Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Dünya Müziği ( Her Telden Nağmeler )

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

bayke

Üye
Üyelik
6 Nis 2005
Konular
58
Mesajlar
588
Reaksiyonlar
0
önce bu chris spheeris'le beni tanıştıran andante'ye teşekkürler.
albümden iki parçayı aldım buraya.

1. electra muhteşem bi göbek havası ama bildiiğniz gibi değil hele sonlara doğru ritm bi hızlanıyor ki sormayın ölüyü bile oynatır derler ya öyle.
ama mustafa kandıralı tarzı bi şey ummayın çünkü bu bir newage.


2. bence romantik müziğin doruğu...aşıksanız ağlarsınız değilseniz yine "ulan ben niye aşık değilim" diye ağlarsınız :lol:
bu parçaların ikiside enstrümantal ve newage.
 
bayke gerçekten harika bir parça teşekkürler. Dikkat ettiysen bir parca diyorum çünkü ikisi de aynı parça. :)
 
saol pegasus nasıl atlamışım onları ben uploadlamıştım
(yavrumm beaa türkçeye bak..! ) hemmen değiştirdim..şimdi indir.
 
Çok ilginç... Yahu isme bakınca eseri yapan arkadaşın yabancı olduğu görülüyor; ancak ben ezgileri çok bizden buldum desem yeridir.

Çok güzel parçalar ama bunlar bizim anladığımız türden oyun havası değil. Bayke sen şu Harem in CD sini bir al da bak ölü nasıl diriltiliyomuş gör derim.

Birde Eros, electra gibi isimler koymuş parçalara freud un kitabından mı bulmuş isimleri? :)

Sonuc olarak paylaşım için teşekkürler.
 
Pegasus' Alıntı:
Çok ilginç... Yahu isme bakınca eseri yapan arkadaşın yabancı olduğu görülüyor; ancak ben ezgileri çok bizden buldum desem yeridir.

...

"Akdenizli" olduğu anlaşılıyor zaten..

.. de öylesine sahiplenmişiz ki, işimize gelen tarafını; onlar mı bizden alıyor, biz mi onlardan almışız karmakarışık olmuş.. ;)

Hani, kimine göre 2500, kimine göre 3500 yıllık anlı-şanlı bir tarihimiz var ya (Pegasus'a sobe ;) ) işte o tarihin yalnızca 1000 yılında Akdenizliyiz. (O da şüpheli ya… Üç tarafımız denizle çevrili.. Çoğumuz denizi haritada görüyoruz ancak.) Ama onlar doğma büyüme Akdenizli.. Şimdi söyleyin bakalım.. Kim, kimden, neyi, ne kadar almış? :?:
 
:) Baben merhaba, seni oryantalist seniii.. :)

Şimdi saydıracaksın bana batının bizden aldıklarını o olacak:)

Hayır sayınca ortaya fazla bir şey çıkmayacağından değil; üşeniyorum...:)

Ama ucundan göstereyim mesela ne olcak ki.

İlk kez uçan biziz abicim. Rotası Cenevizlilerin yaptığı Galata kulesinden Üsküdara diye bilinen ve aslında rivayetten öteye gitmediği söylenen o meşhur Çelebi uçuşu aslında Pekin dolaylarında son bulmuştur. Ama bunu kitaplar yazmaz tabi...Ben nerden mi duydum? Üst kattaki Ayşe teyze söyledi. Kendisi dini bütün, evliya nitelikleri taşıyan bir türk halk büyüğüdür, beş vakit namaz da kıldığından yalan söylemesine imkan yoktur.

Sonra kahvelerde süregiden entellektüel pozlamalı muhabbetlerin vazgeçilmez konusu... Evet tuvalet meselesi...Fransanın meşhur barok tarzlı sarayı Versay...Yüzlerce odası var ; ama tek bir tuvaleti yok bu sarayın. Düşünsene bizimkiler her ne kadar bilim dünyasına ışık tutmamış olsalar bile en azından 1658 yılında bu saray bitirildiğinde ellerinde tuvalet taslarıyla saray koridorlarını arşınlamıyorlardı.

Şu diyaloğa dikkatinizi çekerim ki bu tarz bir ko0nuşmayı Türk tarihi kaydetmemiştir.

-İyi günler ekselans
-İyi günler...

-Nereye gidiyorsunuz?
-tuvalet kabımı boşaltmaya!!!

-Ya pardon ama hazır gitmişken benimkini de boşaltıp gelir misiniz???

Hassst....

Bu tarz konuşmaların bizim saraylarımızda geçmediği malumdur; zira harbi harbi bizim bundan bin yıl önce bile bir tuvalet kültürümüz vardı abicim.

Tarihimizde övünülecek konular arasında bu tarz bir ayrıntının olması üzerinde daha derin bir tahlil yapmaya gerek görmeden sıvışılacak konuların başında geldiğinden yan odaya geçelim...Ve harbi harbi bi ışık tutalım geçmişimize...

Mesela Avrupalılar Kepler, Bruno, Nevton, Galile gibi gök bilimcilerinden övünerek bahsederler. Ben de Türk tarihinde astronomiyle ilgilenen bir çok büyüğümüz olduğu konusunda parçalanacak- ki doğrudur- edebiyata derinlemesine dalmadan bu büyüklerimizden birine dikkatinizi çekmek istiyorum. Adamımızın adı Takiyuddin Efendi. Kendisi saygıdeğer bir müneccimbaşıydı ve Tophane sırtlarında bir gözlemevi vardı. Canım ne olacak müneccimbaşıysa kepler de papazdı. Neyse bu büyük adam ve gözlemevi Şeyhulislam Ahmet Şemsettin efendinin gözlem yapmanın , evrenin sırlarını araştırmanın memeleketi felakete sürükleyecek bir dinsizlik olduğu yönündeki fetfası üzerine 3. Muratın emriyle denizden topa tutularak yok edilmişti. Kendisinin böyle talihsiz bir akibeti olması ayrıntı tabi. Hem Bruno da yakılmıştı İtalyada. Neyse gördüğünüz gibi zorlayınca sağdan soldan hemen her alanda mümtaz şahsiyetlerimiz dökülüyor ortalığa.

Efendim açınız bir felsefe kitabı ve bi bakınız "entiüsyonizm" denilen akımın temsilcisi kimdir? Bildiniz...Bir batılı! Zaten her hangi bir felsefi akımı ya da sistemi bir doğulu kurmuş olamaz...Olmamalı. Hatta entiusyonizm denilen sezgicilik gibi tamamen doğunun ruh halini yansıtan bir konuda bile. Bu felsefede zeka maddeyi bilebilir fakat asıl gerçeği bilemez...Asıl gerçek ancak zaman içinde sezgi denen ve insana has bir yetiyle kavranabilir. Yav Bizim gazaliyi okuyan dincilerimiz bunları okudukça ne kadar delirse haklıdırlar zira Gazalide uluhhiyet kavramına doğru yapılacak küçük bir yolculuk adamın 1866 da doğan Bergson dan yüzlerce yıl önce 1057-1111 yıllarında yaşayıp bu konularla kafayı yediğini hatta aklı dışlayan bu tavrı nedeniyle İslamda "Meşşai" akımı olarak dillendirilen İslam rasyonalizmine ciddi darbeler vurduğunu bilirler...Ama ne hikmetse bunu da batılılar bulmuştur.

Neyse bu konularda en samimi olması gereken bilim dalının sosyoloji olduğunu varsayarak bir sosyolojiye giriş kitabı açalım. Buyrunuz...Sosyolojinin kurucusu kimmiş? Agüsto Comte(!??) Niye? E çünkü olguları tarafsız objektif değerlendirmelerle açıklamaya çalışan ilk ki,işiymiş...Bizim 13. y.y da yaşamış İbn Haldun mezarında taklalar atıyordur bunları duydukça. Çünkü bu yaklaşımın da ilk temsilcisi İbn Haldun dur. Sadece "Mukaddime" adlı eserini okumak bile meseleyi açıklığa kavuşturur.

Ara not: İçerde bi sürü insan var bayram için gelen. Kurtulmak için ders yapıyorum diye odama kapanmış durumdayım. Yani bu insanlar gidene kadar kafanızı şişirmeye devam edeceğim :twisted: :twisted: :twisted:


Devam edelim...

Geçenlerde bi daha anlatmıştım.
Şu tiyatro olayı. Sorsanız tarihini cevap hazır; Efendim eski yunandan başlamış. Vay anasını! Yani onlardan önce bi allahın kulu bi kayanın başına çıkıp bir şeyler anlatmamış öylemi koskoca Çin de Hindistanda Mısır da.

