Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Önemsediğim içerikleri burada paylaşıyorum

-

(BAKARA suresi 177. ayet) (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11)

----

[SIZE=3]لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰـكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّٖنَ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّهٖ ذَوِى الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاكٖينَ وَابْنَ السَّبٖيلِ وَالسَّائِلٖينَ وَفِى الرِّقَابِ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُوا وَالصَّابِرٖينَ فِى الْبَاْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ وَحٖينَ الْبَاْسِ اُولٰـئِكَ الَّذٖينَ صَدَقُوا وَاُولٰئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ [/SIZE]

---------

Okunuş Leysel birra en tuvellu vucuhekum kibelel meşriki vel mağribi ve lakinnel birra men amene billahi vel yevmil ahiri vel melaiketi vel kitabi ven nebiyyin, ve atel male ala hubbihi zevil kurba vel yetama vel mesakine vebnes sebili ves sailine ve fir rikab, ve ekames salate ve atez zekah, vel mufune bi ahdihim iza ahedu, ves sabirine fil be'sai ved darrai ve hînel be's, ulaikellezine sadeku, ve ulaike humul muttekûn.

---------------------
Diyanet İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.

Elmalılı Orj. Erginlik değil: yüzlerinizi kâh gün doğu tarafına çevirmeniz kâh batı, ve lâkin eren o kimsedir ki Allaha, Ahıret gününe, Melâikeye, Kitaba ve bütün Peygamberlere iman edip karabeti olanlara, öksüzlere, bîçarelere yolda kalmışa, dilenenlere ve esirler uğrunda seve seve mal vermekte, hem namazı kılmakta hem zekâtı vermekte, bir de andlaştıkları vakit ahidlerini yerine getirenler, hele sıkıntı ve hastalık hallerinde ve harbin şiddeti zamanında sabr-ü sebat edenler işte bunlardır o sadıklar ve işte bunlardır o korunan müttekiler

Ö.N. Bilmen Birr (takvâ) yüzlerinizi maşrık ve mağrip tarafına çevirmeniz değildir. Fakat birr, o kimsenin birridir ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere imân etmiş olur. Ve malını seve seve karabet sahiplerine, yetimlere, yoksullara, yolculara, dilenenlere verir. Ve esirleri azad etmek hususuna sarfeder. Ve namazını kılar, zekâtını verir. Bir de muâhede yaptıkları zaman ahidlerini yerine getirirler ve ihtiyaç, hastalık ve şiddetli savaş hallerinde de sabırlı bulunurlar. İşte sâdık olanlar onlardır. Muttakî olanlar da onlardan ibarettir.

TefhimulKuran Yüzlerinizi doğudan ve batıdan yana çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; ona olan sevgisine rağmen, malı yakınlara, yetimlere, yoksullara, yol oğluna (yolda kalmışa), isteyip dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenler(in tutum ve davranışıdır) . İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.

M. Esed Gerçekte erdemlilik, yüzünü doğuya veya batıya çevirmeniz ile ilgili değildir; ama gerçek erdem sahibi, Allah'a, Ahiret Günü'ne, melekler, vahye ve Peygamberlere inanan, servetini -kendisi için ne kadar kıymetli olsa da- akrabasına, yetimlere, ihtiyaç sahiplerine, yolculara, (yardım) isteyenlere ve insanları kölelikten kurtarmaya harcayan; namazında devamlı ve dikkatli olan ve arındırıcı (mali) yükümlülüğünü ifa eden kişidir; ve (gerçek erdem sahipleri) söz verdiklerinde sözünü tutan, felaket, zorluk ve sıkıntı anlarında sabredenlerdir. İşte onlardır sadakatlerini gösterenler ve işte onlardır Allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar.

F. Kuran Yüzlerinizi Doğu ya da Batı tarafına çevirmeniz iyilik demek değildir. Asıl iyilik Allah'a, Ahiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere inanan; akrabalara, yetimlere, yoksullara, yarı yolda kalanlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunanlara (kölelere, tutsaklara) mallarını sevmelerine rağmen yardım edenlerin; namazı kılanların, zekâtı verenlerin, antlaşma yaptıklarında yapmış oldukları antlaşmaları yerine getirenlerin; zorda, darda ve savaş zamanında sabredenlerin tutumudur. İşte doğrular (sözlerinin erleri) onlardır, takva sahipleri de onlardır.

------------------------------------------
 
--

4668 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Kadınlar Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a dediler ki:

"Ey Allah'ın Resulü! Sizden (istifade hususunda) erkekler bize galip çıktı (yeterince sizi dinleyemiyoruz). Bize müstakil bir gün ayırsanız!"

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bunun üzerine onlara bir gün verdi. O günde onlara vaaz u nasihat etti, bazı emirlerde bulundu. Onlara söyledikleri arasında şu da vardı:

"Sizden kim, kendinden önce üç çocuğunu gönderirse, onlar mutlaka kendisine ateşe karşı bir perde olur!"

Bir kadın sormuştu: "Ey Allah'ın Resûlü! Ya iki çocuğu ölmüşse?

"İki de olsa!" buyurmuşlardı."

------------

Kütübü Sitte

Buhari, İlm 36, Cenaiz 6, İ'tisam 9; Müslim, Birr 152, (2633).
 
-

[SIZE=2](ÂLİ IMRÂN suresi 186. ayet) (Resmi: 3/İniş:94/Alfabetik:7)
[/SIZE]
---

[SIZE=4][SIZE=3]لَتُبْلَوُنَّ فٖى اَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذٖينَ اُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذٖينَ اَشْرَكُوا اَذًى كَثٖيرًا وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ ذٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ [/SIZE][/SIZE]

-------

Okunuş Le tublevunne fi emvalikum ve enfusikum ve le tesmeunne minellezine utul kitabe min kablikum ve minellezine eşraku ezen kesira, ve in tasbiru ve tetteku fe inne zalike min azmil umûr.

---------------
Diyanet Andolsun, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan üzücü birçok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bunlar (yapmaya değer) azmi gerektiren işlerdendir.

Elmalılı Orj. Lâbüd mallarınızda ve canlarınızda imtihan olunacaksınız, ve her halde gerek sizden evvel kitab verilenlerden ve gerek müşriklerden bir çok incidecek sözler işideceksiniz, eğer sabr eder ve tekva yoluna gider, korunursanız işte bu azmolunacak umurdandır

Ö.N. Bilmen Allah Teâlâ'ya kasem olsun ki mallarınız ve nefisleriniz hakkında imtihan olunacaksınızdır. Ve elbette sizden evvel kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve müşriklerden birçok incitici sözler işiteceksiniz. Ve eğer sabrederseniz ve korunursanız, işte şüphe yok ki, bu azmolunacak umurdandır.

TefhimulKuran Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız, (bu) emirlere olan azimdendir.

M. Esed Mallarınızla ve canlarınızla mutlaka sınanacaksınız: Ve doğrusu, hem sizden önce vahiy verilenlerden hem de Allah'tan başka varlıklara ilahlık yakıştıranlardan birçok incitici söz işiteceksiniz. Ama eğer zorluklara sabırla katlanır ve O'na karşı sorumluluğunuzun bilincinde olursanız; bilin ki bu, azimle sarılınacak bir iştir.

F. Kuran Mallarınız ve canlarınız konusunda kesinlikle deneyden geçirileceksiniz, gerek kitap ehlinden ve gerekse müşriklerden birçok incitici söz işiteceksiniz. Eğer (bunlara karşı) sabreder ve Allah'tan korkarsanız, bu tutum azimliliğinizin, kesin kararlılığınızın bir belirtisidir.

