Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Yaşam kavgadır, kavga ile güzeldir [Tartışma]

[FONT=Verdana]İLETİŞİM

Bir kelime uçuşur havada..Çıktığı yerde bir resmi vardır onun..Bir heyecanı, bir hayali, bir düşünceyi, bir istemi
anlatır..Kelimenin çıkış amacı da, karşısındaki insana bu heyecanı, bu hayali, bu düşünceyi, bu istemi aktarmaktır.
Resmi yansıtmaktır, kaynağındaki şekilde..

O kelime ulaştığı her yerde, çıktığı kaynaktaki resmi yaratmak ister..Görevi budur aslında, var oluş nedeni budur.
Aynı bilgisayarlardaki arama programları gibi insanın içinde dosyaları arar..Benzer dosyalar da benzer resimlere
ulaşmaya çalışır..Sahibinin istediği etkiyi yaratmak için çırpınır..Sahibinin sesi olmak için tüm gücünü harcar..

Fakat bir şeyi unutmuştur sahibi..O kelimenin ulaştıracağı düşünce, diğer insanlarda aynı şekilde kayıtlı olmalıdır.
Yaratmak istediği resimdeki renkler de, diğer insanlarda aynı şekilde renklenmiş olmalıdır..Yoksa sahibinin sesi
olan kelimeler, diğer insanlarla bırakın iletişim kurmayı, iletişimsizliği dayatmaktadır..
.Makineli tüfek mermisi gibi milyonlarca, milyarlarca etrafa saçılan kelimeler, kulaklarımıza, gözlerimize zorla,
zorbalıkla sokulan o kelimeler aslında iletişimi değil, tek bir payda da bile iletişim kuramayan toplumları,
peydahlamaktadır..

Milyonların, yüz binlerin, kalabalıkların içindeki yalnızlığı işte budur aslında…İletişim kurmak için çırpındıkça
yalnızlaşmak.. Günlerce, aylarca, yıllarca konuşup ta tek bir payda da buluşamamak..Çünkü kelimelerin
yaratmak istediği, resimleri, duyguları ayrı ayrı oluşmuş, ayrı ayrı adlandırılmış, karıştırılımış, ihanete bezenmiş,
yok sayılmış, hatta karşıt ismiyle etiketlenmiş dosyalarla doldurulmuş beyinlerimiz..

O yüzden herkes muammadır toplumumuzda..Muamma olmayı kabul etmiş, hatta ayrıcalık saymaktadır kendince.
Kimse onu anlayamaz, kimse ona ulaşamaz, hatta çoğu insan kendisini tanımlayamaz bile..Çünkü duyguları
karşılayacak kelimeler aynı etkiyi taşımaz karşı tarafa..Aynı duyguya onlarca kelime denk düşebilir belki de.

Çözüm nemi diyorsunuz? Kaldırıp çöpe atmak kelimeleri galiba..Yirmiyi geçmeyecek duygusal ses çıkarmak
yeter artar diyorum bize..Eylem belirten kelimeler kalsın isterseniz..Birde tarzanca tabir edilen el kol işaretleri
ile resimli diyologlar da işe yarar bence..İlkellik bu demeyin..Eminim toplum olarak en azından daha rahat
anlaşır ve kütlesel yalnızlıklardan kurtuluruz..İlerki kuşaklara da iletişim cinneti yerine, iletişimi geliştirme
ihtiyacı bırakırız hiç olmazsa..Eminim onlar bunu becerir..
Beyne giren her kelime, pinpon topu gibi duvardan duvara çarpa çarpa patlamakta, yada hiçbir yere dokunmadan
hiç bir yeri etkilemeden doğrudan dışarı çıkmakta..Oysa tek hamlede ustaca karşılayıcı olmalıdır..
Beyne giren her kelime, önce o kelime sanılan anılarla kirlenmekte, beyazsa en iyi ihtimalle gri olarak geri
çıkmaktadır..Her kelime eşittir, kuşku ekleriyle geçerlilik kazanmaktadır..Her kelime engelli olmuş, her kelime
destek değnekleriye yürüyebilmektedir..’’Seni seviyorum ‘’ bile, valla kötü niyetim yok yada yanlış anlama
ile birlikte kullanılıyorsa, vur tekmeyi bu iletişimin kıçına derim..Yirmi ses ve yirmi eylem ile düzenlenecek
binlerce resim ve işaret en azından bizi daha bir insan yapar bu günkü kültürümüzden diyorum ben..[/FONT]

[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]28.10.2008 tarihinde yine karşıma kendimi koymuşum, bunları tartışmışım ben kendimle..[/FONT]
[FONT=Verdana]Değişti mi düşüncelerim? Evet iyice belirginleşti..[/FONT]
[FONT=Verdana]Kavramları kafalara takılan çelik kasklara benzetmeye başladım.. İçindende kulaklara giden ses var.. Başka ses duymuyor o kaskı kafaya takan kişi.. Birbirleriyle konuşurken aslında beyinleri ve kulakları tıkalı birbirlerine..[/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Kavramlar her düşünce sistematiği için ayrı anlamlar ifade ediyor.. Her biri ayrı sistemler tarafından ayrı şeylerle dolduruluyor.. Her kavram her inanç, her sosyolojik gurup için ayrıysa iletişim nasıl kurulacak.. Haklısın kavramlar düşüncenin motorları, resmi her defasında yeniden çizmek zor.. Ancak görevi iletişim olan düşünce olmalı önce.. Bu gün ayrı düşünce sistemleri, akımlar ya da inançların, yada beyindeki her düşüncenin ayrı amaçlarla kodlandığı düşünülürse ve zaten tüm amacında bağımlı insan yaratmak olduğu göz önüne alınırsa geriye kalan nedir.. Birileri tarafından bağımlı olması için kavramlarla kodlanmış insanlardan başka geriye ne kalır?[/FONT]
[FONT=Verdana]İnsanlar düşündükçe, konuştukça ayrışmaktadır bu gün.. Çünkü ayrı kavramlar ile kodlanmıştır.. Aynı kavram zıt duygular uyandırabilmektedir artık beyinlerde..[/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Benim burada yapmaya çalıştığım, kendimce kavgam işte budur.. Amacım budur.. Yeni bir çıkış yolu, yeni bir iletişim şekli.. Engelliler için bile yeni bir dil yaratmak bunun yan ürünüdür.. Genelde tüm insanlık içindir dileklerim..Bu konuda yalnız mıyım, var mı başkaları onu da bilmiyorum inan.. Ve bu çalışmaları tam olarak ne şekillendirebildim daha, nede dillendirebildim.. Deniyorum sadece.. Her kavramı önce kendimce anlatıyorum, demek istediğimi anlatıyorum, resmini çiziyorum düşüncelerimin..[/FONT]
[FONT=Verdana]İşte bazılarını şu başlıkta topladım;[/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][FONT=Verdana]http://www.engelliler.biz/forum/kendi-yazi-ve-siirleriniz/20679-kuyucak-kuyucakca.html[/FONT]
[FONT=Verdana] Benimki şimdilik don kişotluk biliyorum.. Olsun.. Daha önemli işleri biraz da başkaları yapsın.. Ben oyuncaklarımla oynamayı seviyorum ve mutsuz değilim.. Başkaları ister katılır ister katılmaz.. [/FONT]
[FONT=Verdana]Kavgamın amacı ve adı iletişim kurabilme kavgası diyorum o yüzden[/FONT]
 