Yani dicem oki babacan:)

Tamam belki biz bazı ezgiler aldık bu kardeşlerimizden. Hatta belkisi fazla almışızdır da. Ama verdikte be babacan. Kim az kim çok vermiş muhabbetine giremeyiz. Çünkü tarih denilen bilim(!??) oyle bir çifte standart abidesi ki aslında kim kime ne vermiş ne almış objektif bir değerlendirme yapmak namümkün. Müzikte mesela yunan müziğinde ciddi bir doğu havası var. Ama onlarla akraba (Romalılık bağlamında)İtalyada yani batı Romada yok böyle birşey. Sadece bu gerçekten hareketle kim kimden ne almış sorusuna cevap niteliği taşıyabilecek izler edinilebilir. Mantıksal akıl yürütmeler bazen kanıtlardan çok daha işe yarardır.

Şimdi yarı şaka yarı ciddi bunları yazınca ulen ammada faşoymuş diyebilir birileri. Bu arkadaşlara da baştan söyleyeyim. Ben ne Türklerin ne de başka milletlerin diğerlerinden ne fazlaları ne de eksikleri olduıklarına inanıyorum. Tarihe diyalektik bir gözlükle bakıldığında koşulların bazı ulusları ekonomik- dolayısıyla kültürel- olarak ön plana aldığı doğrudur. Bir tahteravalli gibi kimi yükselir kimi iner; ama şuda bir gerçektir ki hiç bir tahteravallide karşınızda birileri yokken yükselemezsiniz. Yani etkilenim ondan ya da bundan olsun, bu etkilenimi o ya da bu daha iyi kullanıp yükselişine katalizor eylesin tarih bitmiş bir süreç değil. Zaman avuçlarında ne getirecek; bugün ışıl ışıl parlayan medeniyetlerin yüz yıl sonraki fotoğrafları ne olacak bilemeyiz. Keşke Volney in Yıkıntılar adındaki o müthiş kitabındaki gibi bir peri elimizden tutup tarihlerin üzerinden dünyaya bakmamızı sağlayabilseydi. O zaman o mağrur Roma nın başına gelenleri tekrar görür, Antik yunanlıların torunlarının Ortodoks softalığıyla dedelerinin kemiklerini sızlatacak faşoluklarına dikkatle bakar devam edince de insanı şaşırtmak üzere yemin etmiş tarihin gelecekteki yolculuklarıyla şoka uğrardık. Ama olmuyor. Keşke en babamız altına kaçırarak yaşamak pahasına yüz yaşını görse de medeniyetlerin, kültürlerin aslında ne olduğunu ve nereye gidebileceklerini görüp evrensel değerlendirmeler yapabilecek gözlemleri edinebilseydi bin yıllara uzanarak...E bu olmayınca da basit savunma pozlarına girip varoluşumuzu meşrulaştırmaya çalışıyoruz.

Benim tavsiyem böyle anlarda uzaya kaçın...Harbi diyorum...Uzayın akıl almaz devasalığı, bağrında barındırabileceği inanılmaz olasılıkları, gelecekte insan neslinin uzayda yapabileceklerini, keşfedilmiş olası gezegenlerdeki olası yaşam formlarını düşününce bu türden konular o kadar komik kalıyorki. Bu düşüncelerğin evrildiği düzlemde türklük mürklük hikaye oluyor. İşte o an evrensel insan zekası adına tek bir kimliğe bürünüyorsun ve diyosun ki ulan bunların hepsi salaklık. Gelecekte uzayda insanolu tüm anlaşmazlıklarına bir son vermek zorunda kalacak. Çünkü o bilinmezlikler en küçük bir ayrımcılığı bile affetmeyecektir. Torunlarımızdan biri bir uzay gemisin de canı sıkılıp şöyle on bin yıl kadar gerilerden yani günümüzden bir şeyler okuyayım dediğinde bizleri anlamakta güçlük çekecek belki evrimle kimbilir hangi hali almış kıçıyla gülecektir yaptıklarımıza.

"Politikacılık" tarihten muhtemelen silinecek ama "devlet adamlığı" evrensel bir boyut kazanıp tüm insanlığı ortak hedeflere yöneltecektir. İşte o zaman torunlarımızın aslında bir yunan mı yoksa bizim Trabzonda hamsi avlayan bir karade4nizliden mi geldiği önemini kaybedecektir. Ya da ki,m kimden esinlenerek müzik yapmış...

Ya düşünüyorumda...
Hazır uzaya açılmışken..:))

Şimdi diyelimki bizim bu torunlar uzayda bi gezegen keşfettiler. Baktılarki atmosferi var. Oksijen fana gırla..Hatta su da var bu memlekette. E yerleşelim bari dicekler demi... Ama bu gezegenin yerçekimi bizim eski Dünya dan farklı olacaktır. Hadi diyelimki bizim torunlar burda çok az bir enerji arcayarak mesafe katedebilecekler. Yani yerçekimi az olduğundan bunlar küçük bi zıplamayla yüz metrelik bir mesafeyi uçarak geçecekler. Şimdi bir düşünelim neler olur.
Nesiller sonra bu yeni ortama uyum sağlayan insan bedeni gerek görmediği bacaklarından kurtulmak durumunda kalacaktır. Evrim burda tersine garip bir şekilde işleyecektir (Dindar arkadaşlar burdan gerisini okumayabilirler. Malum evrim dıslanınca yazılacaklar anlamsız kalacak) Neyse bu torunlar bacaklardan kurtulacaklar ve kelimenin tam anlamıyla bacaksız bir insanoğlu çıkacak ortaya. O zaman bu uşaklardan bir kısmı yav hadi bi Dünyaya gidelim derseler ne olacak??? Amcamlar dünyada sakat olacaklar...İşte alın size engellilik bağlamında hiç akla gelmeyen bir sorunsal..:)):) torunlarımızın başına gelebilecek sorunlar hakkında kafa yormak sorumlu vatandaşlığın gereği olduğundan konu üzrerinde düşünüp sonucları tarafıma bildiriniz efendim:)

Ev boşaldı ben kaçıyorum

Byes :twisted:
 
Pegasus' Alıntı:
Üst kattaki Ayşe teyze söyledi. Kendisi dini bütün, evliya nitelikleri taşıyan bir türk halk büyüğüdür, beş vakit namaz da kıldığından yalan söylemesine imkan yoktur.
yafu pegasus dostum kusura bakma ama referansın ayşe teyze olunca inan aşağıda yazıdığın o uzun yazıyı okumak içimden gelmedi ama yinede söyle bi baktım. yalnız elmalarla armutları karıştırmayalım, kültür ayrı şeydir bilim ve teknoloji ayrı. yazdıklarında doğruluk payı yüksek onu da söyleyeyim.
yalnız bilinen bir gerçek vardır. bir ülkeyi zaptedersiniz ele geçirirsiniz ama hangisinin (işgal eden/edilen) kültürü baskınsa o öne çıkar. silahlar toplar tüfekler kelle koparmalar buna engel olamaz. osmanlıda da arap, iran,yunan kültürü baskındır. mesela mevlananın mesnevisinin tamamı farscadır. yunanı,rusu,japonu kendi alfabesini kullanırken niye biz yüzyıllarca arap alfabesini kullandık? yani diyeceğim şu: baben olayı kültür açısından ele almış sense daha çok bilim teknoloji... elma armut karışmış.
 
Babacan sen yazıyı bi oku ardından Ayşe teyzenin referanslığının ne anlama geldiğini daha iyi anlarsın.:) Bilim kültür birbirine karışmış; yav kimin umrunda...Ben Baben e cevap verdiğimde kuralları bi kenara koyup öyle girişiyorum:) Zevki de orda zaten :)
 
Açıkcası harika bir konunun içine dalmışsınız sevgili dostlar...