----------------------------------
 
İlhami Abi Sohbetleri - Efendi- ... İlhami Abi Sohbetleri - Efendi- / ON ALTI YILDIZ

EFENDİ



“Âdem Âdemi hakir görmekle kalmıyor; birbirini de yok ediyor. Güçlü olan, zayıfı eziyor. Savaşlar, güçlü silah teknolojisine sahip ülkelerin zayıf milletleri işgali,onları ezmesi ne oluyor? Bunun hikmeti nedir?” diye sordum.

Kaşlarını kaldırıp bana baktı. Biraz ürperdim. "Acaba soru sormasa mıydım?" diye de geçirdim içimden. Yüzünde hafif bir tebessüm doğunca biraz rahatladım.

- Hikmeti açık, Âdem dedi

Bölmeyi, paylaşmayı bilmemek.

- Nasıl yani dedim. Bu kadar savaş bölmeyi bilmemekten mi çıkıyor? Dünyanın huzuru bunun için mi kaçıyor? Paylaşmak derken neyi kastettin İlhami Abi ?

Devam etti.

- Bir kere, önce savaş nedir, onu anlamak lazım Âdem.

Ben atılarak

- İşte cephede olan insanların birbirini - kendilerince bir sebebe dayalı - silahla öldürmeleri, yok etmeye çalışmaları. İşte Irak, Afganistan Lübnan... Örnekleri gibi.

- Hayır Âdem dedi.

- “Peki nedir” anlamını taşıyan bakışlarımı ona yönelterek sustum.

Devam etti:

Cephede olmayan savaş, cephesi her yer olan savaş
dedi.

- Nasıl?

Anlatmaya başladı:

- İnsanlık daima savaş içerisindedir “İyi ve kötü”nün “Hak ve Batıl”ın savaşı. Bu savaşları bizler Irak’ta, Lübnan’da, Afganistan’da veya dünyanın- silahla yapılan- herhangi bir yerinde sanırız. Yani cephelerde.

Asıl savaş; cephede olmayan, cephesi her yer olan savaştır.

Bak ve incele: Gelişmemiş veya gelişmiş ülkelerde eğitim literatüründeki kelime sayısı üç - beş bindir. Taş çatlasın yedi bini geçmez. Oysa Amerika,İngiltere, Almanya gibi gelişmiş ülkelerde bu sayı 25 000-30 000 civarıdır. Her yıl açlıktan ölenlerin sayısı milyonlarca kadar. İstatistiklerin çok üstündedir, bu rakamlar. Kesin tedavisi olan ve artık aşısı bulunan, çağımızın utanç hastalıkları diye adlandırılan tifo, kolera, verem, beri beri, çocuk felci gibi hastalıklardan ölenlerin sayısı da her yıl milyonlarca kadardır. Trafik kazaları, iş kazaları ve sakat kalanlar hariç.

Hiç de azımsanacak gibi değildir geçim sıkıntısı, düzen karmaşasının, stres denen çağın hastalıklarının getirdiği ölümler. Sinir sistemlerinin çökmesi, maneviyatın uğradığı tahribât. Aile faciaları, cehaletin getirdiği ölümler de bu savaşın bir parçasıdır.

“Güçlü olan yaşar, efendidir. Zayıf olan ölür, köledir” düşüncesi ilkedir. Neden egemen güçler açları doyurmaz, hastaları tedavi etmez de Irak’a Somali’ye, Afganistan’a veya menfaati olan diğer ülkelere insanlığı tehdit ediyorlar diye, üzerlerinde geliştirdikleri en yeni teknolojik silahlarla saldırıp işgal ederler? ”

İşte bu cephede olan savaşlar asıl savaşları; yani yaşarken cephesi her yer olan, içinde bulunduğumuz - bilinçli veya bilinçsiz, bir neferi olduğumuz savaşı gölgelemek içindir. Dikkatler hep cephelere çekilir - Irak’a, falan ülkeye, filan ülkeye...

Bunu- asıl savaşı- görmeyelim diye dikkatler hep silahlı mücadeleye çekilir dedi.

Sordum:

- Yani biz şimdi şu anda bile savaşta mıyız?

- Evet dedi. Önemli olan bu savaşta bilinçli olmak.

İyilik duvarına bir tuğla da bizim koymamız. Gücümüz nispetinde. Cebrail’i yaşatmamız dedi.

- Nasıl yani? Mecaz kokuyordu kelime; ama yine de sordum:

Cebrail’i biz nasıl yaşatırız?

Gözüme yine manâlı bir bakışla bakarak:

- Vahyin bitmesi; yani uygulanmaması Cebrail’in ölümüdür.Kıyamete kadar Ayetler yeryüzüne, gökyüzüne hayat verir. Kıyamet bile Ayettendir. Bunu kast etmedik.Bizim kast ettiğimiz şudur, Âdem:

Her insanın içinde bir Cebrail yaşar.

Kim,vahyi- gücü nispetinde - uygularsa Cebrail o insanın içinden çıkar ve kainata:

“Yaradan’ın işte bunun böyle olmasını, eşref-i mahlukâttan bunu beklediğini “adeta haykırır. Şeytan çıldırır, kötülükler biter. Artık büyük ruh hakimdir; yani vahiy. Şeytan,kötülüğü temsil eder; büyük ruh Cebrail’se iyiliği temsil eder ve savaşır. Güzeller güzeli Hz. Muhammed’imiz, Peygamberimiz (sav) bize bu savaşı bildirmedi mi? Allah’ın nimetlerini insanlar bölüşebilseydi; bilgileri, sevgileri, güzellikleri bölseydiler; hırs,ihtiras ve nefislerine mağlup olmasalardı - yani ihtiraslarını, kötü isteklerini,nefislerini,içlerindeki şeytanlarını öldürselerdi. Güzeller Güzeli Hz. Muhammed’imizin, Peygamberimizin(sav) buyurduğu gibi ölmeden önce ölünseydi ve bu ölme bilinseydi dünyanın huzuru da kaçmazdı Âdem! dedi.


Çok etkilenmiştim.Bir ara masanın üzerine gözüm ilişti.Birkaç karınca masada geziyordu.İlhami Abi elindeki simit parçasının susamlarından adeta saygı değer birilerine ikram edercesine karıncalara ufaladı.Döndü ve

- Gücün nispetinde ekmeğini karıncaya bile böl dedi.

- Ben de hayvanları çok severim. Evde kediyle balık besliyorum diye de biraz gururlu bir ifadeyle İlhami Abi’ye belirttim.

İlhami Abi yine kaşlarını kaldırarak:

- Hayvan beslenmez onunla yaşanır dedi.

İnsan olarak, eşref-i mahlukât olarak onunla hayat paylaşılır.Evimizde olmasa da “dünya”da beraber yaşamıyor muyuz?

Hayvan beslenmez, hayvanla yaşanır ifadesi beni etkilemişti.

- İlhami Abi dedim. Bu konuyu biraz açabilir misin?

- İnsan yani eşref-i mahlukât, yaratılmış olan her şeyin efendisi. Ayın, güneşin, nebatâtın- bunların arasında hayvanlar da var- efendisi ama bu efendiliği ona Yüce Yaratan lütfetmiş. Dağlara, taşlara da teklif etmiş; ama onlar korkmuş. İnsan kabul etmiş.

O zaman efendi, efendiliğe yakışır olgunluk, nezaket ve alçak gönüllülükle bütün mahlukâta saygılı davranmalı.


Ya taşlar, eşref-i mahlukât olsaydı, onlar bize kötü davransalardı? İster miydik? Yaratılan her şeyle beraber yaşayacağız, istesek de istemesek de. Beraber yaşamayı bileceğiz.Hayvanla yaşıyorsak evimizde besleme kelimesini değil bölüşme kelimesini kullanacağız.Çiçekle yaşıyorsak sulama gibi üstünlük ve kibir, kokan kelime değil ikram kelimesini kullanacağız.