Geçenlerde elime Sarraute’nin Şimdi adlı romanını aldım. Yazar, sözcüklerin dirilişini anlatıyor… Hecelerin, sözlerin dirilişini anlatıyor… 30 sayfa gidemedim. Bunaldım. Afakanlar bastı beni… Ölüm sözcüğünün dirilişini okumak hiçlik denizinde gezmek gibiydi. Yalnızca farklı bir şey yaratmak için düşsel bir kurgu… O kurguda yazarın öznel dünyasından başka hiçbir şey yok…

Senin iletini okuyunca birdenbire o romanı anımsadım. Senin de nesnel gerçekliğin dışında yalnızca sana ait olan öznel dünyan var… Bu Aristo’nun masa başında oturarak, gözlem yapmadan gökyüzünü incelemesine benziyor…

Uydurulmuş bir varoluş, doğrudan doğruya gerçeği yadsımak için ortaya atılıyor… Biliyor musun? Böyle yaparak asıl miti sen yaratıyorsun belleğinde… Tümüyle mantıkdışı olanı varoluş saymak… Mit, ilkelliğin çocuksuluğudur diyor Broch… Bu anlamda, romantiklere benziyorsun. Birdenbire Russo’yu anımsadım. Ama ben severim kendisini:):) Her ne kadar çapkın da olsa:):)

Elbette, sözcüklerle duygularımızı, düşüncelerimizi anlatır, çevremizdeki varlıkları sözcüklerle tanımlarız. Çünkü, düşüncelerimizi anlatmak için sözcüklere gereksinmemiz var. Sözcükler, bir düşünceyi anlatmak için araçtır. Bir amaç değil… Sorun, sözcüklerin anlamını tanımlarken , gerçekliği öğrenmektir. Gerçekliğin üstünü kimileyin sanılarımızla ya da dileklerimizle örteriz. Platon’un Theathios’unu okuduğumda büyük bir şaşkınlık geçirdim. Benim bilgi dediklerim benim sanılarımdı, benim inançlarımdı. İşte yaşamda neden insanlardan kazık yediğimin yanıtını bulmuştum. Ben gerçekliğin üstünü hep bir şeylerle örtmüştüm. Ben o zamana kadar hep başkalarını suçlarken asıl nedenin kendim olduğunu görememiştim. Tanrım! Ne büyük bir yabancılaşma! Kendimi bile tanımıyordum.

İşyerinde onyıl boyunca ilkokul çocuğunun önüne verseniz, yapabileceği bir işi yapmıştım. İçimden, başımı alıp gitmek geliyordu bir yerlere… Neden mutsuz olduğumu çözemiyordum. Neden yaptığım iş beni tatmin etmiyordu? Oysa ne düşlerim vardı… Düşlerim, elde edemediklerimin tasarımıydı. Ama düşler gerçek değildi işte…

İşyerinde telefonu kapanan vatandaşlar, hiç durmaksızın arıyor, arıyor, ama hiç kimse oralı olmuyordu. Hatta telefonların üstünü dosyalarla kapatıyorlar, meşgule alıyorlardı. Ya da mesai başlamış olmasına karşın sabahın erken saatinde bir müşteri gelse, suratlar asılıyor, kimse müşterinin yüzüne bakmıyordu. Bir kirlenme beni rahatsız ediyordu. Neden sorusunu soruyordum kendime… Sonra yabancılaşma kavramıyla tanıştım… İnsanın bir kitap okumakla yaşamı değişir mi? Benim değişti… İnsanın kendine, emeğine, emeğin nesnesine, insanın topluma, insanın bir başkasına yabancılaşmasını yutarcasına okudum.

Ben önce kuramları okumadım… Önce yaşadım. Sonra o kuramları okuyunca yaşamla birebir paralel düştüklerini gördüm… İletimsizliğin kökeninde, yabancılaşmış emek vardır. Çünkü, hergün bir meta üretiyoruz. Nesneler dünyasının değer kazanmasıyla insan değersizleşiyor. Bu arada üreten, ürettiği şeyin kölesi oluyor…

İnsanların yabancılaşmasında, teknolojinin, kültür endüstrinin, popüler kültürün, medyanın, internetin payı vardır.

Asıl nedeni görmeden, gerçekliğin yalnızca dilsel yapılardan ve kavramların etkisi altında oluştuğunu söylemek bir yanılsamadır. Yalnızca, Protogoras’ın insan herşeyin ölçüsüdür, benim için böyledir, senin için böyledir demek tüm gerçekliği yalnızca öznel deneyimlere indirgemektir. Gerçek, görelidir. Postmodernist düşünürlerin, burada haklılık payı vardır. Kavram ve düşüncelerimiz bizi yanıltabilir. O zaman görünen gerçekliği sürekli belleğimizin süzgecinden geçirmeliyiz. Bu açıdan uyarıcıdır. Ancak, insanın nesnel gerçekliği gözden geçirmesinin ölçütleri vardır. Ben o ölçütlerin ne olduğuna girmeyeceğim şimdi.

Benim postmodernist düşüncede karşı çıktığım, bilginin nesnelliğinin rededilmesidir. Bu nesnellik ise, güç ve iktidar odaklarınca maskelenmektedirler. Bu beyaz insan ya da beyaz erkek olmanın son kalesidir. O kaleyi savunuyorlar şimdi...

Doğruyu doğru olmayandan, iyi iyi olmayandan ayırt eden bir ölçütün olmaması, bilim, sanat, ahlak ve benzeri şeylerde bir karmaşaya neden oluyor. Neye iyi diyeceğiz? Neye kötü diyeceğiz? Neye bilgi diyeceğiz? Hadi çıkın işin içinden…

Postmodernizm, modernizme açılan bir savaştır… Bu savaşta modernizm yanındayım. Bırakın beni istediğim şeye başkaldırayım demek, bireyciliktir. Rastlantısal olandır… Anarşidir… Parçalanmışlıktır…

Parçalanmış bireyden ise, hiçbirşey olmaz. Sen tüm söylediklerinle hem postmodernizmi savunuyorsun ya da ben öyle anlıyorum. Hem de adaletsizlikler karşısında başkaldırmasını bekliyorsun?

