SENİ ÖLÜMÜNE SEVİYORUM GÜLÜM..
Fırtınasız sade bir hayatım vardı senden önce. Yaşıyormuydum, bilemem. Sıradanlığın, griliğin içinde kaybolmuş insanlar arasında yaşamaya çalışıyordum. Ölmeye hakkım yoktu biliyorum.
Sonra sen geldin. Normal değildi gelişin. Yakıp, yıkarak, dünyamı altüst ederek geldin. Davetsiz ama özlenen bir misafir gibi. Kasırgalar koptu, yaprak kıpırdamayan dünyamda. Ordan oraya savrulmaya başladım. İçtiğim su gibi, ekmek gibi oldun. Önce, nefesim olup içime doldun. Sesini duymadığım gün, boğulduğumu hissettim; Artık can olmuştun. Sonra delice aktın damarlarımda; kan oldun bana, ölüme eş değerdi sensizlik.
Ama, baştan ayağa yasaktın, imkansızdın. Yıkamadığım, aşamadığım engellerin ardında. Ölüm bir madalyon gibi boynumdaydı artık. Sensiz ölüyordum. Ama seninlede ölümdü hayat. Uzak durmak istedim, yaklaşmamak akıllı hiçbir insan, yanacağını bile bile yaklaşmazdı ateşe. Oysa ben, ateşle oynuyordum. Anladım ki, sevgim deliliğimdi. Sen gelirken aklım firar etmişti.
Düşünmeden, delice, hesapsız, karşılıksız...
Ya sen? Önce aklımı aldın. Başka bir şey düşünemez oldum. Sonra sözlerimi. Senden gayrısını konuşamaz, yazamaz oldum. Gözlerimi istedin sonra, aldın. Göremiyordum artık başkasını. Yüreğimin sende olduğunu fark ettiğimde ise, çok geçti. Ben, bende değildim artık. Beni almıştın, çalmıştın belki de.
İnatçı, hırçın alabildiğine güçlüydüm herkese karşı. Sana ise, sadece aşık. Sana hırçınlığı, ölesiye kıskançlığımdı. Baktığım, konuştuğum herkesten kıskandım seni. Annenden bile..
Sonra çağırdın bir gün; 'Gel' dedin. Gelmemem lazımdı. Ama, sana kullandığım lügatta 'Hayır' yoktu. Oysa imkansızdı, yasaktı, zordu. Dağların kucaklaşmasıydı sana gelmek. Bir damla su içmeden çölleri aşmaktı. Martının balığa aşık olmasıydı. Kuru güllerin hayat bulmasıydı. Garip bir teslim oluştu; Geldim... Ay dünyaya değdi; dünya güneşe, kıyamet koptu.
Aşkta imkansız yoktu. Dağlar delinmiş, çöller aşılmıştı. Aşk için vuslat, sevgilinin yüreğine dokunmak demekti; tenine değil. Yüz sürmekti yüzüne; omuzuna başını koymaktı. Sadece nefesinin sıcaklığı ile yetinebilmekti. Bir ömrü bir saate sığdırabilmekti. Sarılıp ağlamak demekti belkide vuslat. Bulutların, yağmura dönüştüğü, sevgilinin yanağını sulamaktı. Ona dokunmadan, onu almaktı belkide. Göz yaşlarını zincir yapıp, onu bağlamaktı; bırakmamaktı. anlıktı.
Vuslat, başlangıçtı ayrılığa; ölüm demekti. Geldim yine de.
Her gelen giderdi, gitmeliydi. Ben de öyle yaptım. gelmek kadar zordu gitmek, ardıma bakmadan. Çağlayanlarımı içime akıtıp, sevgiliyi yakmadan. Aslında enkazdan, dimdik gözükmeli, ayakta kalmalıydım. Dayanmalıydım. Bedendi sadece ardına bakmayan. Gözlerim, sözlerim hiç söyleyemediklerim ve yüreğim sende kalmıştı.
Gitmekten de zordu belki, gidenin ardından bakmak. Gidenmi sürgündü, kalan mı? Giderken geride bırakmışsa yüreğini, kalan hem sürgün hem de sılada gurbeti yaşayandı. Giden de, kalan da, bir yığın soru işareti kalırdı geriye.
Vuslat mı daha zordu, ayrılık mı? gitmekmi zordu, yoksa kalmak mı? ayrılık mı zordu, ölüm mü? aşık için, ayrılık ölümden zordu. Çünkü, ölümden öte köy yoktu. Hayat sevgilinin yanında başlar, son bulurdu.
Ve ben, sevgili; seni ölümüne sevdim; sana ölümüne geldim........