Unutma! Onların da gönlü var dedi.

Gülümsedim ve biz insanlar birbirimize nazik,sabırlı,hoşgörülü, saygılı olamıyoruz diyecektim ki birden sözümü kesti:

- Olamıyoruz diye bir şey yok, olmuyoruz. O potansiyel bizde var;ama kullanmıyoruz. Bir engel yok ki “mıyoruz” gibi külfet belirten ek kullanıyorsun dedi biraz sert bir ifadeyle ve devam etti: Eşref-i mahlukât bir olgu.

Onu temsil edeceksek hak edeceğiz.



(*)Oktan Keleş'in "Bir Meczubun Rüyası" Kitabından
 
İlhami Abi Sohbetleri - Efendi- ... İlhami Abi Sohbetleri - Efendi- / ON ALTI YILDIZ

EFENDİ


“Âdem Âdemi hakir görmekle kalmıyor; birbirini de yok ediyor. Güçlü olan, zayıfı eziyor. Savaşlar, güçlü silah teknolojisine sahip ülkelerin zayıf milletleri işgali,onları ezmesi ne oluyor? Bunun hikmeti nedir?” diye sordum.

Kaşlarını kaldırıp bana baktı. Biraz ürperdim. "Acaba soru sormasa mıydım?" diye de geçirdim içimden. Yüzünde hafif bir tebessüm doğunca biraz rahatladım.

- Hikmeti açık, Âdem dedi

Bölmeyi, paylaşmayı bilmemek.

- Nasıl yani dedim. Bu kadar savaş bölmeyi bilmemekten mi çıkıyor? Dünyanın huzuru bunun için mi kaçıyor? Paylaşmak derken neyi kastettin İlhami Abi ?

Devam etti.

- Bir kere, önce savaş nedir, onu anlamak lazım Âdem.

Ben atılarak

- İşte cephede olan insanların birbirini - kendilerince bir sebebe dayalı - silahla öldürmeleri, yok etmeye çalışmaları. İşte Irak, Afganistan Lübnan... Örnekleri gibi.

- Hayır Âdem dedi.

- “Peki nedir” anlamını taşıyan bakışlarımı ona yönelterek sustum.

Devam etti:

Cephede olmayan savaş, cephesi her yer olan savaş dedi.

- Nasıl?

Anlatmaya başladı:

- İnsanlık daima savaş içerisindedir “İyi ve kötü”nün “Hak ve Batıl”ın savaşı. Bu savaşları bizler Irak’ta, Lübnan’da, Afganistan’da veya dünyanın- silahla yapılan- herhangi bir yerinde sanırız. Yani cephelerde.

Asıl savaş; cephede olmayan, cephesi her yer olan savaştır.

Bak ve incele: Gelişmemiş veya gelişmiş ülkelerde eğitim literatüründeki kelime sayısı üç - beş bindir. Taş çatlasın yedi bini geçmez. Oysa Amerika,İngiltere, Almanya gibi gelişmiş ülkelerde bu sayı 25 000-30 000 civarıdır. Her yıl açlıktan ölenlerin sayısı milyonlarca kadar. İstatistiklerin çok üstündedir, bu rakamlar. Kesin tedavisi olan ve artık aşısı bulunan, çağımızın utanç hastalıkları diye adlandırılan tifo, kolera, verem, beri beri, çocuk felci gibi hastalıklardan ölenlerin sayısı da her yıl milyonlarca kadardır. Trafik kazaları, iş kazaları ve sakat kalanlar hariç.

Hiç de azımsanacak gibi değildir geçim sıkıntısı, düzen karmaşasının, stres denen çağın hastalıklarının getirdiği ölümler. Sinir sistemlerinin çökmesi, maneviyatın uğradığı tahribât. Aile faciaları, cehaletin getirdiği ölümler de bu savaşın bir parçasıdır.

“Güçlü olan yaşar, efendidir. Zayıf olan ölür, köledir” düşüncesi ilkedir. Neden egemen güçler açları doyurmaz, hastaları tedavi etmez de Irak’a Somali’ye, Afganistan’a veya menfaati olan diğer ülkelere insanlığı tehdit ediyorlar diye, üzerlerinde geliştirdikleri en yeni teknolojik silahlarla saldırıp işgal ederler? ”

İşte bu cephede olan savaşlar asıl savaşları; yani yaşarken cephesi her yer olan, içinde bulunduğumuz - bilinçli veya bilinçsiz, bir neferi olduğumuz savaşı gölgelemek içindir. Dikkatler hep cephelere çekilir - Irak’a, falan ülkeye, filan ülkeye...

Bunu- asıl savaşı- görmeyelim diye dikkatler hep silahlı mücadeleye çekilir dedi.

Sordum:

- Yani biz şimdi şu anda bile savaşta mıyız?

- Evet dedi. Önemli olan bu savaşta bilinçli olmak.

İyilik duvarına bir tuğla da bizim koymamız. Gücümüz nispetinde. Cebrail’i yaşatmamız dedi.

- Nasıl yani? Mecaz kokuyordu kelime; ama yine de sordum:

Cebrail’i biz nasıl yaşatırız?

Gözüme yine manâlı bir bakışla bakarak:

- Vahyin bitmesi; yani uygulanmaması Cebrail’in ölümüdür.Kıyamete kadar Ayetler yeryüzüne, gökyüzüne hayat verir. Kıyamet bile Ayettendir. Bunu kast etmedik.Bizim kast ettiğimiz şudur, Âdem:

Her insanın içinde bir Cebrail yaşar.

Kim,vahyi- gücü nispetinde - uygularsa Cebrail o insanın içinden çıkar ve kainata:

“Yaradan’ın işte bunun böyle olmasını, eşref-i mahlukâttan bunu beklediğini “adeta haykırır. Şeytan çıldırır, kötülükler biter. Artık büyük ruh hakimdir; yani vahiy. Şeytan,kötülüğü temsil eder; büyük ruh Cebrail’se iyiliği temsil eder ve savaşır. Güzeller güzeli Hz. Muhammed’imiz, Peygamberimiz (sav) bize bu savaşı bildirmedi mi? Allah’ın nimetlerini insanlar bölüşebilseydi; bilgileri, sevgileri, güzellikleri bölseydiler; hırs,ihtiras ve nefislerine mağlup olmasalardı - yani ihtiraslarını, kötü isteklerini,nefislerini,içlerindeki şeytanlarını öldürselerdi. Güzeller Güzeli Hz. Muhammed’imizin, Peygamberimizin(sav) buyurduğu gibi ölmeden önce ölünseydi ve bu ölme bilinseydi dünyanın huzuru da kaçmazdı Âdem! dedi.


Çok etkilenmiştim.Bir ara masanın üzerine gözüm ilişti.Birkaç karınca masada geziyordu.İlhami Abi elindeki simit parçasının susamlarından adeta saygı değer birilerine ikram edercesine karıncalara ufaladı.Döndü ve

- Gücün nispetinde ekmeğini karıncaya bile böl dedi.

- Ben de hayvanları çok severim. Evde kediyle balık besliyorum diye de biraz gururlu bir ifadeyle İlhami Abi’ye belirttim.

İlhami Abi yine kaşlarını kaldırarak:

- Hayvan beslenmez onunla yaşanır dedi.

İnsan olarak, eşref-i mahlukât olarak onunla hayat paylaşılır.Evimizde olmasa da “dünya”da beraber yaşamıyor muyuz?
Hayvan beslenmez, hayvanla yaşanır ifadesi beni etkilemişti.

- İlhami Abi dedim. Bu konuyu biraz açabilir misin?

