Baben doğru diyosun valla. Uyuzluk kimseye has değil. doğusu batısı hepimizde var biraz. Ama bu iş artık bunu aştı. Sömürü sistemleşip kurumsallaştı ve düşünce bağlamında saptırmalarla kendini haklı bir zemine konumlandırmak için kırk türlü taklalar atmaya başladı. Bu taklaların estetiğine kapılmış izlerken bizler bunun farkına varamıyoruz artık. Evet Doğu da sorgulanması gereken şeyler yaptı; ama tarihin hiçbir döneminde insan zihni böyle bir saptırmaya maruz kalmadı. Öyle bir saptırma ki bu insanoğlunun gelecege yönelik umutları iğfal edildi.
Şu papazlar konusunda hocan- ellerinden öperim- doğru söylemiş. Ama yazdıklarını okurken aklıma Umberto Eco nun "Gülün adı" isimli meşhur romanı geldi. Çok güzel bir kitaptı ve o kitapta bir manastır hayatı anlatılıyordu. Bu manastırdada canı sıkılan papazlar vardı ve onlar daha eglenceli(!) işlerle meşgul oluyorlardı. Neler yaptıklarını yazmama gerek yok sanırım
Tabi o sadece bir roman; ama batı dünyasında eşcinsel papazların kardinal olup olamayacagına dair sürüp giden tartışmaları da unutmamak gerekir. Tamda burada bizim Gökhan devreye girip "ulan saçmalamayın eşcinsellik- heteroseksüellik gibi kavramlar ilüzyondur, kurgusaldır ve aslı astarı yoktur. Toplumsal iktidar ilişkilerinin bir kurgusudur ve de bu olmasa son derece doğaldır; çünkü doğada hayvanlar da bile vardır. Sizse bu söylemlerinizle gizli ayrımcılık yapıyorsunuz. Yapmayın etmeyin, aydın insan ayrımcı olmaz.." diye "nominalist" sosyolojik bir tavırla muhabbete yalın kılıç dalar diye konuyu değiştiriyorum. :
______________
Televizyonda adam konuşuyor. Şöyle bir cümle sarfediyor ve benim insana dair olumlu tüm düşüncelerim kökünden sarsılıyor.
"Abi tavuklarımı bırakın, karımı alın....."
Evet kuş gribi nedeniyle itlaf edilecek tavuklar yerine karısını öneren bir canlı türü. Bir tür yaratık, yok yok mahlukat!
Şimdi o klasik "humanizma" gibi kelimeler içi boş laflar olup çıkıyor. Bu adamın neresine müsamaha göstereceksin? Bu adam ölse ne olur kalsa ne olur?
Bizim solcular yıllarca köylülerimiz için atıp tuttular. Sonra gerçekle yüzleşince de çaresiz reklamcı olup çıktılar ki tarihin en hüzünlü aşk hikayesidir bu... Hiçbir sevgili, bizim köylülerin solcularımıza yaptığı gibi bir hayal kırıklığını sevenine yaşatmış değildir. Köy enstitüleri devam etseydi bu kesim belki birazcık evrensel düşünmeyi özümseyebilirdi ; ama o tren de kaçtı. Bügün köylülerimizin geldiği nokta bu cümleyle özetlenebilir.
"Abi tavuklarımı bırakın; karımı alın..."
Şimdi bu söylemin üzerine sosyal bilimci edasıyla gidip bir sürü aklama manevrası yapılabilir. Efendim işte cahil bırakılmışlık, iktidarın umursamazlığının kitleleri yabanileştirmesi vb gibi saçma sapan karşı çıkışlar olabilir. Bunlara gülüp geçiyorum. Benim çocukluğum karadenizin yüksek rakımlı köylerinde geçmiştir. Bu köylerde devletin ve dolayısıyla iktidarın kuralları geçmezdi. İnsanlar daha çok kendi kurallarıyla- siz kuralsızlıklarıyla diye okuyunuz- yaşayıp giderlerdi. Gücünüz varsa saygı görürdünüz. Yoksa herkes üstünüze gelir hayatı zehir ederdi. Aynı şeyler Anadolunun hemen her yerinde yaşanır gider.
Bakın bu konuda çocukluğumla ilgili yazdığım bir yazıdan küçük bir alıntı yapayımda O saf temiz Anadolu kölüsünü bir görün...