Be ne perhiz bu ne lahana turşusu!
 
Yaşam kavgadır. Engelimizle değil engeleyenlere karşı kavga. Burdaki kavga vurdu kırdı değil mücadele olmalı.
 
Tek kelimede anlaşalım Monalisa.. Benim tek ve tek amacım nesnel gerçekliği olanca çıplaklığı ile görmek, anlamak, özümsemek..
Bana karşı çıktığım şeyi sen yapıyorsun diye itiraz etmen bana göre anlamsız.. Çünkü ben zaten kavramlar nesnel gerçekliği saklıyor diyorum.. Yakınmam bu.. Siyasi, ekonomik, politik, felsefi, sanat ve düşünsel anlamda her düşünenin kendi kavramları oluştu diyorum.. Bu kavramlar belki aynı ama insanların kafasında uyandırdıkları ayrı.. Bunların her biri ayrı renkte ve ayrı mercekli at gözlüklerine döndü.. Aynı kavramı ayrı anlamlarda kullanan binlerce akım var.. İnsanların arasındaki asıl iletişimsizlik buradan kaynaklı diyorum.. İnsanların nesnel gerçekliği tüm çıplaklığı ile görmesi için ortak bir dil gerekli..Kavramların içinin aynı şeylerle dolu olması gerekir.. Yok böyle bir şey.. Birisi için acı, öteki için sevinçse.. Birisi için kahramanlık öteki için salaklıksa..Yaaaaa şurada hep söylenir durur; Örgütlenmek diye.. Ama hangi temelde diye pratiğe dök, eminim bin ayrı ses çıkar.. İşte ayrışma bu.. Örgütlenme kavram burada.. Ya hangi temelde dersen kavramın ne kadar muğlak olduğu anlaşılır..

Bilginin nesnelliğine gelince, herkes bilimsel oldu artık.. Metafizik bile bilimsel olarak kanıtlamaya çalışıyor kendi savlarını.. Bilim herkes içinse nesneldir derim ben.. Bilim her şart altında aynı sonuçları veriyor çünkü.. Bilgi bilimsellikten kaynaklı ise nesneldir.. Ve her düşünce kendini bilimsel saymak için önce kendi bilimini yaratıyor..Bu gidişle bilimde çuvallayacak.. Bilmediği şeyler konusunda da fetva vermeye başladı çünkü, hem de çoğunluk olarak.. O bile saygınlığını yitirmek üzere.. Benim düşüncem bilimsel verilere dayanıyor.. Kime göre? Yine senin bilim saydığın şeylere göre.. Ortak evrensel bir kabul ediş var mı? Yok ama, mutlaka bir gün olacak.. Mışşşşşş yani..

Postmodernizmi savunduğumu bilmiyordum.. Alay etmiyorum inan.. Senden öğrendim şimdi.. Pek iyi bildiğim bir konu değil.. Daha çok kendimi ilkelizmci diye tanımlardım..
Modern yaşamda kültürel ilkelizm yaşamak isterdim..

Haklısın Anarşist olmayı hep faydalı bulmuşumdur.. Örneğin dün akşam yine doğu toplumlarının kendilerini her şeye kapatıp, değişime karşı çıkarak, kendi kör kuyularında nasıl çürüdüklerini yazdım.. Çünkü kapalı kalan, değişmeyen, yenilenmeyen her şey çürür dedim.. Doğanın kanunu bu dedim.. Sanırım nesnel gerçeği yakalamışım..
O kuyuları patlatmak lazım dedim.. Yerine ne gelirse gelsin, hatta gelmesin insanlar daha mutlu olur dedim.. Ne yapayım bu ruh çıkmaz benden..
Kavga etmek için bana o ruhu anarşizm veriyor..
 
Pazarlık mı yapıyoruz Hasan? Tek kelime de anlaşalım:):)Senin nesnel gerçekliğin çok büyük anlaşılan:):)Arada bu kadar mesafe olmasına karşın buradan göremiyorum:):)Ya da tam tersi:):)

Sen kavramlar, görelidir diyorsun. Çünkü, kavganın anlamı herkese göre değişebilir dedin. Açıklaması belirsiz dedin… Bu nedenle kavga kavramını ucunu açık bıraktığını söyledin… Herkes içini doldursun dedin.

Buradan kavramın bir değil de çok anlamının olduğu sonucu çıkar.

O zaman ben buradan şunu anlarım. Sen tek doğrunun olduğuna inanmıyorsun.

Sonra da diyorsun ki, kavramların çok anlamlı olmasından dolayı, insanlar birbiriyle anlaşamıyor… İletişim kuramıyor…

O zaman da inandığın bir şeyi kendi kendine yadsıyorsun. Ben yanlış mı düşünüyorum?

Sen başkalarının avukatı değilsin. :):)Yoksa, ben bilginin ya da doğrunun göreli olup olmadığını biliyorum. Senin düşüncen ne? Çok açık… Doğru göreli midir? Değil midir? Değilse, benim dediğime gelirsin. İkimiz de aynı şeyi söylemiş oluruz.

İkinci tezine gelince… Kavramların göreli olduğundan dolayı, iletişim kurulamadığını söylüyorsun… Ben de bunun postmodernizm olduğunu söylüyorum.

Öyleyse, ikimizde aynı noktada birleşiyoruz gibi gözüküyor. Ama emin değilim.

Postmodernizm, bir aldatmacadır diyorum…

Çözüm ne!

Çözüm postmodernliği yadsımaktır… Gerçeklik, bireyin öznelliğine göre belirlenmez.

Evrensel değerler ve doğrular vardır. Yaşadığımız bir nesnel gerçeklik vardır. O da kapitalizm gerçeğidir.

Şimdi örgütlemeye gelince…

Ortak bir noktada paydalarımızı eşitlemeliyiz. Bireyin yerine toplumu geçirmeliyiz. Ortak tanımlarda buluşmalıyız. Ortak hedefler belirlemeli, o hedefler için strateji planları yapmalıyız.

Benimkisi biraz masa başında konuşmak gibi oldu ama… Çünkü, ben örgütlenmenin içinde aktif olarak yer almadım. Belki de bu nedenle bu konuda fazla yazmamayı yeğliyorum.

Anarşist olmak farklı… Anarşist ruhlu olmak farklı…

Galiba sorun da belleklerimizde bir kıvılcımın oluşmasında… O kıvılcım olmadığı zaman Gorki’nin Konovalov karakteri gibi olursun.