- İnsan yani eşref-i mahlukât, yaratılmış olan her şeyin efendisi. Ayın, güneşin, nebatâtın- bunların arasında hayvanlar da var- efendisi ama bu efendiliği ona Yüce Yaratan lütfetmiş. Dağlara, taşlara da teklif etmiş; ama onlar korkmuş. İnsan kabul etmiş.

O zaman efendi, efendiliğe yakışır olgunluk, nezaket ve alçak gönüllülükle bütün mahlukâta saygılı davranmalı.
Ya taşlar, eşref-i mahlukât olsaydı, onlar bize kötü davransalardı? İster miydik? Yaratılan her şeyle beraber yaşayacağız, istesek de istemesek de. Beraber yaşamayı bileceğiz.Hayvanla yaşıyorsak evimizde besleme kelimesini değil bölüşme kelimesini kullanacağız.Çiçekle yaşıyorsak sulama gibi üstünlük ve kibir, kokan kelime değil ikram kelimesini kullanacağız.

Unutma! Onların da gönlü var dedi.

Gülümsedim ve biz insanlar birbirimize nazik,sabırlı,hoşgörülü, saygılı olamıyoruz diyecektim ki birden sözümü kesti:

- Olamıyoruz diye bir şey yok, olmuyoruz. O potansiyel bizde var;ama kullanmıyoruz. Bir engel yok ki “mıyoruz” gibi külfet belirten ek kullanıyorsun dedi biraz sert bir ifadeyle ve devam etti: Eşref-i mahlukât bir olgu.

Onu temsil edeceksek hak edeceğiz.



(*)Oktan Keleş'in "Bir Meczubun Rüyası" Kitabından
 
--

Zikir ehli olunuz. Kur’an’da zikir öğüt vermek, nasihat etmek, davet etmek, hatırlamak, anmak, namaz kılmak, Kur’an okumak ve en son olarak da dil ile anmak anlamlarında kulanılmıştır. Bu son anlam daha çok “tesbih” olarak isimlendirilir ki bu da Kur’an’da zikirden ayrı olarak emredilmiştir.

--------

Mustafa İslamoğlu
 
--

5061 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Allah Teâla hazretleri ferman etti ki: "Ben Azimu'ş-Şân, salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım." Ebu Hureyre ilaveten dedi ki:

"Dilerseniz şu ayet-i kerimeyi okuyun. (Mealen): "Yaptıklarına karşılık Allah katında onlar için göz aydınlığı olacak ne mükâfaatların saklandığını kimse bilemez" (Secde 17).

--------------

Buhari, Bed'ü'l-Halk 8, Tefsir, Secde 1, Tevhid 35;
Müslim, Cennet 2, (2824);
Tirmizi, Tefsir, (3195).
 
-

(BELED suresi 17. ayet) (Resmi: 90/İniş:35/Alfabetik:12)

---

[SIZE=4]ثُمَّ كَانَ مِنَ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِ [/SIZE]
----------

Okunuş Summe kane minellezîne amenu ve tevasav bissabri ve tevasav bilmerhameh.

-----------------

Diyanet (17-18) Sonra da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar Ahiret mutluluğuna erenlerdir.

Elmalılı Orj. Sonra olmadı o iyman edip de sabra vasıyyetleşen ve merhamete vasıyyetleşenlerden

Ö.N. Bilmen (17-18) Sonra da imân etmiş olanlardan ve birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve merhameti tavsiyede bulunanlardan olmaktır. İşte meymenet sahipleri onlardır.

TefhimulKuran Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak.

M. Esed ve imana ermişlerden ve birbirine sabrı ve merhameti tavsiye edenlerden olmaktır.

F. Kuran Sonra inanıp birbirlerine sabır tavsiye eden ve merhamet tavsiye edenlerden olmak.

----------------------------------------
 
--

Bir Gece

Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi,
Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!
Lakin, o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler,
Kaç bin senedir halbuki bekleşmedelerdi!
Neden görecekler, göremezlerdi tabii;
Bir kere, zuhur ettiği çöl en sapa yerdi,
Bir kerede, mamure-I dünya, o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bu günden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevza bütün afakını sarmıştı zeminin.
Salgındı, bugün şarkı yıkan, tefrika derdi.
Derken, büyümüş kırkına gelmişti ki öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada insanlığı kurtardı o ma’sum,
Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı dirildi;
Zulmün ki, zeval aklına gelmezdi geberdi!
Alemlere rahmetti evet şer-i mübini,
Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sahipse, O’nun vergisidir hep;
Medyun ona cemiyyet-i, medyun O’na ferdi.
Medyundur o masuma bütün bir beşeriyet
Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret.

------------------------

Mehmet Akif Ersoy
 
-

(NAHL suresi 127. ayet) (Resmi: 16/İniş:70/Alfabetik:75)

----

[SIZE=4]وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ اِلَّا بِاللّٰهِ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُ فٖى ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ
[/SIZE]
--------

Okunuş - Vasbir ve ma sabruke illa billahi ve la tahzen aleyhim ve la teku fi daykim mimma yemkurûn.

---------------

Diyanet - Sabret! Senin sabrın ancak Allah’ın yardımı iledir. Onlardan yana üzülme. Tuzak kurmalarından dolayı da sıkıntıya düşme.

Elmalılı Orj. - Sabret, sabrın da ancak Allahın ınayetiledir, ve onlara karşı mahzun olma, yaptıkları mekirden telâş da etme

Ö.N. Bilmen - Ve sabret ve senin sabrın da ancak Allah'ın inâyetiyledir ve onlara karşı mahzun olma ve yapar oldukları hilekârane hareketten dolayı üzüntüye düşme.

TefhimulKuran - Sabret; senin sabrın ancak Allah(ın yardımı) iledir. Onlar için hüzne kapılma ve kurmakta oldukları hileli düzenlerden dolayı da sıkıntıya düşme.

M. Esed - Öyleyse, (hakkı inkar edenlerin söylediklerine karşı) sabır göster ve daima hatırla ki, sana güçlüklere göğüs germe gücünü veren yalnızca Allah'tır; ve onlardan yana üzülme; hele onların o asılsız iddiaları seni hiç sıkmasın:

F. Kuran - Sabret, sabretmeyi ancak Allah'ın yardımı ile başarabilirsin; onlar için üzülme, çevirdikleri entrikalar ve kurdukları tuzaklar sakın canını sıkmasın.

-------------------------------
 
-

(MÜ'MİN suresi 77. ayet) (Resmi: 40/İniş:60/Alfabetik:69)

----

[SIZE=4]فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَاِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذٖى نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَاِلَيْنَا يُرْجَعُونَ [/SIZE]

----------

Okunuş Fasbir inne va'dellahi hakk, fe imma nuriyenneke ba'dallezi neiduhum ev neteveffeyenneke fe ileyna yurceûn.

----------------------

Diyanet - Sen sabret! Şüphesiz Allah’ın verdiği söz gerçektir. Onları tehdit ettiğimiz azâbın bir kısmını sana göstersek de (ya da göstermeden önce) seni vefât ettirsek de, sonunda onlar bize döndürüleceklerdir.

Elmalılı Orj. - Onun için sabret! Allahın va'di haktır, muhakkak olacaktır. Artık onlara ettiğimiz vaîdin ba'zısını sana göstersek de yâhud seni kendimize alsak da onlar mutlak döndürülüp bize getirilecekler.

Ö.N. Bilmen - Artık sabret. Allah'ın vaadi, şüphe yok ki, hakdır. Onlara olan vaadimizin bazısını sana göstereceğiz veya senin ruhunu alacağız, nihâyet Bize döndürüleceklerdir.

