığı bir t.v programında kolesterol oranlarının yükseltilmesini ilaç firmalarının baskısı sonuçu olduğunu söyleyerek bunun tıbbi hiçbir dayanağının olmadığı yönünde çok çiddi iddialarda bulunuyordu programa katılan başka D.r lar bu konunun halka acık bir t.v kanalında konuşulmasının doğru olmadığını söyleyerek konuyu kapatmışlardı taaa o zamandan beri bu konuya çok kuşkulu yaklaşırım..

Birde hiç dikkatinizi çektimi bilmem ben sık sık karşılaşıyorum D.r ların özel muayahanelerine gittiğimde muhtemelen bir ilaç firmasının elamanı olan bir şahıs elinde içi ilaç dolu bir çantayla d.r un odasına gidip o ilaçların tanıtımını yapar iki saat bu olayda beni çok huylandırır bir d.r yeni cıkan ilaçları takip edemiyormuki birileri bunlara ilaçların tanıtımını yapıyor? Sorular sorular daha bir ton soru çıkar bu tartışmadan…
 
kuyucak' Alıntı:

Hani bir halk sözü var ya, "Allah insanı hastanelere düşürmesin" diye.. …
Sevgili kuyucak, o sözün öncesinde ya da sonrasında söylenen bir söz daha var. Onu da söylemeden geçince biraz eksik kalıyor gibi.. ;) "Allah insanı hastanelere düşürmesin. Ama hekimleri de başımızdan eksik etmesin." derler..

Bu aslında gerçekçi bir paradoks. :)

Bir de; 'eleştiri' yaparken 'özeleştiri'iyi de yapamazsak ya da -onu yapamıyorsak bile- "hem nalına hem mıhına vurma"yı beceremezsek eleştirimiz havada kalır, bence..

Ayrıca tıp'ı bir ideoloji, bir din vb. gibi abartarak görmek ve göstermek asıl düşmanı gizler. Ve bu daha tehlikelidir!

Çünkü; tıp da benzeri her kurum gibi, sömürü aracı olarak kullanılabilir ve kullanılmaktadır. Ama sadece araç olabilir, 'aracı kullanan' olamaz!

Eğitim, TIPın aslî görevi değil! O görev başkalarına verilmiş.. Ama becerememişler ya da işlerine öylesi geldiği için becermek istememişler. Öyle bir toplum ki; ortalama eğitimi ilkokul 3 düzeyinde, günlük ortalama kitap okuma süresi 12 saniye.. :( Tıp ne yapsın buna..

Tamam.. yanlışları, hataları vardır mutlaka.. Onları da objektif olarak görüp değerlendirmek gerekir.. Somut olarak ortaya koyup, sonuna kadar ve hep birlikte mücadele etmek gerekir..

Ama Sevgili Elif'in de dediği gibi:
[size=4] Kuyucak kişi bas bas ben sigara içip intahar edeceğim diye tutturuyorsa,bırak koruyucu tıp en alası destek olsa yine bir işe yaramaz..[/size]
Ya da tıp, alkollü içki tüketimini -sınır aşıldığında- olumsuz olarak görüyor, gösteriyor..

E.. bunlara "bireysel tercihim, kimse bana karışamaz" gibi bir kalkanla karşı koyarsan, tıp ne yapsın. :(

Yani bilmiyorum sigara kullanıyor musun, alkol sınırını aşıyor musun? O yüzden üstüne fazla gelmiyorum. ;)

Ama diyeceğim; ilkin, olanı olduğu gibi görmek ve iğneyi önce kendimize batırmak gerekli.. ;)
 
işte geldim abi burdayım :)

size hikayemi anlatacağım bundan "o an" da bahsetmiştim biraz alıntı yapacağım

lise 2 deydim o ara bir kaza geçirdim.
Daha sonra işte hayatım kararmaya başladı, bir iltahaplanma sonucu kalcamda yaralar olustu,
o ara lise 2 e gidiyordum, yara bu geçer diye pek önemsemedik, çünkü o gune kadar bir cok yaram oldu
hep yerlerde dolaşan bir cocuktum, her gun biyerimi yararlardm bünyem cok kuvvetliymiş o aralar, yara bir gun acılır bir gun kapanırmış. ama ne olduysa o yaram kapanmadı, ben okula devam etmek zorundaydım
ve kalcamda oldugu için yarayı hissedemiyordum. daha sonra hasteneye gitmek zorunda kaldım, yaranın kapanmıyacagını
anlamıştık beni ameliyata aldılar ve anesteziye gerek duymadılar, cünkü hissetmiyordum. yarayı önce bi yaktılar,
o koku ve refleks olarak bacaklarımın tepinmesini hayatım boyunca hiç unutmayacağım :s. nese yarayı yakıp temizlediler
ve deriyi gerip civi tabancasına benzeyen bi makineyle demirden dikiş attılar, ben cok korkmustum, derim gep gergin
duruyordu ve metalden dikişler vardı vücudumda.
dediigim gibi korkmustum ve o canlı hayatımdan sonra hastenede yatmak bana çok zor geliyordu, bitse de gitsem eski yaşamıma dönsem diyordum. korkudan kıpırdamıyordum bile. ben ne bileyim ben hiç kıpırdamadıgmdan busefer hastenede
yattıgım sürede dekübit dedikleri yatak yaraları oluşmaya başladı, ben iyice telaşa verdim. akıllı doktorlarımız gitti dekübit bantı diye birsey getirdiler, bunu takıcaz dediler iyileşecek. bunu takdıklarında yarlar bi gunde acayip bir şekilde büyüyüverdi ve bi ameliyat daha olmam gerekti. bu sefer geçen sefer psikolojim etkilendiğinden anestezi istedim
ve genel beni bayıttılar bir ameliyat daha oldum cıktım.
artık yatacak dogru dürüst yerim bile kalmamıstı kı ben yatakda egri büyrü yatmaya başladım. artık yatak bana batmaya başlamışltı ve kaslarım yavas yavas erimeye başlamıştı. o hergun okulagiderken yaptıgım herkulumsu kol kaslarım bile kalmamıstı, ki kolumu kıpırtamaz olmustum kaslarım kısalmıstı ve kollarım kapandı ayaklarım kapandı ve bana orda bir fizik tedavi bile uygulamamışlardı. "çok kızmıstım ve bu halen kızgınım şuanki durumum ve skolyozum tamamen hastahanede hekim kontrolü altında olmam gerektiği biyerde olmuştu.onlar bile benim bu vaziyete geleceğimi görüp müdehale etmezken ben nasıl bunun farkına varacaktım?"
derken bende skolyoz başladı en buyuk dert kaslarımı kullanamıyorum dikişlerim var oturmam yasak belim git gide eğiriliyor,
inanılmaz agrılarım başladı ve gunde 30 miligram morfin tedavisi başlıcaklar kırmızı reçeteyle veriyorlar (cok güçlü bi ilaç öle ver diyene vermiyorlar). en gıcık olduğum yerlerden biri dediler ki bu ilaca başlıyacağız halüsinasyon görebilirsin kendini kaybedebilirsin. başladılar bana ilacı vermeye ama agrılarım gram inmior ilaç bi işe yaramıyor. ben cok kotu bi sekilde agrı çekiyorum hic dinmiyor uyuyamıyorum bile. başladım artık haykırmaya sövüyorum.bana psikolog getirdiler, diyorum psikologgg istemiiyorum agrımı geçirin. yok gelgit geliyor konusuyor bi de benim sinirimi bozuyor (o durumda cidden cok zor bazı şeylere katlanmak). baktılar olmuyor bunlar araştırma yapacaklar MR çekmeye karar verdiler, Mr çekecekler 30 dk hareketsiz düz bi biçimde
durmam lazım, ayaklarım kolum bacağım kapalı verdilermi bi genel anestezi kas gevşedici daha (zararı ne kadar alırsan her seferinde beyin hücren o kadar ölür diyorlar) nesem girdik çektirdik MR ı. dediler omurgan da bi sıvı oluşmuş agrıları o yapıor onu ameliyatla almamız lazım. benim artık turk hekimlerine güvenim kalmamış olmak istemiyorum güvenemiyorum anneme doktor doktor araştırttırdım
(artık ne desem yapıyorlar dagıtmışım ortalığı ) gezdik baktık doktor doktor beyin cerrahi karıştı olaya.
dediler ki onlar -bu sıvıdan agrı olmaz bu sıvıyı alsakta bu sıvıyı vücut geri üretir. bu lafın üstüne benim ortopedist
lere hiç güvenim kalmamıştı artık çıkıp evde yatmak için deliriyordum, cıkmak istiyordum.Bir kaç kişiyle daha konuşunca anladım ki
bu hastahane bir üniversite olduğu için ameliyattan kaçınmıyorlar her ameliyat bir ders diyerek herkezi kesip biçiyorlar.
Gün geldi hastaneden çıktım elim ayağım hiç biyerim tutmuyordu kolumu kaldıramıyordum lifler kısalmıştı çalışmam gerekiyordu
kendim çabalayarak evde kol küvvetimi geri kazandım kollarımdaki kas kısalmasını giderdim.sıra ayaklarımda idi ama bunu ben beceremedim
ayağımı baldırdan kırdım :s hayatımda hatırladığım en kötü anılarımdandı ayağımı kendi elimle kırmıştım çünki ve bayılmıştım.gecenin bir yarısı
annem beni hastaneye götürdü.acildeki film çekme olayları tam bi trajikomediydi ben ayağımdaki liflere birsey olmasın diye ugraşırken oradaki çalışanlar sanki sırf bunun için ugraşıyordu filmi beni nasıl bi pozisyona getirip çekiceklerini bilmiyorlardı,bi çare filmi çektik.bir genel anestezi daha uygulandı,bacağıma çivi çakıldı.ogun bana bacağım eğri çakılmış gibi geldi ama spastizeden dolayı dediler halen düzmü eğrimi bende bilmiyorum aklıma arada sırada kurcalar.
doktoruma sordum bu ayaklarımı açma yolu varmıdır bi ameliyat olurmu dedim oda evet var dedi kasları kesiyoruz açabildiğimiz kadar açıyoruz böle bi operasyon mevcut dedi. sorular sormaya başladım doktoruma çünkü o bana sadece sorduuğum sorulara cevap veriyordu hiç bi bilgilendirme yapmıyordu bu bana göre yanlış bi davranıştı doktorun hastayı bilgilendirmesi gerektiğini düşünüyordum sürekli sorular soruyordum konu eğer bu ameliyatı olursam tıp bi gelişme yaşadığında kaslarımı bir daha kullana bilirmiyime kadar geldi düşünmüştüm ki kaslarımı kestiğinde bir daha kasamam ve yürüme şansım bir daha hiç olmayacak!.oda bu düşüncemi aynen tastikledi evet bacakların sallanır kontrol edemezsin dedi bunun üsttüne ben ameliyat olmadım.spastizeden dolayıda skolyozum ogünden sonra iyice arttı son yaşamımı daha zor yaşadım.bugunse kendi araştırmalarımdan aslında bu ameliyatın benim düşündüğüm gibi olmadığını ögrendim bu normal birşeymiş kasları tümüyle kesmiyorlarmış bir süre sonra kendini topluyormuş. artık o doktor hakkında neler düşündüğümü sölememe gerek yok.