"Ah Bafra! Of'dan sonra ikinci çocukluk dönemim. İlkokulu bitirmiş, orta okula başlamışım. Hiçte romanlarda olduğu gibi dürüst olmayan kıskanç, kompleksli, ikiyüzlü, riyakar insanlarla dolu bir köy ahalisiyle geçen yıllar... İnsanların, içinde yuva yapabileceği çukurların derinliğini öğrendiğim yıllar. Birbirini delice kıskanan, kimselerin bir diğerinin en küçük bir mesafe katedişine katlanamadığı ilişkiler. Komşular arasında, akrabalar arasında, kardeşler arasında...Şaşkınlıkla izlediğimiz bu yeni ilişkiler yumağında bu insanların göstermeye can attıkları dindarlık pozları. Kuran kursuna gönderilişim. Herkese saldıran hoca efendinin deli oğluna dayanamayıp karşılık verdim diye hoca tarafından önce dövülüp camiden atılışım(Allah razı olsun) Atılmadan önce din adamlarının ne kadar iğrenç olabildiklerini çeşitli vesilelerle müşahede edebilme fırsatı bulmam. Para karşılığı muska , büyü vb yapan bir dangalağın bütün Bafra çevresinde "büyük alim" muamelesi gören saygıdeğer bir kişilik haline nasıl olup ta gelebildiğini anlayamayan ve sorgulayıp duran küçük beynim.
Cahil insanlarla zihnin katedeceği yolculuk nereye kadardır?
- İsmail amca şu Ay ı görüyor musun?
- Evet?
- Biliyor musun Amerikalılar oraya kadar gitmişler.
- Ne dedin???
- Amerikalılar dedim oraya kadar gitmişler, uzay mekikleriyle.
- Seni Gavur!!!
- ????!!!
- Olum size okulda bu gavur laflarını mı öğretiyorlar??? Hiç Allah insanoğlunun gökyüzüne çıkmasına izin verir mi lan?? Sen bilmiyor musun gökyüzünde melaikeler olduğunu ve insanları yukarı geçirmeyeceklerini...Tabi bi kere cumaya gittiğin yok ki dinleyesin Hüseyin hafızı...(Hüseyin hafız yukarda adı geçen mümtaz! Şahıs oluyor) Sonrada böyle öküz gibi inanırsınız her şeye!!!
- Ama İsmail amca adamların fotoğrafları bile var oradan çekilmiş.
- Sus! Salak! Madem gitmişler neden bizim hocalardan birini yanlarına almamışlar??? Ha neden???
- ?????!!!!!
- Peki İsmail amca sen haklısın.
- Zaten sende bir gariplik var. Top oynamaya kandırıyorsun bizim çocukları da
- ?????!
- Ne olmuş??
- Ne demek lan ne olmuş!! Bilmiyor musun günah olduğunu??? İbrahim aleyhisselam ın kafasını kesip firavunda böyle top oynamıştı. Sizde aynı günaha giriyorsunuz.
- İyi ama İsmail amca ikisinin ne alakası var???
- Sana konuşma dedim. Bak beni de günaha sokuyorsun!
- ............
Sessiz bir çığlıktı hayat denilen. Yüreğimde softalığa karşı filizlenen isyanım kimi zaman önü alınamayan bir sele dönüşüyordu. İnsanların cehaleti nedeniyle çok ağladığımı bilirim. Cinler, akşam sohbetlerinin vazgeçilmez konuları arasındaydı ve bu yaratıkları benden başka herkes görmüştü.(?!) Şehirlerde nedense pek görülmeyen bu yaratıklar köy hayatının olmazsa olmazıydılar. Kimi zaman keçi suretinde kimi zaman ayakları ters vaziyette ahaliye görünen bu yaratıklar, bazen korkunç ve saldırgan, bazen muzip kimi zaman da anlatanın özlemlerine bağlı olarak güzel bir kız şeklinde ortaya çıkabilirdi! Acı olan insanların bizzat kendi uydurdukları bu yalanlara inanmaya ne kadar hazır olduklarını görmenizdi. Çünkü onlar, anlattıklarının aslında yalan olduğunu bilmenin rahatsızlığını,
gerçekte böyle bir şey olabileceği düşüncesiyle aklayabilecekleri bir sistem geliştirmişlerdi. Bu hikayeler bürünülen gerçeklik havasıyla öyle bir anlatılırdı ki dinleyen yaşıtlarımdan hemen hiçbirinin akşam karanlıkta dışarı çıkamadıklarını hatırlarım. Ben karanlıkta gezdikçe buna sinirlenen büyükler bu hikayelerin ürkütücü dozajını artırarak vermeye kalkar; ama bu esnada kurguda beliren eksiklikler ise benim doğrularımı temellendirmemden başka bir işe yaramazdı. Sonraları onların anlattıklarına gülüp geçmeye başlayınca bana düşman kesildiklerini söylememe gerek yok sanırım. Tıpkı Eflatun un mağarasındaki o ünlü mağara adamları gibi."
"Abi tavuklarımı bırakın, karımı alın" cümlesini sarfedebilecek kadar evrimi tersten yaşayan ve ısrarla "hominid" olmaya gayret edenlerin çok fazla olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Bu arada, kan akıtarak kutlayageldiğimiz ulusal kavurma bayramımız da kutlu olsun...