TefhimulKuran - Şu halde sen sabret, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Sonunda ya onlara va'd ettiğimiz (azab)ın bir kısmını sana göstereceğiz ya da senin hayatına son vereceğiz. Nihayet onlar bize döndürülecekler.

M. Esed - Sen, sıkıntılara karşı sabırlı ol, çünkü Allah'ın vaadi mutlaka gerçekleşecektir. Ve şu (hakikati inkar ede)nler için hazırladıklarımızı sana ister (bu dünyada) gösterelim, ister (bunların gerçekleşmesinden önce) seni ölüme götürelim, (unutma ki, sonunda,) onlar Bize döndürüleceklerdir.

F. Kuran - Ey Muhammed! Sabret, şüphesiz Allah'ın verdiği söz gerçektir. Onlara söz verdiğimiz azabın bir kısmını sana gösteririz veya seni öldürürüz, nasıl olsa onların dönüşü Bize'dir.

-----------------------------------------------------
 
Taha – Yıldızları da Al Yanına

Yıldızları da al yanına,
Güllerin efendisi,
Bir haber sal şu aşığına,
Ümmetin sevgilisi.

Ayağında toz olurum,
Yürüdüğün yol olurum,
Sen iste ey sevgili !
Ömür boyu kölen olurum.

Sevdalıları al yanına,
Güllerin efendisi,
Bir ümit yak şu aşığına,
Ümmetin sevgilisi.

Ayağında toz olurum,
Yürüdüğün yol olurum,
Sen iste ey sevgili !
Ömür boyu kölen olurum.

Yıldızları da al yanına,
Güllerin efendisi,
Bir haber sal şu aşığına,
Ümmetin sevgilisi.
 
--

Müslüman, yüreğinin kıblesi Allah rızası olan insandır.

---------

Mustafa İslamoğlu
 
--

Namazınızın hakkını veriniz. Unutmayınız ki namaz, kulun yani bütün bir gün Allah’ın gözetimi altında bulunmasıdır.

Namazının hakkını veren insan, Allah’ın korumasına giren insandır.

-----------

Mustafa İslamoğlu
 
---

- Hz. Peygamber son peygamberdir; zira insanlığın ortak aklı kemale ermiştir.

- Rasul vefat etmiş, fakat risalet sorumluluğu ümmete miras kalmıştır.

- Son Peygamber’den sonra rehberlik, insanlardan ilkelere geçmiştir.

--------------

Mustafa İslamoğlu
 
--

Kur'an kendisini boş zamanlarda okuyup hobiye terk edenlere, ona hayatını vermeyenlere hayat vermez; onları dünya ve ahiret için inşa etmez.

-------

Mehmet Okuyan
 
--

Bedir

Hazırlanın uzunca bir yolculuk var şimdi.
Asr-ı saadete Cezîretül araba gidiyoruz.
Bismillah diyin
Bedir’e öyle girin
Gökte melekler, yerde siz
Ve bekleyin sessiz…
Gelince
İyi bakın onlara;
Hem kendi zamanlarının
Hem tüm zamanların en cesur yiğitleridir onlar
Gökte yıldız; yerde arslandır onlar
Yüz yirmi beş bin beden
Ama bir tek ruh,
Muhammedî ruhtur onlar

Aslanlar çıkmıştır Medine’den
Şimdi yoldadır Bedrin Arslanları
İşte bakın şu Hz.Umeyr
Aslan yavrusu.
Yaşı küçük diye geri çevirecek rasulullah
Ama öyle ağlıyor ki umeyr izin veriyor nebi
Ey sad bin ebi vakkas!
Sen bağla kardeşin Umeyr’in kılıcını
Boyu kısa bağlayamıyor.

Hz.Hamza’nın belinde iki kılıç duruyor.
Attığı her adım bir kalbi durduruyor.
Ey Hamza
Gördüğün hiçbir şeyden korkmazsın bu doğru
Ama heybetini gizli tut
Yürüyüşün ölümü korkutuyor.

Dinleyin Âlemlerin sultânını
O konuşunca rüzgar bile susuyor;
“Ey ashap! Hazır mısınız?”
Sad bin muaz ayakta:
“Ya Rasulallah!” diyor
“Seni hak dinle gönderen Allah’a andolsun ki,
Sen bize şu denizi gösterip dalarsan,
Biz de seninle birlikte dalarız.
Allah’ın bereketiyle yürüt bizi!”
Tebessüm buyuruyor Habîb-i Zîşan!
O, gülünce suya kanıyor susamışlar.
Güller açıyor yüreklerde.
Kederler unutuluyor.
O gülünce, cennetler yaratılıyor.
Gülüyor nebi ve yürüyorlar!
Mekke’de çekilen acılar dinmiş
Yürüyorlar!
Sanki yıldızlar yere inmiş.
Önlerinde Kâinatın Güneşi

İşte Hz.Ömer ve Hz. Ali
Biri Hattaboğlu!
Biri Haydâr-ı Kerrar!
Ve kolkola
Ölümün ağzına giriyorlar!


--------------

Dursun Ali Erzincanlı
 
--

Bedir ( devamı )

Bedir’de baba oğul,
Bedir’de kardeş kardeşe…
Mekke müşrikleri Üç yiğit istiyorlar önce
Üç yiğit gösterin aranızdan bize.
Melekler Alemlerin sultanına bakıyor
Kimi işaret edecek Sultan-ı Rasul.
Çünkü o işaret edince ay ikiye bölünüyor.
Acaba mübarek elleri kime uzanacak;

“Kalk ya Ubeyde! Kalk ya Hamza! Kalk ya Ali!”
Gördünüz mü yiğitleri!
Hamza’yı gördünüz mü?
Nasıl da salına salına gidiyor.
Ya Ali?
Sanki gökten iniyor, velilerin babası!
Ubeyde ayağından yara alıyor
Efendisine gidiyor hemen
Ya Rasulallah, ben şehit miyim?” diyor
“Evet sen şehitsin”

Ve dua ediyor efendiler efendisi;
Rabbi Rahimine uzatıyor ellerini

“Allah’ım bana yaptığın va’dini yerine getir.
Allahım bu bir avuç insanı helak edersen,
Artık sana yeryüzünde ibadet edecek kimse kalmaz.

Bir fırtına kopuyor Bedir’de…
Hz.Mikail’in komutasında bin melek Rasulullah’ın Sağında!
Bir fırtına kopuyor Bedir’de
Hz. İsrafil’in komutasında bin melek Rasulullah’ın solunda
Ve bir firtina daha!
Hz. Cebrail,
Bin melekle Rasulullah’ın önünde
Üç bin melek alaca atlarla.

Ey Ebu Cehil!
Ne oldu?
Düğüne gider gibi çıkmıştın Mekke’den
Bedir’e çalgılarla, güle oynaya gelmiştin.
Sen Allah’ın Rasulünü
Ve O’na sevda çekenleri
Sahipsiz mi sanmıştın?

Dönüyorlar Bedir’den.
Esirler arasında Peygamber amcası Hz.Abbas!
Vakit gece…
Esirlerin elleri bağlı
Abbasın elleri sıkıca bağlı
Bir inilti yayılıyor geceye.
Uyuyamıyor rahmet peygamberi…
Ya rasulallah niçin uyumuyorsunuz?” diyor sahabiler.
“Amcamın iniltisi uyutmuyor beni”
ve hemen Ashâb-ı Güzin
Çözüyor peygamber amcasının ellerini.
Rasulullah öğrenince durumu emir veriyor:
“Tüm esirlerin çözün ellerini!”