Bugünse saat 01:20 bu sabah ben o ameliyatı olmaya gideceğim saat 7:30 da ameliyatım var içim çokmu rahat hayır ne olacağını hiç bilmiyorum.benim bu halimim bir dizi doktor hatalarından
oluştuğunu düşünüyorum bilmiyorum siz yazımı okudukdan sonra ne düşünürsünüz.Bunları annemle konuştuğumda bana şöyle bir soru sordu."-Hiç kimlerin arasından doktor çıktığını düşündü mü?"
evet biraz düşününce payı olan bir soru.

artık bana dua edin :)
 
Ameliyattasın şuan kuetsakoalt.Umarım herşey yolunda gidiyordur.Allah yardımcın olsun.Akabindede şifa versin.Ben ameliyattan çıktığımda dünyaya yeni gözlerimi açmış gibi hissetmiştim.Yoğun bakımda kalıyorsun ve sonra kendine geliyorsun.İnşaallah herşey yolunda gider arkadaşım.
 
Hep derim, Türkçe de kavramlar insanlar arası iletişimi sağlamıyor, en iyisi resim çizmek diye;
Geçen sene Küçükçekmece/Menekşe sahilinde bir plaj açıldı.. Bu olayı örnekleyerek gideyim olayın üstüne… Önce buranın temiz olduğu belgelendi (?)… Sonra plaj temizlendi ve plajın içine de bir ambulans konularak halkımız davet edildi…Halkımız da burada eğlenmeye ve tüketmeye başladı.

-Birincisi ; Burada amaç, siyasi/kapitalizm/sistem ne derseniz deyin, insanları tüketimin içine çekmek… Burada tüketim sahası açılmıştır. Plastik deniz eşyaları, tekstil ürünleri, meşrubat sanayi, kremleri üretenler, yiyecek sanayi, rantiyeciler vs.vs.. uzatabilirsiniz.

-İkincisi ; Burada insanlara güven veren bir şekilde TIP’ tır. O denizin temiz olduğunun belgelenmesi ambulansın konması ve içindeki müdahale ekibinin varlığı, insanımıza güven vermektedir. İnsanımız burada güven içinde olduğunu sanarak ‘’denize’’ girmektedir.

-Üçüncüsü ; Tıp bu sistem içinde, kendi varoluş nedenine ihanet ederek, sıradan bir işletme mantığı ile bu bataklığı kurutmak yerine, o bataklıktan beslenir hale gelmiştir. O bataklığı teşvik eder hale gelmiştir.

İşin aslıysa ; O plaj çevresinde oturan herkes bilir ki, (Oturanboğa oraya çok yakın) oraya lağımlar karışır.
Lodos estiğinde evlerde durulmaz kokudan… Lodos estiğinde öyle bir kirlilik birikir ki o plaja, bakmak insanın midesini bulandırır… Değil ki yüzmek… İşte size yüzlerce hastalık ve kanser batağı…

Gözün gördüğüne, burnun kaldıramadığa kokuya Tıp adına orada birileri ‘’temiz’’ raporu veriyorsa ve de kendi nezaretinde bu rezilliği yaşatabiliyorsa…. Bi dur demek lazım… Ne oluyor kardeşim demek lazım…

TRT 2 dün akşam sağlık proğramını seyrettim. On bire kadar sayabildiğim anlı şanlı profesörler bile TIP ve onun yanlış anlaşılmasından şikayetçi…Adamların tek diyebildiği ‘’Hastalar bilinçli olmalı’’. ‘’Ameliyat olurken anestezi doktorunu bile sorgulayın’’ diyorlar… Hatta biri, plastik cerrahlar için medyaya para vererek haber yaptırıp, sonra köşeyi döndüğünü bile söyleyebiliyor.. Şu cümleyi bile rahatça kullandılar ‘’Dağdaki eşkıya şehre inmiş’’ …
Ne diyelim artık bilmiyorum ki? Hasta bilinci yetmez hocam bu işlere, herkes doktor mu olsun diyorsunuz? Bence şu başlıkta ki tartışmalar daha seviyeli idi. Bu akşam arena’yı izleyin derim…

Tabibler Odası menekşe plajında bir bildiri dağıtmadan yada gösteri yapmadan bu işler olmaz… Özetle bu benim dediğim… Örnek üzerinde yazdığımı düşünün lütfen… Gerisini onlar benden daha iyi bilir.

Babür Abi bazen hınzırca gülüyorsun bana gibime geliyor… Biz alkolden bu hallere düşmedik… Bundan sonra ne yersen ye diyorlar bize… Ayrıca asıl düşmanı saklamak gibi bir kaygım yok benim… Olmaz da… Sen yıllarca insanlarımız az tüketebiliyor diye muhalefet ettin… Bense tüket diye sunduklarınıza lanet olsun diyorum… Ben biraz ara veriyorum…
Saygılarımla
 
İki yeni bilgiyi tartışıyorum kafamda kaç gündür…

-Dünya Sağlık örgütü açıklama yapmış ; Gelişmekte olan ülkelerde, çok değil, önümüzdeki yirmi yıl
içinde kanserden kitlesel ölümler olacakmış…Nüfusun beşte biri, yada dörtte biri deniliyor. Tek neden de
tüketilen ürünlerin zehir saçıyor olması…Ülkemizde yirmi yıl içinde kanserden ölecek yirmi milyon kişiye mi yanalım, yoksa bu felaketi ülke ekonomisi taşıyabilecek mi onumu düşünelim? Yirmi milyon kanser
hastasını tedavi için kolları sıvamalı tıp adamları! Yoksa birilerine gün mü doğuyor?