Tarafsız olmayı bir şey sanan bizler tarafsızlık adına garip durumlara düşerleriz. Bilmeyiz ki; tarafsız olan sonunda bertaraf olur. Bu sebeple bende taraf olacağım.
Pegasus dostum seninleyim bu konuda. Bunun bir çok nedeni var kuşkusuz. Bayke dostum uzun yazıları okumak seni sıkıyor ama bazen de özellikle söz konusu müzik olunca iki cümlelik yazılar olmuyor işte. Ne olur sen biraz dayan ve yazılanları okumayı çalış.
Evet arkadaşlar sanırım bu konuda müzevazilik yapmayacağım, benim ilgi alanınım dışında bilgi alanıma girdiniz. iyi de yaptınız.
Bir müzik eğitimcisi olarak değil, Üniversite yaşamını müzik tarihi üzerine yapmış bir kişiyi bu anlamda ciddiye alırsınız sanırım.
Bizler bu okulda ilk yıllarımızı tamamlamaya çalışırken bizlere öğretilen şey müziğin evrensilliği yanında müziğin ülkelere ait özelliklerinin ön planda olmasıydı. Gerçekten de müziğe; kardeş müzik evrenseldir, gibi doğru ama sınırlayıcı ve biraz da aptalca bir olguyla yaklaştığımız sürece bu konularda bir yere varamayız.
Burada sevgili dostum baykenin sizlere dinlettiği müzik bildiğiniz gibi new age tarzı bir müzik. Bu müziğin bile öylesine çok çeşitleri var ki vallahi takip etmekte ben bile zorlanıyorum. Hele bu tarzın etnik olanları nı konuşmaya başlasak ve hepsinden birer örnek vermeye çalışsak burada yer kalmaz.
Çok sevdiğim bir başka dostum neşeyle " Dağ başını duman almış " marşını söylerken ah keşke tüm marşlarımız böyle olsa gibi bir cümle sarfetmişti. Ve bende ona bu marşın aslında İsveç orman marşı olduğunu söylediğimde yüzünde beliren şaşkınlığı hala hatırlıyorum.
Oysa aslı bize ait olmasa da bizimle öylesine bütünleşmiş bir marş ki, müziğinin kime ait olduğu pek önemli değil. Önemli olan bizde uyandırdığı coşku olmalıydı ama insanların özünde damgalamak ve kendimize ait bir şeyleri görmek, imzayı atmak gibi kişisel nedenler daha ağır basıyor demekki.
Üzerinde yaşadığımız toprak parçası bizden öncede bir çok medeniyete kuşkusuz ev sahipliği yapmış bir toprak parçası. Örneğin;
Doryalılar......
Ya nerden geldi şimdi bu aklına demeyin. Onlardan bize miras doryen makamı vardır mesela, bizim hüseyni makamına çok benzeyen bir makam.
Frigyalılar....
Frijyen makamı, onlardan mirastır, hemen hemen kürdi makamına denk gelen bir makam..
Birebir aynı değil kuşkusuz, temelleri var ama bizde getirdiğimiz başka kültürlerle bunları bugün bile kullandığımız şekle sokmuşuz. Bu bir zenginliktir.
Geleneksel müziklerin dışında dünyanın her yerinde müzik diğer kültürlerle iç içe girmiş ve zenginleşmiştir. Gerçekten de müzikleri bir büyüteç altında sanki bir cenin araştırır gibi incelemeye başlarsak komik hallere düşeriz.
Ama bu konu da herkes doğunun zenginliğini asla unutmasın.
İster kabul edin ister etmeyin, isterseniz beni de faşo gibi değerlendirirn sanatın kökeni doğudan gitmedir batıya, özellikle söz konusu müzik olunca.
Bugün piyano dahil tüm çalgıların kökeni doğudur. Ancak doğulular bizde dahil olmak üzere yaratılanları paylaşmak adına, sosyal bir çok nedenlerle de onlara imza atmayı beceremeyen toplumlarız.
Batılı doğudan aldıklarını, geliştirerek altına da imzasını atmayı çok güzel becermiştir.
Obua.... şu harika çalgı... Bilinen zurnanın geliştirilmiş şeklidir.
Böyle binlerce örnek yazılabilir.
Gitar.... Doğuluların ud a benzeyen çalgısının önce lut sonra gitar şeklini alması ve sanki ispanolların çalgısı gibi algılanması işin başka tarafıdır mesela.
Yaratmaktan önce onu kullanmak ve sanki yaşantının bir parçası haline getirebildiğin anda ortaya çıkan şey ne adına olursa olsun artık o ülkenin adıyla anılacaktır.
Bizler son derece aşağılık komleksine sahip bir ülkeyiz bu anlamda. Bu konu da yaptığımız kendimizi küçümsemenin sosyolojik açılımlarını burda yapmak niyetinde değilim ama işin aslı budur. Çok bilinen bir örnekle açıklayayım.

Mozart ve Türk marşı....
Şimdi; önce bir konuyu ortaya koymak gerek. Bildiğiniz gibi edebiyatta bir çok biçimler yani formlar vardır. Roman, şiir, deneme vs....
Hiçbirimiz kalkıp bir romana şiir demeyiz mesela biliriz arasındaki farkı.
Müzikte de aynı edebiyattaki gibi biçimler vardır. Konçerto, senfoni, sonat... bunlardan bir kaçıdır.
Şarkı da bir müzik biçimidir, marşta bir müzik biçimidir.
Edebiyatta karıştırmadığımız bu biçimleri müzikte karıştırırız.
Mozartın bu eseri piyano için yazılmış bir sonattır. Kalkıp buna marş demek, inanın bir romana deneme demeye benziyor.
Önce bu teknik hatayı yapıyoruz, hadi affedelim....
İkinci olarak sanki Mozart Türkler için," ya durun bu adamlara bir beste yapayım " demiş gibi kişiselleştirip Türk Marşı diyoruz...
Ya uyduruyormuyuz yani bunu tüm dünya böyle biliyor gibi sesleri duyar gibi oldum şimdi.
Evet arkadaşlarım uyduruyoruz.
Henüz müzikte nüans terimleri pek gelişmediğinden Mozart bu sonatın son bölümünü Osmanlıların Mehter müziğindeki gibi çoşkulu çalınacak anlamında küçük bir not yazmıştır nüans olarak;
allaturca..... Yani sonderece coşkulu, bastırarak, canlı.....
ve biz kalkıp bu eseri Türk marşı yaptık çıktık.
Bu hem Mozart ta hem de Türk Müziğine büyük bir hakerettir aynı zamanda.
Evet Mozart Viyana kapılarına kadar dayanan ordunun çaldığı bu müzikten etkilenmiş, etkilenmemesi olanaksız , çünkü muhteşem bir müziktir, mehter müziği....
Ve biz, Mozart büyük bir bestecidir, kabul, ama bizim müziğimiz Mozarttan daha büyüktür bunu hiç hesaba katmadan garip bir övünçle yıllardan beri Türk marşı deyip duruyoruz.
Sonuç olarak dinlediğimiz müziklerde herşeyi olduğu gibi kabul edemediğimiz sürece bir yere varılmaz. Kendi özelliklerimizi bilerek, başka ülkelerin müziklerini önemseyerek, dünyaya sunulan sesler olarak kabul edemediğimiz sürece garip bir yolculuğa çıkarız ve yolculuğumuzun limanı asla olmaz.
 
Bu arada aklıma gelmişken;

Chris Sheeris in Dance whit the muse adlı eserini dinleminizi öneririm. Ben bu konularda yani buraya müzik eklemek konusunda son derece beceriksiz olduğum için sizlere yardımcı olamıyorum. Ama dinlediğinizde neler bulacaksınız onu açıklayayım;

Flemenko, bizim ezgilerimiz, bildiğimiz ritimler, tango, ağıt,....

Kime ait olduğu önemli olmayan, mavi gezegenimize ait tüm sesler ve renkler :)

İşte müzik bence bu demek zaten.
 
Ben yukarda "Çelebi Pekin e uçmuş, namazlı niyazlı Ayşe teyze söyledi" derken espiri yapıyordum yok böyle bişey tabiki. :) Ardından devam edip ve benzeri saçma şeyler sayıp bu konudaki sahiplenmeci yaklaşımımızı ti ye almak istedim ama birden kendimi gercekten de bu konudaki zenginliğimizi savunurken buldum. :) Niyetim Baben le esprili bir polemiğe girmekti. Kendisi cevap vermeyince sevgili andante yazdıklarımı ciddiye alıp çok da doğru tespitlerde bulunmuş. Valla kendi adıma çok şeyler öğrendim teşekkürler Andante.

Ama ben bu uzay konusunda evrimle bacakları yitmiş onbinlerce yıl sonraki torunlarımızın Dünyaya döndüklerinde engelli sayılıp sayılmayacakları konusundaki fikirleri çok meraK etmedeyim.Bu konuda sevgili oturanboğamız ne düşünüyor acaba. Dindar bir dostumuz işe şeriat yönünden, bir diğer arkadaşımız sınıfsal mücadele bağlamında diyalektik açıdan, Gökhan da post modern bir yorumla eşlik ederse değme futuristlere taş çıkartırız efem. Bu sayede sosyal bir sorumluluk gururla yerine getirilmiş olur:)

Hep çağımızda dolaşacak değiliz ya ; engelliler.biz olarak on bin yıl sonrasının sorunsallarına değinerek ihtiyar tarihin sayemizde bir ilki daha sırıtarak kaydetmesine yol açmanın zevkini tadalım. HI???:))
 
andanteee doğu ve batı müziği arasındaki benzerliği pek bilmem ama fark deyince aklıma hemen batı müziğinin çok sesliliği buna karşın doğu müziğinin tek sesli oluşu gelir ki ben çok sesli müziği daha çok severim. bazı ritmler ve enstrümanlar doğudan gitmiş olabilir ama adamlar almışlar geliştirmişler rafine etmişler ve de iyi etmişler. (bak bu satırlar sırf muhalefet olsun diye yazılmıştır haberin olsun:)
amacım laf giydirmek olsaydı pegasus'a yafu derdim nickin bile yunan mitolojisinden.. uçan at :)
maksat ufak ufak laflayıp bi yerde birbirimize selam sarkıtmak.

bu arada pegasus dostuma bi pardon borçluyum ayşe teyze konusunda ironi yaptığını fark etmedim. eee bi yazıyı yarım yamalak okursam olacağı bu tabii.
andante haklı bu konuda. gerçekten monitörden uzun yazıları okumakdan kaçıyorum. gözlerim çok yoruluyor.
bu arada limewire'den bi yığın chris spheeris indirdim ve tabii dancing with the mause da var merak eden olur diye buraya ekliyorum.
 