Dönüyorlar Bedir’den,
Esirler arasında Peygamber damadı var.
Fidye karşılığı serbest kalacak.
Allah rasulüne bir gerdenlık uzatılıyor
Kızınız Hz.Zeynep göndermiş,
Beyinin fidyesi olarak…
Şefkat peygamberinin gözleri doluyor.
Çünkü bu gerdanlık,
Kızının düğününde Hz.Hatice’nin taktığı kendi gerdanlığıdır.
Yaşlı gözlerle konuşuyor nebi;
“ O’nu salıverseniz, gerdanlığı da zeynep’e gönderseniz olur mu?
“Olur Ya Rasulallah sen üzülme!
Sen bize canlarımızdan daha azizsin!
Buyur, canımız feda sana yeter ki sen üzülme!”

Dönüyorlar Bedir’den
Sevgilileri dua ediyor
Peygamber duasıyla dönüyorlar;
“Kuluna yardım eden, dinini üstün tutan Allah’a hamdolsun.”
Hamdolsun Âlemlerin Rabbi’ne
Hamdolsun Âlemlerin Sahibi’ne…

-----------------------

DURSUN ALİ ERZİNCANLI
 
--

Allahım;
İmanı olanın imkanı tükenmez;
İmandan ve Kur’an’dan ayırma!
Kur’an’dan mahrum kalana ışık erişmez.
Kitaba uyanlardan kıl, kitabına uyduranlardan kılma!
Kur’an’ı bizden razı, bizi Kur’an’dan razı kıl;
Hesap gününde Kur’an’ı şahit kıl, şekvacı kılma!
Kur’an’ı bize aç, bize Kur’an’ı aç ,
Susuz yüreklere vahyi ellerimizle saç!
İnsanlık, zaman çölünde bu suya muhtaç Ya Rabbi!

------------------

Mustafa İslamoğlu
 
---

Kur an da geçen beş düşünce kavramının açılımı şöyledir:

Tezekkür geçmişe yönelik düşüncedir.

Tedebbür (tedbir) geleceğe yönelik düşüncedir.

Tefakkuh şemdi ve buradaya dair sonuçlar üretmedir (fıkıh).

Taakkul bunlar arasında bağ kurmaktır.

Tefekkür ise bütün bu süreçlerin tamamına verilen isimdir.

------------------

Mustafa İslamoğlu
 
--

Gelseydin

Sevgili!
Ümmü Mektum gibi
Seni görmeden sana sesleniyoruz
Alıp verdiğin nefesi duyar gibi
Sanki açınca gözlerimizi
Seni görecekmişiz gibi
Sana sesleniyoruz.
Senin huzurunda ses yükselmez.
Edeple konuşulur; edeple susulur.
Hele biz ki bu kapının dilencileri,
El açıp beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi ama
Şu araya giren yıllar olmasa
Medine’ne uzak yollar olmasa
İsmin anılınca yürek yanmasa
Kapında beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi.
Bekliyoruz Sultânım!
Rüyada olsa bile
Belki teşrif edersin diye
Hem de hiç kimseyi beklemediğimiz gibi.
Seni bekliyoruz.
Gelseydin,
Bizim için cennet olurdu gelişin.
Gelseydin,
Saadetli asrından gönderdiğin selâmını,
'Kardeşlerim' deyişini
Birbirimize nasıl anlattığımızı görürdün.
Gelseydin,
Dolaşsaydın sofralarımızı,
Bir tabak fazla görecektin,
Bir bardak, bir kaşık fazla...
Ve sofrada bir yer boş,
Baş köşe! ..
Ola ki Sen(A.S.M.) lutfeder gelirsin diye.
Gelseydin,
Dolaşsaydın gecelerimizi,
O 'Kutlu Doğum' gecelerini,
Anneler görecektin.
Yeni doğmuşsun gibi,
Yeryüzünü yeni teşrif etmişsin gibi,
Mışıl mışıl uyuyasın diye
Seni sabahlara kadar
Hayalen ayaklarında sallayan anneler görecektin.
Sevgili!
Gelseydin,
Medine-i Münevvere'den dünyaya yayılan Ashabın gibi,
Eyyüb Sultan gibi,
Kab bin Malik gibi,
Bir fecir vaktinde,
Henüz yirmisinde yirmi beşinde,
Bırakarak yurtlarını ocaklarını,
Hedeflerine ilahi rızayı koyan,
Arkalarına bakmayı ar sayan,
Yiğitler görecektin.
Onlar senin yiğidin,
Elleri, o öpülesi elleri,
Kimbilir hangi memleketin zemheri soğuklarında üşürken,
Senin köyünün hayaliyle ısındılar.
Gelseydin,
Gecenin zifiri karanlığında,
Uykunun en tatlı aralığında,
Rabiatül Adeviyye gibi Rabbiyle başbaşa
Gençler görecektin.
Gözyaşı dökerken günahlarına,
Veysel Karani'den istediğin gibi,
İnsanlığa dua eden gençler görecektin.
Gelseydin,
Asr-ı saadet gibi olmasa da,
Koklanmaya değer güllerimiz vardı.
Yine senin ikliminde yetişen.
Ama sen gelseydin,
Dikenler bile gül kokardı EFENDİM(A.S.M.) ! ! !
Seninle göz göze gelmeden gizli gizli seni seyretmek...
Hz.Vahşi gibi...
Hani sen Hane-i Saadet'ten Mescid-i Nebevi'ye giderken
Aişe annemiz ardından hayran hayran bakardı.
Seni mescidin önünde bekleyen Ashabı'nınsa
Bakışları yerdeydi.
Edepten göz göze gelmezlerdi.
Sende(A.S.M.) tebessümle nazar ederdin.
Mütebessim çehreni bir Ebu Bekir(R.A.) görürdü,
Bir de Ömer(R.A.) ...
Şimdi okununca Ezan-ı Muhammedi
Pencerelerde, kapı önlerinde,
Seni(A.S.M.) bekleyen nemli gözler var.
Gelseydin,
Ve yürüyüp geçseydin önümüzden,
Gülleri bayıltan o enfes kokunu çekerdik içimize.
Sevgili!
Hakiki aşıkların sana doğru uçarken
Bizim bu yaptığımız yolda emeklemekti.
Dünya güzelliğiyle kollarını açarken
Bize düşen el açıp kapında beklemekti.
Sevgili!
Bekliyoruz! ...

--------------------------------

Dursun Ali Erzincanlı
 
-

(ÂLİ IMRÂN suresi 200. ayet) (Resmi: 3/İniş:94/Alfabetik:7)

---

[SIZE=4]يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ [/SIZE]

------

Okunuş - Ya eyyuhellezine amenusbiru ve sabiru ve rabitu vettekullahe leallekum tuflihûn.

------------

Diyanet - Ey iman edenler! Sabredin. Sabır yarışında düşmanlarınızı geçin. (Cihat için) hazırlıklı ve uyanık olun ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.

Elmalılı Orj. - Ey o bütün imân edenler! Sabredin ve sabır yarışında düşmanlarınızı geçin ve cihad için hazır ve rabıtalı bulunun ve Allaha korunun ki felâh bulasınız

Ö.N. Bilmen - Ey imân edenler! Sabrediniz, sabır yarışında bulununuz ve nöbet bekleyiniz ve Allah Teâlâ' dan korkunuz ki, felâh bulabilesiniz.

TefhimulKuran - Ey iman edenler, sabredin ve sabırda yarışın. (sınırlarda) nöbetleşin. Allah'tan korkup sakının. Umulur ki kurtuluşa varırsınız.

M. Esed - Siz ey imana ermiş olanlar! Zorluklara sabırla katlanın ve birbirinizle sabırda yarışın, (doğru olanı yapmaya) her zaman hazır olun ve Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyun ki mutluluğa erebilesiniz!

F. Kuran - Ey müminler, sabırlı olunuz, sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakınız, sürekli savaşa hazırlıklı olunuz ve Allah'tan korkunuz ki, kurtuluşa eresiniz.