-Dikkat edin yarın kurban bayramı: Yediğiniz yada yiyeceğiniz etlerin tamamı hormonlu olacak…Size
çok değil, on-on beş yıl içinde kanser olarak dönermiş, bonus olarak…Deşifre proğramında üretici
açıkça anlattı; Hormonsuz hayvan kalmadı diye…Hayvan üreticilerine de bu yolu bizzat ‘’eğitimli’’
veterinerler gösteriyor…Onları da Tıp’ tan sayalım mı bilmiyorum…

Artık buna ‘’vahşi kapitalizm’’ demek yetmez…Bu olsa olsa cinnettir..

Tıp hala güzel sözler söylemeye devam etsin…Yeni, dev mabetlerinde insanları iyileştirdiğini söylesin…
İyileştireceğini söylesin…

Her matematik işleminin, tersinden giderek bir sağlaması vardır…’’Uygarlığımızın’’ sağlaması da bizleri
bekleyen gelecektir. Tıp nerede bu sağlama işlemin de…Bilen varsa anlatsın…
 
BİR ZAMANLAR YABANCI BİR ROMAN OKUMUŞTUM.DOKTOR BİR PANZEHİR GELİŞTİRİYOR VE BUNU TİCARİ ANLAMDA KULLANMAK İÇİNDE BİR VİRÜS.SONRA KÖŞEYİ DÖNÜYORDU.BİRİLERİ BİZİ ZEHİRLERKEN KÖŞEYİ DÖNÜYOR,BİRİLERİDE KURTARMAK MAHİYETİYLE.
ŞİKE VAR BU İŞTE ARKADAŞLAR.
DANIŞIKLI DÖVÜŞ GİBİ BİR ŞEY BU.
 
Sevgili akşahin,
Sanalla-reeli birbirine karıştırmadığına eminsin değil mi? :shock:
O, adı üstünde "roman" yaa..
Yazarın düşgücü ne kadar gelişmiş olursa o kadar kaliteli olur..
Onun bir adım ötesi de, film ya da dizi senaryosudur.. O da "sanal" âlemin en baba ögesidir.. Ama buradaki problem; gerçek!
Senin yaptığın gibi, sanaldan yola çıkıp reeli yargılamaya kalkarsak, işin içinden hiiiç çıkamayız..



Bu başlığa 11 gün önce cevap geldiğini gösteren mesaj, inbox'a düşmeyince farkına varamadım :oops: (OturanBoğa duy beni :p , zaman zaman gelmiyorlar.. Zor durumda kaldığım oluyor.)

Kuyucak'ın bir önceki mesajının sonundan başlayayım. :)

kuyucak' Alıntı:
Babür Abi bazen hınzırca gülüyorsun bana gibime geliyor…

Benim hınzırca gülmem böyle oluyor: :twisted:


Biz alkolden bu hallere düşmedik… Bundan sonra ne yersen ye diyorlar bize…

Dabi, dabi hep öyle derler :p "Bundan sonra ne yersen ye" diyenler de TIP DOKTORLARI di mi? ;) Hani o eleştirdiğin, asmaktan beter ettiğin kişiler.. Ne diyim.. "Allah seni de hastanelere düşürmesin. Ama hekimleri de başından eksik etmesin."

Takılmalarıma kızmıyorsun di mi? ;) Aslında yapmak istediğim kişisel bir saldırı değil..

Genelde herkes bu yanlışa düşüyor.. Eleştirdiğimiz şeyleri kendimizin yaptığı (ben de dâhil. :oops: :D ) çok oluyor ve hemen savunma moduna giriyoruz: "Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma" diye.. :) Ya da senin dediğin gibi "Bundan sonra ne yersen ye, dediler" bahanesine sarılıyoruz. Yaptıklarımızın başkalarına da zararlı, en azından 'kötü örnek' olup olmadığını düşünmeden yapıyoruz.. Sonra da benzer şeyleri yapanları eleştiriyoruz..



Ayrıca asıl düşmanı saklamak gibi bir kaygım yok benim… Olmaz da…

Aklıma John Steinbeck'in ünlü 'Gazap Üzümleri' geldi..

(Uzun zaman oldu okuyalı, isimler aklımda kalmadı.. :oops: ..)

Kitabın başlarında esasoğlanın babası (ya da dedesi) "bankaya kredi borcunuz dolayısıyla tarlanıza el koyuyoruz" demeye gelen görevlilere tüfeğini doğrultup "nerede o banka, vuracağım onu" gibisinden bir çıkış yapar..

Sistemin tümü yerine kurumları (Tıp da bir kurumdur..) hedef almak, hedef göstermek düşülebilecek yanlışların en büyüğüdür, bence.. :( Çünkü 1- O kurumlar soyuttur. Elle tutulup gözle görülmezler, 2- O kurumları, köhnemiş sistemi yıkıp kuracağın yeni sistemde sen de bi şekilde kullanacaksın.. v.b.

Sen yıllarca insanlarımız az tüketebiliyor diye muhalefet ettin… Bense tüket diye sunduklarınıza lanet olsun diyorum…

Burada bir yanlış anlama olasılığına karşı bir şerh koymak istiyorum: :) Ülkemizde "Tüketelim de tüketelim" diye her türlü şebekliği yapan kesim: TÖ ile hayat bulmuş ve onun zamanında altın dönemini yaşamış olan "liboş taifesi"dir. Böyle bir söz bana kavgada söylenmez bea. :p Yukarıdaki cümlenin doğrusu: "Onlar yıllarca insanlarımız az tüketebiliyor diye muhalefet etti… Bense tüket diye sunduklarına lanet olsun diyorum…" olmalıydı.. ;)



Tamam, anlattıkların bir olumsuzluk ama daha önceleri başka yazılarımda da belirttiğim gibi, [size=6]modern toplumda tepki, ancak ve ancak bilinçli + örgütlü olduğunda geçerli, etkili ve kalıcı olur. [/size]

E.. Senin (benim, bizim) toplumu/muzda bu iki unsur da yerlerde sürünüyorsa; eğitim, hukuk, sanat, spor vb. gibi kurumların görünüşü bile tam bir felâketse, tele-vole kültürü alıp başını gitmişse tıp ne yapsın kardeşim.. O da onlara uyacak heralde..

Benim önerimse; "arena" türü programlara fazla takılmayın!! Gereksiz "paranoya" yapıyoo. :p Bilginiz olsun yeter.. ;) (Tamamen uzak kalın da, demiyorum. :) )
 
Baben abi, yaşlandıkça milletin görüşü zayıflar, senin yaşlandıkça görüşün keskinleşiyor yahu. Tek tek farklı tipteki bir ağacı ele alıp onun kabuklarıyla dallarıyla ilgilenen abilerimize karşı ormanı görmeye ve göstermeye çalışmana hayranım.

Daha önce de söyledim. tıp, hukuk, öğretmenlik...Bütün bu mesleklerin hepsi günümüz arzu toplumunun temel dinamikleriyle hareket etmektedir. Arzu toplumu kapitalizmin bireyi tüketerek mutlu olacağına inandırdığı andan itibaren beliren toplumsal yapıdır. Günümüzde herşey tüketim nesnesidir. Aşık olduğumuz kişi, hastamız, müvekkilimiz, öğrencimiz...Bunların hepsi birer tüketim nesnesidir.

Buraya kadar herkes herşeyi biliyor. Asıl soru tıp, hukuk, öğretmenlik vb gibi mesleklerin içinde bulunduğu sancılar değil aksine bizzat bu arzu toplumunu yaratan sistemin alternatifi mümkün müdür değil midir sorusudur?

Gerçek şu ki insanlık bu sistemi yaratan ve kendi kazanımları için besleyenleri haksız çıkarmamıştır. Evet, insanlık maalesef bu sistemin beklentilerine uygun hareket etmektedir.

Ama tam da bu noktada sormak gerek. İnsanlık bu yönde hareket ediyor diye insanlara bu işin sonunu göstermemek mi lazım? Oysa bu gidişatın sonu da görünüyor. Dünyamız hızla tükenmekte. Küresel ısınma nedeniyle kutuplar beş on sene içinde yok olacak ve bunun sonuçları nelere yol açacak bilinmiyor. Dünya da iddia edilenin aksine yoksul fakir ayrımı uçurum halini almış durumda. liberallerin sıkça dile getirdiği ve küreselleşmenin faydası diye öne sürdükleri Çin ve Hindistanj gibi ülkelerin kaydetiği ekonomik gelişmelere karşın bu ülkelerdeki ekonomik dağılımın eşitsizliği de mevcut trajediyi kanıtlar nitelikte.