Ne yaptığından haberin olur. Ne kendinin nasıl yaşadığından… Dünya boşalmış, bir tek sen kalmışsındır… Her şey kara gözükür gözüne… Kendinden de insanlardan da sıkılırsın… Tümü geberse umurunda değildir! Ruhunda bir kıvılcım eksiktir! Evet, bir eksiğin vardır senin! Durmadan onu arıyor, onu özlüyorsundur! Ama nedir o? Bilmiyorsundur.

Bu forumları okuyanların ruhlarında bir kıvılcım var mı? Yok mu?

İşte ben de bunu bilmiyorum…
 
Yaşamın guzellıgı de kavgasıda bence ınsana baglıdır...yasamın guzel olması bence kavgadan ıbaret degıl..
 
Her insan için tek doğru olmadı daha .. Umarımda olmaz .. Çeşit ve renk iyidir .. Herkes tek doğruda birleşse bile, ertesi gün değişim başlar ve o tek doğru yine değişir .. Önemli olan doğrular birbirinin gırtlağına sarılmasın .. Burada bir nokta var üzerinde durulması gereken; Kavramlar doğru yapsa işlevini, iletişim sağlansa, karşıda olan anlaşılsa (anlatmak istediği gibi ama) yinede onun doğrusu benim doğrum olmak zorunda değildir ..
Örnek; Adam bağırıyor; Ben insan gibi yaşamak istiyorum, ülkeme bağlıyım ama ana dilimi konuşmak istiyorum .. Ona verilen cevapsa; Vatan haini seni! İşte iletişimsizlik bu.. Oysa onun doğrusundan bana ne? Saygı yeter .. Ben konuşuyorsam ana dilimi elbet herkesin hakkı ..
Doğrunun tek olmasının hiçbir anlamı yoktur .. İdeolojiktir .. Düşüncesinin tek doğru olduğunu söyleyenlere güler geçerim ben .. İnsan yapısına aykırıdır .. Ayrıca gereksizdir .. Yanlışı bilerek yapma hakkı vardır insanın .. Önemli olan doğru iletişim .. Karşımdakini anlayınca, onu yanlış kabul etme hakkım olsun izninle .. Gerekçesi ne olursa olsun .. Zaten iletişim olunca, birlikte yaşamayı öğrenir insanlar ..

Şu örgütlenme olayını çok önemserim ben .. Ama gerektiği kadar önemserim ..
Çocukluk yıllarım (16-17 yaşında öğrenci iken başladım) o işle geçti .. Düşün lütfen, benim gibi veletler, eşşşeeekk kadar adamların sınıf bilincini geliştirmeye ve onları örgütlemeye çalışıyorlardı .. Onlar için gecekondu bölgelerinde yaşıyor, evler yapıyor, polisle karşı karşıya kalıyorduk .. Şimdi onlar gecekondu ağası oldular .. Pişman mıyım? Hiç değilim bana kalanlar bana yetiyor .. Yıkılmaz eğilmez bükülmez bir ben kaldı bana da ..Sevenin çok sevdiği, nefret edenin çok nefret ettiği bir ben kaldı bana .. Derneklerde de çok bulundum ben.. Onlarda meslek edindiler yaptıkları işi .. O yüzden şu örgütlenme işinden hep tırsarım .. Ama olmalı derim.. Kendi bilincinde olan insanlardan kurulmalı, herkes ne yapacağını bilmeli, fedakarlıklara beraber katlanmalı.. Yani örgütlü olup, örgütlü yoldaşınla çekişmek kadar iğrenç bir şey olamaz .. Çünkü örgüt bilinci yoktur.. Önce felsefesi olmalı örgütlenmenin ..
Ne için örgütlenildiğinden, temel felsefesinden haberi yoktur çoğunun …
Herkes bağırır; TSD niye çalışmıyor? Haklarımızı niye savunmuyor?
Buyur baba anahtarı öne sen geç ..Örgüt bilinci budur ülkemizde..

Gelelim bana .. Ben ne yapmaya çalışıyorum .. Bu kadar emek veriyorum amacım ne bu konuda .. Kısaca, çok kısaca şöyle diyeyim; Ben insana inanıyorum .. Onun kafasında kodlanmalar kırılsa, kendi düşünmeyi öğrense, emek vermenin tadına varacak, üretmenin gücüne inanacak yemin ediyorum . Doğrular sandığın kadar çok olmayacak .. İnsanların yaşamsal doğruları ve evrensel değerleri hızla birbirine yaklaşacak .. Örgütlenmeler bile uluslar arası olacak .. Farklılıklar ise bin bir çiçek olacak .. Ben kendime bu misyonu biçtim..
Gördün mü bak, nasılda dev aynasından bakıyorum kendime .. Cüce kendime ..
Kime ne? Kendimizi aşağılamayalım, aşağılatmayalım, bunun kavgası benimki ..
Düşünmeyi öğrenirsek kendi başımıza, kulağımıza fısıldananlarla değil, iyi kavgacı olur bizlerden .. Çünkü her tarafımız kavga edecek şeylerle dolu ..
 
Postmodernizm, bir aldatmacadır
Çözüm postmodernliği yadsımaktır…
Demişsiniz Monalisa

Burada takıldım. Niye takıldın derseniz, postmodernizmi ele alış, açıklayış, algılayış biçiminizi yadsıdım. Modernitenin değerleri birer masala dönüşeli çoook uzun zaman oluyor. Sizin hala orada olmanızı yadsıdım. Kapitalizm gerçeğinin halen var olması, zaten postmodernizmin beslenme kaynağıdır.

Kuyucak’ın adaletsizlikler karşısında başkaldırı beklemesi ve aynı zamanda sizin deyişiniz ya da tespitinizle postmodernizmi savunması niye bir çelişki olsun bunu da anlamış değilim. Postmodernizm özünde bir başkaldırı, eleştiri, muhalefet, ve hatta kaostur. Sizin de dediğiniz gibi bireyciliktir. Bireyciliği bencillikle karıştırmazsanız eğer, hiç de tu kaka bişey değildir. Bireyci olmak sizin düşündüğünüz gibi rastlantısallık, parçalanmışlık ya da anarşi olarak tanımlanamaz. Siz de takdir edersiniz ki dünya tarihinin önemli sayfaları kolektif değil, bireysel düşüncelerin ışıklarıyla aydınlanmıştır.

Siz neden bu forumun çok daha kolektif olan sayfalarına hiç yazı yazmıyorsunuz da bireysel düşüncelerinizi ortaya koyabileceğiniz sayfaları tercih ediyorsunuz? :)
Cevabı ben vereyim: Çünkü sürüden birisi değilsiniz, çünkü kolektivist düşüncenin beyin yıkamalarına maruz kalmak istemiyorsunuz, çünkü büyük bir ihtimalle birey olabilmeyi becermişsiniz. Hemide tek parça kalarak, çünkü siz de aslında postmodern olarak tanımlanan düşünce yapısını benimsemişsiniz (diye düşünüyorum).;)
 
Gerek Kuyucak'a ve özellikle de Empatizan'a şu an yanıt vermeyi çok isterdim. Ama gerçekten çok yoğunum. Bu yoğunluğumun geçtiğine inandığım an her ikinize de yanıt vermeye çalışacağım.
 