Bayke Ayşe teyzeye bi tekme at gitsin de bu çok sesli müzik konusunda yapabileceğin en büyük haksızlığı yaptın bizim cenaha. Şimdi abicim batı çok sesli müziğine dünyada fazla rakip olmadığı doğrudur; ancak bu rakipsizlik ve artislik bizim müziğimiz karşısında sökmez. Çünkü bildiğim kadarıyla bizim sanat müziğimizdeki melodi zenginliği batı müziğine toz yutturmakla beraber sistemi olan tek alternatifidirde. Bu konuda ukalalık yapacak değilim ; ama bağlama hocamın kulakları çınlasın(Kendisi İTü de yüksek lisans yapmış bi müzik hocasıdır) senin söylediklerini duysa hamuda kalkardı. Çünkü ders aldığım dönemlerde Türk sanat müziğinin sistem olarak Klasik batı müziğinin tek alternatifi olduğunu söylerdi. Kendisi karate de bildiğinden bu konuda söylediklerini kendisine iletmeyeceğim.


Hem şimdi harbi harbi Batı müziğine rakip tanımam diyosun ama abicim rakıyla bethoven in dokuzuncu senfonisini mi dinliyosun yoksa "Ada sahillerinde belkiyorum" u mu cevap ver.
Şu pegasus adına gelince. Doğru valla yunanca ve uçan at demek. Bak işte buradan anla bizim öyle kültür faşoluğu yapmadığımızı:)
 
Yettim Pegasus ;)

:oops: Kusura bakmayın.. Biraz geç kaldım :oops: (Malum Bayram.. Program değişti.. Uzunca bir yazı yazmak istedim. Sakin bir zaman aradım..) Ama iletilerinizi büyük keyifle ve birkaç kez okudum..

Sevgili bayke, buradaki yazıları ne yapıp edip okumanı öneririm. Monitör gözünü yoruyorsa kâğıda çıktısını alıp okuyabilirsin, sanırım. Daha ne cevherler çıkacak buradan, ohooooooooooo ;)

Yaaani Pega ;) "Konu başlıklarını sabote etme" konusunda ödül verilse (..ki "ceza" vermediğine göre, her halde "ödül" verecektir Sevgili OturanBoğa :p) birinciliği kimseye kaptırtmayız.. Ama "kendi mesajını sabote etmek" dalında tek adayım sensin.. ;) Bir solukta okuduğum bir yazıda, tarihin derinliklerinden girip uzayın derinliklerine çıkmayı her "benim" diyen başaramaz.. (Bu arada Ayşe Teyze'ye hürmetler ;) )

Aslında, çok yerde düşüncelerimiz benzeşiyor.. Entelektüel geyiğin dayanılmaz cazibesine kapıldık gidiyoruz.. ;) İyi de oluyor.. Hem bilgi paylaşımı yapıyor, hem beyin fırtınası" yaratıyoruz.

Sevgili andante, ilgi alanım, bilgi alanım falan demiş, konuyu toparlamaya çalışmış ama ben yine sabotaja devam ;) Ama ne yapalım şimdi? Ayrımcılık olmuyor mu bu? Onun ilgi alanıyla ilgili forum(lar) var, Pega'yla benim ilgi alanımızla ilgili forum yok! Biz de böyle hiç alakasızmış gibi masum masum duran konu başlıklarını sabote ederiz.. Ben OturanBoğa'nın yerinde olsam "Pegasus & Baben" diye bir forum açarım, biz de başka forumlara sarkmadan sabahtan akşama kadar orada meşgul oluruz..


Hee-e.. Doğru söylüyo.. ;) Amerikan güreşi gibi.. Kural yok.. Faul yok.. Allah ne verdiyse girişiyoruz.. Ortalık toz duman.. Nereden girmişiz, nereden çıkacağız hiç belli olmuyor ;)

Bi şey daha:



Oryantalist'in kelime anlamına TDK, "Doğu bilimci, Şarkiyatçı, müsteşrik" demiş. Oryantal'in ise üç ayrı anlamı var. Şimdi ben buradaki espriyi anlayamadım. :? Söz konusu eski yazılarım ise "yalı kazığı gibi" dimdik arkalarındayım. Bir yanlış anlaşılma varsa düzeltmeye çalışayım. Bu kelimeyi pek sevmem de.. O yüzden..

Konuya gelelim..

Müzik konusunda, hele andante ile tartışabilecek kadar yetkin olmadığımı biliyorum. Ama onun "doğu"su anladığım kadarıyla Mezopotamya'da bitiyor.



Başka?.. Steven Spielberg ve George Lucas'tan da görüş alalım istersen..

Onlar dünyaya dönerlerse, telepatik güçleri ve ışın kılıcı vb. ile gelecekleri için bizim "engelsizler" onların karşısında engelli durumuna düşmezlerse iyi..

Onları hemen "engelli dostu" olarak siteye üye yaparız. Ya Türkçe bilemediklerinden hiç mesaj atamazlar ve "Uyduruktan üye" olarak kalırlar ya da telepatik güçlerini kullanarak 38 saniyede Türkçeyi ana dilleri gibi sökerler ve 22 saniyede 410 bin mesaj atarak "sakat üye" rütbesini ilelebet ele geçirirler, bir daha kimse "sakat üye" olamaz.. Nasıl senaryo ama ;)
 
Baben merhaba,
oryantalism sosyal bilimlerde bambaşka anlamda kullanılıyor. Bu kavram ilk kez ortadoğulu dünyaca ünlü yazar Edward Said in ortaya attığı bir kavramdır ve anlamıda şudur.
BaTI DÜNYASI KENDİ KİMLİĞİNİ TEMELLENDİRMEK İÇİN kendine bir takım özellikler atfetmenin yanında asıl bu temellendirmeyi "biz şöyle değiliz" diyerek yapar. Mesela "biz batılıyız ve müslüman değiliz" "Arap değiliz" falan gibi. Bu şekilde bir kimlik temellendirmesi kendini olumlu bir yere koyabilmek için karsıdakini aşağılamayı ve küçümsemeyi de beraberinde getirir. İşte batının tarihe bakışında bu yaklaşımın izleri o kadar belirgindir ki bilimden felsefeye hemen her şeyi onlar bulmuştur. Doğu tüm özellikleriyle geridir ve onlar doğulu olmadıkları için batılıdırlar. İşte bu yaklaşıma "oryantalizm" deniyor. Peki bu oryantalist bakış sadece batılılarda mı var??? Bu sorunun cevabı maalesef HAYIR. Asıl oryantalistler kendi tarihine , kimliğine batılıların gözlükleriyle bakan doğunun aydınları arasında raslanır. Bu aydınlar Batıya gidip eğitim aldıklarında batının kendi ki,mliğini temellendirmek için geliştirdiği oryantalist felsefeyle kendilerine bakmayı yani gizli bir aşağılık sendromunu özümsemeyi gerçekleştirip ülkelerine döndüklerindede bunu tüm eserlerine yaymışlardı. Bu oryantalist tatlı su aydınlarına göre varsa batı yoksa batıydı. Sanki köleliği, soykırımları, engizisyonları, sömürge sistemlerini kuran batı değilmiş gibi işin bu boyutu ustaca perde arkasında bırakıldı. Batı, doğulu oryantalist aydınlarca alternatifsiz bir secenek olarak kendi halklarının toplumsal bilinçaltına zerkedildi. Bu zerketme nedeniyle doğulu bir cok halk saglıklı dönüşümleri gerçekleştiremedi. İşte oryantalist diye biz bu aydın(!) kesime diyoruz. Her gün kendi tarihine ,ulusuna degerlerine küfreden ve batının gözündeki merteği görmeyen ve göstermeyen garabet abidesi insanlara diyoruz. Aslında bu konu cok uzun. Üzerinde günlerce tartışılabilir. Bana sorarsan gercekten batıdaki bireyselleşme ve aydınlanma tüm dünyaya cok şey vermilştir ; ama aynı batının dünyayı soktugu durum da ortadadır. Sevgi kardeşlik gibi duygular yeryüzünden silindi silinecek. Bu herhalde doğunun suçu değil. Neyse kısaca tüm eksik yanlarına rağmen oryantalism bu anlama geliyor.