Bu sistemin yürümediği, bir şeylerin tıkandığı ortada. İnsanoğlunu tüm dünyada bu sisteme verdiği destekten ötürü yadsımaktansa ısrarla onlara gerçeği anlatmak yapabileceğimiz tek şey. Bütün dünmyada insanlığa karşı küsmüş milyonlarca aydının sorunu bu işte. Olanlar karşısında hepimiz, ben de dahil yapmamız gereken en son şeyi yapıyor ve insanlığa küsüyoruz. Diyoruz ki "ama onlar da kapitalizmi haklı çıkaracak şekilde davranıyor..." Ve küsüyoruz. Ama insanlara bu tutumlarının sonunun ne oldugunu anlatmıyoruz...

Bakın açık konuşalım. Kızlarımız artık erkeklerle eşit olmayı tıpkı erkekler gibi önlerine gelenle yatmak sanmaya başladılar. Aşk denilen duygu artık cinsel anlamda bir tüketim nesnesi haline getirilmiş. Karşı cinsler hepimiz için birer tatmin nesnesi olmuş... Erkekler gibi kadınlar da artık bu bakışa kodlanıyorlar. Ama sonuçta birlikte olunan yüzlerce kadın ya da erkek ruhlarımızın mutlulugunu emziremiyor. Tıpkı satın alınan her yeni marka arabanın becerememesi gibi, tükettiğimiz ve zevk sepetimize attığımız hiçbir aşk tecrübesi mutlulugumuzu emzirmiyor.

Hiçkimse mutlu değil. Sistem birine aşık olan ve onunla ruhsal anlamda bütünleşen birine salak muamelesi yapıyor. Bir tüketim şeytanı arabasıyla mutlu olan birine sürekli yenisini almalısın derken bir diğeri sevgilisiyle gayet mutlu olan birine onu aldatması gerektiğini fısıldayıp duruyor. Bu şeytanlar her yerde dostlar. Diziler de reklamlarda, outdoor reklam panolarında...

Okulda kızlara bakıyorum. Gencecik kızlar bugün biriyle yarın ötekiyle birlikte oluyor. Hepsi değil tabi ama böyle tipler çok ve bu tiplere yönelik hoşgörü aynı şekilde davranmayanlarında onlara ne kadar yakın oldugunu ortaya koyuyor. Sadık gibi görünenler bile büyük oranda partnerlerini aldatmak için bir nedenleri olmadığı için bunu yapmıyor. Yani küsse partnerine ya da kızsa veya karşısına çok hoş biri ıksa aldatmayacağının garantisi yok...Bakıyorsunuz yapay duygulanımlarla yapay aşk şarkılarının ömrü kelebek gibi anında tükeniveriyor. Bir gün ya da bir ay süren ilişkiler yerini aynı yapay duygulanımlarla yaşanılan yenilerine bırakıyor. Bu insanlar bence hasta. Gerçekten bu insanlar hasta ve bu hastalığın adı da TÜKETİM KÜLTÜRÜDÜR...Sevdiği insanı bile bir tatmin nesnesi olarak görmeye başlayan, maddi manevi tatmin olmadığını en küçük şekilde hissettiği anda sevgisine birlikteliğine sahip çıkmayı aptalca bir anlamsızlığa sahip çıkmak zanneden insanlar haline getirildik. Etrafınızdaki sevgililerin ayrılma hikayelerini dinleyin; hepsinde bu psikozun izlerini göreceksiniz...

Bomboş ruhların diyarında mutsuz insanlar birbirleriyle insanlı masturbasyon yapıyor. Cinselliğin geldiği nokta budur. Aşkların geldiği nokta budur. Ve bizler bu acınası durumun hem muzdaribiyiz hem de seyircisi.

Tek yaptığımız bu düzende herkes gibi kendine, insanlıgına, mutlulugunu emzirecek gerçeklere yabancılaşan insanları onların mesleklerine bakarak katogorileştirmekten ibaret olmamalıydı. Çünkü anlamalıydık ve çok iyi bilmeliydik ki o doktorlardan avukatlardan vb farkımız yok bizim. Benim gibi herşeyin farkında oldugunu sanan bir salak bile gidip bir telefona tam dokuzyüz ytl verebildi. Aptalca bir reklamdan edindiğim aptalca bir çağrışım neredeyse on yıldır asla pahalı bir telefon kullanmayacağım düsturumu ayaklarımın altına almama yetebildi. Daha telefonu satın alır almaz yediğim kazıgın farkına vardım ama gaipten "ohhh sana da geçirdik Bülent.." diye kulaklarıma doluşan kahkaha seslerine muhatap oluverdim. Böyle bir düzende daha fazla tüketmek ve tüketebilmek için de daha fazla kazanmak zorunda kalan her meslek dalı gibi doktorlarımız da sistemin kurbanlarıdır.

Burada tıp, hukuk, eğitim gibi mesleklerden bahsetmektense belki de en trajik meslekten bahsetmeyi sanırım aydınlıgınızaa yediremiyorsunuz. Softaca bir tavrın tutunduğu dini ritüeller gibi ülkemizde aydın olmanın da vazgeçilmez unsurlarından olan askere karşı mesafeli olma tavrı aslında bu sistemde askerlerin rolünü hep görmezden gelmemize neden oluyor. Oysa yukarda onlarca satırda yazdıgım tüm bu sistemin kurbanları olsun diye kodlanan ve ölüme gönderilen insanlardan ibarettir askerlik. Bir ulus mutlu mutlu yüketebilsin diye o ulusun bazı fertleri ölümü göze alacak şekilde eğitilmekte ve hatta ölebilmektedir. Bu durum yapılan işin kutsallığını en küçük şekilde etkilemez asla. Ancak uğrunda can verilen sistemin gerçek kurbanları kimlerdir tekrar tekrar düşünmekte fayda var.

Bu sistemde doktorların hastaları ne kadar kurbansa mesela o doktora salakça bir telefonu salakça bir fiyata satan ve o an da o doktorun hastası olan telefon satıcısı karşısında da o doktor kurbandır aslında.

Kısaca bu kurban bayramında hayvanları doğrayarak öteki alemde huzur talep eden sevgili halkımın doktoru, avukatı, işçisi, köylüsü kısaca tümü bu sistemin kurbanlarıdır dostlar. Bakılması gereken de koyun ya da koyunu kesen kasap değil bizzat o emri veren mantıktır.
 
Oh be nihayetttttt...

Aklı başında gerçekleri içinde barındıran bir yazı. Sevgili pegasus sana katılıyorum. Kuşkusuz bu aklı başında yanının yazılmasına sbep olan sevgili baben in tespitlerine de katılmamak söz konusu olamaz. Sana da teşekkürler babür dostum!!!!

Hiç alakası yok belki yazılanlarla gibi gözükebilir ama son bir kaç aydır ciddi bir şekilde "ne oluyor bize??" sorusunu soruyorum kendi kendime. Aslına bakarsanız ne olduğunu bildiğim halde bu soruyu sormadan edemiyorum. Sanki bir yerden bilmediğim bir cevap gelecekmiş gibi bir arayışın içinde olarak.

Bir eğitimci olarak son zamanlarda yaşadıklarımı gerçekten burada aktarmaya kalkışsam sayfalar dolusu bir kitap çıkabilir ve hepimiz el birliğiyle ne eğitimmiş bu diyebiliriz, ve hatta çok ileriye gidip eğitim sistemizi her şeyi ortaya döker, tüm nefretimizi kusabiliriz.

Yaşanılanlara sebep olan eğitimin kendisi değil aslına bakarsanız tıpkı babür ün dediği gibi. Yaşanılanlara yani yaşadıklarıma sebep olan ayşe, ali, fatma gibi kişiler sadece...Ve bu ayşelere, alilere fatmalara bunları yapma imkanı sağlayan düşünme mekanizması....

Ve tek başıma verdiğim mücadelenin bir sonucu yok aslına bakarsanız.Hemen herkes öylesine memnun ki yaşantısından, ya da başka olanağı olmadığından, seçimi olamayacağından sistemle bütünleşerek o sistemin nefes almasını büyümesini, dal budak salmasını çok doğal bir şekilde yapabiliyor.