Yaşam kavgadır, kavga ile güzeldir
başlık okadar dikattimi çektiki okumadan edemedim gerçekten hepiniz düşüncelerinizi okadar güzel cümleler kulanarak ifade temişsnizki sizler gibi yerinde ve uygun cümleler kurmayı pek beceremem ama düşüncemide kısa ve öz ifade etmeden geçemeyeceğim,belkide bu yazılarınızı okuyupta cevap yazmak isteyen okadar arkadaşımız da vardır ama benim gibi düşüncelerini yazmak konusunda ytersiz kalıyorlardır o yüzden düşündüklerini yazıya dökemiyorlardır,bende yazıp yazmamk konusunda baya kendimle kavga ettim ve kendimle girdiğim bu kavgada yazmak yönüm kavgayı kazandı :) ya zaten hayat zaten başlı başına bir kavga önemli olan burda ya maglup olacksın yada galip,herzman galip gelmeyi beklemekte nekadar doğru,girdiğimiz kavgada malup olduğumuzda yeniden başarıp ayağa kalkmak ve mücadeleye devam edebilme cesaretini göstere bilmektir ,
 
Arkadaşım Hasan!

Ben de zaten tek doğru olmalı demedim. Bu mutlakçılık olurdu… Böyle bir dayatmam da olamaz. Bilimin bile yanlışlanabilir olduğunu biliyoruz. Evet, senin doğrun başka, benim doğrum başka olabilir. Ama bana düşüncenin dayanaklarını göster. İşte benim açıkça demek istediğim bu.

Aslında burada benim altını çizmek istediğim bir şey var. Onun için düşünce kavramlarla başlar diye kendimi yırtıyorum::):)

Bireylerin kendi kavramları yok. Yaşamın en basit ayrımlarında bile düşünceleri yok. Örneğin, aşık olan birisine sen buna niye aşıksın diyorum. Sen niye bu adamı seviyorsun diyorum. Seviyorum işte diyor. Böyle bir yanıt olabilir mi allahaşkına? Sence, yaşamın anlamı ne diyorum… Yaşam nedir diyorum. Susuyor… Ya da çok yuvarlak bir yanıt veriyor. Kendi kendini sorgulaması için üstüne gidiyorum. Ne çok soru soruyorsun, sıkıldım diyor.

Yaşamda sorunların altında neler yattığını anlamak için kavramların bizler için bir anlamı olmalı önce… Ben belirsizliği, yuvarlak lafları sevmiyorum. Çünkü, kavramları olmayan insanların kişiliklerinin de olmadığının ayrımına vardım. Çünkü, sorgulamıyorlar. Onlar hiçbirşeyi özümsememiş, içselleştirmemişler. Yaşamak yalnızca nefes vermek olabilir mi?

Yaşadığımız dünya içinde ideolojinin payı yadsınamaz. Zaten, kişiliğimizi de, düşüncelerimize çevremizdeki insanları model alarak oluşturuyor, bir kültür bombardımanın etkisi altında kalıyoruz.

Ancak, örneğin, iyi ve güzelin anlamını, dostluğu, yaşamın, insanın anlamını ya da özgürlüğün anlamını bilmeden, sevmenin, sevilmenin, acı çekmenin anlamını bilmeden yaşadığımız dünyayı ya da kendimizi nasıl oluşturabiliriz? Önce kendi kavramlarımızı oluşturalım ben diyorum…

Ahh! Bilmeden yaşayarak, yaşayarak öğrenmek ne acıdır! Kör birinin kuyuya düşmesine benzer.

Türkiye’de sınıf bilinci olmamasının bir nedeni, içinde yaşadığımız sistemdir. Sistem dil ile gerçekleri örtmeye çalışıyor. İkincisi, Türkiye’de sınıf bilincim var diyenler bile daha kapitalizmin kendisinin ne olduğunu bilmiyorlar. Yalnızca ezberledikleri içi boş laflar var. Üçüncüsü, Türkiye’de işçiler sömürüldüklerinin ayrımında değiller. Kendilerinde sınıf bilinci yok. Bu sınıfı harekete geçirecek bir güç yok. Tabii ki, bu nedenler çoğaltılabilir.

Türkiye’de engelliler hareketi yok. Çünkü, engellilerde henüz örgütlenme bilinci yok. Eğitim, yok. Meslek yok. Eğitimi, mesleği olmayan bir kümeyi siz nasıl harekete geçirebilirsiniz? Ayrıca, engelli kümeleri çok kategoriye bölünmüş durumda. Bencillik, çıkarcılık, bireycilik ön planda. Yine, böyle bir kümeyi harekete geçirecek bir güç yok. Kısaca şimdilik böyle özetleyebilirim.

Aslında ikimizde aynı şeyi söylüyoruz. Düşünün ve harekete geçin diyoruz. Ama belki dayanaklarımız farklı olabilir.

Şimdi gelelim Empatizan’a.

Ne zamandır karşılaşmamıştık seninle.

Senin için modernizmin ne anlam ifade ettiğini bilmiyorum.

Biraz geriye gidelim ve modernizmin ne olduğuna bakalım.

Batılı tarihçiler, 1789 Fransız Devrimi’nden sonraki dönemi, modern çağ olarak nitelemektedirler. Gerek edebiyatta, gerek sanatta gerekse düşünsel anlamda modernizm, inanan insan yerine düşünen insan ilkesini savunmakla başlar.
1789’da İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin okunması, oy hakkının kabulü, köleliğin kaldırılmasından sonra insanlığın özgürlüğe kavuşabileceğine inanılmıştır. Özgürlük, eşitlik, insan hakları, demokrasi gibi siyasal ilkeler, yaşamda etkin rol oynamaya başlamıştır. Ancak, yalnızca bu kavramlarla insanın özgürleşmeyeceğini savunanlar, bunun bedelini canlarıyla ödemiştir. Çünkü, ekonomik özgürlük olmadan diğer özgürlüklerin pek bir anlamı yoktur.

Öyleyse modern sözcüğü için yeni olan diyebiliriz. Postmodernizm ise, bilindiği gibi, modernizm sonrası anlamına gelmektedir. İlk kez, 1940’lı yıllarda bir mimar “kahrolsun postmodernizm” diyerek bir yazı kaleme almış ve böylece bu sözcük dünya literatürüne girmiştir. Bu yazıda, hızla betonlaşma karşısında geleneksele dönüşten söz edilmektedir. Edebiyatta ise, postmodern akım, gerçek dışılığın ön plana çıktığı, bir karmaşa ve soyut dünyanın yaratıldığı, bireyin parçalandığı, bu kargaşa içinde insanın absürd konumunu yansıtır. Önce sanat alanında kendini gösteren bu hareket, sonra yaşamımızın her aşamasında karşımıza çıkmaktadır. Tüm bunlardan yola çıkarak postmodernizm, parçalanma, ironi, belli bir kuralın olmaması, her şey gidercilik olarak tanımlayabiliriz.

İşte bunun için karşısındayım postmodernizm.

Aydınlamaya karşı başkaldırı olur mu? Her sözcüğü ister olumlu, ister olumsuz anlamda kullanmaya başladık. Postmodernizm bu işte.

Posmodernizm, akılcılığa, bilginin ve değerlerin evrenselliğine, nesnelci gerçekçi idealine karşı olduğu açıktır. Postmodernizm dayandığı temellerin yukarıdaki iletimde az da olsa, açıklamaya çalıştım. Ama tabii ki, kısa geçmek zorunda kaldım. Çünkü, çok uzun bir konu…

Postmodernizme göre, toplum yamalı bir bohçadır. Ancak, bir amaç için yola çıkıldığında hem karşıt görüşleri savunur hem de rededer. Sizce bu anarşi ya da parçalanmışlık değil de nedir?

Postmodernizm, çok kültürlülüğü savunur. Şimdi, zina edeni taşlayan, namus cinayetlerini savunan bir kültürle, insan haklarını savunan, bilimi ve sanatı önemseyen bir kültürün birinin diğerinden üstün olmadığını söylemek gerçeğe gözlerini kapamak değil de nedir?

Bireyciliğin açıkça bencillik olduğu açıktır. Hep ben… hep ben… Galiba bireysellikle bireyciliği karıştırmamak gerekiyor. Evet, aydınlanma aydın kişilerin büyük kitleleri peşinden sürüklemesiyle gerçekleşmiştir. Ama bu bireycilik değil bireysel olmakla ilgilidir.

Kısacası, önce kendimiz kendi özümüzü oluşturacağız. Kavramlarımızı belirleyeceğiz. Sonra ise, sorunlar karşısında örgütlenmeye gideceğiz. Temel olarak söylediğim bu…

Bir bireyin kavramları yoksa ya da belirsizse o bireyden hiçbirşey olmaz.
Bir toplumda her kafadan bir ses çıkıyorsa, herkesin doğrusu kendine göre değişiyorsa, kaldı ki, evrensel ilkelerde anlaşılamıyorsa o toplumdan da hiçbirşey olmaz.

Evet, haklısın Empatizan Bireyselliğimi oluşturmaya çalıştığım doğrudur. Bireyle toplum arasındaki ilişkinin diyalektik bir yapıda olduğunu da biliyorum. İşte bunun için toplumsal konularda yazı yazmayı yeğliyorum. Sen beni dert etme:J)) Benim ayaklarım her zaman yere sağlam basar:J))
 
Postmodernizm ya da modernizme ilişkin literatürü ne sizin bana anlatmanıza gerek var, anladığım kadarıyla ne de benim size anlatmama gerek var Monalisa.
Her ikimiz de sözkonusu literatürde bir şeyler okumuşuz ya da neler okunması gerektiğinin farkındayız.
Postmodernizmin, aydınlanmaya başkaldırı olduğu konusunda sizinle hemfikir değilim.

Ayaklarınızın yere ne kadar sağlam bastığı da hiç derdim olmamıştı. Bu herkesin kendisini ilgilendiren bir konu.

Ben, bireysellik ve bireycilik sözcüklerini İngilizcideki “individualism” sözcüğünün karşılığı olarak eşanlamlı düşünüyorum fakat daha önce de belirttiğim gibi her iki sözcüğü de bencillikten ayrı tutuyorum.

Bu arada sizin her konuda cebinizden joker olarak çıkarıp kullanabileceğiniz kavramlarınızı merak etmeye başladım. Örneğin yaşama yüklediğiniz anlam! Yaşama yükleyebileceğiniz şablon ve joker bir anlam, bir kavram bulduysanız eğer, bizimle de paylaşır mıydınız?
Ah tabii herkesin yaşamının anlamı farklıdır. Eğer hepimiz ayrı bireylersek, öyle şablon bir anlam yüklemek mümkün değildir yaşama. Ama en azından sizin yüklediğiniz anlamı ve kavramı bilsek de örnek alsak, öykünsek, imrensek mesela…
 
Sevgili monalisa ..

Senin yazdıkların benim ne kadar güzel bir uğraş içinde olduğumu kanıtladı kendime.. Anlatayım;
Kavram kargaşasına dönüştü ufacık kavgamız! Anlatayım;
Evrensel kabul görmüşlüğe göre vahim hatalar içindesiniz şu anda ..

Aydınlanmaya karşı olan postmodernizm değildir .. Aydınlanma çağı eski feodal yani derebeylerinin, toprak ağalarının düzenine karşı burjuvazinin egemenliğini ilan etmesi anlamına gelir .. O dönemde devrimci olan burjuvazidir .. Aydınlanma dediği de monarşiden cumhuriyetlere geçiş, oy hakkı, serbest ticaret, sanat ve felsefede özgürlük, laiklik vb şeylerin topuna denir .. Yeni dünya düzenine de Modern çağ denmiştir .. Modernizm budur .. Çok kısa sürmüştür .. İkinci dünya savaşından sonra tamamen bitmiştir.. İdeolojik olarak diyelim ..
Onun ölümünü ilan edende asıl olarak Marks, Freud ve Nietzche’dir .. (Kendime söz vermiştim tartışmalarda anmayacaktım adlarını..) Şimdi gelelim başa, Modernizm sonrası anlamına gelen postmodernizm’in içinde kimler yok ki? Yani bir nevi kapitalist sistemin ideolojisi olan modernizm içinde sıkışıp kalıyorsun ..
Bu sistem olarak kapitalizm sonrasının düşünsel yapısı anlamına geliyor .. Bu gelişmelerin temelinde ise bu üç dehanın düşünceleri yatıyor.. İster olumlu ister olumsuz anlamda .. Unutma dialektik bir şeye karşı gelişir .. Mutlaka en son düşünceye karşıt gelişir ve onu içinde barındırır .. 2.Dünya savaşından sonra gelişen Postmodernizme şu diyecek, onu şu geliştirdi diyecek bir adam yok ki ortada sen onların düşüncelerini bir çırpıda sıralayıverdin .. Düşünsene 70 yıllık koca bir alt üst oluşa postmodernizm deyip geçiştiriyorsun ..
Sende biliyorsun ki bakış açını sosyalist bakış açısı belirliyor .. Onlar postmodernizme ne diyorsa sende onu diyorsun .. Yoksa onun içinde o kadar düşünce var ki alt alta sıralasak modernizmden farklarını ciltler tutar ..
Neyse insanın düşüncesini bir nehre benzetirsek, modernizmden sonra o almış bayrağı ve denize koşuyor .. Koşanda o kadar çok ki, takip edemiyorum .. Bende almışım bayrağı galiba adını düşünmeden ..

Kavramlar işte böyle monalisa .. Kavga ettirtmiyor insanları ağız tadıyla .. Düşman ediyor .. İletişim için hepsinin şimdilik canı cehenneme .. Önce bir konuşabilmek lazım .. İletişim şart .. Kavgamız bu olmalı.. Düşünebilmeli ve iletebilmeliyiz kendimizi ..
 
Modernizm ve postmodernizmi tartışsak, sayfalarca sürer.

İnan, benim zamanım yok oturup bunlara yazmaya…

Hasan, ben Fransız Devrimi’ni de biliyorum. Feodaliteyi de… Yazdıklarının hepsini biliyorum.

Postmodernizmi değerlendirenler ve onunla ilgili yaklaşımda bulunanlar arasında sana birçok isim sayabilirim. Jean-Froncais Lyotard, Derrida, Foucault, Barthes, Baudrillard, Rorty, Nietzsche, Wittgenstein, Habermas gibi…

Ben yalnızca derine dalmadan temel şeyleri paylaştım.

Ben modernizmin içine sıkışıp kalmıyorum. Ben günümüzde kimi yazarların bas bas bağırdığı aydınlanmanın bir anlamı kalmadığı düşüncesine karşı çıkıyorum. Postmodern Türkiye insanının portresini gözler önüne seriyorum.

Empazan’ın yazdıklarıyla ilgili olarak da yanıt vermeye bile gerek duymuyorum. Kimileyin, susmak bir erdemdir.

Susuyorum.
 
Kavramların kolay anlaşılması için yerelleştirlmesi ve ete kemiğe büründürülmesi gerekir.

Modernizmde postmodernizmde batıda farklı çağrışımlara doğuda farklı çağrışımlara sebep olmaktadır.

Mesele başörtüsü takma kaygısı olan genç kızların üniversitede okuyup meslek hayatınında namahrem sayılabilecek kişilerin olduğu mekanlarda süreceğini bile bile ,
baş örtüsü takıp üni. gitmesi Türkiyenin şartlarında postmodern bir tavır olmaktadır.

Yada başörtüsü takıp namaz kılan kadınların sokağa makyajlı çıkmasıda postmodern kavramının doğu toplumlarında ifadesini bulmasıdır..

Modernite bizim ülkemizde bin yıldır devam eden kültüre karşılık gelmektedir.

Bu karşılık teşkil etmeler anlam olarak değil.fonksiyon olarak karşılık olmalarıdır.

Anlatmak istediğimi bu şekilde düşünün.

----------

Kalem monalisa haksız yüklenmelerde bulunmadan önce ne anlatmak istediğini kavramaya çalış.
 
Postmodernizm özünde bir başkaldırı, eleştiri, muhalefet, ve hatta kaostur. Sizin de dediğiniz gibi bireyciliktir. Bireyciliği bencillikle karıştırmazsanız eğer, hiç de tu kaka bişey değildir. Bireyci olmak sizin düşündüğünüz gibi rastlantısallık, parçalanmışlık ya da anarşi olarak tanımlanamaz. Siz de takdir edersiniz ki dünya tarihinin önemli sayfaları kolektif değil, bireysel düşüncelerin ışıklarıyla aydınlanmıştır.

Değerli empatizan ,

Söylediklerinde kısmen haklısın sana katılıyorum. Yanlız şuda unutlmamalı her başkaldırı, eleştiri, muhalefet, iyidir şeklinde bir ön kabul olmamalı.

Yani postmodernizm bir çeşit yozlaşmadır her yozlaşma kendinden öncekini yıkar.
Ama yerine ne koyduna bakmakta gerekir.Aydınlık değerler mi ?Karanlık değerler mi? konuluyor.

Bireyselleşme ve bencillik konusundada sana tamamen katıldığımı belirtmek isterim.
 
o halde şu kavramları al eline tekecik yukarıdaki aşağıdaki cümleyi sorgula.
"yaşamak yalnızca nefes vermek olabilir mi?"
sonra al bu cümleyi ete kemiğe büründür.
bu cumleyi ve bizi bu noktaya taşıyan kavramları da sorgulayın biraz.
tekecik beni sizlerin ne anlatmaya çalıştıgı değil
kullanılan bu sözcüklerin başka yerlerde nasıl kurşuna dönüştüğü ilgilendirir.

Yaşamak ne yaşadığını hissetmekle alakalı ,

elbetteki "yaşamak yalnızca nefes vermek olabilir mi?" olamaz.

Hissettiğin şeyler seni mutlu kılmıyorsa bu hissettiğin şeylerden kurtulmayı istemek en doğal davranış değil midir?
İşte yukardaki cümle bu davranışı anlatıyor.

İnsanlar dertlerine konuşarak çözüm üretemediği zaman kurşunlu çözümler devreye girer.

Yani yaşamak zihinsel olarak varolmabilmeyi ve bu zihinsel faliyetlerden keyif alabilmeyide gerektirir.
"yaşamak yalnızca nefes vermek olabilir mi?" cümlesinden bunları anlamalısın.

Otomobillerde hava filtresinden aldıkları havayı egzozlarından dışarı veriyorlar. Onları yaşayan canlılar olarak kabul ediyormuyuz.
 
yaşam bir kavga da , her zaman kavga güzel olmuyor bunalıyosun bazen..
 
Sevgili Dostlar,
Emin olunuz ki komünizm, postmodernizm, modernizm şu izm, bu izm, bilmemneizm …… dünyadaki izm’lerin takipçileri kadar izm tanımlaması vardır.
Kavramlarla kendimizi mi kandırıyoruz, yoksa birbirimizi mi? İşin uzmanları da dahil olmak üzere her bir kavramı herkes işine geldiği gibi evirir çevirir ve ortaya bir iletişim karmaşası çıkar. İzm’lerin arkasına sığınarak hiçbir ortak paydada buluşulamayacağı, hiçbir izm’in ne kendimizi ne de birbirimizi anlamak için yeterli olmadığı aşikar değil mi?

Bilimi anlamada genel bir anlama/referans teorisinin varlığı önkoşuldur.Açıklama, kanıtlama ve indirgeme gibi temel kavramlar tüm bilimlerde ve tarihsel gelişimlerinde değişiklik göstermeksizin etkindirler.
Ya insanı anlamak için hangi teori ya da hangi izm yeterince açıklayıcıdır?

İnsanı, varlığımızı ya da varoluşumuzun amacını anlamlandırmak o kadar kolay olsaydı teorilerin ya da izm’in peşinden koşmaz, sürekli yenilerini üretme çabası içinde olmazdık herhalde.
Bunca izm’in, teorinin, anlamın ve anlamsızlığın içinde yaşama bir anlam bulup da buna sıkı sıkı tutunmuş olanlara ve yaşamla kavgam yok diyenlere (eğer böyle birisi varsa!) ancak gıpta ederim.
Benim için yaşam bir anlam arayışıdır.
Bu arayış da bir anlamda kavgadır. Dolasıyla Kuyucak’ın sayfa başında koyduğu başlık gibi, “Yaşam kavgadır”
 
Ana rahmine düşmekle başlar,kavgalarımız..Ve o günden beri hayatın her alanında kavgalarımızı sürdürüyoruz...Yaşam kavga olmasaydı,hayatın bir anlamı olmazdı...
Kavga, hayatın tam ortasında olan bir şeydir...Kavga bittiyse yaşamda bitmiş demektir...Ölüler,hiç birşeyle savaşmazlar..;)
Bu tartışma bana üniversite gittiğim ilk yılı hatırlatıyor..Felsefeye giriş dersi vardı...Hayata dair herşeyi,kavramları,kendimizi sorgulamayı,düşüncelerimizi bir temele oturtmanın gerekliğini ve felsefinin mucizelerini öğrenmiştik...
O günden bugüne bir şey değişmemiş,insanlar yine aynı şeyleri yaşayıp aynı şeyleri sorguluyormuş...Sorgulama bitmesin elbet,ama hep aynı yerdeyiz duygusunu ve deja vu hissini yaşamak bana ilginç gelmiyor...
Felsefeyi severim,düşünmenin gücüdür benim için,ama felsefenin başka bir -İZM yaratması gerekiyor sanırım;)
 
Felsefe yeni bir -İZM yaratamaz Sehrebanu,

Çünkü felsefe akıl kullanılarak üretilebileceği her düşünceyi zaten insanlık tarihi boyunca üretip kayıtlara geçirdi.

O yüzden yapılacak her türlü üretim eskinin bir tekrarı olacaktır.İsmin değişmesi niteliği değiştirmeyecektir.
 
Neden yeni bir -İZM yaratılamasın ki tekecik?İnsanlık öyle büyük bir ırmak ki yeni düşünceler de yeni İZM'ler de üretebilir...Ben düşüncenin,felsefenin son zincirinin son halkasında olduğumuza inanmıyorum...Yaşam kavgası devam ettiği sürece insanoğlu da düşünmeye devam edecektir,yeni sorunlarla başedebilmek için yeni düşünceler üretecektir..Düşünme ve kavga insanoğlunun vazgeçilmezidir...
 
O halde bir örnekle söylemek istediğim şeye bir açıklık getireyim.

Mesela kominizm. İlk bakışta 1850 li yıllarda tohumları ekilmeye başlayan sonrada 1917 Ekim devrimiyle iktidar olan bir siyasi aynı zamanda felsefi akımdır.

Ancak tarihe baktığımızda benzer bir felsefi ve siyasi olayı görüyoruz.

İran da 5 yy. ortaya çıkan mazdek isyanı ve mazdeizm felsefesi .

Koministlerin mantığıyla mazdekilerin mantığı arasında fark yoktur.

buda şunu gösteriyor felsefe her konuda sınıra ulaşmıştır.Yapılacak her yeni akım eskinin bir tekrarı olacaktır.

Ama eskiyi tekrar etmeye kişisel olarak karşı değilim....
 
Şehribanu;
Kavga etmeden düşünsek olmaz mı? Neden bu kadar vazgeçilmez kavge etmek bunu bir açıklar mısın? Belki fikir telakkisinde bulunulabilir ama illaki bunun kavgayla olmasını, hatta vazgeçilmez olarak tanımlamanızı pek anlayamadım...:)
 
Kalem ideolojilerle dinler arasında temelde bir fark yok.

Dinlerde tanrısal bir kavram etrafında düşünceler şekllendirilir.

İdeolojilerde düşünceler kavramlar etrafında geliştirlir.

Tanrıda aslında soyut bir varlık olduğuna göre onu bir kavram olarak kabul edebiliriz.
 
Peygamberler tanrıdan vahiy aldıkları iddasındaki kişilerdir.

''ideolojilerin bel kemiği olan isimler'' olarak nitelendirdiğiniz kişilerse akıl kullanarak düşünce üretirler.

Onların üretimleri akla dayanır.Bir yerden vahiy aldıklarını söyleyerek kendi düşüncelerini empoze etmeye çalışmazlar.

Peygemberlerde ,filozoflarda insanların hizmetine düşüncelerini sunarlar ama filozoflar düşüncelerine ambalaj yapmazlar.

Peygamberlerse kendi düşüncelerini ambalajlayarak sunarlar.
 
Eshat,düşünme değil yaşam insanlığın kavgasıdır..Düşünmek,insan olmanın en büyük ve en güzel bir özelliğidir..Bizi diğer canlılardan ayırır... Kavga etmek ise hayatta kalabilmek için gereklidir..Nefes almak bile bir kavga değil midir? Bize verilmek istenmeyenleri almak da bir kavga değil midir?
 
Elbette bir tanımlama yaparsak hayattaki herşey zordur. Belli bir çabanın belli bir emeğin karşılığında bir çok şeyler ortaya çıkmaktadır. Hatta "Ekmek kavgası" diye bir tabirde vardır. Fakat ben kavga kelimesinin bu tür kavramlarda çokta şık durmadığını düşünüyorum.

Bize verilmeyenlerin bir alınmasında bazen zor mücadeleler yaşanmaktadır. Ama bu bir mücadeledir. Kavga olayı farklıdır. Yani hayat mücadelesi kavramıdan kavga ibaresi olduğu zaman pisikolojik olarak bir zıtlaşma ortaya çıkmaktadır.

Bir futbol müsabakasına ne derler; iki takım birbiriyle mücadele etti derler. Buna kavga ibaresini eklemek biraz anlamsız olur. Farklı algılanır.

Günümüzde herşeyin adeta ateş ve barut gibi olduğunu düşünürsek bu tür sözcükleirn lügatimizde olmamasını eğelerim.:)
 
Yaşamı asla kavga olarak nitelendirmedim.
Mücadeleye devam..
Arkadaşlarımız her ne kadarda mecazi manada söylemişlersede ısınamadım birtürlü bu kelimeye.
 
Yaşam bana göre de bir tür mücadele.Kavga olarak neden algılansın ki...
 
Üst Alt