Sana gelince sadece takılıyordum. Sen tabiki degerli bi abimizsin:)

Valla uzay konusunda işi telepatiye kadar götürmeyelim lütfen. Biz burda bilimsel sınırlar içinde sallamaya calışıyoruz:)

Şimdi harbiden bu konuda konusulsa neler cıkar neler. Al işte dil sorunu cıktı ortaya. Öyle ya bu adamlar dil konusunda bambaşka diyarlara gidebilirler ve onları asla anlayamayabiliriz. Hem bacaksız hemde farklı bir dil konusan bu bin yıllık torunlarımız dünyaya geldiklerinde harbiden durumları nice olurdu...

Düşünelim efem:)
 
Ah canım dostlarım,

Bildiğiniz gibi tartışmaya devin edin, tüm geyikler böyle olsa hep geyik bölümünü okurum inanın.

Bilgi alanıma girdiniz, bu bir gerçek, ve bildiklerimin böylesine bir anlatımı inanın bana "efendim, bildiğiniz gibi falanca bestecinin, filanca eserindeki ikinci motifte oluşan plagal kadansın izlenimci akımlardan oluşan yansımasını, biraz kırık bir şekilde anlatsa da...." diye başlayan midemi bulandıran tartışmalardan çok ama çok daha güzel ve anlaşılır, emin olabilirsiniz....

Bu tartışmaya dalmamdaki en büyük sebep, kendi müziğime asla ama asla hiç kimsenin laf atamayacak kadar güzel olduğuna olan inancımın doğruluğudur.

Tek sesliymiş, batılı müzikologların dediği gibi kaypakmış, falan gibi aslı astarı olmayan sözlere olan tahammülsüzlüğümdür.

Canım dostum bayke, valla bende çok sesliliği severim bu ayrı bildiğin gibi...Ya çocukluğumu çaldı bu batılılar, beni kilise korosunda çalıştırdılar tam iki sene. Hala o gotik tarzda sesleri duyduğumda tüylerim diken diken oluyor ve bayramda olduğu gibi Orhan abimizin müziği eşliğinde kafayı çekmek bana çok daha iyi geliyor.

Hele sizlerin yazdıklarını okuyunca yüzüme yansıyan tebessümü görseniz, kocaman oluyor gözlerim, ışıl ışıl..... :)
 
Valla muhabbet doğu batı seklinde bir ayrıstırmaya önem veriyormusuz gibi bir noktaya geldi ki bir anlamda bu yaklaşımın sorgulanması gerekir. Hani dedik ya yukarda batı şöyle batı böyle deniyor; ama aslında batının şöyle bir yüzü de var diye. Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir; ulan iyide bu batı kim??? Gercekten Mesela doğu diye bir yer var mı acaba? Hani postmodern solcu kardeşlerimizin çok sevdiği "görecelik" konusu burda her yere sokuşturulup bu ayrım hiçleştirilebilirde. Nihant Genç diye Lemanda yazan ve bizim Trabzonlu olan bi yazar var. Bi yazısında şöyle anlatmıştı. Bunlar Türkiyeden bir grup aydın olarak ortadoğu ülkelerine gidip oranın aydınlarıyla toplantılar yapıyorlarmış. Bu panellerinden birinde bu doğu nerde başlar batı nerde biter, doğu neresidir gibi bir tartışma yasanmış. Bu bizim deli uşakta izin isteyip ayağa kalkmış ve demişki; yavv doğu nerde başlar nerde biter diye bir tartışmanın anlamı yok çünkü cevabı çok basit; batının bombaları nereye düşüyorsa doğu orasıdır!!! Gerçekten güzel bir cevap bence. Evet batının yani bugunkü gelişmişlikleri bizim bazı sazanların sandıgı gibi demokrasileri ve serbest piyasa ekonomileri sayesinde değil sömürgeci geçmişleri sayesinde zenginleşen bu ülkelerin bu konumlarını devam ettirmek için ıraktan latin amerika ülkelerinde demokratik seçimle iktidara gelen liderleri bile alçakça öldüren bu ülkelerin bombaladığı her yer bana göre dogudur. Bu bombalanan yer latin amerikadaki bir ülke bile olsa "doğu"dur.

Burdan yola cıkarak kültür olarak neresi doğu neresi batı anlamak çok güç. Bugün batının olmazsa olmazları arasındaki hristiyanlık dini bir doğu dinidir. Batının zenginliğinin kaynagıda sömürdüğü doğu dur. Peki batı diye homojen bir yer var mı? Aslında bu da yok. Avrupa mesela, ikiye ayrılmış. Bir tarafta faşist hristiyan dincisi buyuk bir kitle; diğer yanda demokrasiye utopikte olsa baglı insanlık için iyiyi güzeli arayan diğer azınlık. Hangisi batı bunların? Fransada referanduma hayır diyenlerde batılılar. ASvrupanın ortasında daha bir on yıl önce yüzbinlerce insanın katledilişine göz yumanlarda batılılar. Ruandadaki olayları bir okusanız Özgürlüğün sembolu oldugu iddiasında olmasına ragmen iki milyon insanın ölümündeki rolunden ötürü ebedi nefret edeceğiniz ülke yani Fransa da de batılı. Ama aynı zamanda tüm dunyaya gercekten kaliteli insanları sunan da batı. Roussau dan Spinoza ya kadar insanlık için onca önemli isimde batıdan cıkmış. Yani dicegim oki tek bir batı yok. Sevilecek ve sevilemeyecek iki türlü yüzü var batının. Ama doğunun yüzü tek; ve bu yüz acı cekiyor, aslında çokda haketmediği halde...

Evet muzikten falan anlamam çok fazla. Yani bu konuda konusacak üstatlar var burda. Kim kimden ne almış ne vermiş bilemem; ama bi,ldiğim bir şey var ki batının o karanlık yüzü doğudan cok şey aldı. Bir milyon ingiliz üçyüz yıl boyunca üçyüz milyonluk hindistanın kanını emdiler. O inanılmaz dev ülke hala kendini toplayabilmiş değil. İngilizlerin zorla topladıgı yiyecekler yüzünden hindistanda 20 milyon insan bir yılda açlıktan öldü. bunu ben söylemiyorum gecenlerde ingiliz bir tarihçi söyledi. Hani hep bizim pamuk gibiler doğru(!) söyleyecek değil ya. Bilir misiniz ki; Aynı İngiltere Çin de binlerce afyon evi kurmuştu. Hindistanda zavallı köylülere ürettirdiği afyonu zavallı çinlilere satıyordu. Bazen filmlerde görürsünüz çinliler afyon evleriyle özdeşleştirilir çogu zaman. Peki ne oldu bu işin sonu??? Bir yerel Çin hükümeti bu afyon satısını yasakladı. Çünkü millet resmen telef oluyordu. Ne oldu peki? İngilizler ucaklarla Çin şehirlerini bombaladılar bu karar yüzünden . Onbinlerce sivil öldü. Bunlara soykırım denilmiyor. Afrikada katlettikleri insanlara, latin amerikadaki korkunç katliamlara girmiyorum bile. Şimdi bunlar medeni batılılar ve bizler vahşi doğulularız. Bunların bilinçaltında Atillanın romayı yıkması kalmış. Ne diyorlar; barbarlar doğudan gelip şehirlerimizi yerle bir ettiler. Doğrudur bu olmustur; peki ama bundan bin yıldan fazla bir zaman önce İskenderin yaptığı neydi??? İlk seferi doğuya yapan şehirlerti yakıp yıkan İskender değil miydi??? Onlar yapınca medeniyet; Bizim aslan parçası Atilla yapınca barbarlık...Yok ya...Yok ya...