Kelimenin tam anlamıyla her alanda birer kurbanken olup bitenlere dur diyebilecek ne eğitimdir, ne o dur ne budur...Hepimiz sadece kendi sarhoşluğumuzdayız. Efsunlanmış bir robot gibi halinden memnun olmasa bile bunu ortaya dökebilecek verilere sahip olmayan , sesini çıkartmamaya odaklanmış, küstürülmüş pegasus un dediği gibi, ve kendi trajedisinin içinde kaybolmuş kurbanlarız.

Her şeyin bir başlangıcı ve bitişi olduğu gibi insanlığında bitişi bir nedene bağlanmak zorunda. Bizler sadece bu süreyi biraz daha öteleyebiliriz. Bunun içinde madem ki tıp tan yola çıktık;

Hastaya teşhisi doğru koyalım. Cevap doğru teşhiste...
 
SEVGİLİ BABEN ABİ
SANALLA REELİ BİR BİRİNE KARIŞTIRDIĞIMI SANMIYORUM.
SAĞLIK SEKTÖRÜNDE DÖNEN RANTLARDAN CANI YANAN BİR KİŞİ OLARAK YAZMIŞTIM O YAZIYI.
TIP İNSANLIĞA YARARLIMI ZARARLIMI SORUSUNA GELİNCE, ELBETTEKİ YARARLI.
AMA GERÇEK ANLAMDA İNSANLIĞA HİZMET OLARAK KULLANILDIĞINDA YARARLI.
BEN ANLATAYIM SİZLER KARAR VERİN BÜYÜKLER OLARAK.
HASTANEYE MÜRACAAAT EDİYORSUNUZ VE TEDAVİNİZ BAŞLIYOR. SAĞLIK GÜVENCENİZ VAR. SSK ,BAĞKUR VEYA YEŞİL KART.

1- FİLİM ÇEKİLMESİ LAZIM,EMEG LAZIM,DOPLER LAZIM V.S.AMA HASTANEDE BUNLARI ÇEKTİRECEĞİNİZ BİR YER YOK.VAR ASLINDADA YA AYLAR SONRASINA ATIYORLAR SİZİ YADA MAKİNA ARIZALI DİYORLAR.HASTANEDE DEVLETE ÖDEDİĞİNİZ PRİMLERİN KARŞILIĞI OLARAK BEDAVA ÇEKTİRECEĞİNİZ BİR ŞEY İÇİN BİRİLERİNE PARA ÖDÜYORSUNUZ.

2- TAMAM DİYORSUNUZ YAPTIRIYORSUNUZ İSTENİLENLERİ.SIRA GELİYOR AMELİYAT MALZEMELERİNİN TEMİNİNE.HASTANIN SOSYAL GÜVENCESİ OLDUĞU HALDE ELİNE BİR REÇETE TUTUŞTURUYORLAR, DOĞRUCA MEDİKALE,HASTANENİN MEDİKALİNDE OLDUĞU HALDE NAKİT ÖDEME YAPMAYACAĞINIZ İÇİN YOK DİYORLAR BU MALZEMELER.TABİKİ SOLUĞU DIŞARIDA ALIYORSUNUZ. HASTANENİN DIŞINDA Kİ MEDİCALLERDE.HASTANE MEDİCALİNDE 20 YT LEYE ALACAĞNIZ BİR MALZEMEYİ SİZE SATIYORLAR 40 YT LEYE.BURDADA YİNE BİRİLERİNE PARA ÖDÜYORSUNUZ. BİRDE HER MALZEMEDEN 3 ER 4 ER TANE YAZILMIŞ.ELİNİZDE 3 REÇETE DOLUSU MALZEME LİSTESİ.ENVAYİ ÇEŞİT İPLİK YAZILMIŞ SANKİ YORGAN DİKİLECEK SANIRSINIZ.

3- VE GECE CANINIZ SIKILIYOR SERVİSİN DIŞINA ÇIKIYORSUNUZ AZ HAVA ALAYIM DİYE.VE İKİ KİŞİNİN MUHABBETİNE TANIK OLUYORSUNUZ.9 NUMARA LİYCRA İPLİK BU FİYATA OLMAZ DİYOR BİRİ,KARŞISINDAKİDE VALLAHİ 8 YTL DEN FAZLA PARA VERMEM DİYOR.BAKIYORSUNUZ İKİSİDE TANIDIK.BİRİ SERVİSİN HASTA BAKICISI ,DİĞERİDE O GÜN MALZEME ALDIĞINIZ MEDİKALCİ.AMA BEN O İPLİĞE 40 YTL VERMİŞTİM.ARADAKİ 32 YTL GİDİYOR YİNE BİRİLERİNE.

4- AMELİYATTAN ÇIKIYORSUNUZ VE DİKİŞ ATILAN YERLERE BAKTIĞINIZDA ALDIĞINIZ MALZEMENİN YARISINIZ BİLE KULLANILMADIĞINI FARKEDİYORSUNUZ.O ANDA İSYAN ÇIKIYOR VE ARDINDAN PSİKOLOG GETİRİYORLAR.VE DAMGAYI YİYORSUNUZ HEMEN BU DELİ DİYE.KISA BİR TERAPİNİN ARDINDAN PSİKOLOK DİYORKİ <BU ADAMDA SORUN YOK,SİZ KENDİNİZDE ARAYIN SORUNU>.
İŞTE LİSTE BÖYLECE UZAYIP GİDİYOR BABEN ABİ.DAHA NELER NELER VAR ANLATILACAK….
BU BİR KOMPLO TEORİSİ DEĞİL,BİR HAYAL ÜRÜNÜDE DEĞİL BİZZAT YAŞADIĞIM BİRKAÇ OLAY.
ŞİMDİ BANA AÇIKLARMISINIZ
SANALLIK BUNUN NERESİNDEDİR.?
VE BU BİRİLERİ KİMDİR ?

Yazımın büyüklüğü dolayısıyla sizlerden özür dilerim.Arkadaşım hatırlattı ama vakit çok geç olduğu için değiştiremedim.Bir kereye mahsus kusuruma bakmayın.
 
Durun sıcak bi olay de ben anlatayıp tıp ve rant üzerine...

3 gün önce bir arkadaşımın abisi Uludağ'da kayak yaparken düştü ve bacağı kırıldı. Hemen Bursa'nın en büyük özel hastanesinde bir profösör tarafından ameliyat edildi ve bir günlük dinlenmenin ardından da İstanbul'a evine gönderildi.
İstanbul'a geldiklerinde, ayağındaki pansumanı yenilemek için İstanbul'da bir özel üniversite hastanesine gittiler. Basit bir pansuman tlebinde bulundular... Ne var ki o esnada ortopedist doktor varolan rontgenlere bakıp, yeniden rontgen çekilmesi gerektiğini söylemiş. Rontgen çekmişler, rontgene bakan profösör, "bu kırık kaynamaz, mutlaka derhal ameliyat etmek ve vida takmak gerek" demiş. :) Ve bir sürü laf etmiş...
Bizimkiler hemen sarılmış telefona ve Bursa'daki doktoru aramışlar, böyle-böyle demişler. Profösör şöyle demiş: "Size verilen bilgilerin tamamı yanlış! O rontgene bakıp bu değerlendirmeyi yapan kişinin iyi niyetli olması mümkün değil. Ameliyatınız çok iyi geçti ve kırığınız en küçük bir soruna yol açmadan kısa sürede iyileşecek. O profösör çin ne diyebilirim bilmiyorum!.."

Sonuç: Zengin hastayı/müşteriyi gören doktor avuçlarını ovuşturarak, tüm etik değerleri bir yana bırakıyor ve para kazanmanın peşine düşüyor!
İşte tıbbın üstünde dolaşan kara bulut budur.
 
laf kalabalığı yapmadan, demogojilere polemiklere girmeden, ne çok şey bildiğini ispat etme kaygısı taşımadan, tıp ve sağlık sistemi dahil tüm sistemi net ve öz biçimde herkesin anlayabileceği cümlelerle sorgulayan bu yazıyı buraya alıyorum. adam mevlana'nın bi sözünden yola çıkarak konuyu ne güzel özetlemiş.
[size=4]Git, ne olursan ol, git!