---------------------------------
 
---

Sayın deniz; başlığımız Kur an Halkası ve biz burada Kur an la ilgili paylaşımlarda bulunuyoruz. Kur an a hizmet ettiğini ve insanlara faydalı olacağını düşündüğüm her alimin yazısını paylaşıyorum. Burada paylaştıklarımda bir bilgi yanlışı, Kur an a aykırı bir şey varsa düzeltebilirim. Mustafa İslamoğlu sevdiğim ve de ilminden yararlandığım bir alimdir. Sohbetlerini, eserlerini elimden geldiğince takip etmeye çalışırım. Yazdıklarınızla ilgili herhangi bir bilgi ve belgeye sahip olmadığım için yazdıklarınıza katılmıyorum. Bu başlık altında birçok şahıstan paylaşımlar var ve internette her şahıs hakkında olumlu veya olumsuz birçok yazılar görmek mümkün. Biz burada şahısları tartışmıyoruz. Şahısları övmüyoruz veya yermiyoruz. Paylaşımlarımızı beğenirsiniz beğenmezsiniz orası da size kalmış.

Kur an a hizmet edenlerden Allah razı olsun...amin...

---------------
 
---

3207 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), (ölen) çocuğu için ağlamakta olan bir kadına rastlamıştı:

"Allah'tan kork ve sabret!" buyurdu: Kadın (ızdırabından kendisine hitab edenin kim olduğuna bile bakmadan):

"Benim başıma gelenden sana ne?'' dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) uzaklaşınca, kadına:

"Bu Resulullah idi!'' dendi. Bunun üzerine, kadın çocuğun ölümü kadar da söylediği sözden dolayı (utanıp) üzüldü. (Özür dilemek için) doğru aleyhissalâtu vesselâmın kapısına koştu: Ama kapıda bekleyen kapıcılar görmedi, doğrudan huzuruna çıktı ve:

"Ey Allah'ın Resulü, (o yakışıksız sözü) sizi tanımadan sarfettim (bağışlayın!)" dedi. Aleyhissalâtu vesselam:

"Makbul sabır, musibetle karşılaştığın ilk andakidir" buyurdu."

------------------

Buhari; Cenâiz 43; 7, 32, Ahkâm 11
Müslim, Cenâiz 14, (626)
Ebu Dâvud, Cenâiz 27, (3124)
Tirmizi, Cenâiz 13, (987)
Nesâi; Cenâiz 22, (4, 22)
 
---

YİRMİ BEŞİNCİ LEM'A

HASTALAR RİSALESİ

Yirmi Beş Devâdır

Hastalara bir merhem, bir teselli, mânevî bir reçete, bir iyâdetü'l-marîz (hasta ziyareti) ve geçmiş olsun makamında yazılmıştır.

İHTAR VE İTİZAR: Bu mânevî reçete, bütün yazdıklarımızın fevkinde (üstünde) bir sür'atle telif edildiği gibi, hem umuma muhalif olarak, tashihata (düzeltmeye) ve dikkate vakit bulmayarak, telifi gibi gayet sür'atle, ancak bir defa nazardan geçirildi. Demek, müsvedde-i evvel hükmünde müşevveş (düzensiz) kalmıştır. Kalbe fıtrî bir surette gelen hâtırâtı san'atla ve dikkatle bozmamak için, yeniden tetkikata lüzum görmedik. Okuyan zatlar, hususan hastalar, bazı nâhoş ibarelerden veyahut ağır kelimelerden ve ifadelerden sıkılıp gücenmesinler, bana da dua etsinler.


"O kimseler ki, başlarına bir musibet geldiğinde 'Biz Allah'ın kullarıyız; dönüşümüz de ancak Onadır' derler." Bakara Sûresi, 2:156

"Beni yediren ve içiren Odur. Hastalandığımda bana şifa veren de Odur." Şuarâ Sûresi, 26:79-80.


ŞU LEM'ADA, nev-i beşerin ( insan gruplarının) on kısmından bir kısmını teşkil eden musibetzede ve hastalara hakikî bir teselli ve nâfi (faydalı) bir merhem olabilecek Yirmi Beş Devâyı icmâlen (özetle) beyan ediyoruz (açıklıyoruz).

------------

BİRİNCİ DEVÂ

Ey biçare hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil, belki bir nevi dermandır. Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor. Hastalık, senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor. Hem ömrün çabuk geçmesine meydan vermiyor, tutuyor, uzun ediyor-tâ meyveleri verdikten sonra bırakıp gitsin. İşte, ömrün hastalıkla uzun olmasına işareten bu darbımesel dillerde destandır ki, "Musibet zamanı çok uzundur; safâ zamanı pek kısa oluyor."

-----------------------------------

Bediüzzaman Said Nursi
Kaynak: 25. Lem'a, hastalar risalesi
 
--

SEKİZİNCİ DEVÂ

Ey âhiretini düşünen hasta! Hastalık, sabun gibi, günahların kirlerini yıkar, temizler. Hastalıklar keffâretü'z-zünub (günahların keffareti) olduğu hadis-i sahihle sabittir. Hem hadiste vardır ki, "Ermiş ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşer; imanlı bir hastanın titremesi de öyle günahları silker." Buharî, Merdâ: 1, 2, 13, 16; Müslim, Birr: 45; Dârimî, Rikâk: 57; Müsned, 1:371, 441, 2:303, 335, 3:4, 18, 38, 48, 61, 81.

Günahlar, hayat-ı ebediyede daimî hastalıklardır; bu hayat-ı dünyeviyede dahi kalb, vicdan, ruh için mânevî hastalıklardır. Sen eğer sabredip şekvâ etmezsen, şu muvakkat bir hastalıkla daimî pek çok hastalıklardan kurtuluyorsun. Eğer günahları düşünmüyorsan, yahut âhireti bilmiyorsan veya Allah'ı tanımıyorsan, sende öyle dehşetli bir hastalık var ki, milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür; ondan feryad et. Çünkü, bütün dünyanın mevcudatıyla kalbin, ruhun ve nefsin alâkadardır. Mütemadiyen firak ve zeval ile o alâkalar kesilip, sende hadsiz (sonsuz) yaralar açılır. Bahusus (özellikle) âhireti bilmediğin için, ölümü idam-ı ebedî tahayyül ettiğinden (hayal ettiğinden) , adeta, güya yara bere içinde, dünya kadar hastalıklı bir vücudun var. İşte en evvel, hadsiz yaralı ve hastalıklı bu büyük mânevî vücudun hadsiz hastalıklarına kat'î ilâç ve kat'î şifa verici bir tiryak (ilaç) olan iman ilâcını aramak ve itikadını (inancını) düzeltmek gerektir ki, o ilâcı bulmakta en kısa yol, bu maddî hastalığın yırttığı gaflet perdesinin altında sana gösterdiği aczin ve zaafın penceresiyle, bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretini ve rahmetini tanımaktır.

Evet, Allah'ı tanımayanın, dünya dolusu belâ başında vardır. Allah'ı tanıyanın dünyası nurla ve mânevî sürurla doludur; derecesine göre, iman kuvvetiyle hisseder. Bu imandan gelen mânevî sürur ve şifa ve lezzet altında, cüz'î maddî hastalıkların elemi erir, ezilir.


DOKUZUNCU DEVÂ

Ey Hâlıkını (Yaratıcısını) tanıyan hasta! Hastalıklardaki elem ve tevahhuş ve korkmak ise, hastalık bazan ölüme vesile olduğu cihetindendir. Ölüm, nazar-ı gaflet ve zâhirî cihetinde dehşetli olduğundan, ona vesile olabilen hastalıklar korkutuyor, telâş veriyor.