Neymiş Bizimkiler Viyanaya dayanmışmış. doğrudur dayandılar.. Peki ondan yüzlerce yıl önce onlarca kez yüzbinlik ordular hazırlayıp doğuya süren haçlıların yaptıkları neydi??? Ulan kendi dindaşlarını bile soydu bu eşkiyalar. İstanbulu yerle bir ettiklerinde Hristiyan dünyası ilk kez ORtodoks denilen yeni bir mezhebe bölündü. İstanbulun gördüğü en büyük talan bu hristiyan softalarının talanıydı. İstanbulun fethine bir bakın bizim dedeler böyle bir şey yapmışmı??? -Ulan Beni Osmanlıyı savunur hale getirdiler be- Neyse dostlar bu muhabbet uzar gider. Şimdi biri cıkıp bana; yav Bülent iyi güzelde bu anlattıklarının konuyla ne ilgisi var? diye sormasın. Ben de bilmiyorum kardeşim. Maksat muhabbet olsun işte.:)

Uzaylı torunlarımız inşallah bu ikiyüzlülükleri yapmayacaklar. Ve sırf bu yüzden seviyorum onları...:)
 
Geyik bir yana bu müzik dinlendikçe daha çok seviliyor. Eğer varsa başka parçaları da yükleyin lütfen.
 
Evet, lütfen .
Başka türlü benim bulmam mümkün değil.
 
Pegasus, "Oryantalism" konusunda yaptığın açıklamalar için çok teşekkür ederim. O kelimeyi eskiden sevmezdim, şimdi "nefret" ediyorum. TDK'nin dilini de eşşeğlueşşek arısı soksun.. :twisted: Hiç olmazsa ikinci bir anlamı var, diye açıklama koysunlar.

Önceki iletide yazmam gereken ama unutmuş olduğum bir anı ile başlayayım bu muhabbete..

Pegasus' Alıntı:
Canım ne olacak müneccimbaşıysa kepler de papazdı.

Çeyrek asır kadar önce, şimdi olmayan okulumuzda okur iken, hocamız anlatmıştı. (Sadece senin hocaların derin açıklamalarda bulunmaz ya.. Benim de hocalarım vardı..) "Ortaçağlarda Hıristiyan din adamlarının, belli dönemlerde "inzivaya" çekilme gibi bir gelenekleri varmış. O inziva da öyle birkaç gün ya da ay değil yıllar sürermiş. E.. bu arada adamlar boş zamanlarını değerlendirmek için, başka bir şeyler yapsalar ayıp olacak". O yüzden kendilerini astronomiye, matematiğe falan verirlermiş ki yalnızlıklarını unutsunlar. Bu yüzden büyük bilim adamlarının çoğu bu din adamlarından çıkmıştır" yolunda çok derin bir açıklamada bulunmuştu sevdiğim hocalarımdan birisi. Mantıken de doğru gözüküyor. Dedikten sonra..

Yav Pega, yaptığın iş mi şimdi senin? :twisted: Ne güzel, andante kardeşimizin yüzüne tebessüm yansıttık, gözlerini kocaman kocaman, ışıl ışıl yaptık. :) Senin anlattığın şeylere bak.. Hem eksik anlatmışsın.. Hani yüzlerce yıl Afrika'dan Amerika'ya taşınan Kunta Kinteler?.. Hani Kore, hani Vietnam? Bir gecede 1 milyon sosyalistin katledildiği Endonezya?

Doğu da az değilmiş hani.. Kendi dini içinde mi istiyorsun? Kerbela'yı nereye koyacaksın? Anadolu Selçukluları yıllarca birbirlerini yemişler.. Timur'la Yıldırım. Güya ikisi de Türk kökenli.. Hani sen, İstanbul'a Haçlıların yaptığını anlattın da..

"Tarihte olanlar; öyle olması gerektiği için öyle olmuştur." diye bir söz var. Kimsenin gücü yetmez tarihi değiştirmeye, hem de hiç kimsenin!.. Sadece yorum yapıp "üç kuruşluk keyfimize" ederiz böyle..

William SAROYAN, demiş ki: "Herkes -kendi gördüğü şekliyle- kötü bir dünyada yaşayan iyi bir insandır." Doğulu da kötü dünyada yaşıyor, batılı da.. Kıyamet; herkesin kendisi gibi "iyi" (!) bir dünya yaratmak istediğinde kopuyor!
 
Baben doğru diyosun valla. Uyuzluk kimseye has değil. doğusu batısı hepimizde var biraz. Ama bu iş artık bunu aştı. Sömürü sistemleşip kurumsallaştı ve düşünce bağlamında saptırmalarla kendini haklı bir zemine konumlandırmak için kırk türlü taklalar atmaya başladı. Bu taklaların estetiğine kapılmış izlerken bizler bunun farkına varamıyoruz artık. Evet Doğu da sorgulanması gereken şeyler yaptı; ama tarihin hiçbir döneminde insan zihni böyle bir saptırmaya maruz kalmadı. Öyle bir saptırma ki bu insanoğlunun gelecege yönelik umutları iğfal edildi.

Şu papazlar konusunda hocan- ellerinden öperim- doğru söylemiş. Ama yazdıklarını okurken aklıma Umberto Eco nun "Gülün adı" isimli meşhur romanı geldi. Çok güzel bir kitaptı ve o kitapta bir manastır hayatı anlatılıyordu. Bu manastırdada canı sıkılan papazlar vardı ve onlar daha eglenceli(!) işlerle meşgul oluyorlardı. Neler yaptıklarını yazmama gerek yok sanırım:) Tabi o sadece bir roman; ama batı dünyasında eşcinsel papazların kardinal olup olamayacagına dair sürüp giden tartışmaları da unutmamak gerekir. Tamda burada bizim Gökhan devreye girip "ulan saçmalamayın eşcinsellik- heteroseksüellik gibi kavramlar ilüzyondur, kurgusaldır ve aslı astarı yoktur. Toplumsal iktidar ilişkilerinin bir kurgusudur ve de bu olmasa son derece doğaldır; çünkü doğada hayvanlar da bile vardır. Sizse bu söylemlerinizle gizli ayrımcılık yapıyorsunuz. Yapmayın etmeyin, aydın insan ayrımcı olmaz.." diye "nominalist" sosyolojik bir tavırla muhabbete yalın kılıç dalar diye konuyu değiştiriyorum. :

______________

Televizyonda adam konuşuyor. Şöyle bir cümle sarfediyor ve benim insana dair olumlu tüm düşüncelerim kökünden sarsılıyor.

"Abi tavuklarımı bırakın, karımı alın....."

Evet kuş gribi nedeniyle itlaf edilecek tavuklar yerine karısını öneren bir canlı türü. Bir tür yaratık, yok yok mahlukat!

Şimdi o klasik "humanizma" gibi kelimeler içi boş laflar olup çıkıyor. Bu adamın neresine müsamaha göstereceksin? Bu adam ölse ne olur kalsa ne olur?

Bizim solcular yıllarca köylülerimiz için atıp tuttular. Sonra gerçekle yüzleşince de çaresiz reklamcı olup çıktılar ki tarihin en hüzünlü aşk hikayesidir bu... Hiçbir sevgili, bizim köylülerin solcularımıza yaptığı gibi bir hayal kırıklığını sevenine yaşatmış değildir. Köy enstitüleri devam etseydi bu kesim belki birazcık evrensel düşünmeyi özümseyebilirdi ; ama o tren de kaçtı. Bügün köylülerimizin geldiği nokta bu cümleyle özetlenebilir.

"Abi tavuklarımı bırakın; karımı alın..."

Şimdi bu söylemin üzerine sosyal bilimci edasıyla gidip bir sürü aklama manevrası yapılabilir. Efendim işte cahil bırakılmışlık, iktidarın umursamazlığının kitleleri yabanileştirmesi vb gibi saçma sapan karşı çıkışlar olabilir. Bunlara gülüp geçiyorum. Benim çocukluğum karadenizin yüksek rakımlı köylerinde geçmiştir. Bu köylerde devletin ve dolayısıyla iktidarın kuralları geçmezdi. İnsanlar daha çok kendi kurallarıyla- siz kuralsızlıklarıyla diye okuyunuz- yaşayıp giderlerdi. Gücünüz varsa saygı görürdünüz. Yoksa herkes üstünüze gelir hayatı zehir ederdi. Aynı şeyler Anadolunun hemen her yerinde yaşanır gider.

Bakın bu konuda çocukluğumla ilgili yazdığım bir yazıdan küçük bir alıntı yapayımda O saf temiz Anadolu kölüsünü bir görün...