Mevlana'nın en çok bilinen ve sevilen cümlesi, nasıl oldu da tersine çevrildi? Üstelik tam da bu sözün söylendiği topraklarda... Belki de bunun nedenlerini bulmak için çok da düşünmeye gerek yok..
Bir ülke eğer tüm dünyadan insanların yerleşip çocuklarını yetiştirmek, çalışmak, yaşamak ve kök salmak için gelmek istedikleri bir yerse büyük ülkedir. Ülkesini seven herkesin gerçekleşmesini istediği gelecek bu olmalıdır: "Öyle bir ülke yarattık ki tüm dünya gelmek, bize katılmak istiyor." Gel, çünkü burada iyi yaşacaksın. Ayağın kırıldığında, karın doğum yaptığında çocuğun hastalandığında sana insan gibi davranacak, en son tıbbi yardımı, desteği verecek insanlar olacak. Bunun için para da ödemeyeceksin. Çünkü vergilerinle oluşturduğun sistem işliyor.

SESİNİ DUYURABİLİRSİN
Gel, çünkü yaşlandığında, sağlığın bozulduğunda hastane kapısında sürünmek ya da bütün birikimini ilaçlara gömmek zorunda kalmayacaksın. Hayatının son döneminde tedavi masrafların için sana bu bedeli ödetmeyecek bir sosyal sigorta sistemimiz var. Gel, çünkü burada işinde iyiysen kimse senin hangi cemaatten, hangi tarikatten, hangi partiden, kimlerden, nelerden olduğunla ilgilenmeyecek. Başına ne sardığın, tüylerini nasıl uzattığın kimsenin umrunda olmayacak. Eğitiminin ve emeğinin karşılığını hak ettiğin gibi alacaksın. Mahallenin bakkalı da olabilirsin en büyük kurumun başına geçip CEO da... Gel, çünkü burada fikirlerini özgürce savunabilecek, bunu yaptığın için hapse atılmayacak, infazcı avukatlar tarafından mahkemelerde süründürülmeyeceksin. Yargı sistemimiz adildir; bireyin özgürlüklerini korumakla yükümlüdür. Bunu bildiğin için özgürce düşünüp, özgürce konuşabileceksin. Ama bedeli var. Sen de başkalarının düşüncesine saygı göstereceksin. Gel, çünkü burada seni yönetenlere itirazını yüksek sesle dile getirebilirsin. Sesini duyurabilirsin. Gel, çünkü sanatını da özgürce icra edebileceksin. Ama kötüysen de acından ölürsün, dikkat et. Burada devlet desteğiyle, siyasilerin falan itelemesiyle bir yere varılmaz. Varoşlara Mozart çalarak yeni bir aydınlanma dönemi başlatabileceğine ve iktidarı değiştirebileceğine inanabilirsin. Bunu yapabilirsin. Ama ilgi görmeyince küsmek, "Cumhurbaşkanı neden beni çağırmadı" diye üzülmek hoş karşılanmaz, baştan söyleyeyim. Gel, çünkü dilediğin gibi yazabilirsin. İnsanlar seni hapse atmak yerine yazdıklarını tartışırlar. Gel, çünkü burada eleştiri kurumsallaşmıştır. İşlerin daha iyiye gitmesi ve sistemin doğru işlemesi için eleştirinin gerekli olduğunu herkes bilir. Kimse işini yaptığın için sana dava falan açmaya kalkmaz. Gel, çünkü burada musluktan akan suyu içebilirsin. Çocuklarınla köşedeki parkta yüzünü güneşe verebilirsin. Bunun için dağ başında bir toplu konutta oturmana gerek yok. Şehirlerimizi öyle planladık ki, her semtte yeşil alanlar var. Ama öyle eşe dosta şirket kurdurup beton saksılara lahana ekmece yok. Doğayı doğal haliyle koruyoruz biz. Gel, çünkü burada yüzlerce yıllık ormanları kesip yerine ağaçlandırma adı altında 10 santimlik fideler sokuşturmuyoruz. Doğanın bitki ve hayvan zenginliğini koruyoruz. Gel, çünkü burada klasik müzik konserine gitmek için "entel-dantel" damgası yemeyi, saçın uzun diye küfür duymayı, başörtün var diye hor görülmeyi göze almana gerek yok. Rahat ol. Gel, çünkü burada kendi kültürünü yaşayabilir, kendi müziğini yapabilir, kendi hikâyeni anlatabilirsin. Beğenen izler, beğenmeyen izlemez. Ama kimse yasaklamaz. Ha kimse izlemiyorsa da izlemiyordur. Zorla güzellik yok.

SLOGANIMIZ DEĞİŞTİ
Gel, çünkü burada basit, az tüketen ve çevreye saygılı bir taşıt satın almak için çocuklarının geleceğini söndürmeyi göze almana ve borçlanmana gerek yok. Gel, çünkü yaptığın işin karşılığında insanca yaşabileceğin ve barınabileceğin kadar para kazanabileceksin. Ama beleş yok, işini iyi yapman lazım. Ben "bilmem kimin köyündenim"i kimse yemez burada. Gel, çünkü burada geleceğe umutla bakabileceksin. Gel, çünkü saygı göreceksin. Saygı göstermeyi becerdiğin sürece... Farklılıklar gelecekte en büyük zenginlik olacak. Farklı fikirler, farklı renkler, farklı yaşamlar, farklı alışkanlıklar, farklı insanlar, farklı kültürler. Dünyanın gittiği yer orası. Tek tip insana, tek tip yaşama, tek doğruya, tek yanlışa yer yok artık. "Gel," diyen büyüyecek, "Git," diyen yok olacak. "Gel, ne olursan ol gel," bu topraklardan çıkan, bu topraklardan çıktığı için övünüp böbürlendiğimiz, dünyaya her fırsatta "satmaya" pek meraklı olduğumuz sloganımız değil mi? Biz bunu hangi ara "git, ne olursan ol git"e çevirdik? [/size]

ALINTI_MEHMET TEZ
 
Bazen çok değerli sandığımız bir şeylerin ya da sözlerin özünde ne kadar yetersiz olduklarını özetleyen bir yazı olmuş.

Bu tüz yazıları yazanları ben imamlara benzetiyorum.

Çünkü kafalarındaki ezber bilgilerle herşeyi sarmalayacağını sanan bir psikozla gözler kapatılır ve dünyanın gerçeklerinden bağımsız olarak kimi zaman duygusal kimi zaman saptırılmış bir mantıksal mugalatayla ( bak yabancı bir kelime kullandım hava mı atıyorum acaba...) izleyiciler etkilenmeye çalışılır.

Söylenenlerin verili gerçekle ilintisizliği önemli değildir. Önemli olan bir şekilde dinleyenleri etkilemektir. Güzel yurdum bu şekilde yazılmış yazıların anavatanıdır aynı zamanda.

Biraz ukala ve ne kadar zeki olduğumu gösterme sorunum olduğundan anlaşılmamayı göze alma pahasına bu durumu Marks ve Hegel ayrımıyla açıklamak istiyorum. (Hay dilim kopsun bak yine çoğunlugun anlamayacağı örnekler vererek ne kadar zeki olduğumu ispatlamaya çalışıyorum. Allahım iyileştir beni...)

Hegelin diyalektik sistemini başaşağı çevirdiğini söyleyen Marks bunu şunun için söylemişti. Hegel kendi kafasında oluşturduğu bir ideal üzerinden evreni açıklamaya çalışırken Marks tam tersine aynı sistemi insandan yola çıkarak değil insanın içinde yeşerdiği maddi ve sosyal olgulardan hareket ederek açıklamaya çalışıyordu.

İnsanlık tarihinin hayatı ve toplumu anlamak için içine girdiği belkide en temel çelişkinin sonucuydu bu. Birisi gerçeği kendi ideallerinden diğeri içinde bulunulan koşullardan çıkarmaya çalışıyordu. Bense hangisinin haklı olduğu meselesinden çok sadece birinin tavrıyla açıklanmaya çalışılan gerçekliğe burun kıvırıyorum.

Biraz kendimi çok zeki gösterme takıntımdan olsa gerek! olayları görünen yanlarıyla değilde özleriyle kavramaya çalışıyorum. Bu yazı bu nedenle bana son derece hakamat( bak bak yine acaip kelimeler kullanarak kendini çok kültürlü gibi göstermeye çalışırken yakaladım kendimi...) kokan bir düşünce gibi geliyor.