Evvelâ bil ve kat'î iman et ki, ecel mukadderdir, tagayyür etmez (değişmez) . Çok ağır hastaların başında ağlayanlar ve sıhhatleri yerinde olanlar ölmüşler, o ağır hastalar şifa bulup yaşamışlar.

Saniyen: (ikinci olarak) Ölüm, sureten göründüğü gibi dehşetli değil. Çok risalelerde gayet kat'î, şeksiz, şüphesiz bir surette, Kur'ân-ı Hakîmin verdiği nurla ispat etmişiz ki, ehl-i iman için ölüm, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem dünya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubudiyetten (kulluktan) bir paydostur. Hem öteki âleme gitmiş yüzde doksan dokuz ahbap ve akrabasına kavuşmak için bir vesiledir. Hem hakikî vatanına ve ebedî makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır. Hem zindan-ı dünyadan, bostan-ı cinâna (cennet bahçelerine) bir davettir. Hem Hâlık-ı Rahîminin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye (ücret almaya) bir nöbettir. Madem ölümün mahiyeti hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil, bilâkis rahmet ve saadetin bir mukaddemesi nazarıyla bakmak gerektir.

Hem ehlullahın (Allah dostlarının) bir kısmının ölümden korkmaları, ölümün dehşetinden değildir. Belki daha fazla hayır kazanacağım diye, vazife-i hayatın idamesinden kazanacakları hayrat (hayırlar) içindir.

Evet, ehl-i iman için ölüm rahmet kapısıdır, ehl-i dalâlet (sapık topluluklar) için zulümat-ı ebediye (ebedi zulümler) kuyusudur.


--------------

Bediüzzaman Said Nursi
Kaynak: 25. Lem'a, hastalar risalesi
 
Sohbet: Sadakanın Bilinmeyen Sırları

Sohbet: Sadakanın Bilinmeyen Sırları / ON ALTI YILDIZ

Oktan Keleş bu sohbette Mucadele Suresi 12. Ayet'in sırrına özellikle dikkat çekiyor.


TEVBE – 60: Sadakalar, ancak fakirler, miskinler, zekat toplama görevlileri, kalpleri islamiyete ısındırılmak istenenler, köleler, borçlular, Allah yolundakiler, yolda kalmışlar içindir. Allah tarafından kesin olarak böyle farz edildi. Allah, herşeyi bilendir, hikmet sahibidir.

BAKARA – 263: Bir tatlı dil ve kusurları bağışlamak, arkasından eza ve gönül bulantısı gelecek bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, halimdir, yumuşak davranır.

BAKARA – 264: Ey iman edenler, sadakalarınızı, başa kakmak, kalp kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Tıpkı malını insanlara gösteriş için dağıtan; Allah'a ve ahiret gününe inanmayan herif gibi. Artık onun durumu, üstünde biraz toprak bulunan ve üzerine bir sağnağın inip kendisini bütün yalçınlığı ile ortada bıraktığı bir kaya gibidir. Böyle kimseler, yaptıklarının hiçbir yararını görmezler. Allah, inkarcılar topluluğunu doğru yola çıkarmaz.

BAKARA – 271: Sadakaları açıkça verirseniz o, ne iyi olur; yok eğer onları gizler de fakirlere öyle verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızın birçoğunun bağışlanmasına sebep olur. Bilin ki, Allah, her ne yaparsanız hepsinden haberdardır.

BAKARA – 273: Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna adamış olan fakirlere veriniz. Onlar yeryüzünde gezip dolaşmaya güç yetiremezler. Utangaç olduklarından dolayı, bilmeyenler, onları zengin sanırlar. Oysa sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük yapıp kimseden birşey de isteyemezler. Ne türden bir iyilik yaparsanız, şüphe yok ki, Allah onu bilir.

TEVBE – 79: Sadakalarda farz olan zekâttan başka mü'minlerden gönüllü olarak teberruda bulunanlara bir türlü ve güçlerinin yettiğinden fazlasını bulmayanlara da başka türlü laf atanlara, laf atarak onlarla eğlenenler var ya, Allah, onları maskaraya çevirecektir; ayrıca onlara acı bir azap vardır.

YÛSUF – 88: Bunun üzerine Yusuf'un huzuruna girdikleri vakit dediler ki: «Ey şanlı Aziz! Bize ve ailemize darlık ve sıkıntı bastırıverdi, önemsiz bir sermaye ile de geldik. Yine bize erzakımızı tam ölçü ver ve bize biraz da sadaka ver; çünkü Allah sadaka verenlere mükafatını verir!»

HADÎD – 18:Şüphesiz sadaka veren erkeklere ve sadaka veren kadınlara ve Allah'a güzel bir ödünç verenlere, verdikleri kat kat artırılır ve onlara şerefli bir mükafat vardır.

MUCÂDELE – 12:Ey iman edenler, peygambere gizli bir şey danışacağınız zaman, fısıltınızdan önce bir sadaka verin! Bu sizin için hem bir hayır hem de daha ziyade temizliktir. Fakat gücünüz yetmezse, şüphe yok ki, Allah bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.

MUCÂDELE – 13: Yoksa fısıltınızdan önce sadaka vermekten korktunuz mu? Madem ki, yapmadınız, Allah da size tevbe lütfetti, artık namaza devam edin, zekatı verin ve Allah'a ve peygamberine itaat edin! Allah her ne yaparsanız haberdardır.

MUNÂFİKÛN – 10: Her birinize ölüm gelip de: «Rabbim beni kısa bir süre için tehir etsen de sadaka versem ve iyilerden olsam!» demesinden önce size verdiğimiz rızıklardan (Allah için) harcayın!
 
---

Vudd, sevginin çok özel bir türünü ifade eder. Bu tür bir sevgi, bahşedilen bir sevgidir. Veren kaynaktan bir öz taşıdığı için de ölümsüzdür. Okuyun şu ayeti: “İman eden ve salih amel işleyenler için Rahmân (ölümsüz) bir sevgi (vudd) bahşedecek”.

Bu yüzden olsa gerek ki, vahiy ilk yıllarda muhataplarını Cennetle müjdeleyip Cehennemle korkuturken, onların olgunlaştığı ileriki yıllarda “Allah sever-Allah sevmez” diye müjdeler ve uyarır. Bu, Allah-kul ilişkisinde sevginin nasıl yüksek bir mertebeyi ihraz ettiğini gösterir.

--------

Mustafa İslamoğlu
 
----

956 - Hz. Enes (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:

"Sizden hiç kimse, maruz kaldığı bir zarar sebebiyle ölümü temenni etmesin. Mutlaka bunu yapmak mecburiyetini hissederse, bari şöyle söylesin: "Rabbim, hakkımda hayat hayırlı ise yaşat, ölüm hayırlı ise Canımı al!"

---------------

Buharî, Merdâ 19, Da'avat 30
Müslim, Zikr 10, (2680)
Tirmizî, Cenâiz 3, (971)
Ebu Davud, Cenâiz 13, (3108, 3109)
Nesâî, Cenâiz 1, (4, 3)
 
----

‎- Bizim yaşadığımız yerde günah seller sular gibi işleniyorsa, sorumlusu biziz.

- Yalnızca iman edip Salih amel işlemek kişiyi sadece “iyi” yapar. Hakkı ve sabrı tavsiye etmek ise kişiyi “aktif iyi” yapar.

- İyiyi savunmak yetmez, iyiyi iyi savunmak gerekir.

- Bir ameli Salih yapan şey dörttür:

1) İfsada karşı ıslaha hizmet edecek.
2) Batıla karşı hakkı tutacak.
3) Zararı def edip yararı getirecek.
4) Kötülüğü azaltıp iyiliği çoğaltacak.

-----------------------

Mustafa İslamoğlu
 
Üst Alt