"Ah Bafra! Of'dan sonra ikinci çocukluk dönemim. İlkokulu bitirmiş, orta okula başlamışım. Hiçte romanlarda olduğu gibi dürüst olmayan kıskanç, kompleksli, ikiyüzlü, riyakar insanlarla dolu bir köy ahalisiyle geçen yıllar... İnsanların, içinde yuva yapabileceği çukurların derinliğini öğrendiğim yıllar. Birbirini delice kıskanan, kimselerin bir diğerinin en küçük bir mesafe katedişine katlanamadığı ilişkiler. Komşular arasında, akrabalar arasında, kardeşler arasında...Şaşkınlıkla izlediğimiz bu yeni ilişkiler yumağında bu insanların göstermeye can attıkları dindarlık pozları. Kuran kursuna gönderilişim. Herkese saldıran hoca efendinin deli oğluna dayanamayıp karşılık verdim diye hoca tarafından önce dövülüp camiden atılışım(Allah razı olsun) Atılmadan önce din adamlarının ne kadar iğrenç olabildiklerini çeşitli vesilelerle müşahede edebilme fırsatı bulmam. Para karşılığı muska , büyü vb yapan bir dangalağın bütün Bafra çevresinde "büyük alim" muamelesi gören saygıdeğer bir kişilik haline nasıl olup ta gelebildiğini anlayamayan ve sorgulayıp duran küçük beynim.
Cahil insanlarla zihnin katedeceği yolculuk nereye kadardır?

- İsmail amca şu Ay ı görüyor musun?

- Evet?

- Biliyor musun Amerikalılar oraya kadar gitmişler.

- Ne dedin???

- Amerikalılar dedim oraya kadar gitmişler, uzay mekikleriyle.

- Seni Gavur!!!

- ????!!!

- Olum size okulda bu gavur laflarını mı öğretiyorlar??? Hiç Allah insanoğlunun gökyüzüne çıkmasına izin verir mi lan?? Sen bilmiyor musun gökyüzünde melaikeler olduğunu ve insanları yukarı geçirmeyeceklerini...Tabi bi kere cumaya gittiğin yok ki dinleyesin Hüseyin hafızı...(Hüseyin hafız yukarda adı geçen mümtaz! Şahıs oluyor) Sonrada böyle öküz gibi inanırsınız her şeye!!!

- Ama İsmail amca adamların fotoğrafları bile var oradan çekilmiş.

- Sus! Salak! Madem gitmişler neden bizim hocalardan birini yanlarına almamışlar??? Ha neden???

- ?????!!!!!

- Peki İsmail amca sen haklısın.

- Zaten sende bir gariplik var. Top oynamaya kandırıyorsun bizim çocukları da

- ?????!

- Ne olmuş??

- Ne demek lan ne olmuş!! Bilmiyor musun günah olduğunu??? İbrahim aleyhisselam ın kafasını kesip firavunda böyle top oynamıştı. Sizde aynı günaha giriyorsunuz.

- İyi ama İsmail amca ikisinin ne alakası var???

- Sana konuşma dedim. Bak beni de günaha sokuyorsun!

- ............


Sessiz bir çığlıktı hayat denilen. Yüreğimde softalığa karşı filizlenen isyanım kimi zaman önü alınamayan bir sele dönüşüyordu. İnsanların cehaleti nedeniyle çok ağladığımı bilirim. Cinler, akşam sohbetlerinin vazgeçilmez konuları arasındaydı ve bu yaratıkları benden başka herkes görmüştü.(?!) Şehirlerde nedense pek görülmeyen bu yaratıklar köy hayatının olmazsa olmazıydılar. Kimi zaman keçi suretinde kimi zaman ayakları ters vaziyette ahaliye görünen bu yaratıklar, bazen korkunç ve saldırgan, bazen muzip kimi zaman da anlatanın özlemlerine bağlı olarak güzel bir kız şeklinde ortaya çıkabilirdi! Acı olan insanların bizzat kendi uydurdukları bu yalanlara inanmaya ne kadar hazır olduklarını görmenizdi. Çünkü onlar, anlattıklarının aslında yalan olduğunu bilmenin rahatsızlığını, gerçekte böyle bir şey olabileceği düşüncesiyle aklayabilecekleri bir sistem geliştirmişlerdi. Bu hikayeler bürünülen gerçeklik havasıyla öyle bir anlatılırdı ki dinleyen yaşıtlarımdan hemen hiçbirinin akşam karanlıkta dışarı çıkamadıklarını hatırlarım. Ben karanlıkta gezdikçe buna sinirlenen büyükler bu hikayelerin ürkütücü dozajını artırarak vermeye kalkar; ama bu esnada kurguda beliren eksiklikler ise benim doğrularımı temellendirmemden başka bir işe yaramazdı. Sonraları onların anlattıklarına gülüp geçmeye başlayınca bana düşman kesildiklerini söylememe gerek yok sanırım. Tıpkı Eflatun un mağarasındaki o ünlü mağara adamları gibi."




"Abi tavuklarımı bırakın, karımı alın" cümlesini sarfedebilecek kadar evrimi tersten yaşayan ve ısrarla "hominid" olmaya gayret edenlerin çok fazla olduğu bir ülkede yaşıyoruz.

Bu arada, kan akıtarak kutlayageldiğimiz ulusal kavurma bayramımız da kutlu olsun...
 
Nazım Hikmet' Alıntı:
[size=3]…Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen

…[/size]

Bu şiiri 1930'da yazmış usta şair.. Üç çeyrek asır önce yani..

Ama şiirin devamı da vardır:

Nazım Hikmet' Alıntı:
]…ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız…[/size]


Görüldüğü üzere; diyalektiğin Allah'ı vardır, bu şiirde..

Hâlâ da yaşanır, Anadolu'da..

Kadının da "insan" olduğu öğretilmemiştir ona..

Karısı olmazsa yaşar ama tavukları olmazsa biraz daha zor yaşar.. O nedenle, ben çok görmüyorum o lafları..

Pegasus' Alıntı:
[size=3]Bizim solcular yıllarca köylülerimiz için atıp tuttular. Sonra gerçekle yüzleşince de çaresiz reklamcı olup çıktılar ki tarihin en hüzünlü aşk hikayesidir bu... Hiçbir sevgili, bizim köylülerin solcularımıza yaptığı gibi bir hayal kırıklığını sevenine yaşatmış değildir. Köy enstitüleri devam etseydi bu kesim belki birazcık evrensel düşünmeyi özümseyebilirdi ; ama o tren de kaçtı. [/size]

"Küçük burjuva güce tapar." O "reklâmcı" olup çıkan solcularla, tavuğunu vermek istemeyen ya da anılarında bire bir yaşadıklarını anlattığın Anadolu köylüleri arasında nitelik olarak gram fark yoktur! Çizgi filmdeki He-man gibi "güç bende artık" diyenlere yöneleceklerdir.

Evet, Köy Enstitüleri bir atlama taşı olabilirdi ama kapatılmasıyla "her şeyin sonu geldi" diyemeyiz.
 
Yahu sevgili dostlarım; bir süreliğine bir ara verdim, bildiğiniz gibi bir bayram yaşadık, gel toparla bakalım durumuna soktunuz beni. ben ki; toz kanatlı bir kelebeğim, ya bu bir şiirin mısrasıydı, ben ki yazıları kolay anlarım ama valla karışmış burası, ortalık tatlı ve haklı bir toz bulutuyla kaplı. Nasreddin hoca misali herkes haklı burda. Galiba bu sayfanın da sevimliliği burdan geliyor.

Ve bu arada bakıyorum sevgili dostum bayke, işte size link ne haliniz varsa görün misali bir tavır içinde.....Dostum sen yinede bizim gibi teknoloji konusunda arızalı kişiler için bir kaç şarkı yerleştir buraya.

Ama biliyormusunuz, batının din adamları her ne kadar garip kişiler olsa da müzik için çok önemli kişilerdir. Valla onlar olmasaydı sevgili dostum bayke o çok sevdiği çok sesliliği yakalamazdı.

Adamlar o karanlık döneme başlamadan önce insanlık adına iyi ne varsa herşeyi yakıp yıkma konusunda uzmanlar bildiğiniz gibi ve tarihin derinliklerinde "karanlık çağ " diye bilinen, yani sadece ölümden sonrası hayatı düşüneceksin, bugünki yaşama dair herşeyin günah sayıldığı o dönemlerde herşeye rağmen bu durumdan kurtulmaya çalışan insanlarla gün ışığını yakalayabilmiştir..

Müziğin bile yasaklandığı, daha sonraları halkı hıristiyan yapabilmek için kiliselere izinli ve kurallı bir şekilde müziği çıkartmaya çalışan din adamları sayesinde müzik bugünlere doğru ilk adımlarını atarken bunları düşünmemişti açıkcası din adamları.

Ortaçağın katı bağnazlığından yavaş yavaş kurtulmaya çalışan o dönemin Avrupası beni oldukça güldüren bir müzik biçimi bulmuştur mesela.

Motet.... Aklınızın bir köşesinde bulunsun ve bu adı bence unutmayın. Dini eserlerdir motetler ama bir özelliği vardır ki bilmenizde fayda var.

Yavaş yavaş çok seslilik kiliseyle başlamıştır ve motetlerde üç ayrı sesin aynı anda söylenmesiyle oluşan koro eserleridir. Birinci ses kesinlikle latincedir ve bu sözlerde kiliseye övgü vardır.