Siz hırtlık yaparak zekiymiş gibi görünmeye çalışmama veriniz efendim :D
 
Bu tartışmalardan büyük keyif aldığımı söylemeliyim. Belki düşüncelerim karıştı biraz. Belki Baben’in dediği gibi laf lafı açmış, ayrı ayrı kulvarlara sapılmış. Ama olsun… Her düşünceyi karşılaştırma olanağını bulabiliyorsunuz. Belki de en iyi öğrenme biçimi budur!!!

Kimileyin yazılanları okurken keşke burada bir tıp uzmanı da olsaydı demeden edemedim. Hiç olmazsa bu konuyu onların ağzından dinleme olanağımız olurdu. Neyse…

Geçen gün doktor arkadaşlarla bir araya gelmiş, güncel konulardan söz ediyorduk. Sonra orada da laf lafı açtı, konu doktorlara geldi. Doktorların halka yabancılaştığından, uzmanlaşmanın getirdiği çıkmazlardan söz ettik. Neden doktorların hep burnunun havada olduğunu sordum. Bir doktor arkadaş dedi ki: “ Çünkü doktorluk mesleği, tanrıyla insan arasındadır. O bir büyücü gibidir. İnsanları iyileştirir. Bu rolü üstlenen insan da ego öyle gelişir ki, kendini başkalarından farklı görmeye başlar. Sonuçta ne olur? Kendini diğerlerinden üstün olduğuna inanır. “ Doğrusu bu yaklaşım bana oldukça ilginç gelmişti. Her neyse…

Kuyucuk demiş ki:

“….Çocuk felci, önleyici tıp yetersizliği kurbanı (?)… Tekerlekli sandalyeli… “

Bence az gelişmiş bir ülkede devletin bu konuda önlemler almaması ve bireylerin sakat kalması önleyici tıp yetersizliği ile açıklanamaz. Bu şuna benziyor. Hergün gazete başlıklarında okuruz hep. “Sel can aldı. “ , “ Yurdun çeşitli bölgelerinde ishal 5 çocuğun ölümüne neden oldu” Sel can alıyor. İshal ne yapıyor? 5 çocuğun ölümüne neden oluyor. Böylece gerçekler dil ile örtülüyor. Neden? Çünkü, belleklere böyle işleniyor. Can alanın sel ya da ishal olduğu belletiliyor. Sel canlı mı? Nasıl oluyor da can alıyor? Böylece asıl sorumluluklar ve önlem almayanlar bir şemsiye altına alınıyor.

Türkiye’de çok şey yanlış. Eğer kavramları da yerli yerinde kullanırsak en azından nesnel düşüneceğimize inanıyorum. "Tıp "çok soyut bir kavram. Biz neyi tartışıyoruz? Bir meslekten mi söz ediyoruz? Yoksa bir sistemden mi? Bir bilimden mi? Yoksa o bilimin dallarından mı? “Tıp” insanlara niye zararlı olsun ki… Bu tıp nasıl bir şey ki !!! Yoksa bir canavar mı? Yoksa bir ejderha mı? Vehayut tıp etiğinden mi söz ediyoruz? Valla! Hepsi çorba olmuş galiba :lol: :lol:

Peki! Bu kadar kavram kargaşasının içinde doğruyu nasıl bulup çıkaracağız? Hiç de kolay gözükmüyor. Öyleyse düşünmenin de bir yöntemi olmalı. Düşüncelerimiz de mi postmodern oldu dersiniz?

Her şey değişiyor. Hem günlük yaşamımızda hem ülkemizde. Hem de dünyada. Sistem insanın her anını kuşatıyor. Sistemin yürümesi için her şeyin doğru olması gerekir. Yoksa sistem çöker. Peki sistem kendini nasıl doğru ve meşru gösterir? Bunun tek yanıtı vardır. İdeoloji. Bir zamanlar heryerde çeşmeler vardı. İsteyen istediği gibi su içerdi. Sonra gün geldi, değişti her şey. Şimdi parayla su satın alıyoruz. Nasıl oluyor bu? Yeni bir ideoloji üretilir. Böylece yapılanların meşru olduğu kabul ettirilir.

Bugün, burjuvazi tüm dünyada bir sistem kurdu. Bu sistemde herkes yeteneğine göre bir iş tutar. Yeteneğine göre iş tutan insan, uzmanlaşarak ona çivilenir. Ben cerrahi uzmanıyım, ben bilgisayar uzmanıyım der. Böylece doktorlar doktorları tutar. Hakimler hakimleri v.s. v.s. Siz de zaten ne onların yazdıkları reçetelerden bir şey anlarsınız. Ne de hukuksal terimleri bilirsiniz. Herkes kendi uzmanlığını korur.

Sistemin yürümesi için her şeyin satılıp alınması gerekiyor. Cinsiyette böyle… Niçin peki? Çünkü sistemin yürümesi için sisteme uygun bir ahlak gerekiyor. İşte sistem o yaratılan ahlakı da koruyor. Sonra da cinsiyet özgürlüğü deniliyor buna. Artık özgürlük bile denetim altındadır. Peki neyin özgürlüğü? Sistemin ürettiği nesnelerin özgürlüğü… Yoksa sistem hiç kimseye karnın aç mı, tok mu diye sormuyor.

Bence parçalara bakmak yerine bütüne bakmak gerekiyor belirtildiği gibi. Bugün tıp insanlığa yararlı mı? zararlı mı diye sorarız. Yarın öbür gün medya insanlığa yararlı mı, zararlı mı diye sorarız. Bunun sonu gelmez.

Kuriler radyoaktifliği keşfederek insanlığın önünü açtılar. Bugün emar çekildiğinizde bile onun keşiflerinden yararlanıyoruz. Eğer herhangi bir yerinizde bir rahatsızlığınız varsa onu tüm ayrıntılarıyla görüyorsunuz. Bu nedir? Kurilerin insanlığa yaptığı bir katkıdır. Daha sonra onların açtığı yolda diğer bilim adamları ilerleyecekler, atamu parçalayacaklardı. Sonra da 1945’de Japonya’ya ilk atom bombası atılarak milyonlarca insan ölecekti.

Demek ki, her şey insanın ve insanlığın elindedir. Bugün, amacı yalnızca insana hizmet etmek olan, kapitalizmin dayatmalarına karşın direnen doktorlar tanıyorum. Evet, az da olsa var. İşte onlar direnen insanlığın sesidir.
 
Ohoooo Sevgili angel'm, Pegasus'la benim bir arada katıldığımız başlıkların çoğu böyledir. Keyifli oluyor ;) "Başlık sabotajı" diyorum buna.. "Entel Geyiği" de olur. :p

angel'm' Alıntı:
[size=4] Kuriler radyoaktifliği keşfederek insanlığın önünü açtılar. Bugün emar çekildiğinizde bile onun keşiflerinden yararlanıyoruz. Eğer herhangi bir yerinizde bir rahatsızlığınız varsa onu tüm ayrıntılarıyla görüyorsunuz. Bu nedir? Kurilerin insanlığa yaptığı bir katkıdır. Daha sonra onların açtığı yolda diğer bilim adamları ilerleyecekler, atomu parçalayacaklardı. Sonra da 1945’de Japonya’ya ilk atom bombası atılarak milyonlarca insan ölecekti. [/size]

İşte budur! Tarihin yaşanmış en büyük paradoksu. Var mı bir benzeri daha?



aksahin' Alıntı:
SEVGİLİ BABEN ABİ
SANALLA REELİ BİR BİRİNE KARIŞTIRDIĞIMI SANMIYORUM.
SAĞLIK SEKTÖRÜNDE DÖNEN RANTLARDAN CANI YANAN BİR KİŞİ OLARAK YAZMIŞTIM O YAZIYI.


ŞİMDİ BANA AÇIKLARMISINIZ
SANALLIK BUNUN NERESİNDEDİR.?
VE BU BİRİLERİ KİMDİR ?
...

Yazıya "bir roman okudum", "geçen gün seyrettiğim filme göre" vb. başlarsan SANAL âlemden giriş yapmış olursun. Oradaki verilerle REEL âlemi yargılamaya kalkarsan SANALLA-REELİ bir birine karıştırmış olursun!! (Ben de yaptım ama benimkisi yargılama değil benzetme (teşbih) aşamasında kaldı. ;) )

Oysa ikinci yazında olduğu gibi, başından geçenleri olduğu gibi anlatırsan ve sorgulamaya/yargılamaya devam edersen doğru olanı yaparsın.


O anlattıklarını (hatta daha ağırlarını) tıp sektörüne işi düşen hemen herkes yaşıyor, ama bu olumsuzluklar yüzünden sektörü olduğu gibi sorumlu tutmak, düşman ilan etmek olmaz!! Bu, Pegasus'un (ve benim) dediğinin tersine ormanı değil de "Tek tek farklı tipteki bir ağacı ele alıp onun kabuklarıyla dallarıyla ilgilen"mek oluyor. "Düşman" sektör değil tüm bir "sistem"dir. "Birileri" de sistemin asalaklarıdır!




Pegasus' Alıntı:
Baben abi, yaşlandıkça milletin görüşü zayıflar, senin yaşlandıkça görüşün keskinleşiyor yahu. Tek tek farklı tipteki bir ağacı ele alıp onun kabuklarıyla dallarıyla ilgilenen abilerimize karşı ormanı görmeye ve göstermeye çalışmana hayranım.
...

:oops: :oops: Demek ki, temeli sağlam atmışlar.. :D Bir de "değirmeni" (burada 'beyin'i oluyor) boş bırakmamak olgusu var. Değirmen boşa çalıştığında dişleri birbirini parçalarmış..



Pegasus' Alıntı:


Ama tam da bu noktada sormak gerek. İnsanlık bu yönde hareket ediyor diye insanlara bu işin sonunu göstermemek mi lazım? …
Pegacım, sorunu yanıtladığımı sanıyordum ama biraz daha açayım:
Baben' Alıntı:
.. daha önceleri başka yazılarımda belirttiğim gibi, modern toplumda tepki, ancak ve ancak bilinçli + örgütlü olduğunda geçerli, etkili ve kalıcı olur.

Senin söylediklerin, arkadaşların anlattıkları vb. olayın bilinç kısmını oluşturuyor.. Buna bahçe merdiveninin bir ayağı diyelim. Ama öbür 'ayak' da (yani örgütlülük, organize olmak gibi vasıflar da) olmayınca merdiven nasıl bir işe yaramazsa; 'bilgi'nin bireyde kalması, örgütsüz ve eğitimsiz halka/topluma aktarılamaması, 'kişisel mastürbasyon'dan öteye geçememesine neden oldu, oluyor, olacak! Türkiye'nin son 6 ayında (aslında tüm tarihinde ;) ) yaşadıklarını ve bundan sonra yaşayacaklarını bu paragraf özetlemiştir sanıyorum.

Ol sebeple, topluma/halka/insanlara (senin de belirttiğin gibi) kızmak, küsmek, 'ben oynamıyorum, bilyelerimi verin' triplerine girmek, çocukça bir eylemden öteye geçmiyor!


İşin ilginci, önden çekişli, arkadan itişli boyalı medyamızın aydınımsıları, bu tür konular açıldığında 'mal bulmuş mağribi' gibi atlayıp, derin ve engin görüşlerini; olanca laf kalabalığı ve demagoji ile sapla samanı birbirine karıştırarak, sanki çok çok önemli bir şeyler diyormuşçasına gözümüze sokuyorlar. Ama ortada sabun köpüğünden başka bir şey yok, yine.. :(



OturanBoğa' Alıntı:
...
İşte tıbbın üstünde dolaşan kara bulut budur.

Bülentçim, üzerinde kara bulutlar dolaşmayan adam gibi bir sektör var mı? Söyle dişimi kıracam.. :twisted:
 
şener şen, müjde ar'lı arabesk filminde bi sahne vardı.
müjde ar gelinliğiyle düğünden kaçar, istanbul yollarına atar kendini.
yolu bi gece yarısı kamyoncu kahvesine düşer ve içerdekilere:
- ağalar beyler istanbul nire? diye sorar
20-30 kamyoncu uçkurlarını çözerek
- gösterelim anammm..! derler.
daha sonra kızının peşinden annesi de düşer istanbul yollarına.
o da aynı şeyleri yaşar. yol boyu anammmm diyen üstüne çullanır
neyse istanbul’da kızını bulur, kız evlenmiştir.
damat; size anne diyebilir miyim dediğinde
- aman bana ana deme anam diyen üstüme çıktı der.
***
30A ortaköy aksaray belediye otobüsü. yıl 1978-79 falan.
- hava yeterince karardı bizi gören olmaz...
hadi bi karaköy yapalım dedik. 4 üniversite öğrencisi bindik otobüse .
kemeraltı'nda inmemiz lazım ama utanıyoruz. iki durak önce tophane'de inip eylem adımlarıyla yürüyoruz. eylem adımı:
yere raprap topuğunla basacaksın, belli bi hedefi gözüne kestirmiş ve bir an önce oraya ulaşmak ister gibi sağa sola bakmadan koşar adımla yürüyeceksin. kesinlikle eller cepte olacak ki seni dolu sansınlar.
parkanın kapşonu takılı olacak ve atkını yüzüne saracaksın sadece gözlerin gözükecek. gardını almış boksör gibi omuzlarını kısacaksın.
böyle yürüyoruz ki millet bizim keraneye gittiğimizi anlamasın. tamamen bilinç dışı.
Dördümüz de ayrı fraksiyonlardanız ama eylem birliği yapmışız.
100 küsur fraksiyon vardı, yani marks'ı, yani okudukları aynı kitapları 100 ayrı şekilde yorumlayan 100 küsur örgüt.
hedefe kitlenmiş lazer güdümlü uçaksavar füzesi gibi giderken arkadaşlardan biri.
biz ne yapıyoruz? her türlü sömürüye karşıyız diyoruz.
kadın bedeninin sömürülmesinin en ahlaksızca olanına kapital sağlıyoruz diye başlayan uzun bi özeleştiri yapmaya başladı.
- marks der ki...!
bu "marks der ki"ler o kadar çoktu ki hayatımızın her alanına kök salmıştı.
maça mı gidilecek önce bi marks amca ne demiş ona bakılır.
uygun bi klişe bulunur ona göre hereket edilir.
- öhü öhüü kemal arkadaş seni stadın orda görmüşler.
futbolun toplumun afyonlarından biri olduğunu bilmiyor musun?
- marks der ki..!
bilardo yasak..okey yasak..tavla yasak
marks der ki..!
bazen kendi kendimizle dalga geçerdik.
- arkadaşlar şimdi ben bu çayı iki şekerle içiyorum. diyalektik materyalizmin tarihsel sürecinin yadsınamaz gerçekleri doğrultusunda emek sermaye çelişkisine katkı da bulunup bulunmadığım konusunda bi öz eleştiri vermek ve bundan sonra çayımı tek şekerle içeceğimi sizlere ilan etmek istiyorum gibi terminoloji salatasından oluşmuş anlamsız cümleler kurarak kafa yapardık.

o gece marks amca korkusundan geneleve bile gidemedik. alageyik sokağını transit geçip karılara vereceğimiz parayla istiklal’e çıkıp çiçek'de bira içtik.
o sakalından asılasıca marks amca yüzünden klozete akıttıklarım rantabl şekilde değerlendirilebilseydi dünya nüfusunu ikiye katlardım, gençliğim çürüdü bea. :)

sevgili pegasus arabesk filmindeki kadının "bana ana deme" demesi gibi
bana ne dersen de marks deme.

hamiş: kemaraltı yokuşunu tırmanırken marks derkiiii deyip pişmiş aşa su katan herif şimdi CHP nin MYK sında.
kesin orda da fırsat buldukça atatürk derkiiiii...! diyordur.
neyse ki canım ciğerim atatürk’ün söylemleri uçkur boyutuna kadar indirgenemedi henüz.

MODEL ÜLKE OLMADAN Bİ İDEOLOJİ, HADİ İDEOLOJİDEN VAZ GEÇTİM REFERANS GÖSTERİLEN İDEOLOĞUN BELİRLİ VE KISITLI ÖĞRETİLERİ BİLE TOPLUMA ANLATILAMAZ. HAA TABİ MAKSAT AKADEMİK GEYİK, ENTELLEKTÜEL MASTIRBASYON DEĞİL, TOPLUMA YANİ ORTALAMA EĞİTİM DÜZEYİ İLKOKUL 4 OLAN TOPLUMA YÖN VERMEK, ONU BİLİNÇLENDİRMEKSE TABİİ.
 
Üst Alt