Ama ikinci ses olarak yazılan ikinci ses genellikle yerel dilde yazılır. Bunları o zamanın din adamları anlamaz zaten. Halkın kullandığı basit bir dildir. Ve bu sözlerde kiliseye ve dine küfür vardır.

Gözünüzün önüne getirebiliyormusunuz... bir kilisedesiniz ve dini bir şarkı dinliyorsunuz, sizi bildiğiniz latince sözler ilgilendiriyor ve tanrıya kiliseye övgülerle dolu sözler arasında kayboluyorsunuz ama halk kıs kıs gülerek kiliseye küfrediyor....

Ah hele büyük din adamı kadedralde rahip Guido Arrezzo bakmış bu sesler unutulacak gidecek, bunları daha kalıcı hale getirmek için ne yapılır diye düşünmüş düşünmüş ve o zamanın nota yazımı olan yazımı daha işler hale getirebilmek için bunlara bir ad konulmasını sağlamış.Latince bir ilahiden yararlanarak. İlahinin ilk heceleri sizlere hiç yabancı gelmeyecek;

Utqueanant laxis
Resonare fibris
Mira gestorum
famuli tourum
sol ve polluti
labi reantum
sancte lonnes

Ut sonradan değişerek do, san ise si adını alıp bugün bile kullandığımız nota isimlerine dönüşecektir.

Ama kimse Benedit papazlarının eline su dökemez.

Hepimizin çok sevdiği ve zevkle dinlediği Carl Orff un Carmina Buruna adlı eserini bilirsiniz. Fon müziği olarakta pek çok mekanlarda kullanırız. Örneğin mezuniyet törenlerinde: Görkemli bir müziktir ve bu müzik eşliğinde okul müdürü bilinen konuşmalarını yapar;

İşte karşınızda ülkemizin onuru; gençlerimiz.....

Ben ise kıs kıs gülerim.

Carmina Buruna 13. yüzyıldan kalma sözlerle örülü bir eserdir. Ortaçağın o karanlık dönemlerinde insana ait olması gereken tüm dürtüler red edilirken, insanoğlunun gizli gizli yazdığı şiirlerdir o sözler. Şehvetten söz eder, kadınlardan söz eder, içkiden söz eder, zevklerden söz eder.İnanın poşet içinde ortaya dökülecek sözlerdir

Yüzyıllarca papazlar tarafından saklanmış sözlerdir hemde kendi mekanlarında. 1930 yılında Carl Orff bunları yeryüzüne çıkardığında neler hissedildi bilmiyorum ama bu sözlere bakarak o papazların neler yaptığını sanırım sizlerde anlayabiliyorsunuz.

Ah benim mavi gezegenim özellikle batısıyla oldukça ilginç bir tarihi içinde barındırır en azından müzik için. :D
 
Atatürk ne demiş: yoksula balık vereceğine balık tutmayı öğret :)
burdan mp3 göndermektense nasıl temin ettiğimi yazmanın daha uygun olacağını düşündüm sanemcim.
ama bi parça var ki sypheeris'den onu sıkıştırıp koydum rapitshare'ye.
bu tür müzikden hoşlanan arkadaşların bunu indirmesini tavsiye ederim.

ansiklopedik bilgiler için teşekkürler. hele şu notaların çıkış noktası gerçekten ilginç. bi de merak ettim. batılı anlamda nota türk müziğine nasıl girmiş. ondan önce bizimkiler müzik eserlerini kuşaklara -nota olmadan- nasıl aktarıp icra ediyorlarmış?
pegasus'un ve baben'in yazdıklarında topa girecek o kadar çok konu var ki gücüm yetmez..en iyisi saha kenarından izleyeyim dedim.
çok sesli müziği severim ama aklınıza klasik batı müziği gelmesin. pop,caz,soul,blues vs vs ama ağırlıklı olarak newage i dinlerim.
ayriyeten türk sanat müziğine laf söyleyenin kellesini uçururum :)

halk müziğimiz, türkülerimizi de dinlerken mısra aralarına sokuşturulmuş erotik çağrışımlı olanları bulup çıkarmak keyif verir.
son günlerde "armut dalda kız balkonda sallanır" diye bi türkü söylüyo i.tatlıses. hadi buyur bakalım dal ne..? armut ne..? :)
bu kunuda yalnız olmadığımı geçenlerde savaş ay'ı okuyunca da anladım. aynı fikirdeymişiz.
"indim derelerine" ise bu konunun baş yapıtı sayılır (mış)
 
bayke' Alıntı:
...
halk müziğimiz, türkülerimizi de dinlerken mısra aralarına sokuşturulmuş erotik çağrışımlı olanları bulup çıkarmak keyif verir.
son günlerde "armut dalda kız balkonda sallanır" diye bi türkü söylüyo i.tatlıses. hadi buyur bakalım dal ne..? armut ne..? :)
bu kunuda yalnız olmadığımı geçenlerde savaş ay'ı okuyunca da anladım. aynı fikirdeymişiz.
"indim derelerine" ise bu konunun baş yapıtı sayılır (mış)

Sevgili bayke;

Bir başka başlıkta bu konuya ucundan-kıyısından dokunmuştum biraz: ;)

http://www.engelliler.biz/forum/viewtopic.php?p=88205#88205

Hatta Pegasus da şöyle bir görüş beyan etmişti:

http://www.engelliler.biz/forum/viewtopic.php?p=101048#101048

Ben onu da cevaplamıştım:

http://www.engelliler.biz/forum/viewtopic.php?p=101097#101097

Savaş Ay'ı yiyim. ;) O Amerika'yı yeni keşfetmiş. :twisted:
 
doğru sevgili baben hatta konuya yeni mesajlar da yazılmış
nasıl gözümden kaçtı hayret
halbuki son gönderilen mesajlar her gün ilk tıkladığım yerdir hepsine olmasa bile çoğuna bakarım.
napiim ben yeni duydum diyeyiyim şu yeniçeri ağası gibi:
yeniçeri ağası durduk yerde hahama okkalı bi tokat vurmuş
haham şaşırmış.
- ne oldu ağam demiş bu ne şiddet bu ne celal?
- siz isa peygamberi öldürmüşsünüz demiş ağa.
- ama o bin sene önceydi..!
- olsun
demiş ağa.
- ben yeni duydum :)
 
Andante senden başka varsa onu da istiyoruz; ama sanırım bitanesin sen:)

Çok ilginç anlattıkların. Kendi adıma çok beslendim; teşekkür ederim.

Bayke bence Baben ve benim yazdıklarıma çok fazla takılma. Biz bile takılmıyoruz. O anki modla yazdıklarımızı daha sonra reddedersekte şaşırma. Bu bir yürüyüş işte öylesine "aaa bak bir uçak" dedikten az sonra " yok ya bu bir kuş..." ardından da "yok yok bu bizim gazmannnn..." diyebiliriz.:) Bizde öğreniyoruz aslında. Maksat valla billa ukalalık yapmak değil. Hatta bazı konularda yanlış düşündüğümüzü bizzat o konudaki fikirlerimizi yazdıktan sonra bile farkedebiliriz. Bu nedenle konusmak, öğrenmek de aynı zamanda. Biz de hem hasbihal hem de etrafımıza bakmaya calısıyoruz aslında. Kimi zaman net kimi zaman da flu görüyoruz; e olacak o kadarda. Bu yüzden "yok araya girmeyim" ayakları yapma bize. Hem baben aikido biliyomuş.. Öyle dedi geçende...:)
 
Son iki cümle dışında ayyynen katılıyorum. :wink:

Son iki cümle "kuru iftira" valla.. :oops:

"Aikido biliyorum" diyenleri assalar; Pegasus sayesinde pisi pisine giderim.. Günahı da onun boynuna..

Benim gençliğimde judo vardı, karete vardı ama aikido yoktu.. Doğum yeri biraz daha uzakdoğu olduğu için, biraz geç kalmış, diye duydumdu. :wink:

Şaka maka ben "aikido"yu ilk kez "Süper Baba" dizisinde duydum. (Ne diziydi be :oops: ) Daha önce duyan var mı?

Hadi bakalım andante.. Sıkıysa gel şimdi toparla.. :oops:

Sana tavsiyem; Pega'yla benim bulaştığım başlıkları hiiiiiç toparlamaya kalkışma!! :oops: Bırak dağınık kalsın. :twisted: Sabotaj konusunda üstümüze tanımıyorum net camiasında.. :p

Bu arda verdiğin bilgiler için, ben de teşekkür ederim. :oops: Başka bir bahaneyle öğrenilmezdi o bilgiler..
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt